DİP: ACININ KRALLIĞI

By Elyios

15K 1.7K 3.3K

*Fantastik değildir.* Her hikaye bir kahramanla, birçok hikaye ise budala bir kahramanla başlardı. Herkesin... More

1
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20/1
20/2
21/1
21/2
21/3
22/1
22/2
23/1
23/2

2

932 85 95
By Elyios

Tuğrul Akdemir'den

'Hislerimi kaybettiğim gün'
2017

Zaman geçiyordu, tüm anları ve anıları zihinden kopararak akıyordu.

Hiç geçmeyecek gibi hissettirdiği anlarda bile ihanet etmiyordu, akmaya ve seni de akışta tutmaya devam ediyordu.

Zaman, ihanet etmiyordu.

Güvenebileceğim tek şeyin akrebi takip eden yelkovan ve her akşam batıp geceyi getiren güneş olduğunu öğrendiğim gündü bugün.

Hislerimi kaybettiğim gün.

Kendimi bir ölü olmadığıma ikna edeli uzun bir süre geçmemişti. Hala korkaktım, yaşıyorum demekten ve bunu gerçekten hissetmekten korkuyordum ama seneler sonra, en azından yaşadığımı kabul edebiliyordum.

Yaşamanın insanın en büyük laneti olduğunu öğrenmek için hiç uygun bir zamanda değildim.

Hayat da uygun zamanı beklemiyordu zaten, beklenmedik anda gelen darbelere bayılıyordu. Yatağımdan kalkıp, banyoya doğru yönelirken bunu bilmiyordum.

Yüzümü yıkarken, dişimi fırçalarken ve birbirine girmiş siyah saçlarımı düzeltirken. Bilmiyordum ama öğrenecektim, tahmin ettiğimden çok daha yakın bir zamanda.

Temizlediğim dış fırçasını yerine koydum ve telefonumun melodisini duyarak adımlarımı odaya geri döndürdüm. Ekranda yanıp sönen tanıdık isimle elim hemen yeşil imgeye gitmişti.

"Efendim?" Karşıdan gelen yüksek sesle telefonu kulağımdan biraz uzaklaştırdım. "Hala uyuyor musun sen? Sana erkenden kalkıp buraya gel dememiş miydim?"

"Demiştin," Telefonu omzumla kulağım arasına sıkıştırdıktan sonra pantolonumu buldum ve sol ayağımdan geçirdim. "Bu yüzden ben de erken kalktım."

"Öğlen iki erken bir vakit mi Tuğrul?" Bıkkın sesine göz devirmiş, giydiğim pantolonun fermuarını çekip düğmesini iliklemiştim. "Aynen öyle Sinem."

"Neyse, seni iyi tanıdığıma şükret," Dışarıdan gelen korna sesiyle, eş zamanlı olarak telefondan gelen ses kulağımı siktiğinde panikle telefonu kulağımdan uzaklaştırdım. "Kapının önündeyim, bu bebeğe bir şey olmasını istemiyorsan beş dakikaya aşağıda ol."

Telefon kapanınca, bulduğum ilk tişörtü üstüme geçirdim ve cüzdanımı cebime tıktım. Sabah dalabildiğim uykular yüzünden hep öğlen uyanıyordum ve bu bazen başıma bela oluyordu.

Odamdan çıkıp, kapıya doğru yürürken yol üzerindeki mutfağa uğradım ve buzdolabının kapağını açarak içine göz attım.

Kahvaltı yapacak vaktim olmadığı için elime geçen süt paketini bir iki kere çalkaladım, az kaldığını anlayınca direkt olarak kafama dikip, boş kutuyu çöpe fırlatmıştım.

Pratik kahvaltıdan anladığım maalesef buydu.

Ayakkabılarımı giydikten sonra kapıyı araladım ve bakışlarım tam evimin önüne park etmiş siyah Mercedes'e yaslanan kızı buldu.

Siyah, son model Mercedes bile güneş vuran gece karası saçların süslediği kız kadar asil görünmüyordu.

"Beni yine beklettin." Ben kapıyı kapatırken, yaslandığı yerden doğruldu ve bana doğru bir iki adım attı. Karşı karşıya geldiğimizde anında elim belini bulmuştu ve bedenlerimiz arasında boşluk bırakmamak adına onu kendime çekmiştim.

"Biliyorum." diyerek gözlerine baktığımda, dudaklarında muzip bir gülüş oluştu. "Bunun hakkında ne yapmayı düşünüyorsun?"

"Bilmem," Düşünür gibi gözlerimi kıstım ve ellerini boynuma sararak, parmak uçlarında yükselişini izledim. "Buna ne dersin?" deyip, kafamı hafifçe eğdiğimde dolgun dudakları kendi dudaklarımda hissetmiştim.

İşte şimdi gerçekten uyanmış gibi hissediyordum.

Evimin önünde, tüm komşuların sadece pencereden baksa göreceği bir açıda olmamızı umursamadan alt dudağını dudaklarımın arasına aldım. Minik ısırıklar bırakıyordum, ısırdığım yerleri öpüyordum ve dudaklarını hissetmek sarhoş olmak gibi geliyordu.

Onu hissetmek, akıl dışıydı. İnanılmaz, ulaşılmaz ve göz kamaştırıcı.

Elim belini okşuyordu ve onun da elleri saçlarımda geziniyordu, en güzeli de dilini dudaklarımda hissediyor olmamdı. Bana yasladığı bedenin bu kadar sıcak olmasının nedeni bendim, biliyordum ama o bana hep ulaşılmaz geliyordu.

Avucumun içinde bile olsa büyüsünü, ulaşılmazlığını kaybetmeyen tek kadın.

Benim ilk ve tek aşkım.

Dudaklarını benimkilerden ayırmış, birkaç saniye daha nefesinin dudaklarıma çarpmasına izin vermişti. Gözleri de çoktan açılmıştı ve yaramaz bir sırıtışla, tam gözlerimin içine bakarak dudaklarını yaladı.

"Komşularının seni ahlaksız olarak görmesini istemeyiz, değil mi?" Dudağımın kenarı yukarı doğru kıvrıldığında, alayla konuştum. "Olduğum gibi görünüyorsam bunda bir sıkıntı göremiyorum?"

Büyük bir kahkaha atıp, geri çekildi ve elini göğsüme vurdu. "Hadi gidelim artık, yoksa bizi heyecanlı bir sabah," Duraksadı ve sinirli bir ifadeyle devam etti. "Pardon, öğlen seksi bekliyor gibi duruyor."

"Bunda da bir sıkıntı göremiyorum?"

Koluma girerek, bana adım attırmaya çalıştığında ona uydum. "Çok seksisin sevgilim ama," Arabanın önüne geldiğimizde kolunu çekerek, kapıyı açtı. "Gitmemiz gerek." Göz kırpıp, oturacağı sırada onu belinden yakaladım ve dudaklarımızı birleştirdim.

Ufak bir inlemeyle kendini geriye çekmeye çalışmıştı ama direnişi kısa sürdü, saniyeler sonra dudaklarıma daha rahat karşılık verebilmek için parmak uçlarında yükselmişti.

Onun yükseldiği bir anı kollamış ve geri çekilmiştim. Gözlerini şaşkınlıkla açtı. "Gidelim o zaman." Beklentiye girdiğini bildiğim için güldüm ve yanağına ufak bir öpücük kondurarak, bir adım geriye gidip sürücü koltuğuna doğru yöneldim.

"Senin en çok bu özelliğini seviyorum Tuğrul Akdemir," Arabaya bindiğimde, o da bindi ve kapısını kapattıktan sonra devam etti. "Beni nasıl yükselteceğini ve sonra nasıl o yükseklikten düşüreceğini iyi biliyorsun."

"Düşmeyi isteyen sendin." Arabayı çalıştırdım ve gaz pedalına hafifçe baskı uyguladıktan sonra direksiyonu biraz sola kırdım. "Olay da tam bu işte, bana pişman olmayı öğrettin."

Kafamı iki yana sallayarak güldüm, çoğu zaman cesur ve hissettiklerini direkt söyleyen tavrı ilgi çekiciydi. Simsiyah saçları, saçlarından dolayı siyah görünen koyu kahverengi gözleri ve beyaz teniyle, ilgi çekmeye ihtiyacı var mıydı, tartışılırdı.

"Ee, 'sabahın köründe' nereye gidiyoruz?" Bilerek vurguladığım kelimelere takılmadan, rahatça oturduğu koltukta sol bacağını diğerinin üstüne attı. "Hiç merak etmiyorsun değil mi Tuğrul? Aramasam aklına bile gelmeyecekti."

Navigasyona adresi girdiği için, mekanik ses sola dönmemi söyledi. Cevap vermeden önce biraz düşündüm, merak gibi duygular bana uzak geliyordu.

Merak etmek, heves etmek, heyecanlanmak. Tüm bunlar yaşayan insanlar içindi, ben ise Sinem'e duyduğum hisler dışında bir ölüden farksızdım.

Yarını görmek istemeyen biri, neden geceyi merakla geçirecekti ki?

"Sadece alarmı duymamışım, aramasan da uyanınca hatırlardım."

Kaçamak cevaplar, dile getirelemeyen yaraların en büyük kalkanıydı.

"Sana bir hediyem var," diyerek vücudunu bana döndürdü. "Çok hoşuna gidecek, eminim."

Kaşlarımı kaldırdım, sürprizlerden hoşlanmazdım ve bunu o da biliyordu. Yine de sevmediğim çoğu şey, yanımda o olunca katlanılabilir hale geliyordu ve ben bu yüzden ses çıkarmıyordum.

Çok hoşuma gitmeyeceğine emindim ama gittiğimiz yerde onun heyecanlandığı bir şey olması oraya gitmek için yeterli bir sebepti.

"Beni böyle süzmeye devam edersen tenha bir sokak bulmak zorunda kalacağım, haberin olsun," dediğimde, yüksek sesli kahkahası kulaklarıma doldu. "Arabada seks diyorsun yani? Fena fikir değil, yatakta olduğu kadar başarılı olmasan da," Devam edeceği sırada, sözünü keserek birkaç saniye gözlerimi ona çevirdim. "Başarılı olmasam da mı? Emin misin? Hatırlatma yapmam gerekiyor gibi hissettim."

Gülmemek için dudaklarını birbirine bastırıp, elini çeneme koydu ve kafamı tekrar yola çevirdi. "Bizi öldürmemen şartıyla sana bir kıyak geçebilirim sürprizden sonra."

"Bir de heyecanlanmıyorsun diyordun," Saniyelik ona dönüp, göz kırptım. "Şu an sürpriz için aşırı heyecanlıyım."

"Sürpriz için değil, bir an önce bitip eve dönmek için heyecanlısın Tuğrul." Omuz silkerek, navigasyonun sinir bozucu komutuyla ana yola çıktım. "Ne fark eder? Hem bu daha iyi değil mi? Beni sürprizlerden daha çok heyecanlandırıyorsun."

"Ortamın ısısıyla derdin ne? Niye sürekli yükseltme peşindesin?" diyerek isyan ettiğinde güldüm. "Bunun suçunu da kendinde ara."

Omzuna düşmüş saçı cilveli bir hareketle geriye attı ve boğazını temizledi. "Benim tek suçum seksi bedenim." Kendi söylediğine gülmeye başladığında, sadece sırıtarak onu dinledim.

Değişen hayatımın tek rengi, onun kahkahasıydı.

"Cihangir'in mekanına mı gidiyoruz?" Navigasyonun bizi soktuğu sokağı tanıyordum, o da onaylamak ister gibi kafasını salladı. "Evvet, meşgul beyimizden zar zor randevu aldım. Benden cidden hiç hoşlanmıyor."

Yüzünü buruşturduğunda, derin bir nefes verdim. Cihangir bu hayatta dostum diyebileceğim sayılı insanlardı. Güvenilir bir adamdı ama Sinem'i bir türlü sevmiyordu.

"Beni paylaşamıyor olmanız egomu tatmin etti." Arabayı kenara çekip, durdurdum ve yüzünü buruşturan kıza döndüm. "Seninle sevgili olmadan önce de benden nefret ediyordu. Güzel kızlara karşı bir antipatisi var herhalde."

"Tam tersi, sempatisi var. Belki de bu yüzden sana antipatisi vardır?" Söylediğimi anlayabilmek için bir an duraksadı ve gözleri kısıldı. Yanağından hızlıca makas almış ve tepki vermesine fırsat kalmadan da arabadan inmiştim. Saniyeler sonra o da kendini arabadan adeta kendini atmış ve aynı hızda yanıma gelmişti.

"Sen bana çirkin mi dedin?" Ona yaklaştım ve elimi sarılacak gibi omzuna attım. "Bilmem."

"Sen görürsün," dedi ve büyük kapıyı iterek, kolumdan kurtuldu. "Buyrunuz efendim." Nazik tavrına karşı güldüm, içeride ebemi sikecek gibi davranmasına rağmen sözcükleri kibardı.

"Dövme yaptıracağız sanırım," Etrafta göz gezdirdim. Merdivenleri çıkmıştık ve çelik bir kapıyı açarak karanlık ortama girmiştik. Garip dövme desenleri duvardaki tabloları süslüyordu. "Çift dövmesi falan mı isteyeceksin Sinem?"

"Sanki istesem yaparsın da," Yapardım, benim onun için yapamayacağım herhangi bir şey yoktu. Vücudumda kalacak bir iz umrumda bile değildi.

Vücudumda kalacak izler hakkında erken konuştuğumu ise daha sonra fark edecektim.

"Merak etme, daha o kadar tiki bir kız olmadım." Ben koltuğa doğru yürürken, Cihangir odanın içindeki diğer kapıyı açıp içeri girdi. "Hoş geldiniz," İlk olarak bana doğru adımladı, elini uzattı ve resmiyetten uzak bir şekilde kısaca elime vurdu. "Selam Cihangir."

"İstediğim dövmeyi hazırladın mı?" Sinem sorduğunda, asla anlamıyordum ama bozmamak için bir şey diyemiyordum. Sürpriz onun seçtiği bir dövme yaptıracak olmaksa benim için sorun yoktu.

Vücuduma kazınan ilk şekil seçtiği dövme olmayacaktı sonuçta.

"Nereye yapacağımızı hala söylemedin?" Cihangir hazırlıklara başlarken, Sinem genişçe sırıttı. "Göğsüne, kalbine yakın bir yerlere."

"Bu saçma romantizmin yüzünden çocuğun canı daha fazla yanmasın," Karşımdaki çocuk o kadar soğuk konuşuyordu ki bir an ben bile duraksadım. "Göğüs canını çok yakar."

Sinem dudaklarını büzerek, dövmeye hüzünlü gözlerle baktığında müdahale ettim. "Sorun değil, göğse olsun," dediğim anda boynuma sarılan kolları hissetmiştim. "Sen birtanesin!"

Geri çekileceğini anladığım anda, hızlıca saçlarına öpücük kondurdum ve üstümden çekildiğinde de, tişörtümü çıkardım.

"Alan ve veren razı olduğuna göre," Cihangir makineyle birlikte bana yaklaşırken, sırıttı. "Bana işimi yapmak düşer."

"Umarım bana sinirli olduğun bir konu falan yoktur Cihangir." Derin bir nefes vererek, kafamı arkaya doğru yasladım ve güldüğünü duydum. "Bilmem, umarım yoktur Tuğrul."

Dövmeye başladığında, hissettiğim acıyla hafifçe yüzümü buruşturdum. Eh, çok da fena değildi. Dayanabileceğime emindim, gözlerimi açıp Sinem'e baktığımda daha çok emin oldum.

O yanımdayken dayanamayacağım hiçbir şey yoktu.

"Ama böyle her şeyi Cihangir yaptı. Bu sürpriz benimdi." Dövmeyle uğraşan çocuğun yanına adımlayarak, tam yanında durdu ve elini uzattı. "Bence asıl ben yaparsam unutulmaz bir şey olur."

"Sen dövme yapmaktan ne anlarsın?" Cihangir asabice söylenip, işini yapmaya devam ettiğinde Sinem inatla ayağını yere vurdu. "Göster işte, ne olacak sanki? Dövme sanatının inceliklerini öğretmene gerek yok, bir şeyler yapacak kadar göstersen yeter."

Dövmeden kafasını kaldırdı ve makineyi benden uzaklaştırdıktan sonra gözlerime baktı. Onay istediğini anladığım anda kafa salladım, izin vermemek için bir nedenim yoktu.

"Pekala," Oturduğu sandalyeden kalktı ve yerine oturan Sinem'e aleti verdi. Teknik bir şeyler anlatıyordu, ben ise o anda siyah saçlı kızı izliyordum.

Onu unutmamdan mı korkuyordu acaba? Bu kendinden iz bırakma çabasını anlayamıyordum ama sorgulamadım. Ben unutmayacağımı biliyordum, o da bu şekilde inanacaksa benim için her şey yolundaydı.

"Tamam, başlıyorum." Sinem kendi çabalarıyla bir şeyler yapmaya çalışırken, yapılan onca dövmemden en acıyanı olduğuna yemin etmek üzereydim. Yine de dişlerimi sıktım ve beceremediği şeklin oluşmasını bekledim.

Salonda geçirdiğimiz benim için zor saatler sonunda, göğsümde yeni bir dövme ve onu kapatan bir sargıyla arabanın önüne gelebilmiştik.

"Beğendin mi dövmeni?" Sinem heyecanla konuşurken arabaya yaslandı. "Beğendim." Kaşlarını inanmamış gibi kaldırdığında tekrar ettim. "Gerçekten beğendim."

"Tamam o zaman, sıra senin asıl heyecanlandığın konuda," Yavaş hareketlerle bana doğru yaklaştığında hareketlerini izliyordum. Dudakları çenemin altına doğru yol çizdikten sonra boynuma hafif bir öpücük kondurdu. "Bir an önce eve mi gitsek?"

"Sen eve geç, ben bir bara uğrayacağım. Halil ile konuşmam lazım." dediğimde hayal kırıklığı ile omuzlarını düşürdü. "Of, acil mi bu konuşma işi? Gerek var mı yani illa?"

"Acil değil ama bugün halledeyim, hem uğramış olurum."

"Yarın uğrasan?" Israrına anlam veremediğim için sorgular gibi gözlerimi kıstım. "Bu ısrar neden Sinem?" Bir adım geri çekilmiş, umursamazca omuz silkip elimden arabanın anahtarını almıştı. "Aman tamam, ısrar etmiyorum. Ama karşılığında ben eve arabayla dönüyorum, sen de bara yürüyerek gidiyorsun."

Göz kırparak arabanın sürücü koltuğuna geçtiğinde güldüm, Cihangir'i de bara götürmek zorunda kalacak gibi duruyordum.

"Seni bekliyor olacağım." Açtığı camdan kafasını uzattı, her zamanki gibi uzaktan bir öpücük atmıştı. Elimi hadi git der gibi salladım, o da beklemeden gaza bastı ve araba biraz ilerden sağa dönerek gözden kayboldu.

Onunla gitmediğime şimdiden pişman olmuştum.

...

Cihangir'i ikna edememiştim.

Barın bu saatlerde sıkıcı olduğunu iddia ediyordu ve ben de aksini ispat edemiyordum. Çünkü gerçekten sıkıcıydı, öğle vakti kimse deli gibi eğlenmek falan istemiyordu.

Eğlence hayatı, gecedeydi.

Taksiciye parayı uzatıp, üstünü almadan araçtan indim. Yolda Halil ile konuşmuştum, minik bir tahsilat işi için bir yerlere gitmesi gerektiğini gevelemişti. Barda sadece Gökalp vardı, onu beklerken en azından biraz boş muhabbet dinlerdim.

Mesela geçen gece bara gelen kalçası güzel kızları öğrenebilirdim çünkü bu Gökalp'in ilgi alanıydı.

Mekanın açık kapısından içeri girdim ve biraz ilerleyerek girişi geçtim. "Sizin belanızı sikerim!" İçeriden gelen Gökalp'in sesine benziyordu, istemsizce adımlarım hızlandı.

"Ah!" İnleme sesine gülme sesleri karıştığında, bomboş sahneyi görebiliyordum. Biraz daha ilerlediğimde kenardaki masada oturan bir adam gözüme çarptı.

Yüzünde ibne bir sırıtış vardı ve ben bu işten şimdiden hoşlanmamıştım.

Bakışlarımla etrafı taradığımda bir masanın hemen yanında yere serilmiş Gökalp'i gördüm. Kaşı patlamıştı ve dudağının kenarından ince bir çizgi şeklinde kan sızıyordu. Başında iki tane adam, ukala sırıtışlarıyla gözlerini açamayan Gökalp'i izliyordu.

Bire karşı üç, oldukça korkak bir taktikti.

"Kolay gelsin beyler." Kafamı bir sağa bir sola yatırarak, boynumu esnettim ve bana dönen bakışları umursamadan bir iki adım attım. "Erken bir saat değil mi birini köşeye sıkıştırmak için?"

"Sen kimsin lan?" Oturan adam, ayaktaki daha uzun olan adama kafasıyla işaret yaptığında bana doğru gelmeye başlamıştı. "Beni tanımıyor musunuz yani? İşte bu beni kırdı biraz."

"Tanıdık biri misin?" Adam şaşkınlıkla beni süzdü, emir verdiği köpeği de yanıma ulaşmıştı. "Tabi ki öyleyim, biraz daha bak. Mutlaka çıkarırsın."

Gözlerim yerde yatan Gökalp'e döndü, zorlukla gözlerini açtığında bana baktı ve sırıtarak, kafasını iki yana salladı. Bu şansımız olmadığı anlamına geliyordu.

Atladığı bir şey vardı, şans ayağımıza gelecek değildi. Ben az sonra şansımızı yaratacaktım, her zaman olduğu gibi.

"Dalga mı geçiyorsun orospu çocuğu?" deyip ayağa kalktığında, kaşlarımı kaldırarak kafamı iki yana salladım. "Ama böyle oluyor mu? Küfür etmek falan," Yerdeki arkadaşımı işaret ettikten sonra devam ettim. "Üçe bir kadar cesaretiniz var, bana küfür etmeye korkmuyor musun yani?"

"Senden mi korkacağım?" Alayla güldü ve masaya rahatça yaslandı. "Sizin gibi on tane adam olsa ne yazar lan yavşak?"

"Aa ama oluyor mu? Küfür falan ediyorsun," demiş ve yanımdaki masada duran bira şişesini hızla kavrayıp, köpeği kendine gelemeden, kafasına geçirdim. "Ben böyle şeyler yapsam, hoş mu şimdi güzel güzel konuşurken?"

Kafasında kırılan camın etkisiyle adam afalladı ve bir iki adım geriledi. Şişenin ucunu hala tuttuğum için, keskin tarafını karnına bastırdım. "Ah!" Adamın inlemesi ile şaşkınlık halleri bitti ve baş korkak, diğer köpeğine sert bir bakış attı.

Sanırım beni dövmek için de götü yoktu.

Gökalp ile göz göze geldiğimizde, bulunduğu yerde hafifçe doğruldu ve bana doğru gelmek için adım atan adamın bileğine sertçe geçirdi.

Adam yere yuvarlanırken, baş korkak kocaman olmuş gözleriyle bana doğru hamle yapma hatasında bulundu. Bana vurmak için kaldırdığı elini hızlıca kavradım, seri bir hareketle döndürdüm ve kemiğinden gelen sesi duyana kadar durmadım.

"Bırak, tamam bırak!" Adamın inlemeyle karışık bağırması pek de umurumda değildi. "Bizim meselemiz seninle değil, bırak!"

Gökalp Tanin'in meselesi, benim de meselemdi.

Dost diyebileceğim nadir insanlardan biriydi, ablamı kaybettikten sonra sorgusuz sualsiz yanımda olacak kadar yakınımdaydı.

Destek olmuştu, ayağa kalkmamı sağlamıştı ve bana canını emanet edecek kadar güvenmişti.

Ablamın ölümünden önce de yakın arkadaşımdı ama ablamdan sonra, dostum olduğunu defalarca kez kanıtlamıştı.

"Gökalp ile bir meseleniz kalmadı diye düşünüyorum?" Artık dizleri üzerine çökmüş adamın karnına tekme savurup devam ettim. "Yanlış mıyım?"

"D-doğrusun." Adamın şekli bozulmuş kolunu bırakarak, sırtından ittim ve yere düşmesini sağladım. "Bir saat içinde buraya bir ton adam yığacağım, sakın birilerini daha getirmeye çalışma," Gökalp'e doğru yürüdüm ve düşürdüğü adamın kafasına tabakla vurmasına takdirle baktım. "Buradan toz olmazsanız, cenaze aracıyla gidersiniz."

Arkadaşıma kapıyı işaret ettiğimde, beraber o tarafa doğru yürümeye başladık. Barın içinden çıktığımızda, biraz ileriyi işaret etti. "Buraya hangi bir ton adamı yığacaksın kardeşim?"

"Bilmem," Omuz silkerek güldüm. "Pek dostum yok, bir araba adama karşı iki kişi dövüşürüz anca."

"Tahmin etmiştim," diyerek, o da güldü ve omzuma bir iki kere vurdu. "Sağ ol, sen olmasan ağzıma sıçacaklardı."

"Kimdi onlar?" Arabaya doğru ilerlerken omuz silkti. "Borç harç mevzuları, bunların patronuna büyük vurgun yapacaktım ama götümde patladı."

"Alacak verecek davası yüzünden bir gün leşini serecekler kapıya," Arabanın önüne geldiğimizde durdum ve onun da durmasını sağladım. "Onlara borçlu kalacağına bana kal, başını belaya sokma."

"Senden alacağım kadar borç aldım," Asabi bir tavırla kolunu benden kurtardı ve sırıttı. "Senin yanında gezen leş yiyici olmayacağım kardeşim."

"Senin en çok bu huyunu sevmiyorum Gökalp," Arabanın kapısını açtım ve oturduktan sonra ona döndüm. "Paranın çok lafını yapıyorsun."

Kapıyı kapattığımda, önden dolaşarak o da sürücü koltuğuna geçti. "Tam zengin bebeleri gibi konuşuyorsun, bu hayatta nefes alıp vermen bile cebindeki paraya bakıyor. Yediğin yemek, içtiğin içki," Arabayı çalıştırdı ve vitesi değiştirirken devam etti. "Halil paran olmasa akşam sana bir kadeh bir şey verir mi ya da herhangi bir hatun seninle odaya çıkar mı? Eğlenmek, hayatını yaşamak," Derin bir iç çekti. "Hepsi para ve kimse senin kadar şanslı doğmuyor."

Bakış açısı.

Gökalp ile aramızdaki en büyük fark buydu. O, benden borç almayı kendini küçük düşürmek olarak görüyordu. Ben ise dostuma para vermekten ya da istemekten hiç çekinmezdim.

Ben, bankadaki ömrümün sonuna kadar yetecek parayla doğmuştum ve bu ona göre bir şanstı.

Benim için ise hayatımın tüm talihsizliği, ilk nefes aldığım an başlamıştı.

"Kendini öldürtmediğin sürece sıkıntı yok kardeşim." diyerek, onu alaya aldığımda umursamadı. "Seni eve mi bırakayım?"

"Aynen."

Tüm yol boyunca söylediğim ve söylediği son şey bunlardı.

Kalabalık olmayan yollardan, benim evimin olduğu yere vardığında kenara çekme gereksinimi duymadan boş yolun ortasında arabayı durdurdu.

"Beni kurtardığın için sağ ol Akdemir." Bana bakmadan konuşması dikkatimi çektiğinde, gözlerimi kıstım. "Gereksiz duygusallık mı seziyorum?"

"Hayır, asabiyet seziyorsun. Kendi başının çaresine bakmak isteyen bir salağın sözleri bunlar," dedi ve derin bir nefes vererek, iki elini de direksiyonun üstüne koydu. "Sen gelmeden o adamları yere serebilirdim."

"Demek ki gelmem gerekiyormuş, çok düşünme." Arabanın kapısını açıp, kendimi dışarı attım ve kapıyı tekrar kapatmadan önce hafifçe eğildim. "Dikkatli sür, bardan ve kendi evinden de uzak dur."

Kafasını sallayarak beni onayladı, ben de kapıyı kapattıktan sonra arabanın hızla uzaklaşmasını izledim.

Adımlarımı eve çevirdiğimde, Gökalp'i çağırıp çağırmamam gerektiğini düşünüyordum. Bizimle aynı evde olmayı pek istemeyeceğini düşünerek, bu fikri es geçtim ve cebimdeki anahtarla kapıyı açarak, içeri girdim.

"Sinem?" Etraf sessizdi, tekrar seslendim. "Sinem?" Yine herhangi bir ses gelmediğinde, zihnim beni iki yıl öncesine götürdü.

"Abla?" Cevap yoktu. "Abla?"

Ablamın gelmeyen sesi, onu hayatımdan sonsuza kadar çıkarmıştı.

Şimdi tam da yaşamak için bir neden bulmuşken, onun da hayatımdan çıktığını düşünmek gerçek bir ölü olma hevesi doğuruyordu içimde.

Kafamı iki yana sallayarak, telefonumu çıkardım ve Sinem'in isminin üstüne bastım. Her çalışta vücudumun daha çok gerildiğini hissediyordum ve beynimden ihtimalleri uzak tutmak için büyük bir çaba sarf ediyordum. Telefon nihayet açıldığında, onun sesini duydum. "Tuğrul, çok özür dilerim. Sana haber vermeyi unuttum ama acil çıkmam gerekti, akşam geleceğim sevgilim."

Hızlı hızlı konuşarak cümlenin sonuna geldiğinde, ben telefonu açtığı için minnet duymakla meşguldüm. "Evde değilim diye mesaj atabilirdin," Açık unuttuğum kapıyı kapatıp, eve girdim. "Özür dilerim, acil çıkmam gerekti dedim ya?"

"Tamam, akşam konuşuruz." Sesi anında neşelendi. "Beni bekle, sevgilim."

Bekledim.

Yatağımda uzanırken, saatler birbirini kovaladı ve gecenin ikisini gördüğümde aşağıdaki kapının açılma sesini duydum. "Nihayet," diye mırıldandım. Gözlerimi kapıya diktiğimde saniyeler sonra siyah saçlarını toplamış olan sevgilim içeri girdi.

Ve kapıyı açık bıraktı.

Minik adımlarla bana doğru gelirken, çantasını yatağın hemen yanına rastgele koydu ve kendini yanıma atarak, bana sokuldu.

"Seni bekletmekten nefret ettiğimi söylemiş miydim?"

"Şirinlik yaparak yırtamazsın." Kafasını göğsümden kaldırdı ve dudaklarıma yöneldi. Biraz ona yaklaştım, işini kolaylaştırmam ile dudakları dudaklarımı buldu ve uzun bir öpücükten sonra geri çekildi. "Sadece uyusak ve ben yarın azarımı yesem?"

Sessiz kaldım ve dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum. Geri çekilir çekilmez ise omzundan baskı uygulayarak onu tekrar yanıma yatırdım.

"Biliyor musun?" Beni dinlediğini belli etmek istercesine yerinde kıpırdandı. "Eve geldiğimde ve sana seslendiğimde, evin içindeki sessizlik bana o günü hatırlattı."

Sinem, şaşkınlıkla kafasını kaldırıp yüzüme baktığında, zorla gülümsedim. Ablamın ölümünden kimseye bahsetmezdim, onu kaybettiğim günden beri ısrarla o anları kimseye anlatmamıştım.

Çünkü acı bireyseldi. Onu paylaşmak, başkalarının zihninde yer etmesine sebep olmak demekti ve bu acının boyutunu katlıyordu.

Ben biliyordum ve tek bilen olmama rağmen, bu acıya dayanamıyordum.

"Ö-özür dilerim ben-" Sözünü keserek, tekrar göğsüme yatmasını sağladım. "Özür dile diye söylemedim." Sadece, ilk defa biriyle bunu paylaşmak istemiştim. Yine de beni durduran bir şeyler vardı, kelimeler ağzımdan dökülmüyordu. Anlatmak istiyordum, istiyordum ama yapamıyordum.

İlk defa bu acıyı başkasına söylemek bana intihar etmek gibi hissettirmemişti.

Hisler, yanıltıcıydı.

Bazen insan boynuna dolanan intihar ipinin varlığını hissedemiyordu ve altındaki tabureye vurulduğunda, nefessiz kalmaya hazırlıksız yakalanıyordu.

Hayatım boyunca acı hiç beklemediğim anlarda kapımı tam da böyle çalmıştı.

"Sana bir şey olmasından korkuyorum." Koluna koyduğum elimi hafifçe hareket ettirdim. "Seni de kaybetme ihtimalim ve bu acının hiç geçmeyecek gibi hissettirmesi beni korkutuyor."

Sessizliği tercih etti.

Ben de üstelemedim. Belki de bir şeyler demesi canımı daha çok yakacaktı. Bu acıyla iki yıldır beraberdim ama o kadar yabancıydım ki içimdeki varlığına, kendim bile hissettiğim şeylerden emin olamıyordum.

Gözlerim yavaş yavaş kapanırken, onun sakin sesini duydum. "Hepsi geçecek, seni tüm bunlardan kurtaracağım." Gülümsedim ve kafamı saçlarına yaslayarak, derin bir iç çektim.

Bazen insan dar ağacının altında beklerken, celladına gülümseyebiliyordu ve bu trajedinin başrolü olduğunu ise, ancak yağlı ip boynunu kesmeye başladığında anlıyordu.

Bu, dudaklarımın onun sözleriyle kıvrıldığı son andı.

Hislerimi kaybettiğim günün son gülümsemesi.

Hissettiğim son güzel şey.

Gözlerim iznimi almadan kapandığında, derin olmayan bir uykunun kollarındaydım. Ruhumu rahatsız eden bir şeyler vardı, uzun süredir geceleri uyuyamadığım için bu hissi yadırgamadım.

Saatler geçti belki de, ben kaç kere bilincimi kaybedip tekrar kazandığımı saymayı bırakmıştım bile.

Tekrar devasa karanlığa izin vereceğim sırada, Sinem'in hareket ettiğini hissettim ancak gözlerimi açmak için çok tembeldim.

Bekledim, hareketleri son bulunca tekrar uykuya dalacağımı umuyordum.

Umduğum gibi olmadı.

Göğsümün hemen altına saplanan bir acıyla, derin bir nefes alarak hızla gözlerimi açtım. Ben daha karanlığa alışamadan, bu sefer de sol tarafıma doğru giren bir şey hissettim.

Acı, fizikseldi.

Tenim yanıyordu, acıyla kasılan vücudum yerinden fırlamak istiyordu ama uykudan az önce uyanmış olmanın garip hali üstümdeydi.

Acı, yayılıyordu.

"S-Sinem?" Gözlerim, sonunda karanlığa alıştığında karşımda duran kıza baktım. Gözlerinde gerçek bir avcının yırtıcılığı ve kararlılığı vardı. Elinde ise göğsümün hemen altına saplanmış bıçağın kabzası.

Hislerimi kaybettiğim gün.

"Özür dilerim, sevgilim." diyerek, bıçağı tekrar çıkardığında hızlı davranıp elini tuttum. Bana direndi, kısa bir süre sonra ellerimde hissettiğim uyuşma ile tekrar saplanan bıçağı hissetmiştim.

Beklemediğim bir anda, bu sefer acı yanında bir dostuyla kapımdaydı.

Ve yine, kapı sonuna kadar açıktı.

"Ölmek istediğini biliyorum Tuğrul, geçirdiğimiz her güzel gün için bir teşekkür olarak kabul et bunu." Ellerini çekerek, yataktan kalktı ve kapıya doğru ilerledi. "Seni seviyorum, sevgilim."

Nefesim kesilirken ve gözlerim kararırken, duyduğum son şey bu oldu.

Ellerim bıçağın kabzasını buldu, çıkarmak istiyordum ama hareket ettiremedim. Kafam hafifçe sağa doğru düştüğünde, gözlerim kapıya takıldı.

Bu sefer kapıdan içeriye süzülen şey, ihanetti.

Acıdan daha zalimdi, daha vurucu. İnsanın içindeki tüm iyi şeyleri yok ediyordu, hiçbir duyguya acıması yoktu. Sevgiye, aşka, sadakate.

Hiçbir duyguya, belki de acıya bile.

Yaşamaya onun için devam ettiğim sevgilim, sadece gidişiyle bile beni öldürebileceğini biliyordu ama yapmamıştı.

O, benim gerçekten nefesimi kesmeyi tercih etmişti.

Gözlerimin önünde açık bir kapı vardı, ellerimde bu sefer kendi kanım ve öncekinin aksine, içimde büyüyen güçlü bir nefret.

Belki son kez dünyaya bakıyordum ama umursamadım, iyi şeyleri hatırlamak için uğraşmadım bile.

Değişen hayatımın başrolünde, dünyanın tüm kötülükleri vardı.

Beni öldürmek isteyen kadına olan aşkım, vücudumdan süzülen kanlarla sanki zamanın parçalarından da siliniyordu. Kapıdan çıkışı gözümün önünde canlanıyordu ve onun gidişiyle, içeriye süzülen tüm acı zihnimi kaplıyordu.

Ben, ihanete uğramıştım.

Sevdiğim kadın beni öldürmek istemişti. Onun için canımı vereceğim kadın, beni burada, ölüme terk etmişti ve acı yine tüm bedenimdeydi.

Derine iniyordu.

Aldatılmışlık, celladının gülen yüzünde aşkı aramış olmanın verdiği kendinden nefret etme hissi ve yaşanılan her şeyin, aslında benim canımı yakmak için düzenlenen bir oyun olduğunun bilinci.

Daha derine.

İhanet, nefret ve acı.

Kalbimin derinliklerini sevdiğim kadına duyduğum nefret kapladı. Gittikçe daha derine indi, kalbimin derinliklerindeki tahta oturan büyük acıya ortak olmak istercesine kapıyı zorladı.

Çok daha derine.

Ve ben, o kapıyı araladım. Bu sefer kendi isteğimle, kalbimin en derinini nefrete açtım.

Zaman geçiyordu ve akan kanımla birlikte öldürüyordu. Biliyordum, yine de umursamadım.

Hala zaman en büyük dostumdu ve en azından onun beni öldüreceğini başından beri biliyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

BERDEL By Ayan Bela

General Fiction

72.4K 2K 84
{Önemli bir duyuru paylaşmak istiyorum. Kitabım yetişkinler içindir. 18 yaşın altındakilere önermiyoruz..} Sevgili dostlar.. BERDEL Hikayesi herkesi...
KALBE KURŞUN By Val

General Fiction

300K 17.3K 24
❗kitabın isminde küçük bir değişiklik yapılmıştır. Sıkılan kaldırılmıştır. Üniversite de tıp okuyan genç kadın ve oraya yarbay dedesini katılacağı ko...
3.3M 164K 18
Maça Kızı 8 serisinin devam bölümlerini içermektedir.
SEKRETER By Beyza Alkon

General Fiction

1M 12.8K 19
Bacaklarımı araladı. "Ne yapıyorsun?" "Seni içiyorum."