GERİYE KALANLAR "Oyna Ya Da Ö...

By DuruMavii

90.8K 12.6K 7.3K

Devlet lisesine ve koleje giden bir grup gencin yolları, bir psikopatın tehlikeli oyunuyla kesişir... Sonrası... More

Tanıtım
1. "İşte Başlıyoruz..."
3. "Güvenmek zorundayız."
4. "Şimdi Ne Yapacağız!"
5. "Çanlar Çalıyor."
6. Yapabilirim!
7. "Yedi Dakika."
8. "Çaresiz"
9. "Kaç Kaçabildiğin Kadar"
10. "Çıkmaz Sokak"
11. Karanlığın Dibi"
12. "Kaç Ve Saklan"
13. "Seni Koruyacağım"
14. "Korku"
15. "Küçük Tesadüfler"
16. Sırrını Biliyorum
17. "Oyna Benimle"
18. "Kasvetli Yağmurlar"
19. "Yakaladım Seni"
20. "Acılar ve Kanayanlar"
21. "Planlar, Planlar..."
22. "Daha Da Kötüsü..."
23. "Bittiğini Mi Sanmıştınız?"
24. "Başım Fena Halde Dertte"
25. "Acın, Acım"
26."Nasıl Yaparsın!"
27. "Büyük Güne Bir Kala"
28.FİNAL/ Her Zaman İyiler Kazanmaz

2. "Neler Oluyor?"

3.7K 567 207
By DuruMavii

Selam.

Soluk soluğa okuyacağınız ikinci bölüm ile buradayız.

Lütfen oy ve yorum bırakmayı unutmayın. Tepkilerinizi merak ediyorum.

Sermest ~ Kayıp

Mabel Matiz ~ Gök Nerede

Keyifle okuyun!

🎭

Boğazımdaki küf tadı içine düştüğüm karanlıktan daha baskındı. Bedenimin tamamında hissettiğim tutulma hiçbir şey açıklamıyordu. Gözlerimi açmayı deniyordum ama başaramıyordum. Damarlarımda gezinen bir güç beni kendime gelmekten alıkoyuyordu.

"Hey, uyanıyor musun?"

Pus. Pusun ardındaki erkek sesi; tanıdık ve bir o kadar yabancı.

"Ağzını aç. Ağzından nefes al."

Sesi daha netti ancak kendimi yönetemiyordum. Tek istediğim gözlerimi açmak ve bedenimi biraz olsun hareket ettirebilmekti.

"Hadi." dedi aynı ses. "Ağzından nefes al. Aynı anda gözleri aç."

Son aldığım nefesi burnumdan yavaşça verirken, geriye doğru saymaya karar verdim. Zorlanacağımı bildiğim her durumda bunu yapmak, küçüklüğümden gelen bir alışkanlıktı.

Üç... İki... Bir...

Ağzımdan nefes aldığım an ciğerlerim patlayacak kadar şişti ve gözlerim ardına kadar açıldı.

Hayır...

Hayır!

"Sakin ol."

Temasımız yoktu ama üzerime eğilmişti. Kendime geldiğimi görünce yavaşça geri çekildi ve dizlerinin üzerinde durdu. "Nefes almaya devam et."

Dediğini yaptım. Boğazımda hissettiğim şişlik ve kuruluk işimi zorlaştırsa da nefes almaya devam ettim. Betonun üzerinde sırt üstü yatıyordum. Soğuktu. Çok soğuktu.
Doğrulmak istiyordum ama bedenim soğuktan kaskatı kesilmişti. "Sen..."

Onu tanıyordum.

O, törende yuhaladığım kolejli çocuktu.

"Ben... Neredeyim?"

Bakışlarını yukarı kaldırmasıyla aynısını yaptım. Kocaman, eski bir deponun içindeydik. Buram burak küf kokuyordu. Tepede sürekli titreyen tek bir florasan vardı. Her an patlayacakmış gibi duran beyaz ışığı karanlığa meydan okuyamayacak kadar yetersizdi.

"Gördüğünden fazlasını bilmiyorum."

Rüya görüyor olabilir miydim? O kadar şanslı değildim. Üzerimdeki pudra elbise yer yer kirli ve yırtıktı. Onu yattaki parti için giymiştim. Hafızamda o yata girişimizden sonrası yoktu.

"Yaralı değilsin." dedi. Bunu bana bakmadan söylemişti. "Birkaç sıyrığı sorun etmeyeceksen, yavaşça kalkmayı dene."

Dirseklerimi kırıp betona yasladım. Bedenimi doğrulturken, karşımdaki yeni manzara kafamın içinde bir sarsıntı yarattı.

"Berika!" Bedenimi hızla dizlerimin üzerine çıkardığım an etrafımdaki her şey dönmeye başladı. Midem bulanıyordu ve safra tadını dilimin üzerinde hissediyordum.

"Yavaş olmanı söylemiştim." Beni düşmekten kurtaran şeyin kolumdaki parmakları olduğunu henüz fark ediyordum. Düşmeyeceğime emin olduktan sonra elini benden ayırdı ve başıyla etrafımıza işaret etti.

Deponun her yanı kendinde olmayan insanlarla doluydu. Herkes öylece bir köşeye atılmış gibiydi. Kimse kimsenin yanında değildi.

Onlardan biri Berika olabilirdi... Yekta olabilirdi!

"Korkma, hepsi yaşıyor. Sadece kendilerinde değiller."

Ayağa fırlamak istedim. Deli gibi koşmak ve arkadaşlarımı bulmak istedim ama buna yetecek gücümün olmadığını biliyordum.

İyi olmadan iyi edemezdim.

"Ne kadar süredir buradayız?"

Parmakları kirli sakallarına ulaştı. "Sakallarım birkaç günlük. Belki daha fazla."

Başımı sallamaya çalıştım ama bedenim yalnızca titrememe izin veriyordu. Soracak çok fazla şey vardı. Almaktan korktuğum birçok yanıt vardı.

"Çıkış..."

"Pencere bile yok."

Ayağa kalktı. O zaman oldukça uzun boylu olduğunu ve üzerindeki krem gömleğin de toz içinde olduğunu fark ettim.

"Sen ne zaman kendine geldin?"

Etrafına bakmayı sürdürdü. Umutlu görünmüyordu. Bir eli kısacık saçlarına giderken, "Birkaç saat oldu." dedi. "Kimsenin uyanmayacağına emin olmak üzereyken, sen kıpırdandın."

Sırayla ve korkuyla yerde yatanlara baktım. İçeride tam sekiz kişiydik. Yekta'yı ekoseli gömleğinden tanıyabilmiştim ama Berika yoktu.

"Kız arkadaşım..." Ağlamaklı sesim çatallıydı. Yıllardır konuşmamış gibiydim. "O, nerede?"

"Bazı kızların üzeri çok inceydi." dedi bana bakmadan. "Erkeklerin ceketlerini çıkarıp onların attım."

O erkeklerden biri de kendisiydi. Üzerinde ince bir gömlekten başka bir şey yoktu.

Ve o kızlardan biri de bendim. Bacaklarımdaki ceketi fark ederek, "Teşekkür ederim." dedim.

Cevap vermeden uzaklaşıp duvarları yoklamaya başladı. Bizi nasıl düştüğümüzü bilmediğim bu yerden kurtaracak bir çıkış arıyordu ama öyle bir çıkışın olduğuna emin değildim. Biri istediği için buradaydık ve o kişi her kimse, istemeden özgürlüğümüze kavuşamamıza izin vermeyecekti.

Nefesimi düzene sokabildiğimde, ayağa kalkmayı başardım. Yerde yatan insanların her birini daha önce basketbol müsabakasında görmüştüm. Belli ki partide de onlarla birlikteydik...

Parti! En son oradaydım ama belleğimde hiçbir kısmı net değildi. Başımı ellerimin arasına alıp sıktım. Hatırlamak zorundaydım.

"Boşuna uğraşma." dediğini duydum. "Ne yaparsan yap dün gece neler olduğunu hatırlamayacaksın."

Bundan emindi. Çünkü denemişti.

"Belki de çıkış anahtarımız puslu hafızalarımızda gizlidir." Söylediklerime kulak asmadan avuçlarını duvara vurarak ilerlemeye devam etti.

Yekta'nın yanında dizlerimin üzerine çöktüm ve başını dizlerime koydum. Hiç hareket etmiyordu. Nefes aldığından dahi şüpheliydim.

"Yekta..." Ne yapacaktım? Ne hissedebileceğimi bile bilmiyordum. "Yakta, sana ihtiyacım var. Ne olur, aç gözlerini..."

Kaşını kenarı açılmıştı. Dikiş atılması gerekiyordu ama uzun süre kanamış ve kendiliğinden kurumuştu. "Yekta... Ne oldu sana?"

Ne oldu bize?

Hiçbir tepki alamayınca başını dikkatlice yere bıraktım. Hala üzerinde olan ceketinin düğmelerini ilikleyip Berika'yı aramaya devam ettiğim esnada bir kıza gözüm takıldı. Burnundan akan kan çenesini boydan boya boyamıştı. Ayakkabılarından birinin topuğu kırıktı ve kolları morluk içindeydi. Onu da tanıyordun; bizimle dalga geçen kolejli öğrencilerden biriydi. Kirpiklerini oynattığını fark ettiğim an yanına koştum.

"Uyanıyor musun? Uyanıyor musun!" Başını yerden kaldırdığımda, kirpiklerini daha fazla kıpırdattı. Yüzünde oluşan ifade acı çektiğini gösteriyordu. Ah, zavallı kız...

"Su!"

Beni uyandıran çocuk koşarak yanımıza geldi ve kızın başını ellerimden kurtardı. "Su..." dedi bir kez daha. Bu kez sesinde endişe vardı.

"Ben... Arkadaşımı aramaya devam edeyim."

Sadece birkaç adım attıktan sonra Berika'yı gördüm. Bir erkek ceketinin altındaydı. Görünürde bir yarası yoktu ama uyanıp bana iyi olduğunu söylemedikçe gerçekten nasıl olduğunu bilemezdim.

"Berika..." Solgun yanaklarına avucumu koydum. "Canım, beni duyuyor musun?"

Hiç tepki vermedi. Canım yanıyordu. Ne yapamayacağımı bilmiyordum ve canım hem fiziksel hem de ruhsal olarak çok yanıyordu. "Biraz su var mı?"

Arkasında kalmıştım. Başını Su'dan kaldırdı, omzuna doğru konuştu. "Orospu çocukları, hiç su bırakmamış."

Berika'nın elbisesinin aynalı kemerinden kendimi gördüm. Berbat haldeydim. "Dudaklarım birçok yerinden çatlayıp kanamıştı. Sebebi susuzluktu.

"Hatırladığın hiçbir şey yok mu? Burada sadece sekiz kişiyiz. Partideki sayı çok daha fazla olmalı. Bunun bir sebebi olmalı."

"Yok." Başını salladı. "Ama bildiğim bir şey var. Biraz daha susuz kalırsak teker teker gebereceğiz."

İçimin tepeden tırnağa buz kestiğini hissettim. Nasıl böyle acımasızca konuşabilirdi?

Yeniden Berika'ya baktığımda, çok da haksız olmadığını gördüm. Dudakları bembeyaz ve kuruydu. Arkadaşlarım ve diğerleri sıvı kaybettikçe dirençleri iyice kırılıyordu. Bu gidişle hiç uyanamayacaklardı.

Ayağa kalkıp deponun ortasına kadar yürüdüm ve tavanın dört köşesine bakarak etrafımda döndüm. "Bizi görüyorsun! Kim olduğunu bilmiyorum ama bizi gördüğünü biliyorum!"

Kim olduğunu sormayacaktım. Bize neden bunu yaptığını sormayacaktım. Bu sorular kafamı yiyip bitirse de, söyleyecek daha önemli bir şeyim vardı.

"Bize biraz su ver." Arkadaşlarıma baktım, acıyla dudaklarımı dişlediğimde, kanımın tadını dilimin üzerinde hissettim. "Bizi öldürmek isteseydin öldürürdün. Ölmemizi istemiyorsun!" Konuştukça boğazıma cam parçalarının saplandığını hissediyordum. Gözyaşlarım hızlıca yanaklarıma inerken, "O zaman bize biraz su ver!" diye bağırdım.

Gücüm daha fazla bedenimi taşımama izin vermedi. Kendimi dizlerimin üzerine bırakırken, arkamdan yaklaşan adım seslerinin Berika ve Yekta'ya ait olabilmesi için Tanrı'ya yalvarıyordum.

"Gücünü tüketiyorsun. Arkadaşlarına bu şekilde iyi gelemezsin."

Dizlerinin üzerine çöktü. Çenemde hissettiğim eli, başımı omzuma çevirdi. Onu yakından görüyordum. Ela gözleri şişti, etrafı morluklarla doluydu. Parmağı hala çenemdeyken, ağlayan gözlerime baktı. Gözyaşlarım parmaklarına ulaştığında, ıslak parmaklarını dudaklarıma sürdü. Gözümden henüz akan damlaları yakaladı ve onları da dudağıma götürdü.

Sonra da parmaklarını yalayarak ayağa kalktı ve Su'nun yanına geri döndü.

Yekta ve Berika birbirine uzak noktada duruyorlardı. Kırıklarının olma ihtimaline karşı birini diğerinin yanına çekememiştim. Zaten buna gücüm de yetmezdi. Bu yüzden sırayla yanlarına gidip, gözyaşlarımla dudaklarını ıslatıyordum.

Zaman kavramı yoktu. Sadece berbat ve sebepsiz bir sessizlik vardı. Yekta'nın kolundaki saate baktım. Kırılmıştı.

"Hepsi kırık." dedi, ela gözlü takım kaptanı. "Saatler hala sahiplerinin kolundayken bilerek o hale getirilmiş. Bu yüzden arkadaşının koluyla çok oynama, kırık olabilir."

Yekta'nın kolu avuçlarımdayken, avuçlarım titredi. Duyduklarımı hazmedebildiğimde, arkadaşımın kolunu karnının üzerine koydum.

Çocuk yine haklıydı, Yekta'nın bileği mosmordu.

Berika ile benim birer saatimizin olmadığı için sevinirken, gözyaşlarına boğuldum.

Göz kapaklarım ağırlaşmaya başladığında bir sarsıntı hissettim. Çocuk ayağa kalkıp deponun ortasına ilerledi. Tavanın bir kısmının olduğu yerden ayrılarak havalandığını gördüm. Bu gerçekten oluyor muydu yoksa halüsinasyon mu görmeye başlamıştım? Emin değildim.

"Kal orada." Elini arkaya uzatarak sözlerini tastikledi. "Yerinden kıpırdama."

Kalbim endişeyle hızlandı. Berika'nın soğuk elinden güç almaya çalışırken, ne kadar acınası göründüğümün farkındaydım.

Birden gökyüzünü gördüm ama bu sadece birkaç saniye sürdü. Kamaşan gözlerime parmaklarımı kapatırken, aşağı bir şeyler düştü. Birkaç saniye sonra içerisi yeniden karardı. Ellerim yüzümden kayıp gittiğinde, bir kez daha gördüklerimin gerçek olup olmadığınına emin olmadım.

Yerde tam üç şişe su vardı!

Çocuk eğildi, bir tanesini açtı ve burnuna götürdü. Kokladıktan sonra bana uzattı. "Zehirli olmadığını söyleyemem. Yine de içmek istersen, al."

Düşünmedim. Koşup suyu aldım ve başıma diktim. Boğazımdan geçen ikinci yudumda suyun ve buradaki insanların sayısı arasındaki uçurum aklıma geldi. Derhal suyu içmeyi bıraktım. Yarısından biraz fazlaydı. Hakkımı fazlasıyla içmiştim. Ona baktığımda, elindeki
şişeyi Su'nun dudaklarına dayadığını gördüm. Bende önce Berika'ya ardından da Yekta ve diğerlerine zor da olsa biraz su içirmeyi başardım.

Gözlerini ilk açan erkek öğrencilerden biri oldu.

Çocuk ona "Asır," dedi. Yanına gittiğinde, biraz daha su içirdi. Biraz sonra Asır doğrulabilecek kadar kendine gelmişti. Onu tanımıştım, müsabaka esnasında Berika'nın hoşlandığı basketbolcu çocuktu.

"Ne- neredeyiz?" Yerde yatanlara baktı. Bakışları benimle buluştuğunda, gözleri kısıldı. "Seni nereden tanıyorum?" diye sordu. Sesi boğuktu ve oldukça bitkin görünüyordu.

Dudaklarımı araladım ama ne söyleyeceğimi bilmiyordum. Şaşkındı. Kafasından onlarca soru vardı ve önce hangisini sorması gerektiği bilmiyordu.

"Asır, şimdi beni iyi dinle kardeşim." Arkadaşını kenara çekip sırtını duvara yasladı. Önünde tek dizinin üzerinde dururken, eli Asır'ın omuzundaydı. "Nerede olduğumuzu bilmiyoruz. Neden burada olduğumuzu bilmiyoruz. Nasıl çıkarız, bilmiyoruz. Hiçbir bok bildiğimiz yok." Birbirlerinin gözlerine dikkatle baktılar. "Hayatta kalmaya çalışacağız."

Asır yutkundu. Gözlerinden tenine kadar kumral bir çocuktu. "Tamam." Başıyla diğerlerini işaret etti. "Yaşıyorlar mı?"

"Şimdilik, evet."

Bir öksürük sesi duyduk. Kısa sürede boğulma sesine dönüştü. Yekta'dan geliyordu!

"Yekta!"

Çocuk benden önce Yekta'ya ulaştı. Boğurcasına öksüren arkadaşını kaldırıp arkasına geçti ve ona heimlich manevrası uygulamaya başladı. Yekta bir anda kusmaya başladı. Bedeni zangır zangır titriyordu.

"Yekta! Yekta kendine gel." Gözleri hafifçe açıldı ama sadece beyazı görünüyordu. "Sana bir şey olmasın. Ne olur sana bir şey olmasın."

Karnına uğranan kuvvetli baskıyla birlikte ağzından bir cisim fırladı. İşte o zaman gözünün mavisini görebildim. Ona sıkıca sarıldığımda, ikimiz de ancak nefes alabiliyorduk. Bir an için Yekta'nın ağzından çıkan şeye baktım. Küçük, mavi bir tokaydı.
"Onu oturtma yardım et." Başımı salladım ve çocuk Yekta'nın koltuk altlarından tutarken, ben de bacaklarından tuttum. Asır gibi Yekta'nın da sırtını duvara yasladığımızda, başımı kaldırıp minnet dolu gözlerle çocuğa baktım. "Ben, çok teşekkür ederim... Sana."

Bakışlarının altında hala titriyordum. Başını bir kez salladı ve "Cihangir." dedi. "Adım bu."

"Cihangir..." Adı, ağzımdan bir gözyaşı gibi döküldü. "Teşekkür ederim, Cihangir."

Yekta konuşmadı. Bomboş gözlerle etrafına baktı, uzunca bir süre. Ona sık sık sakin olmasını, her şeyin düzeleceğini söylüyordum. Oysa buna ben bile inanmıyordum.

Bir süre sonra Berika da diğerleriyle birlikte uyandı. O noktadan sonra depo artık sessiz değildi. Su sinir krizi geçiriyordu. Erkeklerden biri duvarları yumruklarken, kızlar haykırarak ağlıyordu. Cihangir'in gücü Su'ya yetiyordu ama benim için Berika'yı zapt etmek zordu. Yürek burkan gürültü uzunca bir süre devam etti. Sonra herkesin gücü tükendi.

Hapsolduğumuz depoda sessizliğin diğer adı çaresizlikti. Kimse konuşmuyordu. Herkes bir köşeye oturmuş, başına geleceği bekliyordu.

"Bunu bize kim yapıyor?" dedi Su. Başı Cihangir'in omzundaydı.

"Bilmiyorum." Bunu sayısızca kez söylemişti.

"Burada elimiz kolumuz bağlı bekleyecek miyiz?" Bunu söyleyen basketbolcu çocuklardan biriydi. Yanında uyandırmaya çalışırken ismini defalarca söylediği ikizi Cem vardı.

"Daha iyi bir fikrin var mı, Can?"

"Olmalı." dedi isminin Can olduğunu öğrendiğim çocuk. "Kapı yok, pencere yok. Anlamıyor musunuz? Burası bizim için yapılmış."

Berika'nın gözleri sürekli titreyen florasan lambasındaydı. "Burada öleceğiz." diye mırıldandı. Bomboş bakıyordu. Bembeyaz yüzündeki tek renk göz altı morluklarıydı."Burası bizim mezarımız olacak."

Su, "Kes sesini!" diye bağırdı. "Bunun sebebi sizsiniz! Bundan eminim." Çıldırmış gibi başını sallamaya başladı. "Bizim başımıza böyle şeyler gelmez..." Başını tekrar Cihangir'in omzuna gömdü ve bağırarak ağladı. "Gelmez..."

Tavan tekrar titredi. Bir çoğumuz korkuyla sığındığımız duvarlara sindik. Cihangir ve Asır ayağa fırlayıp önümüzde durdu.

Gökyüzü kapkaraydı.

Burada geçirdiğimiz kaçıncı gecedeydik?

Tavanın orta kısmı yerinden ayrılarak beton bütünlüğünü bozdu. Görüş açımıza bir yük kaldırma sepeti girdi. Sepet ağır ağır aşağı inmeye başlarken, nefeslerimizin sesi daha hararetliydi. Berika kirpiklerini sıkıca birbirine bastırdı, elimi tutarken tırnaklarını bilinçsizce etime sapladı.

Sepet yaklaştı. İçinde siyah giyimli üç adam vardı. Üçünün de suratında kapkara korkutucu maskeler vardı.

Korku, nefesimi boğazımda titretti. Artık benim tırnaklarım da Berika'nın ellerindeydi.

Sepet zemin ulaştı. Önde duran iri adam her birimize tek tek baktı; acele etmeden, sırayla...

Sepetin kapısını mekanik bir sesin ardından açıldı, adam aşağı indi. Arkasındaki iki adam da onu takip etti.

"Kimsin?" diye sordu karanlık bir ses. O ses Cihangir'e aitti. "Kimsin, orospu çocuğu!"

Cihangir'in attığı tek adımla birlikte ardındaki iki adam bize silah doğrulttu.

Cihangir durdu. Korku nidaları ve hıçkırıklar...

Asır arkadaşının yanında sağlam durdu. "Bize kim olduğunuzu söyleyin."

"Birer fareye benzemişssiniz." Sesi elektronik bir süzgeçten geçmiş gibi mekanikti. Başını üzeri kusmuk içinde olan Yekta'ya çevirdi. "İğrenç birer fareye..."

"Kimsin?" diye sordu Cihangir bir kez daha. "Derdini söyle."

Adam yürümeye başladı. Cihangir'in yanından geçerken yavaşlayan adımları tehditkardı. "Dert?" Maskenin ardından bir kahkaha sesi duyuldu. O ses hem acıyı hem de hazzı barındırıyordu. "Bu kelime artık yalnızca sizin için var olacak."

Berika'nın elini bıraktım. Sırtımı duvara sürterek ayağa kalkarken, anneme yalan söylemiş olmanın ebediyen sürecek pişmanlığını yaşıyordum. "Bizden ne istiyorsunuz?"

Berika, neredeyse çığlık atarak kolumdan yakaladı ve beni yeniden yanına çekti. "Sus Lalin." diye ağladı fısıltıyla. Başını ellerime gömerken, "Yalvarırım sus." dedi.

Asır, Cihangir'in kolunu sıkıca tutuyordu. Bakışlarıyla ona tek kelime etmemesini söylüyordu.

Zira konuşma sırası bizde değildi.

"Evinize mi gitmek istiyorsunuz yoksa? Adamın görünen tek yeri olan kahverengi gözleri ölüm saçıyordu. O kan çanağına dönmüş gözlerle bize birer böceğe bakıyormuş gibi bakıyordu. "Birazdan evinize döneceksiniz. Ailenize sarılacaksınız." Yanımda oturan herkesin nefes alışverişleri dinginleşti. Berika'nın, Yekta'nın, Su'yun, Can ve ikizi Cem'in... Adamın bizi azat edeceğini söylemesi onlara rahatlatmıştı ancak hissediyordum, perdenin arkasında saklananlar vardı.

"Birazdan kana bulanan ellerinizle kalem tutmaya hazır olacaksınız."

Ne anlatmaya çalışıyordu. Anlamıyordum. Anlamıyorduk. Ben de tıpkı diğerleri gibi ne söylediğiyle değil, burdan bir an önce kurtulmakla ilgileniyordum.

"Ama önce... Sizinle sevdiğiniz bir şey yapacağız. Hepiniz oyun oynamayı seviyordunuz, değil mi?" Gülümsemesinin ruhu bakışlarına ulaştı. Sözlerinin her biri parçaları kayıp bir yap-boz gibiydi. "Sizinle bir oyun oynayacağız. Bu oyunda hepinize sırayla bazı görevler verilecek.Belirtilen sürede görevini yerine getiren, bir üst tura geçecek."

Berika'nın başı hala ellerimdeyken, "Ya geçemeyen..." diye sordu titreyen sesiyle.

"Cezalandırılacak." Siyah deri eldivenleri ellerinden çıkarıp birbirine çarptı. Beyaz elleri taze sıyrıklarla doluydu ancak en büyük hasar sol işaret parmağındaydı. Yara parmak boğumunu bir yüzük gibi sarmıştı ve dikişli olmasına rağmen hala kanıyordu. "Cezası mı?" diye sordu. Sesi kan kokuyordu. "Ölüm."

Nefes alışverişleri kesildi.

Adam geri döndü. Sepete tek ayağını koydu ve öyle kaldı. "Kurallar." Nefret dolu bakışlarımızı sırtında toplayıp, çaresizce onu dinledik. "Sadece polis değil, herhangi birine tek kelime edecek olursanız, ölürsünüz. Görevi yerine getirmezseniz ya da süreyi aşarsanız yine ölürsünüz." İşaret parmağını havaya kaldırıp, "Hemen endişelenmeyin." dedi. "Güzel bir haberim var. İlk hatanızda sizi değil, ailenizden birini öldüreceğim."

Sol yanımıza aldığımız darbeyle ruhlarımız incindi ve adam konuşmaya devam etti. "Gücümü görmek isteyen hata yapsın. Size seçenek sunmuyorum, size benimle bir oyun oynamanızı emrediyorum." İşaret parmağını havaya dikip, “Son bir şey daha.” dedi. “Vücutlarınıza konumunuzu bana iletecek bir çip yerleştirildi.” Korku ve telaşla bedenlerimizde  bir yara ararken, “Boşuna aranmayın.” dedi maskeli adam. “Bulabileceğinizi sanmıyorum ama size ufak bir sır vereceğim. O çipler sayesinde vücutlarınızın salgıladığı hormon değerlerine kadar bileceğim. Anlayacağınız gençler, bu oyunda yalana yer yok.”

Yük sepetine bindiler. Sepet ağır ağır yükselirken, kahkahası bir kurşun gibi üzerimize yağıyordu.

"Seçim sizin. Oynayın ya da ölün."

🎭

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Sizce görevler nasıl olacak?

Yeni favori karakteriniz hangisi?

Kısa süre sonra yeni bölümle burada olacağım.

Lütfen yıldıza dokunmayı unutmayın. ⭐

Continue Reading

You'll Also Like

3K 1.4K 22
Meyra Kutsay , adı gibi parlayan bir ışıktı o. Taki ailesinin bir depoda katledildiğini öğrenene kadar. O zaman değişmişti genç kız. O artık grıydi...
23.8M 1.4M 79
Doğum gününden sonra, kardeşiyle eğlenmek için konsere giden bir genç kız... Fırtına yüzünden iptal olan konserden eve dönmeye çalışırken, kendini bi...
825K 37.3K 20
Son yirmi yedi saniye. Zaman gelmişti, kulaklıktaki ses son kez konuşacaktı. "Sonuna geldik, küçük hanım," Alacağı canları düşündükce duyduğu memnuni...