ACININ BÜYÜTTÜĞÜ KADIN

By incompatiblewriter

397K 19.9K 4.4K

3 yıl önce âşık olduğum adamın bir anda hayatımın ortasına düşmesini mucize olarak adlandırdım, yanıldım. Uğ... More

ACININ BÜYÜTTÜĞÜ KADIN
1. BÖLÜM: "MEYUS"
2.BÖLÜM: "KÂBUS"
3.BÖLÜM: "LAHZA"
4.BÖLÜM: ''KOKUNUN İZİ''
5.BÖLÜM: "ZİFT"
6. BÖLÜM: "MEFTUN"
7. BÖLÜM: "KARANLIĞIN NEFESİ"
8. BÖLÜM: "SESSİZLİĞİN ALFABESİ"
9. BÖLÜM: "OKYANUSUN SALTANATI"
10.BÖLÜM: "CEHENNEM ÇİÇEĞİ"
11. BÖLÜM: "OKYANUSTA BOĞULAN SERÇE"
12. BÖLÜM: "MEHLİKA"
13. BÖLÜM: "ŞEYTANIN TOHUMLARI"
14. BÖLÜM: "BATAKLIK"
15. BÖLÜM: "İZ"
16. BÖLÜM: "PERESTİŞ"
17. BÖLÜM: "KÜL"
18. BÖLÜM: "GÖKYÜZÜNÜN FERYADI"
19. BÖLÜM: "OKYANUS VE BATAKLIK"
20. BÖLÜM: "ÇIRA"
21. BÖLÜM: "KAFES"
22. BÖLÜM: "KÖHNE"
23. BÖLÜM: "UDUMBARA ÇİÇEĞİ"
24. BÖLÜM: "GEÇMİŞİN ÇIĞLIĞI"
25. BÖLÜM: "YAZGI"
26. BÖLÜM: "YILDIZLARIN ALTINDA"
27. BÖLÜM: "KALPTEKİ İMZA"
28. BÖLÜM: "KIRIK KADEH"
29. BÖLÜM: "ACININ AYAK İZLERİ"
30. BÖLÜM: "CEHENNEMİN KALBİ"
31. BÖLÜM: "İNKİSAR"
32. BÖLÜM: "BİRKAÇ SAYFA HATIRA"
33. BÖLÜM: "KABURGADAN SARKAN RUH"
34. BÖLÜM: "GECENİN MATEMİ"
35. BÖLÜM: "YEİS"
36. BÖLÜM: ''ACI TEBESSÜM''
37. BÖLÜM: ''PRANGAYA VURULAN RUHLAR''
38. BÖLÜM: ''İZ BIRAKAN YARALAR''
39. BÖLÜM: ''EHRİMEN''
40. BÖLÜM: ''KAYBOLAN KELİMELER''
41. BÖLÜM: "VAROLUŞUN SANCISI''
42. BÖLÜM: "MASALLARIN KAYIP PRENSESİ"
43. BÖLÜM: "DÜŞLER VE DÜŞÜŞLER''
45.BÖLÜM: "SAVAŞ MEYDANI''
46. BÖLÜM: ''SON VEDA I'' /FİNAL I/
47. BÖLÜM: ''SON VEDA II'' /FİNAL/
VEDA MEKTUBU
OKYANUSUN KALBİ |KAYA SANCAKTAR|

44.BÖLÜM: "KADEHE DÖKÜLEN GERÇEKLER''

3K 156 106
By incompatiblewriter


44.BÖLÜM: "KADEHE DÖKÜLEN GERÇEKLER''

"Anne yardım etsene...'' titreyen parmaklarım anneme uzandı ürkekçe. Kehribar rengi gözlerinin dolduğunu ve titreyen bakışlarını benden kaçırması yalnızca birkaç saniye sürmüştü.

"Anne...''

Canhıraş bir inleme döküldü dudaklarımdan: "Anne!''

"Sus, Buğlem! Sus!''

Cevabı buydu, susmam. Haykırmamam, olacakları yutmam ve çaresizce o odaya hapsolmam.

Sustum bende, bir daha hiç anne dememek üzere.

Gözlerimin ardında saklanan, efgan dolu anıların sahibi yamuk saçlı kız perdeleri araladı ve benimle birlikte annemi izlemeye başladı. Uzun uzun seyretti onu, en son onu haftalar önce görmüştüm. Affetmiş, göğsümde büyüttüğüm ve herkesten sakındığım anne tahtına geri oturmuştum.

Fakat çocukluğumun hâlâ gözleri yaşlı, nefesi titrek, kalbi korku doluydu. Dudaklarından acı dolu nâleler dökülüyordu, ben affediyordum lakin içimdeki çocuk bir türlü cellâtlarını affetmiyordu. Bir türlü yaşadığı acı dolu kâbusların çamurlu emarelerini silemiyordu aklının en ücra köşelerinden. Yaşadığı her şey zihninde bir güncede kayıtlı gibiydi ve her gün o günceden birer sayfa açıp okuyordu.

Farkında değildi, kendini öldürüyordu.

"E anne sürpriz oldu gelmen, beklemiyorduk doğrusu.'' Annem yarım saat önce kapıda tüm zarafetiyle bekliyordu, onu şaşkınlıkla içeriye almıştık. Dakikalardır da birbirimizi izliyorduk.

Annem yumuşak bir gülümseme gönderdi: "Özledim sizi,'' dedi annem ablama gözlerini çevirip. Ardından kehribar rengi gözleri gözlerime döndü. "Çok özledim hem de.''

Titreyen ellerimi gizlemek adına bacaklarımın altına aldım. "Biz de özledik.'' Dudaklarımdan bu cümle döküldüğünde hasretle anneme baktım. Sahi, ne çok özlemiştim onu. Bu gerçek yüzüme ağır bir tokat savurdu.

Ablam bana döndü, annemle aynı göz rengine sahiptiler. Şimdi iki çift göze sokak lambası yanmış gibiydi, ışıl ışıl beni süzüyorlardı.

"Evet, özledik.''

Ablam gözlerini benden aldı, gözlerinin altında yatan merakı görüyor hatta bunu hissediyordum. Özleme dayalı bir geliş değildi bunu. Gayet farkındaydık, bende ablamda.

"Ben fırını kapatayım,'' dedi ablam oturduğu yerden kalkarken. "Buğlem, sende masayı kur ablacım.''

Bende oturduğum yerden doğrulurken annemi salonda yalnız bıraktık. Mutfak dolabına uzanıp kapaklarını kaldırdım ve ablama döndüm tabakları alırken. "Abla pek özleme dayalı olduğunu düşünmüyorum, başka bir şey var sanki.''

Tabakları tezgâha bırakıp çekmeceyi açtım.

Ablam da yemeği fırından çıkarmış, salata için limon sıkıyordu. "Bilmiyorum, bende pek inanmadım. Bakalım, anlatır muhakkak.'' Annemin duymaması adına fısıldıyorduk, üzülüp yanlış anlaması isteyeceğimiz son şey bile değildi çünkü.

Çekmeceden çıkardığım çatalları tabakların üzerine koydum ve çekmeceyi kapattım. İnce uzun parmaklarım bu kez kadehlerin olduğu rafa yöneldi. "Umarım babamla...'' Dilimin uyuştuğunu hissettim baba kelimesi dudaklarımdan düşerken. "Bir problem yaşamamıştır.'' Diye devam ettirdim kalp kırıklığımın yarıda bıraktığı cümlemi. "Annem seviyor sonuçta.''

Ablam duraksadığımı fark etse de bozuntuya vermedi. "Yaşasaydılar babam bin kez arardı beni, bilmiyorum belki de gerçekten özlemiştir. Sonuçta seninle yıllar sonra yeniden barıştı.''

Kadehleride indirdim ve hepsini tepsiye yerleştirdim. "Bakalım,'' deyip salona doğru ilerledim. Annem omzunun üstünden bana baktı ve tebessüm etti. Aynı şekilde karşılık verdiğimde tepsiyi sehpanın üzerine bırakmıştım bile. Masa örtüsünü sererken bu garip sessizliği bozmak adına sohbet başlattım.

"Yolculuğun nasıl geçti anne?'' diye sordum, aynı zamanda da tabakları yerleştiriyordum.

"Siz gençler gibi dinamik değilim kızım, yoruldum.'' Güldü.

"A-a,'' dedim annemi mutlu etmek adına. "En fazla otuz varsanız hanımefendi, ne yorulması?"

Daha içten ve daha derin güldüğünde kafamın içindeki kalbi kırık kızın gözleri doldu.

"Biz ağlarken arkasına bakmadan gitti, ne uğruna?''

Kulaklarımı kapatma isteğiyle yanıp tutuşurken sertçe yutkundum. Bu efsunkâr anı o kadar çok hayal etmiştim ki... Kafamın içinde yaşayan kızın bozmasını istemedim.

"Sen güldür, Buğlem. Sen onun gönlünü hoş et, elbet hepsi ayaklarına dolanacak ve seni yerle yeksan edecek. Bu defa hiç kalkamayacaksın.''

"Güzel kızım,'' dedi annem. Kız perdeyi kapayıp içeriye kaçtı.

Kadehleri de yerleştirdikten sonra mutfağa geri döndüm. Kalbim öyle sağlam vuruyordu ki göğsüme, bir an göğüs kafesimi parçalayacak esaretten kurtulacak ve bana sağlam bir tokat savuracak gibi hissediyordum.

Ablam yemeği sofraya götürürken salatayı ve ekmeği alıp bende arkasından gittim. Garip bir hüzün çöktü yüreğimin tam ortasına, öyle ağırdı ki altında enkaza dönüşüyordum fakat kimse farkına varmıyordu.

Ablam yemeği servis ederken annemle karşılıklı oturduk, gözlerimiz birbirine mühürlenmiş gibiydi. Annemin gözlerinde sakladığı şefkati görmek, o saf sevgiyi yıllar sonra canlı hissetmek, içimdeki ağırlı bir nebze de olsa yerinden kıpırdattı ve ben nefes aldım.

"Babam nasıl anne?'' diye sordu ablam.

Annemin gözleri titredi. "İyi.''

Ablamla birbirimize kaydı bakışlarımız, bir şeyler olduğu kesindi ama biz olan şeyler hakkında fikir sahibi değildik.

"Yani,'' dedi annem ve kırmızı şarabından bir yudum aldı. Ablam servisi bitirip yerine oturdu.

"Yani?'' dedi ablam sorgularcasına. Bense konu babama gelince susuyor, konuşmuyordum. Tüm ibarelerim tutuşuyor zihnimde, onu tasvir edecek bir kelime benim lügatimde bulunmuyordu. Masada oturan bedenim, dışarıdan izleyen ruhumdu.

Damağıma yayılan sevgisizliğin tadını dağıtmak adına şarabımdan bir yudum aldım bende. Gözlerim pencereden içeriye süzülen karanlığa ilişti, bir müddet geceyi seyrettim. Sahi, ne zaman karanlık yutmuştu gökyüzünü?

"Babanızın hayatında sanırım başka bir kadın var.''

Kulaklarımda yankılanan cümleyle kahverengi gözlerimi dehşetle anneme çevirdim. Bunu söyledikten hemen sonra acı dolan kehribar rengi gözlerini yemeğine sabitlemişti.

"Ne?'' Bu tepki ablamın dudaklarından şaşkınlıkla döküldüğünde sessizce dinleyen yine bendim.

Alfabem cayır cayır yanıyordu, ne diyeceğimi bilmiyor ve bu tepkisizliğimin üzerime çığ gibi devrilmesini izliyordum.

Annem üzgünce dudak büktü ve şarabından bir yudum daha aldı. Artık kimse yemek yemiyordu zira üçümüzün de midesinde ihanetin keskin hazımsızlığı vardı.

"Anne emin misin, bu çok ağır bir itham.'' Ablam olaya mantık çerçevesine alıyordu ki almak zorundaydı. Annemin cümlesi bir varsayımdı, kesinlik belirten tek kelime yoktu.

"Emin değilim,'' diye itiraf etti annem kadehini masaya bırakıp gözlerini nihayet bize çevirdiğinde. "Ama tuhaf davranıyor, eve geç geliyor, benimle aynı yatakta uyumuyor ve en önemlisi sürekli iş seyahatlerine çıkıyor. Altmışıncı yaşıma merdiven dayadım, merdiven düştü üzerime.''

"Anne,'' dedim sesimi bulduğumda. Lerzedâr bir nefes döküldü dudaklarımdan. "Ablamın dediği gibi ağır bir itham. Konuşmayı denedin mi?''

"Sabah ilk uçakla yola çıktım,'' dedi annem ve kolundaki gümüş saati gözler önüne serdi. "Saat şu an akşamın yedisi, bir kez aramaz mı?'' Kadehi ince zarif parmaklarıyla kavradı. Pembe dudaklarına yanaştırdı ve güldü. "Evde bile değildir, bendeki de laf.''

Boğazımdan ince bir sızı yayıldı bedenime, tüm bedenim kasıldı ardından ruhuma indi bu ince sızı. Büyük bir ateş olsa onunla baş eder, tüm gücümle savaşırdım fakat bu çok ince bir sızıydı. Yakmıyordu ama acıtıyordu, yara tutmuyordu ama kanıyordu.

Gözlerindeki şavk paramparça olmuştu, bunu bizden saklamak adına tekrar gözlerini kaçırdı. Esefle ona bakmamızdan rahatsızlık duyduğu apaçıktı, bu bizim suçumuz değildi. Annem içi kurşun dolu silahı masaya bırakmış, tetiği bizim çekmemizi istiyordu. Kabullenip onu vurmamızı istiyordu.

"Anne,'' dedi ablam yerinden doğrulup ayağa kalkarken. Annemin arkasına geçti ve kollarını annemin siyah bluzunun altından görünen zarif boynuna doladı. "Babam asabidir, evet. Otoriter, kendi doğrusundan başka her şeyi yanlış kabul eden biri ama seni aldatacak kadar kompleks sahibi değil. Böyle hastalıklı bir ruha sahip değil. Vardır muhakkak bir nedeni, açıklar eminim.''

Annem ellerini ablamın ellerine dolarken sadece onları izliyordum. Dudaklarımın kuruduğunu hissettim, önümdeki kadehi kavrayıp soluk pembe dudaklarıma yanaştırdım. Büyük bir yudum aldım fakat içimdeki sızı da dinmedi, yangında sönmedi.

"Senin gibi emin olamıyorum,'' dedi annem çaresiz bir sesle. Kabullenmişti henüz gerçekliği meçhul olan durumu.

"Üzme kendini,'' dedi ablam annemin yanağına bir buse bırakırken.

Annemin gözleri usulca kapandı, gözlerini kapatınca gerçeklerden kaçıyordu. Gözlerini yumunca karanlığa, gerçeklerinde karanlığın altında yok olacağını düşünüyordu.

Mesele öyle değildi; gözlerini kapatsan dahi karanlığa, gerçekler fısıldardı kulağına, zihninin açık olduğu her anda.

Ablamla gözlerimiz kesişince anneme sardığı kollarını usulca çekti, gözlerimde ne görmüştü bilmiyordum ama gözlerini bile sakınmıştı benden. Şarabımdan bir yudum daha aldım, şarabın tadı yavaşça damağımda yayılırken bataklığı andıran gözlerimi cüretkârca anneme çevirdim.

Anne demek istedim, anne görüyor musun altmışa merdiven dayasan da terk edilme korkusu insanı ne hale sokar? Anne, görüyor musun yalnızlığın korkunç adım sesleri koca kadınken bile nasıl harabeye çevirir? Anne, biliyor musun ben terk edilip yalnızlığa mahkûm edildiğimde küçüktüm. Anne, hissediyor musun yıllanmış kalbinde yaşadıklarımı?

Sessizce, "Ablam haklı,'' dedim. "Üzme kendini anne.''

Annemin kehribar rengi gözleri öyle gözlerime bakıyordu ki, bataklığımda onu da yuttuğuma emin oldum. "Tamam, kızlar.'' Güldü ama bunun ruhsuz bir gülüş olduğunu üçümüzde biliyorduk. "Bu kadar kötü sohbet yeter.''

Kadeh avuçlarımın arasında hapisken usulca içindeki şarabı çeviriyordum, gözlerim bu görüntüyü izledi bir süre.

"Buğlem,'' diye bana seslendi annem. Gözlerimi ona çevirdim. "Barıştın mı?''

İstanbul'da annemim dizlerine yatıp gözyaşlarıyla Kaya'yı anlattığım an belirdi zihnimde. Gülümsedim. İçten içe annemin bana destek olmasını, beni sarmalamasını ne çok istemiştim. Yüreğimdeki ateş o kadar kuvvetliydi ki, birilerini affetmeseydim o ateş beni yakacaktı. Annemi o an affetmiştim.

"Barıştık,'' dedim kuru bir sesle. "Her şey yolunda.''

Kaya'nın arabadaki sessizliği bir anda üzerime çökmek için bana doğru geldi, bunu reddettim.

Annemin dudakları yukarıya kıvrıldı, şavkı parçalanmış gözleri şimdi ışıl ışıldı. "Güzel,'' dedi annem ardından ablama döndü. "Sende durumlar ne?''

"Gayet sağlıklı bir yalnızlığım var anne.'' Dudaklarımdan bir kıkırdama düştü istemeden.

"Bulut'tan bahsetsene anneme!'' ruhumu emen konuyu zihnimden atmak için ablama bulaşmaktan kendimi alıkoyamadım. Bulut denince hâlâ heyecanlanması hoşuma gidiyor, beni eğlendiriyordu.

"Buğlem!'' dedi ablam top haline getirdiği peçeteyi bana atarak. Aynı zamanda gülüyor o da benim gibi o karanlık konun kapanmasından keyif alıyordu.

"Bulut kim?'' diye sordu annem gözleri ikimizin arasında gidip gelirken.

"Ablamın çok hoşlandığı biri.''

Ablam kehribar rengi gözlerini büyüterek bana baktı, hâlâ kıkırdıyorduk. "Hayır, anne.''

"Evet, anne.''

"Hazal,'' dedi annem gözlerini ablamda sabit tutarak. "Saklıyor musun annenden bakayım sen?''

"Yok anne,'' dedi ablam. "Ufak bir beğenme.''

Gözleri gözlerime değiyordu ama bu öylesine bir değdirmeydi. Biliyordum, daha yeni zihnimden geçenleri tahmin ediyordu. Gözlerimin ardını gören birkaç kişiden biriydi ablam, şimdiyse bana iyi gelmeye çalışıyordu.

"Kimmiş bu, Bulut?'' dedi annem dirseklerini masaya dayayıp parmaklarını birleştirirken, alyansı parmağındaydı. Bu dikkatimden kaçmadı.

"Aynı hastanede çalışıyoruz, psikiyatri servisinde. Ayrıca Buğlem'in psikologu.''

"Sen hâlâ tedavi mi oluyorsun kızım?'' Annemin sorusu bana dönünce dudağımda peyda olan gülümseme yavaşça silindi. İçimde uçuşan kelebeklerin hepsi annemin sorusuyla birlikte yirmi dört saatlik yaşamlarına son verdi.

Ruhum sayhalar içindeyken ben yutkunabildim sadece. Omuzlarımın üzerine çöken geçmişten gelen soru canımı yakmıştı. Hâlâ. Bu kelime yankılandı durdu kulaklarımda.

"Sana demiştim,'' dedi zihnimdeki kız çocuğu. "Ne sanıyordun ki, mutlu bir aile yemeği yiyeceğinizi mi?''

"Hayır.''

Dudaklarımdan düşen tek kelime buydu, hayır.

Ablamın gözlerinin üzerimde oyalandığını hissediyordum, ona bakmam için umut ediyordu. Bakmadım. Duymadım. Konuşmadım.

Sohbetler edilmeye devam edildi, annem ve ablam geçmişi yâd etti. Sustum.

Hâlâ.

Zaman akmaya devam etti, sanki zaman akıyordu ama ben duruyordum. Durdurmak istedim zamanı, mutluluktan değil hüzünden. Bu anı tırnaklarımla kazıya kazıya zihnimin etten duvarlarına kazımak istedim. Kan revan içinde kalana kadar bu anı hatırlamak adına zihnime yazmak istedim.

Unutmamak istedim, bazen affetmenin bir zafer olduğunu değil büyük bir yenilgi olduğunu her zaman hatırlamak istedim.

Saatin ibresi sayılar yerine göğsüme batmaya başlayınca oturduğum yerden doğruldum ve bir şey demeden odama gittim. Kaç saattir sohbet ediyorlardı, ne zaman o sofra toplanmıştı, hatta ne zaman koltuklarda yerimizi aldığımızı bilmiyordum. Tek bildiğim kulaklarımın içinde yankılanan soruydu.

Yatağıma girdiğimde akmak için can atan gözyaşlarımı zaruretle tuttum, akmasına izin vermedim. Bataklık gözlerimin içine hapsettim onları, yumdum gözlerimi sıkıca ardından. Uyumak ve unutmak istedim.

O gece dünyanın tüm kötülükleri, tüm kâbusları üzerime sindi. Ruhum köhne bir zindanda hapsolmuş, bedenim ise odamın ortasındaki yatakta cenin pozisyonunda kıvrılıyordu.

O gece hayal kırıklıklarım giyotinim, annemin sorusu ise cellâdım olmuştu. Tüm gece ruhum o izbe zindanda tutuklu kaldı, bedenim ise o dağınık yatakta döndü durdu. Ne uyku kurtardı beni, ne de bir kapı tıklanması.

Kış güneşinin kuru ışıkları perdemin aralık bıraktığı camdan içeriye sızarken yattığım yerden doğruldum, çıplak ayaklarım soğuk zeminle buluştuğunda parmak uçlarımdan saç diplerime kadar yayılan o müthiş farkındalıkla kalktım.

Salona gittiğimde ablam ve annem uyanmış kahvaltı hazırlıyorlardı, onlara yardım etmeyi reddettim içten içe. Hâlâ içim kırgın, hâlâ hüzünlüydüm. Hâlâ.

Kahvaltı sofrasında da sesim zar zor çıkmış, derslerle ilgili gelen sorulara cevap vermiştim. Onun haricinde sohbete katılmıyor, önümdeki yumurtayı yemeye çalışıyordum.

Sofrayı toplarken ablam elimdeki tabağı aldı ve mutfak masasına bıraktı: "Üzme kendini,'' dedi sessizce. Gözleri kapıya döndü ve orayı kolaçan etti. "Hoş bir şey söylemedi, evet ama inan hatasının farkında bile değil.''

Ablamın kehribar rengi gözlerine baktım, kırgınlığımın anneme değil de kendime olduğunu anlasın istedim. Ne o anladı, ne ben anlattım.

"Üzgün değilim.'' Gülümsemeye çalıştım. "Beni o kadar tanımıyor ki... Kabullendim dün gece.''

"Buğlem,'' dediğinde annem mutfağa girdi.

"Abla kardeş ne konuşuyorsunuz bakalım?'' diye sorunca gözlerimi ona çevirmedim.

"Bulut'tan bahsediyoruz,'' dedim sesimde gizli tuttuğum kırgınlığı engellemeye çalışarak. Ardından mutfaktan çıktım. Salondaki koltuğa oturduğumda kafamı geriye atıp tavanı izledim gözlerimi kırpmadan.

Annemin geldiği ilk andan gecenin sonuna kadarki tüm anları zihnimin derinliklerinde dolaştırırken gözlerindeki kırgınlık peyda oldu zihnimin en ücra köşelerinde.

Kırgındı, kızgındı babama. Belki de düşünememişti bende açacağı yarayı, sezememişti belki de.

Telefonuma gelen bildirim sesi odadaki sessizliği bıçak gibi kesti. Dünden beri ölümün soğuk sessizliği salonumuza sinmiş, hepimizi o küçük ama derin çukurun içine gömmüştü.

Babam burada olsaydı ona neden diye sormak isterdim, beni sevmedin tamam. Ama annemin günahı neydi baba? Seni sevmekten başka, sana boyun eğmekten başka ne yapmıştı? Baba, biliyorum taştan kalbinin duvarları bir gün çatlayacak belki de parçalara ayrılacak ve sen baba, o parçaların altında ezileceksin.

Bir bildirim daha düşünce telefonuma dalgın bakışlarımı tavandan aldım. Annem ve ablam hâlâ mutfaktaydı, bense dakikalardır tavanı seyrediyor, anneme hak verecek tefekkürlerimin arasında kayboluyordum. Sehpanın üzerindeki telefona uzandım yavaşça, ince uzun parmaklarım telefonumu kavrayınca ekran kilidini açtım.

Kaya iki tane mesaj atmıştı, dünden beri onunla iletişime geçmemiştik. Annem gelene kadar onun sessizliğinin keskin ucunun göğsüme saplanmasını düşünüyordum şimdi ise annemin acı dolu gözlerinin ardında olan ihanetin tatsızlığı zihnimin etten duvarlarına sinmiş, orayı terk etmiyordu.

Kaya: Aşağıya iner misin? Kapıdayım.

Kaya: Kalın şeyler giy, hava yağmurlu.

Telefonumu arka cebime yerleştirip ayağa kalktım ve camın önüne ilerledim. Perdeyi kavrayan parmaklarımla perdeyi araladım, aşağıdaydı Kaya.

Pencereye tane tane ama hızla çarpan yağmur tanelerine kaydı gözlerim, yağmur öyle şiddetle yağıyordu ki endişelendim. Bu yağmurda hasta olacaktı, farkında değil miydi?

Diz kapaklarına kadar uzanan siyah bir palto vardı üzerinde, siyah şemsiyeyi tuttuğu ellerinde ise siyah deri eldivenler. Yağmur damlaları sertçe yerde yaşamına son verirken, Kaya bundan etkilenir gibi durmuyordu. Kaya Sancaktar, bugün oldukça ruhsuz, bir o kadar da ruhlu duruyordu.

Gözleri sanki beni hissetmiş gibi cama iliştiğinde tüm bu soğukluğa ve ruhsuzluğa rağmen dudaklarını yukarıya kaldırdı. Bende ona gülümsedim.

Arka cebimde duran telefonu çıkarıp onu aradım. Gözlerimiz hâlâ birbirine mühürlüydü, yüksekteyken bile onun okyanus mavisi gözlerini seçebiliyor, hatta o okyanusta boğulabiliyordum.

Kaya, elini iç cebine atarken gözlerini bir an olsun benden ayırmadan telefonu açtı ve ahizeyi kulağına götürdü: "Seni ne kadar süre camdan izleyeceğim?"

Güldüm. Güldü.

"Ne kadar süre arabana binmek yerine yağmurun altında dikileceksin, Kaya?"

Gözlerimiz hâlâ birbirine bağlıydı, aşağıya inmem gerekiyordu ama onunla bu şekilde konuşmak da çocuk yanımı tatmin ediyordu.

"Bilmem," dedi omuz silkerken. "Masalların kayıp prensesi ne zaman aşağıya inerse o zaman."

Masalların kayıp prensesi... Ruhuma dökülen cümle tenimin altında atan kalbimi hızlandırdı. Son kez ona baktım ve perdeyi kapadım.

"Geliyorum ama sende yağmurun altında durma daha fazla, hasta olacaksın sonra." Mutfağa doğru adımlandım.

"Sen bakacaksan ve ellerinden güzel bir tavuk suyu çorbası içeceksem razıyım sanırım." Güldüğünü duyduğumda istemeden bende güldüm.

"Bunun için hastalanmana gerek yok, biliyorsun değil mi?"

"Hım," diye mırıldandı. "Biliyorum galiba."

"Hazırlanıp iniyorum hemen, lütfen arabana bin!" Sesimi diri tuttum.

"Bekliyorum," deyip telefonu kapattığında telefonumu arka cebime sıkıştırdım. Mutfağın kapısına geldiğimde annem ve ablamın akşam için yemek hazırladıklarını gördüm.

"Abla," dediğimde ablam bana döndü. Kehribar rengi gözlerinin ardındaki hayal kırıklığına an be an şahit oluyordum. Ablam da hâlâ bu durumu sindirmemiş, altında ezilmişti. Benim aksime ablamın babamla arası iyiydi, ona güveniyordu çünkü babam ne olursa olsun ablamı destekler, her zaman onu en önde alkışlardı. Bunun yanı sıra dün gece annemin sorusunun bende yarattığı zelzele onu da etkilemişti.

"Söyle canım."

"Ben dışarıya çıkıyorum," dediğimde annem bana döndü. Varlığına alışmak zordu, bu evdeki hayali ellerimi defalarca kez tutmuş, rüyalarımın ve kâbuslarımın başrolü olmuştu.

"Yağmur çok yağıyor kızım," dedi annem bana ithafen. Gerilediğimi hissettim.

"Şemsiyem var anne," diyebildim sadece. Onu kırmak istemiyordum zaten yaralı bir ruhtu karşımdaki. Onun bana yaptığı gibi ruhuna bir yara da ben açamaz, orada kapanmayacak hatta kabuk bağlamayacak bir yara bırakamazdım.

"Dikkat et kendine," dedi ablam gerildiğimi hissederek. Annemse sessizlikle gülümsedi sadece.

Odama gidip dolabımı açtım, içimden bugün Kaya gibi giyinmek geliyordu. Onun gibi siyah bir pantolon, siyah bir kazak geçirdim üzerime. Saçlarım kazak ve bedenim arasında sıkışıp kaldı, elimin tersiyle saçlarımı içinde bulunduğu esaretten kurtardım.

Makyaj aynamın önüne oturup makyaj yaptım, saçlarımı güzelce tarayıp en uçta duran parfüme uzandım. Parfüm şişesinin kapağını aralayıp şişeyi burnuma yaklaştırıp derince bir nefes aldım. Dudaklarımda peyda olan gülümsemeyle vücudumu parfümle buluşturdum.

Aynanın önünden kalktığımda dolabımı tekrar aralayıp siyah kabanımı üzerime geçirip telefonumu kabanımın cebine koydum. Aynadaki aksimle göz göze geldim, uzun kahverengi saçlarım omuzlarımdan aşağıya dökülüyordu. Kahverengi gözlerimse bir mücevher gibi parlıyordu, dün yaşadığım acı dolu gecenin hiçbir emaresi yoktu sanki. Kaya Sancaktar haberi yokken bile gözlerimdeki ışığı yakmayı başarıyordu.

Çantamı omzuma takıp evden çıktım, bir yanımda ince sızı hâlâ sızlıyordu. Bir yanımda ise o sızın varlığını bana unutturmak istiyordu. Apartmandan çıkana kadar kafamda birbirine dolanmış düşüncelerin esiri oldum.

Mahkûmiyetim Kaya'yı görmemle son buldu. Gözlerimiz birbirine dolanmışken baştan aşağı beni süzdü, gülümseyerek okyanus mavisi gözlerinin tekrar gözlerime çıkmasını bekledim. Bir adım yaklaştı, bir adım yaklaştım.

Yağmur şiddetle yağmaya devam ederken Kaya eliyle durmamı işaret etti, onu dinledim. Kaya büyük adımlarla yanıma ulaştığında sol elinde tuttuğu şemsiyeyi benim üzerime tuttu, aynı şemsiyenin altına girdik.

"Arabaya neden binmedin?'' diye sordum. Cevap vermek yerine dudaklarını yanağıma bastırdı.

"Çok güzelsin.'' Gözleri çehremin yer bir noktasına değdi, ardından boynumdan aşağıya kaydı bakışları. Onun giydiklerini tercih ettiğimi anlamıştı, dudağının kenarı yukarıya kıvrıldı.

Utangaç bir gülümsemeyle, "Teşekkür ederim,'' dedim. "Bu yağmurda ne yapacağız?'' diye sordum.

Eliyle belimi kavrayıp bedenimi kendine yasladı. Yürümeye başladık. "Yapacak çok şeyimiz var, Mehlikâ.'' Adımları sakin ve yavaştı. "Mesela biz seninle hiç film izlemedik, birlikte yemek yapmadık, aldığım deftere daha şiir bile yazmadık.''

Titreyen bakışlarım ona döndü fakat o yola bakmaya devam ediyordu. Dilini dudaklarının üzerinde gezdirdi, konuşuyordu ama benliği başka bir evrende dolaşıyor gibiydi. Gözleri açıktı ama hiçbir şey görmüyor, anlattıklarının hayalini kuruyor gibiydi. "Bizim seninle yapacağımız çok şey var.''

Okyanus mavisi gözleri gözlerime değdiğinde tebessüm ettim. Gökyüzünden aşağıya düşen yağmur taneleri yerdeki su birikintilerine çarpıyor, çarpmanın şiddetiyle pantolonlarımız ıslanıyordu. Buna ikimizde önem vermiyorduk.

Kaya'nın arabasının önünde durduk. "Ama bunlardan önce,'' dedi Kaya kapımı açarken. Şemsiyeyi hâlâ üzerimizde tutuyordu, koltuğa oturdum. "Seni ailemle tanıştıracağım.'' Göz kırpıp kapımı kapattı.

Dudaklarım şaşkınlıkla aralandı, bir şey söylemek istedim ama yapabildiğim sadece arabanın önünden dolanıp şoför koltuğunun kapısını açan okyanus mavisini seyretmek oldu.

Dün bununla ilgili bir sessizlik çökmüştü arabama, o sessizlik o kadar kuvvetliydi ki beni daldığım hayal dünyasından yaka paça almış, gerçekliğin acılığı önüne paçavra gibi fırlatmıştı. Yanıma oturana kadar gözlerimi ondan çekmedim, bir şeyler söylesin istedim. Söylemedi. Eldivenlerini çıkarıp gelişi güzel arka koltuğa attı.

"Kaya,'' dedim nihayet sesimi bulduğumda. Arabayı çalıştırmış, yola koyulmuştu. "Emin misin?''

Gözlerini yoldan almadı. "Evet, güzelim. Eminim.''

"Ama dün istemedin,'' dediğimde gözleri birkaç saniye bana döndü.

"İstemedim değil,'' dedi Kaya derin bir nefes almadan hemen önce. "Çok ani sordun, gördüğüm kâbus zaten aklımı bulandırıyordu. Seni o mezarlığa götürüp yerlerini göstermek...'' Sustu, devam etmesini bekledim. "Sanki seni de orada...'' Sustu tekrar. Cümleleri birbirine dolanıyor, kelimeleri dilinin altından çıkmıyor gibiydi. "Sikeyim.'' Arabayı aniden durdurdu ve ellerini direksiyona geçirdi.

"İyi misin?'' diye sorduğumda kafasını direksiyona dayayıp gözlerini yumdu. İçsel savaşı henüz bitmemişken beni kırmamak adına bu adımı attığını anladım. "Kaya, dönelim.''

Kafasını ağırca koyduğu yerden kaldırdı, okyanus mavisi gözleri bana döndü. Öyle bir zırh geçirmişti ki gözlerine, ne hissettiğini anlamadım. "Özür dilerim,'' dedi Kaya arabayı tekrar çalıştırırken. "Geri dönmüyoruz.''

"Kaya,'' dedim vitesteki elinin üzerine elimi koyarak. "Kendi içindeki savaşı bitirememişsin, kâbusun etkisinde olduğun açık. Kendi üzerine bu kadar gitme, beni kırmamak adına yaptığını biliyorum.''

Kafasını iki yana salladı: "Kâbusun hayatıma yön vermesine izin veremem, Buğlem. Bu benim savaşım, sende en güçlü silahımsın.'' Elini tuttuğum elimi dudaklarına götürüp bir buse kondurdu. "Gidiyoruz.''

Camdan dışarıya baktım, yağmur hızını azaltmıştı lakin devam ediyordu. "Ama yağmur yağıyor.''

"Hep yağmurlu günlerde giderim,'' dediğinde gözlerim ona döndü.

"Neden?''

"Yangın öyle sönüyor çünkü.'' İçimde bir yangının başladığını hissettim. "O zaman o ateş yanmıyor, o zaman içimdeki ateş sönüyor.''

Kalbinin kırık parçaları kalbime battı, dudaklarım mühürlendi. Dilimin altındaki tüm ibarelere paslı prangalar vuruldu. Tek kelime edemedim, o yangın söndü yanan senin yüreğin diyemedim.

"O yangın bir gün sönecek,'' dedim güven vermek için. "O yangın küllenecek, güven bana.''

Çehresinde gezdi bataklık gözlerim, dudakları yukarıya kıvrıldı ama dönüp gözlerime bakmadı. Yol boyunca başka kelimeler dökülmedi dudaklarımızdan, bu sessizliği o istedi, ben verdim.

Mezarlığın içine girdiğimizde bedenime bir ürperti yayıldı, öyle kuvvetliydi ki üzerimdeki kalın kabana rağmen üşüdüğümü hissettim. Kaya arabayı park ettiğinde yağmur, artık yağmur yağmıyor denecek kadar yavaşlamıştı.

Arabadan önce ben indim, çantamı arabanın içinde bıraktım. Bedenim kasılıyordu, ne yapmam gerektiğini bilmiyordum. Dün zihnime dolanıp dudaklarımın arasından dökülen fikir, bugün ayaklarıma dolanmıştı. Adım atsam düşecek, dursam bataklığın beni içine çekmesine izin verecektim sanki.

Kaya, yanıma geldi ve belime tutundu tekrar. Sanki bu defa o kendini bana yaslıyordu, sanki dayanağı bu defa bendim. Sessiz adımlarla mezarların içinden geçerken, bir zamanlar hepsinin bir yaşamı olduğu zihnimin içinde yankılandı. Hepsi gülüyor, yiyor, içiyor, seviyordu. Şimdi ise ufacık derin çukurların içine hapsolmuştu ölü bedenleri, bu düşünce yılan gibi dolaştı aklımda.

Kaya'nın yavaş adımları durdu. Gözlerim büyük yazıya kaydı önce.

SANCAKTAR AİLESİ

Ardından mezar taşlarına, dört ayrı mezar taşına. Doğum tarihleri farklı, ölüm tarihleri aynı olan dört mezar taşına.

Akın Sancaktar

Defne Sancaktar

Yeliz Sancaktar

Aksel Sancaktar

Bedenim kasılırken gözlerimin içi yandı, o yangın sanki o anda beni yakmaya başlamış gibi hissettim. Annesi, babası, kardeşleri... Kaya Sancaktar'ın kalbini kıran dört isim, dört mezar. Kaya Sancaktar'ın kalbini diri tutan dört isim, dört mezar. Kaya Sancaktar'ın kalbini söken dört isim, dört mezar. Kaya Sancaktar'ın kalbinin atmasını sağlayan dört isim, dört mezar.

Kaya'nın belimdeki eli sıklaştı, gözlerimi çevirip ona bakamadım. Acısını tutup acıma katamadım, ona bu acı geçecek diyemedim.

"Merhaba,'' dedi Kaya sessizliğin içindeyken. "Size sevdiğim kadını getirdim. Adı Buğlem.''

Gözlerim usulca kapandı, akmak için can atan gözyaşlarımı tutmayı denedim. "O sizinle tanışmak istedi, sizi görmek ve bilmek istedi. Eminim anne,'' sustu Kaya. Bir müddet sessizlik peyda oldu mezarların başında. "Eminim anne görsen çok seversin, çok iyi biri. Beni de çok seviyor, senden sonra ilk kez biri beni çok seviyor.''

Gözyaşlarım daha fazla direnmedi ve yanaklarımı teker teker ıslattı. Gözlerimi zaruretle araladım, Kaya'ya hâlâ bakamıyor, onun çektiği acıdan kaçıyordum. Çünkü benim suyum onun yangınını söndürmezdi.

"Yeliz,'' dedi Kaya. Gülümsediğini hissettim. "Senden güzel ağabeycim, kıskanma yengeni sakın.'' Yine sustu, cümleleri yarıda kesiliyordu. "Ama çok iyi anlaşırdınız, senin gibi o da. Merhametli, sevgi dolu, çok güçlü."

Gözyaşlarım akmaya devam etti.

"Baba, küçükken hep beni yanına oturtup annen gibi birine âşık ol derdin. Seni çok seven, sana kıyamayan birini bul karşıma getir derdin. Güzellik, para, mevki bunlar geçici, ona baktığında tüm dertlerini kapının önünde bırakacağın biri olsun yanında, hem çok sev hem çok sevil. Bu dünyadaki en güzel duygu sevgidir oğlum, derdin. Seni dinledim baba, öyle birini buldum. Bak karşındayız.''

Gözyaşlarım sessizce döküldü gözlerimden, birkaç tanesi kirpiğime tutundu atlamamak için ama onlarda bu acıya direnemedi.

"Aylar sonra ilk kez sizi gördüm rüyamda.'' Kaya belimdeki elini çekti ve omzuma atıp bu defa beni kendine yasladı. "Eski evimizi, oradaydık hep birlikte. Anne, baba, Yeliz, Aksel... Dördünüz de vardınız bir de biz vardık. Buğlem ve ben.'' Kaya rüyasından bahsetmiş ama içeriğini anlatmamıştı. "Güzel bir yemek yedik önce, sonra kahverengi koltuklarımıza oturduk. Aksel yine ortalıktan kayboldu.'' Bu defa gözlerim Kaya'ya çevrildi, gözleri kapalıydı. "O çakmağı gene çaktı, o perdeler yine alev aldı.'' Çenesi seğirdi. "Ve ben yine hiçbir şey yapamadım, siz hepiniz çıktınız anne. Babam Aksel'i aldı, sen Yeliz'in kolundan tutup çıkardın. Ben yere mıhlanmış, ayaklarımı hareket ettiremiyordum. Buğlem,'' dediğinde okyanus mavisi gözleri aralandı, önce gökyüzüne değdi bakışları ardından mezar taşlarına. Elimin tersiyle gözyaşlarımı sildim. "Buğlem beni bırakmadı, o yangının ortasında alevler arasından beni kurtarmaya çalıştı. Başaramadı. Biz öldük anne.''

Ağlamıyordu Kaya, omuzları dimdikti. Sarsılmıyor, ayakları yere sağlam basıyordu. Bense kollarının arasında titreyen bir kuş gibiydim, sessiz sayhalarımı duymaması adına dilimi ısırıyordum.

Gözleri benimkilerle çarpışınca dudaklarını alnıma bastırdı. "Sen dün aniden mezarlığa gitmeyi teklif edince, gördüğüm kâbus zihnimde yankılandı. Çünkü benim yüzümden oldu, benim güçsüzlüğümden. Rüyamda onlarla tanıştığında öldün.'' Nefes alamıyor gibiydi, dudaklarını araladı ve kuvvetli bir nefes bahşetti ciğerlerine. "O yüzden korktum ve tepki vermedim, bunun seni kıracağını, yaralayacağını o an düşünemedim.''

"Senin suçun yok,'' dediğimde sessizce ağladığım için sesim çatlamıştı. "Anlıyorum ben seni.'' İnce uzun parmaklarım yavaşça kolunda dolandı, ardından kolunu kavrayıp koluna girdim.

"Hep beni anlıyorsun,'' dedi Kaya. "Hep beni anlıyor, hep benim yanımda duruyorsun.''

"Ben hep senin yanında olacağım,'' dedim parmak uçlarıma yükselip yanağına öpücük bırakırken. "Her düştüğünde elini sana uzatan ilk kişi olacağım.''

"Hangi iyiliğimin mükâfatısın?'' Göz bebeklerinin titrediğini gördüm, kalbim sıcacık oldu. "Hangi duamın kabulüsün?''

Dudaklarım yukarıya kıvrıldı, kalbimden ruhuma yayıldı o sıcaklık. Tüm uzuvlarımda sevgiyi hissettim, öyle bir hissettim ki o sevginin içinde kayboldum.

"Belki de babasını can kulağıyla dinleyen o çocuğun ettiği duanın kabulüyümdür.'' Güldüm, kolumu kolundan çıkarıp tekrar parmak uçlarımın üzerine yükselip kollarımı boynuna doladım. "Ya da sadece sen benim dualarımın kabulüsündür. Bilemeyiz.''

Kemikli elleri bel boşluklarıma çıktı yavaşça, ardından beni kendine yasladı. Gözlerine güneş doğmuştu, o güneş sadece beni ısıtıyordu. "İyi ki o gün o derse geç kaldım, iyi ki o gün Buse'yi dinledim. İyi ki o gün peşinden gelip, o kitabı okudum. İyi ki senden kopmadım.''

Kalbimin ortasında şömine yandı, o ateş yüreğimi yakmadı, ısıttı. Zemheride ruhuma dokunan ateşle sıcacık oldum.

"İyi ki o gün o dersten erken çıktım, iyi ki o gün ablamın telefonunu açtım. İyi ki o gün o kitabı sana verdim ve iyi ki senden kopmadım.'' Tenimin altındaki damaların kaynadığını hissettim. "İyi ki eylül ayında seni gördüm, iyi ki birkaç saniyede olsa gözlerin gözlerime can verdi. İyi ki senin bu okyanus mavisi gözlerini unutamadım, iyi ki seni göğsümde gizli saklı büyüttüm.''

Kaya bana sıkıca sarıldı, ruhuna dokunmamı ister gibi sıkıca sarıldı. Yaralarını sarmam için, yaralarımı sarması için sıkıca sarıldı. Saniyeler aktı, dakikalara ulaştı. Bedenimi bedeninden ayırdım, saç tellerimden birkaç tanesi sakallarına takıldı. Saçlarım bile ondan ayrılmak istemiyordu.

"Annem dün geldi,'' dedim gözlerine bakarken.

Kavisli kaşları usulca çatıldı. "Neden?''

Dudak büktüm. "Bilmiyorum.'' Kaya'nın sakallarına dolanan saçlarımı el yordamıyla aldım.

"Buğlem, güzelim.'' Kaya'nın elleri yanaklarıma çıktı. "İyi misin sen peki?'' Kaya annemle barıştığımı bilmiyordu. Hatta annemi onu affedemediğim için affettiğimi, içimdeki ateşi bir nebzede olsa dindirmek istediğimi bilmiyordu.

Dün gece düştü aklıma, yatakta nasıl ağlamamak için mücadele verdiğimi, yalnızlıkla nasıl sınandığımı, kalbimi kıran annemim odama gelip saçlarımı okşamasını nasıl beklediğimi düşündüm. Bunun cevabı bilinmezdi, kara deliğin içine hapsedilen bir soruydu. Kalbim kırıktı anneme karşı, kırgınlığım o kadar yüksekti ki beni derin bir kuyuya hapsetmiş gibiydi.

Kafamı salladım sadece. "Annemle, İstanbul'dayken barıştık.''

Kaya gözlerimi inceledi, öyle derin baktı ki beni görmeyi bırakmıştı. Gözlerimin ardında kalan, perdenin arkasına sinmiş o yamuk saçlı kıza bakıyordu. Onu görüyor, ona dokunmak istiyordu. Yanağımdaki elini kafamın arkasına yerleştirdi ve beni çenesine yasladı.

Ruhundan ruhuma güç aktarıyordu sanki, bana güç veriyordu. "Güzel sevgilim,'' diye mırıldandı Kaya. "Benim güzel, güçlü sevgilim.''

O esnada mezarlığın içinde telefon sesim yankılandı, istemeyerekte olsa Kaya'dan ayrılıp kabanımın cebine attım elimi. Ablam arıyordu.

Yeşili kaydırıp ahizeyi kulağıma götürdüm. "Efendim abla?''

"Ne yapıyorsun, Buğlem?'' dediğinde sesindeki tuhaflık kaşlarımın çatılmasına neden oldu.

"Kaya'nın yanındayım, abla. Ne oldu?'' Kaya'nın gözleri bana döndü.

"Şey,'' diye mırıldandı ablam. Sesindeki gerginlik telefondan çıkmış karşımda belirmişti sanki.

"Ney?'' dedim ablamın söylemesini beklerken. "Abla ne olduğunu söyler misin?''

"Babam,'' dedi ablam sessizliğini bozarak. "Babam geldi.'' Sessizlik yankılandı telefondan kulaklarıma. "Seni çağırıyor."

___________________________________________

Selam selam! 🦄

Biz geldik, sizi epey özledik. Bölüm sıklığı arttı, farkında mısınız? 🌟

Şeytan kulağına kurşun, maşallah bize! 👸

Ve bir şey daha var...

FİNALDEN ÖNCEKİ SON BÖLÜM HAFTAYA CUMARTESİ GELECEK! 🥺

Resmen veda edeceğiz birbirmize, resmen ayrılacağız okyanus damlaları...

Finali ikiye bölebilir, Final part1- Final par2 yapabilirim. Veyahut 46. Bölümde finali tamamen yazabilir, tek bölüme ağır vedamızı sığdırabilirim. Düşünüyorum hâlâ.

Sizin fikriniz ne bu konuda? Düşüncelerinizi benimle paylaşın, birlikte yol haritası çizelim istiyorum.

Gelelim bölüme, nasıldı sevdik mi? 💙

Kaya'nın sessizliği gördüğü kâbustandı... Ah, Kaya'm. Benim yüreği merhamet dolu okyanus mavim. 🦋💙

Bölümle ilgili düşüncelerinizi benimle paylaşın! Yorumlarda görüşelim. Ve tabii ki aşağıdaki yıldızı doldurmadan gitmeyin. 🌟🌟

Bize Instagram hesabımızdan destek olmak için: acinin.buyuttugukadin hesabımızı takip edebilir, Acının Büyüttüğü Kadın etiketiyle sosyal medya hesaplarından paylaşımlar yapabilirsiniz!

Sizi seviyorum! 💙

Hava Nur Tanrıverdi

Continue Reading

You'll Also Like

16.1K 1.5K 10
Ahir Zamanda Masallar 2 . . . Üvey anne ve iki üvey kız kardeş ile yaşayan Ahşan için hayat oldukça acımasızdır ve günde bir kaç işte koşturarak evi...
286K 64.1K 61
❤️ Genç Kurgu #1 🔥 Adaletin Keskin Kılıcı Tanrı, geceye hayat verdi ve gökyüzüne mühürledi. Ve bir kadın o gökyüzünün altında sevilmemişliğine ağla...
50.3K 10.9K 58
Gözleriyle bana ilham olan Dominic Sherwood... ∆∆∆∆∆∆∆∆ Ruelle - The Other Side ∆ 'Kitap Müziği' ∆∆∆∆∆∆∆∆ MASMAVİ BUZU ÇATLATAN ...
25.4M 905K 78
♌ İNTİKAMDAN DOĞAN TUTKULU BİR AŞK ♌ Küçük yaşta anne ve babasının ölümüne şahit olan acımasız genç bir adam... Edim Demiray. Daha on sekizinde uyuş...