GÖLGE KANI

By yzrperest12

226K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI

2.6K 253 151
By yzrperest12

Helloooooo!

Herkese yeniden ve yeniden merhabaaaaaaa!

Nasılsınız bakalımmmmm?

Ummarım iyisinizdirr!

Ben de iyiyim diyelimmm!

Sizi daha fazla bekletmek istememmm!

Lütfen oy ve yorumlarınızı eksik etmeyinnn!

İyi okummalaaarrr!

🌜🌚🌛

"Karanlık nasıl oluyordu da ışığın yansımasını görünce mutlu oluyordu?"

🌜🌚🌛

🌜 Marcus Alaric Russel 🌛

Kafamı hafifçe yana eğmiş karşımızda dikilen vasıfsız vasıflılara bakıyordum. Şimdi hepimiz buradaydık. Babamın iplerini elinde tuttuğu için çok mutlu olduğu herkes. Kenarda duvara yaslanmış, kollarımı göğsümde birleştirmiş bir şekilde duruyordum. Öfkeliydim. Çok öfkeliydim. Benim dışımda Eleanor'a dokunan her el için öfkeliydim. Şu anda babamın ve temsilcilerin karşısında saygıyla durmam gerektiğini biliyordum, tıpkı diğerleri gibi ama bunu önemsemiyordum. Bunu biliyor olmam yerine getirmem gerektiği anlamına gelmiyordu.

Karanlık yine her yerdeydi. Yine tüm ruhumu sarmıştı. Ben yine ışığıma, ilacıma muhtaçtım. Böyle olduğum çok vakit olmazdı. Ben kontrolünü iyi sağlayabilen biriydim. Bunun doğrultusunda yetişmiştim ama konu Eleanor olunca ortada kontrol adına bir şey kalmıyordu. Konu Eleanor olunca sadece Eleanor kalıyordu. Eleanor'un dışındaki herkes, her şey bir yalana dönüşüyordu. Şimdi konu Eleanor'du ve onun gözlerini benden sakınıyorlardı. En kötüsü ise buna mecbur olmaktı. Onun için buna mecbur olmak zorundaydım. Onun canı için.

Boğazımdaki yumru varlığını büyüttü tıpkı karanlık gibi. Daha fazla büyüyemez sanıyordum ama her defasında yanılıyordum. Bu hayatta kimsem yok diyebilecek kadar az kişiye sahiptim ve şimdi hepsi acı içindeydi. Hem de kimsesinin tek ben olduğum kız acı çekiyordu. Savaşıyordu, savaşmak için derin bir çaba içindeydi bunun farkındaydım. Ona inanıyordum ama yaşadıklarım inandıklarımdan önde geliyordu. Ben Eleanor'un canavarı ile büyümüştüm. O canavar beni daha büyük bir canavar yapmıştı. Şimdi ise Bay Lionel Russel onun hayatını kanla lekeleyecekti. Onu bundan uzak tutmak için ilk önce kendimden uzak tutmak zorundaydım. Biliyordum. Bunu biliyordum ve bu bilgi içimdeki karanlığın önünde geliyordu.

Gözlerim şimdi daha fazla çıprınıyordu bir çift ela hare için. Ona doğru dönmek istiyordum. O harika elbisenin üzerine oturuşunu seyretmek, bordo rengin gözlerine kattığı parıltılara bakmak istiyordum. Bu büyük bir istekti. Bu çok büyük bir istek dahi olsa onun canından önemli değildi. Onun bedenin üzerindeki renge boyanmasını tekrar görmek istemiyordum. Bunu bir kez daha dayanamayacağımı biliyordum. İki olmuştu. Onu kan içinde iki kez görmüştüm. İkisinde de istemediğim iki kişiye muhtaç kalmıştım.

"Sevgili gölgemiz!" Gözlerim tüm keskinliği ile babamı buldu. O ise yüzündeki iğrendirici gülümseme ile Eleanor'a bakıyordu. "Bizim enerji kaynağımız." Ambrose ve Jaxsen'a doğru baktı. "Eminim hepimiz bu tatlı, beni tehdit edebilecek haddi kendinde bulan kızın ne gibi güçleri olduğunu merak ediyoruzdur, değil mi dostlarım?" Babamın sesi sona doğru sertleşmişti. Tehdit mi? İşte şimdi bakışlarımı Eleanor'a çevirebilirdim. Kaşlarım çatılmıştı. Bu yaptığının ne kadar yanlış olduğunun farkında bile değildi. Onu tehdit etmişti. Hem de diğer iki temsilcinin yanında. Tanrı'm! Ne yaptığını sanıyordu?!

Üzerinde herhangi bir pişmanlık belirtisi aradım. Herhangi bir korku belirtisi. Ama hayır, bir an için bile bundan korkmamıştı. Ama korkması gerekiyordu. Benden ilk başlarda korkmamasının nedenini aramızdaki çekime bağlayabilirdim belki ama babam... Babam Eleanor'un aklının alamayacağı kadar canavardı. Hatta ona canavar demek benim gibi canavarlara hakaret sayılırdı. "Hem de çok." diye yanıtladı onu Bay Ambrose. "Seni bu kadar hafife alan aptal kızı hepimiz merak ediyoruzdur." Onun yakınında duran yandaşı Clark da onu dudaklarındaki hafif tebessüm ile onayladı.

Eleanor'un kaşları şimdi hafifçe çatılmıştı. "Aptal mı?" dedi nefes gücünü kullanarak. Ambrose'un kaşları havalandı. Dudaklarında olabildiğince duygusuz bir gülümseme peyda oldu.

"Tabii ki de." diye cevapladı onu. "Senin gibi bize baş kaldıran herkes aptallıktan öteye geçemez." Cevap vermemesini istedim ama tabii ki de o Eleanor'du. Asla altta kalmamak gibi saçma bir huyu vardı. Ama biliyordum ki onun bu huyunu onu derinden sarsarak çürüteceklerdi. Buna izin vermezdim.

"Öyle mi?" dedi hafifçe gülerek. "Bunu duyduğuma sevindim." dedi daha fazla gülerek. Ve işte o herkesin yüzündeki gülümsemeyi silecek kelimeler! "En azından korkağın teki değilim." Herkesin yüzündeki o aptal kıza gülen tebessüm gitti. Kalbindeki hızlanma hepimizin kulaklarında çınlasa da Bay Ambrose bunu duyamıyordu. Çenesi gerilirken gözlerindeki ifade sertleşti.

"Anlaşılan oğlun bu kızın tasmasını yeterince sıkmamış, Lionel." dedi dişlerin arasından tıslayarak. Eleanor'un yüzünde daha da eğlenen bir ifade belirdi. İnatla tüm okları üstüne çeviriyordu. Hayır, bunu yapmamalıydı.

Kaşları hafifçe havalanırken babama bakmadan babama konuştu. "Anlaşılan bazı tasmaları çok sıkmışsınız, Bay Lionel. Sizden destek almadan ayakta duramayacak kadar sıkmışsınız hem de." Bay Ambrose'un etrafa yayılan gücünü hissedebiliyorum. Ona doğru bir hamle yapabilecek kadar kızmıştı. Eleanor yapmaması gereken hatalar yapmıştı. Bir temsilciyi diğer temsilciler önünde küçük düşrmüştü. Anlaşılan tüm odaya varlığımı tekrar hatırlatmam gerekiyordu. Olduğum yerden dikeldim ve babamın yanına doğru hareketlendim. Öyle ya da böyle ben artık onun yanında durmak zorundaydım. Bu hareketimle beraber gözler bana bir defa uğramıştı ve hepsini karanlığı kendin esir etmiş bir çift siyah göz karşılamıştı. Eleanor'un iç geçiriş sesi kulaklarımda can buldu. "Affedersiniz, aptallığıma verin Büyücü Temsilcisi." derken sesi bulunduğu sıfatı önemsiz bir noktaymış gibi söyleyerek.

Kaşlarım çatık olsa da içimden gelen gülme isteğini biliyordum. İşte, Eleanor Parker farkı buydu. Öyle ya da böyle, korksun ya da korkmasın o Eleanor'du. Bundan asla vazgeçmeyecekti. İsterse önlerinde haykıra haykıra ağlamış olsun onu asla kendinize esir edemezsiniz. İşte bu yüzden inanıyordum Eleanor'a. O hapishaneler içinde büyürken kendine bir ev inşaa edecek kadar güçlü bir kızdı.

Bay Jaxsen ve babamın gözlerindeki zevki seçebilsem de ikisi de birazdan veya daha sonra tıpkı Bay Ambrose'a baş kaldırdığı gibi kendilerine baş kaldıracaklarını biliyorlardı. Gözlerimi ikisinden alıp tekrar Eleanor'a verdim. Gözleri babamdaydı. "Yeter. Özür dile." dedi babam ifadesiz karanlığı ile.

Kaşları havalanacak gibi olduysa da yüzündeki gülümseme ile babama bakmayı sürdürdü. "Neden?" diye sordu sakince.

"Sana beni sorgulama hakkı vermedim." dedi dişlerini arasından. "Özür dile." Sesi otoriterdi. Eğer özür dilemezse olacakları söylüyordu. Eleanor'u tüm dikkatimle inceliyordum. Onu incelediğimi biliyordu ama gözleri bana doğru kaymak için herhangi bir çaba sarf etmedi. Yüzündeki gülümseme sanki bu onun için bir onurmuş gibi daha da büyüdü. İşte bu beklenmedikti. Normal Eleanor buna karşı çıkardı.

Bakışları babamdan koptu ve Ambrose'a yöneldi. Şu an ona bakmadan da yüzündeki kibri görebiliyordum. "Özür dilerim, Bay Ambrose." Herkesin gözü Eleanor ile biz arasında mekik dokuyordu. Hepsi benim ne gibi bir tepki vereceğimi bekliyordu. Dünkü katliam anından sonra pek de sakin olmadığım herkesin malumundaydı. Gözlerim hepsi üzerinde gezindi. Sharon hariç herkes buradaydı. Hepsi tedirgin ve gergindi. Doğal olarak. Gözüm burada olmaması gereken tek kişide takılı kaldı; Eski yandaş Danny Shepard. Diğerlerinin aksine daha gergin duruyordu. O Eleanor'un bu hâllerini bilmiyordu ve bilmesine de gerek yoktu.

Danstaki yakın hâlleri gözümün önüne gelirken kalbim öfkenin kalın kuvvetiyle çarptı. Danny'nin gözleri bana doğru çevrildi. Soluk mavi gözlerindeki titremeye seçebildim. Korkuyordu. Biliyordum. Bu hâlimden buradaki herkes korkuyordu. En azından Eleanor hariç. Onun korkmasını da istemiyordum. Dişlerimi birbirine saplarken Eleanor'un beline yerleşen ve ona yön veren parmaklarını kılcal damarlarına kadar kanatma isteğimi gömmek için çaba harcamam gerekiyordu. "Unutma Eleanor. Sen benimsin." dedi babam her kelimenin üstüne basa basa. Bizimsin dememişti, benimsin demişti. Ve yine kimsenin tek bir mırıltısı dahi yükselmemişti.

Eleanor'un yüzündeki ifade bu kelimeler ile yavaş yavaş soldu. Şimdi gözlerinden geçen ifadeler o kadar hızlıydı ki okuyamıyordum. Başı hafifçe düşerken anladım. Ellerim yumruk olurken başımı yavaşça babama çevirdim. Onu üzmüştü. Laxio Afarto'mu üzmüştü!

Ona çevrilen bakışlarıma sadece yandan bir bakış atarak karşılık verdi. Dişlerim birbirine saplıydı. Öfke şimdi her hücremde atıyordu. Ona tekrar zarar verebilmişti. Parçala onları! Her hücrelerine kadar yok et! "Merak etmeyin. Asla unutamam." Sesindeki yenilgi kırıntıları yuvarlanarak kalbime battı. Boynumdaki, alnımdaki damarların belirginleştiğini biliyordum. Ellerimi öfkeden titrememesi için daha sıkı yumruk yaptım. Görüşüm öfke ile buğulanırken gözlerim köşede duran Danny'de takıldı. Elleri, bakışları, Eleanor'a karşı kıvrılan dudakları... Adem elması hareketlenirken herkesin gözleri bana dönmüştü. Ve işte o ses; Herkesin korku ile gerilen kalpleri. Bu içimde psikopatça bir haz uyandırıyordu.

Gözlerim Danny'e kilitliyken üzerimde hissettiğim bir çift ela göz tüm duyularımı tek tek uyardı. Hayır, hayır, hayır! O benim bu hâllerimi görmemeliydi. Gözlerimi Danny'den alırken sakinleşmek ve yeniden nefes almak adına ela gözlerine baktım. Tüm saflığa ile oradaydı işte. Çok uzak değildi. Birkaç adımla yanağını öpebileceğim kadar yakındı. Tamam, belki birbirimize bakamıyorduk ama buradaydı. İyiydi. O iyiydi. Şu an gayet iyiydi. Ela gözlerinde nefeslenirken içimdeki karanlık onun yansımasıyla yavaşça ve mutlulukla geriye doğru adımlaya başladı. Bu nasıl olabiliyordu? Karanlık nasıl oluyordu da ışığın yansımasını görünce mutlu oluyordu?

Yumruklarımı hafifçe geri bıraktım. Beynimi kullanmalıydım. Onun için, bizim için beynimi kullanmak zorundaydım. Gözlerindeki yıldızlara tutundum. O yıldızlar sönmediği sürece vardım ben. O yıldızlar ne kadar patlarsa o kadar vardım ben bu dünyada, Marcus olarak. "Şimdi hepiniz söyleyin, bu zayıf gölge parçası kanındaki enerjiyi nasıl benden sakladı?" İşte bu benim şu an ifadesizlik maskesini takmam gereken andı. Bunu biliyordum. Eleanor'un yaptığı şeyi öğrenince onu daha fazla isteyecekti.

"Ne?" dedi Alissa olağan dışı bir şokla. "Gerçekten enerjisini saklayabildi mi?" İfadesizliğimi korurken Alissa'yı süzdüm. Biliyordu. Gerçekten de enerjisini saklayabildiğini biliyordu. Ama şu an sanki gerçekten de söylediği yalana inanıyormuş gibi duruyordu.

Babamın kaşları çatılmıştı. "Yalan söylemeyin. Bu kız bir şeyler yapıyor. Biliyorum. Bu imkânsız." Sözü alan kişi Lauren oldu.

İfadesini düz tutmak için çabalıyordu. Tüm vücut reflekslerini dinlesem de yalan söylediğine dair tek bir işaret bulamadım. Daha da ötesi arkadaşlarımı tanıyordum. Ne zaman yalan söylediklerini anlayabilirdim. "Gerçekten, Efendim. Bize sadece çok korktuğunu söyledi. Dilediğini ve olduğunu söyledi ama o bile emin değildi." Eleanor'a baktım. Endişe belirtisi aradım. Ama hayır, kontrollüydü. Şu an benden çok daha kontrollüydü.

"İsterseniz zihnimize girip bakabilirsiniz." Babam bana doğru döndü. Ona yalan söyleyebildiğimi biliyordu. Bu konuda beni mükemmel bir şekilde yetiştirmişti.

"Doğru söylüyorlar." diye destekledim onları. Bir yalana başladılarsa onları yarı yolda bırakmayacaktım. Kaşları bir insanlık belirtisi göstererek havalandı. Buna inanmadığını biliyordum.

"O hâlde kızın zihnine girmemde hiçbir sıkıntı yok." Bu beni güldürebilirdi. Onun zihnine girmek mi? Zihni beni dahi kabul etmiyordu. Hatta onu kurtarmak için o benim zihnime girmişti. Ama bunu tabii ki de ona söylemeyecektim.

"Tabii ki de." dedim rahat bir ifade ile. Herkesin gözü Eleanor'a çevrilirken diğerleri de bunu bilmelerine rağmen ses çıkarmadılar. Babam Eleanor'un gözlerinin içine bakarken gözlerinden gelip geçen gri ışığa hepimiz bakıyorduk. Bir anda kaşlarını çattı. Gözlerini sıkı sıkı yumarak arkaya doğru bir adım attı. Bunu Eleanor'un zihnine girenler hariç herkes şokla izledi. O Lionel Russel'dı. Ve bir adım geriye gitmişti. Bu kimsenin görüp görmeyeceğini umursamadan dudaklarımda bir kıvrılmaya sebebiyet verdi. Gözlerini açarken hiddetle Eleanor'a bakıyordu. Eleanor'un ise kaşları çatılmıştı. İşte o ifade.

"Sen..." diye konuştu babam hiddetle. Enerjisi etrafı bir kasırga misali kavururken bundan etkilenmeyen iki kişi vardı; Eleanor ve ben. Babam Eleanor'a doğru bir adım atarken bu sefer ben dikleştim ve önüne doğru bir adım attım. Hiddetli gözleri beni buldu. Hayır, benden korkmuyordu. Tüm zaaflarım elindeydi.

"Siz de kimsiniz?!" diye konuştu Eleanor'un hiçbir şeyi anlamayan sesi. Etrafa şokla ve korkarak bakıyordu. Hızla etrafa bakarken korkuyla bir iki adım geriye gitti. Onun yanında duran Alissa ve Sarah ona temkinle yaklaştılar. "Burası da neresi?" Ona doğru yaklaşan iki kadına delice bakışlar attı. "Lanet olsun! Neden üzerime doğru geliyorsunuz?!"

"Eleanor, biziz." dedi Alissa'nın temkinli sesi. İlk tanıştıkları zaman Eleanor'dan nefret ediyordu şimdi ise onu sakinleştirmek için uğraşıyordu. Onu Caleb'ın emaneti olarak gördüğünü biliyordum. Çoktan öldürmüştü Caleb'ı.

"Manyak mısın be?!" dedi şokla. "Sizin kim olduğunuzu bilsem niye sizin kim olduğunuzu sorayım?!" dedi sesini yükselterek. Babamın gözleri durağanlaştı.

"Bu da ne? Kes şunu." dedi Eleanor'a bakarak. Onu incelerken gerçekten de oyun oynamadığını anlayarak gözleri beni buldu. İşte bu onu afallatmıştı. "Neler oluyor?"

"Bu imkânsız." dedi Bay Ambrose. "Beyni kendini koruma altına alıyor. Hem de onun dahi haberi olmadan." Yüzlerinde şok olmuş bir ifade vardı.

"Bunu nasıl yapıyor?" İşte bu dudaklarımda ruhsuz bir gülümseme olmasına peyda olmuştu. Onlardan uzaklaşarak arka arkaya adımlamaya başladım. Elimi kumaş pantolonun cebine koydum.

"Bilmiyoruz." Başımı iki yana sallarken Lauren ve Watson'ın yanına gelmiştim. İşte olmam gereken yer burasıydı. Karşımdaki temsilciler ve yandaşlarına baktım. "O da bilmiyor. Sadece kendini tehlikede hissettiği an zihni kendini kilitliyor ve o an düşüncelerine dahi giremiyorsunuz. Zihni bir kaleden çok daha fazla korunaklı. Onu kendinden bile koruyacak kadar." İşte bu sözlerim Bay Lionel'in alnının endişe ile kırışmasına sebebiyet vermişti.

"Bu elbise de neyin nesi?" Sesi nefes nefeseydi. Bir anda derin bir nefes alma sesi kulağıma çalındı. Zihni tekrar yerindeydi. "Vay canına!" dedi bu sefer. Dudaklarını birbirine bastırdığını görmesem de duyabiliyordum. "Anlaşılan size birkaç detayı anlatmayı unutmuşuz." Babamın çenesi bu laflar üzerine gerilirken gözleri hiddetle Watson'ı buldu. Onu sırf onunla gece dans ettiği için seçtiğini biliyordum. Her şey bir anda oldu. Yanımdaki Watson bir anda titremeye başlarken onun zihnine doğru yoğun saldırılar yaptığını biliyordum. Birlikte yaşadığımız her anı kontrol ediyordu. Bunu benim üstümde yapamazdı ama onun üstünde pekala yapabilirdi.

Watson geriye doğru sendelerkem babam kaşları çatık bir biçimde bize bakıyordu. "Kızı korumayı dahi becerememişsiniz." derken gözleri beni hedef alıyordu. Kaşlarım bu dediğinin üstüne çatıldı. Yalanımızı öğrenmiş olması gerekiyordu. Yani şu anda Alissa, Watson, Lauren, Sarah, Barton, Matthew, Carlos ve Blanca yerde olmalıydı. Neden bu kadar sakindi? "Daha onu kanlar içinde bırakan kişileri dahi bulamamışsınız." Gözleri iğrenerek beni buldu. "Seni böyle yetiştirmemiştim. O çocuğu öldürmüş olman gerekiyordu. Kızın kanını vermiş olman değil." Göğsü şişerken Eleanor'a doğru hızlı ve sert bir bakış attı. "Sadece korkarak böyle bir şeyi nasıl başardın acaba?" dedi küçümseyen sesiyle. Gerçekten onun korkarak enerjisini kanından çektiğini mi sanıyordu? Bu nasıl olurdu? Bize söylemişti. Bunu kanıtlamıştı. Bunlar olurken Watson da bizimleydi. "Git. Dinlenebildiğin kadar dinlen. Eğitimin yarın saat 7'de başlıyor." Gözleri köşeye kayarken en güvendiği adamlarından biri olan Danny'i buldu. İçimdeki öfke dışarı çıkmqdan düşüncelerim her şeyden önce davranmaya başladı.

Danny Eleanor'u kolundan tutup tam önümden götürürken Eleanor dudaklarındaki sessiz gülümseme ve gözlerindeki parıltılar eşliğinde bana baktı. Hayır, dudakakları kıvrılmamıştı. Ama gözleri gülüyordu. Bana anlatıyordu. Zihnimde fısıldamasa da ne demek istediğini biliyordum. Bana inan, diyordu. Ben de itiraz etmeden ona inandım ve güvendim. Konu Eleanor olunca imkânsızlıklar imkânlar takviyesine dönüşüyordu.

İçimdeki öfke sakince yerine döndü. Yerini mantığa bırakmıştı. Bendeki etkisi buydu işte. Işığı her daim beni çağıracaktı ve ben her daim ışığın yansımasında siyah olarak kaybolacaktım.

🌜 Eleanor Parker 🌛

Kalp atışlarımdaydım. Tek dileğim huzurdu. Asla normal biri olmak istememiştim. Normal olmadan da huzurlu olunabileceğini savunmuştum her zaman için. Tamam, kabul ediyorum ben gölge olayım ya da olmayayım hep olağanların dışındaydım. Her zaman böyle olmuştu. Ama bununla hep barışıktım. Ben bir deliydim, ben yalnızdım, ben sevilmeyendim. Bunlarla herhangi bir sorunum yoktu. Deli olduğumu kabul edebilirdim, işin içine anne ve babam girmediği müddetçe. Yalnız olduğumu kabul edebilirdim. Sevilmediğimi kabul edebilirdim. Bunlarla ilgili herhangi bir sıkıntım yoktu. Ama gölge olmak... Kabul etmek istiyordum. Bunu her hücreme kadar kabul etmek istiyordum ama biliyordum, içimde bir yerlerde sürekli olarak gölge olmam ile ilgili bir mücadele vardı.

Güçlü müydüm? Kendi adıma güçlüyüm diyebilirdim. Ama hayır, kendi adıma güçlü olmam yetmezdi. Benim herkes adına güçlü olmam gerekiyordu. Şu an yolu üzerinde adımladığım herkes bu duvar parçalarından oluşan ama herkesin ruhunun derinlerinde hissettiği Meclis'te tutsaktı. Savaşmalıydım, burada doğan ve büyüyen herkesin adına. Dünya üzerinde onlara karşı çıkabilecek güce sahip tek kişi olarak. Gerçi Marcus da benim kadar güçlüydü ama onun babasıydı. O, bu tutsaklığın içine doğmuştu.

Dilimle dudaklarımı yalamak istesem de dudaklarımdaki dudak yağı buna engel oldu. İşte bunu sevmiyordum! "Eleanor senin duygu geçişlerin beni benden alıyor. 2 günde yaşamadığın kaç duygu kaldı?" Ona sahte bir gülümseme yollayıp hemen geri çektim.

"Daha çok duygu var. Sen yaşamıyorsun diye o duygular yok olmuyor."

"Yaşamadığımı nereden biliyorsun?"

"Gözlerinden. Şu gözlere bak. Çok duygusuz." Bu onun rahatsızca gözlerini kaçırmasına sebep olmuştu. Neden rahatsız olmuştu ki?

"Gözlerimi çok fazla görmedin, Prenses." dedi bana yandan bir bakış atarak.

"Ben prensessem sen ne oluyorsun, pardon?" dedim abartılı bir ifade ile. Dudağım onun da gülmesini amaçlayarak kıvrıldı. "Soytarı mı?" Dudağı hafifçe kıvrılırken sağa döndü. Merdivenlere doğru yaklaşıyorduk.

"Hayır. Ben Başkomutan oluyorum." Kaşlarım havalanırken dudaklarımdaki gülümseme genişledi.

"Anladım." dedim başımı hafifçe sallayarak. "Dandikler Krallığı'nın Dandikler Başkomutanı Dandikler Danny'sin sen." Sonuna doğru yükselen sesim gelen kahkahamın öncüsüydü. Kahkaham ile koridorda olan birkaç kişi zaten bizden zar zor ayrı tuttukları bakışlarını bize çevirdiler.

"Çok komiksin cidden." dedi yüzünü ekşiterek. "Kimden öğrendin bu esprileri? Uzaylılardan mı?" Başımla onu onaylarken merdivenlerin inmeye başladık. İşte bunu özlemiştim. Deli gibi kendi esprilerimi gülmeyi! Bu çok güzeldi!

"Evet." dedim gülerek. "Dandikler Dandiği Gezegeni'nin Dandikler halkından." Yüzümdeki geniş gülümseme ile yüzüne bakarken bu sefer o da güldü. Bakışları beni bulurken gözlerindeki afallamasına anlayamayarak baktım.

"Bu yanlış." dedi kaşlarını hafifçe çatarak. "Şu an yaptığın çok yanlış."

"Ne yanlış?" dedim kaşlarımı havalandırarak. Durdu. Aynı basamakta olduğumuzdan bana doğru döndü.

"Bu." dedi suratını göstererek. Ama bu çocuk beni ona laf sokmaya teşvik ediyordu. Başını hafifçe bana doğru yaklaştırdı. "Beni güldüremezsin, tamam mı? Biz düşmanız. Ben seni sürüklüyorum falan. Bay Russel'ın en güvendiği adamım falan. Benimle iyi olamazsın." Kolumu göğsümde kavuşturdum. Ona bilmiş bilmiş bakmaktan kendimi alıkoyamadım.

"Bu kişisel bir şey değil, Shepard. Yani evet, kişisel ama benimle ilgili. Kim olduğunla ilgilenmiyorum. Benimlesin." Bakışlarımızla ikimizi gösterdim. "Hâlâ bir umut var. Bundan ne sen ne de ben vazgeçebiliriz." Başımı usulca iki yana salladım. "Üzgünüm doğamda yok."

"Doğana bir süreliğine çeki düzen ver o hâlde." Cıkladıktan sonra yüzüme bir hüzün edası kattım.

"Her insanın bir eksiği vardır işte." deyip göz kırptım ve onu beklemeden merdivenleri adımlamaya devam ettim. İşte Eleanor bunu yapardı. Savaşırdı ama kendi yönetmeleriyle. En güçlü savaşları hep böyle kazanırdı.

Arkadan nefeslenip adımlama sesi gelirken onun bana yetişmesi için biraz yavaşladım. "Bu iş çok zor olacak."

"Her işte az ya da çok zorluk vardır." dedim tek kaşımı kaldırarak. Sonunda siyah, yine çift kanatlı bir kapının önüne geldiğimizde o beklemeden kapıyı açtı. İçeri doğru ilerlerken gözlerim merakla etrafta geziniyordu tıpkı merakla üzerimde olan gözler gibi. Etraf tamamıyla karanlığa boyanmıştı. Duvarlar, ringler ve kum torbaları. Her yerde bir şeyler vardı. Burası çok büyük bir yerdi. Atış sahasından ringe, ringten spor aletlerine kadar her şey bu koskoca yerde toplanmıştı. Buraya salon diyemezdim çünkü bir saha kadar büyüktü burası. Evet, burası kesinlikle bir sahaydı.

Gözlerim etrafta gezinirken iki kişi üstünde durdu. Bu sefer ciddi anlamda çok hevesliydim. Yüzümdeki merakın yerini geniş bir gülümseme aldı. "Ah, yaralı ceylanlar da buraya gelmiş." dedim gülerek Brendon ve Darian'a bakarak. Bu dediğimle beraber ikisinin de çenesi gerildi. Danny'nin ilerlemeye başlamasıyla ben de onunla beraber ilerlemeye başladım. Gözüm Maddy'e kayarken dudak büzdüm. "Bugün burada da çok fazla parazit varmış." dedim üzgünmüş gibi. Hesaba kat, dedim içimden Maddy'e doğru. Seninle aramızda bir bıçak hesabı var, Maddy Tachkan.

Yanında duran Marcus'a bir bakış atsam da gözlerimiz her zaman olduğu gibi birbirine tutundu. Saçları düzenliydi, yüz ifadesi tutarlıydı ve gözlerindeki karanlık kendini çekmişti. Ah, kesinlikle mesajımı almıştı.

Tüm özgüvenimle adımlamaya devam ettim. Bugün güzel bir gündü. Bugün etrafa gülücükler dağıtmak isteceğim kadar güzeldi. Ben yine düşmüştüm ama tekrar ayağa kalkmıştım. İşte bu yüzden mutluydum. Beni ağlatsalar bile yarın daha fazla gülebilirdim. Ayağa kalkmıştım yahu! Ben onlar beni devirdikten sonra bile hâlâ güçlü kalabiliyordum!

Bay Lionel'in yanına geldiğimizde ona bile gülerek bakıyordum. Şakacıktan olmayan eteklerimi tutarak reveransta bulundum. "Tekrardan huzurunuzda bulunmak benim için bir şereftir, Efendim." dedim laubali bir sesle. Onun da yüzünde sanki içinde insanı duygular varmış gibi şefkat dolu bir gülümseme açtı.

"O şeref hepimize ait." O bir oyun oynuyordu. Herkese gölge benim diyordu ama aynı zamanda sanki ben onun yanında kendi isteğimle kalıyormuşum gibi gösteriyordu. İyi bir yöntemdi ama onun atladığı nokta şuydu ki; Diğer herkesi avucunun içi gibi bilse de beni tanımıyordu. Beni zayıf, Marcus'un zaafı olarak görüyordu. Zayıf değildim. İçimdeki bir nokta şiddetle beni destekliyordu. Ben asla zayıf değilim. "Şimdi Eleanor, senin ilk olarak fiziksel gücünü ölçeceğiz. Sonra da dövüş eğitimi alacaksın. Eksik yanlarından."

Kaşlarım havalandı. İşte bu hiç hayra alamet değildi. "Bu kadar mı?"

Dudaklarında alt tonu tehlike olan bir gülümseme belirdi. "Bu kadar."

"Peki eksiklerimi neye göre belirleyeceksiniz?" Bam! Vurucu nokta!

"Biriyle dövüşeceksin." İşte buydu. Ben de dünün intikamı nasıl tenimin altından çıkacak diye merak ediyordum.

"Emin misiniz?" diye sordum başımı hafifçe yana eğerek. İşte başka bir hata. O sorgulanamazdı. Gözlerindeki ateşin çakmasını görebilmiştim. Tamam, Eleanor uslu kız olmak zorundasın.

"Evet." derken çenesi kasılmıştı. İşte acısı en fazla şimdi çıkacaktı. Benim çıkacağım savaşı kazanma gibi bir lüksüm yoktu. Onun beni zayıf bilmesi gerekiyordu. Zihnim dikkatini çektiyse gölge yeteneklerinin azlığı beni yerin dibine sokmalıydı. Bunun eşliğinde dövüş gücüm de tabii. Ama... Watson'ın zihninden Sharon'u, Knox'u, gece klubündeki adamları yere serebildiğimi görebilmişti. O hâlde dövüşecektim ama çok daha az efor sarf edecektim. Ben her türlü acı çekiyordum ama! "Rakibin de," Gözü arkama doğru kaydı. Kimi seçtiğini biliyordum. Hadi ama! "Maddy. Tanışmıştınız." Hem de çok yakından!

"Evet." dedim boğazımdaki kurulduktan yardım alıp sesimi zorlayarak. Sesim biraz hırıltılı çıkmıştı. Kalp atışlarım hızlanmıştı. Gözlerim Marcus'a doğru çevrilmişti. Kendini tuttuğunu biliyordum. Sırf ben buradayım diye kendini tutuyordu. Başımı dikleştirdim. "En azından yaralı bir ceylana dönüşmem." diye mırıldandım hepsinin duyacağını bile bile. Duysunlar istedim. Beni tedirgin ettiklerini sansınlar istedim. Sanmaktan öteye geçemezlerdi.

"O hâlde ikiniz de ringe geçin." dedi başıyla en yakında duran ringi işaret ederek. "Biz hareketlerini daha iyi görebilmek için yukarıda olacağız." dedi. Gözlerim yukarı çevrilirken etraftaki korkuluklara ve onların ardında bulunan kapılara baktım. Korkuluklardan bizi izleyeceklerdi. Marcus'u tutmak biraz daha zorlaşacaktı. Maddy önden giderken ben de onu takip ettim. Ringe çıkan kısa merdivenleri hızla adımladı ve bir köşesine doğru gitti.

"Merhaba, Eleanor." dedi diline adımı dolayarak. "Nasılsın?" Beni dikkatle süzerken yeşil gözleri birer diken gibiydi. "Sende açtığım yaralar iyileşmişe benziyor." Tamam, demek yine ses engeli. Yine kimse bizi duymayacaktı. Bunu sırf beni ince noktalarımdan daha rahat vurabilsin diye yapmıştı. "Bu seferkiler önceki kadar zor iyileşmese bari."

"Bende yara açabileceğini de nereden çıkardın?"

"Duruşundan bile seni yere serebilecek olmam gerçeği yüzüme çarpıyor." Bakışları bir yılanın bakışlarının keskinliğini aldı. "Düzgün dur. Rakibimin dahi bir duruşu olmalı."

"Sende olmayan bir şeyi insanlarda aramak zor olsa gerek." Dudağı duygusuz bir kıvrım kazandı.

"Birazdan dik duramayacak olan kişi sensin, tatlım." Duruşumu düzelttim. Tamam, yenilecektim ama en azından duruşu olan bir yenilgi olmalıydı. O görüntülerden o kadar da kolay bir lokma olmadığımı biliyordu, özellikle de sinirlenince.

"Tek bir damla kanım aktığı an bu oyun bitecek." dedim hafif titreklik kattığım sesimle.

"Korkma," dedi sanki bu çok olağan bir şeymiş gibi. "Bu sefer elimde bıçak yok. Üstelik şu an Marcus'un zaafı olarak değil gölge soyunun son örneği olarak karşımda duruyorsun." Başını hafifçe geriye doğru attı. "Sana çok zarar veremem." Üzerimizdeki bakışları hissedebiliyordum. Herkes son gölgenin gücünü merak ediyordu.

"Başlayın." diyen ses ile duruşumu güçlendirdim. Savunma pozisyonu aldım. Durum ne olursa olsun ilk saldıran taraf ben olmazdım. Şu an savunma pozisyonundaydım.

"Savunma. Ah, kesinlikle doğru karar." Bana doğru bir yumruk savururken arkaya doğru bir adım attım ama o hızlıydı. Yan kaburguma doğru savurduğu ters tekme ile acı bir bıçak kadar hızlı saplandı. Ben daha yeniden nefes alamadan önde kendimi korumak adına tuttuğum elimi tuttu ve ters çevirdi. Daha ben ne olduğu anlamadan ayağıma çelme takmış ve elimi sırtıma doğru kıvırarak yeri boylamamı sağlamıştı. Lanet olsun! Kaburgalarımda kesinlikle kırık vardı.

Elimi bırakıp geri çekildi. En fazla üç veya beş saniye sürmüştü. Bu kesinlikle Sharon ya da Knox ile dövüşmekle aynı şey değildi!

Enerjimi yönlendirerek ağrıyan yerlerimin iyileşmesini sağladım. Ellerimden destek alarak kalkarken kanımdaki o hız geri çekiliyordu. Tamam, işte şimdi öfke kalbime doğru hücum etmişti. Ellerimi eski pozisyonuna getirirken ayaklarımı güçlendirmiştim. Beni Caleb eğitmişti. Ben güçlüydüm. Üç saniyede yere serilmeyecek kadar güçlü.

"Ah, bir an hep öyle yere serili kalacaksın sandım. Çok kısa sürdü de." Yüzümü ifadesizleştirdim. Şimdi kesinlikle keskin bakışlara sahiptim.

"Ben asla yerde kalmam." dedim herhangi bir açık vermeye sesimle. Hayır, bu tur benimdi.

"Sen zaten hep yerdesin, güzelim." Ve saldırı. Üzerime doğru atılırken şimdi ben de en az onun kadar hızlıydım. Savurduğu yumrukta kurtulurken hemen hazırda bekleyen ters tekmesini savurdum. Beklemeden dirseği ile harekette bulunurken dirseğini yakaladım ve daha o ne olduğunu anlamadan dengesini bozup onu dirseğinden tutarak ters takla attırdım. Şimdi yerde yatan ben değil oydu. Ama o benden çok daha hızlıydı ve ben onu yere serer sermez ayaklanmıştı ve şimdi çok daha öfkeliydi. Üzerine giydiği gri crop aşağı doğru kaymıştı. Gözlerindeki hiddet içimdeki savaş arzusunu artırıyordu.

Tekrar üzerime doğru atılırken bu sefer daha dikkatsizdi. Bu sefer savunma yapan taraf değil atak yapan taraf olacaktım. Hem de aklı başında olan kişi olarak. Aklı başında... Bu işin sonunda her türlü kaybedeceksin, Eleanor. Son bir atak, son bir hamle. Sonra bırak işini bitirsin. Çenesine doğru bir dirsek atarken bu benden beklemediği bir hareket olduğu için darbem onu hazırlıksız yakaladı. Tam karın boşluğuna dizimi geçirirken onu saçından yakalayıp başını arkasına doğru çektim. Boynu açıkta kalırken gözlerimiz kesişti. İşte bu benim ilk zaferimdi. O bilmiyordu, kimse bilmiyordu ama bu benim ilk zaferimdi. Bu benim siyahtaki ilk adımımdı.

Ve ellerimden kurtulup sırtıma dirsek geçirdi. Biraz uzaklaşıp tam boynuma attığı sert tekme ile nefessiz kaldım. Geriye doğru sendelerken o durmadı ve gelip karnıma sert bir yumruk geçirdi. Elim yüzüme gelecek olan diğer yumruk darbesini engellemek için zar zor havalandı. Midemde yükselen sıvıyı hissedebiliyordum. Onun elini durdurmaya çalıştığım elimi yakaladı ve arkaya doğru kıvırıp sertçe yukarı çekti. Midemde yükselen sıvıyı tutamadım ve ringin ortasına doğru öğürdüm. Midemden yemek parçacıkları değil kan geliyordu. Bunu görmesiyle beraber beni serbest bıraktı ve ben elimi zemine yaslayarak midemdeki sıvıyı tekrar kustum. Hesabın çok kabarıyor, Maddy.

Sonunda bittiğinde önümde duran kan yığınına bakmamaya çalışıyordum. Yanıma kimse gelmemişti. Öfkeden her tarafı kavurmak istesem de durdum. Gözlerimi yumdum ve herkesi hissettim. Öfke ile soluyan Marcus'u, endişe ve merak ile nefeslenen herkesi ve oğlundan pek de farkı olmayan Lionel Russel'ı. Herkes buradaydı. Herkes benim etrafımda şekilleniyordu. Kimse bilmeden ilk zaferimi kazanmıştım.

Gözlerimi açtığımda vücudumdaki tüm ağrılar silinip gitmişti. Ellerimden güç alıp ayağa kalktım. Üstüme dikkatle baktım. Hiçbir yerimde kan yoktu ve olmayacaktı. Bu oyunda eline kan bulaşan kişi ben olmayacaktım. Sadece herkes hak ettiğini bulacaktı. Gözlerim yavaşça yukarı doğru çevrildi. Gözlerim Marcus'u görmek istese de ben mantığımı dinledim ve Lionel Russel'a baktım. O tepede olabilirdi. Umurumda değildi. Ben onu görebiliyordum. Bu bana yeterdi. Attığı her adım notumdaydı.

Ama o beni gördüğünü sanıyordu.

Bu oyun bittiğinde sadece kirli bir tahta kalacaktı ortada.

🌜🌚🌛

Yeniden hellüü!

Bölümü nasıl buldunuz bakalımm?

En sevdiğiniz sahnee?

Sizce Eleanor'un planı ne?

İşler nasıl ilerleyecek?

Danny hakkında ne düşünüyorsunuz? Sevebildiniz mi?

Ve evet, biliyorum bölüm oldukça geç geldi. Bunun oldukça farkındaydım ama pek bölüm atabilecek havada değildim. Bunu telafi edeceğime emin olabilirsiniz!

Lütfen ama lütfen oylarınızı esirgemeyin, bunları yazmak için oldukça emek veriyorum ve karşılığı sadece ufak bir yıldıza dokunmak!

Sağlıklı, huzurlu ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

229 55 7
Bomba gibi bir hikaye okumaya hazır mısınız? O zaman sıkı tutunun bu hikaye patlıyor. "Ne dinliyorsun Muhammed" diyerek geldi Umay Daha yeni tartışma...
202K 15.2K 20
Bir kız düşünün. Onu yaşıtlarından ayıran tek özelliği farkındalığının yüksek olması. Bu farkındalığın ona hissettirdiklerini tahmin edin bir de. Düş...
KELEPÇE By Sude2006_

General Fiction

261 101 10
Yaşarken bazen kendi benliğinizi kaybedebilirsiniz. Hatta doğru bildiğiniz yanlışları canınız yana yana kabullenmek zorunda kalabilirsiniz. Macera...
Suç Mahalli By Nur Celebi

Mystery / Thriller

34.9K 5.9K 37
{Kapak tasarım Nimburse} Gece İstanbul'un üzerine çöktüğünde, yollar evlerine ulaşmak isteyen son insanları da uğurlar. Ve şehir, sessizliğe gömülüp...