DİP: ACININ KRALLIĞI

By Elyios

15K 1.7K 3.3K

*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin... More

1
2
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20/1
20/2
21/1
21/2
21/3
22/1
22/2
23/1
23/2

3

674 79 40
By Elyios

Aylin Gökmen'den

"Mağaranın en derin yeri."
-2017

Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı.

Herkesin güçsüz gördüğü o beceriksizden bir kahraman doğardı. Çıktığı yolda kapılar ona açılır, onun yerine tercih edilen tüm o güçlü ama kötü kişiler birer birer düşerdi. Budala belki gerektiği kadar kurnaz değildi ama zekiydi, takdir edilmese de oradaydı; elinden geleni ardına koymama sırası gelene kadar hor görülen olsa da, her zaman hikayenin içindeydi.

Çünkü güçlü olan değil, yolu tamamlayan kahraman olurdu.

Adımlarım bir saniye bile duraksamazken önüme çıkan sokaktan sağa döndüm. Ne bir tereddüt vardı içimde, ne de bir acıma. Birkaç yıl önce oturduğum kafedeydi gözüm, dışarıdaki sandalyelerden birinde oturuyordum ve karşımdaki kadını dinliyordum. Söyledikleri istemsizce aklıma kazınıyordu.

Elindeki desteyi karıştırırken gözlerimin içine bakıyordu. İçinde yanan bir ateş var, diyordu daha kartlar önümüze serilmemişken. Mavi gözlerindeki ürkütücü ifade ondan kaçma isteği doğursa da oturmaya devam ediyordum. Sönecek, bazı yerlerde ateş yanmaz, bazı kaderlerin zaferi olmaz.

Kartlar önüme seriliyordu tek tek, aralarından üç tane seçip kadına bakıyordum. Gözü tek bir kartta, kalender bir gülümseme ile 'Joker,' demişti bana. Önümdeki karta uzun tırnaklarını birkaç kez vuruyordu. Kartlar buradan başlar, aciz bir budalanın yola çıkmasıyla.

Acizliğim sanki fiziksel bir özellikmiş gibi saklamak istedim, kollarımı göğsümde bağladım. Kadının buz mavisi gözleri asla gözlerimden ayrılmıyor, kelimeler dudaklarından dökülmeden önce dikkatle beni inceliyordu. Tüm kartları dolanır, kendi evini bulur. Ama bu onun bir budala olduğu gerçeğini değiştirmez, acemi ve aciz. Kartlar jokerden başlar, sıfırdan.

Elim istemsizce sağımda kalan karta gitti, bir heybesi vardı ve ayağa dolanan yılana rağmen gökyüzüne bakıyordu figür. Bir süre öylece izledim, bir yerlerden tanıdıktı bu acemilik. Hiçbir şey bilmiyorsun ama öğreneceksin, içinde yanan ateşin sönüşünü de izleyeceksin. Çünkü sıra sana da gelecek, hep gelir.

Gülümsedim istemsizce, hatırladığım ses dahi adımlarımı geriye götürmüyor, attığım her adım bir sonrakini atmak için cesaret veriyordu. Yüz yüze gelmekten kaçındığım bir savaştı bu, uyandığım evde adım sesleri tamamen kesilene kadar sessizce beklediğim, yatağımdan çıkarken kimseyle yüz yüze gelmediğim bir mücadele.

İnsan evinin içindeki düşmanlara karşı böyleydi: kaçak göçek ve korkak.

Yine de bugün cesur olma günüydü, saat dörde yaklaşırken adımlarım hızlandı, vazgeçme diye bir seçenek yoktu. Belki de ben öyle sanıyordum, insan girdiği yerin karanlığında neyin kendini beklediğini göremiyor, kalbini kasan korkuya belirsizliği hafifleterek direniyordu.

Korkacak bir şey yok, arka arkaya sıraladığım tek cümleydi.

Her zaman geçtiğim yolları daha hızlı adımlarla geçerken elim ceketimin cebine gitti, ufak hafıza kartını buldum ve avucumun içine aldım. Bu benim bu hayattaki tüm amacımdı, intikamım ve geliş nedenim.

Kahramanın geçmesi gereken yol.

O an bilmiyordum, geçtiğimiz tüm köprüler yanıyor, geriye dönmek istediğin zaman adım atacak bir yol bile bulamıyordun. Ama öğrenecektim çünkü bir kere başlamıştım, en büyük düşmanımla yüzleşmeden bu inden çıkamazdım. Uyuyan devi uyandırmış, ona yem olmak üzere kanımın kokusunun etrafı sarmasına izin vermiştim.

Kurban olmak o an umrumda değildi çünkü ilk değildim, eğer beklemeye devam edersem son da olmayacaktım.

Bundan birkaç sene önce, fark ettiğim o gerçek, şimdi tam karşımdaydı. Toprağı eşerken tırnağıma dolan kumda, bağırırken yanan boğazımdaydı. Bir katilin nefesi oradaydı, benim evimin içinde, elimi uzatsam tutacağım kadar yakınımda; yan odamdaydı.

Elimin altındaki hafıza kartında ise görüntüleri vardı, avucumun içinde onu parmaklıklar ardına tıkacak o anları tutuyordum. Bugünün hayaliyle topladığım onca kanıt, çektiğim görüntü, bir katili ele vermek için gösterdiğim tüm çaba. Tam da avucumun içindeydi, bir an bu bana öyle güçlü hissettirdi ki, tüm gerginliğe rağmen gülümsedim.

Bir zavallının gülüşüydü bu, kendini çoban sanarken sürüden ayrılmak üzere olan bir kuzunun saflığıydı, kurt dişlerini boğazına geçirmek üzereydi ama habersizdi. Kendi hikayemin budalası bu yüzden bendim, beceriksizi, güçlü düşene kadar ihtiyaç duyulmayanı.

Değişecek sanmıştım, adımlarımı yalnızca buna atıyordum.

Önüne geldiğim büyük binaya kısaca göz atıp kapıya yöneldim. Büyük merdivenleri çıkmış, içeri girecekken üstümü aramalarına izin vermiş, neden geldiğimi açıklama girişiminde bulunan birkaç cümle kurmuştum. Sonunda da bir odadaydım, sehpanın üzerinde bulanık görünen bir çay, karşımda da üniformasının içinde heybetli bir komiser vardı.

"Daha iyi misiniz hanımefendi?"

Kafamı olumlu anlamda sallayıp derin bir nefes aldım, avucumun içindeki hafıza kartını döndürüp duruyordum ama ağzımdan tek kelime çıkmıyordu. Şimdi suskunluğun sırası mıydı? Pek değil gibi duruyordu.

Yine de bir süre daha sustum, tırnaklarım tenime battı. Yuttuklarım midemi bulandırdı, sarsılan bedenimle birlikte dudaklarımdan sadece bir cümle döküldü.

"Abimi ihbar etmek istiyorum."

Karşımdaki adam baştan aşağı beni süzdü, birbirine kenetlediğim ellerimde bir süre gözleri oyalandı. "Aile içi şiddet mi?" diye sorduğunda, boğazımı tıkayan hisle nefesim kesilir gibi oldu ama hızla "Hayır," cevabını verdim.

Zemin ıslaktı, girdiğim karanlıkta korkunç sesler duyuyordum, yine de durmadım. Yürümeye devam ettim çünkü şeytanın inindeydim. Ya şeytan ile yüzleşecektim ya da hiç görmediği bir düşman olarak onu yok edecektim.

"Bir cinayet işlediğine tanık oldum."

Bir cümle ile aile denilen kavramı arkamda bıraktım. Zaten çok da o çemberin içinde değildim, hiçbir zaman olamamıştım ama şimdi, bir daha hiçbir zaman o halkanın içinde olma fırsatım olmadığının bilincinde, kalbimde buruk bir hisle konuşmaya devam ettim.

"Kanıtlar," dedim avucumdaki hafıza kartını masaya bırakarak. Küçücük bir bellekti elimden çıkan, sanki dünyanın tüm yükünü omzumdan indirmiş gibi hafiflemiş, rahatlamış bir tebessümün suratıma yerleşmesine izin vermiştim. "Abinizin adı neydi?"

"Semih Gökmen."

Önündeki bilgisayara yöneldi, ben ise ne yapacağımı bilemeyerek etrafta gözlerimi gezdirdim. Klavyenin tıkırtılarını duyuyordum, karşımdaki adamın eli fareye gittiğinde yutkundum. Başka bir şeyler daha sorması gerekmiyor muydu, bir cinayet ihbarında bulunmak bu kadar basit miydi?

"İsminiz?" diye sordu bu sefer de, "Aylin Gökmen," dedim hızlıca. Terlemeye başlayan avuçlarımı kotuma silmiş, pürüzlü çıkan sesimi boğazımı temizleyerek düzeltmeye çalışmıştım. Karşımdaki adam koyu gözlerini suratıma dikti ve daha sonra da masanın üstünde duran belleğe uzandı. "Kanıtları nasıl elde ettiniz?"

"Şüphe-" demiştim kısık bir sesle, daha sonra da kendimi toplayıp devam ettim. "Şüphe etmiştim, uzun süredir takip ediyordum. Yazılım bilgim var, bazı şeylere de gizlice ulaştım."

"Anlıyorum," dedi ilk önce, sonra da gülümseyen yüzüyle kapıyı işaret etti. "Görüntüleri inceleyip size tekrar ulaşalım Aylin Hanım, akşam oluyor. Sistemde kayıtlı adresinizde mi ikamet ediyorsunuz?"

"Evet ama," Etrafta gözlerimi gezdirdim bir süre, daha sonra da gözüm komiserin elinde tuttuğu hafıza kartına kaydı. "Bilgilerim saklı kalacak değil mi?"

Korkak bir cesur, diye alay etti içimdeki ses benimle. Tek kelime duvarlara çarptı, yankılandıkça yankılandı. Korkak dedi yankı bana, defalarca, susmadan.

"Elbette."

Cevap ile birlikte ayağa kalktım, kafa selamı vermiş ve binayı terk ederken gerimde görkemli bir zafer bıraktığımı sanmıştım. Omuzlarım hiç olmadığı kadar dik, midemi çalkalayan his ise ilk defa uzaktı. Gecelerce uykusuz kalmış birinin yorgunluğu çöktü bir an üstüme, gözlerim sanki kapanmak istedi, kuytu bir köşede uyumak için çevreyi bile taradı.

Ama görmem gerekenler vardı, zafer sadece kağıt üstünde kalamazdı.

Ben o bileklere geçmiş kelepçeleri görecektim, söz verdiğim gibi, dünyada gördüğüm en son şey olsa bile yapacaktım. Eve gidecektim, sessizce bir duvarın arkasında bekleyecek, kapıya dayanan polislere yalvaran abimi izleyecektim. Sonra geçecekti, nefes almaya devam edebilecektim, gördüğüm dipten çıkacaktım.

Sarsak adımlarım doğduğumdan beri kaldığım yeri ezbere biliyordu, yönlendirmeye ihtiyaç olmadan beni o tarafa götürmelerine bir itirazım yoktu. Kaşınan avuç içlerimi birbirine sürttüm, bitmiş miydi şimdi? Hayır, asıl mahalleden uzaklaşan ekip arabasını görünce bitecekti. Yarım bir zafer, hiçbir şeydi.

Huzurla uyuduğu geceye zehir olacaktım, bundan sonra hiçbir geceyi de kesintisiz bir uykuyla geçiremeyecekti.

Saatler ilerledi, eve en uzak yolları dolandım, kendimi mahalleye yaklaşmışken bulduğumda hava kararmış, evlerin ışıkları yanmaya başlamıştı.

Sokağa girdiğim anda ilk defa aldım o zehirli kokuyu, burnuma kül olan şeylerin geride bıraktığı o dumanın boğucu havası doldu. Umursamadan adımlarımı devam ettirdim, zihnim ihtimaller üretiyordu ama gördüğüm, en son aklına gelecek olan olabilirdi.

Alevler yükselen yer, benim evimdi.

Adımlarım duraksadı, şokla gözlerimi birkaç kere açıp kapattım. Bir duvar dibine sığınmış, ilerideki kalabalığın beni göremeyeceği bir konumda alevleri izliyordum. Kızıllık yayılıyor, yer yer kara dumanın karışmasıyla da dağılıyordu. Gözlerimin önünde bu yaşıma kadar kaldığım oda yanıyordu, taktığım çanta, giderim belki diye aldığım gençlik festivali bileti, teslim edeceğim performans ödevi, sarılıp uyuduğum yorganım, kılıfını her gün değiştirdiğim yastığım.

Bana ait her şey kül oluyordu.

O tarafa yönelir gibi oldum, bir adım attım ve duvarın korumasından çıktım. Elimde tuttuğum telefonu öyle çok sıkıyordum ki gücüm yetse parçalayacaktım, ona tutunarak bir adım daha atmak istedim ama duyduğum melodi ile gözlerim ekrana döndü.

Bu son şansın, bir daha böyle bir şeye kalkışırsan, senin evde olduğun bir saati seçerim.

Mağaranın en derin yeri.

En büyük düşmanla karşılaştığım o an.

Elimde bir kılıç var sanarken ellerimi boşa salladığımı anladığım, asıl bana doğrultulan korkunç bir pençenin varlığıyla karşılaştığım saniyeler.

Öyle büyük bir dehşet, öyle büyük bir korkuydu ki hissettiğim, az önce ileriye doğru yönelen adımlarım bu sefer gerilemiş, kalbim göğüs kafesimden çıkmak için kapıları zorlar hale gelmişti. Ellerinde kelepçeyle hayal ettiğim abim beni bir mağaraya kapatmış, duvarlarda yankılanan kahkaha ile baş başa bırakmıştı.

Beceriksiz diyordu ses, budala.

Girdiğim tek savaş vardı, savaşmak istediğim tek bir düşman, almak istediğim tek bir zafer.

Hepsi gözümün önünde kül oluyordu. Gecelerce başında durduğum bilgisayarım yanıyordu belki, o bilgisayarda tuttuğum fotoğraflar kaybolup gitmişti. Elde etmek istediğim şeyler o kadar büyüktü ki gözlerim kördü, ellerim boşken daha iyi anlıyordum. Hiçbir şey kalmamıştı geriye, benden beni var eden her şey alınmıştı. Geri mi dönmeliydim yoksa ileri mi gitmeliydim, ne tarafa dönsem yaşamaya devam ederdim?

Birçok soru vardı, hepsinin de sonu cevapsızlıktı. Mağrur bir komutan gibi omuzları dik çıkmak isterdim bu savaş meydanından, elimden gelen kan revan içinde kalmış bedenimi sürükleyerek uzaklaşmaya çalışmaktı. O an ufak olsa da içimde bir umut vardı, polise verdiğim kanıtları biliyordum, ellerimle teslim etmiştim.

Umut zehirliydi, kanına girdiği bedeni aptallaştırıyordu.

Haftalar sonra, hala abimi gülümseyerek kül olmuş evimizin önünde konuşurken gördüğümde anlamıştım. Bu savaşı kazanamazdım çünkü ben karşımda kimin olduğunu bilmiyordum. Bir belirsizliğeydi adımlarım, büyük yenilgiler de böyle doğuyordu. Düşmanını tanımadan silahını seçemiyordun, kalkanını kuşanamıyordun ve sonunda kaybeden olup çıkıyordun.

Bir mağaranın en derin yerine serildi vücudum, tekrar bir yaşam nefesi duyana kadar da öylece kaldı.

Çaresizlik, o derinliğin diğer adı oldu.

...

♥️♥️

Continue Reading

You'll Also Like

SARKAÇ By Maral Atmaca

General Fiction

3.7M 174K 9
"Delilerin sevdası hoyrat bir fırtına gibidir. Günün başında seni sarsan fırtına, gecenin şafağında ılık bir esintiye dönüşüp kaburgalarının arasına...
itiraz By .

General Fiction

14.5K 1.2K 21
Sıkı kurallara ve iyi bir disipline sahip olan Komutan'ın, kurallarına karşı gelerek düzenini işgal eden askerin hikayesi. * Gerçekte kurguda bulunan...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
14.1M 622K 61
GENEL KURGU #1 Babasından başka hiç kimsesi olmayan bir genç kız... 28 Yaşında hapishanede mahkûm bir adam... Ya bir gün olur da genç kızın babası da...