NÖROSA

By cerennmelek

809K 76.7K 83.2K

Bilinmezliklerle dolu bu girdabın içinde neler bulacağımı bilmiyordum. Tek bir hedefim vardı, o da sevgilimi... More

NÖROSA
1.Bölüm: İKİNCİ ŞANS
3.Bölüm:BAŞROL
4.Bölüm: HAYAL HIRSIZI
5.BÖLÜM: ÖLDÜRÜCÜ VE YAŞAM VERİCİ
6.Bölüm: SİLAH
7.Bölüm: ÇAKMA KRAL
8.Bölüm: KAYBEDİŞ
9.Bölüm: İLAÇ MI ZEHİR Mİ?
10.Bölüm: SUÇ ORTAĞI
11.Bölüm: GÖRÜNMEZ TEHLİKE
12.Bölüm: OYUN KURUCU
13.Bölüm: DÜŞ KIRIKLIĞI
14.Bölüm: BEKLENMEDİK İHANET
15.Bölüm: HİNT KUMAŞI
16.Bölüm: SIRLAR
17.Bölüm: GERÇEKLER
18.Bölüm: ACI YALAN
19.Bölüm: HİPNOZ ETKİSİ
20.Bölüm: BİR HAYALİN KORKUSU
21.Bölüm: BAŞARILI BİR DENEY BAŞARISIZ BİR AŞK
22.Bölüm: KAYBEDİŞLER SİLSİLESİ
23.Bölüm: TUZAK
DUYURU

2.Bölüm: HAYALLER DİYARI

36.6K 3.4K 5.1K
By cerennmelek

Bol bol yorum yapmayı ve beğenmeyi unutmayın melodilerim 🎼


Chalkboard - Johann Johannsson

Hold Heart - Emiliana Torrini


2.Bölüm: HAYALLER DİYARI

Hiç bilmediğim bir şeyin ortasına düşmüştüm ve bana bunu getiren adama güvenmekten başka seçeneğim yoktu. Elimdeki sözleşmeyi tekrar tekrar okurken, her maddeyi kafamda tartıyordum.

Nörosa, ada, çalışanlar ya da projeler hakkında kimseyle konuşulamaz.

Projeye başladıktan sonra vazgeçilemez.

Tesiste huzur bozacak hiçbir davranışa yer verilmeyecek.

Bunlar ve benzeri maddeler benim için hazırlanan sözleşmedeydi. Bir de Hikmet amca için hazırlanan, benim imzalatmak zorunda olduğum bir sözleşme vardı. Sorgulamadan bunu imzalaması gerekiyordu. Bu sırada yan evdeki hareketlik dikkatimi çekti, Hikmet amca sonunda gelmişti. Pencere kenarından ayrıldım hızla, iki gündür gelmesini bekliyordum. Planladığımdan daha geç gelmişti.

Ev yine boştu ama yine de kendi sözleşmemi çekmecemin alt kısımlarına koydum. Hikmet amca için hazırlanan sözleşmeyi aldım ve hızla aşağı indim. Ev terliğimle dışarı çıkarken son anda anahtarı aldım elime.

"Hikmet amca!" daha eve girmemişti, tam verandadayken durdu.

Kendimden emin adımlarla yürürken, yapılacak her şeyin şu an ki performansıma bağlı olduğunu biliyordum. Bu yüzden yüzüme kendimden emin bir ifade yerleştirdim, derin bir nefes aldım ve karşısına dikildim.

Tüm maddeleri okutmadan ona imzalatmam gerekiyordu.

"Efendim Melodi?"

"Konuşabilir miyiz?" dediğimde verandadaki karşılıklı duran koltukları işaret etti. Ahşap koltukta minderin üstüne oturduğumda elim ahşap koltuğun kenarlarına gitti. Ozan'la birlikte bu ahşabın üstünü kazıdığımızı hatırlıyordum. O kazdığımız yeri okşayarak güç kazanmaya çalıştım.

Ve konuşmaya başladım, "Sen yokken bir bilim şirketi bizimle iletişime geçti. Ozan'ın doktoruyla iletişime geçmişler daha doğrusu."

"Firuz Bey bana haber vermedi." dedi çatılan kaşlarıyla. Bu hareketiyle aynı Ozan'a benzemişti. Zaten Ozan babasının gençliği gibiydi.

"Çok yeni, hem bunu yüz yüze konuşmamız gerektiğini düşündüm. Biliyorsun Firuz Bey ve diğer doktorlara kalsa asla bir çaresi yok. Ancak bu şirket bize bir çare sunuyor. Yeni bir tedavi yöntemi geliştirmeye çalışıyorlar; uzun süre komada kalan hastaları uyandırmak için. Ve Ozan tam aradıkları kişi, bir yıldır komada ve beyin fonksiyonlarını kaybetmediği için tedaviye yanıt verebilir. Şirket bir ücret talep etmiyor, sadece denemek istiyorlar." dedim ve cümlemin sonunda sözleşmeyi uzattım.

"Ne şirketi? Yeri neredeymiş?" dedi aynı sorgulayan yüz ifadesiyle.

"Aslında İstanbul ama sanırım bu tedavi için onu yurt dışına çıkaracaklar."

"Ben ona refakat edemem biliyorsun," Zaten ondan böyle bir şey istemeyecektim ama bir insan çocuğu için her şeyi yapmaz mıydı?

Neyse ki ben yapabilirdim ve yapacaktım da.

Yapacağım şeyin ciddiyeti zihnimde bir kez daha dönerken, fikrimde en ufak bir değişme yoktu.

"Buna gerek yok! Ben yanında olacağım." dedim hızla cevap vererek.

"Baban hayatta böyle bir şeye müsaade etmez." Babamdan müsaade istemeyecektim zaten. Başka seçeneğim yoktu.

"Halledeceğim, lütfen şimdi bunları imzalayın." İlk iki sayfayı okudu ama ilk sayfalarda deneyle ilgili çok bir şey yazmıyordu. Devamını okumaması gerekiyordu.

Yanımda hazırda tuttuğum kalemi ona uzattım. "Okudum, anladım, onaylıyorum. Yazıp imzalamanız yeterli her sayfaya." Bana alttan bir bakış attı ama kalemi sorgulamadan aldı.

İlk sayfaya dönerek imzalamaya başladığında gözleri kâğıtta geziniyor ama çok dikkatli okumuyordu. Tüm altı sayfayı imzalayıp bana uzattığında içimdeki rahatlamayı belli etmedim.

Hikmet amca sözleşmeyi tamamen okumadan imzalayacak kadar güveniyordu bana ama onun kandırdığım için de üzgün hissetmiyordum.

"Ne zaman götürecekler?"

"Bu gece," dediğimde kafasını ağır ağır salladı. "Onu görmeye gidecek misin?"

"Bilmiyorum," dedi ve kalktı yerinden. Arkasını döndü bana, tam eve girecekti ki durdu. "Bu yaşanılanlar sadece sana zor değil Melodi, belki beni kalpsiz biri gibi görüyorsun ama değilim. Oğlumla bir kez daha konuşmak için nelerimi verirdim bilemezsin." Bana dönmemişti konuşurken, ancak çatallaşan sesinden artık gözyaşlarını tutamadığını anlayabiliyordum.

Anahtarını çıkarıp eve girdiğinde ben hala verandada oturuyordum. Vücudum üşüyene kadar da oturmaya devam ettim. Artık gözlerim dolmuyordu, artık ağlamayacaktım. Omuzlarımı dikleştirdim, onun için güçlü durmalıydım.

Eve döndüğümde babamı da abimi de aradım ancak ikisi de açmadı. Açıkçası bu fazlasıyla işime gelmişti. Asıl sıkıntı yokluğumu fark ettiklerinde olacaktı. Babam ülkeyi ayağa kaldırabilirdi ve sürekli arayıp onu sakinleştirmem gerekiyordu. Ama o durumda onu sürekli arayacak cesaretim olur muydu emin değildim. Dünden hazırladığım valizimi son kez kontrol ettim, hiçbir eksiğim yoktu.

Bir taksi çağırıp, valizim, çellom ve kol çantamla birlikte çıktım evden. Kapıdaki arabama baktım kısa bir an, ardından da eve. Babam kötü hissedecek, kafayı yiyecekti. Annemden sonra hiçbirimizin bir yere gitmesine tahammülü yoktu ama buna rağmen hep kendisi gidiyordu.

Taksi geldiğinde valizimi, çellomu bagaja yerleştirip araca bindim. Hastanenin ismini verip arkama yaslandım.

Heyecanlıydım, midemde tuhaf bir burkulma vardı. Babamdan gizli işler çevirdiğim çok oluyordu ama bu en büyüğüydü. Titreyen ellerimi yumruk yaptım ve derin bir nefes aldım bugün sık sık yaptığım gibi.

Kısa yol, beni içinde sürükleyen karmaşık düşüncelerimle daha da kısa sürmüştü. Kısacık yola rağmen yüksek bir ödeme yaparak araçtan indim. Valizim ve sırtıma astığım çellomla birlikte hastaneye girip, asansöre bindiğimde buraya bir daha gelmeyeceğimi biliyordum.

Ozan'ın odasına girdim ancak Ozan tek değildi. Hemen yanında o esrarengiz adam duruyordu, Ejder. Elinde beyaz kılıflı bir dosya vardı, o dosya Ozan'a aitti. Gözleri dosyada gezinirken, bildiği şeyleri tekrar gözden geçirirmiş gibi bir hali vardı. Benim odaya girdiğimi fark etti ama bir an bile kafasını kaldırıp bakmadı.

Küçük odada heybetli cüssesi ve ağır ama rahatsız edici olmayan kokusuyla fazla yer kapladığı bir gerçekti. En başından beri fazlasıyla gıcığıma gittiği için o konuşana kadar ben de konuşmadım. Hatta onu tamamen yok sayarak, hep yaptığım şeyi yaptım ve Ozan'ın yanına oturdum. Çellomu ve valizimi de yatağın kenarına bıraktım.

"Sözleşmeyi imzalattın mı?" dediğinde Ozan'ın solgun yüzünden ayırdım bakışlarımı.

"Evet," dedim sadece kuruyan dudaklarımı dilimle ıslatırken.

Birkaç adım yakınlaştığını hissettim. "Peki sen? Sen imzaladın mı?"

"Evet."

"Güzel, gidebiliriz." dedi sakin ses tonuyla. Ona çevirdim kafamı, elini bana doğru uzatmıştı.

Çantamın içine ikiye katlayarak koyduğum sözleşmeleri çıkardığımda kaşları çatıldı. Ona uzattığımda iki eliyle düzeltti kağıtları ve kısa bir göz gezdirdi.

"Gelmek zorunda değilsin, biliyorsun değil mi?" dediğinde kafamı usulca iki yana salladım.

"Geleceğim." dedim ona alttan bir bakış atarak.

"Güvenin gözlerimi yaşarttı."

"Söylediklerin hala kulağa çok uçuk geliyor, gözlümle görene kadar da inanmayacağım."

"Kumar oynuyorsun yani?" derken keyifliydi. "Ya biz organ mafyasıysak da sizi," Konuşurken sesi karanlık bir tona bürünmüş, gözleri de kısılmıştı. Beni ciddi ciddi korkutmaya çalışmıştı ancak ben sadece alayla güldüm.

"Zaten şu tarzınla bir bilim insanından çok organ mafyasına benziyorsun." dediğimde kaşları hayretle havalandı. Aynı zamanda şaşırmıştı da sanırım beni hep üzgünken gördüğü için sessiz sakin biri sanmıştı. Nasıl cazgır olduğumdan hiç haberi yoktu, özellikle de damarıma basıldığında.

"Öyle mi bilim insanları nasıl görünüyormuş?" derken hem alay etmeye çalışıyor hem de altındaki ciddi ifadesini gizlemeye çalışıyordu.

"Kesinlikle senin gibi değil."

"Sevgilinin hayatının benim ellerimde olduğunu hatırlatırım." dediğinde sinirlenmeye başlamıştım. Yerimden kalktım ve hızlı hızlı yürüyerek karşısına dikildim.

"Beni tehdit mi ediyorsun? Hem de sırf seninle dalga geçtim diye? Bir bilim insanı olduğunu iddia ediyorsun ama on yaşında bir çocuk gibi davranıyorsun. Ayrıca ben değil, sen benim ayağıma geldin yani bu işi en az benim kadar istiyorsun." Kaşları havalanırken çıkışıma kesinlikle fazlasıyla şaşırmıştı.

"Ayağına gelmedim çalgıcı kız, sana bir teklifte bulundum."

"Çalgıcı mı?"

"Hmm neydi o zımbırtı? Keman mı?" Cahil! Bir de bilim insanıyım diye geçiniyordu. Böyle cahil bir insanla tartışmaya girmeyecektim. Burun kıvırıp onu süzdüğümde gözlerinde nerdeyse eğlence parıltıları gördüğüme emindim. "Seninle iyi anlaşacağız gibi gözüküyor Melodi."

"Böyle bir zorundalık mı var?"

"Tabii, artık ortağız. Birlikte yaşayacağımızı da hesaba katarsak," Sözleriyle bir adım geriledim şaşkınlıkla.

"Bana böyle bir şey söylememiştin."

"Söyledim işte," dedi omuz silkerek. "Adaya gelmemeyi seçebilirsin." Ölürdüm de Ozan'ı onların eline bırakmazdım tek başına.

"Sen," Beni pek takmadı, kolundaki elektronik saate baktı ve o da benden uzaklaştı.

"Seninle burada uzun uzun tartışmayı isterdim ama neyse ki birbirimizle uğraşabileceğimiz on saatlik bir yolculuğumuz ve bolca boş vaktimiz var bundan sonra. Şimdi gitmeliyiz," dediğinde odanın kapısı açıldı ve içeri üç kişi girdi.

Ozan'ı yatağından başka bir sedyeye aktardılar. Ambulansa indirilirken ben de dolapta duran Ozan'ın giysilerini çantasına doldurdum. Bu sırada Ejder odadan çıkmamış ve beni izliyordu.

İşim bittiğinde eşyalarımı alacaktım ki Ejder'in aldığını gördüm. Mor valizimi eline almış, çelloma da elini uzatmıştım. "Ona dokunma!" dememle elini çekti.

"İyilik yapanda kabahat." diye söylendiğini duydum ama onu pek takmadım. Sert çıkışıma rağmen valizimi yerine bırakmadı. O önden yürürken ben de peşinden gidiyordum. Boyu çok uzun olduğu için valizi sürükleyerek değil, tek eliyle zorlanmadan taşıyarak götürüyordu. Otoparka indiğimizde, siyah son model bir aracın önünde durdu. Bagajı açıp eşyaları yerleştirirken çellomu benim yerleştirmem için bana alan tanıdı.

Her bilim insanı bu kadar zengin oluyor muydu? Belki de çalıştığı şirket adınaydı hepsi. Gerçi böyle genç yaşta bu denli büyük şirketlere girip söz sahibi olmak da büyük bir başarıydı.

Belki de gerçekten bir organ mafyasıydı. Bu çok daha mantıklı geliyordu kulağa. Belki de o yüzden gitmemi istememişti belki de benim de organlarımı alacaktı.

Karşımdaki adam hakkında hiçbir şey bilmiyordum ve açıkçası çok da umursamıyordum.

"Ozan nerede?"

"Ambulansla yola çıktı." dedi bagajı kapatıp araca yönelirken.

"Ben de onunla gidecektim."

"Yanında özel doktoru var, ayrıca aynı yere gidiyoruz merak etme yemezler sevgilini." dedi söylenerek ve sürücü koltuğuna geçti. Ben de yanındaki koltuğa yerleştiğimde vakit kaybetmeden pahalı aracın motorunu çalıştırdı.

Hastanenin otoparkından çıkana kadar ikimizden de hiç ses çıkmadı, soracak çok şeyim vardı ama hangi birini soracağımı bilmiyordum.

"Bu proje daha önce yapıldı mı hiç?"

"Yapıldı," dedi kısa ve net bir cevap vererek.

"Başarılı olundu mu?"

"Olundu."

"Peki neden yeni bir denek arıyorsunuz?"

"Çünkü şartlar çok farklı."

"Nasıldı?" dedim ancak bu soruyu hiç duymamış gibi davrandı.

"Hasta taşıyabilecek bir uçak ayarlandı mı?" dediğimde alaylı bir ifade oluştu yüzünde ama cevap vermedi. O kadar sinir oldum ki başka hiçbir şey sormadım. Belki de sormamam için böyle davranıyordu. Bakışlarımı cama çevirdim, vücudumu da cama doğru dönerek bu gıcık adamın varlığını unutmaya çalıştım.

"Özel bir uçakla gideceğiz, direkt uçuş yapacağız. Projeyle ilgili haddinden fazla bilgi veremem sana, sen de bilmek istemezsin zaten."

"Neden?"

"Her bilginin bir bedeli vardır." Çok sorgulama demeye getiriyordu ama ne kadar meraklı ve araştırmayı seven bir insan olduğumu bilmiyordu.

"Gideceğimiz yer neresi?"

"Bir ada," dedi bakışlarını kısa bir an üstüme çevirdi. "Bir ülkeye bağlı değil, Pasifik Okyanusu'nda. Tabii ada diyorum ama küçük bir yer hayal etme. Küçük bir ülke gibi, bilim merkezinden, mağaza, restoran, okul ve hatta eğlence mekanlarına kadar aklına gelebilecek her şey vardır." düzgün düzgün açıklama yapması bir an şaşırtmadı değil.

Söylediği şeyler o kadar uçuk geliyordu ki, organ mafyası olabileceğini yine ciddi ciddi düşünmeye başlamıştım. Gerçi hiç aklımdan çıkmıyordu.

"İlk defa böyle bir şey duyuyorum."

"Duymuş olsaydın bu proje olmazdı." dedi kısık sesle kendi kendine konuşur gibi. Ardından devam etti, "Çünkü bu da sır, tıpkı göreceğin diğer şeyler gibi."

"Ozan'ı nasıl buldunuz?" dediğimde hızı artmıştı.

"Karizma adam da biraz erimiş, göz rengini de göremedim ama fotoğraflarında gördüğüm kadarıyla fenaymış." dediğinde ona öyle bir bakış attım ki, bakışlarla bir şeylere zarar verebilseydim onu delik deşik yapmıştım tam da şu an. Kendi de yaptığı kara mizahın komik olmadığını fark ettiğinde bozuntuya vermeden devam etti, gerçi pek de rahatsız olmamıştı. Ne gevşek adamdı böyle.

"Beyin ölümü gerçekleşmemiş ama ümit kesilmiş bir vaka ararken çıktı karşımıza. Bir aydır izliyorduk vakanın durumunu ancak tedaviye son verileceğini duyunca harekete geçmemiz gerekti." dediğinde açık ve netti, ne kadar dalga geçse de güvenmemi ve elinden geleni yapacağını düşünmemi istiyordu.

"Beni de takip mi ediyordun?"

"Seni neden takip edeyim?" dedi aksi bir şekilde, yüzüme bakmayarak.

"Dedin ya takip ediyordum diye,"

"Öyle birkaç kez ne olduğunu çözmeye çalıştım, sapık gibi peşinde dolanıp durmadım bir hafta."

"Neden? Gece kulübüne gelip beni oradan çıkarırken bence oldukça sapık gibi dolanıp durmuş gibisin?" dediğimde bir şey söylemek için pembemsi dudaklarını araladı ama vazgeçti kısa süre içinde. Sessizliğini korudu.

Siyah saç tutamları alnına düşmüştü, deri ceketini de Muğla'nın gündüz sıcağına rağmen hala çıkarmamıştı. Kırmızı ışıkta durduğunda, sonunda aramızdaki rahatsız edici sessizliği bozacak bir şarkı açtı. Yüzüklü parmakları direksiyonda müziğin ritmiyle hareket ederken dikkatli bakışlarımı fark etti. Ardından da pis pis imalı şekilde sırıttığında önüme geri döndüm.

"İzleyebilirsin," dedi eğlenerek. "Kadınlar beni izlemeyi sever." Alayla güldüm.

"Özgüvenin bu kadarı."

"Haklı bir güven,"

"Yüzüklerine ve şu değişik tarzına bakıyordum. İlgimi çekecek bir tip değilsin."

Güldü ancak bu benimki gibi alayla değil gerçekten eğleniyormuş gibiydi. Başını sürücü koltuğun baş kısmına yasladı, alt dudağını yaladı ve bana uzunca bir bakış attı. "Ben herkesin tipiyim."

Tamam, fazla yakışıklı olduğu su götürmez bir gerçekti ama bu kadar ego da iticiydi.

Göz devirdiğimde o hala gülüyordu. Aşırı sinir bozucuydu. Milas Havalimanına ulaştığımızda, normal yolcu girişine geçmedik. Farklı bir girişe geçerken tüm kapılar bizim için açılıyordu.

Büyük ve lüks bir uçağın yanında durdurdu arabayı. Ambulans bizden önce gelmişti, Ozan'ı uçağa çıkarmış olmalılardı. Tam inecektim ki kapı benim için açıldı dışarıda görevli bir kadın tarafından. Ejder de arabadan indiğinde eşyalarımı almak için bagaja yöneldim. İçinden çellomu aldım, diğerlerini Ejder alırken itiraz etmemiştim.

Aslında hazırda bekleyen bir sürü çalışan vardı ama Ejder kimseye bırakmamıştı eşya taşıma işini.

Merdivenleri çıkıp uçağa geçtiğimizde uçağın içinin dışından daha lüks olduğuna emin olmuştum. Taba renkli koltuklar, krem renkli küçük masalar, hobi oyun köşesi... Bir uçaktan çok şık döşenmiş bir evin salonuna benziyordu. İleride kapılar da vardı.

"Ozan şuradaki ilk odada, yanında bir de yatak odası var, hemen ilerde de banyo var istersen duş alabilirsin. Yolculuk uzun." dedi arkamdan gelen Ejder. Şaşkınlıkla gözlerimi kırpıştırdım, bir uçakta bunların hepsinin olması mümkün müydü? Zenginliğin gözü kör olsun! Kime aitti acaba bu şirket? Bu kadar zengin olduklarına göre ellerindeki teknolojiye çok da şaşırmamak gerekiyordu.

Belki de organ mafyası oldukları için çok paraları vardı ve kurbanlarını da yurtdışına çıkararak rahatça öldürüyorlardı.

Ozan'ın bulunduğu küçük odada, sadece bir koltuk vardı yanında ve oraya da doktor olduğunu düşündüğüm bir adam yerleşmişti. "Merhaba," dediğimde bakışlarını telefonundan bana kaldırdı orta yaşlarındaki adam.

"Merhaba," dedi yarım ağız ve telefonuna geri döndü. Herkes birbirinden gıcıktı! "Merak etme, ona iyi bakacağım." dedi bana hala bakmazken. Başımdan git demeye getiriyordu, Ozan'a kısa bir bakış atıp kapıyı geri kapattım. Çellomu koltuklardan birine bırakıp, kemer taktım düşmemesi için.

Rahat deri koltuklardan birine oturdum. Babamı bir kez daha aradım ve tam da istediğim gibi açmadı. Onun için kısa bir mesaj yazdım.

Ozan için bir tedavi yöntemi bulundu. Onunla birlikte gidiyorum. Sana haber vermek istedim seni defalarca aradım ama ulaşamadım. Beni merak etme, iyi olacağım.

Deliye dönecekti ve bu sefer çok da haksız sayılmazdı. Artık neler olacağını tahmin bile edemiyordum. Ejder yanıma gelirken, çelloya kısa bir bakış attı ama bir şey söylemedi. Tam karşımdaki koltuğa oturdu.

"Hazır mısın?" dediğinde başımı olumluca salladım. Etrafta dolanan hostes genç bir kadındı, her şeyi kontrol etti ve yanımızdan uzaklaştı.

On dakika içerisinde uçak kalkarken bunu gerçekten yaptığımın bir kez daha farkına vardım ancak yine de içimde bir pişmanlık ya da tedirginlik oluşmadı.

Hostes tekrar yanımıza geldiğinde Ejder bana baktı. "Kahvaltı yaptın mı?" Kafa sallayarak geçiştirdim sorusunu. "İki kişilik kahvaltı alabilir miyiz?" dedi hostese göz kırparak. Genç kadın gülümseyerek yanımızdan ayrıldığında manzarayı seyrediyordum.

Kahvaltımız geldiğinde bu da normal uçuşlardaki gibi sandviç değil, neredeyse bir serpme kahvaltıydı. Zaten özel bir uçakta sandviç beklemiyordum ama böylesini de beklemiyordum! Sert kahveden büyük bir yudum alarak kendime gelmeye çalıştım.

"Bu uçak kime ait?" dedim merakıma yenik düşerek.

"Bana," dediğinde yeni ağzıma götürdüğüm kahveyi püskürtmemek için kendimi zor tuttum. İfadem hoşuna gitmişti.

"Bilim insanları bu kadar kazanıyor mu?"

"Türkiye'de hayır." dedi eğlenerek.

"Yine de sadece bilim insanı olmadığın ortada." Organ mafyası olma ihtimali hala daha yüksekti ve görünen o ki gittikçe de artıyordu.

"Seni ilgilendiren kimliğim sadece bu."

"Aslında hiçbir kimliğinle ilgilenmiyorum." Sadece organ mafyası olup olmadığını merak ediyordum.

"Sorma o zaman," dedi kahvaltısına geri dönerek.

"Ben genel soruyorum, sen detay veriyorsun aslında."

Kahvesini dudaklarına götürürken kısık seste konuştu, "Çocukcağız senin şu sivri dilin yüzünden komaya girdi herhalde,"

"Sözlerine dikkat et! Senin için kötü olmasın." derken yüz ifadem de sesim kadar sertti. "Haddini aşma, şayet ben indirmesini iyi bilirim."

"Dışarıdan bakarken senin çok uysal olduğunu düşünmüştüm bu hallerin bana mı özel? Yoksa ben büyük bir yanılgıya mı düşmüşüm?" Onu daha fazla takmadım, iştahım da yoktu zaten. Sadece kahveyi içerken bu on saatin nasıl geçeceğini düşünüyordum kara kara.

Kulaklığımı takıp arkama yaslandım, bir süre uyumaya çalıştım ancak aklım çok dolu olduğu için uyumayı başaramadım. İki saat geçerken Ozan'ı ziyaret ettim. Doktoru başında duruyordu ve o da her olduğu gibi kapalı gözleriyle huzurlu bir uykuda gibi duruyordu.

Uçağın içinde bir tur atarken, kaç milyon dolar olabileceğini hesaplamaya çalışmıştım ama bulamamıştım. Ben fakir değildim, onlar ultra zengindi. Belki de organ mafyasıydılar...

Yerime oturduğumda Ejder, elinde bir kitapla duruyordu ancak bu kitap daha çok ansiklopediye benziyordu. Üstündeki deri ceketi çıkarmış, siyah kısa kollu tişörtüyle duruyordu. Kolları dövmelerle doluydu. Bu asi tipiyle, ünlü bir rock grubunun solisti gibi dururken elindeki kitap havasına hiç mi hiç gitmiyordu.

Üstümdeki kıyafetler sıkmıştı, küçük çantamın içinde hazırda tuttuğum kıyafetleri alarak banyoya geçtim. Burada gerçekten de duş vardı!

Altıma kısa siyah bir tayt giyinirken, üstüme de siyah askılı bol bir tişört giyindim. İçeri geri döndüğümde at kuyruğu yaptığım saçlarımı açıyordum. Saç diplerimin gerilmesi beni daha da germişti. Bir elimle saçlarımı düzelterek yerime otururken Ejder ansiklopedisinden bakışlarını kaldırmış alttan alttan bana bakıyordu.

Ona baktığımı fark ettiğinde hemen geri eğdi bakışlarını. "İzleyebilirsin," dedim onun gibi. "Erkekler beni izlemeyi sever." Güler gibi oldu, artık kitap ilgisini o kadar çekmiyor olacak ki kapatıp kenara bıraktı. Kitaba karşı kaybettiği ilgisi tamamen bana döndü.

"Projeyi daha detaylı anlatır mısın?" dediğimde kafasını belli belirsiz salladı.

"Zaten önümüzdeki günlerde her şeye tanıklık edeceksin. Sormak istediğin ne varsa?"

"Bu nasıl mümkün olabiliyor?"

"Patent bize ait değil, farklı bir şirketten kopya çekiyoruz. Tabii onların da haberleri var, ayrıca kopya da denilmez. O şirkette de bu projenin içindeydim."

"Hangi şirket?"

"Bunu sana söyleyemem," dedi kesin şekilde.

"Alınan gerçek bir patent yok değil mi? Öyle olsa bilinirdi bu teknoloji."

"Evet, zaten çok uçuk bir proje olacağı için herkesin kalkışabileceği bir iş de değil." dedi yerinden doğrulurken.

"Ne yapıyorsunuz peki beyne kablo falan mı takıyorsunuz? Matrix gibi?" dediğimde başını olumluca sallamasını asla beklemiyordum.

"Aslında aynen onu yapıyoruz." dediğinde gözlerim irileşmişti. Keyifle sağ ayak bileğini, sol dizinin üstüne koydu. Bir eli de dizini hafif hafif okşuyordu. Kısık bakışları üstümde acelesizce açık açık geziniyordu ve bu açıklığı gizlemek için asla bir çaba sarf etmiyordu.

"Ozan'la birlikte deney yapacağınız başkaları da var mı?"

"Evet, iki kişi daha var." dedi rahat şekilde.

"Onlar da adadalar, biri on beş yaşında bir kız çocuğu diğeri de otuz yaşında bir adam."

"Neden bu kadar çok deneğe ihtiyacınız var?"

"Her risk var, yaptığımız şey çok eşsiz ve zor. Başarılı olamayabiliriz."

"O zaman onu kaybederim," derken nefesim kesilmişti.

"Ama şu an kimsede olmayan ikinci bir şansa sahip, biz de o şansı iyi değerlendirmek için elimizden geleni yapacağız." Arkama yaslanırken diken üstünde hissediyordum.

Midemde bir bulantı, başımda da ağrı vardı. Doğru şeyi mi yapıyordum? Babalarımızı kandırıp hiç tanımadığım bir adamla ülkeyi terk ederken kesinlikle doğru bir şey yapmıyordum. Ama onun içindi, bir ihtimal için...

"Ozan silahlı saldırıya uğramış ama saldırganlar bulunmamış." dedi tane tane konuşarak.

"Bunun altında bir iş olduğuna eminim."

"O yüzden tek başına gece kulüplerinde millete tehlikeli sorular sorarak belanı aramıyor muydun zaten?"

"Beni bu kadar iyi gözetlemen de işinin bir parçası mı?" dediğimde cıkladı, kaşlarını havaya kaldırdı.

"Cesaretin ilgimi çekti doğrusu, küçük ceylan ormanın ortasında vahşi hayvanları arıyordu yana yakına."

"O küçük ceylan, dikkat et de kurt çıkmasın." dedim kısılan sesim ve gözlerimle.

"Bu çok heyecan verici olurdu." dedi o da parlayan gözleriyle. "Senin acın, bir sevgili acısı gibi değil sadece. Pişmanlığın ve kederin kokusunu alıyorum." derken rahatsız olmuştum, beni o kısık gözleriyle incelemeye devam etti. "Ona senin yüzünden zarar geldiğini düşünüyorsun, olaylar gittikçe karmaşık bir hal almaya başladı bak." derken çok eğleniyordu.

"Nesin sen? Müneccim mi?" Onunla daha fazla sohbet etmek istemedim, beni çok rahatsız ediyordu. Ancak onun susmaya niyeti yok gibiydi.

"Ozan çok şanslı bir adammış." dediğinde bu sefer diğer konuşmaları gibi alaylı değildi. "Onun için tüm dünyayı karşısına alacak bir sevgilisi varmış."

"Dünyayı falan karşıma almadım."

"Onun babasını kandırarak, hiç tanımadığın ve asla tekin olmayan bir adamla dünyanın bir ucuna gidiyorsun gerçekliğinden emin bile olmadığın bir proje için. Evet Melodi, onun için dünyayı karşına aldın da farkında değilsin."

Aramızda uzun bir sessizlik oluştu. "Peki sen?" dedim. "Senin için tüm dünyayı karşısına alacak bir kadın var mı? Çok imrenerek sordun da merak ettim."

"İmrenerek sormadım, cesaretine şaşırdım sadece. Soruna gelecek olursak," Güldü. "Komaya girdiğim için sevinecek çok kişi olur ama hayır, hiçbir kadın benim için dünyayı karşısına almaz."

"Erkek?" dedim şansımı zorlayarak. Gözlerini kıstığında pek sevecen bakmıyordu. Demek onun için dünyayı karşısına alacak bir erkek de yoktu.

Bakışlarımı cama çevirdiğimde o da susmuştu. Sıkıntıdan uykum gelirken, koltuğu yatırabildiğim kadar geriye yatıracaktım ki tamamen yattığını görmek beni sevindirdi. Bacaklarımı kendime çekerek gözlerimi yumduğumda karşımdaki adamın bakışlarını üzerimde hissediyordum.

"Benim yüzümden, benim yüzümden," Yine bir kabusumdan sayıklayarak uyandığımda, sıçradım. Bir an nerede olduğumu algılayamadım. Ancak beynim kendine geldikçe bir uçakta hiç bilmediğim bir yere gittiğimi hatırladım.

Ejder karşımda duruyordu. Gözlerini üstüme dikmiş, dikkatlice bakıyordu. Nefes nefese doğrulduğumda bana bir bardak su uzattı. Bardağı alırken teni tenime temas etmişti. Suyu kana kana içerken sakinleşmeye çalışıyordum.

Bugün ilaçlarımı içmemiştim, hızla yerimden kalkıp ilaçlarımı aldım ve yeniden kendime su doldurdum. Ejder bu sürede beni izlemeye devam ediyordu, ne ilacı aldığımda bakıyordu büyük ihtimalle.

"Ağır bir antidepresan, yarıya kırıp içmeni öneririm." dediğinde derin bir nefes aldım. Günde iki üç tane içtiğimi biliyordum.

"Hani doktor değildin?"

"Öyle ağır bir ilacın dozunu tahmin edebilmek için doktor olmak gerekmiyor seni zeki şey." Şu adama çok feci küfür edesim geliyordu da el mahkumdu işte.

Ozan'ı kontrol ettim, doktoru başında uyuya kalmıştı. Elimi dudaklarımın üstüne götürüp sahte şekilde öksürerek, uykusundan sıçrayarak uyanmasını sağladım. Beni fark ettiğinde kötü kötü bakmakla yetindi. Uçakta bir tur daha atıp geri yerime geçerken bu yol hiç bitmeyecekmiş gibi hissediyordum.

"Kaç saat kaldı?"

"Dört," dedi telefonundan başını kaldırmadan.

İlacı aldığım için birazdan yine uykum gelirdi ve gidene kadar uyuyup bu sıkıcı adamla baş başa kalmaktan kurtulabilirdim.

"İstersen yatak odasını kullanabilirsin." dediğinde hiç bakmadan mayıştığımı fark etmişti.

"Gerek yok," dedim aksi şekilde. Sabır dilermiş gibi kafasını havaya doğru kaldırdı. "Bana biraz daha anlat,"

"Bazı şeyler anlatılmaz, yaşanır." dedi göz kırparak.

"Çok ciddiyim Ejder." dediğimde ona ilk defa ismiyle hitap etmiştim.

"Ben de çok ciddiyim Melodi, sözleşmeyi imzalamış olabilirsin ama yine de bu kadar bilgi sahibi olman izin verilen bir şey değil."

"Öyle mi? İzinleri yasakları kim koyuyor?"

"Ben," dedi benimle alay eder gibi.

"Sen kimsin tam olarak?"

"Ben de anlatılmam, yaşanırım," dedi gevşek gevşek sırıtırken.

Tekrar yattım, uyurken üşüdüğüm için üstüme örtecek bir şey aradım. Bakışlarım etrafta gezinirken Ejder kenarda duran siyah şalı bana uzattı. Hiçbir şey söylemeden şalı alıp üstüme örttüğümde kokusu ciğerlerime dolmuştu. Demek onun şalıydı.

Şalı örttüğümde kollarımın ne kadar üşüdüğünü yeni fark etmiştim, şala sıkıca sarıldım ve gözlerimi yumdum.

"Uyansana artık! Kış uykusuna mı yattın?" diye böğüren bir sesle söve söve gözlerimi açtım. Ejder başımda durmuş, beni uyandırmaya çalışıyordu.

Söylenerek gözlerimi açtım, "Geldik mi?" Uçak durmuştu ve gökyüzü manzarası yerine boş bir açıklık vardı camın dışarısında.

Gözlerimi ovuşturarak kalkarken, çellomu ve küçük çantamı da almıştım. "Burada saat kaç?"

"On bir saat geride Türkiye'ye göre," Yani hiç yolculuk yapmamış gibiydik,

"Ozan indi mi?" diye sorarken bir an Ozan'ın eskide olduğu gibi kanlı canlı gezdiği gelmişti gözlerimin önüne. Bu kalbime bir sancı sokarken derin bir nefes aldım.

"Evet, çoktan indirdiler. İneli yarım saat oluyor, bir uyandıramadım da seni. Aldığın ilaç seni bir öküz gibi bayılttı."

"Sensin öküz!" dedim aniden. "Düzgün konuş benimle."

"Merak ediyorum böyle ağır ilaçlar alıp bol bol uyunca acın hafifliyor mu?"

"Rica ediyorum seni ilgilendirmeyen işlere burnunu sokma."

"Burnumu bir yerlere sokmayı severim." dediğinde ona yandan ters bir bakış attım ama pek umursamadı. Hatta bir centilmen gibi geçmem için yol verdi, çellomu aldım, önüne geçip uçağın merdivenlerinden inerken ılık bir rüzgar yüzüme doğru esti.

Kuru, hafif rüzgarlı bir hava vardı. Uçak pistinin dışında her taraf ormandı ve buranın tropikal bir kokusu vardı. Yazla karışmış, ferahlatıcı ve huzur verici. Merdivenleri inmeyi bitirdiğimde önümüzde bir araba durdu, son model siyah elektrikli bir arabaydı.

Arabanın içinden bir adam indi, "Hoş geldin," dedi Ejder'e, hemen ardından da beni süzdü uzunca. Kalıplı, iri ve uzun bir adamdı. Beyaz dar tişörtüyle sağlam bir sporcu vücuduna sahip olduğunu gösteriyordu. Gözündeki siyah güneş gözlüğünü çıkardı.

Elini bana doğru uzattı. "Uzay,"

"Melodi," dedim ben de onun gibi soy adı vermeyerek.

"Denek yerleştirildi, durumu stabil." derken Ozan'dan bahsediyordu. Ona denek demeleri hiç hoş değildi.

"Benim evime yerleştirdiniz değil mi?" dedi Ejder, bu sırada bir görevli eşyaları bagaja yerleştiriyordu.

"Harbiden niye senin eve yerleştirdik?" dedi Uzay kısık gözleriyle Ejder'i süzerken.

"Keyfim öyle istedi." derken arabaya biniyordu Ejder. Uzay onun arkasından ağzını bükerek taklidini yaptığında bana yakalanmıştı. Beni fark ettiğinde göz kırparak gülümsedi. Çellomu bagaja koydum, diğer eşyalar yerleştirilmişti çoktan.

Uzay benim için aracın ön kapısını açtığında Uzay'ın Ejder'den çok daha insani olduğuna karar vermiştim. Uzay arkaya yerleştiğinde Ejder sürmeye başladı.

"Diğer denekler de geldi mi?" dediğinde Uzay onayladı.

"Evet, listedeki herkes geldi. Her şey hazır Nörosa için." Konuşurken kafasını tabletinden kaldırmıyordu. Ancak birden durdu. "Bana Türkiye'den bir şeyler getirdin mi?" dedi hevesle, öne doğru atılırken.

"İş için gittim Uzay, gezmeye değil."

"Senden istediğim oyun setini getirmedin, değil mi? Ne biçim arkadaşsın sen? Hain!"

"Ben daha güzel oyunlar hazırlatırım sana." dedi Ejder ona dikiz aynasından göz kırparak. Ne kadar seviyorlardı göz kırpmayı, şov yapıyorlardı bayağı.

"Sen kimsin tam olarak? Deneğin manitasısın sanırım, değil mi?" dedi Uzay ilgisini bana çevirerek.

"Ona bir kez daha denek derseniz, kendi beyninizi komadan kurtarıp bilgisayara aktarmaya çalışırken bulursunuz kendinizi!" dediğimde ses tonum çok yüksek değildi ama o kadar kararlı söylemiştim ki ikisi de bana baka kalmışlardı.

Uzay öksürerek arkasına yaslanırken bir şeyler mırıldanıyordu kısık seste ama ben duyuyordum. "Gitmiş kendi gibi bir huysuzu bulup getirmiş, benim günahım ne? Gören de ne dedik sanacak, denek değil sanki keyfimize diyoruz. Denek işte,"

Araba orman bir yoldan geçerken, manzara karşısında dilim tutulmuştu. Yeşillik ve okyanus uyumunun bu kadar etkileyici olacağını tahmin edemezdim. Tabiat buraya en güzel boyalarını saklamış gibiydi.

Orman yoldan geçip, bir caddeye girdiğimizde Ejder camları açtı. Daha iyi görebilmem için yapmıştı, camdan neredeyse kafamı çıkardım. Her tarafta insanlar vardı, büyük bir şehrin caddesi gibiydi. Mağazalar, restoranlar, marketler... Her şey vardı. Tabelalar Türkçe ve İngilizce olmak üzere iki dilde yazılmıştı.

"Buradaki çoğunluk millet hangisi?"

"Türk çok var ama her milletten insan var, buraya giriş bileti zeka." derken burayı tanıtmaktan fazlasıyla keyif duyuyor gibiydi Ejder.

"Kızcağız Türkiye'den geliyor, etrafta Arapça tabela göremeyince şaşırdı tabii." dedi Uzay arkadan lafa atlayarak.

"Sarp'lar ne durumda?" dedi Ejder.

"Sarp'ın ekip zehir ya, modemi söktü götürüyor! Siz daha yeni topladınız denekleri, adam kendi projesini tamamlamak üzere."

"Siz de zehir olacaksınız! Ben yokken yaptığınız her ilerlemeyi, her bir hareketin listesini, haritasını istiyorum. Akşam tesise uğrayacağım," Ejder konuşurken hem despot hem de gergindi.

"Ekip lider mi oluyorsun?" dediğimde kafasını olumluca salladı sadece.

"Aynı zamanda tesisin en büyük kurucu ailesinin oğlu, krallığımızın velihatı sayılır kendileri." derken dalga geçiyordu Uzay.

"Velihat mı?" derken alayla gülmüştüm.

"Beğenemedin mi?" dedi Ejder yandan ters bir bakışla.

"Beğenmem mi gerekiyordu?" dedim ben de ona aynı bakışla karşılık verirken.

Ejder alt dudağını ıslatarak güldüğünde Uzay arkadan söyleniyordu. "Tüm yol böyle miydiniz? İyi ki gelmemişim,"

"Tesise mi geçeceksin sen?" dedi Ejder, Uzay'a.

"Yok, sana gelecektim."

"Tesise geç, ben gelmeden her şeyi hazırlat."

"Tamam tesise bırak."

"Kendin geç Uzay." dedi Ejder ve yol kenarında durdurdu arabayı. "Bugün kimseyi çekecek halim yok, anlıyor musun? Sakın bir aksilik çıkmasın." Uzay onun tehditkar sözlerinden pek etkilenmiş görünmüyordu. Söylene söylene arabadan indiğinde, biz yola hızla devam ettik.

"Çalışanlarına hep böyle kaba mısın?"

"O benim çalışanım değil, arkadaşım. Ayrıca hayır, daha kabayım."

"Kaç yaşındasın?" dediğimde sırıtmıştı.

"Neden soruyorsun?"

"Bu kadar genç yaşta, nasıl buraya geldin diyecektim de doğru velihattın sen." Son kelimelerimde alay vardı ve bu onu sinirlendirdi. Direksiyonu tutan parmak boğumları beyazlamıştı, çenesini de sıkıyordu.

"Rica ederim bir halt bilmeden konuşma." derken bana gıcık bir bakış attı, beni taklit eder gibi. Merkezden uzaklaşıyorduk, orman yoldan devam ederken ikimiz de daha fazla konuşmadık.

O anlattığında adayı gelişmiş bekliyordum ama bu kadar da değil. Demek gerçekten organ mafyası değillerdi, bu beni biraz rahatlatmıştı işte. Ve evet, organ mafyası olmadıklarına yeni yeni inanmaya başlıyordum, hala tam emin değildim.

Gerçekten de kocaman bir adaydı ve çoğu yerini de görmediğime emindim. On dakikalık bir yolun ardından araba yavaşladı.

Karşımda gördüğüm kocaman yapıyla gözlerimi kırpıştırdım geçekliğinden emin olmak isteyerek. Burası evse bizim yaşadıklarımız neydi?

Üç yanı okyanusla çevrili, adanın bir uzantısında gibi duran koca evden gözlerimi alamadım. Dışı simsiyah mat mermerle döşenmiş gibiydi. Adayla tek bağlantı, patika uzun bir yoldu.

"Salyalarını topla," dedi eğlenen bir ifadeyle arabadan inerken. Ben de eşyalarımı alıp indiğimde hala evi izliyordum. Sırtıma çellomu astım, kol çantamı aldım. Valizimi yine Ejder almıştı.

Okyanusun dalgalı suları büyük taşlara çarpıyordu ve evi tıpkı yüzüyormuş gibi gösteriyordu. Taşlı yolda ilerlerken, Ejder bir adım gerimden geliyordu.

"Burası tesis mi?" dedim hala ev olduğuna inanamayarak.

"Burası benim evim." dedi ve kapıya yakınlaştığımızda bir ses geldi.

"Hoş geldiniz Ejder Bey, misafiriniz odasına yerleştirildi." Konuşan kapıydı! Kapı! Ve kapı ardına kadar açıldı bizim için.

"Teşekkürler Bika, duşumu hazırlarsan sevinirim. Uzun bir yoldan geliyorum."

"Tabii, her zamanki dereceye getiriyorum jakuziyi." Bu ses hafif mekanik, yumuşak bir kadın sesi gibiydi. "Başka istediğiniz bir şey var mı?"

"Seni de diyeceğim ama seni henüz o raddeye getiremedik. Artık ileride," derken eğleniyordu. Bir insan Siri'ye benzeyen bir şeyle nasıl flört edebilirdi ki?

Bika kıkırdadı! "Bugün yine formunuzdasınız, yanınızdaki misafiriniz önemli biri mi?"

"Evet, onu rahat ettir. Tanışırsınız birazdan." dedi ama son cümleyi bana mı yoksa sureti olmayan robotumsu şeye mi dedi emin değildim.

Ejder içeriye doğru yürürken ben de peşinden gidiyordum. Salon tamamen camla kaplıydı ve okyanusun ortasındaymış gibi bir his veriyordu.

Koyu renkli mobilyalar, yerlerde gezen gelişmiş temizlik robotları... Burası çağın çok ötesindeydi.

Ejder omzunun üstünden bana bakarken eğleniyordu, tamamen döndü. Okyanus arkasında kalırken bu doğa üstü manzaraya ne kadar yakıştığını inkar edemeyecektim.

"Hayaller diyarına, krallığıma hoş geldin Melodi."

Continue Reading

You'll Also Like

14.3K 1.2K 30
"Beni özledin mi Çavuş Barnes?" +18 Cinsellik vardır #steverogers 2[10.02.2024] #buckybarnes 2[10.02.2024] #natasharomanoff 2[10.02.2024] #steveroger...
467K 37.8K 37
#Bilim-Kurgu'da 8 Serinin ilk kitabıdır. K.A.O.S. projesinin tek amacı, daha güçlü, daha dayanıklı ve daha sağlıklı nesiller üretmekti. Kim bilebili...
761K 28.6K 43
"Tüm gökyüzünü gözlerine taşımışsın. O maviliği bazen kara bulutlar örtmüş, bazen sağanak almış; hiç utanmadan akmış gözlerinden bir bir..." "Sana h...
124K 6.3K 61
İNSANIN RASTGELE SALLADIĞI NUMARA HAYAT DEĞİŞTİRİR Mİ Kİ BENİMKİ DEĞİŞTİ...