Yılan Yuvası

By S-Mare

128K 15.4K 15.1K

"Çok yakınımdasın kedicik. Dikkat et, ısırabilirim." "O halde sana yeni bir bilgi daha çıngıraklı." Öfkesi bi... More

Giriş
1.1 - Ak Yılanlara Ölüm!
1.2 - Kan Dolu Düğün
1.3 - Kukla ve Zehirli Taç
1.4 - Parlak Sarı Gözler
1.5 - Yak Ve Isıt
1.7 - Kanlı Anlaşmadaki Pençeler
1.8 - Aslan İnindeki Yılanlar
1.9 - Ateşi Başlatan Kıvılcım
1.10 - Aslana Dişlerini Geçirmiş Yılan
1.11 - Ağaçlar ve Dalları
1.12 - Ateşler İçindeki Saray
1.13 - Şifa Veren Dudaklar
1.14 - Tehlikeli Bilinmezlik
1.15 - Canlandıran Öldürülmeli
1.16 - Avcı Olmaya Çalışan Av
1.17 - Kırmızı Bir Çiçek
1.18 - Ölümcül Kükreyiş
1.19 - Düşünce Korkakları
1.20 - Şehvet Zehri
1.21 - Oyunlar ve Sırlar
1.22 - Çekilmez Prensin Yılanı
1.23 - Kanla Boyanmış Gümüşi Saçlar
1.24 - Rüzgar, Tuz ve Orman
1.25 - Taşınamayan Nefret Yükü
1.26 - Bir Öpücük Bin Çelişki
1.27 - Tutkulu Bir Son
1.28 - Kötü Bir Masal
Final - Ateş, Öfke ve İntikam
YILAN YUVASI KARAKTERLER
~KARTAL KANADI~
Yılan Yuvası Sözlüğü ve Haritası

1.6- Ya Özgür Ya da Ölü

3.3K 458 287
By S-Mare

Merhabalar Yılanlarım 😈

Yine bol bol yorumlar bekliyorum, oylamayı unutmayın. Lütfen okuyorsanız en azından bir yorum yapın ve oy verin ❤️
(Artık 500 yorum üstüne çıksak mı?) 🥺

Yılan emojisini şuraya bırakın da başlayalım 🐍

Keyifli Okumalar...

🎶
Joel Sunny- Running Up That Hill

Fleurie - Onward & Upward

Amy Guess - Lay Low
🎶



Instagram:
e.s.mare
Esmare_den

Tiktok:
Esmareden
(Alıntılar, bölüm çizimleri için takip edebilirsiniz. Yukarıdaki resmin tam haline Instagram hesaplarından ulaşabilirsiniz)


"Benimle oynamaya çalışma Yılan!
Bir Aslan bir Yılanla oynamaz."


Yemek kokusu...

Bu hayatım boyunca duyduğum en güzel koku olabilirdi. Baharatlar tanıdık değildi, ayırt edemiyordum ama yine de burun deliklerimden süzülen her hava o enfes kokuyla midemin kıvranmasına sebep oluyordu.

"Ayıldıysan kalk ve bir şeyler ye!"

Gözlerim açılmadan bir ateşin çıtırtılarını duydum. Sıcaklık ise mest ediciydi. Burada ölebilirdim. Enfes yemek kokuları arasında, alevlerin sıcaklığıyla...

Hayır, ölemezdim.

Gözlerim hızla açıldı. Raiden denen iğrenç Kaplanın katı bakışlarıyla çarpıştı. Bana tıpkı kardeşim Teressa gibi bakıyordu. Yani bir böceğe bakarmış gibi...

Sırtıma bir şeylerin sarıldığını hissettim ama Aslanın yırttığı gömlek hala üzerimdeydi. Yırtılan iç çamaşırım bile tuniğimin altında hissediyordum. Kıyafetlerime dokunulmamıştı ve bu iyiydi. Önüme bir tabak bırakıldığında Adara denen Aslan kız karşıma bağdaş kurarak oturdu ve tabağı bana doğru itti. "Doğrulman için yardım etmemi ister misin?"

Nerede yattığımı bilmiyordum, ne durumda olduğumu da ama artık sırtım o kadar acımıyordu. Titremiyordum da. Hafifçe doğrulurken tuniğim açılmadı, arkadan birkaç düğümle tutturulmuştu şüphesiz. Şöminenin hemen yanında yattığımı fark ettim. Taş zeminin üzerine sadece bir bez parçası atmışlardı ama en azından başıma bir yastık koyma yüceliğini göstermişlerdi. Bir de tek bileğime bir zincir dolamayı... En azından ikisine değil. Bu da bir yücelikti değil mi? Tek elimle de pek ala birini indirebilirdim.

Belki de karşımda böyle rahatça oturan bu Aslan kızı...

"Şuna şöyle davranmaktan vazgeç!" dedi Raiden sertçe. "Bu iğrenç Yılanın başını ezmemiz gerekirken bir de besliyoruz."

...sonra da arkada sinirli bir ifadeyle dikilen Kaplan boğazımı parçalardı zaten.

Kız ona uyarıcı bir bakış attı. "Biraz kibar olsan bir şey kaybetmezsin Raiden. O bir Yılan ama aynı zamanda bir kadın da."

"Kadın mı?" diyerek güldü Raiden. "Bazen gerçekten komik şeyler söylüyorsun Adara. Bazen... Nadiren."

Kız homurdanarak bana döndü. "Bazen onu öldürmek istiyorum. Bazen... Çoğunlukla..."

Aralarındaki tiksindirici didişme bulunduğum durumdan daha fazla canımı sıktı. "Arkadaşım," dedim yemeğin iştah açıcı kokusunu solurken. "O nerede? İyi mi? Ona ne yaptınız?"

"Yemeğini ye, sonra soru sorarsın," diyen ne kızdı ne de Raiden. Odanın köşesinden, yerden yükselirmiş gibi çıkan Lian'dı. Aşağıdan geliyordu. Vilas aşağıdaydı. Eskiden beni tuttukları ambarda...

Elimdeki zinciri hırsla çekildiğimde kız geriye sıçrayıp bıçağını çekti. Umurumda olmadı. "Ona ne yaptınız?"

Lian sakin bir şekilde bana doğru yürürken kız ayağa kalkıp geriledi. Raiden ise burnundan soluyordu ama bu kez bir şey söylememeyi başardı. Lian yalnızca bir adım ötemden durup bana baktı, yüzüne bakmak için başımı kaldırmam gerekti. "Yemeğini ye ve sorun çıkarma! Sorularımıza cevap verirsen, sorularına cevap alırsın."

Önümdeki tabağı şiddetle ittim ve küfrettim. Buna daha sonra pişman olacaktım. Mesela Lian'ın, "Başka bir tabak olmayacak," demesinden hemen sonra...

Tek elim bir zincirle duvara çakılıyken derin bir nefes alıp diğerini yere dayadım. Kız tabağı alıp bana bir daha bakmadan gözden kayboldu. Raiden ise halime hafifçe güldü, onu yumruklama istediğimi bastırmaya çalıştım. İstesem de yapamazdım zaten, en azından bu durumdayken. Açtım ve güçten fazlasıyla düşmüştüm. Gücüm yerinde olsa dahi bileğimi kan akışımı bile neredeyse durduracak şekilde saran zincirden kurtulmam biraz zaman alırdı.

Sakin olmalıydım. Sakin olup mantıklı şekilde konuşursam belki bizi bırakırlardı. Belki...

"Ne istiyorsan sor," dedim yere bakarak.

Kızın kalktığı yere oturdu ve tek dizini kendine çekip diğerini ileri uzattı. Bacağı neredeyse elime değecekti, bunu yapıyordu çünkü bir şey yapamayacağımı biliyordu. Ya da tam aksine bir şey yapmamı bekliyor, beni öldürmek için bir neden arıyordu. Gerçi öyle olsa beni çoktan ölüme terk ederdi ama o bir şekilde sırtımdaki yaraları bile iyileştirmişti. Sırf cevaplar almak için...

"Sırtındaki yaralar nasıl oldu?" diye sordu.

Raiden güldü. "Yanlış kişinin fahişesi olmuş olmalı. Belki de aşağıdaki pislik torbası yapmıştır."

Lian sert bir nefes verdi ama ne ona baktı ne de bir şey söyledi. Benden bir cevap bekliyordu. Geri çekilip sırtımı duvara yasladım, sızıyla ıslık çalar gibi nefeslendim. Ateşin sıcaklığı yüzüme vururken gözlerimi Lian'dan Raiden'a çevirdim. "Doğru, yanlış kişinin fahişesi oldum. Bu kadar isabetli bir atış yaptığına göre sen de geçmişte böyle bir şey yaşamış olmalısın. Fahişelik zor değil mi? Kim bilir sen neler yaşamışsındır." Serbest olan elimi göğsüme bastırdım. "Acını derinden hissediyorum."

Raiden dişlerini sıktı, bana doğru bir adım atmıştı ki Lian elini kaldırarak onu durdurdu. "Cümlelerine dikkat etmeni öneririm," dedi bana. "Tabii arkadaşını tekrar görmek istiyorsan. Tek parça halinde..."

Dudağımı dişledim. Biraz daha bastırsam sivri dişlerim uzamaya bile gerek duymadan dudağımı delebilirdi. Başımı hafifçe Lian'a doğru eğerken, "Biliyor musun?" dedim. "İkimizi de öldürün. Hatta başımızı kesip o asil kıçınıza sokun!"

Lian kaşlarını kaldırdı, hemen ardından başını çevirip Raiden'a gözleriyle işareti verdi. Raiden keyiflenerek onun az önce çıktığı yere yöneldi. Vilas'ın yanına... Dudaklarımı dişledim yine ve bu kez kanattım da. Yine de onu durdurmak için bir şey söylemedim. Aksine Lian'a bakmaya devam ettim. Aşağıdan boğuk inlemeler gelirken o da bana bakmaya devam ediyordu. Canım acıdı ama yine de yolumdan dönmedim. "Sıra sende," dedim ona. "Öyle bakacak mısın, yoksa yumruklamaya başlayacak mısın?"

Bıçağını yine bacağındaki kılıfından çekti ama saplamak yerine elinde çevirmeye başladı. "Ölmemek için yalvarırken şimdi değişen ne?" diye sordu, meraklıydı.

"Ben onu asil birine söylediğimi sanmıştım," dedim onun gibi sakin bir sesle. "Tek üzüldüğüm şey yanılmadığımı anlamam oldu."

"Yanıldığını," diye düzeltti kendince, söylediklerimden sadece ona takılmış gibi yapıyordu. Aslında sinirlendiğini biliyordum ama hiç belli etmiyordu.

"Hayır, yanılmadığımı. Sizin zaten asil olmadığınızı biliyordum. Sadece bir an öyle olmanızı umdum. Eh, hangimiz hayatımızın bir anında yanlış şeyler ummadık ki?"

"Sana söylediklerinden çok benim tepkime sinirlenmiş gibisin."

Öyleydi ve bunu anlamasına daha çok sinirlendim. Sinirlendiğim şey bana söyledikleriyle gururumu kırmasına izin verdiği için değildi. Gururum o kadar kolay kırılmazdı. Sinirlendiğim şey Raiden denen pisliğin keyiflenmesine neden olmasıydı. Bir Aslan olmasından ziyade karakter sahibi biri olmasını kısa bir an beklememeydi. En çok da buna... Aslında kendime.

Hepsinden tiksiniyorum.

"Öldürecek misin, yoksa konuşmaya devam mı edeceksin?"

Aniden ileri atılıp elindeki bıçağı boynuma dayadı. Sırtım arkamdaki girintili duvara daha sert yaslanınca canım daha çok yandı. Gözlerim karardı, bunun ani hareketiyle ilgisi yoktu. Muhtemelen açlığımdan dolayıydı. Ona bakarken gözlerimin önünde toz bulutları uçuşuyordu artık. "Sana daha önce de söyledim. Benimle oynamaya çalışma Yılan! Bir Aslan bir Yılanla oynamaz. Şimdi sen söyle! Konuşacak mısın, yoksa öldüreyim mi?"

Sarı gözlerine siyah is vuruyor gibiydi, gözlerim kısa bir an kapanıp açıldı. "Zaten her şeyin sonunda öldürmeyecek misin?"

"Sana bağlı," dedi ama değildi. Tamamen ona bağlıydı. Yüksek ihtimalle de öldürecekti ama eğer onu biraz bile çözebilmişsem eğer aklındaki sorulara cevap almadan beni öldürmeyeceğini de biliyordum. Merak ediyordu, özellikle de sırtımdaki kırbaç izlerini gördükten sonra. Ona söylediklerimin doğruluğunu artık daha fazla sorguluyordu. İşte o yol benim ilerleyeceğim yoldu.

"Yalanları anlayan tek kişi sen değilsin," dedim. "Bizi zaten öldüreceksin. O yüzden bunu şimdi yap!" Gözlerimdeki bulanıklığın gitmesi için gözlerimi daha sıkı bir şekilde kapatıp açtım. "Ben özgürlük istedim ama görünüşe göre alamayacağım. Yılanların zindanı ya da bir Aslanın..." Kahrolası siyah benekler... Kısa bir an yine gözlerimi kapatıp açtım. "Bir farkı yok. İkisinin de sonu ölüme açılıyor. En azından şansımı denedim."

"Yılanların zindanı?" diye sorguladı gözlerini kısarak.

Kesinlikle, takılman gereken yer tam da orası. Kırbaç, zindan ve özgürlük... Kelimeleri birleştir ve merakın harlansın kedicik.

"Öldür!" dedim cevaplamaktan kaçınarak. "Merak etme, bir Yılan fahişesini öldürmek bir Yılanın bile vicdanını sızlatmaz."

Dişlerini sıktı, bıçağı biraz daha bastırdı. Boynum kesildiğini belli etti ama daha fazlası gerçekleşmedi. Gerçekleşmeyeceğini biliyordum zaten, yani tamamen emin değildim elbette ama...

Bir daha hayatımla kumar oynamayacaktım. Vilas'ın hayatıyla belki...

Bıçağı çektiği an siyah duman çoğaldı. Başım ileri düştü. Alnım omzunda durdu. Bunu hesaplamamıştım ama beni bu duruma getiren de oydu, benden tiksinirken yanıma bu kadar yaklaşmamalıydı. Küfretti ve "Ada!" diye seslendi.

Kızın hızlı ayak seslerini duydum. Lian başımı geri çekti ama bana bakmadı. Gözleri kızdaydı. "Raiden'ı geri çağır," dediğinde rahatlamış sesli bir nefes verdim. Sarı gözleri bana döndü. Dişlerini sıktı yine ve altıma serili kumaştan hızlı bir parça yırtarak boynuma bastırdı.

Yarı kapalı gözlerle onu izlerken gülümsedim, bunun onu daha da sinirlendirdiğini görebiliyordum. Keyifle, "Ve fahişeye bir tabak yemek," dedim.

Öfkeli sert soluklar verdi. "Ve," dedi, dişlerini gıcırdattı. Gözlerini bir an kapatıp açtı. "Çıngıraklıya bir tabak yemek daha getir!"

Adara önüme bir tabak daha bıraktığında elbette hemen yemeye başlamamıştım. Tatması için ona işaret etmeme gülmüştü. Bunu sadece bizimle ilgili bir şeyler bilip bilmediklerini anlamak için yapmıştım ama kız tek kelime etmeden bir kaşık alıp gitmişti. Yılanlar tatları ayırma konusunda iyiydi, dillerimiz her ne kadar çatallı olmasa da hassastı. Aslında o yemekten ufacık tatsam bile zehirli olup olmadığını anlardım. Zehirli olmayacağını da biliyordum çünkü beni öldürecek olsaydı bunu Lian dakikalar önce yapardı. Ölmemi istiyor muydu, kesinlikle. Benden tiksindiğini de nefretini de gizlemiyordu zaten ama henüz bunu yapmayacaktı.

Kız çekildikten sonra yemeği öylesine üstün bir hızla bitirmiştim ki her neredeyse geri dönüp beni gören Kartal çocuk ağzı açık bir şekilde bana bakakalmıştı. Lian'ın ise gözleri üzerimden bir an ayrılmamıştı, iğrenen bakışlarını da sakınmamıştı. Raiden denen pislik torbası eğlencesinin -Vilas'ı yumruklamak olan eğlencesinin- bölünmesine, bir de beni yemek yerken görmesi eklenince yeri döven adımlarla evden çıkmıştı.

Adara ise sırıtıyordu, arada bana inceden bir köylü olduğuma dair dokundurmalar yapıyordu. Bunu aşağılama amacıyla yapmadığını fark etmiştim, sözlerinde aşağılama olmayan tek kişi oydu zaten. Kartal ise nadiren konuşuyordu ve bu hiç bana yönelik olmamıştı.

Adara tabağı almak için yanıma yaklaşırken, "Bir tabak daha getirmemi ister misin?" diye sordu.

İğrenir gibi dudak büktüm. "Bir daha böyle bir şey yemek istediğimi sanmıyorum. Berbattı."

Kaşları çatıldı ama bir şey söylemedi. Onun yerine Lian konuştu. "Yemeyeceksin o zaman."

Gözlerimdeki bulanıklık biraz daha dağılınca daha net görüyordum artık onu. Bakışları ürkütücüydü, benim gibi daha ürkütücü şeyler görmemişseniz korkabilirdiniz. Ben ise... Tamam, birazcık ürküyordum. Askeri eğitimim vardı ama hiçbir savaşta bulunmamıştım. Bir Aslanı ise, zindan ziyaretlerimde gördüklerimi yok sayarsam, ilk defa görüyordum. Zindandakiler sefil haldeydi, korkulacak hiçbir tarafları kalmamıştı ama Aslanların genel olarak beni korkuttuğu söylenemezdi zaten. Diğer ırklar da.

Bugüne kadar gördüğüm en iri insan Raiden denen Kaplandı mesela. Üstelik diğerlerinden daha fevri ve daha öfkeliydi ama onu gördüğümde korkmak bir yana sürekli kızdırmak istiyordum. Öfkesi eğlenceli geliyordu.

Ama bu kahrolası sarı gözde beni ürküten bir şeyler vardı.

Kız tabağı almak için eğilince kolunu tuttum. Kolumdaki acı kendini daha da hissettirdi. Sadece sırtıma bakmışlardı, onları fark etmemişlerdi bile. Kızın eli hızla bıçağına gitti, arkasında da hareketlenmeler oldu. "Teşekkür ederim," dedim sessizce. "Yemek... Şey... İyiydi." Bir Aslana böyle şeyler söylemek zordu ama yemekle ilgili söylediklerim sadece kediciği sinirlendirmek içindi. Zaten amacım kızın gururunu okşamak da değildi, onun hislerin umursuyor sayılmazdım. Sadece ona şu an ihtiyacım vardı.

Kızın bakışları yumuşadı, bundan da iğrendim ama arkadaki Kartal ve Aslanın bir şey yapmaması için hızla konuştum. "Arkadaşım... Ona da götürür müsün?"

Bedeni kıpırdamadı. Sadece gözleriyle onayladı ama yine güldü. Sürekli gülmesi sinir bozucuydu. Onu bıraktığım an tabağı alıp geri döndü. Kartal ilgiyle ona bakarken ne söylediğimi merak ettiği açıktı. Aslan, Lian bana bakıyordu. Yine sorularına başlamak için bana yaklaşacağını düşündüm ama o bu kez yerinde kaldı. Az önceki tiksindirici sahnenin yaşanmaması için bunu yaptığı açıktı.

Elimin tersiyle ağzımda kalan baharatlı sosu sildim. Arlo yüzünü buruşturdu. "Arkadaşımı görmek istiyorum," dedim Lian sorularına başlamadan.

"Ben de temizlik," dedi Arlo ilk defa benimle konuşarak. "Biraz temizliğin kimseye zararı olmaz."

Sanki kendi halimden memnunmuşum gibi... Hala o çamurlu ve parçalanmış tuniğin içindeydim. Günlerdir yıkanmamıştım da, tabii kahrolası Aslanın dün kafamdan aşağıya döktüğü iki kovayı saymazsak. O da üzerimdeki kiri akıtmak yerine daha da bulaştırmış ve üzerime yapıştırmıştı.

"Arkadaşımı görmek istiyorum," diye tekrarladım vurgulayarak.

"Sorularıma cevap verdikten sonra bunu düşüneceğim," dedi Lian, kollarını göğsünde bağladı. Düşüneceğinden şüpheliydim ama onun sorularından çok daha büyük dertlerim vardı ve bunu ona söylersem eline sadece başka kozlar vermiş olurdum.

"İşemem lazım," dedim gülümseyerek. Tuvalet ihtiyacımda hep kız gelirdi ve bu onunla konuşmam için bir fırsattı. Ondan Vilas'a biraz yılan otu götürmesini isteyebilirdim. Biraz da yaralarını temizlemesi için su... Tiksinilesi Aslan onu fena hırpalamış olmalıydı. Bunu kıza yemek istediğim zaman da söyleyebilirdim ama önce tavrını tartmıştım. Diğer yandan biraz daha durursam Lian müdahale edebilirdi. Kız ters bir tepki vermemişti, bu da Vilas'a yemekle beraber ilaç da götüreceğini düşünmeme neden oluyordu.

"Adara," dedi Lian memnuniyetsizce. Kız mutfak olduğunu düşündüğüm odadan çıktı. Lian başıyla beni işaret etti. "Tuvalete götür şunu. Temizlenmesi için de bir şeyler ayarla, feci kokuyor."

"Vay be!" dedi Adara, abartılı bir şaşkınlıkla. "Nasıl da kibarsın böyle!"

Lian kızın söylediklerine sadece o uyarıcı bakışlarıyla cevap verdi, gözlerini bana çevirdi. "Eğer yanlış bir şey yaparsa öldürebilirsin."

Kılıcımı nereye koymuşlardı? Ona o kadar ihtiyacım vardı ki... Tam da şu an o kahrolası sarı gözleri oymak için.

Kılıç... Ah, bunu nasıl es geçmiştim. O kılıç normal bir kılıç değildi, birkaç saniyelik incelemede de bu anlaşılırdı. Ben kraliyete ait bir eşyayım diye bağırırdı çünkü.

İçime büyük bir korku yerleşti. Aslan beni bu yüzden mi burada tutuyordu? Kılıcın elime nasıl geçtiğini mi öğrenmeye çalışıyordu, yoksa... Benim kraliyetten biri olduğumu mu anlamaya çalışıyordu?

İki ihtimal de birbirinden kötüydü ve benim bunu çözmem gerekiyordu, aksi halde ellerinde nasıl bir hazine tuttuklarını anlayacaklardı, böyle bir durumda ise beni Aslanların sarayının zindanında güzel bir karşılama bekliyordu. En kötü olanı ise bu değildi, eğer biraz bile paraya değer veriyorlarsa ki herkes verirdi, beni yüksek bir miktara Ak Yılan Sarayına satarlardı. Bu Aslanların zindanından daha kötüydü işte, o zindanda bir koz olurdum. Yılan Sarayında ise ben bir savaşı bitiren o gelindim. Kara Yılanların Veliaht Prensi Adrastis'in eşi...

Adara yanıma gelip zincirin kilidini açtı ve onu iki bileğime de sararak beni kaldırdı. Bileklerim acıyla yandı. Başım döndü, açlığım biraz dinmişti ama kendimi hala toparlayamamıştım. Adımlarım bile sarsaktı, ara sıra gözlerim kararıyordu. Aç kaldığım çok zaman olmuştu ama hiçbirinde bu kadar berbat hissetmemiştim.

Adara kolumu tutarak beni yönlendirdi. Düşündüğüm gibi Aslanlar gidip bir ağacın altına işemiyordu. Yüce Lester'e, hatta onların Hakimi Eastair'e şükürler olsun ki bir tuvaletleri vardı. Herhangi bir yılana bunu söylesem bana gülerlerdi. Adara ne tuvalette ne de banyoda yanımdan ayrıldı. Beni kısaca süzdükten sonra bir şey yapamayacak durumda olduğumu anlamış olmalı ki ellerimdeki zinciri çözmüştü. Bunun en kötü tarafı ise gerçekten bir şey yapamayacak kadar güçsüz hissetmemdi. Kovaları bile kaldıramamıştım, bu yüzden bana Adara yardım etmişti.

Hizmetçiler tarafından fazlasıyla yıkandığım için bunu sorun etmemiştim, asıl canımı sıkan güçsüzlüğümdü. Temizlenmek için üç koca kova su harcamıştım ama gerçekten iyi gelmişti. Öyle ki suyun soğuk olması da, yaralarımın şiddetle acıması da umurumda olmamıştı.

Adara bana temiz kıyafetler getirmek için sadece kısa bir an yanımdan ayrılmıştı. O sırada etrafı kontrol etmiş ve işime yarayacak bir şeyler aramıştım ama elbette ki yoktu. Kaçmak için kullanmayı düşündüğüm küçük pencereler haricinde. Burada bir başka sorun devreye giriyordu. Oraya sığabilsem bile hem tırmanabileceğimden şüpheliydim, çünkü bacaklarım garip bir şekilde hala titriyordu, hem de Vilas'ı bırakıp gidemezdim. Yardım alacak kimsem yoktu, ben bir kaçaktım. Ben son zamanların en önemli kaçağıydım ve eğer biraz daha burada kalırsam hakkımdaki gerçekleri öğrenmelerinden korkuyordum. İşte o zaman her şey çok daha zorlaşırdı.

Tek güvencem Yılanların kendileri hakkında bilgileri kolay vermedikleriydi. Elbette her ırkın casusları vardı ama halkın bile sarayda olanları öğrenmesi zaman alırdı. Casuslar eğer saraya kadar sızmadılarsa uzun süre o bilgilere ulaşamazlardı. Sarayda casus olmadığına neredeyse emindim çünkü sıcaklık diğer ırkları bize belirgin kılardı. Daha da önemlisi ben de o sarayda bir casus gibiydim. Serbestçe gezebildiğim yerler çok sınırlıydı. Kendi odam, küçük bir salon, küçük bir kütüphane... Geri kalan yerleri hep gizlice gezmiş, her konuşmaya gizlice şahit olmuştum. O geziler esnasında iki Akrep casus bile yakalatmıştım ki bunlar iyi eğitim almış casuslardı. En zor onların ısısı alındığı için içeri sızabilmelerine çok da şaşırmamıştım. Şaşırdığım o casuslardan birisinin Timsahlara, diğerinin ise Aslanlara bilgi sağlamasıydı. Bir Akrep olsan da yüksek bir paraya değil düşmanına casusluk etmek aileni bile gözden çıkarabilirdin. Her ırkta böyle insanlar vardı.

Ama bunlar iki yıl öncesine kadardı. Saraya girişler son yıllarda çok daha sıkı prosedürler içeriyordu. Zaten Kraliçe casusları sarayın önünde yılanlara yem edince artık içeri sızmak daha fazla cesaret istiyordu.

Titreyen dizlerime sinirlenerek yıpranmış teknenin yanına oturdum. Bu halde hiçbir halt yapamazdım. Adara içeri kıyafetlerle girdiğinde rahattı, ona saldırmayacağıma emindi. Ben de emindim. Bana uzattığı havlu ile kurulanırken bana değil tepedeki küçük pencereye bakmaya başladı. Elimdeki havlu ile zindandaki asker gibi onu da boğmayı kısa bir an düşünmedim desem yalan olurdu. En azından, "Arkadaşına yemek götüreceğim," diye konuşmuştu da canını, yüksek ihtimalle benim canımı korumuştu.

"Yaraları için de bir şeyler ayarlayabilir misin?" Öfkeyle yutkundum. "Çünkü arkadaşın onu yaraladı, diğeri ise yumrukladı."

İğnelemelerime takılmadı bile. Aksine, "Çok şey istiyorsun kızım," diye çıkıştı. "Neyim ben? Yüce lütufkâr Elasitair falan mı?"

"Vicdan sahibi biri belki," dedim öfkeyle. Yanıma geldiğinde omuzlarımı tutarak beni çevirdi. Havluyu aşağıya çekerken sırtımı açığa çıkardı. Elindeki bakır kutuyu o an fark ettim. Sırtımı ilaçlarken ses çıkarmadım ve cevabını bekledim. Yaralarım acısa da kızın elleri gerçekten bir Aslana göre nazikti.

"İlaç konusunu düşüneceğim," dedi sonunda. Ne yüce gönüllülük ama?

Sessiz kal ya da teşekkür et!

Sessiz kaldım çünkü kendi yaptıkları şeyi onaracakları, belki de sadece düşünecekleri için ona teşekkür etmek iğrençti. O yapmasa yapılanları görmüş olmalıydı, o yumrukların sesini duymamak zaten imkansızdı ama hiçbiri umurunda bile olmamıştı.

Sırtımı ilaçlamayı bitirdiğinde kıyafetleri kucağıma bıraktı. En azından iç çamaşırlarımı yıkamıştım, onun verdiğini giymek kurmama neden olabilirdi. Bana verdiği elbisenin bolluğu bile sinirlerimi bozmuştu. Eteğinden bir parça kestiğimde, "Ne yapıyorsun?" diye bağırdı. "O en sevdiğim..."

Kapı şiddetle açıldığında bir kılıç sahibinden önce göründü ve bana doğrultuldu. Üzerimdeki havlu ve elimdeki elbiseyle öylece kaldım ve Kartala baktım. O da kaşlarını kaldırarak bana. Kapının ardında mı bekliyordu acaba?

"Ne yapıyorsun?" diye bağırdı Adara.

"Sen bağırınca..." dedi Kartal. Kaşları çatıldı, yüzü buruşurken beni işaret etti. "Bu kim?"

"Arlo!" diye seslendi bir yerlerden Lian. "Sorun ne?"

"Burada bembeyaz bir kız var!" diye bağırdı ona Arlo. Bakışları beni süzdü yine, garip bir şekilde rahatsız edici değildi. "Çok çelimsizsin. Biraz daha yemek ye! Adara ona bir tabak daha yemek ver."

"Senin banyoda tam olarak ne işin var?" dedi Lian, sesi bu kez Kartalın hemen arkasından geldi.

Arlo kılıcı omzuna yasladı ve diğer omzunu silkip döndü. "Adara bağırdı, kız onu boğazlıyor sandım." Arkasını dönüp dışarı çıkarken Lian açığa çıktı ama içeri değil Arlo'ya bakıyordu. "Bu kız bu çelimsizlikle bir horoz bile boğazlayamaz," dedi Arlo, Lian başını çevirir gibi oldu ama yapmadı. Kapıyı çekip kapattı.

Çelimsiz mi? İlk sırada artık Kartal var.

Elbisenin kalan parçasını da hırsla yırtarken Adara öfkeli bakışlarını üzerime dikti. Elbisesine yaptıklarıma fazla sinirlenmişti. Başını hırsla yana çevirdi. Elbiseyi üzerime geçirirken onu da kahrolası elbisesini de umursamadım. Yırtığım kumaşın bir kısmını belime bağladım. Bir parçasını bölüp bileğimdeki yanıklara sardım.

Beni tekrar zincirlemek için yanıma geldiğinde bileklerimdeki kumaşlara baktı. "Başka yerlerinde yara olduğunu fark etmemiştim," dedi. Zincirlerken bileğime sardığım kumaş hiçbirinin dikkatini çekmemişti çünkü ben onlar için sadece iğrenç bir tutsaktım. Aslında bu Aslan kızın da diğerlerinden farkı yoktu. Az önce sırtımı ilaçlarken o yanıkları gördüğünü biliyordum, görülmemesi imkansızdı zaten ama umursamamıştı. Beni öldürecek şeyler değildi çünkü.

"Önemli bir şey değil," dedim sertçe.

"Onları da ilaçlamamı ister misin?"

"Önemli bir şey değil," diye bastırdım. Neden uzatıyordu ki?

"Lian'dan bağlanmamanı isteyebilirim."

Yine çıkışacaktım ama kendime mani oldum. Bunu bir an düşündüm. Lian'ın kabul etmeyeceğini adım gibi biliyordum, üzerine bileğimi de görmek isteyebilirdi. Yanık evlilik izimi gizlese de çoğu yılan dikkatli bir inceleme ile yine bunu anlayabilirdi. Aslanlar bunu fark eder miydi, çok zor bir ihtimaldi bu.

Belki de evlilik törenlerimizi bile bilmiyorlardı, nitekim ben onların törenlerini bilmiyordum. Annem önemli bulmamış olacak ki o konuda hiç bilgi sahibi değildim. Zaten yılanlar kendi ırklarından başka bir ırkla evlenmezdi, sadece evlilik de değil onlarla ilişki bile lanetlenmişti. Ancak ölüm getirirdi. Bununla ilgili birkaç hazin(!) hikaye bile duymuştum.

Yine de benim onların törenleriyle ilgili bilgi sahibi olmamam, onların da bizim törenlerimizi bilmediğini göstermezdi. İz anlaşılırsa lanet olası Aslanın daha çok sorusuyla karşı karşıya kalırdım. Dahası düğün törenini ile barış anlaşması yapacağını casusa gerek bile duymadan Krallıklar zaten kendileri yaymış olabilirdi. Bu aynı zamanda bir güç gösterisiydi çünkü. Taze evlilik nişanı bu konuda da bana hiç yardımcı olmazdı. Her ne kadar gelinin kaçırıldığını –kaçma ihtimalimi düşünse düşünse annem düşünürdü sadece, belki biraz da kral- ne Ak Yılan Krallığının ne de Kara Yılan Krallığının dışarıya sızdırmayacağından emin olsam da en ufak bir şekilde şüphe çekmemeliydim.

"Acısını hissetmeyi seviyorum," dedim dikkatle bana bakan kıza.

Yüzünü buruşturdu. "Neden?"

"Eğer sen de tehdit etmeyeceksen sebebi bana kalsın."

Dudaklarını birbirine bastırıp bıraktı. İğneleyici sözlerim üzerine başka bir şey söylemedi ve zinciri bileklerime sarmaya başladı. Yine de eskisi gibi sıkı sarmadığı gözümden kaçmamıştı. Bu benim avantajımaydı.

Dışarı çıktığımızda tüm gözlerin üzerime çevrildiğini hissettim. Bu zindandaki askerlerin beni süzmesinden bile daha rahatsız ediciydi çünkü kimseye onlar gibi muamele edemeyeceğimi biliyordum ama hepsini biriktiriyordum da. İntikamımı toplu alacaktım.

Kartal yine başını koltuğun arkasına yaslayıp etrafıyla tüm ilişkisini kopardı, benimle de. Bir göz üzerimden çekildiği için biraz rahatladım. Lian ve Raiden evin giriş kapısının orada biz gelmeden önce konuşuyor olmalıydılar ama şimdi ikisi de bana bakıyordu. Raiden'ın şaşkınlığı yeni bir durumdu. Öfke ve tiksinti dışında onda ilk defa farklı bir ifade görmüştüm. Gerçi o şaşkınlığı da uzun sürmedi, tiksinen bakışları geri döndü. Lian'ın kulağına bir şeyler fısıldayıp kapıyı açarak çıktı.

Lian'ın sarı gözleri hala benim üzerimde oyalanıyordu. İlk kez görüyormuş gibi memnuniyetsizce süzüyordu. Aslında tüm o kirden arındıktan sonra ilk kez gördüğü de söylenebilirdi. En azından yüzüm -son olaylardan sonra soylular ve kraliyet ailelerinden başka- kimse tarafından bilinmediği için rahattım. Şu an tehlikeli olan tek şey kılıç meselesiydi.

Lian'ın gözleri ağır bir hareketle Adara'yı bulurken, "Sence de burada yanlış bir şeyler yok mu Ada?" dedi yavaşça.

"Evet," dedi kız. Bana kınayıcı bakışlar attı. "Elbisemi yırttı."

"Hayır," dedi Lian. "O kadar çok oyalandın ki, kız renk değiştirdi."

"Ben bir Ak Yılanım!" dedim tıslarcasına.

Adara kaşlarını kaldırdı. "O bir Ak Yılan ve bundan sonrası beni hiç ilgilendirmiyor. Kimsenin bakıcısı değilim. Hele bir Ak Yılanın hiç değilim."

Yanımdan geçip giderken bana da garip bir bakış attı. Bunun ne anlama geldiğini bilmesem de Vilas'a yardım etmeyi kabul ettiğini düşünmeyi seçtim. Kimseye bakmadan şöminenin yanında yere serdikleri beze doğru yürüdüm, başım şiddetle döndü. Duvara tutundum, bu kadarı çok fazlaydı. Bana bir şey mi yapmışlardı?

Yersiz şüpheye mi kapılıyordum? Çünkü yemekte zehir yoktu, emindim. Kaç gün aşağıda kalmıştım, ya da kaç gün yukarıda? Belli ki bu süre tahminimden daha uzundu ve ben düşündüğümden daha fazla güçten düşmüştüm.

Elimi duvardan çektim ve yavaşça yere oturdum. Kimsenin küçümseyici ya da keyifli bakışlarını görmemek için dikkatimi ellerime verdim. Sonunda sessizlik can sıkıcı olunca başımı kaldırdım. Lian Kartalın yanına oturmuştu. Her hareketimi inceleyen bakışlarını yine üzerimdeydi, belki de hiç üzerimden çekilmemişti. Sorularına başlaması yakındı. Bir şeyle oyalanmak için, bileklerimdeki zincirler beni zorlasa da, saçlarımı bir omzuma almayı başardım. En azında yine duvara zincirlenmemiştim. Ateşin sıcaklığının saçlarımı kurutmasını beklemeden onları örmeye çalıştım. Başaramadım, hiç beceremezdim bunu zaten. Keşke Vilas burada olsaydı, saçlarımı örmesi için değil; yanımda olmasına ihtiyaç duyduğum için.

Başımı kaldırdığımda sarı gözler yine gözlerimi buldu. "Bakışlarını çek artık," dedim sinirlenerek. "Bir şey yapamıyorum zaten. Sürekli beni izlemen rahatsız edici."

"Onun olayı o zaten," dedi Arlo. Gözleri hala kapalıydı. "Rahatsız etmek."

Lian ikimizi de duymuyormuş gibi gözlerini bileklerime indirdi. Sardığım kumaşlara baktı. Bir şey söylemeden bakışlarını yüzüme çıkardı. "Ada sırtına ilaç sürdü mü?"

Hayret edercesine güldüm. "Boğazıma bir bıçak dayayalı bir saat bile olmamıştır ve sen bana sırtımdaki yaraların ilaçlanıp ilaçlanmadığını mı soruyorsun?"

"Evet," dedi normal bir cevap verir gibi. Kartal hafifçe kıkırdadı. İkisini kısaca süzdüm, sonra Adara'yı ve Raiden'ı düşündüm.

"Sizin olayınız ne?" dedim yeni aklıma gelmiş gibi, aslında bunu gerçekten o an fark etmiştim. Kendi sorunlarımla o kadar boğulmuştum ki birbirinden aslında bu kadar farklı bu dörtlünün tam olarak ne amaçla bir arada olduğunun üzerinde yeterince durmamıştım. "Aslanların askerisiniz belli ki ama bir..." Etrafıma öylesine baktım ve yüzümü buruşturdum. "Köylü evinde ne işiniz var?"

"Ben Aslan askeri değilim," dedi Arlo. "Bunu kendime hakaret sayarsam eğer senin için iyi şeyler olmaz."

"Onların askeri olmasan da bir şeyler kapmışsın," dedim alayla. "Tehditsiz tek cümleniz yok."

"Tehdit edilmek istemiyorsan, ona göre davran," dedi Lian. Öne doğru eğildi, gözleri bile hala beni tehdit ediyordu. "İşe bizi sorgulamamakla başla."

"Bizi bırakırsanız böyle bir derdiniz olmaz," dedim öfkeyle.

"Peki sizin askerleriniz sınırlarınızda dolaşan Aslanlar görse ne yapardı?" Tek kaşı havalandı. "Onları serbest mi bırakırdı?"

Kralın huzuruna çıkarılırdı, sonrası en iyi ihtimalle zindandı. O da ölmeden önce işkenceli bir sorgu için...

"Bilemem," dedim düşüncelerimin aksine. "Ben bir asker değilim."

"Nesin sen o halde?"

"Kahrolası sıradan bir kızım!" dedim neredeyse bağırarak.

Kaşlarını kaldırırken inanmamış gibiydi. "Kahrolası sıradan bir kızın zindanda ne işi vardı?"

"Biliyor musun?" dedim öfkeyle. "Arkadaşımı görmeden sana tek kelime daha etmeyeceğim."

Kartal ayaklarını önündeki tahta sehpaya uzattı ve başını koltuğun sırtına yaslayıp gözlerini kapattı. "Sesi güzel ha Lian. Bize bir şarkı söylerse ona arkadaşını gösterelim."

"Sana olabildiğince az konuşmanı söylemiştim," dedi ona Lian. Sesi yeni bilenmiş bir kılıç kadar keskindi, Kartal da o an sustu. Demek sessizliği bu yüzdendi, nedeni neydi ki? Boşboğaz olması mı?

Aslan ayaklandığında gözlerimi Kartaldan ona çevirdim. Hızlı adımlarla yanıma geldi. Zinciri ortasından kavrayıp beni çekerek ayağa kaldırdı. Olduğum yerde yalpaladım, koluna tutundum. Öfke saçan gözleri bana döndü. "Oyunlarına son ver," dedi sessiz ama sertçe.

Bunu kasıtlı yaptığımı mı düşünüyordu? Ben de ona dokunmaya bayılmıyordum ama bedenimi de kontrol etmekte zorlanıyordum. Güçsüzlüğümün sebebi oydu, beni hapsedip aç bırakarak buna o sebep olmuştu. Bir de bana çıkışabileceğini mi düşünüyordu gerçekten?

"Yoksa buradan canlı çıkamam mı?" dedim öfkeyle gülümseyerek.

"Yoksa şu an aşağı inip arkadaşının boğazını parçalarım ve sen sadece seyredersin."

Yüzümdeki tüm sahte keyif çekildi. Senin boğazını sivri dişlerimle parçalayacağım. "Anladım," dedim düşüncelerimin aksine uysal bir sesle. "Şimdi onu görebilir miyim?"

Sadece kısa bir an sakin kalacağımın muhasebesini yaptı, sonra zincirleri çözdü. Buna sadece kısa bir an şaşırmama izin verdi, bileklerimden kavrayıp ellerini arkamdan birleştirdi. Zincirleri öyle sıkı sardı ki canımın acısıyla dişlerimi sıktım. İşi bittiğinde beni hafifçe ileri itti. "Yürü!" diye emretti. Yanlış bir şey yapmamam için uyarmadı, yanlış bir şey yaparsam ne yapacağını zaten belli etmişti.

Arkamdan gelirken yavaşça merdivenleri inmeye başladım, adımlarım öylesine sarsaktı ki üçüncü basamakta neredeyse aşağıya yuvarlanıyordum. Elleriyle belimi destekleyip beni durdurdu, dik durduğum an ise ellerini çekip, "Yavaş ve dikkatli yürü!" diye beni uyardı. "Beni sana dokunmaya bir daha mecbur edersen..."

"Biliyorum, biliyorum," dedim alayla. "Arkadaşım... Boğaz parçama... Bana izletme..."

Bir şey söylemedi. Sadece tekrar yürümemi bekledi. Zincirler beni zorlarken ağır ağır bir şekilde doğrulmaya çalıştım ve bir şey kalçamı dürttü. Başımı hızla çevirirken yine dengem bozuldu ve Lian beni tekrar tuttu. "Az önce sana ne..."

O şey her ne ise kalçamı tekrar dürtünce, "Umarım," diyerek sözünü böldüm. "Kalçamı dürten şey..." Kaşları çatıldı. Başımı yana eğip baktığımda Aslan şeklinde kabzasıyla kılıcını gördüm. Hala kalçama batıyordu. "Kılıcınmış, şükürler olsun ki."

Yine yüzüne bilindik tiksintiyi kondurdu. "Sana dokunan tek şey kılıcım olabilir ancak."

"Şu an belimi tutuyorsun," dedim kaşlarımı kaldırarak.

Ellerini ateşe değmiş gibi belimden çekince dik durmakta zorlandım ama geri çekilmesine en az onun kadar memnun oldum. Bir de şu kahrolası mide bulantım olmasaydı... Derin derin nefes aldım. "Aslanını benden uzak tut!" dediğimde söylediği tek şey, "Yürü!" oldu.

Derin bir nefes daha aldım ve merdivenleri inmeye devam ettim. Aşağısı aydınlıktı, duvardaki meşale yanıyordu. Bu Vilas'a bana gösterdiklerinden daha iyi bir muamele gösterdikleri için değildi, o sinir küpü kaplanın çıkarken öfkeyle onu unutmasındandı. Vilas beni eskiden tuttukları o köşedeydi. Sağ gözü şişmiş ve kapanmıştı. Yüzü kurumuş kan ve çürük içindeydi. Sürekli ilk öldüreceğim kişi değişiyordu, Raiden şu an Lian'ı yine geçmişti. Boynundaki morluklar ve omzundaki kanlı yaralar ise yine Lian'ı zirveye yerleştirmişti.

Ayak sesleriyle başını kaldırırken acıyla dişlerini sıktı. Beni gördüğünde sol gözü açıldı. Kıpırdandı ama iyi olmamın onu rahatlattığını hissedebiliyordum. Beni en son gördüğünde ölümcül bir hastalığa yakalanmış gibi titriyordum.

"Beni bırakıp kaçtığın için bunu hak ettin," dedim ona.

Aslana bakıp sessiz kaldı. Bu o yanımdayken açıklama yapmayacağı anlamına geliyordu. Ona doğru birkaç adım attım ama devamını getiremedim. Meşale birden söndü ya da benim gözlerim yine ışığını kaybetti. Işık tekrar geri geldiğinde yerdeydim. Dizlerimin üzerinde olmam bile şaşılasıydı, yere öylece serilebilirdim de.

Bin lanet!

"Dikkat et demiştim," dedi Aslan. Dudağımı dişledim, ona öfkeyle bakmamak için kendimi zorladım. Bunu benim yerime Vilas tek gözüyle yaptı. Aslan ileri doğru adımlamaya başladı, Vilas'tan gözlerini bana çevirdi. "Seni bırakmamış için rahatlayacaksa, yaraların için yılan otu toplamaya gitmiş. Yanındaki çantada bulduk, sırtın için onları kullandık."

Zordu ama gözlerimi ondan Vilas'a çevirdim ve gülümsedim. "Sana bir daha âşık oldum ama öpüşmek için iznimiz yok." Hafifçe yan dönüp zincirleri görmesini sağladım, sanki hiç anlamamış gibi. "Zincirlerden kurtulursak belki..." Işık yine gidince sustum ve gözlerimi sıkıca kapattım. Midem artık feci bulanıyordu. "Bu... Ne..."

Lian, "Belki de zincirlerden hiç kurtulamaz," dediğinde ona puslu gözlerle baktım. Dudaklarındaki hafif gülümsemeyi yine de seçebildim. "Sen ne dersin yılan?"

Soru bana değildi, Vilas'aydı. Vilas şiddetli bir şekilde zincirlerini sarstı. "Ona ne yaptınız?"

"Yılan otu ile Adara birkaç otu birleştirdi." Yanıma eğildi ve yüzümü süzdü. "Bazıları zehirli olmalı. Miden nasıl?"

Lian buraya Vilas'ı görmem için beni indirmemişti, ben onu tehdit etmesi için bir araçtım. Beni yemekle değil, ilaçla zehirlemişti. Buna ihtimal vermemiştim çünkü istediği cevaplara ulaşmadan beni öldürmeyeceğini düşünüyordum. İlacı da bu yüzden verdiğini sanmıştım. Bir şeyi ise gözden kaçırmıştım. Onun cevap almak için elinde başka biri daha vardı.

"Yine de zehri çok geç olmadan temizleyebiliriz," dedi ve gözlerini Vilas'a çevirdi.

Vilas kıpırdandı ama daha fazlasını yapmadı. Sakin kalmaya çalışıyordu. "Ne istiyorsun?"

"Ne istediğimi biliyorsun?" dedi Lian. Bilgi... "Arkadaşın Asra ya da sevgilin, hangisi olduğu umurumda değil, bize karşı fazla ketum. Sen de öylesin ama sen onun aksine tehlikeleri daha iyi yorumlayacak gibisin."

"Sor!" dedi Vilas sertçe.

"Adın?"

"Teavis," dedi Vilas. Bu nefret ettiği bir soylu çocuğun adıydı. Vurgusuz haliyle... Bir gün onu kullanacağını ona söyleseydim beni en yakın su kanalına fırlatırdı.

Lian kaşlarını kaldırdı. "Gerçek adın? Ve bir daha bana yalan söylersen..." Bana küçük ama tehditkar bir gülümsemeyle bakıp ona söylediğim sözleri tekrarladı. "Buradan sağ çıkamaz. Emin ol son nefeslerini, izlemek istemezsin."

"Vilas," dedi Vilas tıslar gibi.

"Pekala Vilas," dedi Lian. "Nereye gidiyordunuz ve neden?"

"Yolumuzu kaybettik," dedi Vilas tükürür gibi. "Ne sizinle ne de topraklarınızla işimiz yok. Casus değiliz."

"Bunu biliyorum," dedi Lian. Gözleri yine bana döndü. "Asra bize söyledi. Şimdi sana sorduğum sorulara cevap ver!"

Doğru söylediğimi anlamasına rağmen bunu sezdirmemişti, daha çok bilgi almak için inanmamış gibi davranmıştı. Bu Aslan bizi çok zorlayacaktı.

"Sizinle kahrolası bir işimiz yoksa nereye gittiğimiz ya da nedeni neden umurunuzda olsun?" dedi Vilas bağırmak ister gibi.

"Bizim topraklarımıza girmişseniz her şey bizim umurumuzda olur."

"Mahkûmduk," diye söze girdim sonunda. Gerçekleri biraz çarpıtarak anlatabilirdim çünkü Vilas bunu yapamazdı. "Ak Yılan Krallığının zindanlarında. Zaten sırtımı gördün, eski yaralarımı da. Kaçtık ve..."

"Neden mahkûm edildiniz?" diye sözümü böldü. "Yoksa edildin mi demeliydim? Arkadaşında işkence izine rastlamadım."

Yılanlar hakkında ne kadar bilgisi olduğunu merak ettim. Söyleyeceğim şeye inanması bilgilerine bağlıydı. Gerçeği zaten söyleyemezdim ama gerçeklerle bir yalan uydurabilirdim. Aslında aklındaki soruları bu şekilde yatıştırabileceğime inanıyordum.

Umarım çuvallamazdım.

"Kılıç," dedim. "O bir klaliyet kılıcı, onu çaldım. Sonunda da yakalandım. Sarayda bir kutlama vardı, sanırım nöbetçilerin birazı saraya çekildi. Vilas bundan faydalanarak beni çıkardı."

"Yalan yok," dedi sertçe.

"O halde gidip araştır," dedim ben de tıslar gibi. "Kılıcın kayıp olduğunu öğreneceksin. Kayıptı çünkü ben çalmıştım. Vilas ise bir leşçiydi, zindandan ölüleri çıkarmakla görevliydi." Ağzıma gelen safra tadıyla devam etmeden önce birkaç kez yutkunmak zorunda kaldım. "O yüzden her yerini biliyordu. Fırsatını bulduğunda da beni çıkardı ama kaçarken kahretsin ki size yakalandık."

Beni dikkatle dinledi, Vilas'ın ifadesini süzdü ama inanıp inanmadığına dair herhangi bir ifade sergilemedi. "Sıradaki soru: Nereye gidiyordunuz?"

"Akreplere," dedi Vilas. "Oradan da Tarafsız Topraklara geçecektik. Orman bizi içine çekene kadar oraya gittiğimizi sanıyorduk zaten. Yönümüzü kaybettiğimizi anlayınca gündüz ilerlemeye karar vermiştik." Öfkeyle nefeslendi. "Başka soru?"

"Şimdilik bu kadarı yeterli," dedi Lian. Kolumdan sertçe kavradı ve beni çekerek kaldırdı. Merdivenleri işaret etti. "Yürü!"

"Zehir..." diye atıldı Vilas. "Onu vücudundan temizleyeceksin!"

Lian ona baktı. Gözleri kısıldı. "Bana doğruları anlatmaya başlarsan neden olmasın."

"Doğruları söyledik zaten!" diye bağırdı Vilas.

"Zehir birkaç saat içinde kanına karışacak ve onu panzehir bile kurtaramayacak. Tekrar düşün!"

Vilas sessiz kaldı. Konuşmayacağını anlayan Lian onu tekrar tehdit etmeye zahmet ettedi. "Yürü!" dedi bana bir kez daha.

İleri doğru bir adım attım. Öğürdüm, iki büklüm oldum. Midem daha beter bir hal alırken tekrar dizlerimin üstüne düşüyordum ki kahrolası Aslan ona da izin vermedi. Beni sıkıca kavrayarak yürümeye zorladı.

Vilas küfretti. "Bekle!" dedi sonunda.

Kanım yavaşça damarlarımda donmaya başladı sanki.

Lian durdu. "Seni dinliyorum."

Derin bir nefes aldım. Bulantımı baskılamaya çalıştım, şimdi konuşmalıydım. Vilas hayatımızı mahvetmeden ben konuşmalıydım. Toprağın Hakimine şükürler olsun ki başardım. Kendi dilim dudaklarımdan döküldü ve ona bir hatırlatma yaptı. "Ya özgür olacağız ya da ölü!"

Ona bakamadım. Gözlerim artık buğulu görüyordu zaten ama sessiz kalışı üzerimdeki gerginliği daha da artırdı. Kusmamak için nefesimi tuttum ve onu bekledim. Sonunda konuşmayacağını belli ederek beni tekrarladı.

"Ya özgür olacağız ya da ölü!"

Rahatladım, sonra olduğum yere çöküp kusmaya başladım.

⚔️⚔️⚔️

Merhabalar Yılanlarım ve Aslanlarım...

Keyifler nasıl?

Peki ya bölüm?

Lian'ın zehrinden sonra bakalım neler olacak?

Hayır, bir Yılanı da zehirlemezsin evladım yani flflflfl

Diğer bölüm hızlı gelsin istiyorsak lütfen yorum ve oy kısmını atlamayalım.

Sizi seviyorum, siz kendinizi biliyorsunuz ❤️

Der ve S.Mare kaçar 💃🏻

Continue Reading

You'll Also Like

439 99 4
Kitapta kısa hikayelere yer verilmiştir. .
1.1M 69.3K 85
Hiç bilmediğiniz bir yerde, tanımadığınız varlıkların arasında bir şeytana bağlı olduğunuzu öğrenseniz, ne yapardınız? Üstelik tüm varlıkların soyu s...
7.8K 1.6K 28
"HİÇBİR ŞEY BİR ARADA OLMASI GEREKEN İKİ RUHU AYIRAMAZ." Vanessa ve Damien'ın ilişkileri giderek derinleşmeye başlarken saldırganlaşan sınır hayvanla...
884K 20.2K 56
"Madem çok ısrar ettiniz, o zaman artık bey diyebilirim." deyip gülümsedim, bandı yapıştırdıktan sonra yutkundu. "Boşver beyi." deyip dudaklarıma yap...