GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

90.8K 12.6K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
2. "Neler Oluyor?"
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

7. "Yedi Dakika."

4.6K 533 165
By DuruMavii

Selam oyun arkadaşlarım.

Kurguda çok önemli iki ayrıntıyı değiştirdim.

1- Biliyorsunuz ki tüm karakterler liseye gidiyordu ama bazıları on sekiz yaşından küçüktü. Hepsini on sekiz olarak güncelliyoruz. Cihangir ve Asır hariç; onlar yirmi yaşında. (Neden o yaşta liseyi bitiremedikleri sonradan anlatılacak.)

2- Başroldeki yedi arkadaşımız kaçırılıp bir depoya hapsedilmişti.  İşte tam o kısma ufak bir detay ekledim.  Depoda uyandıklarında, hepsinin bedenine çip yerleştirilmiş olacak. Bu çip sayesinde  takip edilebilecekler. Ayrıca vücutlarında salgılanan hormonlara kadar ölçebilecek bu çip. Böylece yalan söylediklerinde ya da biriyle yakınlaştıklarında bu çip onları ele verebilecek. Depoda karşılarına çıkan maskeli adam bunu anlatmış olacak, o kısmı yeniden yazacağım.

Bu şekilde çok daha eğlenceli ve mantıklı olacağını düşündüm. İkinci bölümün sonunda bu kısım detaylandırıldı. Göz atarsanız kafanızda oturur

Sizi bölümle başbaşa bırakırken, yorumlarınızı heyecanla bekliyorum.

Keyifle okuyun.

🎭

Ona baktım.

Bana bakamadı.

Ne hissettiğimi bilmiyordum ama benim kadar çıkmazda olduğunu biliyordum.

Pençesine düştüğümüz tehlikeli oyun, bu kez ikimizi birden dipsiz bir labirentine sürüklemek istiyordu. Hafızalarımıza unutulmayacak anlar kazımak, o çıkışsız labirentine ruhlarımızı hapsetmek istiyordu.

Cihangir yatağına doğru birkaç adım attı. Şimdi odasının ortasında duran eski ve yıpranmış kum torbasına benziyordu.

Kalbi atan ve nefes alan kum torbası yatağına çöktü.

Koyu kahve parkeye kilitlenen ela bakışlarında ilk kez kararlılık yoktu. Ben de oturma ihtiyacı hissettim ama oturabileceğim tek yer Cihangir’in yatağı olduğu için tek adım bile atamadım. Belki son görevin ne olduğunu okumasaydık yanına oturabilirdim ama o görevi okumuştuk. Bu yüzden yanına gidemedim, yatağına oturamadım. Olduğum yere çöküp, sırtımı soğuk duvara yaslarken, kart parmaklarımın arasından kayıp gitti.

“Yapmak zorunda değilsin.” dedi. Bunu nasıl söylerdi?

Hislerimi, beni ben eden her şeyi zihnimin kapısını önüne kovaladım. Bir hayat söz konusuydu ve o hayat, dakikalar önce hayatını kurtarmıştı. Yapmak zorunda olduğumu biliyordum ama bunu ona şimdilik söyleyemedim.

Düşünüyordu. Uzun uzun düşündü. O kadar fazla düşündü ki, şakağında şişen damarları zayıf loş ışığa rağmen gözüme ilişebildi.

Yatağının üzerinde asılı olan analog saate baktım. Çerçevesi siyahtı. Camının bir parçası kırıktı. Sadece yirmi dakikasının kaldığını gösteriyordu.

Yapabilirim, diye geçirdim içimden. Bu kez Cihangir için; sadece hayatımı kurtardığı için değil, insan olduğu için…

"Cihangir…." Sesim loş ışıktan sekerek ona ulaştığında, hiç tepki vermedi. "Cihangir," dedim, daha güçlü çıkması için gayret ettiğim sesimle. "Zamanımız sona ermek üzere…"

Bu, onun için hazır olduğum anlamına geliyordu.

Hazır mıydım?

Bunu düşünmemiştim. Hiç. Ne şimdi ne de hayatımın başka bir zamanında…

Birkaç flörtüm olmuştu. Biri elimi tutmuştu. Geçen senede kalan biri dudağımın kenarından öpmüştü. O öpücüğün üzerine haftalarca düşünmüştüm. Defalarca o ana dönmüştüm. Sonunda bir şey hissetmediğime karar vererek o çocuktan ayrılmış ve hayatıma kimseyi almamıştım.

Onları düşünmek daha iyi hissettirmedi. Bu başkaydı.

Bambaşkaydı.

Cihangir'i tanımıyordum. Ona farklı bir gözle bakmamıştım. O, yalnızca benim bu adaletsiz oyundaki oyun arkadaşımdı. Elini tutmamıştım, gözlerine yakından bakmamıştım, onu hiç öpmemiştim.

Şimdi sevişmek zorundaydım.

"Kendimizi tatmin edelim?"

Birden ortaya saçtığı öneri zihnimde ufak çaplı bir sarsıntıya sebep oldu. "Ne?"

"Anlamadın mı?" Başını kaldırıp bana baktı, gözlerinin kızardığını fark ettim.

"Ama… Bedenlerimizde bir çip var ve salgılanan her hormonun değerini o adama iletiyor. Bu… Bir risk."

Büyük bir risk.

"Aynı hormon salgılanacak. Ona istediğini vereceğiz."

Tanrım. Bundan nasıl emin olabilirdik ki?

"Olmaz. Daha önce yapmadım." Bunu söylerken cesaretimi toplamıştım, bakışlarımı ondan kaçırmıştım.

Bedeni yavaşça ve tamamen bana döndü. "Yoksa…" Kaşları aşağı indi, şimdi bakışlarında anlamaya çalışan bir ifade vardı. "Sen daha önce…"

"Evet." Başkalarımı kaçırdığım yerden almadım. "Bunu daha fazla sorgula-"

Ayağa kalktı. "Bakire olduğunu mu söylüyorsun?"

Nasıl yaptım bilmiyorum ama gözlerimi gözleriyle buluşturabildim. "Garip mi?"

Yaklaşırken, yoğun bir utanç dalgası üzerime doğru hamle yapmak üzereydi. "Garip olan, şu durumda benimle birlikte olmayı bu kadar kolay kabul etmen."

"Hayır," Ayağa kalktığımda, karşı karşıyaydık. "Garip olan aksi olurdu. Farkında mısın? Canın söz konusu ve…" Saate baktım, on üç dakikası kalmıştı. "...zaman aleyhine işliyor."

Daha fazla yaklaşmasını ve aramızdaki mesafeyi sıfıra indirmesini beklemiyordum. Ancak daha fazla beklemediğim durum, kolumu saran parmaklarıydı.

"Bunu hayatında yalnızca bir kere yaşayacaksın. Hiçbir şey hissetmediğin bir erkekle, zamanla yarışarak mı yaşamak istiyorsun?"

Böyle düşünmemiştim. Beni böyle düşünmeye zorlaması kalbimde hassas bir noktaya dokunmuştu.

"Sadece…" Başımı eğmemek için kendimle savaş veriyordum. "Sadece yaşamanı istiyorum."

Bana bakmaya devam etti. Bakışlarıyla bakışlarına ne anlattığını dinlemek isterdim ama içimden bir ses bunun hiçbir zaman olmayacağını söylüyordu.

Dokuz dakika.

Yalnızca dokuz dakika kalmıştı.

Parmakları aşağı kaydı.  Elimi tutacağını düşündüm ama öyle olmadı. Dokunmadı bile. Yatağa ilerlerken, peşinden gittim.

Göğüs kafesime çöken hüzün bir enkaz kadar ağırdı.

Kazağını çıkardı. Ona bakmadım.

Kazağımı çıkardım. Bana bakmadı.

Kalanları çıkarırken, kimse kimseye bakmadı.

Çok garipti. O kadar garipti ki utançtan öleceğimi düşünürken, hissizlikten ölecektim.

Başını yatağa çevirdiğinde, yatmam gerektiğini anladım. Konuşacak, hissedecek, alışacak ve kaybedecek zaman yoktu. Yatağa uzandım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Gözlerim tavana kilitlenirken,  kendimi birkaç gündür tanıdığım ela gözlü çocuğa bıraktım.
Dizini yatağa koydu, duraksadı. Ellerini kısa saçlarının arasından geçirirken, dudaklarında mırıldandığı kelimeleri anlayamıyordum.

Üzerime uzandığında, parmak uçlarımın buz kestiğini, nefesimin soluk borumun bir yerinde takılı kaldığını hissettim. Sıcaktı; aynı zamanda hem çok yumuşak hem de çok sertti. Ellerinden birini omzuma koydu. Diğerini nereye koyacağını bilemedi.

“Hala vazgeçebilirsin.”  Sesi kısıktı. Ne söylediğini anladığımda, zihimde onunla ilgili olan yapbozun bir parçası yerine ilerledi; Yaşamı onun için kıymetli değildi.

Sağlıklı ve gençti. Birçok genç kızı kendine hayran bırakacak kadar yakışıklıydı. Belki odası değil ama yaşadığı ev konforlu ve görkemliydi. İyi bir okulda okuyordu. Muhtemelen bir dediği iki edilmiyordu.

Neden yaşamına kıymet vermiyordu?

Vezgeçmeyeceğim.” Tavandaki kurşun deliklerine şaşıracak ya da sorgulayacak durumda değildim. Yalnızca onları izliyordum, her birini. Her birinin içinde bir yaşanmışlık olduğunu biliyordum; yaşanmışlıklar, o deliklere sinen sesler, belki büyük acılar…

“Geri dönüşü olmayacak.” dedi. “Biliyor-”

“Biliyorum.” Gözlerimi kapatıp tekrar ettim. “Biliyorum.” Gözlerimi yeniden tavana açtım. “Ne için yaptığımı düşününce asla pişman olmayacağım.” Başımı çevirip, duvardaki camı kırık siyah analog saate baktım. “Son yedi dakika.”

Burnundan dökülen soluk, boynumun ince derisine ulaştığında başını usulca indirdi. Şimdi onun boynu benim benim burnumun önündeydi ve güzel kokuyordu. Parfüm değildi. Temizdi, geldiğimiz ve gideceğimiz yere benziyordu; toprağa…

“Canını yakmamak için elimden geleni yapacağım. Yine de… Eğer canın yanarsa, kolumu sık.”

Başımı sallayabildim.

Elimi kaldırıp, koluna koyduğumda kolundaki kasların devilen birer domino taşı gibi sırayla kasıldığını hissettim. “Üşümüşsün.” Örtüyü üzerimize çekti.

Hayır, parmaklarım üşüdüğüm için soğuk değildi.

Kendini tamamen üzerime bıraktığında nefesimi tuttum. Onu tamamen hissetmek dünyanın en garip şeyi gibi geldi.

“Kısa sürecek.” diye fısıldadı. Sesinde, beni rahatlatmaya çalışan bir tını vardı. “...ve sonsuza kadar aramızda kalacak. Söz veriyorum..”

Belki de Dünya’nın en yavaş devinimiyle kendini bana itti. Bedenlerimizin bir bütün olmasının verdiği his, çırılçıplak karların üzerinde yuvarlanıp, ateşten bir denize düşmemle eş değerdi. Bedenimin ortadan ikiye bölündüğü hissetmiştim. Canım fena halde yanmıştı ama biraz bile sesimi çıkaramamıştım.

Kıpırdamadı. Hiç. Alnını alnıma yasladı, gözleri kapalıydı. Öylece bekledi. Alınlarımız arasında giderek artan bir ıslaklık vardı. Kalp atışlarımın bir balyoza dönüşüp göğüs kafesimi zorlarken, kalp atışlarının benimkiyle yarıştığını, birkaç saniye içinde o yarıştan galip geldiğini fark ettim.

Biz hareket etmiyorduk ama çıplak göğüslerimiz arasında sonu gelmeyecek bir harp vardı.

Suskunduk. Gece suskundu. Onunla doluydum ve onu ikinci bir deri gibi sardığımı hissediyordum. Hızlanan soluklarını, bedeninde kabaran her damarı bedenimde hissediyordum.

Daha önce biriyle birlikte olmamıştım ama hepsinin bu kadar olmadığını biliyordum. Devamını getirmiyordu. Öylece içimde beklemeye devam ederken, sırtında tonlarca ağırlık taşıyormuş gibi hırçınca nefesleniyordu.

Biz sustuk ama bakışlarımız konuşmaya devam etti. Anlık bir cesaretle  gözlerimi ona diktiğimde, beni izlediğini gördüm. Anlık bir ışık hüzmesi bana ela gözlerinde gezinen siyah karartıları gösterdi.

O karartılar, güneşli bir günde aniden bastıran çamurlu birer doluya benziyordu ve her birinin bir hikayesi vardı.

“Gözlerin, ” dedi. Sesi boğazı sıkılan bir adam gibi nefessiz ve boğuktu. “Açık kahveymiş.”

Saatin gece yarısını bulduğunu duyuran ses duvarlarda yankılanmaya başladığında, usulca benden uzaklaştı. Yerden kıyafetlerini aldı ve odasının girişinde bulunan banyoya gitti.

Doğrululduğum esnada bacaklarımın arasından süzülen ılık sıvıyı yok saymaya çalıştım. Neyin ne olduğuna bakmadan giyinirken rüzgar görmüş bir yaprak gibi titriyordum. Ters giydiğim kazağımı düzeltmekle uğraşmadım. Kıvrık pantolon paçama müdahale etmedim.  Cebimdeki zümrüt yüzüğü dağınık yatağın ortasına bıraktığımda, Cihangir banyodan çıktı.

Birbirimize baktık,  bu bir saniye bile sürmedi. Hızla bakışlarımızı birbirimizden kopardık. Yatağa yaklaştı. Arabasının anahtarını buldu ve kapıya ilerledi. Bu, beni onun bırakacağı anlamına geliyordu. İstemiyordum ama itiraz edecek tek cümle kurmak da istemiyordum. Bu yüzden sessizliğimi korayarak peşinden ilerledim. Asansörle otoparka indik. Bu sırada hiç konuşmadık. Arabaya bindik, konuşmadık. Yol boyu konuşmadık. Aracını okul servisini beklediğim durakta durdurdu, konuşmadık. Elim kulpa ulaştığında, parmakları bu gece ikinci sefer koluma dolandı. Duraksadım ama ona bakamadım.

Bekledi.  Her ne söyleyecekse bundan vazgeçerek elini benden ayırdı.

Arabadan indim. Sokak boyu yürürken, bacaklarımın arasındaki acı canımı yakıyordu. Arkama bakmadım ama arabasının uzaklaşan sesini duydum. Binaya ulaştığımda, önündeki uzun ve dik merdivenlere baktım. İkinci katta oturuyorduk ve o iki sıra merdiven şu an gözümde dağ gibi büyümüştü. Kapıyı kapatmak için arkamı döndüğümden birinin varlığıyla irkildim.

Cihangir’di.

Apartmak aydınlık sayılmazdı. Gözleri aydınlık sayılmazdı. Burada olmasının şaşkınlığını bile yaşayamadan eğilip beni kollarına aldı. Ne olduğunu anlamadan ayaklarım yerden kesildi. Hızla merdivenleri çıktı, beni evimin kapısının önüne bıraktı ve aynı hızla uzaklaştı.

Gözlerim birer yağmur bulutuna dönüşürken, gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüp gittiler. Bir süre kapımızın önünde ağladım. Sonra sessizce eve girdim. Kıyafetlerimden kurtuldum. Daha uzun bir süre banyoda ağladım. Ne hissettiğimi anlayabilseydim belki daha kolay olurdu ama bu imkansız gibiydi.

Dünya’nın en garip şeyiydi ve Dünya’nın en garip köşesinde kalmıştı.

🕯️

Lalin, tatlım iyi misin?”

Annemin sesi bir ninni gibi kulaklarıma dolarken, saçlarımda gezinen elleri gözlerimi açmama engel oluyordu.

“Bebeğim, hasta mısın?” Sesine bu kez endişe yayıldı. Gözlerimi araladım, annem yanıbaşımdaydı.

“Şu lanet çalar saati bile duymadığına göre kesin hasta.” dedi Levent yattığı yerden. Ona boş gözlerle baktım. “Hem… O dün arkadaşında kalmayacak mıydı?”

Annem ayağa kalktı. Çalar saati kapattı ve yanıma geri döndü. “Ah, yüzün bembeyaz olmuş.” Eli yüzümdeki yolculuğuna alnımda son verdi. “Ateşin yok ama… Sanırım üşüttün. Ah kızım, bornozla yatılır mı hiç? Baksana saçların bile doğru düzgün kurumamış.”

O söyleyinceye kadar bornozla uyuyakaldığımın farkında değildim. Doğruldum. “Anne, iyiyim.”

“Yekta da kalacağını söylemiştin. Bir sorun yok ya?”

Gözlerimi halının desenlerine diktim. Aklıma ilk geleni söyledim. “Canım sıkıldı. Test kitabımı da evde unutmuştum. Geç saate kadar çalıştığım için yorgun düşmüş olmalıyım.”

Laliiiin.” dedi kısık ama kızgın bir sesle. “Kendine bu kadar yüklenme, diye kaç kere söyleyeceğim? Bu gidişle hasta olup sınava giremeyeceksin.”

Ayaklandım. Annemin yeni ütülediği, yumuşatıcı kokan formalarımı alıp banyoya ilerlemeden önce dönüp yorgun ama şeffaf dolu gözlerine baktım. “Merak etme anneciğim, her şey yoluna girecek.”

🕯️

Üçüncü ders arasındaydık. Berika her nereden bulduysa içeriğinde sosyete davetlerine yer verilen birkaç dergi getirmişti. Bunun bir sebebi vardı. Yekta ile arka sıralardan birinde, sıranın üzerine oturup ayaklarını oturma alanına koyarak dergilere bakarken, oturma alanında, iki çift ayağın tam ortasında oturuyordum. Sayfaları sırayla çeviriyor, Su ve diğer çocuklara denk geldikçe merakla inceliyorlardı. Bana da birkaç kare göstermişlerdi. İlgimi çekmese de, okula geldiğimden beri durgun halimi sorguladıkları için ilgileniyormuş gibi görünmeye çalışmıştım.

“Şuraya bak.” Berika her ne gördüyse Yekta’ya gösterdi. “Bu Can değil mi? Arkasındaki araba Ferrari mi!”

“Ferrari.” diye cevapladı Yekta, iç geçirerek. “Ne hayatlar var anasını satayım.”

Bir iç de ben çektim. “Ne hayatlar var, Yekta?”

Bana baktı ve anladı. Belki başka bir zaman diliminde değil ama şimdi hayatlarımız birbirinden farklı değildi; pamuk ipliğine bağlıydık her birimiz.

“Afedersin.” dedi ve Berika’yla birlikte başka bir dergiye bakmaya başladı.

“Cihangir değil mi o? Vay canına, çok havalı görünüyor.”

O isim, içimde bir şeyleri uyandırdı. Acı bir şeyleri…

“Yanındaki kim?” diye sordu Yekta. “Ağabeyi sanırım, çok benziyor.”

“Ben de bakabilir miyim?” diye sorduğumda Berika bilmişlikle gülümsedi.

“Merak ettin değil mi? Bak, adam aşırı havalı.” Dergiyi bana çevirdiğinde, tahminimde haklı olduğumu anlamam uzun sürmedi. Cihangir, üzerinde siyah bir takım elbiseyle bir davette poz vermişti. Yüzünde orada olmaktan memnun olmayan bir ifade vardı. Yanında ise hastanede yanında gördüğüm o adam; en az Cihangir kadar uzundu ama Cihangir’in zayıf yapısının aksine o fazlasıyla iriydi. Cihangir’e, onun on yıl sonraki hali, diyebileceğim kadar benziyordu. İçimden bir ses, onun dün gece sesini duyduğum o adam olduğunu söylüyordu.

“Ne çok baktın, güya ilgilenmiyorsun.” Berika gülerek dergiyi geri çekti ve bir sonraki sayfaya geçti. İyi görünüyordu. Almaya karar verdiği sakinleştiriciler en azından onu endişelerinden kurtarmıştı. “AsıR’IN ailesi Doğanlar Holding’in sahibi miymiş?”

“Ne sanıyorsun Beri?” Yekta ona omuz attığında, Berika oturduğu sıradan düşmekten son anda kurtuldu. “Ailelerinin emekli maaşlarıyla mı o pahalı kolejlerde okuyorlar?”

“Okuyorlar da ne oluyor?” diye küçümsedi Berika. “Dergi de Asır’ın da Cihangir’in de yirmi bir yaşında olduğu yazıyor. O yaşta ancak lise son sınıfa gelmişler!”

“Belki bir sebebi vardır.” demeyi planlamıyordum. Ancak o sebebi fazlasıyla merak ettiğimi hissettim.

“Her ikisinin de mi?” diye sordu Berika. “Sanmıyorum. Bence sebebi şımarıklık.” Dergideki Asır’ın fotoğrafına baktı. “Ama bu… Asır’ın çok yakışıklı olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Daha basketbol müsabakasında onu fark etmiştim…”

Yekta yüzünü buruşturarak, “Yoksa kaderin sizi bu yolla bir araya getirdiğini mi söyleyeceksin?” diye sordu.

O sakinleştirici almıyordu ama içinde bulunduğumuz zorluğu psikolojik olarak yenmenin formülünü kendince bulmuştu. Dalga geçmek, Yekta bu konuda yeterince iyiydi. Sıranın onu yaklaştığını bildiği halde, dalga geçmeye devam ediyordu.

“Şuraya bakın, neredeyse tüm grup bir arada!” Berika dergiyi dizlerine koyup benim de görebileceğim şekilde çevirdi. Gösterdiği karede Cihangir, Asır, Su, Cem ve zavallı Can ile bir grup daha vardı. Uludağ’ın yamaçlarında, üzerlerinde kayak kıyafetleriyle poz vermişlerdi.

“Sanırım sınıfça gitmişler.” Berika fotoğraf hakkında yorum yaparken, öylesine fotoğrafın detaylarında göz gezdirmeye başladım. Ta ki bir bakışlarımı üzerinde duraksatıncaya kadar…

Cihangir’in yanında sarışın bir kız vardı. Kız gülümsüyordu, güzeldi. Sarı saçları lüle lüle omuzlarına dökülmüştü.

O saçlarda mavi bir toka vardı.

O toka, depoda uyandığımız gün Yekta’nın kusarak midesinden çıkardığı tokanın aynısıydı!

🎭

Var mı tahminler?

Umarım bölümü sevmişsinizdir.

Cihangir ve Lalin'in sahnelerini en duygusuz şekilde uzatabildiğim kadar uzattım. Dahası imkansız gibiydi.

Bu sahne gelecek bir çok sahnenin anahtarı olacak.

Çok yakında görüşmek üzere.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayalım. Bir sonraki bölümde görüşmek üzere...

Continue Reading

You'll Also Like

177K 10.8K 25
17 yıl sonra doğumda karıştığını öğrenen Peri... Abilerine ve üçüzlerine alışabilecek mi ? Babam gülümseyip "Aksine iyi bir şey oldu. Peri doğumda k...
10.9M 325K 55
(+18 | Yetişkin içeriklidir.) Parmak uçlarım geniş omuzlarına dokunduğunda aniden gözlerime baktı. "Artık ben senin kadar kötüyüm, sende benim kadar...
1.4M 114K 71
Pars, Atlas'ın önce ilk aşkı, sonra oyun arkadaşı oldu. Oynadıkları oyunun ipleri ayaklarına dolandı. Biri kaldı diğeri kaçtı. Çok zaman sonra kapı y...
507K 18.7K 49
"Oo küçük hanım iki gündür sizin peşinizdeyiz." "Siz de kimsiniz niye peşimdesiniz ne istiyorsunuz?" " sakin küçük kız" "Kimsiniz dedim" " babanın öd...