AKREBİN KALBİ / KİTAP OLUYOR

By aycansrhmtt

190K 17K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
2. Antares
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
7. Güneş Tutulması
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
13. Düğüm Çözen Melodi
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
20. Çöl Nebulası
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
34. Solan Anılar
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3
Duyuru/Kitap

43. Siren

1.3K 164 128
By aycansrhmtt

🦂

🎧Michael Maas&Alina Lesnik, Last Dance
🎧No Signal, Embers

🦂

Beş parmağın beşinin de bir olmadığı ve her insanın aynı olmadığı gibi her duygu da aynı işlenmiyordu. Ne kadar çok insan tanırsanız buna o kadar çok şahit oluyordunuz. Beni ağlatan bir duygunun, başka bir insanda mimik oynatmayacağını, içini bile sızlatmayacağını biliyordum. Ben insanları kabul ediyordum, kabul etmediğim şey insanların yaptıklarıydı.

Aidoneus'un nasıl bir insan olduğunu az çok biliyordum. Ben onu bir insan olarak kabul ediyordum ama yaptıklarını etmiyordum. On beş dakika önce odadan çıkıp gitmişti. Ondan birkaç dakika önce Sobek de arkasından çıkmıştı. Beş dakika önce de Endymion. Şimdi Aidoneus'un oturduğu o koltuğun önündeydim, pencereden dışarıya bakıyordum. Bahçedeydiler, yağmur artık daha şiddetli yağıyordu ama bağırışını net duyabiliyordum.

Aidoneus, kör bir öfkeyle Sobek'e bağırıyordu. Ona neden haber vermediğini, neden kontrol etmediğini, kendisine her gün saraya gidip Ursula'dan olan bitenleri öğrenmesi gerektiğini söylediğini ama neden onun bu olaydan haberi olmadığını soruyordu. Bu söylediklerine şaşırmadım çünkü Aidoneus her ne kadar umursamaz görünse de gardiyanlığı ciddiye alıyordu. Her şeyi bilmek istemesi şaşırtıcı değildi. Dediğim gibi, benim sorunum onunla değildi, yaptıklarıylaydı.

Kollarımı göğsümde toplayıp onları izlemeye devam ettim. Bir insanı tanımak istiyorsanız, bence onun birkaç ayrı hâlini izlemeliydiniz. Bir insanın sadece mutlu zamanlarına şahit olup o zamanki hâlleriyle bir kanıya varmaya çalışırsanız, işin sonunda yanılan siz olurdunuz. Şu an izlediğim adam öfkeli görünüyordu ama hayır, bu onun öfkeli hâli değildi. Ben onun öfkeli hâlini de görmüştüm ve bu aslında öfke değil, üzüntüydü. Üzgündü, üzgün olmak onda öfkeyi de ortaya çıkarmıştı ve Aidoneus'un bir başka yüzünü daha önüme sermişti.

Bir şimşek gökyüzünde şiddetle patladığında, Aidoneus durdu, başını eve doğru çevirdi ve onunla yağmur damlalarının kayıp gittiği camın üzerinden göz göze geldik. Dışarıdan bakıldığında o da benim üvey kardeşimdi ama onunla hiçbir kan bağım yoktu, o Douglas'tan farklıydı. Aramızda bir kan bağı olsaydı yine ona karşı böyle bomboş mu hissederdim bilmiyordum ama kendi kişiliğimi düşünecek olursam, bazı yapılanları kan bağı bile etkilemezdi, göz ardı etmezdim. Şu an ona gelmemin tek nedeni, görevine karşı beslediği disiplin ve istekti. Bu gücü öylesine birine vermek yerine ona vermeyi tercih etmiştim.

Ve Ana Tanrıça bana, kontrolden çıkanı yok edebileceğimi söylemişti.

Bir gün beni yanıltacak olursa, kutuları aradığımız zamandaki gibi içimde bir şüphe oluşturacak olursa, bu kez Douglas bile beni durduramazdı. Bunu ona söyleyecektim. Ona hiçbir şekilde merhamet etmeyeceğimi, bundan sonra hiçbir hatasını görmezden gelmeyeceğimi bilmeliydi. Uyarımı baştan yapacaktım ve seçimi de ona bırakacaktım.

Bakışmamız bir başka şimşekle kesildi. Sobek'e kurduğu yeni bir cümleden sonra yanlarından ayrılıp eve doğru ilerlemeye başladı. Teklifimi kabul edip etmeyeceği konusunda bir tereddüdüm yoktu, kabul edeceğinden emindim. Sadece şu an yaşadığı bir şok vardı, onu da bu konuda anlıyordum. Ama ona teklifi düşünmesi için tanıyabileceğim bir zaman yoktu. O teklifi kabul etmeliydi ve Penelope'yi götüreceğimiz kuyuya onu götürmeli, gücünü kontrol altına almalıydık.

Sobek ve Endymion salona geri döndüklerinde ben de koltuğuma geçip oturdum, Aidoneus onlarla birlikte gelmemişti. Ben ne kadar bekleyeceğimizi düşürken, "Üzerini değiştirip gelecek," dedi Sobek. Başımı sallamakla yetindim.

Endymion bana doğru dönüp, "Yüzük işini Aidoneus kendi başına da halledebilir," dedi. "Üstelik Alrisha'ya da gitmek ister. Ona anlatmamız yeterli."

"Gücü almasıyla geçit kapıları da ona açılacaktır," dedikten sonra siyah kutunun üzerindeki yüzük kutusunu elime aldım. "Sence tanrılar bu yaptığıma öfkelenecek mi?"

"Her şeye karşı olan öfkelenme potansiyellerini düşünecek olursak, evet," dedi Endymion alaycı bir şekilde. "Yine de çok sorun olacağını düşünmüyorum. Sonuçta seçim hakkı senindi."

Başımı sallayarak yüzük kutusunu açtım. Beyaz kâğıt yine içindeydi. Kâğıdı kaldırıp kenara koyduktan sonra tekrar yüzük kutusuna baktığımda kaşlarım çatıldı. Bize ait yüzükler aynı şekilde dururken Penelope'ye ait yüzük yoktu. Onun yerine başka bir yüzük vardı ve bu yüzük zarif bir yüzük değildi. Endymion'un yüzüğü gibi kalın bir erkek yüzüğüydü. Ana Tanrıça beni mi izliyordu? Yüzüğün bir erkek yüzüğüne dönüşmüş olmasının başka ne gibi bir nedeni olabileceği aklıma gelmiyordu. Beni izliyordu, ne yapacağımı ve ne olacağını biliyordu.

Lacivert renkte bir taşa sahip olan yüzüğü kutudan çıkardığım sırada Aidoneus'un salona girdiğini göz ucuyla gördüm. Yüzüğü parmaklarımın arasına alıp başımı kaldırarak ona baktım. Islak saçlarını geriye doğru iterek koltuğa oturdu. Normalde tam takım giyinen adam, şu an üzerine bulduğu herhangi bir gömleği geçirip gelmiş gibiydi. Beyaz gömleğinin kollarını kıvırarak yukarı çekerken gözleri bana dokundu. Koyu renk gözleri şimdi bütün duygularını gizlemiş gibi bir kara deliği andırıyordu.

"Güçleri aldıktan sonra hepimizde bazı tuhaflıklar başladı," diyerek söze girdiğimde boş bakan gözlerini benden ayırmadı. "Çözüm olarak bu yüzükleri," tuttuğum yüzüğü kaldırarak ona gösterdim, "kullanacağız."

"Yüzükleri kimden aldın?"

"Güvenilir birinden," dediğimde kaşları alayla havalandı, gözlerini elimdeki yüzüğe indirdi.

"Neden abin ya da eski hayatındaki insanlardan biri değil de ben?" diye sordu, bunun cevabını gerçekten merak ediyor gibiydi.

"Gardiyanlığın çocuk oyunu olmadığını anlamama yetecek kadar şey yaşadım," dedim. "Abim istemiyor, onu zorlayamam. Herhangi birini de bu işe dahil etmek istemiyorum."

Alayla, "Bana gelmek zorunda kaldın yani," deyince omuz silktim. "Ne yapmam gerektiğini anlat o hâlde." İfadesi şimdi ciddileşmişti. Öne doğru eğilip ellerini bacaklarının arasından sarkıtarak bana baktı.

Elimdeki yüzüğü ona doğru attığımda duruşunu bozmadan elini kaldırarak yüzüğü yere düşmeden tuttu. "Gücü sana vereceğim. Kutuyu açtıktan sonra ne kadar sürede kendine gelirsin bilmiyorum. Bazılarımız hemen kendine gelse de bazılarımızın kendine gelmesi günler sürdü." Anladığını belirtmek için başını salladı. "Kutuyu açsan ve birkaç saat içerisinde kendine gelsen bile bu gece yüzük için Alrisha'ya gitmen seni daha da yorar. O yüzden hemen kendine gelebilirsen yarın gece gidersin."

"Yüzük için ne yapması gerekiyor?" diye sordu Sobek.

Aidoneus yüzüğü incelerken ben de onu izledim. "Alrisha'da bir kuyu var. Kuyunun adı Arek. O kuyuda bir gece kalması gerekiyor, yüzüğü de orada takacak."

Sobek şaşkınca, "Kuyuda mı kalacak?" diye sorunca başımı salladım.

"Gün yerini diğer güne devretmeden kuyuda olmalı, gece on iki olduğunda yüzüğü parmağına takacak ve sabah altıya kadar orada kalacak," dedim, Aidoneus gözlerini yüzükten ayırıp bana baktı. "Kuyuda ekstra bir şey yapmasına gerek yok. On iki olduğunda yüzüğü takması yeterli. İstersen Sobek de seninle kuyuda olabilir, istemezsen kuyunun dışında bekler."

Aidoneus tepkisizce bakarken, "Anladım," dedi. "Siz ne zaman yapacaksınız?"

Endymion, "Bu gece Dünya'ya gideceğim, benim gitmem gereken yer orada. Ursula ve Douglas gece yüzük işini halletti," dediğinde Aidoneus'un kardeşinin adını duymasıyla bakışları değişti. "Astrid de yarın gece yüzüğü takacak. En son da Felix."

"Felix?" dedi Aidoneus sorar gibi, kaşları çatılmıştı.

"Yeni evrenin gardiyanı," dememle Aidoneus'un yüzünü tuhaf bir ifade kapladı. Şaşkın gözlerini Sobek'e çevirdi, aynı zamanda o gözlerde sorgu da vardı. Sobek bu haberi de saraydan alamamış olmalıydı.

"Castor ve Antares arasına yeni bir evren yerleşti bir süre önce, adı Hyades," dedi Endymion açıklama isteğiyle. "İşler hallolduğunda Felix'le de yeni evrenle de tanışırsın."

Bu konudan sıyrılıp ciddi bir ifade takınarak gücün içinde hapsedildiği siyah ahşaptan kutuyu ellerimin arasına aldım ve koltuktan kalktım. "Seninle görüşmeyeli çok uzun bir zaman olmasa da çok fazla şey oldu," dedim ona kucağımdaki kutuyla yaklaşırken. "Bu yüzüğü taktıktan sonra gücün kontrol altında olacak, herhangi bir sorun yaşamayacaksın. Ama yüzüğü çıkarırsan bir daha takma şansın yok. Ve o gece bütün duyguların o yüzükte toplanacak. Yüzüğü çıkardığın an duygularından arınmış bambaşka bir adama dönüşürsün. Kontrol edilemez bir adama." Gözlerinin içine kararlı bir ifadeyle baktım. "Eğer böyle bir duruma düşersek, işte o zaman seni yok edeceğim."

Aidoneus, "Yani beni öldürmek için eline fırsat geçecek?" dedi sorar gibi, kaşlarımı çattım. "Şaka yapıyorum, sinirlenme hemen."

"Aidoneus, benim hiçbir şeyi unutmadığımı bil ve sen de bunu unutma," dediğimde yüzündeki alaycı ifade dağıldı. "Kontrolden çıkacak olursan ne olursa olsun, ne şekilde olursa olsun seni durduracağım. Beni Douglas'ı, kardeşimi üzmek ve kırmak zorunda bırakma."

Kutuyu ona doğru uzattım. Aramızda iki üç dakika kadar süren bir bakışma geçti, onun da bakışları benimki kadar ciddiydi. Yüzüğü kumaş pantolonunun cebine attıktan sonra ellerini dizlerine bastırarak yavaşça ayaklandı. Kutuya baktı, sonra kutuyu ellerimin arasından aldı. İçimdeki tereddüt beni geri geri itiyordu ama bunun sebebinin şu anki Aidoneus'dan değil de ilk tanıdığım zamanki Aidoneus'dan kaynaklı olduğunu biliyordum. Bu bana bıraktığı bir izdi.

"Öyle bir konuma düşmeye niyetim yok," dedi kutuyla birlikte geri adımlarken. "Sen kardeşini düşünüyorsan ben de düşünüyorum."

"Güzel," dedim ve ondan uzaklaştım.

"Konuşmanız bittiyse asıl kısma geçelim," dedi tanıdık bir ses. Duraksadım, başımı çevirip salonun girişine baktım. Molan'ın burada olmasını beklemiyordum. "Yine de bir haber verilmemesi hoş değildi." Bana karşı olan kınayıcı bakışını görmezden geldim. "Siz dışarıda bekleyebilirsiniz. Yeni gardiyanımızla küçük bir konuşma yapmam gerek."

Elimi sallayıp, "Tamam, dışarıda olacağız," dedim, elimi Endymion'a uzattım. Endymion elimi tutup kalkarken gözlerim üzerine kaydı, kıyafetleri biraz ıslak duruyordu. "Sobek'le işiniz yoksa o da bizimle gelsin. Endymion için kıyafet verse iyi olacak."

Endymion, "Gerek yok," derken Molan da, "Gidebilir," demişti.

"En azından gömleğini değiştir," dedim onu elinden tutup salondan çıkarken. Dönüp arkama bakmamıştım, bu saatten sonra ne yapmaları gerektiğini onlar biliyordu. Ben seçimimi yapmış, anlatmam gerekenleri anlatmıştım. Yine de gitmeden önce hangi kuyuya gideceklerini hatırlatsam iyi olacaktı.

Arkamızdan gelen Sobek'in bize yolu gösterebilmesi için adımlarımızı yavaşlattık. Sobek yanımızdan geçip önden ilerledi. Yeni evleri fazla karanlıktı. Karanlıktan kastım güneşin girmemesi ya da ışıklandırmalar değildi. Aurası karanlıktı. Bunun eşya ve dizayn seçimlerinden dolayı olduğunu düşünüyordum. Castor gelişmiş bir evren olmasına rağmen evlerinde ışıklandırmalar olsa da bu ışıklandırmalar yerine mum kullanıyorlardı. Bu onlarda bir alışkanlık hâline mi gelmişti yoksa bunu seviyorlar mıydı bilmiyordum.

Sobek bizi koridorun sonundaki odalardan birine götürdü. Odaya girdiğimde girdiğimiz odanın Sobek'e ait olduğunu düşünmüştüm çünkü Aidoneus'a aitmiş gibi gelmemişti. Aidoneus için fazla özensiz gelmişti, belki de bu sadece benim düşüncemdi. Üzerinde pek durmadım.

Biz kapının önünde beklerken Sobek oldukça büyük görünen gardırobun kapaklarını açtı. Askılardaki gömlekleri eliyle iterek karıştırdıktan sonra bir askıyı tutup çıkardı, sonra her ne düşündüyse yerine koydu. Dolabın diğer kapaklarından birini açarken göz ucuyla Endymion'a baktı, onu süzmesinin sebebi uygun bir şey aradığından olmalıydı. Açtığı kısımda gömleklerin aksine tişörtler ve sweatshirtler vardı. Bu kez eline aldığı koyu gri bir sweatshirttü.

"Yağmur yağdığı için hava sıcaklığı biraz düştü," dedi, elindeki sweatshirtü Endymion'a uzattı. "Islandığınızı da düşünecek olursak biraz kalın giyinseniz iyi olacak. Bu evinize kadar sizi idare eder."

"Teşekkürler, Sobek," dedi Endymion gri sweatshirtü alıp. Sobek başını sallayıp dolapların kapaklarını kapattı ve başka bir şey söylemeden yanımızdan geçip odadan çıktı.

"Hâlâ garip bir adam," diye mırıldandım odanın içine doğru ilerlerken.

"Öyle ama onun sana karşı sempati duyduğunu düşünüyorum," derken üzerindeki nemli gömleği çıkarıyordu.

"Neden?"

"Çünkü ona birçok kez yardım ettin, onu dinleyip anlamaya çalıştın," dedi, gömleği gelişigüzel katlayıp kenara bıraktı. "Sana hepimize duyduğundan daha farklı bir saygı duyuyor. Onun gözlerine daha dikkatli bak, ne demek istediğimi anlayacaksın."

"En başından beri Aidoneus ile aralarındaki ilişkide beni rahatsız eden bir şey vardı," dedim sesimi alçaltıp. "Elbette aralarındaki ilişki beni ilgilendirmez ama bu Sobek'in manipüle edilmesine izin vereceğim anlamına gelmez. Onun da duyguları var. Aidoneus ile aralarında ruh bağı var, bu da onu Aidoneus'a karşı daha hassas yapar."

Sweatshirtü hızlı bir şekilde üzerine geçirdikten sonra bana doğru döndü. "Biz de buna izin veriyor değildik ama Sobek her seferinde bizi durduruyordu. Neden seni durdurmadı, ona yardım etmene izin verdi bilmiyorum."

Kollarımı göğsümde toplarken ona bakıp göz kırptım. "İkna edici biriyim."

"Farkındayım." Endymion gülerek burnumu sıktıktan sonra geri çekildi.

"Çıkıp verandada bekleyelim. İşleri bitince gelirler," dediğimde başını sallayıp kenara bıraktığı gömleğini eline aldı. Birlikte odadan çıkıp koridora girdik. Aidoneus ve Molan hâlâ salonda olmalılardı. Sobek de ortalıkta görünmüyordu, onların yanında olabilirdi.

Evden çıktığımızda düşündüğümün aksine Sobek'in de verandada olduğunu gördüm. Saçaklardan akan yağmuru izliyordu. Bizim geldiğimizin farkında olsa da dönüp bize bakmamıştı. Aslında onun da tekrar göreve dönmeleri konusunda ne düşündüğünü merak ediyordum. Evin dış kapısını kapatmamızla bir uğultu duydum, sonra ayaklarımızın altındaki yer hafifçe sallandı ama bu uzun sürmedi. Bakışlarım pencerelere doğru kaydı. Yoksa kutuyu açmış mıydı?

"Sen de güçlerini tekrar alacaksın," dedi Endymion, Sobek'e. Sallantıyı o da fark etmiş olmalı ki onun da bakışları eve doğru kaymıştı. "Görevden alındıktan sonra zorlanmışsınızdır."

"Ben pek de zorlanmadım," dedi Sobek omzunun üzerinden bize doğru bakıp. Gözlerindeki boyalar ilk geldiğimizdeki kadar keskin değildi, dışarı çıktıkları sırada yağmurdan dolayı boyalar hafifçe dağılmıştı. Yine de siyah boyaların ona yakıştığını düşünüyordum.

"Aksine mutluydun değil mi?" diye sordum. Gözleri gözlerime tutunduğunda Endymion'un söylediği gibi ona dikkatle baktım. "İçimden bir ses bu hayatın sana huzur getirdiğini söylüyor."

"Bu konuda haklısınız," dedi bana saygılı bir şekilde. Bakışları yumuşadı, duruşunu dikleştirdi. "Şu an içinde olduğunuz hayat sizi zorlamıyor mu?"

"Zorluyor, Sobek," dedim açıkça. "Bu yüzden seni anlayabiliyorum."

"Anladığınızı biliyorum," deyip başını salladı, dudaklarını birbirine bastırdı.

Endymion'la anlık göz göze geldik, dudağının kenarı yukarı kıvrılmıştı.

"Yeni evreni gezme şansımız olmadı," dedim aniden. Sobek kaşlarını çatıp dikkatle beni dinlemeye devam etti. "İşlerimiz bittiğinde Hyades'e gideceğiz. Güzel ve farklı bir evrene benziyor. Sen de bizimle gel, senin için değişiklik olur." Burnumu kırıştırdım. "İsterse gardiyanın da gelir."

Sobek'in ifadesi aydınlanırken yavaşça gülümsedi. "Teşekkür ederim. Gelmek isterim, bunu ona da sorarım."

Tekrar burnumu kırıştırıp, "O gelmese bile sen gel," dedim. "Ters bir şey diyecek olursa o çok sevdiği kıyafetlerini birkaç saniye içinde küle çeviririm."

Sobek gülmemek için dudaklarını birbirine bastırırken Endymion gülerek kolunu omuzlarıma sardı ve beni kendine çekti. "Siz yine de bunu yapmayın," dedi Sobek.

Dudak bükerek, "Söz veremem," dedim, sonrasında gülerek başımı salladım. "Sen kaç yaşındasın, Sobek?"

"Ben," dedi, durdu. Gözleri kısılırken konuşmaya devam etti. "Biraz uzun bir hikâye."

"Anlatmak istersen dinlemekten memnuniyet duyarım. Herkes hakkında bir şeyler bilirken senin sadece bir kedi olduğunu biliyorum."

"Ne zaman var olduğumu hatırlamıyorum," demesiyle kaşlarım çatıldı. Bilmiyor muydu? "Ben sizin koruyucu ruhlarınızın aksine fazla, oldukça fazla yaşlı bir kediyim."

Şaşkınca, "Nasıl bilmiyorsun ki?" diye sordum. Endymion da dikkatle bakıyordu, Sobek'le ilgili o da mı bir şey bilmiyordu?

"Koruyucu ruh olarak ya birine bağlı olarak var oluruz ya da bağlı olacağımız insanı bekleriz," dediğinde başımı salladım. "Kaç elli yıl geçti bilmiyorum fakat ben hiçbir zaman diğerleri gibi biriyle bir bağ kuramadım." Kollarını göğsüne toplayıp sırtını evin duvarına yasladı. Ona olan merakım artmıştı. "Aidoneus'a kadar her elli yılda bir ölüp tekrar dirildim. Bir kedi olarak yaşadım. Bu döngü hiç bitmeyecekmiş gibi gelmişti."

"Senin hayatının altından böyle bir şey çıkacağını hiç düşünmemiştim," dedim artan şaşkınlığımı gizlemeden.

"Sen bir Mısır kedisisin. Antik mısır döneminden geldiğini düşünmek istemiyorum çünkü bu benim için bile şok edici olur," dedi Endymion.

Sobek omuz silkip, "Geçirdiğim son yüzyıldan öncesini pek hatırlamıyorum," dedi. "Tekrar dirilmemin üzerinden yirmi beş ya da yirmi altı yıl geçti. Bu son girdiğim döngü oldu. O ne zaman ölürse ben de o zaman öleceğim ve tekrar dirilip bir döngüye girmeyeceğim."

"Bu yüzden ona olan bağın daha farklı," dedim düşünceli bir sesle. Sobek bana sorguyla baktı. "Bağlanacağın kişiyi belki de yüzyıllardır bekliyordun. Şimdi onu buldun ve ona olan bakışların bile fazla derin."

"Düşüncenizi nasıl yorumlamam gerektiğini bilmiyorum," dedi sessizce.

"Senin adına mutlu oldum. Beklediğin kişiyi bulduğun için de. Senin için yıllar çok yorucu geçmiş olmalı." Ona yolladığım şefkatli gülümsemeye gülümsemeyle karşılık verdi.

"Bu hikâyeyi Briella'ya da anlatmalısın. Görsün nasıl erk hayvanları var," dedi Endymion alayla. Sobek onu anlamasa da ben anlamıştım. Bir nevi ortamı da yumuşatmak istiyordu çünkü Sobek'in menekşe rengi gözlerini anlamlandıramadığım bir keder kaplamıştı, Endymion da bunu fark etmiş gibi görünüyordu.

Evin dış kapısı açıldığında üçümüzün de bakışları kapıya kaydı. İşte şimdi Aidoneus'un bedeninden tekrar enerji yayıldığını hissediyordum. Kutuyu açıp gücü almıştı ama sanki hiçbir şey yapmamış gibi karşımızda aynı ifadeyle dikiliyordu. O gerçekten de gardiyanlık için ideal biriydi. Diğer konularda nasıl olduğunu umursamama da gerek yoktu.

"Biz iki gün baygın beklersin sanıyorduk," dedi Endymion alayla. "Molan gitti mi?"

"Evet, size selam bırakmadı," dedi Aidoneus, ellerini ceplerine sokup parıldayan gözlerle bizi süzdü. Mutlu muydu? "Beni kendin gibi sanman, üç gün baygın yatacağımı düşünmen çok kırıcı."

Endymion cevap vermek için ileri adım atacakken, "Yine de bugün dinlen, Alrisha'ya yarın git," diyerek araya girdim.

"Bugün gideceğim ama yüzük işini yarın geceye bırakacağım," dedi, onu sorgulayacak gibi oldum ama bakışları değişince anladım, Penelope için gitmek istiyordu. Gerçekten aralarında bu kadar derin bir ilişki var mıydı? Varsa bile ben görememiştim sanırım.

"Sen bilirsin. Dediklerimi de unutmayın," dediğimde başını salladı. "Arek kuyusunun nerede olduğunu biliyor musunuz?"

Aidoneus, "Ben her şeyi bilirim," deyince gözlerimi devirmemek için kendimi tuttum.

"On ikiye birkaç dakika kala kuyuda ol. On iki olduğunda yüzüğü tak ve sabah altıya kadar orada bekle," dediğimde bıkkın bir ifade takınıp tekrar başını salladı. "İstersen Sobek'i de alırsın yanına."

"Korkma, bir hata yapmam," dedi gözlerini devirip.

Ona sevimsiz bir gülümseme gönderdim. "İstersen yap."

İşaret parmağıyla Endymion ve beni işaret edip, "Birbirinizi bulmuşsunuz gerçekten. Sizin adınıza ne kadar mutluyum anlatamam," dedi, aynı sevimsiz gülümseme onun da yüzündeydi. Bileğini kaldırıp bileğindeki gümüş saate baktı. "Saat sekizi geçmiş. Gitmeyi planlamıyor musunuz?"

Endymion kolunu omzuma sararak, "Ben de ne zaman kovulacağımızı merak ediyordum," dedi. "Briella ve Noris, Antares'teki geçitte bizi bekliyor olacak. Onlarla birlikte gideceğiz."

"Ben de Alrisha'dan dönüşte Antares'e uğrarım, Douglas'ı görmüş olurum," dedi Aidoneus ellerini kumaş pantolonunun ceplerine sokarken. "Douglas tekrar gardiyan olacağımı biliyor muydu?"

"Hayır," dedim. "Onu gördüğünde kendin açıklarsın."

Aidoneus bir şey söylemeden başını salladı. Bahçeden çıkmak yerine eve geri girdik. Araçla gelmiştik fakat daha hızlı bir yoldan gitmeliydik, saat ilerliyordu. Endymion arabayı Sobek'e bırakmıştı, bizim yerimize araçla o ilgilenecekti. Eve girdikten sonra kısa bir vedalaşmanın ardından yüzüklerin olduğu kutuyu da alarak onların yanından ayrıldık. Castor'dan Hyades'e geçtik. Hyades'teki geçitleri öğrenmiş, evren geçişlerinde sorun yaşamıyorduk. Sadece yeni evreni gezme şansımız olmamıştı ve bunu da sonraya bırakmıştık.

Antares'e döndüğümüzde şatoya uğramadan bizi diğer geçide taşıdım. Sözleştiğimiz gibi de Briella ve Noris'i mağaranın önünde bulmuştuk. Briella hâlâ iyi görünmüyordu ama Endymion'u da böyle bir durumda yalnız bırakmak istemiyordu. Endymion onu beraberinde almamak konusunda ısrarcı olduğundan, Briella onu suyun dışında beklemeyi kabul etmişti. Gideceğimiz yer Bermuda adasıydı. Bermuda adasına gitmemiş olsam da hakkında birkaç şey duymuştum. Evrenimizde var olan Bermuda Şeytan Üçgeni'nin olduğu noktadaydı. Birleşik Krallık'ın himayesinde olan bu adada yaşan binlerce insan vardı. Şeytan üçgeninin bir kenarı da bu adaya bağlıydı. Üçgen konusunda sırrı çözülememiş birçok olay vardı, elbette her şeyin bir açıklaması da olurdu ama bu insanların korkmadığı anlamına gelmiyordu. Hâliyle bu durum şu an beni de bir miktar korkutuyordu.

"Gelmeniz uzun sürdü," dedi Noris biz onlara yaklaşırken. "Bir sorun çıkmadı değil mi?"

"Aidoneus gücü aldı. Yarın gece de yüzüğü takmak için kuyuya inecek," dedim. Gözlerim Briella'ya kaydı, sessizce bizi dinliyordu. "O kadar şeyden sonra yine bir şekilde olaya dahil oldu. Olması gereken bu muydu, doğru muydu yoksa yanlış mı artık bilmiyorum. Bundan sonrasını yaşayarak göreceğiz."

Briella kollarını göğsünde toplayıp mağaraya doğru ilerlerken, "Aidoneus'un artık bir sorun çıkaracağını düşünmüyorum," dedi. Biz onun arkasından bakarken o ilerlemeye devam etti. Noris bize bakıp omuz silktikten sonra Briella'nın arkasından ilerledi.

"Yakında toparlanacaktır," dedi Endymion, bunu daha çok kendine söylüyor gibiydi.

"Evet. Sadece biraz zamana ihtiyacı var," deyip Endymion'un elini tuttum. "Hadi, daha adaya gideceğiz."

Mağaraya girdik ve diğerlerini takip ederek geçide ilerledik. Köprüye girdiğimizde ve köprüyü aşıp Antarktika'ya adım attığımızda endişelerim de büyümeye başlamıştı. Kendime telkinler vermekten başımda da bir ağrı oluşmuştu. Onun bütün gece bir okyanusun ortasında duracağı anları düşünüyordum ve bu düşünce kalbimi avuçlayarak sıkıyordu. Başka bir zaman olsa onu orada yalnız bırakmazdım ama şimdi mecburdum ve bu mecburiyet de beni içten içe öfkelendiriyordu.

Buz dağının tepesinde durup kutuyu kolumun altına sıkıştırdıktan sonra onlara doğru uzattığım ellerim titriyordu, titremeyi gören biri de soğuktan olmadığını anlayabilirdi. Uzattığım ellerimden çıkan iplikler Noris ve Briella'yı bana bağlamıştı ama Endymion ipliğin ona ulaşmasına izin vermeden elimi tuttu. O ateşten iplik bir bıçak gibi onun derisine saplandı. Onun derisinin altına sızdığımı hissediyordum ve gözlerine bakarken enerjisi bütün bedenime yayılıyordu. Bizi Antarktika'dan uzaklaştırırken de gözlerimi ondan ayırmadım.

Göz gözeydik, etrafımız karardı, Noris ve Briella da görünmüyordu. Belki de zamanın içindeydik, zamanın içindeyken ve zamanda yol alırken de göz gözeydik. Etrafımız tekrar aydınlandı. Sokak lambalarının yaydığı ışıkla aydınlanan bir parktaydık. Ağaçlarla çevrelenmiş park bomboştu, zamanı aşarak buraya gelmiştim. Hiç kesilmeyeceğini düşündüğüm o bakış onun gülümsemesiyle kesildi ve gözlerim dudaklarına kaydı.

"Bir gün pat diye birilerinin önünde belireceğiz diye çok korkuyorum," dediğini duydum Briella'nın. Endymion tuttuğu elimi sıkıp beni çektiğinde Briella'nın homurdanışını duydum. "Sıkıldım sizden."

Noris, "Ben gidip bir yerlerden saati öğreneyim," dedi, bu odağımı dağıttı.

Gözlerimi Endymion'dan ayırıp Noris'e çevirdim. Benim bileğimde saat vardı ama çıkarmıştım, üstelik evren değiştirme sürecinde saatte bir bozukluk da olabilirdi. "Fazla oyalanma, bir şey bulamazsan geri dön," dedim, kutuyu ona uzattım. "Eğer bir karışıklık yaşarsak iki saniyeliğine eve ışınlanır, bir saat bulurum..."

"Gerçekten çok konforlu bir gücün var ya," dedi Briella alayla.

Noris başını sallayıp bizden uzaklaşırken gözlerimi parkta gezdirdim. Saat çok geç değildi, ki uzakta da olsa insan seslerini duyabiliyordum. Gözlerimi sağ tarafımızda kalan denize, okyanus demek daha iyi olur, çevirdim. "Tam olarak neredeyiz acaba?" Ellerimi belime yerleştirdim. "Umarım Noris bunu da öğrenmeyi akıl eder."

"Etrafta birkaç ev var. Onlardan birine gidip sorabilirim."

"Kuzeyde olduğumuzu düşünüyorum ama bir öğrenmekte fayda var," dedi Emdymion, Briella'ya bakıp. "Adayı gezerek anlamak seni yorar, gidip herhangi bir evden öğren. Dikkat çekmemeye çalış."

"Tamam, patron," dedi Briella elini alnına yaslayıp alaylı bir ifadeyle selam verirken.

Endymion ona gözlerini devirdi. Briella parkın yürüyüş yolundan çıkıp karşı tarafa geçerken kollarımı göğsüme toplayarak onu izledim. "Denize buradan mı gireceksin?"

"Adanın ismi haricinde özellikle bir yer belirtilmemiş. Bu yüzden nereden girdiğimin bir önemi olmaz," dediğinde başımı yavaşça salladım. "Kayalık kısmında ya da ağaçların arasında bir yerde beklerseniz sizin için de sorun olmaz."

"Endymion, içim hiç rahat değil."

"İçinin rahat edebilmesi için ne yapabilirim?"

"Yapabileceğin bir şey var tabii ama bu da şu an için imkânsız," diyerek dudak büktüğümde kaşları havalandı. Gözlerinde parıldamaya başlayan muzip ifadeyi gördüğümde gözlerim irileşti. "Öyle bir şey değil!"

Endymion gülerek, "Nasıl bir şey değil?" diye sorunca omzuna vurdum, bu onu daha fazla güldürdü. Bir an için onun gülmesi bile benim gevşememe neden olmuştu. Sesli gülüşü yerini güzel gülümsemesine bıraktı ve bana yaklaşarak avucunu yanağıma bastırdı. "Gece sahile gelmişiz, arkadaşlarımız yanımızdaymış gibi düşün. Ben gece vakti suya atlıyorum yüzmek için, sen bir yandan bana gülüyorsun diğer yandan arkadaşlarımızla sohbet ediyorsun." Baş parmağını göz altıma sürttü. "Öyle bir gece yaşıyormuşuz gibi oturun ve sohbet ederek beni bekleyin. Bir şeyler yiyip içebilirsiniz, eminim Noris bir market bulabilir."

"Bu kadar rahat hissedemeyeceğimi biliyorsun," diye mırıldandım.

"Ama denemelisin," dedi. "Bütün gece sadece düşünerek, daha doğrusu kötüyü düşünerek kendine işkence edemezsin. Su beni korkutmaz ya da endişelendirmez. İyi olacağımdan emin olabilirsin." Bir şey söylemeden kollarımı onun beline sardığımda yanağımda duran eli enseme kaydı. "Sabah adadan ayrılmadan önce burada kahvaltı yaparız. Evini özlediysen evine de uğrarız."

"Sadece bir an önce sabah olmasını ve bunun bitmesini istiyorum," dedim, evime gitmek istemediğimi söyleyemedim. Büyük ihtimalle o da istemediğimi biliyordu ama şu an iyi hissedebileceğim yollar arıyordu.

Noris, "Buldum!" diye seslenerek bize yaklaşırken gözlerim ona tutundu. Yolun karşı tarafındaydı ve elindeki kol saatini sallayarak bize doğru geliyordu, Briella da onun yanındaydı.

Bir kolumu Endymion'un belinden çekerken onlara doğru döndüm. Karşıya geçip yürüyüş yolunda bekleyen bize yaklaştılar. "Church Bay Park'tayız," dedi Briella. "Kadın yolumu kaybettiğimi sanıp arabasıyla gideceğim yere götürmeyi teklif edince nasıl kaçacağımı bilemedim."

Endymion belimi yavaşça okşarken, "Çok şüphelendirmemişsindir umarım," dedi.

"Şu tilki az daha bizi yakıyordu ama hallettik," dedi yan gözle Noris'e bakıp. "Aynı yere gitmişiz. Kadın iki tuhaf tipi görünce bir telaşlandı ama biz birbirimize yardım ederiz diyerek topukladık. Kadın bir de buna acıyıp saat verdi." Briella, Noris'e yaklaştı ve onun yanaklarını tutup sıktı. "Şu tipe de bakın, herkesi kandırabilir."

Noris homurdanarak onun ellerinden kurtulmaya çalışırken Briella sırıtıyordu. Sonunda Noris ondan uzaklaşabildiğinde, "Daha iki saatimiz var. Nereye gideceğiz?" diye sordu.

"Bir yere gitmeyeceğiz. Suya buradan gireceğim," dedi Endymion arkamızda kalan okyanusu işaret ederek. "Gidip oturacak bir yer bulalım."

"Hiç değilse hava iyi," dedi Briella önden ilerlerken. Biz de onun arkasından ağaçların olduğu alana girdik. Çimler yeni ıslanmış gibi yoğun bir koku yayıyordu.

Ağaçları aşıp kayalıklara doğru ilerledik. Okyanus suyu köpürerek kayalıklara vuruyordu. Church Bay Park'ta olduğumuzu söylemişti Briella. Zihnimdeki o kalın defterin kapağı aralandı ve öğrendiğim gerekli gereksiz bütün bilgilerin yazdığı o sayfalar arka arkaya açılmaya başladı. Burası Şeytan Üçgeni'nin olduğu kenar kısmına denk geliyordu. Işınlanırken bazen tam olarak nereye gideceğimi hesaplayamıyordum ve şu an yaşanan rastlantının gerçekten bir tesadüf olup olmadığını sorguluyordum.

Zihnin, Astrid. Zihnini dürtüp durursan eğer, seni en çok korktuğun yere taşır. Bazen anılara, bazen şehirlere.

"Burası iyi," dedi Endymion eliyle kayayı yokladıktan sonra otururken. Diğer elini bana uzattığında elim avucuna kaydı. Kayada dikkatli bir iki adım attım, ardından elinden destek alarak yanına oturdum. Kayalıklar biraz nemliydi ama sorun değildi.

Ayaklarımı öne doğru uzatıp suya baktım. Kayalıklar çok yukarıda değildi. Su biraz daha şiddetli çarpsa bize de çarpacak kadar yakınımızdaydı. Endymion kollarını bana sardığında gözlerimi karşımızdaki, bizim oturduğumuzda kayadan daha geniş olan kayaya oturan arkadaşlarıma çevirdim. Briella derin bir nefes alıp kollarını geriye doğru atarak bedenini esnetti. Noris ise okyanus tarafındaydı, temkinli gözlerle suya bakıyordu. Onun sudan hoşlanmadığını hatırlıyordum. Burada oturmakla hata mı etmiştik?

Elimi kaldırıp parmağımı suya doğru uzattım. Parmağımı çizik atıyor gibi hareket ettirdiğim sırada diğerleri de beni izliyordu. Attığım her çizik onların önünde bir koruma oluşturdu ve birkaç çizik sonrasında Noris'in sağında ateşten bir duvar ortaya çıktı. Parmağımı indirip avucumu duvara doğru uzattığımda, ateş gibi parlayan duvar şeffaflaşıp görünmez bir hâl aldı. Şimdi su onu daha az korkuturdu.

"Su sana ulaşamaz," dedim gözlerimi duvardan ayırıp Noris'e çevirirken. "Rahatça otur."

Şaşkınca duvara bakarken, "Teşekkür ederim," diye mırıldandı.

"Tüh, seni suya atmayı planlıyordum," dedi Briella sahte bir üzüntüyle.

"Onu itersen duvar onu tutar ama seni tutacağını pek sanmam, onun için yaptım," dediğimde Briella'nın kısılan gözleri bana döndü.

"Ben düşeyim yani suya?"

Omuz silktim. "Rahat durursan düşmezsin."

"Kötü bir kadınsın."

"Hayır, iyi bir kadın," dedi Noris kaşlarını çatıp ona bakarken.

"Altta kalma zaten hiç."

"Didişmeyin," dedi Endymion gözlerini suya çevirmeden önce. "Noris, gece acıkırsanız yiyecek bir şeyler bul. Yakınlarda bulabileceğini sanmıyorum. Işınlanarak mı gidersin yoksa yüzmeyi mi tercih edersin bilmiyorum ama adanın dışına çıkıp başka şehirlere gidebilirsin, sokak sokak market aramaktan iyidir."

"Sen o kısmı düşünme, benim için kolay bu," dedi Noris. Düşünceli bakışlarım kollarının arasında durduğum adamdaydı. Oldukça rahat görünüyordu ve onun bu hâli beni de sakinleştiriyordu.

Briella ayaklarını sallayarak kayanın üstünde rahat bir şekilde otururken bakışlarını gökyüzüne çevirdi. "Birkaç ay öncesini düşününce şu anki durumumuz çok uçuk geliyor," dedi, cümlesi onun iç sesi gibiydi. "Bir şeyler tam düzeldi derken yine tepetaklak oluyoruz."

"Kolay olmayacağını zaten bilsem de ilk başlarda kolay gibi gelmişti," dedim ben de ona katılarak.

"Gözümüzün önünde ölen adam beş dakika sonra dirildi," dedi Noris. Aidoneus'tan bahsediyordu. "Gardiyanlığını kardeşine devretti. O gün de sorunların devam edeceğini hissediyordum ama bu kadarını beklemiyordum."

"Şimdi Nabi ve Penelope yok," derken Briella'nın sesi bomboştu. "Onların yerini başkaları aldı. Güçlerinizin kontrol edilebilecek olması her şeyin bir düzene oturacağını işaret etse de bunca şeyden sonra insan iyi bir şeyler düşünemiyor."

"Hiç değilse bir felâkete sebep olmayacağız," dedi Endymion suyu izlerken. Parmakları ensemdeki saçların arasında turluyor, saç diplerime baskı uyguluyordu. "Evrenlerle ilgili bir sorun yaşayacak bile olsak yapacak bir şeyimiz yok, bizim görevimiz bu. Yeter ki sorun bizden kaynaklı olmasın ya da birimiz kötü bir duruma düşmeyelim."

"Her zaman mantıklı konuşurdun ama sanki bir süredir daha mantıklı ve iyimsersin," dedi Briella alaycı bir tavırla. "Astrid'le evlenmeyi düşünüyor musun?"

Pat diye sorduğu soruyla gözlerim irileşti. Endymion'un ensemdeki parmaklarının hareketleri de kesilmişti. Ben iri gözlerle Briella'ya bakarken Briella'nın Endymion'a bakan gözlerinde ciddiyet vardı. Normalde de aniden tuhaf şeyler söyler ya da sorardı ama alıştım sansam da bu hâlleri beni her seferinde şaşırtıyordu.

"Onları utandırma," dedi Noris kaşlarını çatıp Briella'nın omzunu dürterken.

"Ne?" Briella, omzunu Noris'ten uzaklaştırırken ters ters ona baktı. "Güzel bir şeyler olsun istiyorum."

"O zaman sen evlen?"

"Olmaz," dedi Briella dudak bükerek. "Onlar hazır değilse sen de evlenebilirsin, Noris. Hazır gibi görünüyorsun."

Noris, "Briella!" diyerek sesini yükselttiğinde Briella kıkırdadı. Günler sonra ilk kez onu gerçekten gülerken görmüştüm.

"Sen bunlardan hızlı çıktın," dedi Briella imayla. "Küçük vaşağa nasıl baktığını görmeyen bir tek Leander kaldı. O da hiçbirimizi tam göremiyor zaten."

Briella, Felix'e Leander diye seslenme konusunda ısrarcıydı.

"Yine mi aynı konu?" Noris gözlerini devirerek umursamaz görünmeye çalışsa da gerildiğini fark edebiliyordum.

"Sen kabul edene kadar seni sıkıştıracağım. Bu da beni eğlendiren bir konu sonuçta, ne yapalım?"

"Kabul edecek bir şey yok."

"Hı hı."

"Briella!"

"Ne var ya Briella deyip duruyorsun?" Briella homurdanarak ona bakarken dudaklarımda bir gülümseme vardı. "Sanki yalan söylüyoruz."

"Gerçekten bir şey hissetmiyor musun?" diye ciddi bir tonda sordu Endymion. Noris bir an Endymion'un da konuya dahil olup ciddi bir şekilde soru sormasıyla duraksadı. "Eminim kafanda dönen şeyler vardır. Bakma Briella'nın zevzek zevzek konuştuğuna, ağzından laf almaya çalışıyor sadece."

"Ben miyim zevzek?" Briella şaşkınca ona baksa da Endymion, Briella'ya aldırış etmeden Noris'e bakmaya devam etti.

Noris yüzeysel bir kabullenişle, "Kafamın karışık olduğu doğru," dedi. "Ama sizin şu an olan beklentileriniz, benim için şu an fazla."

Briella, "Sonrasında olabilir yani?" diye sorunca gülerek başımı iki yana salladım. Bir koala gibiydi ve yapıştığında insanın paçasını kolay kolay bırakmıyordu.

"Umarım kıza da böyle imalar yapmıyorsundur, Briella," dedi Noris şüpheyle yanında oturan kadına bakarken. Bence alttan alttan yapıyordu.

"Ne haddime?" Alayla sormuş olsa da sonrasında yüz ifadesi ciddileşti. "Seninle yakın olduğum için sana yapıyorum ama gidip de iki gündür tanıdığım bir kıza böyle imalar yapmam."

Briella'nın, Elfin'e karşı olan tutumunu tam olarak çözemiyordum. Sanki o gün, Elfin bana Briella ile ilgili konudan bahsettiğinde, sırtındaki izlerle ilgili olan olayı anlattığında ve Briella bunu duyduğunda, Briella'nın ona olan tutumu da değişmişti. Sonraki günlerde bu tutumu körelse de hâlâ içten içe ona bir öfke duyduğunu düşünüyordum. Elfin'in bunu kötü niyetle yapmadığını bilsem de Briella açısından baktığımda, Briella öfkelenmekte haklıydı, o günkü düşüncem de buydu. Yine de zamanla birbirlerine alışacaklarını düşünüyordum.

Gözlerim, Endymion'un sık sık açıp kapattığı eline kaydı. Kaşlarım çatılırken elinin hareketlerini izlemeye başladım. İlk başta eline odaklanmak boş bir önsezi gibi gelse de birkaç dakika sonra avucunu her açtığında avucunda parıldayan beyaz ışığı gördüm ve bunun öylesine bir sezi olmadığını anladım. Noris ve Briella kendi aralarında konuştukları için bunu fark etmemişlerdi. Bunu isteyerek mi yaptığını anlamak için bileğine dokundum. Endymion açmak üzere olduğu elini sımsıkı yumruk yaptı.

Ona doğru eğilip, "Bir sorun mu var?" diye sordum sessizce.

"Hayır bebeğim, bir sorun yok," dese de elini tekrar açmamıştı. Elimi ondan uzaklaştırmadım, dokunduğum bileğini yavaşça okşadım. İçimden bir ses bize belli etmek istemediği bir gerginlikle savaştığını ve bu gerginliğin onun gücünü etkilediğini söylüyordu.

Üzerine gitmemek adına bir şey söylemeden bileğini okşamaya devam ettim. Onun yoğun bakışları benim yüzümde takılı kalsa bile ona bakmadım ve diğerlerinin sohbetine dahil oldum. Bir süre sonra Endymion da bana bakmayı kesmiş ve bize katılmıştı. Noris'in ara sıra elindeki saate baktığını gördükçe benim de bedenimi gerginlik kaplıyordu.

Beklemek, bana her konuda her duyguyu hissettirebiliyordu. Kötü bir bekleyiş karın ağrısı getirirken, iyi bir bekleyiş de karın ağrısı yapabilirdi. Çünkü üzülmek de heyecanlanmak da bir noktada aynı etkiyi yaratıyordu. Şimdiki bekleyişim bana göre kötü bir bekleyişti. Bir hastane kapısında beklemek kadar kötü değildi elbette ama kalbim öyleymiş gibi tekliyordu.

Saatler ilerledi, dakikalar arttı ve en başa döndü. Hava sıcaklığı normal olsa da deniz kenarındaki esinti kollarıma çarpıyor, içimi ürpertiyordu. Noris saate tekrar baktı, eş zamanlı olarak Endymion da ayaklandı. Noris'in bize dönen bakışlarından zamanın geldiğini anladım ama Endymion bu bakışları görmese de zamanın geldiğini anlamış gibi ayaklanmıştı. Cebindeki cüzdanı çıkarıp yanıma bıraktığı sırada göz göze geldik, eğilmiş bir şekilde durmuş bana bakıyordu.

"Beş dakika kaldı," dedi Noris tahminlerimizi doğrulayarak. Karın ağrısı çekmekten nefret ediyordum.

Sıcak havaya rağmen buz gibi olmuş parmaklarımla kutuyu açarken göz temasımız kesildi, Endymion bakışlarını benden ayırmadan yeniden doğruldu. Kutunun içindeki ona ait olan yüzüğü çıkarırken gözlerim yüzüğün parlak taşındaydı. Ellerim yavaş hareket etmek istese de zamanımızın az olduğunu biliyordum. Elimi oturduğum kayaya bastırıp ben de diğerleri gibi ayaklandım.

Yüzüğü Enydmion'a verirken yine göz göze geldik.

"Yüzüğü takman için sana da bir işaret yollarız," dedim.

Yüzüğü alırken başını salladı. "Biraz uzaklaşacağım. Birilerinin beni görmeyeceği bir noktada olmam gerek. Beni göremezseniz panik yapmayın."

Son cümlesi daha çok bana gibiydi.

Noris, "Panik yapmamaya çalış," dediğinde Endymion ona alayla baktı.

Diğerlerine sırtını dönüp bana yaklaştı, başımı hafifçe kaldırıp gözlerine baktım. Başını eğdi, dudakları dudaklarımı buldu ve beni öperken hem aceleci hem de oldukça yavaştı. Bunun beni rahatlatmasını bekliyordum, ki onun da umduğu bu olmalıydı ama pek de işe yaramamıştı. Beni öptükten sonra geri çekildi, gülümseyen bir yüzle gözlerime baktı. O bakışın sonrasında bana da sırtını döndü, bana sırtını bu şekilde dönmesinden bile hoşlanmadığımı fark ettim. Sırtını döndükten sonra bir kez daha bakmadı ve serin olduğunu hissettiğim hafif dalgalı suya atladı.

Kafasının suyun yüzeyinde görünmesi birkaç saniyesini aldı. Kollarını hızla hareket ettirerek suda ilerleyişini tedirgin gözlerle izledim. Adanın ışıkları suyu bir yere kadar aydınlatıyordu ve Endymion ilerledikçe aydınlık da arkasında kalıyordu. Gittikçe küçülen bedeni karanlık sularda kayboldu, hâlâ yüzüyor muydu yoksa durmuş muydu göremiyordum. Karanlık, insana yalnız hissettirebilirdi. Yalnız hisseder miydi?

"Kaç dakika kaldı?" diye sordum gözlerimi sudan ayırmadan. Onu göremiyordum ama sanki doğru yere bakıyordum ve o da orada durmuş bana bakıyordu.

Noris bir süre cevap vermedi, ardından, "On saniye," dedi. Benim için bekleyiş asıl şimdi başlıyordu.

"Islık çal. Seni duyacaktır," dediğimde Noris benim cümlemin hemen ardından gözlerini saate indirdi. Zaman gelmiş olmalı ki parmaklarını dudaklarına yasladı ve gür bir ıslık çaldı. Islık ilk başta kulaklarımda yankılandı, sonra bir dalga gibi suda ilerledi ve kayboldu.

Aidoneus'un Ağzından:

Bir yaşa kadar hayatım herkesinki gibi ailem tarafından, onların istediği gibi ilerledi. O zamanlar bu hep böyle olacakmış gibi gelmişti. Şimdi bakınca salaklıkmış gibi geliyordu ama o yaştaki bir çocuk için en normal şeydi. Tabii sonra o hayat benim ellerime bırakıldı çünkü artık büyümüştüm. Ama kimse de bana hayatımı nasıl ilerletmem gerektiğini tam olarak öğretmemişti. Her şeye ve herkese karşı öfkeli olduğum o dönemlerin sebebi de biraz buydu. Şu an dışarıdan megaloman bir adam olarak görünsem de öğrenmeyi severdim. Bu her yaşımda böyleydi ve bana öğretilmeyen şeyler için öfkeliydim. Neyse ki batıp çıka çıka öğrenmeyi başarmıştım.

Kazıya kazıya ilerlemeyi, yükselmeyi öğrendim.

Gardiyanlığın elimden alınması beni büyük bir boşluğa düşürdü, bunu sorsalar da inkâr etmezdim. Ki belli ettiğimi de düşünüyordum. Sadece pişman değildim. Belki gardiyanlık kendimi hayata bağladığım işlerden biriydi ama kardeşimden önemli değildi.

Sandalyede biriken karı önemsemeden sandalyeye oturdum. Soğuğu kemiklerime kadar hissettim ama zaten içimde de buz gibi bir his vardı. Bu his beni bile şaşırtmıştı çünkü beklemiyordum. O kadının ölümünün beni bu denli etkileyeceğini düşünmemiştim. Onu tanıdığım günden beri hep onunla bir çatışma hâlindeydim. Ona sinir olmuyordum, dışarıdan öyle göründüğünün de farkındaydım ama aslında o yaşlı kadınla uğraşmak beni eğlendiriyordu. Penelope'nin ilk gardiyanlardan olduğunu bilmeden önce de onda tuhaf bir şey olduğunu hep hissetmiştim. Bilgeydi ve bu bilgeliği gözlerinden bile okunurdu.

"Ben, sen bir bin yıl daha yaşarsın diye düşünmüştüm," dedim, gözlerim aşağıya, karların arasında parıldayan taşa çevrildi. O taşta ismi yazıyordu ve o taşı ilk gördüğüm ânı, yani birkaç saat öncesini hatırlıyordum. İçimde buz gibi bir his var demiştim, o his o zaman oluşmuştu. "Kolay pes ettin desem sana haksızlık yapmış olurum. Sen karşımdayken bu bana eğlenceli gelirdi ama şu an hiç eğlenmiyorum, Penelope."

"Üşüteceksiniz," dediğini duydum Sobek'in. Beş dakikada bir terasa gelip aynı cümleyi kuruyordu. Şu an içimden ona kızmak bile gelmiyordu.

"Bu evrene hiç kar yağdığını görmemiştin değil mi, Sobek? Ben de."

"Siz geri döndüğünüz için düzelecektir."

"Hayır," dedim, gözlerimi taştaki isimden ayırdım. "Şimdi düzelmeyecek."

"Ne zaman eski hâline döneceğini biliyor musunuz?"

"Sadece bir tahmin," derken gözlerim ona doğru kaydı. "Kendini her zaman suçlu hissetti. Düzeltmek için verdiği çaba da bir işe yaramadı." Sandalyeden kalkarken ıslanan kumaş kalçalarıma ve bacaklarıma yapışmıştı. "İstediği şey her şeyin düzelmesiydi. Sadece her şey düzelirse vicdanı rahat edecekti." Sobek'in sorgu dolu bakışları merakla yüzümde gezindi. "Bu evrenin Penelope için tuttuğu bir yas değil. Bu karın sebebi, Penelope'nin yüzlerce yıl boyunca döktüğü pişmanlık gözyaşları. Ne zaman her şey iyi olacak, düzelecek, işte o zaman Penelope de ağlamayı kesecek."

Sobek şaşkınca, "Bu kadar çok pişman olduğunu düşünüyor musunuz?" diye sordu.

Dudağımın kenarı alayla yukarı kıvrılırken ona doğru ilerledim. "Bu yüzük işini yarın geceye bırakmayalım. Gidip şimdi halledelim."

Astrid'in Ağzından:

"Ne kadar kaldı?" diye sormadan önce Noris'in bulup getirdiği sıcak kahveden küçük bir yudum aldım. Yarım saat önce yanımızdan ayrılmış, geri dönmesi de on beş dakika sürmüştü. Elinde atıştırmalıklar ve içeceklerle dönmüştü.

"Daha az önce sordun, Astrid," dedi Noris, yanaklarının içini şişirip elini yanındaki poşetin içine daldırdı. "Bir saat on altı dakika var."

Tırnaklarımı boynuma sürterken gözlerimi sudan ayırmadım. Saatlerdir yaptığım tek şey de buydu. Benim aksime onlar zamanı konuşarak geçirmişti ama benim konsantrasyonum oldukça bozuktu, hiçbir şeye odaklanamamıştım. Özellikle Endymion suya girdikten on dakika sonra Briella'nın elli derece ateşte kavruluyormuş gibi bir anda terlemeye başladığını görünce daha da panik yapmıştım. Briella her ne kadar her şey yolunda dese de bir yandan onu da kontrol ediyor, Endymion'un durumunu anlamaya çalışıyordum.

Briella yüzüncü kez ona dikkatle baktığımı görünce ağzındaki meyveli şekerle bana bıkkın bir ifadeyle baktı. "Kötü hissetmiyorum ve o adamın şu an yüzerek suyun keyfini çıkardığına eminim."

Dudak büküp karton bardağı iki elimin arasına aldım. Keşke ben de Briella gibi onu hissedebilseydim. Sesli bir nefes verip elimi çeneme yasladım. Son bir iki saattir denizdeki dalgalar da hareket kazanmıştı. Bunun sebebinin Endymion olduğunu biliyordum.

Gözlerimi kapattım, onu düşündüm. Zihnimde ilk önce bir beden belirdi, sonra o bedeni karanlık sular çevreledi. Suya atlarken üzerinde kıyafetleri vardı ama benim şu an zihnimde canlanan görüntüde çıplaktı. Gökyüzündeki milyarlarca yıldız öyle bir ışık yayıyordu ki, ayın ışığı bile yanında cılız kalıyordu. Bütün ışıkların toplandığı yer onun bedeniydi. Esmer teni ışıklardan dolayı daha açık bir tonda parlıyordu ve suyun dışında kalan geniş omuzları su damlalarıyla doluydu. Siyah saçları ıslaktı ve ay gibi parlayan gözleri önünde hafifçe dalgalanan sudaydı.

Bu sadece benim hayal gücüm müydü yoksa gerçek miydi ayırt edemiyordum. Hayal olmasını istedim. Donuk bakışlarındaki o gizlenmeye çalışan ızdırap hoşuma gitmedi.

Nahif bir ses etrafa yayılmaya başladığında Endymion kafasını çevirdi ve arkasına doğru baktı. Bir melodiyi andıran bu ses, Endymion'un eşsiz mırıldanmalarına benziyordu. Genç bir kadın sirenin sesi gibiydi. Siren sesi Endymion'a tanıdık mı gelmişti?

"Geliyor!"

Briella'nın sesiyle birlikte görüntü titreşerek dağıldı. Yıldızlar da ışıklar da su da kayboldu ama gözlerimi aralamadan önce silinen en son şey onun yüzüydü. Panikle Briella'nın eliyle işaretlediği yöne doğru döndüm. "Erken değil mi?"

Noris saate bakıp, "Altıyı birkaç dakika geçmiş," dedi.

Şaşkınca, "Az önce bir saatten fazla kaldığını söyledin," dediğimde Noris ve Briella birbirine anlamsızca baktı.

"O sen uyumadan önceydi," dedi Noris kaşlarını çatarak bana bakarken. Uyumuş muydum? Benim de kaşlarım çatıldı. Sonra aklıma Endymion geldiğinde uyuma konusunu kenara atıp bedenimi okyanusa doğru çevirdim.

Hava aydınlanmaya başlamıştı ve denizdeki o karanlık yok olmuştu. Oradaydı, kollarını yavaşça hareket ettirerek bize doğru geliyordu ve üzeri çıplaktı. Çıplak oluşu zihnimde ona ait canlanan görüntüleri hatırken buna da odaklanamadım çünkü yavaş hareket edişi beni duraksattı. Yorulmuş muydu?

Kendime durumu ölçüp tartma fırsatı vermeden aniden suya atladım. Su sıcak olmasa da soğuk da sayılmazdı. Başımı suyun dışına çıkararak zaman kaybetmeden ona doğru kulaç atmaya başladım. Beni görmüştü, suda olmam ona ne hissettirmişti bilmiyordum ama onun da hareketleri hızlanmıştı. Yine de onun daha fazla yorulmasını istemediğimden ondan hızlı olmaya çalıştım.

"Bekle," diye seslendim ona. Sesimi duymasıyla hareketlerinin kesilmesi aynı anda oldu. Benim ona gelişimi kısık gözlerle izlerken ellerini suyun altına soktu, geri çıkardığında elinde Sobek'in ona verdiği sweatshirt vardı.

"Ben geliyordum," dedi, konuşurken dişleri birbirine çarpmıştı. Son birkaç kulaçın ardından kollarımı onun çıplak omuzlarına sardım. Teni bana bir buz kütlesine sarılıyormuşum gibi hissettirdi.

"Su çok mu soğuktu?" diye sordum elimle sırtını okşarken. "Seni sudan çıkaralım."

Gülerken çenesi omzuma çarptı. "Panik yapma, kendim de gidebilirim." Çenesini omzumdan ayırıp geri çekildi. Ama benden tamamen ayrılmaması için tek kolumu beline sardım.

Birlikte kıyıya doğru yüzmeye başladık. Bana iyiymiş numarası yapsa da ondan sızan yoğun enerjiyi, aynı zamanda enerji düşüklüğünü, yorgunluğu hissedebiliyordum. Yine de durumu iyiydi ve artık onun da tehlikeden uzaklaştığını biliyordum. Kıyıya vardığımızda Noris sudan hoşlanmasa da oluşturduğum kalkanı kırdı ve suya doğru eğilerek elini uzattı.

"Endymion'a yardımcı ol," deyip Endymion'u suda yavaşça ittim. Noris, Endymion'un çıkmasına yardım ederken ben de Endymion'dan aldığım ıslak sweatshirtü kayalıklara doğru fırlattım.

"Tut elimi," dedi Briella. Uzattığı elini düşünmeden sıkıca tuttuğumda beni yukarı doğru çekti. Islak kıyafetlerin verdiği ağırlıkla kayalıkların üzerine yığılıp soluklandım.

İçim o kadar rahatlamıştı ki, sanki şu an ne olursa olsun umurumda olmazdı. Geriye bir tek benim bu işten sıyrılmam kalmıştı, ki bu benim için en kolayıydı. Yığıldığım kayadan kalkıp Endymion'a yaklaştım. Kollarını geriye doğru atmış bir şekilde duruyor, soluklanıyordu.

"Su seni yormuştur," dedim yanına otururken. "Nasıl geçti?"

"Bir sorun çıkmadı. Bekledim öyle," dedi ama tam olarak öyle olmamış gibi hissettim.

Elimi yüzüğü taktığı elinin üzerine koydum, sonra o elini avuçlarımın arasına aldım. Doğrulup başını çevirerek bana baktığında, gözlerinde gördüğüm karmaşık ifadeler beni duraksattı. Bir sorun var gibiydi ama bu sorun neyle ilgiliydi anlamamıştım.

"Briella, biz gidip onlar için kuru kıyafet bulalım," dedi Noris. Göz ucuyla ona baktığımda, aslında amacının kıyafet olmadığını, bir tuhaflık sezdiğini anlayabiliyordum.

Briella ilk başta anlamsızca Noris'e baksa da Noris ilerlemeye başladığında arkasına takılmıştı. Endymion'un ellerimin arasındaki eli hâlâ buz gibiydi, hiç ısınmamıştı.

"Bir şey varsa söyleyebilirsin," dediğimde dudakları iki yana çekildi ve gülümsedi. Başımı yana eğdim ve ona baktım.

"Sadece yorgun hissediyorum," dedi, ona bu söylediğine inanmadığımı göstermek için şüpheyle baktım. "Tuhaf bir deneyimdi. Tek başıma olsam da görmediğim şeyler görmüşüm, duymadığım sesler duymuşum gibi geldi."

"Bir şeye tanık olmuşsun sanki," dediğimde bu kez itiraz ya da inkâr cümlesi kurmadan başını salladı. "Seni bu kadar düşündüren şey ne peki?"

"Karanlıktı, kimsenin olmadığına da emindim ama etrafımı birçok varlığın, evet, varlığın sardığını hissediyordum," dediğinde şaşırmadan edemedim. "Gün doğana kadar bana bir şeyler fısıldandı ve o fısıltıları ilk duyduğum anda anladık ki, sadece benim bildiğimi sandığım o dili sadece ben bilmiyormuşum."

"Gecenin kolay geçmeyeceğini hepimiz biliyorduk."

"Hayır, zor da değildi zaten," deyip diğer elini ellerimizin üzerine koydu. "Gün doğmaya başladığında, birer gölgeye dönüştüklerinde, bütün gece kendi kafamda kurmadığımı, gerçekten de etrafımda bir şeylerin olduğunu anladım. Beni korkutmak için değil de korumak için oradalarmış gibi geliyor."

Aklıma gelen şeyle sertçe yutkundum. "Onlar siren olabilir mi?" diye sordum. Endymion'un yüz ifadesi dondu, sonra bana sorguyla baktı. Ondan bir cevap bekledim ama belli ki o bu cevabı kendine saklamak istiyordu. Üstelemedim, ona bana cevap vermek zorundaymış hissini yaşatmak istemiyordum.

"Geriye ben ve Felix kaldık," dedim konuyu başka yere çekerek. "Gerçi Aidoneus da var."

"Aidoneus benimle aynı gecede yüzüğü taktı," dediğinde şaşkınca ona baktım.

"Nasıl yani?"

"Gece o da söylediğimiz kuyuya gitmiş olmalı," derken ıslak saçlarını geriye doğru yatırdı. "Nasıl olduğu hakkında bir fikrim yok ama bunu biliyordum, onu kısa bir an da olsa hissedebildim."

"Bizi dinlememiş anlaşılan," dedim ellerimi geri çekerken. Üzerimdeki ıslak kumaş parçasına yüzümü buruşturarak baktım, rahatsız hissettiriyordu.

"Gidelim buradan artık," dediğinde başımı salladım. Onunla birlikte ayaklandığımızda Noris ve Briella da az ilerideki ağaçların arasında belirmişti. Ellerinde birer poşet vardı, dedikleri gibi kıyafet bulmuş olmalılardı ama hiç üzerimi değiştirebilecek havamda değildim.

Endymion'un bıraktığı cüzdanı ve ıslak sweatshirtü de alıp onlara doğru ilerledik. Buradan çıkması, gitmesi kolaydı. Geri dönecektik, toparlanmamız için geceye kadar vaktimiz vardı. Asıl sorun gece başlayacaktı çünkü sıra bendeydi. Ve içimden bir ses, ateşe girmenin düşündüğüm kadar kolay olmayacağını söylüyordu.

🦂

Selaam. Nasılsınız? Ben iyiyim, sadece biraz yoğunum. Bölümü iki üç gün ertelememden de anlamışsınızdır, çok yoğun olmasam yapmazdım, düzen bozmayı pek sevmiyorum. Son bölümde 22 Ocak yazmıştım ama 25 olarak güncellemiştim. Geç olsun güç olmasın diyelim amamaööaös

Bölümü tekrar okuyup kontrol etme şansım da olmadı, taşınma işleri ve fuarlar falan zaman bırakmıyor. Geçen gün nasıl uykusuz kaldıysam 12 saat uyumuşum amamaöaöaö bir hata görürseniz kusura bakmayın. Ben müsait olduğumda bu bölümü okuyup düzenlemesini de yaparım. Sizin de sevdiğini bir bölüm olmasını umuyorum❤️❤️

Bu bölüm biraz Aidoneus'a ağırlık verdim. İlk başta sevilen bir karakter olur mu diye düşünüyordum ama onun yokluğunda gözlerin Aidoneus'u aradığını görünce dedim ki sevilmiş galiba... Ben genel olarak onu seviyorum. Tabii Astrid gibi ben de hatalarını unutmuyorum. Ki bence normalde de yapılan hatalar unutulup göz ardı edilmemeli.

Bir sonraki bölümümüz yüzüklerin olduğu son bölüm olacak. Sonrasında karakterlerimizin özel hayatlarına geçeceğiz. Çözülmemiş birkaç şeyimiz daha var sonuçta... Bundan sonraki yolumuz entrikalı olsa da bizi bekleyen son çok da uzak değil.

5 Şubat 21:00'da yeni bölümü yayımlayacağım. Kendinize iyi bakın🦂❤️

Continue Reading

You'll Also Like

65.6K 10.3K 11
En fazla ne kadar ileri gidebilirsin ki? İstediğin şeyi almak konusunda... belki de, en çok bunun için; neleri göze alabilirsin? Hayat bu; seçimlerin...
935 162 10
© Tüm Hakları Saklıdır. Işıklar, müzik, dans ve alkol... Maskelerin ardına saklanmış iki farklı hayat. Ortak bir partide buluşurlarsa... En sevdikl...
VÂYE By biliyoruzki

Mystery / Thriller

40.4K 4.2K 15
*BU KİTAPTA BULUNANLAR SADECE KURGUDAN İBARET, HİÇBİR KURUMLA BAĞLANTISI YOKTUR* "Hiçbir sokak..."diye mırıldandı ve parmakları arasına çenemi alarak...
1M 45.3K 45
Yoksa siz çocukken yaşadığınız şeylerin öylece geçip gittiğini mi sanıyorsunuz?