Toz Pembe Yalanlar

By rozemoon_

5.6K 985 1.5K

Bir dergide iyi bir konumda editör olarak çalışan Şafak derginin iki ay sonraki sayısı için belirlenen konu ü... More

Giriş
Bölüm 1
Bölüm 2
Bölüm 3
Bölüm 4
Bölüm 5
Bölüm 6
Bölüm 7
Bölüm 8
Bölüm 9
Bölüm 10
Bölüm 11
Bölüm 12
Bölüm 13
Bölüm 14
bölüm 15
bölüm 16
bölüm 17
bölüm 18

Bora'nın ağzından

180 30 26
By rozemoon_


İsmim Mehmet Bora. Mehmet'i annem,Bora'yı babam koymuş. Cesur,yürekli olsun oğlum demiş. İsmiyle arkasından fırtınalar estirsin.  İşin tuhafı çocukluğuma dair en net hatırladığım şey babamın bana Mehmet diye seslenmesiydi. Annemse Bora'yı kullanırdı. İkisi de kendi koydukları isimle seslenmezdi bana. Bunun sebebini hiçbir zaman anlayamamıştım.

Annem ve babam kaçarak evlenmişler zamanında. Annem okumuş,öğretmen olmuş. Babamsa genç yaşta babasını kaybetmiş. Ondan arta kalan bir ev bir de dükkanla ev geçindirmek için çabalamış ömrü hayatınca. Annemle de bir gün o kitapçıda tanışmışlar işte. Annem o zamanlar yeni atanmış bir edebiyat öğretmeni. Her hafta yeni bir kitap almak için uğrarmış bizim dükkana. Babamsa okumamış okumuşlardan. Okul bitirmemiş belki ama hayatını kitaplara adamış. Şu yaşıma geldim, birden çok okul okuyup üniversiteyi dereceyle bitirdim. Çok bilgili hocalardan ders aldım,babam kadar bilene rastalamadım.

Gel zaman git zaman birbirlerine aşık olmuşlar. Babam bu hikayeyi anlatırken "Cumartesileri bayram günüydü oğlum." Derdi. "Annen yeni kitap almaya gelirdi. "

Annemi istemeye gitmişler en sonunda. Dedemse "Ben okumuş kızımı çulsuz öksüze vermem." Demiş. Babamın çulsuza takılmadığından eminim. Ama öksüz denmesi bugün bile onun yerine benim canımı yakardı.

Aynı mahallenin insanları, kaçmışlar bir şekilde. Dedem yıllarca suratlarına bakmamış. Annem kaçtığına hiç pişman olmamış ama babası için de çok ağlamış. Babamın dedemi sırf bu yüzden çok sevmediğini hissederdim. Ona çulsuz veya öksüz demesi değildi sorun. Ama dedem suratına bile bakmayarak annemi çok ağlatmıştı. Ben doğduğumda ise annem her şeye rağmen "Babamın adını koyalım." Demiş işte. "Mehmet olsun. "

Babam da sonradan Bora'yı eklemiş. Ama dediğim gibi bana hep Mehmet diye seslenirdi.

Babam gittikten sonra Bora ismine küsmüştüm ben. Herkesten bana Mehmet demesini ister olmuştum. Ne bileyim,belki de bana Mehmet diyen bir kişinin yokluğunu onlarca kişinin seslenmesiyle gidermek için çabalamıştım. Kimse onun gibi seslenmemişti. Ve o yer asla dolmamıştı.

Ben babası gibi olmak için yanıp tutuşan bir çocuktum. Şimdilerde baba olmayı bile "babam" olmak için istiyordum. Babamın da tek derdi vardı. "Benim oğlum en iyi şekilde okuyacak!" Der dururdu. Beni okutmak için bu kadar çabalaması göğsüme dert olurdu hep.  Yıllarca kafamı kaldırmadan çalışmam da babamı hayal kırıklığına uğratmamak içindi. Ben başarıyı hiçbir zaman kendim için istememiştim.

Başardığım herhangi bir işin sonunda babamın gülümsemesi bana yeterdi. Onun takdirini kazanmak bana büyük adammışım gibi hissettirdi. Ben sadece babam beni tebrik ettiğinde büyük adamdım. Elimden her iş gelirdi o zamanlar. O gittiğinde ise hissettiğim tek şey hiçbir şeye elimin ermiyor oluşu olmuştu. Gücüm çekilmişti. Ben büyük adam değildim artık. Ben babasının ölümünü izlemiş bir adamdım. Bunun farkına en çok cenazesinin sırtımda yükünü hissettiğimde farketmiştim. Babamın öldüğünü de o an kabullenmiştim. O ana dek her kim ne yapmam gerektiğini söylemişse onu yapmıştım. Kendimde değildim. Çektikleri yere savrulmuş nerede ne yaptığımı sorgulamamıştım. Babamın cenazesinin bir ucundan tuttuğumda ise dank etmişti her şey.

Babam ölmüştü. Ben artık işe yaramaz bir adamdım. Zaten babam ölürken de işe yaramamıştım. Ona yardım edememiştim. Doktordum ben. Bölümünü birincilikle bitirmiş bir doktordum. Kalp cerrahıydım. Çok ameliyata girmiş, değişik vakalarls çalışmıştım. Babamın ameliyatına girmiştim. İzin vermedikleri halde içeri dalmış elektro şok uygulamıştım. İnanmak istememiştim çünkü. O an işe yaramadıysam bu hayatta, bundan sonra hiçbir işe yarayamazdım. Çünkü en olması gereken zamanda ben bir hiçtim.  Doktorluğu bırakmamın en büyük sebeplerinden biriydi bu. Hayattaki amacım elimden alınmış gibiydi. Kendimi o kadar çok suçlamıştım ki bu güne kadar, aynaya baktığımda içimdeki sesin yüzüme haykırışlarından başka bir şey duyamaz, elleri kanlı bir adam dışında bir şey göremez olmuştum.

Babamı kendim öldürmüş kadar canım acıyordu. Acıdan buna neredeyse inandırmıştım kendimi. Ceza vermiştim. O çok çalıştığın ve yükseldiğin meslekten mahrum kalmak ve kendini bir dükkanın içine kapatmak benim hakettiğim bir cezaydı. Fazlasını haketmiyordum ben.  İdeallerinin peşinden koşan o adam yoktu. Bunlar bana fazla gelirdi.

Bu düşüncelerin hepsi son iki yılda beni bir zindana hapsetmişti. Çok okumuştum. Elime ne geçtiyse okumuş, babamdan bir iz aramıştım. Bazen bir sayfanın içinde unuttuğu bir kağıt parçası bile bana bir şey anlatmıştı.

Hayatım dümdüz bir rayda hiç yalpalamadan giden bir tren gibiydi. İnsanlardan öyle soğumuştum ki vagonumda bir tek ben kalmıştım. Hakkımda söyledikleri tek bir şeyi duymaya tahammülüm yoktu. Çekilmez bir adama dönüştüğünü görüyordum ama beni hiçbir şey hayata bağlayacak kadar etkilemiyordu.

Ona kadar öyleydi en azından. Dümdüz bir adamdım işte. Hayatımda renk yoktu. Ona kadar öyleydi. Gül güzeli kendi rengini benim o dümdüz ve sıkıcı hayatıma bulaştırmıştı. O gittikten sonra o damlayan boyalardan kurtulmayı da becerememiştim zaten. İzi silinmemişti. Sonra bir gün zaten o izi hiç silmek istemediğimi farkettim. Aksine,daha çok bulamalıydı o rengi. Gül kokusu dükkanın her bir köşesine sinmeliydi. Dükkanın tam sağ köşesinde olup söylediğim şeylere itiraz etmeliydi. Hep bilmiş bilmiş konuşmalıydı. Oynadığı oyunun farkında değilmişim gibi aklınca beni kandırmalıydı.

Ama hiçbir zaman, bu dükkandan en son çıkışındaki gibi solmuş bakmamalıydı yüzüme. Gül güzeli solmak yerine hep daha çok yaprak açmalıydı.

Gittiğinin birinci haftasıydı. İçimdeki kızgınlık yavaş yavaş tarifini bilmediğim bir duyguya dönüşüyordu. Onu görmek istiyordum ama görünce ne söyleyeceğimi de bilmiyordum. Neden bu yazıyı yazmıştı,aklım almıyordu. Ben hayatımın uzun bir döneminden sonra ilk defa konuşmuştum,anlatmıştım. Anlattığım kişi oydu ve anlatırken neden onu seçtiğimi bile bilmiyordum. Tuhaftı ama güven veren bir yanı vardı. Hem de düpedüz beni kandırıyor olmasına ve benim de bunu bilmeme rağmen. Bir kez daha kanmıştım galiba. Ama hiç bu kadar rahatladığımı hissetmemiştim. Sanki sırtımdaki yükün bir kısmını yüklenmeye canı gönülden hazırdı.

O yazıyı yazmasını yediremiyordum kendime. Beni dinlerken ağlaması da mı yalandı?

Mahalle tuhaf yerdi. İnsanının tek derdi içinde yaşayanlar olurdu. Kim nereye gitti ne yaptıdan başka bir şey düşünmezler,hep takip ederlerdi. Sırf bu yüzden benim hakkımda yazılan bir yazının herkesin diline düşmesi de uzun sürmemişti. Gözlerindeki bakışlarda görüyordum. Sanki herkes suratıma "baban senin yüzünden öldü" diye haykırıyordu günlerdir. Haklı olduklarını bildiğimden sesim çıkmıyor, daha da dibe gömülüyordum. Bir de, özlüyordum.

Bana yalan söylemişti. Beni kandırmıştı. En zayıf noktamı kullanmıştı. Bunca şeye rağmen ben onu özlediğimi hissediyordum. Bu his, korkunçtu. Kabul etmem imkansızdı. Kabul etmemek için de elimden geleni yapmıştım.

Ta ki dükkanın kapısı bir gün çalınana kadar. Müşteri zannettiğim genç bir kadın girmişti içeri. Saçları kıvırcık ve kısaydı.

Mağarama birinin dahil olmasının verdiği huzursuzlukla yerimden kıpırdanmış ve ayağa kalkmıştım. "Buyrun,hangi kitaba bakmıştınız?"

"Şey,ben aslında kitaba bakmadım. Siz Mehmet Bora Sancak mısınız?"

Anında çatılan kaşlarım kızı ürkütmüş olmalıydı. Bir gazateci olduğunu düşündüğüm için tereddütle onaylamıştım ismimi.

Kız elini çantasına soktu. Oldukça tedirgin duruyordu. Çantasından bir defter çıkarıp yüzüme bakmadan bana uzattı. Bu benim defterimdi. Şafak'ta olduğunu zannettiğim defterim.

"Sanırım biraz konuşmamız gerekiyor." Dedim kadına. Bakışlarında utanç vardı. Neler olduğunu iyiden iyiye merak ediyordum. Onu kitapçığın içindeki renkli sandalyelere yönlendirdim.

"Mehmet Bey ben *** Dergisinden geliyorum. Durun durun,lafımı bölmeyin lütfen. Size soru sormaya gelmedim. Bir yanlış anlaşılmayı çözmeyi umuyorum."

Araya sinirle gireceğini direkt anlamıştı. Eğer devam etmeseydi onu tam şuan buradan kovardım çünkü.

"Ne yanlış anlaşılması?" Diye sorsrken yerimde rahatsızca kıpırdanmıştım.

"Benim ismim Mine. Geçen ayın dergisinde sizin hakkınızda iki sayfalık kocaman bir haber yazıldı, biliyorsunuz. Bu defteri ben bizim dergide, yerde buldum. Ne olduğunu anlamaya çalışırken de üstlerimden Arzu Hanım merak edip elimden aldı. Açıkçası ne olduğunu bile anlayamadım ama çok sevindi. Beni istifa eden bir editörümüzün yerine geçirdi hatta sırf bu yüzden. Ben daha asistandım sadece. Stajyerlik yapıyordum. Ertesi gün de defterde okuduklarımdan oluşan ama tamamen çarpıtılmış bir haberin basıldığını görünce şok oldum. Bir de,altında editör Asya Şafak İplikçi yazıyordu." Duraksadı. "Yani,ben zaten Asya Hanım ile çalışıyordum. Ve o bir önceki gün istifa etmişti,bu yazıyı da o yazmadı çünkü yazsa bana gönderirdi düzenleme için.  Onun geçen aylarda sizin yanınıza geldiğini biliyorum. Sizden röportaj istemişti ama reddetmiştiniz. Tanıyor olmalısınız."

"Bir dakika bir dakika." Dedim. Beynimden vurulmuşa dönmüştüm. "O yazmadıysa eğer,neden onun adı yazıyor? "

"Sorun da burada diye düşünüyorum. Arzu Hanım ile bir önceki gün kavga etmişlerdi. Bazı duyumlarıma göre en büyük patron Arzu Hanım yerine Şafak Hanım'ı düşünüyordu. O yüzden Arzu Hanım ona biraz düşman gibiydi. Benim buraya gelme sebebim. Defter tekrar elime geçince sahibine ulaştırmak istedim. Çünkü içinde yazılanlara dergiye aktarılanlar aynı değildi. Hem siz, hem de Şafak abla zan altında bırakıldı. Zaten ben de getirildiğim konumdan istifa ettim. "

Karşımdaki kız susunca ortama ağır bir sessizlik çökmüştü çünkü ne diyeceğimi bilmiyordum. Kelimenin tam anlamıyla başımdan aşağı kaynar suların döküldüğünü hissediyordum. Kadının yüzsüzlüğünü düşünmek bir kenara Şakaf'a yaptığım haksızlık diken olmuş göğsüme batıyordu. Oysa kendini açıklamak istemişti ama ben suratına bile bakmamayı tercih etmiştim. Beni kandırıyor sanmıştım. Yüzündeki dumura uğramış ifadeden anlamam gerekiyordu onun yazmadığını.

"Bu Arzu Hanım." Dedim olayı nihayet sindirdiğimde. "Kimdir necidir, eli güçlü birisi mi? Yaptığı şeyden geri döndürebilir miyiz? Var olmayan bir röportajı varmış gibi göstermesi suç değil mi? Ağzımdan çıkmayan cümleler yazdı bu kadın. "

"Kariyerinde çok şey başarmış bir kadın ama bu sizin hakkınıza girdiği gerçeğini değiştirmiyor Mehmet Bey. " duraksadı. Tereddütlüydü. "Aslında bakarsanız,ben bir şey yaptım. Ama bunu size söylemeye çekiniyorum. Yanlış anlamayın,sizle alakalı değil ama. Ben daha kariyerimin başındayım. Adım böyle bir olayla anılsın istemiyorum. "

"Tamam." Dedim ona rahatlatıcı bir sesle. "Sen bana güvenilirsin. Ne biliyorsan söyle. Senin adını hiçbir şekilde bu olaya dahil etmeyeceğim."

Mine kararını çok geçmeden vermişti. Telefon numaramı isteyerek bana bir ses kaydı attı. Telefonun ekranına dokunarak sesi açtığımda en son beklediğim şey bir anda dükkanının içini onun sesinin sarmasıydı. Bir an Şafak gerçekten buradaymış gibi hissetmiştim. Gerçi burada olsa muhtemelen tam şu saatte rafları silmesini söylediğim için benim duymadığımı zannettiği kısık sesiyle bana söyleniyor olurdu. O tatlı bir yalancıydı ama hiçbir zaman profesyonel bir dolandırıcı olmamıştı. Kendini her dakika açık etmeyi başarmıştı. Daha dükkandan içeri iş arayan Şafak olarak girdiği ilk dakika onun bir önceki günlerde kapımda inatla bekleyen dergi yazarı Asya Şafak İplikçi olduğunu anlamıştım. Çünkü bir insanın hayatına asla aynı anda iki tane inatçı kadın girmezdi. Şimdi burada değildi ama Arzu olduğunu tahmin ettiğim kadınla kavga ediyordu telefondan duyulan sesiyle. Burada olmasını ne kadar istediğimi farkettim ve bu düşünce beni yabancısı olduğum hislere sürükledi.

Arzu Hanım bütün yüzsüzlüğüyle yazıyı kendisinin yazdığını söylüyordu seste. Derin bir nefes alarak gülümsedim. Bu kadının peşini öyle kolay bırakmayacaktım.

Peşini bırakmayacağım tek kadın da o olmayacaktı.

Mine tam dükkandan çıkmak üzereyken durdurdum onu.

"Baksana,sen de Şafak'ın adresi var mı? Nerededir şimdi,biliyor musun?"

"Evinin adresi var. Orayı verebilirim ama yılın bu zamanlarında hep izin alıp Bodrum'a gider. Maalesef oranın adresini bilmiyorum."

"Tamam." Dedim kendimden çıktığına şaşırdığım hevesli bir tınıyla. "Sen evinin adresini ver. Bana o da yeter."

Karşımda benden haylice küçük olan kızı güldürecek duruma düşmüştüm ama bunu umursamamayı seçtim. Mehmet Bora Sancak değişiyordu.

Kendime dönüp baktığımda olduğum adamdan ne kadar mutsuz olduğumu farkettim. Bu benim payıma düşen cezaydı,sonuna kadar çekmiştim. Onca geçen sürede ise ilk defa kalbimin sesini tekrardan duydum. Çok kısıkfı ve verilerden geliyordu ama yine de kendini belli etmek için hevesliydi. Onun karşısına çıkacaktım,Bodrum'dan gelmesini beklerdim. Ama bu halimle değildi. Hayata tekrardan dönmenin vakti gelmişti.

Her şeyden önce yapmam gereken bir iş vardı. O yüzden telefonuma elime alıp üniversiteden tanıdığım avukat arkadaşımın ismine bastım.

"Kardeşim." Dedim. "Sana işim düştü. "

Güzellerim selam. Ketum Mehmet'imiz Bora'mızın düşündüklerinden yazdık bir şeyler. Bir bölümün daha sonuna geldik. Tek bir yorumunuz bile çok motive verici gerçekten,yorumlarınızı eksik etmeyin. Oy vermeyi de unutmayın lütfen 💞

Bu arada burası bittikten sonra başlayacağım kitabıma bekliyorum sizi. Giriş bölümünü attım. Ona da bir şans vermeyi unutmayın💫

Continue Reading

You'll Also Like

468K 2.3K 4
tamamlandı. acar arslan dünyaca ünlü bir futbolcudur. bir gün eski hattını geri takar ve instagram'dan 'bebeğim kişisi instagramda, ona merhaba demek...
249K 5.8K 4
Derin Gökser, 17 yaşında babasının işleri nedeniyle doğup büyüdüğü ilçeden, evinden ve okulundan ayrılmak zorunda kalır. Duygusal sancıların içinde...
213K 8.6K 37
Ay: Yeni çocuk var ya. Ay: Onun sevgilisi var mı ? ... İnsanlar bazen bilmeden yapmaması gereken bir şeyler yapmaz mı? Bizim kız farklı ya, bile iste...
Hocam+18 By B.

Short Story

68.8K 721 13
Öğrencisine takıntılı olan bir öğretmen ve hiç bir şeyden haberi olmayan o kız..