Soluk Menekşe [Ggo Futbol]

بواسطة Just_APerson_Writing

630 80 6

Eşinin ölmeden önce kullandığı bazı eşyalarını koyduğu kutuyu tekrardan bulduğunda yıllar öncesine dönmeden e... المزيد

[0] Kutu
[1] Tanıdık Bir Yüz
[2] Yağmurlu Bir Gün
[2.5] Hatırla
[3] Yorgun
[4] Fuar
[4.5] Garip Adam
[5] İyiki Doğdun
[5.5] Bekleyiş
[6] Birlikte
[7.5] Şangay'da Yaşam
[8] Küçük Sorunlar, Büyük Sonuçlar
[8.5] Ayrı
[9 | Final]
[Ek Bölüm] Ev Arkadaşları

[7] Geride Kalanlar

11 4 0
بواسطة Just_APerson_Writing

Duvardaki televizyona gözleri kilitlenmiş, vücudu kaskatı kesilmiş olsa da bedeni apaçık bir halde titremeye başlamıştı.

Yıllar boyu korktuğu şey başına gelmişti işte. Hayatının en mutlu anlarını yaşadığını sandığı bir zaman. Daha evleneli birkaç hafta olmuşken.

Ivy, uzun süreden beri ilk defa bu kadar üzüldüğünü anımsıyordu.

Yıllardır duygusuzun teki gibiydi, çok şey hissetmemişti. Aşırı tepkilerden arınmıştı adeta. Öyle zannediyordu en azından.

Henry ölmüştü. Ölüp gitmişti. Hem de yalnız başına.

Sarhoş bir sürücünün teki çarpmıştı zavallı adama.

Onun yanında bile olamamıştı ölürken. Asıl hüzünlendiği konu da buydu zaten.

Bunun olmasını bekliyordu. Çok yaşlanmıştı amcası zaten. Her saniye, ölüme doğru attığı büyük birer adımdı onun için.

Şimdiyse 'keşke'leri fayda etmeyecekti. Bir daha göremeyecekti onu.

Coleman'ın o anda evde olmamasına seviniyordu. Eski ev arkadaşlarıyla buluşmaya gitmişti uzun bir sürenin ardından. Ivy'se evde kafa dinlemeye karar vermişti bu sakin cumartesinde.

Dizleri onu taşıtamamış, yere çökmüştü hıçkırıkları göz yaşlarına karışırken. Saatlerce ağlamıştı öylece.

Kendini toparlayabildiğinde gözleri görünür bir şekilde şişmişti. Banyoya gidip yüzünü yıkadı sessizce. Ağlamanın hiçbir şeyi düzeltmeyeceğinin farkındaydı.

Yetişkin bir bireydi, ağlamak ona aşağılayıcı gelmişti. Yine de iyi gelmişti bu ona.

Aynı hatayı yeniden yapmak istemiyordu. Annesi hala yaşıyordu Şangay'da. Ailesinden hayatta kalan tek kişinin sonunun da böyle olmasını istemiyordu. Yalnız başına.

Onun yanına gitmeliydiler. Şangay'a geri dönmeleri gerekiyordu.

Yoksa kendini asla affedemezdi.

İlk başta annesini Pekin'e getirmeyi düşündü. Bu riskli bir seçim olurdu ama. En az amcası kadar yaşlıydı nasıl olsa, yola ne kadar dayanabileceği şüpheliydi.

Coleman'ı buna nasıl ikna edeceğini düşünüyordu sadece. Biliyordu çünkü, o şehre dönmemeye yeminliydi kız kardeşine rağmen. Kendi arkada bıraktıklarına rağmen.

Haklıydı bir bakımdan tabii.
Onu ikna etmesi gerekti bir şekilde ama.

Tek başına da gidebilirdi Şangay'a. Coleman'ın bu konuda hiç ses çıkarmayacağını biliyordu.  Ama yıllarca orada kalabilirdi belki. Annesi beklediğinden geç ölebilirdi. O kadar uzun süre eşinden ayrılmayı göze alabilir miydi bilmiyordu.

Şimdilik eşi gelene kadar onu beklemeye karar verdi.

***

Saat akşamın 8'ine yakındı. Yorulmuştu Coleman ama buna değmişti. Özlemişti arkadaşlarını birbirlerini görmeden geçirdikleri haftalar sonunda. Onlara bağlanmış olabilirdi bir bakımdan. Yıllarını aynı apartmanda geçirmişlerdi nasıl olsa.

Evin kapısını açınca burnuna gelen müthiş yemek kokusuyla gülümsedi. Ivy yalnızken sıkılmış olmalıydı. Sıkıntısını bu sefer mutfaktan çıkarmıştı anlaşılan.

Ilık bir hava vardı dışarıda, üzerindeki kalın kıyafetlerden terlemişti. Ivy'i enerjik haliyle selamlayıp odasına geçti. Kazağını çıkartıp yerine beyaz bir tişört giyerek mutfağa geri döndü.

Ivy, dolu masanın bir ucunda sessizce oturuyordu. Bu akşam yemeklere ayrı özenmişti sanki. İfadesi bir garipti... bir sorunu olduğunu sezmiş olsa da onu zorlamamaya karar verdi.

Yanağına yumuşak bir öpücük kondurup:

–Emeğine sağlık, bir tanem.

dedi. Ivy sessizce başını salladı.

Yemek, Coleman'ın bitmek bilmeyen konuşmaları dışında sessiz geçti. Ivy yalnızca başını sallıyordu cevap olarak. Morali ne kadar bozuk olsa da kocasını dinlemekten alıkoyamıyordu kendini. Biraz olsun teselli ediciydi.

Ivy sakince iki elini masaya koydu, oturuşunu dikleştirdi. İlk tanıştıkları gibi soğuk, karşısındakini aşağılıyormuş gibi hissettiren tavrına dönmüştü neredeyse. Coleman, onun bu halini görür görmez sesini kesti.

–O da bana dedi ki-

...

O da oturuşunu düzeltti ciddi ortamın etkisine kapılınca.

–Bir... sorunun mu var, Ivy? Seni kıracak bir şey mi yaptım? Çok konuştum herhalde, özür dilerim sesimi kese-

–Sakin ol, seninle ciddi bir konuyu konuşmam gerek yalnızca.

–Peki... tamam.

Ivy lafı uzatmadan telefonunu çıkardı, amcasının ölümünün haberini açtı. Telefonu masadan kocasına kaydırdı. Coleman, meraklı gözleriyle telefonu aldı, haberi okumaya başladı.

–Ah, tanrım!

Telefonu indirdi.

–Alçak herif... çok üzgünüm Ivy, böyle olmasını gerçekten is-

–Konuşmak istediğim konu amcamın ölümünün trajedisi değil, Coleman.

Anlaşılan Ivy, Coleman'ın konuşmasını değil sadece dinlemesini istiyordu bu sefer. Bunu rahatlıkla anlayabilmişti karşısındaki.

–Bak, aynı şeyin annemin de başına gelmesini istemiyorum.

Coleman başını salladı.

–Onun yalnız ölmesine izin veremem. Bunun ne anlama geldiğini anlayacağını umuyorum.

Kısa bir sessizlikten sonra Coleman konuştu:

–...Şangay'a elbette gidebilirsin.

–Senden izin almıyordum.

–Biliyorum... biliyorum... beni gidişin hakkında bilgilendirmek istiyorsun.

–Aslına bakarsan, hayır.

Tek kaşını kaldırdı bunu duyunca. Ivy masadaki ellerini kendine yaklaştırarak devam etti:

–Şangay'a taşınmak istiy-

–Sen aklını mı kaçırdın Ivy?! Kesinlikle olmaz! Bak, oraya istersen tek başına git. Orada ne kadar kalırsan kal seni burada beklerim. Ama ben asla o şehre bir daha ayak basmayacağım.

Başını iki yana salladı.

Asla.

Kocasının ani çıkışlarını nadiren görürdü. Buna alışık değildi pek. Biraz şaşırmış olsa da bunu dışa yansıtmamaya çalışarak konuşmaya devam etti:

–Anlamıyorsun Coleman, sen benim yokluğuma dayanabilirsin belki. Ama ben ne olacağım? Hm?

Coleman tam ağzını açacakken Ivy, susmasını işaret etti elini kaldırarak.

–Bak, seni anlıyorum. Şangay'dan ölesiye nefret ediyorsun... fakat ya senin geride bıraktıkların? Beni geçtim, sen ne olacaksın? Bir kardeşin var ve en son onu yüz yüze görebildiğin zamanı bile hatırlayamıyorsun. Arkadaşların var, nasıl göründüklerini yavaş yavaş unutuyorsun.

Derin bir iç çekti konuşmaya devam etmeden:

–Pekin'de geçirdiğin zaman, Şangay'la karşılaştırılırsa bir hiç. Bunu sen de biliyorsun. Hayatının en büyük izlerini orada bıraktın, bunun farkındasın. Neden onlardan kaçmak yerine barışmaya çalışmıyorsun? Neden bu kadar korkaksın?

–Ivy, ben...

–Bu sefer sen beni dinle, sevgili eşim. Benimle aynı kandan olan yalnızca bir kişi kaldı, o da senin tüm varlığınla nefret ettiğin o şehirde. Onun yanında olmak istiyorum ve bu sırada senin de özlemini çekmek istemiyorum.

Gözleri dolmuş, sesi belli belirsiz olsa da titrek bir hale gelmişti. Bunları söylerken bir eli masadaydı fakat yavaşça ayağa kalkmıştı.

Coleman'ın ne düşünmesi gerektiğini bilmeyen ifadesine son bir kez daha bakarak yatak odalarına yöneldi.

O gece yanına gelmedi Coleman. Muhtemelen koltukta uyumuştu tek başına. Ivy'e yatışması için biraz mühlet tanımak istiyordu. Sonra bu konuyu daha rahat konuşabilirlerdi.

Kararını çoktan verdiğini kendine itiraf etmek istemiyordu Coleman. Yıllardır savunduğu fikrini bu kadar kolay değiştirmesini kendine yediremiyordu.

İki hafta sonra, evleri taşınma telaşıyla dolmuştu.

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

15.7K 566 43
Cadı, cadılık ve bu konuların içeriklerini bu kitapta bulabilirsiniz ❤️
422 54 7
Hadi itiraflarınızı gizli ya da açık yazın herhangi bir itiraf olabilir itiraf yapmak için dm den yazın başka hiçbir koşul gerektirmez.
115K 4.4K 37
Hogwarts Cadılık ve Büyücülük okulundaki ilk senesine başlayan Albus Severus Potter, tıpkı babası gibi belaya karışmadan duramıyor. Bilenlerin dediği...
9K 676 58
Bir mutant kaplumbağaysanız, hayat sizin için hiç de kolay değildir... Hele şu son dört günde... Gerçekten tuhaf olaylar yaşadık. Ve bunu kanalizasyo...