DİP: ACININ KRALLIĞI

By Elyios

14.7K 1.7K 3.3K

*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin... More

1
2
3
4
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20/1
20/2
21/1
21/2
21/3
22/1
22/2
23/1
23/2

5

589 72 56
By Elyios

"Değnek Ası."
-2021, günümüz.

Para insanoğlunun bulduğu ve yine insanoğlunun taptığı bir kağıt parçasıydı. Çoğu günler acaba hiç bulunmasaydı nasıl olurdu diye düşünmeme sebep olan, beni ekonomik eleştirilerin içinden geçirip adeta bir Keynes'e dönüştürdükten sonra ise beş kuruşum olmadığı için isyan ettiren, kendi değil ama miktarı önemli bir hesap aracıydı.

Derin bir iç çektim. Bugün de yataktan kalkarken fakir tarafımdan uyanmıştım sanırım; evimin perdelerini açmak, hak ettiğim deniz manzarasına değil de neden göt göte yaptıklarına bir türlü anlam veremediğim, bir metre ötemizde duran binanın balkonundaki meymenetsiz komşumu görerek güne merhaba demek bünyeme iyi gelmemişti.

"Neyse Aylin, olumsuz basma kızım," dedim kendi kendime, evdeki sessizlikten hiç hoşlanmadığımdan yüksek sesle konuşmak her zaman tercihimdi. "Bugünkü sazanın avlanmasına son yarım saat. Neyseki yaratıcın zekandan kısmamış da ekmek paranı beyninle kazanıyorsun, helal olsun sana."

Kolumdaki saati tekrar kontrol ettim, buzdolabının kapağını açıp sandviçim için gerekli olan malzemelere şöyle bir baktım. Baktım ama dişe dokunur bir tek peynir görebildiğimden ayakta dikilmem de çok uzun sürmemişti. "İşte insan ne oldum dememeli, ne olacağım demeli. Bir ay önce neler neler yiyordun, biraz tutumlu olsaydın bari be kızım," dedim.

İki ay önceki vurgunumdan sonra bu ekmeğin içi hindi füme bile görmüştü. Şimdi kalakaldığım beyaz peynir hiç yoktan iyiydi ama yüz güldürmüyordu işte. Yanlış anlaşılmasın, şükürsüz bir insan değildim, açlığı da görmüştüm. Hem de dibini bile sıyırdığım zamanlar olmuştu. Ben sadece bu namusuz paranın güzelliğine kendimi fazla kaptırıyordum. Varlığı büyülüyor, yokluğu ise canımdan can götürüyordu.

"Gerçi işler tıkırındaydı, nereden bilecektin böyle olacağını. Millet de para mı kaldı ki dolandıralım," diye karşı tez sunduğumda siyasiler benim muhalefetimden biraz feyz alsın diye düşünüyordum.

"Allah'tan elim çok lezzetli de bu yoklukta peyniri yerken zorlanmıyorum," diye güldüm ve yavuklumun başına gittim. "Bugün de işi beceremezsek seni satacağım," dediğimde can yoldaşımın kırgınlığını en derinden hissetmiştim. Bilgisayarım böbreğim gibiydi, onu satma şakası bile tüylerimi diken diken ediyordu. "Korkma korkma," dedim, ekranı sevdikten sonra da "Kendimi bile satarım ama seni asla." demiştim.

Gönül almak benim işimdi.

Can yoldaşım onunla olan konuşmamdan memnun kalmışçasına açıldı, ekranında gördüğüm parlaklığa bile hastaydım. Belki kuzey cephe olan evim güneş görmüyordu ama bu ekranın başına geçtiğimde gördüğüm ışık benim güneşimdi. Aşığıydım.

Bilgisayarımı az sonra yapacağım işlem için hazır hale getirmeye uğraşıyordum, bir taraftan da sandviçimi kemiriyordum. Ben ve evcil hayvanlarımın aklı açken normal zamanlara oranla daha az çalışıyordu. Bu yüzden karnımın yeterince doyması gerekliydi.

"İyi iş çıkartacağınıza eminim," diye konuştum, bir elimi alnımın üstüne götürmüş, gerekli ilgiyi zihnimde beslediğim tilkilerime verdikten sonra da arkama yaslanmıştım.

"Eninde sonunda zengin olacağız, siz bir de o zaman görün beni. Bakın size nasıl iyi imkanlar sunuyorum. Yaban mersininden tutun da sayısız antin kuntin çaylara kadar alacağım."

Evcil hayvanlarım onlara sunduğum vaatlerden etkilenmişe benziyorlardı, en son bu kadar etkilendiklerinde üniversite bire yeni başlamıştım ve çalıştığım barın üst katında denk geldiğim amca bana hayatımı daha verimli hale getireceğim o büyülü cümleyi söylemişti.

Bunca zenginlik sırf kendinden daha düşkün olanlar ile paylaşılması için insana nasip olur.

Bu cümle öyle etkiliydi ki, duyduğum o ilk gün zihnimin içine yerleşmiş, tüm hayatımın neredeyse seyrini değiştirmem için beynimi kemirmeye başlamıştı.

Başlarda beynimi kemirmesine izin de vermiştim, bu benimsediğim düşünceyle mücadele etmenin zorluğuyla uykularımdan uyanmıştım. Aklıma türlü türlü cinlikler gelirken, hayır ya deyip geri yattığım çok gün olmuştu. Ama ben de insandım, parasızlığa bir yere kadar tahammül edilebiliyordu. Edemediğim anda ise gözümü karartmıştım.

Bir kere artık işsiz değildim. Üstelik o kadar emeği verip, dört yıl boyunca yazılım mühendisliğinde bölüm birincisi olacağım diye göbeğimi çatlattıktan sonra kendi mesleğimden para kazanmaya başlamıştım. Bu muhteşem yeteneklerimi kasiyerlik yaparak ya da barda içki doldurarak harcamamak özgüvenimi bir iki işten sonra daha sağlam hale getirmişti.

Yani tam anlamıyla iki işim vardı: Biri görünürdeki, diğeri de ardında kalan gizli iş. Kendim için açtığım internet hesabımdan hatrı sayılır insanlara istediği programları uygun fiyata yazmak görünürdeki işimdi. Bu iş için beni seçsinler diye ucuzdan verdiğim fiyatın yaklaşık on katını, yani hemen hemen gerçek değerini, hesaplarını hackleyerek kendi hesabıma aktarmak ise yaptığım işin gizli kısmıydı.

Her ne kadar yaptığım iş yasa dışı gözükse de kuralları koyanlar benim görüşümü almadı diye düşünüyordum. Sonuçta neyin yasal ya da yasa dışı olduğuna karar veren ben değildim. Eğer böyle bir imkanım olsaydı on bin liralık işe sırf diplomam yok diye beş yüz lira teklif eden godomanların da yaptığını suç olarak nitelendirirdim.

Ayrıca ben mesleki etikleri olan biriydim, teklif edilen işin piyasa değerini diğer meslektaşlarıma bakarak belirler, gerçek değerinden beş kuruş fazlasını bile hesaplarından çekmezdim.

Belki bu yaptığım başkaları tarafından dolandırıcılık olarak adlandırılırdı bilmiyorum, gerçi bilsem de umursamıyordum. Hayat zaten adil değildi, bir de ben enayilik yapamazdım.

İnsanlar alışmıştı adaletsizliğin ekmeğine yağ sürmeye, yiyemedikleri artıkları da bayatladığı an bizim gibi fakirlerin önüne atıyorlardı. Ben neden hak ettiğim parayı sırf hesaplarından gizlice çekiyorum diye utanacaktım ki?

Komünist değildim ama paranın bu adaletsiz dağıtımından aşırı derecede rahatsızlık duyuyordum. İnternetin Robin Hood'u sayılır mıydım şüpheliydi ama zenginden alıp fakire, yani kendime, verme eğilimim oldukça yüksekti. Üstelik dinsel inançlarım da vardı, açgözlülüğü sevmez ceplediğim paraları yoksullarla paylaşırdım.

Örneğin Gökalp'le.

"Bu kadar da olmaz kardeşim ya, hayır yani anlaştığımız an çevrimiçi olmayacaksanız neden saat belirliyoruz ki? Ben boş boş oturan bir adamım neticede, ne zaman ararsanız o zaman bilgisayarın başına geçerdim. Erken kalkmaya meraklı mıyız?" diye bacağımı sallamaya başladım, ben işlerimde dakiklik severdim, saat 08.15 olarak anlaştıysam tam o dakikada benimle iletişime geçilmeliydi. Yoksa ben değil, tilkilerimin keyfi kaçıyordu.

Benimle iletişime geçen saffet.16 kullanıcı isimli adamın istediği programı yazmak için tam on gündür uğraşıyordum. Eğer beni kandırıp vereceği bin liranın üstüne yatarsa o adamın evini bulmayı, bulduğum evden de televizyon, telefon gibi aletleri çalıp götürmeyi planlamıştım. Sonuçta attığım linke tıklanmadan paraları cebe atamıyordum, benim de imkanlarım sınırlıydı. Henüz fiziksel anlamda bir soygun yapmamıştım, kabul. Yine de insan bir yerden paraları götürmeye başlayınca yeniliklere de açık hale geliyordu.

"Hey yavrum hey," dedim kendi kendime söylenerek. "Ah şu yurt dışındaki kaçak programlardan olacaktı bende var ya. Ne paralar götürürdüm anasını satayım."

Bugün de çevremdeki insanların vasıfsızlığı yüzünden yüzüm düşmüştü, hayır yani Yeşim de bir işe yaramıyordu. O kadar hukuk okuyordu, aklı olan son sınıf falan dinlemez çalışmaya bir yerden başlardı. İnsan şöyle eli kolu uzun suçlu arıyordu yanında yöresinde. Bir telefon edecekti, tak istediği program ayağına gelmiş, bir bağıracaktı direkt paralar önüne serilmiş. "Ya senin de ananı artık, geliyorsan gel."

Yediğim kuru ekmek boğazımdan daha düzgün geçsin diye bir yudum su içtim, yaklaşık yirmi dakika geçtikten sonra da saffet.16 tarafından mesaj silsilesine uğradım. Sanki onu ben bekletmişim gibi program çalışıyor mu, neredesin, böyle bekletecekseniz iş yapmayın kardeşim temalı yazılar görmüştü bu gözler.

"Ayyy, yüzsüze bak! Bir de utanmadan neler yazıyor, mankafa. Ben senin kardeşini de seni de," dedim ve onunla iletişime geçtiğim yerden program çalışıyor Saffet Bey, önce parayı atarsanız gönderirim yazdım. İki yüzlülük deyince de sözlükte benim adım çıkıyordu: Aylin Gökmen. Kaz gelecek yerden tavuk esirgemeyen, köprüyü geçene kadar ayıya diyen o kız.

saffet.16: Ne bileceğim çalıştığını?

"Ya zaten seni dolandıracağım, ne bu naz ben anlamadım?" diye karşımdaki insana kızdım ama yarısını yollayın madem paranın, gerisini de program çalıştıktan sonra alırım dedim ve mesajı gönderdim. Neyseki uygundur yanıtı gelmişti de anlaştığımız paranın yarısı hesabıma yatmıştı.

İki gün önce iş için diye attığım linke tıkladıklarından hesaplarına erişimim vardı. Bugün de yolladığım ikinci link sayesinde ekrana kitlenmiş, sekizin yanında gördüğüm yedi tane sıfırla ağzım kocaman açılmıştı. Bir araya gelen rakamlar yan yana o kadar güzel görünüyorlardı ki biraz daha baksaydım eğer fakirlere dağıtayım diye değerini biçtiğim yirmi bini değil, sonundaki bir sıfır daha fazlasını alır ve kurban keserdim.

"İnsan bana bin lira teklif etmeye utanır, bu nasıl bir açgözlülük ya?" diye cık cıkladım, saniyeler sonra da
"Gelsin hindi fümeler," mırıldanması eşliğinde sandalyede gülerek sırıtıyordum. Özellikle saffet.16'nın hiçbir şeyi anlamadan çevrimdışı oluşunu seyretmek yazdığım programın çalışmasından bile daha haz vericiydi.

"Sen var ya sen." Öpücüğü hak eden bilgisayarımın ekranına dudaklarımı bastırıp derin bir oh çektim.

İnsanın telefonuna bankadan gelen mesaj kadar daha güzel ne vardı? Bir anda 462 lira yerine hesapta 20.462 lira görmek insanı deli ediyordu. Öyle güzel bir histi ki neredeyse tarifi bile yoktu.

Yüzümdeki gülümsemenin yerini sesli bir gülüş aldı, "En azından bir süre zenginiz," dedim. Ayak seslerini duyduğum tilkilerim beynimin içinde tepinmeye başladığında bu ana yakışır bir müzik arıyordum.

Aylin Gökmen yabancı müzik seviyordu ama tilkileri ne yazık ki onunla aynı zevki paylaşmazdı. Bu yüzden Taylan Kaya yazdım ve en sevdikleri apaçi müziklerden birini seçtim, onların mutluluğu benim mutluluğumdu.

...

"Vur dedik mi öldürüyorsun Aylin, kızım bu yaptığın suç diyorum. Bir gün yakalanacaksın."

Yeşim iki sene önce otuz bini hesabıma attığımı unutmuş olabilirdi belki ama benim hafızam kuvvetliydi.Bazı şeyleri öyle kolay kolay unutmaz, insana da unutturmazdım. "Ohooo, benim elimden ne paralar geçti sanki bilmiyorsun. Yirmi bin dediğin nedir ki? Hem anlaşılmamıştır bile zengin adama denk geldim."

Yeşim "Bak banka hesabından dolandırıcılık falan yaptığında nitelikli hale giriyorsun, çıkartamayız seni oradan." dediğinde kendine olan güvensizliğini görmezden geldim, benim can yoldaşım var ya daha şimdiden adamı ipten alırdı.

"Benim gözümden keşke kendinizi görebilseniz avukat hanım, size güvenim sonsuz. Hele bir diplomayı al, o zaman beni tutabilene aşk olsun, işleri büyüteceğim." Bu düşünce beni gaza getirdiğinde hemen heyecanla konuşmaya devam ettim. "Belki mafyatik adamlara falan önerirsin beni. Harbiden şöyle sağlam bir dolandırıcı bulsan referans olur muydun bana?"

Yeşim iki parmağıyla kolumu sıkıştırdığında ahladım, yerimde de acıdan tepinmek zorunda kalmıştım. "Kızım ben iyi taraftayım, dolandırılan adamların avukatı olacağım. Mağdur seviyorum anlamıyor musun?"

Hayretle kalkan kaşlarım eşliğinde ellerimi birbirine çarptım. "Vay be," dedim. "Peki dolandırıcılar mağdur olamaz mı? Dolandırıcı neden dolandırmak zorunda kalmış hiç düşündün mü?"

Yeşim beni dinlemiyor görüntüsüyle elbise bakınsa da kulağının bende olduğunu çok iyi biliyordum. "Halimi görmüyor musun, fakirlikten yiyecek ekmeği zor buluyorum. Kiralar almış başını gitmiş, fakirler yatacak yeri zor buluyor. Zengin iyice zengin oldu, ayrıca bence dolandırıcıların çocukluğuna da inilmeli-"

"Sus." dedi Yeşim. Eliyle ağzımı kapatmış, "Bari bağırmadan konuş gerizekalı, ikimizi de attıracaksın içeriye. Meslek hayatım başlamadan bitecek, abime de maskara olacağım."

Yeşim'in de en büyük bam teli buydu hayatta: abisi.

Belki de ikimizi birbirine yaklaştıran en önemli unsur buydu. Onunla tanıştığımızdan beri enerjimiz hep tutmuştu, birbirimizin geçmişine dahil olduğumuz an ise beş dakikayı bile ayrı geçiremez hale gelmiştik. Geçmişe dair ayrıntıları bilmezdik ama hissettiklerimiz bana hep aynı gelirdi.

"İyi tamam ya," dedim ağzımın üstünden elini çekerek. "Halden anlamıyorsun madem çok konuşma da seç şuradan beğendiğin kıyafeti. Günah çıkartayım diyorum ona bile mani oluyorsun. Zaten bu benim hak ettiğim paraydı, vicdan falan yaptırtacaksın adama."

"Ya kızım, benim üstüm başım var çok şükür. Sen neden kiranı ödemiyorsun? Boş ver şimdi beni." Yeşim beni dinlemez gözükürken bile dinlerdi ama benim bir kulağımdan girer diğerinden çıkardı, işine gelmeyen sözlere karşı alerjisi vardı zihnimin. Bu yüzden ip askılı elbiseyi arkadaşımın üstüne tuttum, gözleri yeşil olduğu için aynı tonlardaki bu seksi parça onu baya ateşli göstermişti.

"Kiramı iki ay sonra öderim, sen dert etme." Askıyı arkadaşımın kafasından geçirdim, büzdüğüm dudaklarımla bir ıslık çaldığımda mekandaki iki üç insanın bakışları bize dönmüştü. "Ulan sen var ya, nesin ya? Mıncıklamak istiyorum her yerini."

Yeşim benim ona olan yükselişlerimden memnuniyet duyardı, yüzüne hemen kocaman bir gülümseyiş yerleştiğinde bize bakanlara döndüm ve elinden tutarak arkadaşımın güzelliğini halka mal ettim. Yeşim bir sanattı ve ben sanat toplum içindir görüşünün en büyük savunucularındandım. Adeta bir Nazım Hikmet, Rıfat Ilgaz ve diğerleriydim. Diğerleri diyordum çünkü sözelde derece yapamamıştım, romantizm akımı bende bu kadardı. "Arkadaşıma bu kıyafet çok yakışmadı mı sizce de?"

Bizim üstümüzde olan üç gözden tabi ki de erkek olan "Baya iyi ama sen de fena değilsin, ikinizin de gideri var," diye yanıt verdiğinde göz devirmiş, Yeşim'e döndükten sonra da "Bunlara da yüz vermeye gelmiyor, iyi ki bir güldük. Dediğine bak, mankafa." diye kızdım. "Sen de çıkar şu askıyı kafandan."

Yeşim az önce bize bakan diğer oğlanlardan biriyle göz göze bakışmaya devam ediyordu, ne beni ne de uyarılarımı dikkate alan vardı. Bu kız da böyleydi, o kadar flörtözdü ki durdura bilene aşk olsun dedirtiyordu. "Ee sen ortayı yaparsan Yeşim de golü atar Aylin, biraz uza da hevesini alsın bari," dedim, reyonların  arasından süzülmüş ve bir kuğu edasıyla kendime de kılık kıyafet bakmıştım.

Yeşim'in öpüşmeden ileriye gidebilen bir ilişkisi olmadığından rahatça arkamı dönüp gidebiliyordum. En yakın arkadaşım bir süre oyalanır, nasıl olsa sarmayınca tıpış tıpış yanıma dönerdi.

"Oha," dedim bir anda gözüme takılan parçayla. "Vay anasını," diyerek kırmızı elbiseye doğru adımlarken gözlerimden neredeyse ışık çıkmıştı.

Fiyatına bakma gereksinimi bile duymadan kabine girdim, dizlerimin bir karış yukarısında biten elbiseyle ayna önünde aşk yaşarken zamanın nasıl geçtiğini bile unutmuştum. Hatta görevlinin "Kabinlerde çok uzun süre kalmayalım," uyarısını duyana kadar dışarı çıkmaya gönlüm de yoktu. İnsanların kapıda sıra olacağını düşünecek kadar zekam çalışmamıştı.

Yüzüme mahcup bir gülümseme yerleştirdim ve "Çok özür dilerim," dedim, bekleyen iki kişiye. "Elbiseye bakarken büyülenmişim de."

Halden anlayan hemcinslerim bana anlayışla gülümsedi. Bugün yirmi bin değil de elli bin kazansaydım deneyecekleri kıyafetleri ısmarlardım ama hayat izin vermiyordu. "Neyse Aylin," dedim. "Şu salak arkadaşını bul."

Mağaza pek büyük olmadığından onu hala bıraktığım yerde, karşısındaki oğlanla flört ederken bulmam yaklaşık iki dakika içerisinde gerçekleşmişti. Bayılıyordum bu kıza, nerede bırakıyorsam oradan da almaya gidiyordum. Bazen de ona bana geliyordu, ideal bir ilişkimiz vardı.

"Yeşim!" dedim yüksek bir tona çıkarak. "Nasıl olmuş?" diye soru sorduğumda arkadaşım kaşlarını şokla kaldırdı ve "O-ha," dedi. "Kırmızı harbiden de senin rengin. Seksi duruyor."

"Bence de," diye heyecanla ellerimi birbirine çarptım ve "Bu gece içkiler de benden," dedim. İşte bonkör olmak böyle bir şeydi, parayı bulduğum an sağa sola saçasım geliyordu.

"Buradan sonra bir yerde otururuz sanmıştım?" diyen çocuk benim varlığımı umursamadan arkadaşıma asılmaya devam ediyordu. "Canım sen en iyisi numaranı ver, elin yüzün düzgün. Temiz bir çocuğa benziyorsun, Yeşim sana döner," deyip olaya müdahale ettim ve Gökalp'i daha fazla bekletmemek adına aradaki etkileşimi hızlandırmaya çalıştım. Ayrıca gerçekten de çocuk zararsız bir tipe benziyordu.

"Olur?" diyen çocuk arkadaşıma baktı, Yeşim'in onayını aldıktan sonra da birbirlerine numaralarını vermişlerdi. "O zaman sen bana yazarsın Yeşim, ikinizle de tanıştığıma çok memnun oldum. Görüşürüz sonra."

"Şu erkekleri kullanmaktan bıkmadın ama bu sefer ki iyi birine benziyor gibi geldi bana. En azından dördüncü buluşmaya kadar şans verilebilir?" Arkadaşım söylediğime kafasını iki yana sallayarak cevap verdi. "Üç buluşmadan sonra erkeklerin muhabbeti beni açmıyor. Ayrıca hep onlar mı konuşup konuşup bırakacak, biraz da biz gönül eğlendirelim?" 

Yeşim bunları söylerken tam bir yolluydu ama ona bu tavırlar o kadar çok yakışıyordu ki o yoldan benim bile yürüyesim geliyordu.

"Sana düşmemek elde değil gerçekten, erkek olsam kesin kendimi kullandırırdım," dedim ve ona uygun bir elbise arayışına girdim. "Senin bende gözün var ben diyorum," dedi Yeşim, eh biraz haklıydı. "Bana mavi bir elbise mi alsaydık ya?"

Onun söylediğini kesinlikle reddettim ve "Olmaz," dedim. "Yeşil senin rengin, mavi Gökalp'e ait."

Yeşim söylediğimi onayladı, "Fakir halin de baya iyi ama zengin versiyonuna ömür verilir be Aylin. Sana söz, müvekkillerimden sağlam bir dolandırıcıyı gözüme kestirirsem kesin sana referans olacağım."

Arkadaşımın söylediğine güldüm, o da bana katılmış ve mağazanın içinde aptal aptal güldükten sonra kendine güzelinden yeşil bir elbise bulmuştu. Kendi işimizi hallettikten sonra da yine aynı mağazanın erkek reyonundan Gökalp'e güzel bir gömlek almıştık.

Üstümüzdeki elbiselerle ödemeyi yapıp, etiketlerden kurtulduk. Zenginliğin şanındandır diyerek bize bir taksi çevirmeyi ihmal etmemiş, muhtemelen beklemekten ağaç olan arkadaşımızın yanına buluşma saatinden bir saat daha geç gelmiştik. Neyseki Gökalp bizim huyumuzu üç yılda iyice sindirmişti de tam saatinde değil, bizden yaklaşık on dakika önce gelmeyi becerebilmişti.

"Siz bu beni bekletme işini iyice abarttınız-" deyip başka şeyler de demek üzereydi ki üstümüzdeki mevsimlik ceketleri çıkartır çıkartmaz şokun etkisiyle lafını unuttu. Gözleri Yeşim'den bana kaydığı an baştan aşağıya süzdü ve elimin üstüne dudaklarını bastırdıktan sonra beni kendi çevremde döndürdü. "Sizinle arkadaş olduğuma çok pişmanım ama bu toptan da dönemiyorum, güzelliğiniz aklımı alıyor."

Benim elimi bıraktı, aynısını Yeşim'e de yaptığında arkadaşım gülmüş ve onun yanağına dudaklarını bastırdıktan sonra "Kötü başladım ama iyi topladın, bir sürprizi hak ettin," diyerek ona aldığımız hediyeyi uzatmıştı.

"Tüm bunlar yanımıza yakış diye. Yoksa kendine sakın bir pay çıkartma." Konuşmam, ardından da göz kırpmam peşi sıra gelmişti. Gökalp "Bu sefer ne kadar vurdun? Yirmi mi otuz mu?" diye sorduğunda "Nasıl da tanıyor beni," dedim Yeşim'i dürterek. O da "Yapışık üçüz gibi yaşıyoruz, bir zahmet tanısın," dedi. "Gerçekten de arkadaşlar, biraz mesafe koyma zamanı gelmedi mi sizce de?"

Gökalp benim cevabıma karşılık elini saçlarımın üstüne koydu, tam karıştıracakken "Sakın," demiş ve güzelliğime zeval getirmesini engellemiştim. "Git de üstünü değiş."

Gökalp "Eyvallah, ben gelene kadar sipariş verirseniz her zamankinden yiyeceğim, bekletmeyin adamları boşuna," dedi, yanımızdan ayrıldığı anda Yeşim hiç beklemeden söze girmişti. "Mağazadaki çocuk yazar mı sence, yoksa ben mi yazayım ilk?" Kendi kendine ofladı. "Hiç de sevmiyorum bu muhabbetleri, yazdı mı yazacak mı, bayıyor beni."

"Şu erkekleri bir salsan daha eğlenceli bir hayatın olacak ama huyundan vazgeçmiyorsun." Yeşim benim konuşmamı ilgiyle dinlerken bir anda esnedi ve "Evet evet öyledir Aylin," dedi. "Sen birini bulup gönlünü bir eğlendirmeye başla göreceğim seni."

Arkadaşının söylediğine güldüm, "Etrafta beni hak edecek bir erkek göremiyorum," derken de oldukça ciddiydim ya da kendimi kandırıyordum. Amaan.

"Orası doğru bak, seni tavlayabilmek için ya çok zengin olması lazım o erkeğin ya da fazla akıllı." Arkadaşım benimle alakalı gözlemlerini yapıyordu ediyordu da keşke faaliyete geçmeme yardımcı da olsaydı. Ben de biliyordum bunları, neredeydi bu erkekler orası meçhuldü. "İkisi birden olamıyor mu?"

"Eh be Aylin ya, gözün doysun." Garsonun getirdiği mezeleri açlıkla süzdüm ama Yeşim konuşmayı henüz bitirmemişti. "Öyle biri olsa senden önce kaparım, baştan diyeyim."

"Bana gözün doysun diyene bak, al paşam. Asıl senin gözün doysun, tüm erkekleri al." Yeşim söylediğime sesli bir şekilde güldü, "Yok ben gerçekten iyi değilim, çocuktan etkilendim mi nedir aklım orada kaldı. Bir yükseldim sanki."

Yeşim'in söylediğini onayladım, "Geliyor bizim yakışıklı," diyerek de kafamla mavi gömlekli Gökalp'i işaret ettim. Harbiden de ten rengine çok yakışmıştı. "Ben düştüm galiba biraz."

"Şşş," dedi bana cevap veren Gökalp, "Beni de yükseltme başımıza bela almayalım. Ben seninle uğraşamam."

Aman aman, onun uğraşmasına da ihtiyacım vardı sanki. "Sen bana gerçekten kurban ol." Yeşim eğlendiğini belli eden bir ifadeyle "Benimle uğraşır mıydın bakalım yakışıklı?" ona sataştığında, anında yüzünü buruşturdu. "Tövbeler olsun, Aylin ile zaten uğraşılmıyor, bir de onun avukat versiyonunu mu başıma saracağım?" Kulağını çekip elini masaya vurdu. "Evlerden ırak, götümdeki donu bile alırsın sen benim."

"Sen bize kurban ol," diye düzelttim bu sefer de, Yeşim ise hiç alınmamış gibi sorularına devam etti. "Birimizden birini seçmek zorundasın Gökalp Tanin, kıvırma."

"Bugün sen bir daha hoş olmuşsun, bugün seni yarın Aylin'i alsam?"

"Abart biraz daha," diyen Yeşim'i dikkate almayarak "Yeşil senin rengin diyorum sana. Normalde depremsen bu renkle tsunami oluyorsun, o kadar." dedim.

Gökalp söylediğime güldü, Yeşim "Bu nasıl bir benzetme ya?" diye isyan ederken, o ise çok farklı bir noktaya dönmüştü yine.  "Bırak şimdi depremi tsunamiyi, sen ne kadar verdin bunlara, kiranı ödedin mi ki?"

"Offfff," diye bir nida attım. Gerçekten taktı mı takıyorlardı. "Alt tarafı kiramı iki ay geciktirdim, boş verin artık. Benim Hüseyin Amca halden anlıyor, temiz adam. Geçen sefer dört ay ödememiştim, bir şey demedi. Yine demez. Bırakın da kendimi iki üç ayda bir zengin hissedeyim."

Gökalp ve Yeşim benim para tutkumu bilirdi, bu yüzden ikisi de sesini çıkartmamayı tercih etti. Zaten birkaç dakika sonra verdiğimiz siparişler tüm dikkatleri yemeğe odaklamıştı. "Vayy," dedi Gökalp, "Eski günlere gönderme de yapmışsınız."

Bu üçlü Erasmus'a da birlikte gitmişti, aynı evde de kalmıştı. Tabii ki arada bir eskiyi yad edecektik. "En sevdiğimiz."

"Bizim sevdiğimiz ama senin hiç sevmediğin?" Yeşim beni düzeltti, "Bunu yedikten sonra iki gün hastanede yatmıştın Aylin, hatırlatırım."

Harbiden de öyle olmuştu. "Olsun, ahtapot falan ama anısı var. Bakın üçümüz de sırıtıyoruz?"

Bu farkındalığı onlara verdiğim andan itibaren üçümüz de aptal gibi sırıtmaya devam ettik. Gökalp neredeyse ahtapotun gözüne kadar yiyecek açlıkta olduğundan genel olarak ona bakmamaya çalışıyordum. Bir tiksinti yaşamak, ardından da iki yıl önceki gibi hasta olup yataklara düşmek asla istediğim bir şey değildi.

Keza öyle de yaptım, bütün bir geceyi eve dönene kadar sırıtarak geçirmiş, çakır keyif olacak kadar içtikten sonra da arkadaşlarım tarafından evime bırakılmıştım.

Onların evi birbirlerine yakındı, bu yüzden her zaman öncelik bendim. Beni binanın önüne bıraktıkları an teletabileri andıracak tatlılıkta kol kola girer, yokuştan aşağıya doğru yardırırlardı. Şimdi olduğu gibi ben de arkalarından bakar, onları bulduğum için şükreder, sonra da evime girerdim.

"Cebimde on liram var, ne yapsam bilmiyorumm," diye mırıldandım kapının kilidini açarken, aslında yaklaşık on bin küsürüm falan kalmıştı ama Taylan Kaya ağız alışkanlığıydı benim evcil hayvanlarım sevdiğinden. "Güzeltepe yolunda torrrbacı bekliyorum, ben kendimi içerek teselli ediyorum. Değmezmiş hiçbir şeye ben kendimi mahvediyorum."

Derin bir iç çektim, üstümdeki ceketi vestiyere astım ve biraz tökezleyerek yatak odamı zorla da olsa buldum. İçki içme gibi bir düşkünlüğüm yoktu ama insan arada bir özlüyordu. Özellikle parası varken iyice bir tatlı geliyordu insana.

Birkaç dakika etrafa kahve içip biraz ayılsam mı yoksa direkt uyusam mı ikileminde kalarak baktım, üstümü değiştirmek ve pijamalarımı giymek bile zor geldiği için "Aman kahve de eksik kalsın," demiş ve kendimi kaldırıp yatağımın üstüne atmıştım. Yüzümdeki makyajı silmekten dahi acizdim, acaba gerçek zenginler ne olursa olsun cilt bakımına önem vererek mi yatağa giriyorlar diye de zihnimin içinde evcil hayvanlarımla münakaşa ediyordum.

Tilkilerim ve ben ne kadar süre zihnimin içinde sohbet ettik bilmiyorum, bir yanım anca on dakika ettiniz diye beni dürtse de dış kapının çalmasıyla sanki saatlerce uyumuşum gibi bir anda gözlerimi açtım. "Kim bu münasebetsiz gece gece?"

Elimle gözlerimi ovuşturdum, belki üst komşum Makbule Teyze'nin yakışıklı oğullarından biri askerden gelmiştir ve zile yanlışlıkla basmıştır diye tahmin yürüttüğümden üçüncü kez çalana kadar da yatağımdan kalkmadım.

Artık zili çalmak yerine kapıma yumruk yapılarak vurulmaya başladığı için yürütecek bir tahminim ne yazık ki kalmamıştı. Sizin gibi insanların soyu tükensin ya, dağ ayıları. Kapım kırıldı resmen, öküz oğlu öküz. "Patlama geldim!"

Benim bağırmamla zile basılma kesilmişti, yaklaşık bir dakika sonra da karşımda görmeyi tahmin bile edemeyeceğim bir afetle yüz yüzeydim. Vay anasını bacısını, bu çocuk Makbule Teyzenin oğluysa harbiden gece gece olay çıkardı. Konum ise muhtemelen yatak odam olurdu.

Dalyan gibi çocuk doğurmuştu kadın; uzun bir boy, heybetli omuz, koyu kahve saçlar ve bana konuşmayı unutturacak kadar güzel olan gözler. Karşına al, saatlerce bak. Öyle bir adamdı. "Buyurun?"

Muhtemelen Makbuş Teyzemin oğlu olan adam tek gözünü kıstı, bakışları sadece benim gözlerimdeydi. Biraz sinirli gözükse de aldırmamaya çalışıyordum, sonuçta sınır dışında görev yapan adamlardı bunlar. Biraz anlayış göstermek gerekiyordu. "Arıcıkadir sen misin?"

Destek aldığım kapıya daha çok yaslandım, uzun zamandır görseline bu kadar net düştüğüm biri olmadığından duyduğumu algılama sürem düşmüştü. "Yok ben Aylin."

Karşımdaki çocuk tek kaşını kaldırdı, "Pekala şöyle sorayım, yirmi binimi yürüten dolandırıcı sen misin?"

"Saffet.16?" dedim amatörce, sonra da ne dediğimi fark etmiş, gözlerim büyürken kapıyı kapatmak için yeltenmiştim. Yeltenmiştim yeltenmesine de karşımdaki öve öve bitiremediğim adamın da eli armut toplamamıştı. Bu nasıl bir güçtü kardeşim, resmen tek eliyle azıcık itmiş, tutmaya çalıştığım kapı da duvara değmişti.

Hemen ellerimi suçlu gibi iki yana kaldırdım, "Tamam, bir yanlış anlaşılma var galiba Saffet Bey, zorluk çıkartmayacağım. Buyurun konu neydi acaba?"

"Konu şu," dedi karşımdaki adam, "Beni dolandırdın."

Hızla açılıp kapanan gözlerimle karşımdaki adama baktım, az önce ne kadar büyülendiysem şimdi de bir o kadar nefret etmiştim. Resmen tüm yakışıklılığı gözümde uçup gitmişti. "Öyle bir şeyin mümkünatı yok, ben kimseyi dolandırmam. Bir yanlışlık olmuştur."

Karşımdaki adam gözlerini benimkilerden çekti, koridordan görebildiği kadar evime göz atmış sonra da alaycı bir gülüşle "Paramı istiyorum, zorluk çıkartırsan derdini polise anlatırsın." dedi.

Ay gerçekten inanamıyordum, pes ki ne pesti.

"Demek böyle böyle zengin oluyorsunuz," dedim, madem foyam ortaya çıkmıştı, bu saatten sonra susamazdım. "Hiç utanmıyorsun değil mi gecenin ikisinde kapımı yumruklamaya?" Kollarımı göğsümde birleştirmiş, tiksinir bir tonlamayla da  tekrar konuşmuştum. "Ya hesabında seksen milyon, üç yüz yirmi iki bin dokuz yüz on altı lira para vardı. Yemedin içmedin yirmi bin lira için kapıma mı dayandın?"

Ben böyle açgözlülük görmemiştim hayatımda, çaldığım yirmi binin beş bini hesaptan gitse onu bile fark etmezdim. Adam sekiz haneli parasının kuruş kuruş hesabını tutuyordu.

Kapıda dikelen adam ciddi misin der gibi yüzüme baktı, dudaklarına siniri bozulmuş bir gülümseme yerleştiğinde yok bu çocuğun her türlü gideri var, kendini kandırma şimdi diyen bir iç ses duymuştum. "Sen hasta mısın?"

Kafamı sağa sola salladım, "Turp gibiyim," dediğim an, o ise "Belli," demişti. Saniyeler sonra da sıkılmış edasıyla oflamış, "Hadi, saatlerce burada dikilemem küçük dolandırıcı. Paramı ver." diyerek gözleriyle vestiyerde asılı duran çantamı işaret etmişti.

"Yalnız benim sizin için yaptığım iş zaten yirmi bin ediyor, hakkım olanı aldım bir kere. Buna dolandırıcılık bile denemez. Dolandırıcı adam yüz bin de çekerdi."  Sokrates'in savunmasından hallice bir savunma yaptım, fakat Saffet Bey ikna olmuşa benzemiyordu. "Bin liralık teklifi kabul etmeseydin o zaman."

"Hadi ya?" dedim ve güldüm. "Sen de aklını kullansaydın da dolandırılmasay-" diyemeden bana öyle bir baktı ki, burada beni kesip doğrasa kimsenin haberi bile olmaz düşüncesiyle çenemi kestim. Bu benim için bir ilkti, daha önce bakışlarıyla beni susturabilen biriyle hiç tanışmamıştım. "Tam kırk bin," dedi karşımdaki adam, "Hesabımda göreceğim."

"Kırk mı?" diye sordum, bir anda tüm dengem şaşmıştı. "Ben yirmi bin dolandırdım yalnız, bir yanlışlık olmasın."

Adam "Öyle mi?" dedi, sonra da gülüp omzunu kapının pervazına yasladı. "Benim zararım kırk bin ama, onu ne yapacağız?"

"Ohooo," dedim bir anda yükselerek. "Ticari işlerde basiretli iş adamı gibi davranmak lazım, o senin beceriksizliğin."

"Aylin Gökmen," dedi adımın üstüne bastırarak, soyadıma kadar bildiğini şu an öğrendiğim için az önceki isim verme amatörlüğümün vicdan azabı an itibariyle yok olmuştu. Onun yerini farklı duygular almıştı: Adımı, soyadımı hatta oturduğum adresi dahi bilen birinin verdiği korku.

Ben bu duyguya alışıktım, alışık olmadığım kısmı abim dışındaki birinin içimdeki bu duyguları alevlemesiydi. "Ya ben yarına kadar hesabımda kırk bin lira görürüm ya da sen şirketimin ne kadar davası varsa hepsinde kendini şüpheli olarak görürsün."

Beni gerçekten korkutmaya mı çalışıyordu bilmiyorum, belki de blöf atıyordu emin değilim. Yine blöfse de almış ve kabul etmiştim. Benim inanmama lüksüm ve kendimi riske atma rahatlığım yoktu. "Otuz bin?"

Karşımdaki adam gözümün tam içine baktı, "Kırk bin," diye yineleyip arkasını döndüğünde içimden onun anasına kadar küfür etmiş, iyice aşağı indiğinde ise "Tefeci!" diye bağırıp kapıyı kapatmıştım.

Böyle işin gelmişini geçmişini sikmek istiyordum gerçekten, dolandırdığı adamın tefeci çıkması anca benim gibi bahtsızların başına gelirdi.

"Ben nereden bulacağım şimdi o kadar parayı?"

...

Yok, zenginlik bana haramdı.

O kadar farkındaydım ki bu durumun evren bile bana senin paran olamaz, sürünmeye mahkumsun temalı mesajlarını hiç acımadan göndermeye başlamıştı.

Kapının karşısındaki ev sahibime bakarken yaşadığım geceyi düşündüm, uyandığımda her şeyin bir rüya olmasını dahi dileyememiştim. Bir gram gözüme uyku girmemişti, uyumayan insan keşke rüya görüp uyansaydım hayalini ne yazık ki kuramıyordu.

Tüm gecemi tefeci adamın kırk bin lirasını nasıl bulurum, nereden denkleştiririm düşünceleri ile koyun koyuna yatarak geçirmiştim. Blöf yaptığını düşünmek, birkaç düşüncemi bununla tasdiklemek gibi yersiz girişimlerin içine de girmiştim. Ama blöf yapan adam böyle olmazdı. O kadar paranın içinde yirmi bini fark eden elemandan korkardım ben, kuruşu için savaş verirdi böyleleri.

Hadi onu anlıyordum, manyağın birine denk gelmiştim de benim ev sahibim Hüseyin Amcaya ne oluyordu? Kira lafının adını ağzına almayan adam sabah şakası gibi kapıya dayanmış, bir yumruk da o vurarak beni koyun koyuna yattığım düşüncelerden tekme tokat ayırmıştı. "Hüseyin Amca, yapma gözünü seveyim. Ne oldu bir anda ben anlamadım, insan bir uyarı falan gönderir. Nasıl çıkartıp vereyim sana iki ayın kirasını?"

Hayır adamın kirayı istemesi hakkıydı, ben ona asla kızmıyordum. Benim kızdığım ne dürtmüştü de kiranın lafını etmeyen adam bir anda uyanır uyanmaz kapıma dayanmıştı?. Gece biz içerken ülkede ekonomik kriz mi çıkmıştı, darbe mi olmuştu, ne olmuştu bu insanlara?

"Ben bilmem Aylin kızım, bu bir değil iki değil. Ben de yaşlı başlı adamım, her ay senin peşinde koşamam." Eteğimizdeki taşları dökme günü müydü bugün, biri bana büyü mü yapmıştı, ritüellere kurban mı gitmiştim? "Tamam Hüseyin Amca, ben vermeyeceğim demiyorum ki. Biraz müsaade et söz bir iki kiranı aynı anda yatıracağım."

"Yapma Aylin," dedi Hüseyin Amca, bir anda da sinirlenmişti. Tansiyon problemi olduğunu bildiğimden üstüne gitmedim, "Limonlu su getireyim mi?" derken de oldukça samimiydim. "Benden sana üç gün süre, on bin liramı getir. Getiremiyorsan da evimden çık."

"Üç gün mü?" dedim, sesim istemsizce yüksek çıkmıştı. "İstersen üç saat verseydin Hüseyin Amca. Olmaz böyle bak, benim de hukuki haklarım var. Sen zararlı çıkarsın."

Arkadaşım hukuk okuyor bak görürsün dememek için kendimi zor tutuyordum. Yeşim'in bir an önce meslek hayatına atılması gerekiyordu, yoksa benim iş nanaydı. Dosyama bir gecede dolandırıcılık eklemekle yetinmemiş, bu sabah da tansiyonunu çıkartarak hastanelik edeceğim bir ev sahibine mahkemede limonlu su ikram edecek pozisyona düşmüştüm.

"İstediğin yola git Aylin, benim son diyeceklerim bu kızım. Hadi hayırlar ola."

"Ama bu evde benden başkası oturmaz bak diyeyim," diye peşinden bağırdım, tabii ki de duymazlıktan gelineceğini biliyordum.

Kapıyı kapattım ve sırtımı yasladım.

Kurduğum düzen parça parça dağılıp çevreye saçılmış gibi bir hisle iç çektim. Her yer derli topluydu, bir o kadar da değildi. Etraf temizdi, her şey yerli yerindeydi, dağınık hiçbir şey yoktu.

Yine de her yer her yerdeydi, benim ise toplamaya nereden başlayacağım hakkında hiçbir fikrim yoktu.

...

Oy vermeyi unutmayın bebekler
♥️♥️

Cumartesi akşamı görüşürüz

Continue Reading

You'll Also Like

1M 58.4K 25
"Benim adım yok Narin, gölgem yok, ayak izim yok." dedi umutsuzca. "Olsun!" dedim omuz silkerek. Onun aksine umarsız çıkıyordu sesim. "Adını dilim...
33.4M 1.9M 39
Yaşıyorduk, işkence çekiyorduk, idam ediliyorduk, köle gibi çalıştırılıyorduk, susuyorduk, çığlık atıyorduk ama hepsinin sonunda sesli ya da sessiz b...
445K 23.4K 51
Her sonun başlangıcı olduğu gibi, benim de biten sonumun başlangıcıydı bu olay... Şans verip, okumadan geçmee:) Hikayedeki karakterler ve ismi geçen...
GELECEK By VeraHare

General Fiction

150K 7.5K 17
Tüp bebek merkezinde tüplerin karışması sonucu kocası yerine hiç tanımadığı bir adamdan hamile kalmıştı Mahru. #1İhanet/24.5.2024 #1Mahru/24.5.2024 #...