Hüptrik ; Alina

By Heimir

201K 16.1K 4.2K

" İsmim Alina... ve ben deli değilim!" ▪︎Alina Atalar Küfür ve argo bulundurur* Yazım hataları olabilir* Yazı... More

Alina Atalar
0.0
0.1
0.3
0.4
0.5
0.6
0.7
0.8
0.9
1.0
1.1
1.2
1.3
1.4
1.5
1.6
1.7
1.8
1.9

0.2

10.1K 677 318
By Heimir

Iyi okumalar!

.
.
.

"Unut artık Alina. Adam gelmeyecek. 8 ay oldu."

Matt'e baktım. Doğru söylüyordu. O adam gelmeyecekti. Ben bir hiçe umut bağlıyordum.

Matt moralimin bozulduğunu farkedince elini saclarıma koydu. Okşadı ardından beni göğsüne çekti.

"Tamam kızıl. Üzülme... gelecektir."

Ses cıkarmadım. Ümidim günden güne tükeniyordu. Annemin ölümünü kabullenmiştim. Kendi derdime düştüğümden midir bilmiyorum bu aralar onu düşünmüyordum bile.

Bana çok kırılmış olmalıydı.

Açıkçası annemle son seneye dek pek anlaşamazdık. Beni pek beğenmezdi.
Belki de öleceğini hissetmişti.

Öte yandan baş belalarımdan bahsedecek olursak.

Son gelmelerinden sonra Brandon ve Venessa bir daha uğramamıştı. Ugramasınlardı da.

Matt ise...

Onu nereye koyduğumu bilmiyordum. O günden sonra hiç bir şey olmamış gibi davranmıştık.

Bana sıcak davranıyordu, ilgi gösteriyordu...

Ama bir sonuc çıkaramıyordum. Sonuçta o iki kişilikliydi.

Hoşlandığimı inkar edecek değildim ama şuan bununla uğraşmaya gücüm de yoktu, vaktim de.

Her gün verdikleri sakinlesticiler ve ilaçlar enerjimi almaya başlamıştı.

Önümüzde duran zarfa baktım.

Bu ülkeden gitmek icin illa o biyolojik herife mi umut bağlayacaktım?

Ben Alina'ydım. Ne bir erkeğin soyismine ihtiyacım vardı ne de başka bir erkeğin himayesine.

Para, pasaport, kimlik

Her şeyim vardı.

Belki bu parayla düzen oluşturabilirdim.

Ama 17 yaşında olduğum da bir gerçekti.

"Ne düşünüyorsun anka kuşu?" Dedi Matt.

Omuz silktim.
"Kaçmayı..."

"Hm..." saçımı okşadı.

"Nereye kaçıyoruz?" Kaşlarımı çattım. Başını göğsünden çekip alttan ona baktım anlamaz bakışlarla.

Gülümsedi. Elini yanağıma koyup okşadı.

"Seni yanliz bırakacağımı düşünmüyorsun umarım?"

Uzaklaştım ondan.
"Saćmalama. Bir ailen var-"

"Hayır, yok.on sekizime girdiğim an hakkım olan mirası da alınca onlarla ilişkim kesildi."

Kaşlarım çatıldı.
"Bir dakika... yani sen? Buradan istesen çıkabilir miydin? Ne zamandır?"

"Yaklaşık 2 aydır.."
Yutkundum.

"Neden gitmedin?"

"Sebebini bildiģin şeyleri sorma Alina."

Dudaklarıni naifce dudağımın sağ kenarına bastırdı.

Hissettiğim sevgiyle kalbim hızladı.

"Matt..."

"Bundan sonra yanındayım Alina. Istersen gidip o adamın evini basarız, istersen burdan kaçıp gideriz."

Görüşümün bulanıklaştığını hissettim...

"Ağlama." Dedi hızla"sakın"

Başımı sallayıp gözlerimi sildim.

"Ama tek bilet var.." dedim. Sesim hafif ağlamaklı çikmıştı.

Gülümsedi.
"Uçağım varken bilet mi alacağım kızıl?"

"nE?" Hızla dikleştim...

Sirıtarak baktı."matt... korkarak soruyorum...aile mirasın ne?"

Sırıttı yeniden.

"Bir şey değil... sadece ünlü bir ulaştırma şirketinin %47 si ve araba, ev gibi ufak şeyler."

Dalga mi gećiyordu benle bu çocuk?

"Sen zengin misin?" Dedim dehşetle.

Parmakları arasına aldığı kızıl saç tutamımla oynarken umursamazca konuştu.

"Yani..."

Bir süre tepki vermeden dehşetle ona baktım. Gülümseyip dudaklarıma baktı.

"O güzel dudaklarını kapasan iyi olur kızıl. Yoldan çıkarıyorsun beni."

Başımı iki yana salladım.
"Her neyse..."

"Gitmek istiyor musun onu söyle sen bana." Zarfa baktım geri...

"Uzaktan da olsa...onu görmek istiyorum ben."

Tebessüm etti...
"İstiyorsan... göreceksin Alina."

(...)

Saatin gece yarısını göstermesiyle hastane koridorlarının ışıkları loşlaştırılmıştı.

Matt bana baktı gülümseyerek.
"Hazırsan?" Başımı salladım fazla yüzüne bakmadan.

Yapacağım şey için bana çok kızacaktı.

Koridora çıkmamızla Matt kısaca koridora baktı ve bizimle ilgilenen hemşirelerin olması gereken danişmaya ilerledi.

"Bu saatte bir saatlik bir uyku çekiyorlar hemşire odasında."

Diye mırıldandı kağıtları karıştırırken.

Eline bit kaç kagıdı aldıktan sonra bilgisayara ilerleyip el cabukluğuyla bir seyler yaptı.

"Bitti " diye mırıldandı kendi kendine.

Elimi tutup asansöre ilerletti beni. Hastaneden elimizi kolumuzu sallayarak çıkmıştık.

Bizi hastanenin önündeki siyah araca rahatça bindirdi.

Araba hareketlenince kağıtlatı cebinden çıkardı.

"Onlar ne?"

"Senin kayıtların." Anlamazca gözlerine bakmamla gülümsedi.

"Seni buraya annenin imzaladığı psikiyatr raporlarınla yatırmışlar Alina. Islak imza değil yani. Eğer bizi bulsalar bile seni yeniden buraya tıkmak için anne rolu yapan teyzenin annenin imzasını atması gerek."

Güldüm şaşkınca
"Bunları ne ara düşündün sen?"

Göz ucuyla bana bakıp çapkıbca göz kırptı.
"Seninle ilgili şeyler hic aklımdan çıkmıyor ki, kızıl."

(...)

Yeni bir uçak anonsu daha yapıldığında hala gergince etrafa bakıyordum.

"İstanbul-Londra 04.30 uçuşu için son anons. Yolcuların yerlerini alması önemle rica olunuur."
Derin bir nefes alıp ayağa kalktım.

Matt nereden bulduğunu bilmediğim telefondan gözlerini çekip bana baktı.
"Nereye?"

Gülümsedim soguk kanlı şekilde.
"Lavoboya."

Sırt çantama baktı.
"Bıraksana çantanı?"

"Regliyim. Eşyalarım lazım."

Gülümsedi.
"Cabuk gel."

Kalabalığın arasına karışırken titrek bir nefes aldım.

Kimseyi peşimde sürüklemeye niyetim yoktu.

Üzgünüm Matteo Boris Hunter. Çabuk gelemeyeceğim.

Ya da?

(...)

Gece ışıklarıyla süslenmiş şehrime baktım son kez. Uçak kalkalı on dakika olmuştu. Matt farketmiş olmalıydı artık.

Matt bana çok yardımcı olmuştu..belki nankörlük etmistim ama onu başka bir ülkeye sürükleyemezdim. Hele ben bile ne bulamacağımı bilmiyorken.

Matt sinirle koyu renk saçını geriye attı. Düşünmeliydi! Alina'nın bunu yapacağını bilmeliydi?

"Efendim. Ne yapmamızı dilersiniz?"

Matt keskin bakışlarını ona çevirdi.
"Gidiyoruz. Istanbul'a."

Matt belki Alina'nın yaptığına üzülebilirdi. Ama Boris?

Ah o kesinlikle kolay kolay vazgećmezdi.

Ve Matt Boris Hunter'ın ilk yalanı.

İyileştiğini söylemesi oldu.

(...)

Havalanından çıkınca sarı renkli taksilere baktım kısaca. Saat öğlene geliyordu burada.

Elimdeki adrese baktım.

Elimde valizle karşısına çikamazdım o adamın. Ya da direkt karşısına çıkmamalı mıydım?

Her neyse.

Önceliğim bir otele yerleşmek olmalıydı.

(...)

Gece yarısı olmuştu. Yerleştiğim otelde öylece yatakta oturuyordum. Yüksek kattaki odamın camı boğazı görüyordu.

Annemin bıraktığı yüklü miktar ve buradaki tl ye cevirme işlemi paramı katlamıştı.

Komodine attiğım kağıt parçasına baktım.

Yıldırım Atalar.

Arayıp yardım istediğimde umurunda olmamış bir adamın yanına gitmeyecektim , hayır.

Ama merak etmediğimi de söyleyemezdim tabi.

Bu koca, kalabalık şehirde hayatta kalmanın bir yolunu bulmalıydım önce.

(...)

Oteldeki vezneden rica edip aldığım laptop ekranına bakmaya devam ettim

Yıldırım Atalar

48 yaşındaki Yıldırım Atalar gerek iş dünyasında gerek magazinde isminden sıksık bahsettiren bir iş adamı.

Atain Gemicilik yönetim kurulu başkanı Yıldırım Atalar 20 yaşında kurul başkanı olarak başladığı holdingde abisi Tamer Atalar ile arasındaki farkı kamu önüne sunmuş durumda.

Göz devirdim. Anladık en başarıli sensin. Bu sayfayı es gecip başka bir websitesine girdim.

Yıldırım Atalar ve üç oğlu beraber gezmelerde!

Oğlu? Üç?

Yıldırım Atalar'ın ilk eşinden olan oğulları da babalarının izinde!

Haberin devamının boş uydurmalar olduğunu farketmemle çıktım sayfadan.

İçimde anlayamadığım bir his olmuştu.

Oğulları vardı demek.

Belki de sadece beni istememişti.

Derin bir nefes aldım. Merak gidermek amacıyla oğullarını arattım bu defa.

Atalar ailesinin yakışıklı varisleri!

Aslan Atalar ve ikizi Arslan Atalar.
Gemi imparatorluğunun gelecek yöneticileri!

Gözlerim resimlere kaydı.

Birbirlerini andırıyorlardı. Çift yumurta ikizi olsalar gerek.
Yazana göre 28 yaşındaydılar.

İç cektim. Doğduğumda 11 yasındalardı demek.

Gözüm daha alttaki resme kaydı. Onlara nazaran küçük duran biriydi.

Atalar ailesinin gözdesi! Küçük prensi! Pars Atalar! Yakışıklı ve çapkın varisin hovarda-

Okumadan yüzümü buruşturdum..
Zengin ailenin küçüğu olduğu için şımarık biriydi belliki.

Yaşı da 24 olarak yazılmıştı.

Baya küçük prens. Küçük de cebime gir.

Ekranı kapayıp laptopu komodine koydum.

Doğduğumda ikizler 11 , küçük prens ise 7 yaşındaydı demek.

Yani... annem...

Dolan gözlerimi sildim.

Sevgili olduk demişti. Evli birisiyle mi?

Olduğum konumu düşünmeden edemedim. Metresin kızi oluyordum yani?

Annemin metresliği kabul etmesi mi yoksa benim suçum yokken bu unvanı sahiplenişim mi daha ağrıma gitti bilemedim.

Yıldırım bey de böylr düşünüyor olacak ki metresinden olma çocuğunu bir kenara atmıştı tabi.

Burukça gülümsedim.

Brandon şerefsizdi, pezevenkti falan ama kendimi bildim bileli yanımdaydı.

Kıl oluyordum evet.

Ama mesela... ilkokuldayken babamın olmayısıyla dalga geçen cocuklara firça çekmesini de bilirdim.

"Sizi küçük sümüklü veletler! Kızımla dalga geçiyorsunuz demek!"

Annemi öldürdüğü gerçeğinin aklıma dolmasıyla gülüşüm dondu.

Annemle beraber Brandon da ölmüştü benim için. Kabul etmesemde içten içe ona bir sempatim vardı.

Peki Matt?

Napıyordu şimdi acaba?

Kizmış mıydı? Ya da umursamamış mıydı?

Sessizce yatağa uzandım. Ne yapmam gerek bilmiyordum.

Aslında kolayca magazinin karşısına geçip' bu herifin kızıyım' diyebilirdim.

Hisseleri değer kaybeder imajları zedelenirdi tek hamleyle. Öte yandan bunu yapsam beni yaşatırlar mıydı? Tartişılır.

Gemicilikle ugraşan bir ailenin tamamen legal olduğuna asla inanmazdım. Yani yaklaşmamak daha sağlıklı bir seçimdi.

Ayrıca nasıl bir aileydi o öyle!

Tarihi filmden fırlamış gibi...

Aslan,Arslan,Pars.

Bakıyorum da isimleri unutmamışsın. Az önce teşekkür etmenin türkcesini unutmuştun.

Omuz silktim kendi kendime.

İsimleri tarih sınavındaymışım gibi hissettirmişti.

Tarihten nefret ederdim.

Yatağın içinde bir kac tur yuvarlandım.

Nasıl hayatta kalacaktım ya ben?

Doğum günü desen daha iki hafta vardı ve reşit olmadan çalışamazdım da.

Salaksın. Matt'e takacaktık kancayı. Zengin ve yakışıklıydı.

Sinirle yüzümü yastığa gömüp çığlık attım.

Tamam dediklerimi unutun.

Belki biraz deli olabilirim.

(...)

Önümdeki gökdelene bakarken istemsizce yutkundum.

Atain Holding

Elimi enseme atıp kaşıdım gergince. Bir anlık bir cesaretle buraya gelmiştim.

"Hanımefendi?" Irkilip arkama döndüm. Holdingin girişindeki güvenliklerden biriydi bu. Siktir.

Alt dudağımı ısırdım.
"Bir sorun mu var?" Dedi beni süzerken.

Boşuna süzme güvenlik bey. Sirkete suikast düzenleyebilecek bir tipim var mı benim be.

"Anlamadım."  Dedim yüzüne anlamazca bakarak. En kolay böyle kurtulurdum galiba.Umarım ingilizce bilmiyordur.

"Ha..." dedi anlamışca. Elini cebine atıp telefonunu çıkardı. Ve bir kac saniye sonra kulaklarımı translatein sesi doldurdu.

"Are you lost?"  Alt dudağımı ısırdım gülmemek için. Başımı iki yana salladım. "Taksi...bekliyorum."

"He... tamam o zaman. Iyi akşamlar." Dedi kaçarcasına yerine giderken.

Gülüp başımı kararmaya başlamış havaya çevirdim. İç çektim derince.

Araba motoru sesleriyle gözlerimi holdingin girişine çevirdim. Girişe 20 metre uzakta bir ağacın altındaydım.

Şirketin önünde tek sıra halinde duran 4 siyah mercedes vitoya baktım. Mafya arabası. Pis gemiciler.

Ortada kalan arabalardan birinden oldukça bakımlı ve süslü bir kadın indi. Orta yaşlıydı.

Ne yani onca araba sadece bu kadını korumak icin miydi?

Ya da imaj için?

Kadın arkasındaki küçük ordu ile şirkete giriş yaptıktan sonra oturduğum çimden kalktım.

Istanbul sıcaktı. Üzerimde şort ve bol bir tişort vardı sadece.

Üzerimi sirkeledim yavasça. Sirt çantamı da takınca son kez şirkete baktım.

Bir daha buraya gelecek gücü bulabileceğimi sanmıyordum.

Yıldırım veya oğullarını da görememiştim zaten. Tabi merak ettiğimden değil de.

Gözlerimi ayak ucuma dikip yürümeye başladım. İstanbul'a ayak basalı günler olmuştu ve tek yaptığım otelde pineklemekti.

Titrek bir nefes aldım. Yıllarca anneme laf etsemde farketmiştim ki... yanlızlik zordu. Hele ki bu kadar gençken.

Annem benim aksime bir de bebeğiyle yaşamıştı bunları.

Ailesi sırt çevirmişti,bebeğinin babası umursamamıştı. Daha lise diploması bile yokken tüm hayatına bomba etkisi yapmıştım.

Gözlerimi hafiften belli olan aya çevirdim.

Üzgünüm, Larissa. Yaşadıkların için.

Belki bir anne değildin ama. İyi bir arkadaştın.

Kulaklarımı sağır edecek korna sesiyle olduğum yere mıhlandım.

Ben ne olduğunu anlayamadan vücudumun sol tarafından hissettiğin kuvvetle yere savruldu bedenim.

Yüzümü kollarımın kuvvetiyle korumayı başardım son anda.

Görüş açımda sadece asfalt varken sağ bileğime saplanan acıyla dudaklarımdan acı dolu bir inleme firar etti.

Olduğum yerde dikleştim hafif. Bacaklarıma baktım. Şort giydiğim için bacaklarımı parçalamıştı resmen soğuk asfalt.

Elimi bilegime attım. Temas ettiğim an artan acıyla ağlamaklı şekilde ofladım.
Ne olduğunu henüz kavrayamamışken gözlerimi karsıya diktim.

Kırmızı bir maserati farlarını yakmış duruyordu.

Bir dakika

Araba mı çarpmıştı bana?

"Ah!" Dolan gözlerimi kapadım hızla.

Aglamamak için alt dudağımı ısırdım. Bileğim çatlamıştı! Çünkü daha önce de bu acıyı tatmıştım.

"İyi misin?" Dedi panik dolu bir ses.

Başımı kaldirıp gözlerimi actım. Yanımda diz çökmüş endise ile bedenimde hasar kontrolu yapan birisi vardı.

Yüzün tanıdıklığı aklıma dolarken dudaklarım şaşkınca aralandı. Acıyı unutacağım bir şaşkınlık.

Pars Atalar. Küçük prens. Abim

Gözleri tepki vermememle tuttuğum bileğime kaydı. Elini bileğime koymasıyla acıyla bagırdım;"Dokunma!"

Elini çekti hızla.
"Tamam ,tamam!" Benden daha panik duruyordu.

"Bu böyle olmayacak. Yürüyebilir misin arabaya kadar?"

Kaşlarımi çattım. Hızla gözlerime çıkardı gözlerini.
"Hastaneye gideceğiz."

Hastane?

Kayıt?

Polis?

Brandon ve Venessa?

"Hayır!"

Dedim aksanlı dilimle. "Ne demek hayır!"

Kaşlarını çattı.
"Magazinci misin? Bilerek mi yaptın?"

Ugradığım iftira ile bedenimi önce bir şok dalgası kapladı. Ardından da derin bir öfke.

Ne diyordu bu küçük prens!

"Sen...sen..." sinirden dili unutmamla dolan gözlerimi kapadım.

Kelimeleri hatırlamaya çalışırken ayağa kalktı.
"Tabi ya. Bende panik yapıyorum. Muhabirsin sen. Utanmıyor musun!"

"Ne diyorsun sen!"

Bakislarından anladığım kadarıyla ingilizce bilmiyordu. Ardından elini ben pahalıyım diye bağıran montunun cebine sokup telefonunu çıkardı.

"Hangi ajanstansın! Attıracağım seni! Böyle yalancı birinin habercilik yapmaması gerek." Dedi alayla.

Gerçekte şımarık züppenin tekiydi!

Selam Larissa Mencister'ın lanet genleri!

Sinirden göz dolması...

Dolan gözlerimi kapadım. Bir an önce gitmem gerekti buradan. Hemen!

"Pars?" Tam arkamdan ve biraz uzaktan gelen sesle kalakaldım.

Hayır...

"Baba?" Dedi sıkintıyla Pars.

Baba mi?

Arkamdaki kişi?

Yıldırım Atalar.

Ellerim yumruk olurken hırsla gözlerimi kapadım.

Bu insanlarla ilk karşılaşmam bu olmamalıydı!

Yaralı avuçlarımı asfalta koyup kalkmaya çalıştım. Ama sağ bileğimi oynattığım anda aklımı döndürecek bir acıyla sarsıldım.

"Ah!" Başımı egdim sinirle. Sinirim kimeydi peki?

Kızıl saçlarım yüzümü örterken adım sesleri duyuldu.

Tek değildi.

"Ne oluyor?" Sesi sertti. Telefondaki sese benzemiyordu.

Pars'ın bana baktığını hissettim alayla.
"Muhabir. Arabamın önüne atladı."

Bana çarpan sendin!  Diye bagırmak istesemde şuan bu cümleyi türkce kuracak bir kelime haznem yoktu.

Sinirli bir soluk aldı seslice.
"Hangi ajanstanmış?" Dedi acımasız sesi.

Ben burada değilmişim gibi konuşuyorlardı.
"Konusmadı." Dedi Pars.

Dudaklarımda buruk bir tebessüm belirdi. Galiba böyle hayal etmemistim.

Son bir güçle ayağa kalktım. Sağ bileğimi yere basmamla ağlamama neden olacak acı yeniden bedenimi vurdu.

Acıyı görmezden gelip dikleştim. Güçlü ol Alina.

Alaylı bir gülüş duyuldu küçük prensten.
"Az önce acıdan ağlayacak gibiydin? Iyi oyuncuymuşsun."

Sakin ol.

Sakin ol.

Sakin ol.

Bir adım atmamla keskin sesi duyuldu diye Yıldırım bey'in.

"Dur. Gidebileceğini söyledim mi?"

Bileğimdeki ağrının verdiği sinirle ses tonumu ayarlayamadan konuştum.
"Sormadım."

Yüzüm hala saçlarımla örtülüydü.
Afalladıklarını hissettim.
Yıldırım bey ve yanındaki kim ise.

"Fazla özgüvenlisin. Iyi mi bu sence?" Dedi ifadesiz sesiyle.

Şeytan diyordu ki dön bağır 'Sanane piç kurusu' diye.

Deliydim ama o kadar da değil tabi.

Cevap vermeden arabadan destek alıp bir adım daha attım.
"Sana di-"

"Yıldırım yeter. Bırakın kızı. Ajansı ne drdiyse yapmış işte belli."

Yine duraksadım.

Ama bu defa beni afallatan seyler sözler değildi.

Sesti...ses tonuydu.

Tamer Atalar...neden telefonda konuştuğum babamın ses tonuna sahipti?

"Ne bekliyorsun? Cidden isten attırılmak istiyorsun galiba?" Dedi Pars alayla.

Ses çıkarmadım. Bekledim sadece. Teyit etmem gerekti.

"Bu kız topallıyor Yıldırım. Oyun olduğuna emin misiniz?"

Gözlerimi kırpıştırdım.

Telefonda konuştuğum. Tamer Atalar mıydı? Amcam?

Nasıl?

Aklıma ardı ardına dolan düşüncelerle başımi iki yana salladım. Bu aile normal değildi.

Dönen ağır dolaplar vardı.

Peki ben bu olayların ortasına düşmeye hazır mıydım?

.

.

.
Bölüm sonu

Continue Reading

You'll Also Like

1.1K 160 40
Bir baba kızını öldürmek ister miydi? Onu yakmak, ona zarar vermek, onun işkence görmesini sağlamak... Bunun yapılmasına bir ülke şart koyduysa ve bu...
18.1K 824 29
Alef 12 yaşındayken bir gün içerisinde birden fazla gücü olduğunu öğrenmiş ve 6 yıl boyunca güçlerini geliştirmiştir. 6 yıl sonra kendisi gibi olanla...
1.1M 57.7K 50
Merhaba! Ben loya. Loya Sert. Üçüzlerim ve abilerimle olan bu kitabıma bir göz atmak istemez misin? Not: Beğenmiyorsan okuma.
6K 855 19
Rüyalarını bir kenara koy. Uyandığında çünkü hiç dönüşü yok.