DİP: ACININ KRALLIĞI

By Elyios

14.7K 1.7K 3.3K

*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin... More

1
2
3
4
5
6
7
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20/1
20/2
21/1
21/2
21/3
22/1
22/2
23/1
23/2

8

482 73 75
By Elyios

Kılıç Onlusu

Geleceğin yazılım mühendisi, geçmişin dolandırıcısı, bugünün ise bina temizlikçisiydim.

Bu arada bildiğimiz temizlikçiden bahsediyorum; bina demirlerini parlatmış, asansörün aynalarını silmiş ve en son olarak da hazırladığım sabunlu suyla merdiven basamaklarını cilalıyordum.

"Her yer bal dök yala oldu be!" Kendi kendime övgüler yağdırıp, şarkı mırıldanırken kapımın önüne gelmiştim. Sona kendi katımı bıraktığım için daha özenle çalışacaktım. Öyle de olmuştu, her şeyi halledip kapımı siliyordum, ta ki karşı dairenin kapısı açılana kadar.

Sorun kapının açılması değildi tabi, Tuğrul'un adımını atar atmaz kayıp popo üstü yere yapışmasıydı. Çocuk gözlerimin önünde yaratılmış olan şahesere zarar vermişti resmen! "Sikeyim, yerler neden yaş?"

Pardon, yerleri kurulamadığım için şahesere zarar veren de dolaylı yoldan bendim. "İyi misin?"

Elimdeki bezi kenara bıraktım ve yanına doğru adımlayarak hemen eğildim. Çatık kaşları ve kapalı gözlerinden anladığım kadarıyla durum gerçekten fenaydı. Aslında yüzünü incelerken, bu halde bile yakışıklı görünebildiğine baya şaşırmıştım.

"Bacağım uyuşuyor," gözleri kapalı bir şekilde söylenince, bir aptal gibi yüzünü incelemeyi bıraktım ve elimi bacağına koydum. "Baya kötü düştün, hastaneye gitmek istersen taksi çağıralım? Sen zengin adamsın."

Tuğrul kapattığı gözlerini açtı ve sinirli bakışlarını gözlerime dikti. Onunla göz göze gelmek beni germişti, ellerim terliyordu. "Yerler neden yaş dedim sana?"

Şimdi sana bir ton laf söylerdim de dua et ev sahibimsin ve benim param yok. Üstelik evimden gayet memnunum, ne rutubet ne de hırsız, hiçbir şey yok. Mis gibi.

"Yöneticiye 'kaygan zemin' yazan bir uyarı tabelası almasını söyleyebilirsin, aşağıda göremedim. Eldeki imkanlarla anca bu kadar oluyor," dediğimde böyle bir cevabı beklemiyor olacak ki 'Seni iki güne kapıya koyarım' bakışı atmıştı.

"Ama bu bir çözüm önerisiydi, çok özür dilerim. Sizi kaldırayım hemen," elimi uzattım ve en azından bana olan bakışlarında 'Bir iki ay daha evimde kalabilirsin' kırıntısı aradım.

Ne yazık ki Nemrut suratlıydı, mimik yapmadan bakıyordu anca.

"Bacağım uyuşuyor," şikayetini tekrar dile getirdiğinde ben mi salağım diye düşünmeye başladım, masaj yapmamı falan mı istiyordu? "Ee?"

Derin bir nefes aldı ve göz kontağımızı keserek bakışlarını tavana dikti. "Sabır sınavı," diye mırıldandığında 'hangimiz acaba' diyerek taklidini yaptım. Tabi bana bakmadığına emindim ve sesimin yüksekliği sıfırın altındaydı.

"Şu uzattığım elimi tutmayacaksan gidiyorum, daha kapımı silmeyi bitirmedim." Tuğrul, biricik ev sahibim, inanamıyormuş gibi alayla güldü ve bakışlarımı kapıma çevirdiğim an elimi tutmayı tercih etti.

"Yardım et," Tuğrul beni kolunun altına aldığında, kendime gelmeye çalışarak beline sarıldım.

Ben onu tutarken o, kapıyı açtı ve benimle beraber içeri girdi. Tek düşünebildiğim burnuma gelen kokusuydu, tabi bir anda yerini evden gelen iğrenç çöp kokusu alana kadar. "Iy bu ne biçim koku be?"

Tefeci omzunun altında olduğum için kafasını eğdi, ben de eş zamanlı olarak ona bakmak istediğimden kafamı kaldırdım. Yüzlerimizin arasındaki mesafe neredeyse kapanmıştı ve ben iğrenç koku sağ olsun adama tiksinerek bakmıştım. Bir de ıy dediğimi daha yeni fark ediyordum.

"Yani içerisi biraz havasız demek istedim, ben sizi şöyle oturtayım ve camları açayım." Göz devirdi ve kafasını eski konumuna getirerek onu yönlendirdiğim koltuğa doğru yürüdü. Bu pis kokuda nasıl böyle güzel kokmaya devam edebiliyordu ki? Gerçekten hayret.

Onu koltuğa oturttum ve "Adam mı öldürdün kardeşim, bu ne ya?" diye söylenerek koşar adımlarla pencereleri açtım. Keşke binayı temizleyeceğime onun evini temizleseydim. Böyle bir tipe çöp evde oturmayı hiç ama hiç yakıştıramamıştım. "Benim evime havasız der bir de," Oldukça kısık sesle konuşuyordum çünkü ev sahibimle aramı bozmaya hiç niyetim yoktu.

"Maddi durumun nasıl bilmiyorum ama haftalık gelen bir hizmetçi falan mı tutsan? Yani her yer leş gibi," Masaya doğru ilerledim ve kaç gündür orada durduğunu tahmin bile etmek istemediğim, neredeyse birazdan benimle konuşacak gibi duran pizza parçasına bakmamaya çalıştım. Mide bulandırıcıydı.

"Hatta dip köşe temizlik gerekiyor bu eve, şu kalın tülleri de çek içeri biraz hava girsin. Ayrıca aşırı kasvetli burası, nasıl sıkıntıdan ölmüyorsun hiiiiç anlamadım. Oksijeni özlemiyor musun, hasta olur-"

"Sen her zaman bu kadar çok konuşur musun?" Tuğrul araya girerek sözlerimi böldüğünde, yine motora bağladığımı fark ederek sustum ve bakışlarımı ayaklarıma indirdim. Hızlı konuşmaktan ben de memnun değildim ama kendimi tutamıyordum, ne yapabilirim?

"Ben senin iyiliğin için söylemiştim," aklıma gelen fikirle kafamı kaldırdım ve "Buldum!" diye bağırdım. Cidden, nasıl düşünememiştim ben bunu?

Bıkmış bakışları beni bulur bulmaz hevesle "İstersen haftada bir evini temizlemeye gelebilirim, kiramdan düşersin olmaz mı?" dedim.

Ne yazık ki asla ilgilenmemişti.

Tamam, demek ki sunduğum imkanları biraz arttırmam gerekiyordu. "Temizlik yaparken hiç konuşmam, kaygan zemin yazan tabelayı tam şuraya koyarım" Elimle salondaki boşluğu gösterdim. "Hem böylece diğer işime de zaman kalır?"

"Diğer işim dediğin milleti dolandırmak mı?"

Kendimi zorlayarak güldüm, bu adamda da deve kini vardı gerçekten. "Ayıp ediyorsunuz ama artık," dedim, alındım gücendim ses tonumla. Alaylı bir ifadeye büründü yüzü. "Sana insanları dolandırmak için vakit kazandırma mı istedin az önce?"

Yani, teorik olarak biraz ona çıkmış olabilirdi ama pratik anlamda asla öyle bir şeyi kast etmemiş, hatta kendimden öte onun iyiliğini düşünerek, ona daha ferah bir yaşam alanı sunma amacı gütmüştüm.

Ama elin tefecisi iyi niyetten ne anlardı ki? Kanatlarım bile çıkacaktı yakında, gerçi sırtımda kanat görse onda da beni uçup milletin parasını çalacağım sanardı bu adam, bana güveni gözler yaşartıcıydı.

"Kabul ediyor musun, etmiyor musun?" diye sordum ters ters. Beyefendiye de yaralanılmıyordu gerçekten, hayır parasını vermesem gam yemezdim de, hem maddi zorluğa hem de bu hallere düşmüştüm. Hiç adil değildi.

Tuğrul oldukça tepkisizdi, beni dinlediğinden bile şüpheliydim. Nedense son cümlemde kafasını kaldırıp kısa bir an da olsa bana bakmıştı. "Çok para vermem," dediğinde omuz silktim.

"Sorun değil, zaten şu sıra masrafım çok fazla yok. En azından yediğim yemek çeşidini arttırırım," İğneliyordu falan ama yaptığı iyilikleri de görmezden gelecek değildim, bu yüzden gülümsedim. Evi ederinden çok daha ucuza bana vermiş olması bile benim için büyük bir jestti.

"Temizlik yaparken çok konuşulmasından da hoşlanmam,." Kafamı aşağı yukarı salladım ve elimle ağzıma hayali bir fermuar çektim. "Dedim ya ben zaten konuşmayı hiç sevmem, özellikle de temizlik yaparken."

Şu an yüzümde masum bir kız çocuğu gülümsemesi, köpek yavrusu bakışı ya da çok daha fazlası olduğuna emindim. Bu tarz mimiklere aynada çalışmış olmasam da şu an hiçbir zorlama olmadan gülümsüyordum. Ederinden çok daha fazla bir dairede yarı fiyatına kalıyordum ve bina temizliğinin yanı sıra onun evini de temizleme fırsatını yakalamıştım.

Hayat yüzüme az da olsa gülmeye başlamış olabilir miydi?

Kendime şöyle bol soslu İskender söylerdim, hatta cağ kebabı yiyebilirdim. Ağzım şimdiden sulanmıştı, enfes görüntüler aklımda cirit atıp duruyordu.

"Eminim öyledir," dedi bana inanmamış bir sesle, ben ise inanmasını değil, bana iş vermesini umursuyordum. Zaten dolandırıcı diye kodlamıştı beni, inandırma peşine düşüp ne yapacaktım ki? "Ne zaman geleyim o zaman?" diye sordum, Tuğrul ise yavaş hareketlerle ayağa kalkmış, sanki ben yokmuşum gibi kapıya doğru yürümüş ve açmıştı.

"Çıkmayacaksın herhalde?"

Adamın kapısının önünde dikildiğimizi ancak idrak ederek hızlı adımlarla dışarı çıktım ve sırıtarak ona döndüm. "Kurumuş, güvenle gidebilirsiniz." Cici kız sesime de herhangi bir tepki vermemişti, sanırım bu mimiksizlik olayına alışmak üzereydim.

O hiçbir şey demeden kapısını kapatıp, kilitlemeden merdivenlere yöneldi, ben de kovama doğru adımladım. Bir an gözüm onun olduğu tarafa takılmış, aşağı inen üçüncü basamakta durduğunu fark etmiştim.

Bana bakıyordu.

Gözlerimiz buluştu, gözlerini kaçıracağını düşürmüştüm ama kendini hiç yakalanmış gibi hissetmiyor olacak ki, kısılan gözleri ile birkaç saniye daha bekledi. Hiçbir şey demeden önüne dönüp hızlıca aşağı indiğinde, saniyeler içinde gözden kaybolmuştu.

"Garip," diye mırıldandım.

Pek alışıldık özellikleri yoktu, yine de bana kaybettirdiği kırk bin liraya rağmen kârlı biriydi.

Bu onun arkasından gülümsemem için oldukça yeterliydi.

...

"Aylin?" Kendimi kaptırmış, profesörün yeni öğrettiklerini uygulamaya geçiriyordum. Benden maksimum iki sıra uzakta oturabilen ezeli rakibim Tolga ise bugün daha da yamacıma yakın oturmuş, adımla seslenerek dikkatimi dağıtma peşindeydi. "Bilerek yapıyorsun değil mi? Beni işimden alı koymak hoşuna gidiyor, birinciliğimde yıllardır gözün var. Hayır ben anlamıyorum, altı dönemdir birinci gözüküyorum. Son yıl nasıl bir atak yapıp beni geçebileceksin? Bu nasıl bir umut?"

Gözümü yazdığım kodlardan hiç ayırmadan cevap verdim, Tolga da oturduğu sıradan kalktı ve yanımdaki çocuğu kaldırıp kendisi oturdu. "Boş ver şimdi birinciliği, duyduklarım doğru mu?"

Bana eğilmişti, fısır fısır konuşuyordu ve sesinde gerçekten heyecanlı bir tını vardı. "Ne duyduğuna göre değişir?" Hala kayda değer bir laf etmediğinden gözüm kodlardaydı. "Metasploit kullanarak para kazanıyormuşsun? Dekanın haberi var mı bundan?"

Hassiktir.

İşte bu, bu laf gözlerimi bilgisayar ekranından uzaklaştırabileceğim gerginlikteydi. Söylenilen programı kullanmıyordum ama ortalığa yayılmış ve doğruluk payı olan bir dedikodu vardı.

Yüzüme hiçbir şeyden haberi yokmuş imajı çizen bir gülümseme yerleştirmeye çalıştım, normalde patavatsızdım ve gizli saklı bilgileri kendimle alakalı demeden ortaya yaymaya bayılırdım. Ama bu dedikodu yayılırsa başıma bela olurdu. "Ben mi?" dedim, Tolga ise keyifle kafasını aşağı yukarı salladı. "Milleti dolandırıyormuşsun?"

"Pardon da ben o kadar kolaya kaçar mıyım?" diye sordum, "Sen bu yalana inanırken hiç utanmadın mı?" dedim. Cidden biraz sinirlenmiştim, madem adım çıkıyordu bari kaliteli bir şeylerle anılsaydım. "Neden inanmayayım?" diye soran Tolga kaşlarını kaldırdı, "Beş parasız biri olduğunu biliyorum ama bir iki yıldır hiçbir yerde çalıştığın yok."

Vay anasını bacısını ya, bu çocuk yedi yirmi dört beni mi gözetliyordu? "Metasploit'i Mete bile kullanır, o kadar düşmedik," dedim sınıfımızın gerçek sapığına. Üniversiteyi kızlarla düşüp kalkmak için kazandığını bile isteye dile getirdiğinden ona laf sokmamız umurunda olmuyordu.

Tolga söylediğime karşılık bir süre duraksadı, "Doğru diyorsun ya," dedi, ikinciliğin şanına yakışır bir şekilde "Sql incejtion falan kullanıyor deselerdi belki bir ihtimal verebilirdim," dediğinde, kullandığım programın tam üstüne bastığı için gülümsedim. "Aynen öyle. Hem sen nereden çıkarttın benim milleti dolandırdığımı? Tamam zamanında garsonluk yaptık, bardak taşıdık, yerleri de sildik ama elalemin parasına da göz dikmedik."

Baya da dikmiştim ama konumuz şu an bu değildi.

"Ne bileyim kızım ya," dedi Tolga, "Buse senin eski evinin bir alt katında oturuyormuş. Geçen gece biri mi ne kapına dayanmış, öyle söyledi. Benim de işime geliyor seni karalayan dedikodulara karışmak. Bir de nereden para kazanıyorsun bilmediğimden mantıklı geldi."

İşte bu çocuğun dürüstlüğünü seviyordum, yine de sinsi Buse'nin yaptıkları gözümden kaçmamıştı. Ben onun bir alt komşum olduğunu bile gözden kaçırmıştım, kız kapıma dayanan insanlardan haberdardı. Bölüm ikincisiyle uğraştığım yetmiyor gibi bir de ilk on dışı yakama yapışmıştı demek ki. Dört bir yanım düşman kaynıyordu. "Blockchain'de takılıyorum ben, oradan para kazanmak çok daha kolay. Ayrıca geçen gün biri kapıma dayandı ama o borcumu ödemediğimdendi, dolandırma falan yok."

Tolga söylediğime "Blockchain'de ne işin var senin?" dedi. "Onunla alakalı hiçbir bilgimiz yok henüz, şaka maka sql'den de zor." deyip kötü çaplı aydınlanmalar yaşarken hayatımda ilk defa ona hak veriyordum. "Öyle ama ben zordan hoşlanırım biliyorsun," dedim, göz kırptığımda keşke öyle olsa diye içimden dua etmekle meşguldüm. İki ayak üstünde tonlarca yalan dizmiştim.

"Bu arada kusura bakma, geçen yıl beni de böyle karalamaya çalışmışlardı. Sen inanmamıştın, ben de inanmasam iyi olurdu." Allah düşmanın da iyisini versin dedirtiyordu bu çocuk, neyse ki dolandırıcılığıma inanıp da ortalığa düşmemişti. İşte Buse gibiler doğru şeyin peşine adam akıllı düşemiyorlardı. Ne katıyorsun yani program adı falan, git dekana beni ifşala geç.

"Yok canım, hiç sorun değil. Olur öyle, meyve veren ağaç yumruklanır sonuçta." dedim Tolga'ya. O ise "Taşlanır Aylin," dedi. Bu çocuk da iyi ki sözelde derece yapmıştı, TDK gibi geziyordu ortalıkta.

Kalitesiz bir dedikodu olduğunu bilsem de bir yanım huzursuzluktan kasılmaya başlamıştı, bu yüzden Tolga'yla sohbeti keserek masa başında on dakika daha kalmaya çalıştım. İşim biter bitmez de sınıftan çıkmış, koşar adımlarla Yeşimimin yanına koşmuştum.

Aklını kullanıp para kazanmak ne kadar zordu bu devirde ya, insanlar sen o teknolojiyi nasıl kullanabiliyorsun diye takdir edeceğine utanmadan dedikodu çıkartıyorlardı.

Hukuk fakültesinin önüne yaklaşık beş dakikada koşar adım ulaştım, birkaç insana sorarak dersin bitmesine az kaldığını öğrendiğimde ise bahçede volta atıp dolaşmaya başlamıştım. Yakalanacağımı hiç sanmıyordum ama bir avukata danışmakta fazlasıyla yarar vardı. Bir de beleşti, danışmayıp ne yapacaktım?

"Merhaba?" Tam arkamdan gelen kalın sese doğru döndüm, bana tek kişi seslendi zannediyordum ama konuşan çocuğun arkasında yaklaşık on kişi görmek kaşlarımı kaldırmama sebep oldu. "Merhaba?" dedim, siz kimsinizden hallice bir tonlama kullanarak.

"Bizim fakülteden misiniz, sizi daha önce hiç görmedik." Çocuğun konuşmasına karşılık sadece kafamı sağa sola salladım. Biraz değişik tiplerdi bunlar, hatta bana kalırsa kendilerine iç sesimden dahi olsa çocuk diye hitap etmem yanlıştı. Baya uzun sakallı, takım elbiseli, yedi sekiz tanesi de standartların üstünde uzun boyluydu. "Bu arada ben Murat Ayhan, Alışık Partisinin gençler kolu sözcüsüyüm."

"Hııı," dedim, jetonum anca düşmüştü. "Siz o yüzden böyle ciddi kıyafetler içindesiniz, ben de diyorum bu ne hal." Karşımdaki adam tek kaşını kaldırdı, yüzünde hoşnutsuz bir ifade gördüğümden "Yanlış anlamayın, orijinal tiplersiniz. Genelde fakültelere böyle gelmezler ya, şaşırdım bir an. Ben de Aylin bu arada. Aylin Tanyeli. Yazılım öğrencisiyim."

"Yok, hiç sorun değil. İşimizi ciddiye aldığımızdan böyle giyinmeyi tercih ediyoruz Aylin. Memnun olduk." Yüzüme yeni insanlarla tanışan o gülümseyişimden ekledim, önce benimle konuşan adama sonra da arkasındakilere bakmıştım. "Sorması ayıp, neden çoğul konuşuyorsun? Sözcü olduğundan mı?"

Murat söylediğime hafifçe tebessüm etti, sanki daha fazlasını yapmak yasakmış gibi davranıyordu. "Doğru diyorsun, kulağa biraz tuhaf geliyordur ama alışkanlık. Daha önce sorgulayan olmamıştı."

"Anladım," dedim sohbeti devam ettirecek bir sözüm olmadığı için. Murat da bu durumu fark etmiş olacak ki elindeki broşürlerden bir tane uzattı. "19 Ocakta genel seçimler olacak biliyorsundur, partimizin gençlere yönelik çalışmaları bu broşürde yazıyor. Sana da uygun gelirse üye olarak adını yazmak isteriz?"

Oldum olası parti işlerinden haz etmezdim. "Kişisel algılamayın ama benim görüşlerime uygun bir partinin henüz var olduğunu sanmıyorum. Çıtanın çok yükselmesi lazım," dediğimde Murat'ın gözleri arkamda bir yere odaklandı. Ben daha ne olduğunu anlayamamışken de "Biz o çıtayı baya yükselttik," diyen başka bir erkek sesi daha duydum.

Arkama dönmeme gerek kalmadan, konuşan kişiyi yanımda görmüştüm. Saçı sakalı olmayan, daha çok baby face olarak nitelendirebileceğim erkekler ve arkasında da ondan fazla erkek vardı. Tam ortadaki isim de bendim, Yeşim bizim fakültede devamlı siyasi olaylar yaşanıyor derken gerçekten de hiç abartmamıştı sanırım. Ben mübalağa yapıyor zannediyordum. "Duman, bela olma kardeşim."

Sonradan gelen, adı Duman olan çocuk, "Bizim bölgemizdeyseniz bela oluruz," diye konuştuğunda iki tarafta da göz gezdiriyordum. Ortam bir anda gerilmişti. "Sizin bizim diye bir mekan ayrımı yok, illa İİBF'de duracak değiliz."

Duman denen çocuk "Öyle de bir durursun ki," dediği an bir anda gerilmiş olan tüm ipler koptu. Ben de bir mal gibi yirmi otuz tane erkeğin arasında kaldım. Sağa doğru koşuyordum erkek, sola doğru adımlıyordum yine erkek! Ağzına sıçayım, ne oluyordu?!

"İmdat!" diye bağırdım, küfür eden erkek bedenlerine çarpıp muhtemelen dışarıya ulaşmayan sesim şu anda hiç yardımcı olmuyordu. Kaşımın üstüne yediğim yumrukla yere yapışıp emeklemesem o hengamenin içinden de çıkamam, kim vurduya giderdim. "Yardım edin!"

Emeklemeye devam ettiğim esnada ne oldu bilmiyorum, birileri benim kollarımda tutup ayağa kaldırmıştı ve yaşadığım adrenalin yüzünden kan basıncım artmıştı. Kalp hızım öyle çoktu ki o, kan pompaladıkça kaşımdan aşağıya akıyordu sanki. "İyi misiniz?"

"Değilim, ölüyorum!" diye bağırdım elimi yanağıma götürerek. O sırada Yeşim'in de sesini duymuş "Aylin!" diyen haykırışına tanıklık etmiştim. "Aylin! Ne oluyor?" dedi, hala kavga devam ettiği için de bir taraftan bağırıyor diğer taraftan da beni kolumdan sürükleyerek daha sakin bir yere götürmeye çalışıyordu. "Senin ne işin var burada?" dedi önce, sonra da "Kaşın kanıyor!" diye tekrar bağırdı.

Ben olayları daha algılayamadığımdan galiba ölü balık gibi arkadaşımın suratına bakıyordum. "Kavganın ortasında kaldım," dedim mala bağlamış sakinliğimle, o kadar korkmuştum ki gözlerim kararmaya başlamıştı. "Nasıl becerdin Aylin? Ya neden kaçmıyorsun Allah'ın cezası?"

Yeşim sağa sola baktı, kavga yüzünden ortalık bir anda elli altı olmuştu. "Biri peçete versin!" diyen Aylin'i kimse sikine takmıyor desem hoş konuşmamış olmakla birlikte tam yerinde bir tespitte bulunmuş olurdum sanırım. Arkadaşım tüm siniriyle "Size de seçiminize de," diye bağırırken neyi amaçlıyordu bilmiyordum ama bir kişinden daha dayak yemeye mecalim yoktu. "Yeşim galiba ben bayılacağım."

"Yok, yok," dedi Yeşim, beni kolumdan tutup kaldırım gibi bir tümseğe oturttuktan sonra da peçeteyi siktir ederek boynundaki şala sarılmıştı. "İyisin, hiçbir şeyin yok."

O, kaşıma bastırdığı an ahlayarak gözlerimi kapattım, Yeşim'in birilerine teşekkür ettiğini de duyuyordum ama kim diye bakamıyordum. "Ellerim titriyor," dedim Yeşim'e. Kafama sürdüğü şal ıslandığı için biraz daha rahatlatmıştı. "Başım da dönüyor."

"Sus iki dakika," dedi Yeşim. "Ben zaten anlamıyorum sen nasıl beceriyorsun bu belaya bulaşma işini?" O bana kızıyordu ama ne yapabilirdim ki? Yaptıklarım ortalığa dökülmüştü, toplamama yardım etsin diye tabi ki onun yanına gidecektim. "Hayır beni çok görmek istiyorsan geçer kenara oturursun, kavganın ortasında ne işin var geri zekalı?

"Acil bir durum oldu," dedim gözlerimi kısık da olsa açmayı başarabilmiştim. Yeşim yanağımı silerken de baş başaydık. "Benim dolandırıcı olduğumla alakalı dedikodular başlamış fakültede," dedim, Yeşim ise ben konuşurken etrafa bakınmış, çatık kaşlarıyla kızmıştı. "Yok ya, sen hiç akıllanmıyorsun. Dedikoduya falan gerek yok ki, ağzınla söylüyorsun zaten." Elindeki şalı bana zarar vermek amacıyla bir silah gibi tenime bastırdığında "Acıdı!" diye bağırdım. O ise "Ne sahtekarlığı biter, ne dayağı," diye söyleniyordu, asla bana siniri geçmiyordu.

"Bak bayılırım?" dedim tehditkar bir sesle. "Bayıl, bırakır giderim," dedi. O kadar gaddarca bakıyordu ki gözlerimin içine bir tık bozulmuştum. "Acımasız kadın, hiç merhametin yok." dedim, işini bitirdiğinde ise "Ayrıca hiçbir yere gitmezsin," diye sırnaşık bir ses tonu kullandım. "Ben senin çocuğun gibiyim, git desem de gitmezsin."

Yeşim gerçekten de git desem gitmezdi. Belki de bu yüzden en çok ona nazım geçiyordu, beni sevdiğine inandığım iki kişiden biriydi ama bir sıralama olsa ilk sırayı çok rahat kapardı. "Atsam atılmıyorsun satsam para etmezsin," dedi Yeşim, kollarını göğsünde birleştirmiş somurtarak ayağını yere vuruyordu.

"Ayıp ediyorsun ama!" Elimi kaşımın üstüne götürüp hafif bir yoklama yaptığım esnada "Çok para ederim ben, bir ilan koyup özelliklerimi yaz. Kapış kapış gitmezsem o zaman konuşursun," diye de kendi kendimi pazarlıyordum.

"Sana beş kuruş bile verilmez, kafan çalışmıyor bir kere," dedi arkadaşım, ne kadar çirkinleşmişti. Resmen en hassas noktamdan vuruyordu, paradan. "Salak mısın, çok çalıştığı için buraya geldim, milleti dolandıran eben değildi herhalde?"

Yeşim koluma girmeden önce "Kalkabilecek misin?" diye sordu, kafamı aşağı yukarı sallayıp onayladığım an yürümeye başlamıştık. "Ne istiyorlarmış bunlar senden? Nasıl kaldın aralarda?"

Yeşim beni gördüğü an yere fırlattığı çantasını ve ceketini olay bittiği için kolayca yerden aldı. Benim eşyalarımı da sırtlandığında hay koçum benim dememek adına kendimi zor tutuyordum, çünkü şu an bana kızgındı. "Oy istemeye gelmişler, 19 Ocak'ta seçim var ya."

Yeşim kafasını sağa solladı, "Bunlar başa gelse ne olur gelmese ne?" derken hala tepkiliydi. Gözüyle ara ara kaşımı kontrol etmeyi asla ihmal etmiyordu. "Yeşim var ya," dedim, gözleri bana döndüğünde ise "Sen beni baya seviyorsun farkında mısın?" diye sordum. "Öl desem ölür müydün?"

"Aynen Aylin, aynen," dedi en yakın arkadaşım. "Enayiydim ya ben, kesin ölürdüm. Alnımda mal yazıyordu."

"Valla senin alnında benim adım yazıyor gibi," dedim en yakın arkadaşıma, sessiz kalmasından yüz bularak yanağına dudaklarımı bile bastırmıştım.

"Yılışma, manyakların elinden kurtardım seni," dedi, pezevenklerin elinden kurtardım onu ses tonuyla. "Onların yapamadığını yapıp ben yüzünü dağıtırım."

"Kıyamazsın," derken son heceyi uzatmış, koluna girmiştim bir yandan da. "Sende şu şeytan tüyü olmayacaktı," diye mırıldandı asabice, ben de güldüm. "Seviyorsun beni," Almıştım arsızlığı elimde, konuştukça konuşuyordum. Yeşim ise güldü, kafasını da iki yana sallıyordu.

"Sevilmesen çekilecek dert misin be kızım?"

Sevilmek.

Benim doğduğum evde bile layık görülmediğim bir lütuftü. İnsan en önce annesi tarafından sevilirdi, sonra babası. Daha sonra da kardeşleri. Bu zincir en başta kopmuştu bende, gerisi ise birbirine bağlanamayan halkalardan ibaret kalmıştı.

Yanımda, endişeli bir tebessümle yürüyen kızın sevgisi ise lütuf gibi değildi, bir şey lütfeder gibi değil de gerçekten içinden gelen bir hisle beni sevdiğini biliyordum. Yapmacıklıktan, tüm çıkarlardan uzak; doğduğum evde görmem gerekene çok yakın bir sevgi.

Hayatın ondan aldıkları ile hırçınlaşan Aylin'e sarılıyordu bu duygu, onu teselli ediyordu, bak sana da bazı hediyeler veriliyor diyordu ona.

Öyle çok seviyordum ki, kalbimin en derinlerine kadar iniyordu bu duygu.

En derinimde, sarsılmış, yıkılmaya yüz tutmuş bir yeri ayakta tutuyordu. İkisi belki de hiç bilmeden, tüm güçleri ile beni topluyordu. Onlarla öğrendiğim en önemli şey de buydu; bazı insanlar, bazı insanların yaşam yolunda öyle önemliydi ki, insanı gideceği yolun üstünde de tutuyorlardı, yolculuğu keyifli hale de getiriyorlardı.

...

"Neredesin ya?"

Bir elimde eczane poşeti ve çantamı tutuyordum, diğer elim ise büyük bir kazı çalışması yapmak amacıyla kepçe misali çantamın içine dalmış, daracık alanda anahtarımı bulmaya çalışıyordu. Bir anahtarlık almak şart olmuştu artık, hatta şöyle kocaman tüylü olanlarından falan almalıydım, anca öyle rahatça bulurdum.

"Tabi unutmazsam," diye mırıldandım, şaşkın ördeğin insan şubesi olduğumdan anahtar unuttuğum da oluyordu, kapıyı kapatmayı unuttuğumda. Ara sıra bu yaşıma kadar mucize eseri geldiğimi düşünmüyor değildim ama ben şansa inanmazdım.

İlk olarak bu yaşa kadar geldiysem tilkilerime, daha sonra da zekama teşekkür etmem gerekirdi. Bu ikisine sahip olmak şans olabilirdi ama gerisi tamamen benim çabamdı, hakkımı da yedirmezdim.

"Mucizeyi geçtim önüme taş bile koyuluyor benim, hey yavrum hey," Kendimi kapıya yaslayıp, tek dizimi kaldırdım ve çantayı onun üstüne koydum. "Nankörlük yapmayayım yine de," dediğim an "Yine mi konuşuyorsun?" diyen sesle, yerimden sıçrayarak kafamı kaldırdım.

Karşı kapıyı kapatmak üzere olan ev sahibim yüzüme bakmıyordu ama başka kimse olmadığı için tabi ki üstüme alındım. "Sen bana böyle dedikçe bana cevap hakkı doğuyor yalnız," dedim uyarı mahiyetinde. O ise omzunun üstünden bana bakmış, kapısını kapatıp, anahtarını deliğe sokmuştu.

"Senin konuşmak için cevap hakkına mı ihtiyacın var?"

Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça haklıydı, cevap hakkına falan ihtiyacım yoktu. "Tabi ki," derken aynı zamanda da tek dizim havada olduğu için memnuniyetle gülümsedim, kapısını kilitleyip tamamen bana dönen Tuğrul, beklenmedik şekilde beni şöyle bir süzdü.

Kaşlarım kalkarken, verilen tabak boş gitmez hesabı ben de onu baştan aşağı bir süzdüm. Koyu renk pantolonu, siyah deri ceketi ve özensiz ama yine de etkileyici görülen saçları ile buram buram bir yere gidiyorum diyordu.

Şey, tabi bir de, ben çok can yakarım da diyordu da, ben işime geleni duymayı tercih ederdim.

Manasız süzüşmemiz, onun "Hayırdır?" demesiyle bölündü. Ben de olduğum yerde duruşunu düzeltip, ne var der gibi kafamı salladım. Yüzümü işaret etmişti. "Dolandırıcılık kesmedi mi, sokak serseliğine mi başladın şimdi de?"

Sokak serseliği ile olan bağımı birkaç saniye kuramamış, boş bakışlarla öylece gözlerine bakmıştım. Aldığım darbelerle tıkanan jeton yolum ise biraz ıkınma ile açılmış, "Yok artık," tepkisini sonunda verebilmiştim.

Bu adam da beni iyice organize suç örgütü sanmaya başlamıştı.

"Sokak serseliği yakıştırmasını geçtim, ben bir kere şiddete karşıyım. Kimseye fiziksel bir cevap vermem, hayatımda hiç o kadar cevapsız kalıp, şiddete başvurduğum olmadı. Dolandırıcılığın en azından bir kalitesi vardı, bu sıfatı kendime-"

"Sende bu çene varken," dedi sözümü keserek. Daha sonra da benim kapıya yaslandığım gibi duvara yaslandı ve kollarını göğsünde birleştirdi. "Az bile dayak yemişsin,"

"Dayak yemedim!" diye çıkıştım. Bir yanım tam olarak öyle oldu diyordu ama benim tarafımda olmayan her sese kulak tıkamak konusunda profesyonel olduğumdan, hiç kale almadan devam ettim. "Bir tartışmanın ortasında kaldım,"

"Tartışma çıkarmadın yani?"

"Öyle bir tipe mi benziyorum ben?" dedim ters ters. "Bilmem," dedi, bakışları üstümdeydi ve ifadesi her zamanki gibi düzdü. Bu hali biraz geri adım atma isteği uyandırıyordu, yine de ondan daha güçlü başka bir his, kafasını ezip çenemi açıveriyordu.

Merak, diye düşündüm. Öyle bir havası vardı ki karşımdaki adamın, hiçbir şey yapmasa da merakla ona bakmama neden olabilirdi. Sanki görünen bir kısmı vardı, ben onunla muhatap oluyordum ama çok daha başka bir yanı da vardı.

Seri katil çıksa da şaşırmazdım, yardım kuruluşu başkanı çıksa da. Öyle kapalı kutuydu.

"Sen bana bu evi nasıl verdin, anlamıyorum ki. Utanmasan bana uyuşturucu kaçakçısı da diyeceksin," diye sitem ettiğimde, sırtını duvardan ayırdı. "Onu da bilemem ama gözüm üstünde," dedi rahat bir tavırla. "Bir falson olmasa iyi olur-"

"Dur söyleme," Sözünü kesip, devam ettim. "Yoksa evden atılırım değil mi?" Vay be, dercesine dudağını büktü ve kafasını olumlu anlamda salladı. "Çabuk alıştın," dediğinde, zorla tebessüm ettim. "Sağ olun, hiç atlamadan bununla tehdit ettiğiniz için kafama yerleşti."

Cevap vereceği sırada, aşağıdan gelen adım sesleri ile kaşlarım çatıldı. "Bu apartmanda sessiz olmak bir bana mı özgü?" diye sordum, basamakları kırarcasına çıkan sesle. Tuğrul bana bakmamış, hala devam eden sesten dolayı bakışlarını merdivene dikmişti.

Benim kapım merdivenlerin hemen bitiminde, onunki ise sağ tarafta, dört beş adım uzakta kaldığı için geleni ilk ben gördüm.

Hay apartman sakinlerine laf sokmaya çalışan dilimi sikeyim ya.

"Gökalp?" dedim nefes nefese merdivenleri tırmanan arkadaşıma doğru. O ise kafasını kaldırmış, göğsü hızla inip kalkarken bakışları hemen yüzümü taramıştı. O an, bu halin Yeşim'in halt yemesi olduğunu anlamıştım.

Bu kızın ağzında da bakla ıslanmıyordu cidden, hiç vakit kaybetmemiş, Aylin dayak yedi diye çocuğa ötmüştü ya, cidden pes demek istiyordum.

"Aylin?" diye panikle konuştu ve birkaç basamak daha çıktı, tam da o an biri daha olduğunun farkına vardı ve gözleri sola doğru kaydı. Tekrar bana dönmesini beklerken, bakışları duraksadı. Onunla birlikte ben de Tuğrul'a baktım.

Onun gözleri de Gökalp'ın üzerinde sabitlenmişti. Kahverengi gözleri aradaki mesafe ve loş ışıktan dolayı simsiyah görünüyordu, ağır ağır göz kapakları gözlerini kısa bir süre örttü, o sıra istemsizce yutkundum.

Düz bir çizgi halindeki dudaklar, tek kas bile oynamayan kusursuz bir yüz ve kollarını göğsünde birleştirdiği için gerilen deri kumaş.

Tuğrul Akdemir her zamanki gibiydi, buzdan bir kale görünümlü ve esrarengiz.

Yüzümü daha tanıdık olan tarafa çevirdim. Onun ifadesi ise Tuğrul kadar sarsılmaz durmuyordu, yüzündeki endişeli ifade silinmişti ve kısılan gözleri olduğundan daha da küçük duruyordu.

Şaşkın görünüyordu.

Gerilim sanki tüm vücudumdan geçmiş gibi hafifçe titreyip, duruşumu dikleştirdim. Gözleri bir savaştaymış gibi hala birbirilerinin üzerindeyken Gökalp basamakları çıkmaya devam etti, bulunduğumuz kata adım atar atmaz da adımları durmuştu.

Yutkundu, onun yüzünde birçok ifade görmüştüm ama şu anki halini yorumlayabileceğim bir muadil durum bile aklıma gelmiyordu. Kaşlarım çatıldı, paralel olarak da Gökalp'in gözleri yüzüme, hatta direkt kaşımdaki yaraya döndü. "İyi misin?" dedi ilgili bir sesle, ben ise anlam veremediğim için şaşkın çıkan sesimle cevaplamıştım. "Bir şeyim yok, ufak bir yara. İyiyim."

"Eczaneye uğradın mı?" diye sorduğunda, kafamı salladım ve elimdeki ecza poşetini gösterdim. "Tamam, pansuman yaparız şimdi." Gözleri asla az önce kilitli kaldığı sol tarafı bulmuyordu, ta ki Tuğrul "Arkadaşınla tanıştırmayacak mısın?" diyene kadar.

Vücudunu duvardan ayırdı, yüzünde gayet normal bir ifade vardı. Az önceki bakışmayı şaşkınlık olarak mı yorumlamalıydım? "Arkadaşım, Gökalp." dedim önce, daha sonra da ev sahibim beni beklemeden elini uzattı. "Tuğrul Akdemir, tanıştığımıza memnun oldum Gökalp."

Havadaki eli, bir süre öylece kaldı, Gökalp ona uzanan ele baktı ve hiçbir hamlede bulunmadı.

Bu halini anlamlandıramazken, onu dürttüm. "Ev sahibim Tuğrul Bey, Gökalp." Elini kaldırdı komut almış bir makine gibi, kısaca tokalaştılar. Arkadaşım elini hemen çekmek için aceleciydi, Tuğrul ise baskınlığını gösterir gibi sıkıca kavrayıp, ufak bir hareketle sallamıştı elinin içindeki eli.

Tuğrul bana kısa bir baş selamı verdi, gülümsemeye çalışarak ben de selamına karşılık vermiştim ve adımları direkt olarak arkadaşımı geçip merdivenleri bulmuştu. Gökalp ise arkasını dönmeden "Akdemir," dedi, sesi duygudan yoksun çıkmıştı.

Tuğrul'un basamaklardan inen bedeni duraksadı.

"Kiminle uğraştığına," derken gözleri kısa bir an gözlerimi buldu, sorarcasına kafa sallamıştım ama beni umursamadan omzunun üstünden hafifçe arkaya dönüp devam etti.

"Dikkat et."

Onunla konuluşurken bir kez bile dönüp bakmayan adam, kafasını hafifçe sağa çevirdi ve omzunun üstünden yukarıda kalan bize baktı. Yüzü yine ifadesiz, gözleri duygudan yoksundu ama dudakları yukarı doğru gerilmişti.

Alay. Eğer alay denilen şey bir görsel olsa bu olurdu diye düşündüm ve kısa sürelik gösteri, başını çevirip merdivenleri inmesiyle son buldu. Adım sesleri yok olana kadar bekledik, dış kapıdan çıkması ile "Neydi bu?" dedim sorgularcasına.

Cidden, tam olarak ne yaşanmıştı az önce?

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

1.8M 104K 7
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
343K 12.8K 62
Bir hastasına iyilik yapmak isteyen Ahu, hastane kayıtlarından aldığı numarayı yanlış girip bir komutana yazarsa ne olur? Nerden bilebilirdi ki bu ka...
360K 28K 40
*Asker Kurgusu* Güneş Milan Aksu, annesinin günlüğünü okuyarak babası hakkında herhangi bir bilgiye ulaşarak onu bulmak ister. Fakat günlüğü okurken...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

146K 7.4K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...