KAYIP PARÇA (ASKIDA)

Od derin_saglam

6.4K 289 184

Yetişkin içerik. Şiddet ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir. Alt yapısı kaçırılan bebek , ge... Více

BÖLÜM1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12 (SEZON FİNALİ)
SANDIKTAKİ CESET (Yeni Kurgu)

BÖLÜM 6

359 28 22
Od derin_saglam

BÖLÜM ADI: ''AİLE OLMAK''

İnsanı diğer tüm canlılardan ayıran en önemli şey neydi?

Biz insanlar akıllı, analiz yapabilen, öğrenen, irade sahibi, sorumlu ve inançlı bir varlıktık. Bütün bu özelliklerden dolayı insan diğer canlılardan daha farklı ve özel bir yere sahipti.

Tüm bu saydıklarımın içinde aynı zamanda biz insanlar düşünme ve kavrayabilme özelliğimizle olduğu kadar , hislerimizle de hareket ederdik.

Bana göreyse hisler her zaman ikinci planda kalmalıydı. Soyut yani dokunup , göremediğimiz her şey tehlikeydi. Somut ve nesnelse benim o olayda atacağımı adımı kuvvetlendirirdi. Ben her zaman somut ve nesnel şeylere inanan biriydim. Böyle doğmadım ama böyle büyüdüm. Hislere göre hareket etmek bana göre zayıflıktı.

İnsanoğlu bilmezmiş ya yokluğunu çekmediği şeyin eksikliğini. Yani aslında biz tanımadığımız hislerin yokluğunu da hissetmezmişiz. Çoğu zaman bu düşünceye katılsam da istisnai birkaç durum için en azından bende durumlar öyle değil. Ben yokluğunu hissetmediğim şeyin , eksikliğini çok çektim.

En çokta ailesiz oluşumun eksikliğini çok fazla hissettim.

Halbuki çekmemem gerekliydi. Hissetmemeliydim. Sonuçta bu hisle tanışsaydım ve sonradan kaybetseydim işte o zaman arardım. Tatmış olsaydım bir kere bile annenin saçlarını taramasının , babanın kollarının arasının sıcaklığını yada abinin arkanda dağ gibi oluşunun nasıl hissettirdiğini , işte o zaman arardım.

Onlarsız yaşamak bile istemezdim belki de.

Bundan bir veya bir buçuk sene önce yine Uğur'un saçma planlarından birisi için bir organizasyona katılmak zorunda kalmıştım. Öyle organizasyon dediysem parti gibi değil , kumar oynanan ama bunu bir davet adı altında yapan bir organizasyondu.

Oldum olası nefret ederdim kumar oynamaktan. Sevmezdim o haram parayı. Tamam iyilik timsali değildim ama hoşuma da gitmezdi işte. Her seferinde kazandığım için bir eğlencesi bile kalmıyordu. Sıkılıyordum. Ama yine de defalarca otururdum o masaya. Sonuçta benim fikrimin hiçbir önemi yoktu.

Her şey aynıydı. Görmeye alışık olduğum yüzler ve sahte gülüşler. O geceyi diğer gecelerden ayıran şeyse sadece bana farklıydı. Bu gecelik masada çekler , senetler dönmüyordu. Bu sefer masaya koyulan şey bizim için maddi olduğu kadar, manevi önemi olan bir şey de olmak zorundaydı.

Ve evet ben bunu masaya oturduğumda yeni öğreniyordum. Çünkü Uğur Alkın yani benim pek sevgili üvey babam bana bunu söyleme zahmetine bile girmemişti. Zaten söylese ne olacaktı ki , yine de davete katılmak zorundaydım. İstemiyordum. Bu insanlar maneviyata önem vermiyor olabilirdi ama benim için böyle şeyler kıymetli ve özeldi.

Bir kumar masasına koyulmayacak kadar değerliydi.

Ama artık geç kalmıştım. Kartlar açılmış , bir masa etrafında beş kişi sırayla her birimiz ortaya kendimize ait değerli bir eşyayı bırakmaya başladık. Artırma başladığı anda birisi bileğindeki saati koydu. Pahalı bir saatti , dedesinden kalma antika bir saat olduğunu söyledi. Diğeri küpelerini çıkardı büyük büyük annelerinden kalma olduğunu söyledi. Bu böyle sırayla bronş ve pırlanta bir kolye bir saatle devam etti. Hepsinin ortak paydası da büyüklerinden , ailelerinden kalmış olmasıydı.

Benim peki neyim vardı bu masaya koyacak?

Uğur 'un duygusuzca evden çıkmadan elime tutuşturduğu annesinden kalma bir yüzük mü?

O kadın benim neyimdi?

Hiçbir şeyim.

Ondan bana kalmamıştı , ondan öz torununa kalmıştı ama Uğur'un çocuğu olmayınca o yüzük de değersizleşmişti.

Bu yüzden kolayca verebilmişti.

Peki bu insanlar nasıl bu kadar kolay vazgeçebilmişlerdi?

Bu masadakiler ve elimde tuttuğum yüzük , bu kadar kolay mıydı bu insanlar için ailelerinden hatıra bir parçayı kumar masasına koymak?

Ben yapamazdım. Elimdeki yüzük bile aslında bana ait değilken bu masaya koymak istemiyordum. Bir de düşünsenize gerçekten bana ait bir parçayı bu masaya koyduğumu , nasıl yapardım. Yıllarca her ayna karşısına geçtiğimde kendime sorduğum tek bir soru vardı.

Acaba saç rengim kime benziyor?

Acaba göz rengimi kimden aldım?

Ben en çok kime benziyorum?

Ben bu soruların cevaplarını kendimde , ailemden bir parça arayarak vermeye çalışırdım. Peki ya bu insanlar hem ailelerinden parça taşıdığını biliyorlar, hem de onların hatıralarını kumar masasına koyuyorlardı.

Yenecektim.

Kendilerine belki çok güveniyorlardı ama beni Uğur yetiştirmişti. Benim bu oyunda yenildiğim sefer bir elin parmaklarını bile geçmezdi. Benim bu masada yenilme gibi bir şansım yoktu. Hiçbir zaman olmamıştı.

Kaybedeceklerdi.

Ailelerinden , büyüklerinden kalan belki de son hatıraları kaybedeceklerdi. Hiç birinin mi umurunda değildi? Yahu ne için , biraz daha para ve değerli iki parça şey için mi? Değer miydi?

Değerdi.

Onlar için kaybedecekleri iki parça eşya göz doyurmazdı. Doyurmadı da. O gece , o masadan kimse kalkmadı. Her elde bir kişi azaldı ama diğerleri korkarak geri bile çekilmedi. Çünkü bu masada ki kimse maneviyata önem vermiyordu. Hiçbiri için büyüklerinden kalan bu son hatıralar önemli değildi. Bir aileye sahiptiler ama önemini bilemeyecek kadar da zavallıydılar.

Kazandım.

Elimdeki son kartlarımı da ortaya bıraktığımda hepsinin gözünün içine ifadesizce tek tek baktım. Orada bir üzüntü aradım. Orada ufacıkta olsa bir pişmanlık aradım. Dördünde sadece kaybettikleri için hırs vardı. Sadece genç bir kadın babaannesinden kalmış bronşa bakarak sessizce göz yaşı döküyordu. Belki kimse görmeden silmeye çalışmıştı ama ben gördüm , aktı o göz yaşı.

Sessizce , fısıldayarak ona doğru eğildim. Neden yaptın dedim. Neden senin için ailenin bir parçasını temsil eden bu zümrütten bronşu bu masaya koydun?

Bir şey demeden daha çok ağladı. Sonra söyledi. Borcu varmış. Para için yapmış. Kazanırsa elde ettiği tüm bu değerli eşyaları bozdurup borcunu ödeyecekmiş. Yani niyeti buymuş. Değer miydi bu riske, tartışılır. Sonuç ise kişiden kişiye değişir.

Sessiz kaldım. Onu anlayamazdım. Aslında ona ne kadar şanslı olduğunu söylemek istiyordum. Çok şanslısın , aileni tanımışsın, onlarla beraber büyümüşsün. Ve bu bronş şuan sende olduğuna göre çokta sevilmişsin.

Daha fazla da oturmadım zaten o masada. Giderken hala ağlayan kıza yaklaşıp , avcunu açtım ve bronşu geri koydum. Sonra da ne kadar borcu olduğunu öğrendim. Ve yanımda çalışması karşılığında parayı ona verebileceğimi söyledim.

Battıktan sonra gelen pişmanlık hissi...-

Diğer canlılardan bizi ayıran en önemli özellikleri saymıştım ya size onun içine birde hırsı ekleyin. Biz insanların gözünü kör eden bir diğer şeyse hırstı. O kıza en azından diğerleri gibi hırsından değil , gerçekten pişman olduğunu hissettiğim için yardım ettim. Ben vicdansız birisi değildim. En azından hırsı , hala gözünü maneviyatı yok edecek kadar kör etmemişti. Buna inandım.

O gece elimdeki geri kalan değerli eşyaları da istediği gibi Uğur'a teslim ettim. Biliyordum , beni oraya bunları ona getireyim diye göndermişti. Kazandıklarımı bir daha hiç görmedim. Uğur'un onlara işi neydi bilmiyorum ve ilgilenmedim de açıkçası, istediğini yapabilirdi. Bana neydi.

Ne servet , ne de para hepsine sahiptim belki ama şu yaşımda en çok ihtiyacım olan şeyi bulmuşken bile o kadar uzaktım ki.

Şimdi, bugünümde Demirhanların lüks villasının kapısında Yıldız Hanım'ın şaşkın bakışlarına bakarken aklımdan geçen şey onunla ne kadar benzediğimizdi.

Öğrenmiştim sonunda, ben anneme benziyordum. Dış görünüşüm annem , huylarımsa tıpkı babamdı. Çünkü ikimizde dışardan yıkılmaz gözüküyorduk. Ama bizi de yıkan şeyler vardı. Sadece bunu göstermeyi tercih etmiyorduk.

Her şeyin sonunda kime benzediğimi öğrenmiştim. Ama neden hala içimdeki bu boşluk dolmadı?

Neydi bu boşluğun sebebi?

Neden bir türlü dolmuyordu ki?

Yıldız Hanım nihayet gerçek olduğuma inanmış olmalı ki , bana kapıyı açan yardımcıyı muhtemelen fark etmeden kenara iterek boynuma hızla sımsıkı sarıldı. Titriyordu.

Ağlamıyordu dimi?

Ağlamasındı.

Sol kolunun bir kısmı sarılıydı. Hareket etmesin diyeyse kol askısı vardı. Durumundan başından beri haberdardım. Kaç dikiş atıldığını bile biliyordum. Gökhan'ın dedikleri aslında harfi harfine doğruydu.

Gökhan'ım , bizi buraya öylece bırakıp gitmeseydi eğer onu bir güzel överdim. Övmeyeceğim onu işte.-

Hastaneden eve gelinceye kadar nasıl olduğunu adım adım takip ettirmiştim. Kullandığı ilaçlara kadar biliyordum. Hatta içim rahat etmeyince Demirhanlar fark etmeden hastaneye güvendiğim bir doktoru bile sokmuştum.

O doktor da kumar masasında tanıştığımız, kaybettiği bronşunu ona geri verdiğim kızdı. Asıl mesleğinin doktorluk olduğunu öğrenince bende bizim hastanelerden birinde işe başlamasını sağlamıştım. Böylelikle hem bana borcunu ödüyordu. Hem de hastanede de bana çalışan birileri oluyordu.

Bir taşla , iki kuş.

Neyse işte oda bir güzel muayene edince bana durumunun iyi olduğunu , kurşunun geldiğinde içerde olduğunu ama zarar vermediğini , yarasına güzelce dikiş atıldığını , kolunu hareket ettirmemesi gerektiği gibi birkaç bir şey söylemişti. Söylemişti ama hiçbiri kendi gözümle gördüğüm şuan kadar rahatlatmamıştı beni.

Gökhan bir kez daha beni , benden daha iyi tanıdığını göstermişti.

Hala sarılıyorduk. Yani o sarılıyordu bende üzülmesin diye beline hafif dolamıştım kolumu. O benim aksime o kokumu bile soluyordu. Hala burada olduğuma inanamıyor gibiydi. Aslında bende hala burada olduğuma inanamıyordum. Hepsi o Gökhan'ın suçuydu. İlk işim gördüğüm yerde onu kovacaktım.

Beş parasız bırakacaktım onu , görecekti o.

Tehdide bak ya , sen şuna Gökhan'a kızamıyorum ama kendisini bulduğum yerde bir güzel silkeleyeceğim desene Roz-

Yıldız Hanım kollarını çekerek , boynumdan ayrıldı ama çok fazla uzaklaşmadı. Sanırım arkama bakmadan kaçıp gitmek istediğimi oda hissetti. Yalan yok , doğru hissetti. Şimdi hemen buradan arkama bile bakmadan tabanlarımı bir taraflarıma vura vura kaçmak istiyordum.

''Hoş geldin güzelim , ne iyi ettin de geldin.'' Sesi titredi. Göz pınarlarından bir damla aktığında hızla sildi. Ağlamak istemiyordu ama ağlıyordu. Muhtemelen bu kendini sıktığı haliydi. Birde demek ki kendini salsa salya sümük hüngür hüngür ağlayacaktı.

Bu kadın neden bu kadar duygusaldı acaba? Yapısının böyle olduğuna emindim. Narin ve kırılgan bir kişiliği vardı. Onunla dış görünüş olarak ne kadar benziyor olsak da huy olarak kesinlikle aynı değildik.

Hayır, gözyaşı biten bir şey de değil ki bir sonu olsun. Ben bu kadar göz yaşı döksem bir hafta baş ağrısı çekerim. Gözlerimin çevresinde olan şişkinlikleri saymıyorum bile , ölü balığa benzerdim. Bu kadın bu kadar göz yaşı dökerek günlerini nasıl sancısız geçiriyordu acaba?

Yok ya! Kesin burçlardan kaynaklı bunlar. Bir ara Gökhan , burcumuzla kişiliklerimizin gerçekten benzer olabileceğini söylemişti. Hiç inanmamıştım. Yani bana göre soyut şeyler gerçek değildir. Ben elle tutulur , somut verilere anlam yüklerdim.

Ama şuan emin oldum. Bunu somut bir şekilde açıklayamayacağıma göre kesinlikle Gökhan'ın görüşü doğruydu. Acaba Balık burcu muydu?

Telefonundan özelliklerini de okumuştu. Benim hafızam gereksiz tüm bilgileri tuttuğu gibi bunu da hatırlıyordum. Yıldız Hanıma şöyle bir baktığımda balık burcunun özelliklerinin çoğunu taşıyordu. Onlarda biraz fazla duygusal oluyorlarmış.

''Şey acaba balık burcu musunuz?''

Allah kahretmesin seni!-

Aklımdan geçenlerin birden bire dilimden nasıl döküldüğünü anlamadım. Aklımdan geçenler birden cümleye dönüştüğünde de geçte olsa ne dediğimi fark ettim ve elim hızla ağzımı buldu.

Ağzını kapatmakta sence de biraz geç kalmadın mı?-

Yok artık!

Ne dedim ben öyle?!

Yıldız Hanım bir süre öylece yüzüme baktı. Kadın haliyle şuan ki durumumuzda onlarca hatta yüzlerce cümle içinden bunu söylememi beklemiyordu doğal olarak. Aslına bakarsanız bende beklemiyordum. Birden bire kaçıverdi ağzımdan.

Kızdı mı acaba?

Kızar tabi , kadın ne diyor sen ne diyorsun Roz!-

Utançla mırıldandım. ''Kusura bakmayın, ben öyle birden-'' cümlemin kesilmesinin sebebi Yıldız Hanım'ın ağlamayı bırakıp , kahkaha atmasıydı. Baya baya ağız dolusu gülüyordu. Güzel de gülüyordu. Ona gülmek yakışıyordu. Ağlamak değil.

''Ay Alin-'' dedi gülüşlerinin arasından. Sanırım sinirleri bozuldu. Neyse en azından artık ağlamıyordu. Ben rezil olduğumla kalsam da , gülmesini tercih ederdim. O hep gülsün , artık ağlamasın. Özellikle benim için , hiç ağlamasın. Değmem ki ben.

''Ay hiç güleceğim yoktu,'' derken bir yandan da zar zor durdurmuştu kendisini. Yüzünde kahkahalarından arta kalan bir gülümseme vardı. Onun gülüşü beni de gülümsetti.

''Aslına bakarsan evet balık burcuyum. Sanırım sende beni şu kısacık zaman içinde bile çözdün.'' Derken yüzünde mutlu bir ifade vardı. Onunla ilgili tahmin yapmama bile sevinmişti. Ben kızar sandım ama o aksine mutlu oldu.

''Şey , sizi her gördüğüm de hep gözleriniz dolu dolu olmuş oluyor , bu yüzden birden ağzımdan öyle ağzımdan kaçıverdi. '' diye mırıldandım.

Yıldız Hanım eliyle omzumu sıvazladı. Yüzünde huzurlu bir ifade vardı. Birden o ifade silindi ve aceleci bir ifadeye dönüştü. Bende dahil , hala kapı önünde olduğumuzu yeni hatırlamış olmalı ki , beni aceleyle içeriye doğru çekiştirdi.

''Ay! Heyecandan kapıda kaldık! İlk kez evine geliyorsun ve ben seni içeriye almayı bile unuttum! Yaşlanıyorum sanırım-'' dedi.

''Hala çok gençsiniz. Kimse sizin altı çocuk doğurduğunuza inanmaz.'' gülümsedi.

''Teşekkür ederim. Böyle düşünmen beni çok mutlu etti. Son zamanlarda yaş takıntım oluşmaya başladı sanırım.''

''Doğarız ve yaşlanırız. Hayatının kanunu bu, kendinizi böyle düşünerek üzmemenizi tavsiye ederim. Önemli olan yaşarken bu dünyada geride kalanlara ne bıraktığınızdır. Sizi nasıl hatırladıklarıdır. Sizi çok seven bir eşiniz , çocuklarınız var. Ve siz bu dünyaya altı evlat getirerek her anne gibi her an sizi hatırlatacak armağanlar bırakmışsınız zaten.'' ilk defa bu kadar uzun konuşmuştum. Neden bilmiyorum ama Yıldız Hanım konuşmam boyunca bana hayran hayran bakmıştı. Neden öyle baktı ki?

Gözlerinin içi parlayarak baktı. ''Haklısın. Özellikle senin gibi yaşına rağmen olgun ve akıllı bir kız armağan etmişim. Bu da çok kıymetli.'' demesiyle ne diyeceğimi bilemedim. Bakışlarımı kaçırdım.

Bileğimden tutmuştu ve bırakacak gibi de durmuyordu. Evlerinin içi de dışı kadar güzeldi. Her kim tasarladıysa işinde gerçekten iyiymiş, en belirgin özelliği çok ferah olmasıydı. Eşyalar da dahil genellikle renkler krem tonlarındaydı. Sadece aksesuarla abartıya kaçmayacak şekilde krem tonları kırılmıştı.

Geniş koridordan geçtikten sonra ben mesleki deformasyonum yüzünden etrafı hafızama istemeden kazıyordum. Yıldız Hanım beni salona kadar bileğimden acıtmayacak şekilde tutup , çekiştirerek getirdi. Burasıda yine aynı renklerle oluşturulmuştu. Kalabalık bir aile oldukları için koltuklarda haliyle genişti.

Duvarlara baktığımda sadece bir duvarın hepsi aile fotoğraflarıyla donatılmıştı. Birleştiğinde güzel gözüküyordu ve göze batmıyordu. Tahminimce hepsinin bebekliğinden başlayarak şu yaşlarına kadar boy boy fotoğrafları vardı. Neredeyse hepsinin mezuniyet fotoğrafları ve aldığı ödülleriyle çekilmiş fotoğrafları da vardı.

Ne kadar da şanslılardı. Dışardan onları gören birisi ne kadar güzel bir aile olduklarını düşünürdü. Ben öyle düşünüyordum. Burada büyüme şansım olsaydı eğer güzel anılarım olurmuş.

Benim ancak yurtta çekilmiş bir tane fotoğrafım vardı. Ondada on bir yaşındaydım. Uğur , beni evlat edindiğindeyse daha çok magazincilerin çektiği fotoğraflarım vardı. Onlar haricinde fotoğrafım yoktu.

Bu ailenin çocukları ne kadar şanslı olduklarını biliyorlar mıydı acaba? Bilmeliydiler. Hem de çok iyi bilmeliydiler.

Fotoğraflardan gözümü alamadığımda, koltuklara doğru ilerleyen Yıldız Hanımda bir adım bile atamadı. Baktığım yere baktığında fotoğrafları incelediğimi fark etti. Burukça gülümsedi. Umarım tekrar ağlamaya başlamazdı. İnsanları teselli etmekte berbattım.

Gözlerim büyük bir oyuncak pelüş köpeğin üzerine yatmış erkek çocuğuna kaydığında hangisi olduğunu anlamaya çalıştım. Bu hangisiydi acaba?

Abilerimi çocukluk resimlerinden bile tanıyamamam çok acınasıydı. Kim bize bunu reva gördüyse en kısa zamanda hesabını soracaktım.

Benim gözlerimin oyalandığı resme bakan Yıldız Hanım gülümseyerek oda resimleri bakmaya başladı.

(Resimlerin hepsi temsilidir. Karakterlerimizi temsil etmemektedir.)

''Aras.'' dedi. Sanırım hangisi olduğunu çözmeye çalıştığımı anlayarak bana yardımcı oldu.

Doktor Civan.

Aslında Yıldız Hanım söyleyince gerçekten de benziyordu. Özellikle bakışları ve yüzündeki o değişmez ifade tamamen bugünkü büyümüş Aras'ın tıpkısının aynısıydı. Kameraya umursamaz ama aynı zamanda sorgular gibi bakmıştı . Bugün ki Aras'ta öyleydi. Diğerlerine oranla daha açık sözlü olduğu da doğruydu. Bizzat şahit olmuştum. Onunla büyüseydim kafam karıştığında yada yeni fikirlere ihtiyaç duyacağım anda beni kandırmayacağına emin olduğum kesinlikle en çok Aras olurdu. Direk onunla konuşur , bana yalan söylemeyeceğini bilirdim.

Diğer resme geçtiğimde daha tahminen yedi- sekiz yaşlarında basketbol forması giymiş elindeki topu sektiren bir erkek çocuğu vardı. Maç salonunda büyük ihtimalle daha maç başlamamıştı ve ısınıyordu.

Bunun hangisi olduğunu söylemesine gerek bile yoktu. Bu sefer ben söylemesine izin vermeden kendimden emin bir şekilde ''Arda.'' dedim. Yüzündeki gülümsemeyle başını evet anlamında salladı. Abimi tanımam onu mutlu etmişti. Ama bu çok kolaydı. Çünkü Arda milli basketbolcuydu. Salak olmayan herkes bilirdi. Daha bu yaşında bile alt o zamanlar yapıdaymış.

Arda , öfkeliydi. Hem de çok öfkeliydi. Bana bakışlarında sadece öfke vardı. Kimeydi asıl kızgınlığı , öfkesi bilmiyorum ama bakışlarından tahmin ettiğim kadarıyla Arda doluydu. Gırtlağına kadar doluydu da anlatamıyordu. Kimseye içini dökemiyordu.

Sıradakine geçtiğimde yüzünü ellerine yaslamış , daha o yaşında hayatı sorgulayan çocukla elimde olmadan direk ''Bu kesin Kerem!'' dedim. Yıldız hanım kıkırdayarak beni onlaydı.

Ondan başkası daha bu yaşında bu kadar sıkılmış ve yılgın bakamazdı. O gece ki akşam yemeğinde çıkan çatışmadan sonra bile en son o bir şeyler söylemişti. Bunu yaparken bana kötü bir söz yada aşağılama da bulunmamıştı. Ellerini ceplerine sokmuş , sanki çatışmadan çıkmamışız gibi bir ifadeyle sadece benimle tanıştığına memnun olmadığını dile getirmişti. Bunu yaparken çok hissiz ve aynı zamanda sanki boş vermiş gibiydi.

Onunla büyüseydim kesinlikle ne zaman kafa dinlemek istesem kendimi onun dibinde bulurdum . Kerem suskundu. Aslında konuşuyordu ama bunu kelimelerle değil bakışlarıyla yapıyordu. Suskunluk onunla bütünleşmişti. Kereme baktığım zaman anlatmak istediklerini bakışlarından anlıyordum. O benimle konuşmasa da ben onu anlıyordum. Çünkü bu konuda ona benziyordum.

Suskunluk ve sessizlik onun için belki tercihti ama benim için bir mecburiyetti.

Gözlerim biraz daha köşede kalan bebek resmini bulduğunda kendime engel olamadan kıkırdadım. Yıldız Hanımında gözleri aynı resmimle kesişince oda gülmeye başladı. Bu büyük bir ihtimalle Kaan'dı. Uyuyordu. Ama komik olan bu değildi. Üzerine giydiği canavarlı tulumuyla çok tatlı uyuyordu. Oyuncak filini de kendine yastık yapmış , yüz üstü yatmıştı.

Kaan'ın yerinde olsam asla bu resmi buraya aşlamalarına izin vermezdim. İnsanların gözündeki bütün ciddiyetini götürüyordu.

Asla Kaan'ın yerinde olamayacaksın zaten Roz,-

Biran da aklıma talan eden düşüncelerle yüzümdeki tebessüm silinmek istese de direndim. Bunu Yıldız Hanıma belli etmek istemedim. Benim yüzümden daha fazla ağlamamalıydı. Ayrıca benimde yüzüm düşmemeliydi. Şuan dışardan birisi gibi resimleri inceleyip , yorum yapabilirdim. Zaten hakkımda yoktu. Kendime gelmeliydim. Hem de hemen.

Hatta onların adına sevinmeliydim. Ben ne yaşarsam yaşayayım , yaşamak zorunda kaldıklarımı ne kadar benden nefret etseler de onlardan birisi yaşasaydı, o zaman daha çok üzülürdüm. En azından onları büyütebilmişler , koruyabilmişler , bir arada tutmayı başarabilmişler.

Ben tek kişiymişim , onlarsa çok kişi.

Benim yaşayamadığım içimde kalan ne kadar ukde varsa , onların en güzel anıları olmuş. Hepsi istediği mesleği , istediği hayatı yaşıyordu. Elbette herkesin hayatı kendine zordu ama yine de onların adına mutluydum. Benim onlarla bir sorunum yoktu aksine onların benimle vardı. Kendileri bilirdi. Bu saatten sonra kimseye kendimi açıklamaya çalışamazdım.

Ne kadar farkındalar bilemem ama bu ailenin çocuklarının hepsi çok şanslılarmış. Duvarlarını resimlerle doldurdukları bu evde mutlu bir aileyle, sevgiyle büyümüşler. Hepsi annesinin ve babasının yanında tek bir fotoğraf karesinde bile ağlamıyorlardı. Merak etmiyorlar ama benim onların aksine bütün anılarımda göz yaşları ve acı vardı.

Aile'nin ne olduğunu hala bilmezdim. Onların aksine böyle her başarımdan kalan bir fotoğraf karesi de yoktu. Olsa bile asacak bir evimde yoktu zaten. Sorun değildi buda sorun değildi.

Yıldız Hanım eliyle bir başka resmi gösterdiğinde ona odaklanmaya çalıştım. Çok zor olsa da başardım. Resme bakarken bir yandan da anlattıklarına odaklandım.

''Burada babanın ödül törenine hazırlanıyorduk. Resimdekiler Karan abinle , Aras abin. İkisinin arasında sadece bir yaş var. İkiz gibi büyüdüler. Hangisinin benim kavalyem olacağını tartışıyorduk. Tabi ikisi de kaybetti. Baban geldi ve ikisini de nakavt etti!'' dedikten sonra kahkaha attı. Boğazımdaki yumru olmasa belki bende gülerdim.

''Ha! Bak bu da Karan'la abinle baban! Ay! Baban ilk çocukta o kadar evhamlı ve heyecanlıydı ki. Kendine ne alırsa Karan'a da daha doğmadan aynısından alırdı. Kıskanırdım da beni pek takmazlardı. Gerçi her çocuğumuzda baban aynıydı. Evde erkek çocuk bol olunca en çok babanın işine yaradı tabi. Neyse ki bu sen doğuncaya kadar sürdü. Bende senle ikimize anne-kız kıyafetleri alırdım. Tabi pek giymeye fırsatımız olmadı ama olsun.'' Sonlara doğru sesi git gide kısıldı. Yüzündeki gülümsemeyi silmemeye çalıştığını anladım.

Burukça gülümsedim. Onu dinlerken bir yandan da resmi inceledim. Karan gibi bir adamın bebekken bu kadar tatlı olmasını beklemiyordum. Karan'ın bebekliği deyince yine çatık kaşlı , sert yüzlü bir şeyler oluşuyordu kafamda. Ama hiçte öyle değilmiş , demek ki sonradan oldu bu adam böyle.

Ben hala duvarı izlerken Yıldız Hanım'ın yanımdan ayrıldı , elinde albümlerle geri geldi. Elimden tutup , beni de yanındaki iki koltuğa oturttu. Ben merakla onu incelerken , Yıldız Hanım gözlerini resimlerde gezdirdikten sonra aradığını bulmuş olmalı ki , bana doğru uzattı. Yeni doğum yapsa da hala çok güzel bir kadın , daha yeni doğmuş kucağında bebeğiyle hastane odasındaydı. Eşi de hemen yanındaydı. Alınlarını birbirlerine yaslamışlardı. Huzurluydular. Yıldız Hanım ve Adnan Beydi resimdekiler. Kameranın varlığından haberdarlar mıydı bilmiyorum ama ikisinin de yüzünde bir tebessüm vardı.

Bu hangisinin doğumuydu acaba?

''Heh! Bak işte buda senin doğumundan sonra!'' dediğinde resme daha da dikkatli odaklandım. İlk başta ne dediğini idrak edemedim. Sonra gözlerimi iyice açarak resme tekrar baktım.

Nasıl yani?

Bu , bu ben miydim şimdi?

Yıldız Hanım sağlam kolunun eliyle titreyerek resimdeki bebeği yavaş yavaş sevdi. Öyle ki artık kendini sıkmıyordu. Hüngür hüngür ağlamaya başladı. Bense dışımdan tepkisizdim ama içten içe hala şoktaydım.

İlk defa bebekliğime ait bir resim görmüştüm. Aile resimlerinin olduğu duvarda resmim olmasa da bu evde bana ait resmimler vardı. Belki diğerleri kadar çok olmasa da , belki çoğunda benim olduğum bile belli olmasa da o benmişim , Yıldız Hanım öyle söyledi. O yalan söylemezdi.

Ağlamaktan boğuk çıkan sesiyle ''Sen tam zamanında değil , bir hafta önce doğdun,'' diye başladı anlatmaya. Bana doğumumu anlatacaktı. Ben doğum hikayemi mi dinleyecektim şimdi?

'' Baban senden önce dört kez daha beni doğuma yetiştirmişti ama sende sanki ilk kez baba oluyor gibiydi,'' kıkırdadı sonra akan burnunu çekti ve işe yaramasa da akan yaşlarını elinin tersiyle sildi.

Ben mi?

Burnum öyle bir sızladı ki. Gözlerim sulandı. Ama sıktım kendimi. Ağlamamalıydım. Benim ağlamamam bile yasaktı. Ben doya doya ağlayamazdım bile. Devam etmesini istemiyordum. Yapmasın. Anlatmasın. Anlardım ben , o anlatmasa da anlardım.

''Doğum yapan bendim ama baban o endişeyle kızım , oğullarım gibi değil ,benim kızım nazlıdır canı yanar diyerek hastaneyi birbirine katmış. Dedeni o zamanlar baban o kadar sinirlendirmiş ki sakinleştiriciyle bayıltmak zorunda kalmışlar. Koskoca adamı bayıltmışlar. Canı yanan bendim ama baban senin de canın yanıyor diye eli ayağına dolaşmış. Gerçi baban sen doğduktan sonra hep öyleydi. Eline diken batsa ortalığı ayağa kaldırırdı. Geceleri hiç uyumaz senin başında beklerdi. Tek damla yaşın boşa aksın istemezdi.'' Dedi. Dedi ama benim kendimi sıkmalarım o an ilk defa boşunaydı. Bir hıçkırık kaçtı ağzımdan , tutamadım.

Elleriyle yüzümü sevdi. ''Sen hepimizin gözünün nuruydun , babanın nazlı kızıydın.'' dedi.

Demek benim elime diken batsa , babamın canı yanarmış öyle mi?

Baba, bilmiyorsun ama senin kızın asla nazlı olamadı. Naz yapacak kimsesi yoktu çünkü.

Baba, senden sonra kimse elimdeki yaraları umursamadı.

Baba , benim canım çok yandı. Canımı çok yaktılar.

Canının , canını yaktılar Baba. Sen neredeydin?!

Neden bulamadın ki beni?

Yıldız Hanım beni ilk kez ağlarken , pardon hıçkıra hıçkıra ağlarken görüyordu. Bu yüzden haliyle önce şaşırdı, sonraysa sımsıkı sarıldı. Yanındayım demeye çalıştı. Ağlama demedi ama hissettirdi.

Ben bugün uzun zaman sonra ilk kez ağlıyordum. Bana ağlamayı unutturmuşlardı. Ama hatırladım, bugün hatırladım.

Beni aslında bırakmayan , annem bana sarılarak yaralarımı da sarmaya çalıştı ama geç kaldı. Benim yaralarım hala sızlasa da kapandı. Sadece izleri kaldı işte. O yüzden artık sarılsa da geçmez ki.

Kulağıma bir şeyler mırıldansa da ben öylece durdum. Sarılmasına karşılık bile veremedim. Canım yanıyordu ve aksine sarılması bana iyi gelmiyordu. Gitmeliydim buradan.

Hemen, şimdi gitmeliydim.

Gökhan , Gökhan'ı istiyordum. O gelse olmaz mıydı? Ona ihtiyacım vardı. Benim bugün ilk kez birine sığınmaya ihtiyacım vardı. Yarın yine kendi yaralarımı sarardım.

Yıldız Hanım yüzümdeki yaşları eliyle güzelce sildi. Benim yaşlarımı sildi ama kendininkiler daha fazlaydı. Yine ağlamıştı. Yine benim yüzümden ağlamıştı. Yine üzmüştüm. Yine ağlatmıştım onu.

Özür dilerim.

''Baban,'' dedi titreyen sesiyle ''Ben , abilerin sensiz hep yarımdık güzelim. Sensiz tüm aile eksiktik. Mesela Baban ona evlatlarını soran herkese beş erkek bir kızı olduğunu söyler. Sen onun yanında değilken de aslında yanındaydın. Ben senin elbiselerinle uyudum yıllarca. Çünkü kokun olmadan uyuyamadım. Zaman geçti , bir süre sonra ilaç kullandım. Onlarla uyuttular beni. ''

Derin bir nefes çekti içine. Buğulu gözlerimden onu net göremiyordum.

''Karan Abin , en çok abilerinin arasında o eksikliğini çekti belki de. Geceleri evden kaçtı. Sokak sokak biz onu ararken , oda seni aradı. Sonra Aras 'ı da aldı yanına , bu kez onunla beraber başladılar kaçmaya. Kerem abin evdeki resimlerine baktı. Kıyafetlerine , oyuncaklarına baktı. Konuşmadı biliyor musun? Abin bende dahil kimseyle konuşmadı. Arda abinle aranızda yaş farkı daha azdı. O seni hiç hatırlamıyordu. Tıpkı kardeşin Kaan gibi. O ikisi seni bizden dinledi. Sana o gün neden o kadar ağır konuştu sanıyorsun. Onun bizden dinlediği kardeşi başkasının kızı değildi.'' Dedikten sonra eliyle bir başka resmi gösterdi. Yaşlı gözlerim bir başka resme döndü.

Birden fazla resim vardı. Sol köşedeydi. Bazılarında gülüyor , bazılarında uyuyordu. Bazılarında ise abilerinin kucağındaydı. Mutluydu. Belki daha bebekti ama mutluluk ne demek , anne , baba , abi ne demek biliyordu. Ben sonradan mı unuttum yani tüm bunların anlamını.

Ben onlardan ayrıldıktan sonra sadece bedenen değil , ruhen de mi çalındım?

Artık içimdeki o boşluğun sebebini artık biliyordum. Eksiklik . Bir çok şeyin eksikliği.

Ellerimi Yıldız Hanım'ın ellerinden çektim. Nefes alamıyordum. Gitmeliydim , gitmeliydim yoksa kriz geçirecektim ve benim yüzümden Yıldız Hanım daha fazla üzülecekti.

Adımlarım arkamı dönmeden geriye doğru gittiğinde Yıldız Hanım , gideceğimi anladı. Tekrardan elimi tuttu. Ona değil , bebeklik resimlerime bakıyordum. Başka yere bakamıyordum ki.

''Gitme , artık gitme kızım. Bizi yine sensizlikle sınama. Bizi artık bunu yaşatma! Gel bu köşeye yeni resimler ekleyelim ne olur?!''

Bir anne bana yalvarıyordu. Bir anne kaybettiği kızına yalvarıyordu. Onu anlayamazdım. Hiç anne olmamıştım. Ben zaten tüm bunlar olmadan önce anne bile olmak istemiyordum ki. Beni annelik gibi kutsal bir mertebeye bile küstürmüşlerdi. Gözlerim hala bebeklik fotoğraflarımdayken başımı sağa sola salladım. Gitmeliydim. En azından bir şeyleri sindirmeliydim. Bu yaşadıklarım ağırdı. Bana yaşattıkları şeyler çok ağırdı.

Yıldız Hanım bana , ben resimlere bakarken arkamızdan duygusuz ve ifadesiz kalın bir ses duyuldu. Bu ses... Gelen , Karandı.

''Bırak gitsin anne!...Oradaki resimler bizim kardeşimize ait! Senin elini tuttuğun kız bu ailenin kızı değil! Soyadı Alkın olan biri nasıl bu resimlerdeki temiz , saf ve güzel Alin olabilir ki?''

Ne zamandır oradaydı bilmiyorum ama anlaşılan konu yine benim ellerimdeki kire gelecekti. Bıkmamışlardı. Beni yargılamaktan asla bıkmıyorlardı. Yorulmuyorlar mıydı peki içlerinde bu kadar önyargıyı taşırken?

Arkamı bile dönmeye gerek duymadım. Olduğum yerde kaldım. Ama birden fazla adım sesi duyduğumda gelenin tek o olmadığını anladım. Annesinin yanına kadar geldi. Onu kolunun altına aldığında hemen yanındaki Aras annesinin göz yaşlarını eliyle sildi. Artık Adnan Bey hariç hepsi buradaydı.

''Karan haklı annem. Bu kıza yalvarma artık. Biz Alin'i bulamadık. Biz onu kaybettik ve bir daha asla bulamadık. Sırf DNA sonucu bu kız olduğunu söylüyor diye onun bizim Alin'imiz olduğunu düşünme lütfen!'' dedikten sonra bana döndü.

Şimdi hepsi aynı duygusuz ifadeyle bana bakıyordu. Neden bu kadar yakıyorlardı canımı? Yapmasınlar artık. Valla ben zaten belamı bulmuştum .Canım öyle bir yanıyordu ki ,etimi lime lime ediyorlardı sanki. Birde onların nefretleriyle baş etmek istemiyordum.

Ben hayatım boyunca tanıyıp , tanımadığım bir çok insanın nefretiyle baş etmiştim. Birde ailem olduğunu daha yeni öğrendiğim bu insanların gereksiz ön yargılarla dolu nefretlerini istemiyordum.

Yıldız Hanım itiraz ederek başını hızla salladı. ''Hayır! Neler diyorsunuz siz! Nasıl sözler bunlar! Alin'in ne suçu var! O benim kızım! Hala temiz , nasıl bu sözleri söylersiniz siz! Kendinize gelin!'' diyerek oğullarına kızdı.

Kızmasındı. Haklılardı. Ben sandığı gibi temiz değildim.

Kerem kıyamet kopmuyormuş gibi rahat bir ifadeyle tekli koltuğa oturdu. Elinde neden olduğunu anlamadığım mısır kasesiyle bize bakarak sanki yeni sezon , bol kaoslu bir film izler gibi bizi izlemeye başladı. Haksızda sayılmazdı. Hayatımız film gibiydi. Burada olduğunu sonradan fark ettiğim Kaan'sa abisinin yanına geçti. O daha duygusuz bakıyordu. Karandan bile duygusuz. Belki de Alin'i tanıyamadığı içindir. O beni , yani ablası Alin'i özlemiyordur belki.

Arda , annesine bakarak eliyle çerçevelerden birini işaret etti. Hangi resmi gösteriyordu bilmiyorum , bakma gereği duymadım. Yıldız Hanım'ın hıçkırık sesiyle bir adım daha geriledim.

''Bak bu resme Anne! Ne görüyorsun?! Ben söyleyeyim mi sana? Bu resimde annesi ve babası her yerde kayıp kardeşlerini ararken, diğer çocukların küçük kardeşleri ilgisiz ve yalnız kalmasın diye ona bakmaya çalıştığı abiler var....Kaan var anne! Senin küçük oğlun! Seni asla suçlamıyorum ama Kaan burada senin ilgini beklerken sen Alin'in yasındaydın. Bizde buradaydık ama görmüyordun , duymuyordun. Sen sadece ilaçlarla ayaktaydın!.. Sana asla kızmadık. Senin yüzüne asla bunları vurmak bile istemedik. Çünkü her şeyin farkındaydık! Ama yeter! Biz burada bu kadar acı çekerken bu kızın mutlu bir ailede büyümesi haksızlık! Biz onu her yerde ararken hanım efendinin bir başka ailede sefa sürmesi haksızlık! Kaan ablasız , ilgisiz büyürken bu kızın-'' devamını getirememesinin sebebi Adnan beyin gelmesiydi.

Hala sefa sürmesi diyordu. Salak mıydı bu çocuk?! Hakkımda ne biliyordu Allah aşkına! Yaşadıklarımın kaçına şahitlik etmişti. Bir kaç haber ve magazincilerin çektiği fotoğraf kareleriyle mi karar veriyordu harika bir hayatım olduğuna!?

Yanılıyordu o zaman. Hem de çok yanılıyordu.

''Yeter Arda!'' kalın ve otoriter sesi duvarlarda yankılandı. Dönüp bakmadım ama Kerem omzuyla Kaan'ı dürtüp ''Bak şimdi burası en heyecanlı yeri , ister misin?'' diyerek mısır kasesini ona doğru uzattığını göz ucuyla gördüm.

Bu çocukta ki umursamazlık şaka mıydı? Kıyamet kopuyordu yahu!

Köy yanarken Kerem-

''Delirdiniz mi siz?! Ne yapıyorsunuz?! Biz ne zaman Kaan'ı ilgisiz bıraktık! Ben hangi evladımı bir diğerinden ayırdım. Hepinizin yerinin aynı olduğunu defalarca söylemedik mi biz?! Sanki bilerek kaçırılmış , başka ailede büyümüş gibi nasıl Alin'i suçlarsınız!'' diyerek kükredi.

Bugün babam , oğullarına karşı beni savundu.

''Biz onu suçlamıyoruz baba! Bizim kardeşimiz kaçırıldı ve biz onu bir daha asla bulamadık. Karşımızdaki bu kız Alin değil! Benim Alin'im saftı! Temizdi! Bu kız kim?! Suç kralı Uğur Alkın'ın kendi gibi yetiştirdiği Roza Alkın! ''

Aras '' Arda'nın hangi dediği yanlıştı ki baba!? O gece annem onun yüzünden vurulmadı mı? O gece üzerimize kurşunlar bu kız yüzünden yağmadı mı? Peki ya anneme daha ciddi bir şey olsaydı yada buradan herhangi birine o zamanda benim kızımın suçu yok mu diyecektin?!'' dedi.

''Olayların içeriğini bilmeden yargısız infaz yapamazsınız!''

Bu sefer Karan '' İçeriğinden kime ne baba , benim anneme bu kız yüzünden daha kötü zarar gelseydi eğer bunun hesabını kim verecekti?!'' dedi.

Daha fazla sessiz kalmadım. Tamam , belki haklılardı ama yaptıkları şey yargısız infazdı. Hiçbir bok bilmeden nasıl her şeyden beni sorumlu tutabilirlerdi.

''Yeter!'' diyerek öfkeyle bağırdım. Hepsi anında sustu. İlla bağırmam mı gerekiyordu angutlar.

Arda'yı kolundan tuttuğum gibi kenara doğru fırlatırken , öfkeden gücümü ayarlayamadım. Kaşlarım çatıldı. Sinirden elim ayağım titriyordu. Az önce acımadan ağır sözler söyleyen Karan'ın karşısına geçtim.

Önce baştan aşağıya süzdüm. Birazdan diyeceklerimden sonra belki de Yıldız Hanım ve Adnan Bey'de üzülecekti ama daha fazla susmayacaktım. Kendimi yeterince ezdirmiştim bu ön yargılı öküzlere!

Yeterdi bu kadar her şeyin günah keçisi benim ilan edildiğim. Birazda gerçeklerden bahsedelim.

''Karan Demirhan,'' diyerek tekrar süzdüm. ''Adnan Demirhan'ın en büyük oğlu!'' derken vay be dercesine yalandan kaşlarımı kaldırdım.

''Söyler misin bir saattir benim soyadıma laf söylerken kendi soyadınızdan küçük bir bebeği bile senelerce bulamamış olmanız nasıl bir iş?'' sözlerimden sonra odadaki herkes dumura uğradı. Benden her sözü bekliyordu ama bunu beklemiyordu. Beklemeliydi. Beni değil önce kendini yargılamalıydı. Bu hepsi için geçerliydi.

''Sakın! Beni suçlamadan önce hatayı kendinizde arayacaksınız! Yok öyle yağma! Siz eğer bir bebeğe sahip çıkmayı becerebilseydiniz şuan sözde çok sevdiğin kardeşin senin soyadında , seninle beraber büyüyecekti!''

Bir adım daha yaklaştım. Kaşları iyiden iyiye çatılmıştı. Çok öfkelenmişti ama umurunda bile değildi. Ne yapabilirdi ki?! Elini bile kaldırmaya kalkarsa kolunu yerinden sökerdim.

''On üç! On üç yaşıma kadar yetimhanedeydim ben!? Devletin kurumundaydım! Hem de bu şehirde! Siz daha devletin kurumunda , dibinizdeki beni bile bulamamışken, bana hesap sormak kimsenin haddine değil!'' dedikten sonra tek tek hepsinin gözünün içine tek tek baktım.

''Ağlamakta , birilerini suçlayıp , hesap sormakta benim hakkım! çünkü ailesinden kaçırılıp , yetimhaneye bırakılan benim! Siz benim ne yaşadığımı bilmeden tüm o saçma ön yargılarınızla bana hesap dahi sormaz , beni yargılamaya kalkamazsınız!''

Yıldız Hanım her zamanki gibi ağlıyordu. Artık onun da ağlamaya hakkı yoktu. Yeterdi. Adnan Bey tahminimce utancından kafasını kaldırıp gözlerime bile bakamıyordu. Sırayla Demirhan çocuklarına baktığımda hepsi şaşkındı. Kerem bile mısırını bacaklarının üzerine öylece bırakmış, kaşları çatık bana bakıyordu.

''Hep sizin yaşadıklarınız , sizin çektiğiniz acılar!'' diyerek bir kez daha gözlerinin içine bakarak bağırdım. ''Siz hiç benim ne yaşadığımı sordunuz mu? Her şey adımı yazdığınız zaman çıkan haberlerde ki gibi basit olmuyor ama siz bunu anlayamayacak kadar aptalsınız!''

Doğru noktaya parmak basmıştım. Haklıydım. Alkın soyadını kötüleyeceklerine benim neden o adamın soyadını taşıdığımı biraz düşünmeliydiler.

Hepsi söylediklerimle sarsıldılar. Özellikle Karan'ın bakışları bile sarsıldı ama bedeni milim kıpırdamadı. ''Söylesenize o yakışmadığım , yakıştıramadığınız soyadınız bir bebeği , kendi evinde bile koruyamazken de bu kadar nadide ve temiz miydi?'' dedikten sonra yanlış söylemişim gibi düşündüm. ''Yada şöyle sorayım kendinizi düşman edinen sizken neden benim hayatımla oynandı!?''

Bütün Demirhanlar ilk kez bu kadar sessizdi. Neden az önceki gibi bağırıp çağırsalardı ya niye susuyorlardı?

Susmasınlar. Susamazlar. Madem beni çileden çıkartıyorlar karşımda öylece susamazlar!

Alev alan gözlerimi Karan'ın yıkıntıya dönen bakışlarından çektim. Adnan Bey'in tam önüne geldiğimde Yıldız Hanım'ın onun yanında sessizce durduğunu gördüm. Ağlamıyordu. İlk kez ağlamıyordu. Sanırım ilk kez bu hikayede canı çıka çıka ağlamanın benim hakkım olduğunu anlamıştı.

''Amacım saygısızlık yapmak değildi. Canınızı yakmak , hem eşinizi hem de sizi üzmekte değildi. Aslına bakarsanız sadece bir geçmiş olsun deyip gidecektim. Çünkü ben bazılarının aksine benim yüzümden başınıza gelen şeylerin sorumluluğunu kimseye yüklemeden alabiliyorum. Geçmiş olsun. O gece yaşanan her şey adına sizden de , eşinizden de özür dilerim.'' Burukça gülümsedi Adnan Bey ama hala utanıyordu. Bakışlarında tüm duygular ev sahibiydi ama en çok utanç vardı.

Tekrar derin bir nefes aldım. Uzun zamandır ilk defa bu kadar uzun ve bağırarak konuşuyordum.

'' Ama şunu da söylemeden edemeyeceğim. Bütün evlatlarınızın ciddi derecede empati sorunu var. Belki böyle büyüdüler , belki sadece kişilikleri böyle! İlgilenmiyorum. Ama amacım asla buraya gelip, kavga çıkartmak yada düşüncelerimi dile vurmakta değildi. Ama eğer benim bugünüm konuşulacaksa , sizlerin de geçmişi konuşulmalı!''

Bakışlarım tek tek hepsinde gezindi. Bu gece her şey konuşulacak ve bir daha bu aileden kimse beni suçlamaya cesaret dahi edemeyecekti.

''Benim kimin kızı olduğum konuşulmadan önce , benim neden kaçırıldığım konuşulmalı? Benim hangi doğrularla büyüdüğüm değil , benim neden ailemden ayrı büyüdüğüm konuşulmalı , benim yanlışlarım konuşulacaksa sizin de yapamadıklarınız konuşulmalı!''

Adnan Bey'in bakışlarındaki utanç , pişmanlık , acı , özlem ve daha nicesi varken konuşmak çok zordu ama yapmak zorundaydım. Nihayet başından beri sormak istediğim soruyu sorma şansını elde etmiştim. Artık bana cevap verilmeliydi.

''Beni kim , neden kaçırdı Adnan Bey?!'' işte bu soru onu daha da yıktı. Öyle ki geriye doğru iki adım attı. Hemen gerisindeki çift kişilik koltuğa çöktü. Ellerini saçından geçirirken diğer Demirhanlarında meraklı bakışları babalarındaydı.

Ne yani onlarda mı bilmiyordu?

Keşke sana hesap soracakları yerde babalarına kardeşlerini kimin kaçırdığını sorsalarmış Roz,-

Uzun bir sessizlikten sonra kısık bir sesle '' Abim,'' dedi.

Abisi?

Bakışlarını yerden kaldırıp acıyla ama en çok içine sığmayan öfkeyle bana baktı. Gözlerinde öyle bir ateş vardı ki , nasıl dayanabildiğini merak ettim.

''Öz ve öz abim,'' demesiyle Karan'ın babasının önüne gelmesi , bağırmaya başlaması bir oldu.

''Ne demek abim baba?! Bilmiyoruz dedin! Kimin yaptığı bulunmuyor dedin! O yüzden miydi?! O yüzden mi görüşmüyorduk?! Nasıl lan nasıl?!''

Aras ve Arda , Karan'ı sakinleştirmeye çalışırken biz Adnan Bey'le birbirimize bakıyorduk. Öylece , sanki gözlerimden anla diyordu. Sen beni gözlerimden anla. Öz kardeşimin ihanetini sen benden dinleme , gör!

Katlanamadım. Ben gözlerindeki ihanetin izlerine katlanamadım. Ben bana bunları öz amcamın yapmasını kaldıramadım.

Fazlası vardı değil mi?

Bu kadar da değildi?

Sessizce mırıldandım. Sessizdi. Ama herkes duydu.

''Tek o değil , değil mi?'' biraz daha kısıldı sesim. ''Birisi daha var. Tek başına değil!''

Benim sözlerimle herkes Adnan Bey'in gözünün içine baktı ama o sadece benim gözlerime baktı. Doğruydu. Birisi daha vardı. Kimdi bence o da bilmiyordu ama yemin olsun bulacaktım!

Yaşadıklarımın , yaşadıklarının acısını ondan yavaş yavaş çıkartacaktım.

''Baba?!'' dedi , bu sefer konuşan Aras'tı. ''Baba , kim?'' derken sesi titredi.

Aras'ın sesi mi titredi.

Bakışlarım o da dahil diğerlerini bulduğunda sarsıldım. Gözleri hepsinin dolu doluydu. Onları ilk kez bu kadar sarsılmış görüyordum. Sonra en son ona baktım. Kaan'a. Salonun en ucunda ayağa kalkmış , öylece dolu gözlerine inat ifadesizce duruyordu. Sanki dışardan bir gözle izliyordu bizi.

Nasıl gözüküyorduk?

Dağılmış? Belki.

Adnan Bey'in sesiyle tekrar ona döndüm.

''Bilmiyorum. Söylemedi. Zaten yurt dışına kaçmış , senelerce bulamadım. Bulduğumda da çoktan kanser hastalığının son evresindeydi. Konuşamıyordu bile. Doya doya hesap bile soramadım! Ona kimin yardım ettiğini araştırmaya çalıştım ama öyle bir plan kurmuşlar ki her ok sadece kardeşim olacak alçak herifi gösterdi. Babam ona güvenmezdi. Pislik bir adamdı amcanız olacak şerefsiz. Bu yüzden şirketin tüm hisselerini babam bana devretti. Ama kazancı yarı yarıya bölüşüyorduk. Hakkını yemiyordum ama ona yetmedi. Sormak istedim. Sadece babamızdan kalan şirketin hisseleri için yaptığına inanmak istemedim. Benden almalıydı intikamını ama o daha çok canımı yakacak bir yol bulmuştu işte. Gözümün nurunu benden alarak daha çok yaktı canımı!'' ayağa kalktı. İşte şimdi öfkesi sadece gözlerinden değil hareketlerinden de belliydi.

Karan'a baktı.

''Yakasına bile yapışamadım!''

Aras'a baktı.

''Bir yumruk bile atamadım!''

Yıldız Hanıma baktı. Ona bakarken sesi de titredi.

''Hesap bile soramadım!''

Kerem' e baktı.

''İnsan bunu öz kardeşine yapar mı diyemedim!''

Sonra bana baktı. İşte o zaman ilk defa bir şey yaptı. Kolumdan tuttuğu gibi beni göğsüne çekti. Sımsıkı sardı kollarıyla beni. Onun yaşı ilerlemesine rağmen cüsseli göğsünde küçüldüm sanki. Tepki veremedim. Ağladı. Arkasına saklansam beni dünyadaki tüm kötülüklerden koruyacak adam sarsılarak ağladı.

''Özür dilerim! Özür dilerim! Yemin ederim aradım. Her yerde aradım seni! Bırakmadım , pes etmedim. Seni benden çaldılar gözümün nuru! Şu kafama bir silah dayasalar , çekseler tetiği inan daha az yanardı canım! Daha az kanardı ruhum! Ama benden gözümün nurunu , seni aldılar! Yaşarken mezara koydular! Kaldığın o yurda bile defalarca geldim,'' dediği yerde uzaklaştım ondan.

Ne demek geldim?

Geldim , ne demekti?!

Beni neden bulamadı o zaman?!

Oradaydım ben, bahçedeki en büyük ağacın altındaydım. Oradaydım. Tanıyamadı mı yoksa beni? Çok mu değişmiştim?

Kokum , kokumdan bile tanıyamaz mıydı beni?

Bekliyordum ben onu. Gelmesini , beni oradan kurtarmasını bekliyordum. Nasıl gelip de , beni bulamazdı?

Ben geri çekilince oda benden ayrıldı ama uzaklaşmadı. Yaşlı gözlerini sildi. Kendini toparlamaya çalıştı. Derin nefes aldı.

''Oradaydım. Geldim. Defalarca geldim. Her yerde olduğu gibi oradaydım ben kızım ama seni görmemi engellediler-'' dediğinde daha önce hiç yapmadığım şeyi yaparak öfkeyle bağırdım.

''Ne demek geldim?! Ne demek oradaydım Adnan Bey?! Oradaydım ben?! Yurdun bahçesindeki en büyük ağacın altında. Odamdan çok orada olurdum ben?! Siz nasıl bulamazsınız beni?!''

Herkes başından beri sessizce bizi dinliyordu. Bakmıyordum ama bir çoğunun burun çekme sesi geliyordu.

''Bütün bunlar çok saçma! Beni hadi dediğiniz gibi şirket hisseleri için kaçırdılar, neden yurda bıraktılar o halde?! Siz nasıl o yurda kadar gelip beni bulamazsınız!? O yurtta adın da Alin ismi olan tek kişi bendim!''

Artık geçti. Çok geçti.

''Ya!?'' dedikten sonra ellerimi öfkeyle saçlarımdan geçirdim. Yerimde duramıyordum. İçim içime sığmıyordu. Sonra aklıma müdire geldi. Paragöz yurt müdiresi. Yok yok , yapmamıştır. Yapmamıştır dimi?!

Yapmamış ol!

Yapmamış ol yoksa seni içimdeki canavarımla öyle bir tanıştırırım ki bu zamana kadar görmediğin vahşeti bizzat üzerinde gerçekleştirirdim!

Yapardım. Yemin olsun , içimdeki Alin için yapamayacağım şey yoktu benim!

''Siz , siz geldiğinizde kızıl saçlı , hafif kilolu genelde saçlarını aşağıdan topuz yapan bir kadınla mı görüştünüz?'' sesim titriyordu ama öfkeden.

Adnan Bey hızla başını aşağı yukarı salladı. ''Evet , Evet tam anlattığın gibi bir kadındı. Oraya Alin adında bir bebek bırakılıp bırakılmadığını sormuştum. Boyuna kilona kadar söylemiştim. Belki adın bilinmiyordur diye yaşında dahil tüm fiziksel özelliklerini her yerde olduğu gibi orada da söyledim. Ama öyle bir bebek gelmediğini , biraz ücret karşılığında civar yurtları da-'' dediğinde keskin bakışlarımla kestim sözünü.

Birde o kadına para mı vermişti yani?!

''Yapmadınız dimi? O kadına para vermediniz?'' sorumla bakışlarını kaçırdı. Bu kez Yıldız Hanım sesi titreyerek ve birazda çekinerek konuya dahil oldu.

''Biz o zamanlar ufacık bir ihtimal içinde her şeyi yapardık kızım, para ne ki. Şey , biz o zamanlar seni bulmaları karşılığında ortaya büyük bir miktar para koymuştuk. Yani seni bulalım da gerisi önemli değildi. Seni bulsak-'' cümlesini bitirmesine izin vermedim. Elimi kaldırarak sözünü kestim. Belki şuan yaptığım saygısızlıktı ama düşünecek durumda değildim.

''Tamam , tamam devam etmeyin anladım. O kadın , yani müdire paragöz bir kadındı. Yurtta para karşılığında çok çocuk sattı. Olmayacak kişilere evlatlık verdi. On üç yaşımda eğer Uğur babam beni evlatlık almasaydı benimde olacağım oydu.'' Dedikten sonra Demirhan erkeklerine baktım. Hepsinin gözünün içine bakarak belki de son kez bunları söyledim.

''Uğru babamın kötü bir adam olduğunu söylediniz. Beni kötü bir kız olarak yetiştirdiğini ima ettiniz. Atladığınız şeyse sizin kanınızdan da bozuk birilerinin çıkabildiği , şimdi söylesenize Alkın soyadına damgaları sıralarken sizin soyadınızın beni bulamamış olması yetmezmiş gibi öz amcanızın beni kaçırmış olmasına da bir şeyler söylemek ister misiniz Beyler?''

Sorumla hepsi bana baktı. Bir şey diyemediler. Belki de doğru kelimeleri bulamadılar. Adnan Bey ve Yıldız Hanım konuşmak isteseler de izin vermedim. Benim derdim onlar değildi. Benim derdim bu empati yoksunu abi tayfasıylaydı.

Karan derin nefes alarak ağzını açtığında cevap vermesine bile fırsat vermeden bana başka bir soru soruldu. Hiç tahmin etmediğim birisi tarafından. Olaylar olurken sesini bile çıkarmadan , salonun duvarına yaslanmış Kaan'dan.

''Sen de şunu söyle o zaman , Annemi vuran o adama ne yaptın?''

Duvardan ayrıldı. Olduğum yere doğru gelirken gözlerini benden bir saniye olsun çekmedi. Tam karşımda durduğunda annesi bir şey diyecek olsa da takmadı.

''Söylesene, o adama ne oldu? Biz annemi o gece oradan hastaneye yetiştirmek için çıkardıktan sonra orada ne yaşandı? Nasıl kurtuldunuz?'' dedikten sonra gayet rahat bir ifadeyle ellerini cebine koydu.

Bakışlarımızda birbirimizin yansımasını gördük.

İfadesizdi. İfadesizdim.

Duygusuzdu. Duygusuzdum.

Bakışlarını gözlerimde bir ifade aradı , gözlerinde bir ifade aradım.

Yoktu. İkimizde öyle güzel saklamıştık ki içimizdeki fırtınaları bizden başkası bilemezdi. Benziyorduk. Biz en çok birbirimize benziyorduk.

''Susmasana Alin Roza Alkın , söyle''

Tam adımı söylemişti. Bu onun dilinde olduğun kişiye saygı duyuyorum. Kim olduğunla ilgilenmiyorum. Ben, beni alakadar eden kısmıyla ilgileniyorum , demeye çalışıyordu.

Ortak paydamızdan ne haber diyordu kısacası!

Hepsi ilgiyle vereceğim cevabı bekliyordu. Sonuca göre mi Uğur Alkın'ın kızı olup olmadığımı anlayacaklardı. Evet onun kızıydım. Ama o değildim. Hak edene , hak ettiği gibi davranırdım.

O adamı öldürüp , öldürmediğimi mi merak ediyorlardı.

Öldürmüştüm.

Belki o dokuz kurşunu ben sıkmamıştım ama ölüm emrini ben vermiştim. Onu benden almak isteyenlere inat leşine imzamı atmıştım.

Elime düştükten sonra araştırmıştım. Birden fazla kadına isteği dışında dokunacak kadar adi , şerefsiz , pislik bir adamdı. Böyle bir adamın infaz emrine verdiğim için kötü mü ilan edilecektim. Edilirdim , gocunmazdım.

''Hak ettiği yerde. Hak etmediği hiçbir şey yapmadım,'' sözümü kesti. ''Öldürdün yani,'' derin nefes aldı. ''Adalete teslim etmek yerine öldürdün,'' bir iki adım geriledi.

''Abimler tam olarak bunu kast ediyordu işte. Sorduğun sorunun cevabı aslında senin cevabında saklı. Kötü yarıştırmıyoruz. Ama senin de yavaş yavaş onlardan biri olduğun gerçeğini de değiştirmiyor bu. Ben değil ama abimler iki yaşındaki kardeşlerini böyle bulmayı beklemiyorlardı. Ama olduğun kişi sadece seni ilgilendirir.'' Bakışları resimleri buldu. Diğerleri sessizce bizi dinlerken bende resimlere baktım. Sonra sessizce mırıldandım. Ama onlar duydu. Hepsi duydu.

''Kimse ilk doğduğu anda ki kadar temiz kalamaz ki. '' dedikten sonra ilk fotoğrafımın yani Yıldız Hanım'ın kucağındaki fotoğrafımı elime aldım.

''Eğer ben hala ilk günkü kadar temizim diyorsa birisi , o kişi kesin yalan söylüyordur. Bana kimse yaşamadığı bir hayat üzerinden varsayımlarla ahkam kesmesin!'' arkamı döndüm hepsinin gözünün içine baktım.

''Eğer aynı yaşam şartlarında , aynı imkanlarla büyütülmediysek kimse gelip benim adalet anlayışımı sorgulamaya kalkmasın! Ben kendi adaletimi sağlıyorsam böyle gördüğüm için değil , böyle olmasını istediğim içindir! O adam benim canımı yakmaya kalktı. O adam suçu olmayan bir kadına silah sıktı! Üstelik bu ilk vukuatı da değildi. Benim eylemlerim sadece beni ilgilendirir! '' bu sefer ben Kaan'ın önüne geldim.

Neden bilmiyorum belki en küçüğümüz olduğu içindir içimde ona karşı hiçbir kötü his yoktu. Bana ne derse desin , nasıl bakarsa baksın umurumda değildi. Ayağına taş değse ilk ben koşarım gibi geliyordu. Ablalık böyle miydi?

Daha doğru dürüst tanımadığı kardeşini bile koşulsuz şartsız koruma iç güdüsüyle dolmak mı?

Ellerim benden bağımsız saçlarına çıktı. Yumuşacıktı. Kanlı ellerim tertemiz yanağını bulduğunda hafifçe okşadım.

Herkes şaşırdı. Ama en çok Kaan. Kasıldı. Ama yine de ifadesiz bakmaya çalıştı. Ama gözleri onu ilk kez ele verdi. Hoşuna mı gitti , rahatsız mı oldu bilmiyorum ama itmediği için elimi çekmedim.

''O kadar şanslısın ki,'' dedikten sonra biraz daha sevdim yanağını. Ben bugün ilk kez onlardan birine böyle yaklaştım. Ama hiç pişman değilim. Bu yüzümü sadece Kaan'a gösterirdim , sadece ona gösterdim.

''Çok güzel insanlarla , doğru kurallarla büyütülmüşsün. Bizim doğrularımızda yanlışlarımızda ayrı. Belki senin yanlış dediğin bana göre doğrudur bilemem. Dediğim gibi bakış açılarımız farklı,'' sanki ona bugün ilk kez büyüğü olarak nasihat veriyormuşum gibi hissettim.

Yanında büyüseydim de ona hep bir şeyleri böyle severek anlatmaya çalışırdım. Ben kardeşime asla el bile kaldırmazdım. Ona kalkan eli de kırardım. Bunu bugün daha iyi anladım. Kaan benim için daha ilk öğrendiğim , ilk gördüğüm andan itibaren farklıydı.

Dünyaya abla olmaya gelmişiz gibi sanki Roz-

Ellerimi yanağından yavaşça indirdim. Artık daha sakindim. Maskemi bürünmem de kısa sürdü.

''Abilerin beni istemediğini dile getirdi. Önemli değil. Ben, bana nasıl gelinirse öyle giderim. Muhtemelen sende onlarla aynı düşüncedesin. Senin ablan tüm o resimlerde gördüğün kişi olabilir. Belki de abilerin gibi hayallerinde ki abla figürüyle uyuşmuyorum ama elde olan da bu!'' diyerek kendimi gösterdim.

'' Ama ben abilerinin bana dediklerinin hiç birini sana demeyeceğim. Yollarımız ayrıda , yanlışlarımız ve doğrularımız farklıda olsa , sen benden nefrette etsen senin için yapamayacağım şey yok. Benim sana karşı hiçbir kötü düşüncem yok. Sen beni nasıl görmek istersen öyle gör. Uğur Alkın'ın ona benzeyen kızı, böyle düşün sorun değil. Ben kim olduğumu iyi biliyorum. Ve olduğum kişiden hiç pişman değilim. Tekrar dünyaya gelsem yine Roza olmak isterdim. Ama tek bir şeyi unutma olur mu? Bu hikayede çocuklar masum....Bu hikayede bir tek çocuklar masum.'' Dedikten sonra cevap vermesini beklemeden odadan çıktım. Arkama biran olsun bakmadım. Yıldız Hanım sesli ağlaması tek sesti. Başka kimsenin sesini çıkıncaya kadar duymadım.

Bahçeden de çıktığımda derin bir nefes aldım. Az daha orada dursaydım boğulacağımı sandım. Titreyen ellerim çantamı bulduğunda onu ne ara aldığımı bile hatırlayamadım.

Telefonumdan Gökhan'ın numarasını buldum. Çok geçmeden açtığında bir şey dememe izin vermeden ''5 dakikaya oradayım.'' Deyip kapattı.

Ben hala Gökhan'a tripliyim. Onunla artık kişisel sorunlarımız var-

Gerçekten de tam beş dakika sonra arabayı önümde durdurdu. Yan koltuğa kendimi atarken bir yandan da çantamdan telefonumu çıkarmaya çalışıyordum. En sonunda telefonuma ulaşınca Furkan'ı aradım.

Gökhan ara sıra bakışlarını bana çeviriyordu ama hiç pas vermiyordum. Kızgındım ona. Beni tek bırakmıştı.

''Buyurun Roza Hanım?''

''Ne yaptınız?'' sessim de tıpkı dışım gibi ruhsuzdu.

''Emrettiğiniz gibi her şey istediğiniz gibi oldu.''

İşte artık her şey yeni başlıyordu. Uğur ayrı , Kara'nın köpekliğini yaptığı adam ayrı çökecekti tepeme . Sorun değildi. Çakal sürüleriyle ilk defa karşı karşıya kalmıyordum. Başımın çaresine bakardım.

''Güzel. Şimdi senden başka bir şey istiyorum. Bana Bahar Yolu Kız Yetiştirme Yurdunun 2013 senesine kadar müdireliğini yapmış Semiha Şervan hakkında her şeyi buluyorsun. Eksiksiz bütün bilgileri istiyorum.''

''Hemen araştırmaya başlıyorum Roza Hanım , başka bir isteğiniz var mı?''

Biraz düşündüm. Vardı. Ama doğru olur muydu emin değildim. Aman benim hayatım yanlıştı zaten. Doğrular da genelde bana uğramazdı.

''Var. Adnan Demirhan'ın en küçük oğlu , Kaan Demirhan'ın arkasına en güvendiğin adamlarından ayarla. O çocuğun tırnağı kırılsa senden bilirim Furkan! Kuş uçsa haberim olacak anlaşıldı mı?''

''Nasıl isterseniz , hemen hallederim.''

''Yalnız Kaan , zeki bir çocuk. Dikkat çekmesinler. Muhtemelen fark eder.''

''Tamamdır, Roza Hanım. Adamları bu konuda ayrıca uyarırım.''

Muhtemelen Adnan Bey zaten oğlunun arkasını kolluyordu. Yani ben kaçırıldıktan sonra geriye kalan evlatlarının güvenliği onun için daha da önemli olmuş olmalıydı. Ama şu saatten sonra Kaan benimde himayemdeydi. Onun güvenliğini , babası da dahil kimseye bırakmazdım. Kim ne derse desin , kardeşimin ufacık bile canının yanmasına izin vermeyecektim.

Artık bir zaafım vardı. Ve bu zaafın sonum olması beni korkutmuyordu.

Telefonu kapattığımda Gökhan'ın tuhaf bakışlarıyla karşılaştım. Neden böyle bakıyor bu bana!?

''Sen,'' durdu. '' Kardeşinin ,'' tekrar durdu. Hayret içindeki yüz ifadesiyle bu sefer sözünü tamamladı. ''Kız sen abla mı oldun?'' dedi.

Bir saattir bunu mu demeye çalışıyordu bu!?

Umursamaz bir ses tonuyla ''Şöyle bir bakarsan on altı sene önce olmuşum zaten. Ben bunu yeni öğreniyorum.'' dedim.

Gökhan keyifli bir kahkaha patlattı.

''Ya artık beni daha iyi anlarsın Roza Hanım!'' dediğinde ters ters baktım.

''Ne anlayacağım ben seni be?!'' diyerek başımı cama çevirdim.

''Roza?'' dedi , şakınca. Evet anlamında başımı sallasam da hala kızgındım.

''Bir dakika? Lan sen bana trip mi atıyorsun?''

''Yo, ne alaka?'' diyordum ama söylediklerimle yaptıklarım pek uyuşmuyordu sanki?

Gökhan ne kadar yol boyunca kendini affettirmeye çalışsa da onu dinlememiştim. Eve de gitmeyecektim. Bugün yaşadıklarım yeterince yorucuydu birde Uğur'u çekemeyecektim. Bir süre gözüne gözükmemek en mantıklı olan hareketti. Bu yüzden Gökhan'a gitmeye karar vermiştim.

Oda bana şart sunmuştu. Neymiş ancak onu affedersem beni evine alırmış.

Yok ben bunu kesin kovacağım en son o olacak!

En sonunda Gökhan'ın evine gelmiş , ben sanki kendi evimmiş gibi kendimi direk burada ki odama atmıştım. Neye ihtiyacım olursa burada vardı. Gökhan hepsini bana sormadan almıştı. Hatta manyak herif odamın kapısına koskocaman harflerle ''Roza'mın Krallığı Buzullar Diyarına Hoş geldiniz. '' yazdırmıştı.

Aklıma geldikçe sövüyordum. Allah aşkına beş yaşında mıydık biz yahu!

Üzerimdeki kıyafetlerden kurtulup ,kendimi direk duşa attım. Gevşemem lazımdı. Bütün gün kendimi kasmaktan her yerim ağrıyordu. Suyu ayarladığımda suyun altına girdim. Bugün yaşadığım , öğrendiğim her şey film şeridi gibi gözümün önünden geçti. Ne kadar suyun altında kaldım , ne kadar süre geçti bilmiyorum ama artık ellerim bile buruşmaya başladığında çıktım.

Bornozumla odamdaki dolabımın önüne geçtiğimde üzerime tam oturan krem rengi eşofman altımı ve yine aynı tonlardaki sporcu atletimi giydim. Evin içi soğuk değildi ama yeni duş aldığım için üzerime aynı tonlardaki uzun hırkamı geçirdim. Saçlarımı kurutma makinesiyle kurutup, mutfağa geçtim. Gökhan büyük ihtimalle yemek hazırlıyordu.

(Roza'nın Bahsettiği Takım)

''Ooo! Su balığı sonunda çok şükür çıkmışsın duştan!'' dedikten sonra elindeki bıçağı bırakıp bana doğru döndü. Oda siyah eşofman takımını giymiş , tahmin ettiğim gibi yemekleri hazırlıyordu. Hatta sadece salata eksikti , onu da şuan yapıyordu zaten.

''Kızım , ben senin gibi zengin değilim biliyorsun dimi? Suyumu neden bitiriyorsun?'' dediklerine göz devirdim.

''Sen bana bir duşun hesabını mı soruyorsun şuan anlamadım?!'' dedikten sonra bıraktığı bıçağı ben aldım.

Gayet ciddi bir ifadeyle ''Evet.'' dedi.

Hafif tebessüm ettim. ''Evet?'' diye bir kez daha sordum. Ama bu kez bıçağı elimle ona doğru kaldırmıştım.

''Lan , yok sormuyorum! Beni öldürmeyeceksin değil mi?! Abinim lan ben senin! '' ellerini havaya kaldırdığında yüzümü buruşturdum. Salak bu çocuk!

''Aynen kuş başı yapacağım senden!''

Ben salataya devam ederken , Gökhan'da hazırladığı tabakları masaya taşıyordu.

''Benden iyi kuşbaşı olmaz yalnız?'' dedi.

Ağzımdan bir kıkırtı kaçtı.

''Neyin iyi olur ki senin?''

Omuz silkti. ''Bilmem , kıymam iyi olabilir belki? Hiç bu konu üzerine düşünmemiştim.'' ciddi mi diye baktığımda gerçekten düşünüyordu.

''Tamam bende senden kıyma yaparım o halde , fazlalığı da dolaba kaldırırım. Kışında yeriz.''

Alıngan bir yüz ifadesiyle ''Aşk olsun Roza , en yakın arkadaşını , abini doğrayacak mısın? Düşmanın mıyım lan ben senin?! Hain! Evimi , soframı açtım ben sana!'' diyerek her zaman ki duygu sömürgeciliğine başladı. Bu gibi durumlarda ikimizde beş yaşında çocuğa dönüşür, didişirdik.

''Ne olmuş yani?'' diyerek omuz silktim.

''Ne demişler düşmanlarımı hiç uzakta aramadım. Hepsiyle bir kahve içmişliğim var. Biz kahveyi bırak ,beraber insan öldürüyoruz geri zekalı kendine gel! ''

''Yani?''

''Yani benden kıyma yapamazsın!'' diyerek yükseldi.

Konuştuğunuz konunun saçmalığını seveyim-

''Yaparım!'' diyerek inat ettim. İnadımı biliyordu. Bana ters gitmemeliydi.

''Hain, insan abisine bunu yapar mı?!'' şuan konudan sapıyorduk.

Salata nihayet bittiğinde sofraya oturduk. Bir yandan hala atışıyorduk tabi. İkimizde aynı anda tabaklarımızı doldurmaya başladık.

''İnsan kardeşini , Demirhanların kapısında bırakıp kaçar mı geri zekalı!'' diye yükseldiğimde elindeki kaşık yere düştü. Yüzü dehşete düşmüş gibi olduğunda ''Lan sanki seni kundaklayıp kapılarına bırakmışım gibi davranmasana!' dedi.

Omuz silktim. Bir yandan da bol soslu spagettimi yiyordum. Gökhan , makarna konusunda baya iyiydi. Hele soslu makarnalarına ölebilirdiniz. Eli lezzetli olduğu için sayesinde hiç aç kalmıyordum.

''Hayır ama resmen beni arabandan kovdun!''

''Ne?!'' derken bakışları kuru iftira der gibiydi.

"Açma gözlerini öyle yerinden çıkacak! Resmen beni arabadan attın! "

''Lan ben seni kovdum mu yoksa gayet kibar bir dille seni arabamdan neden inmen konusunda ikna mı ettim?'' derken salatasını yiyordu.

''Tehdit ettin!'' diye düzeltim.

''Yo , o cümlelerin hiç birisi tehdit cümlesi değildi.''

''Arabamdan inmezsen seni arabadan atarım , bir daha da arabama almam. Eğer kendi arabana binmeye kalkarsan da tepene çöker , seni yine rahat bırakmam. Dedin!'' diyerek çirkefleştim. Beni çileden çıkartıyordu.

''Tamam, ne güzel sana gayet medeni bir şekilde yapacaklarımı anlatmışım işte.'' derken çok olağan bir şeyden bahseder gibiydi.

''Beni arabadan atman olağan bir şey değildi , seni bu bıçakla deşerim canımı sıkma!'' bazen içimden bir cazgırın çıktığı oluyordu.

Gökhan gözlerini kısarak , kınar gibi baktı.

''İçinde yedi leşi olan bir kadırgalının saklı olduğunu biliyordum. Şimdi ya benimsin, ya kara toprağın mı diyeceksin?!'' dedikten sonra dudaklarını birbirine bastırdı. Bildiğin sabrımı sınıyordu.

''Sen direk toprağınsın Gökhan!'' derken ona ölümcül bakışlar atıyordum ama beni takmadan yemeğini yiyordu.

Tam ağzını açmıştı ki , susması gerektiğini belli eden bir yüz ifadesiyle ona baktım. Allahtan mesajı aldı. Ama bu kısa sürdü. Neden , çünkü biz hep tartışacak yeni bir şeyler buluruz.

''Yavaş ye yavaş! Aç mı kaldın kızım sen! Beslemiyorlar mı seni ?''

"Beslemek ne öküz, hayvan mıyım ben!?" derken bir yandan da tuzluğa uzanan Gökhan'dan önce ihtiyacım olmasa da tuzluğu kaptım.

"O tuzluğa ihtiyacın yok Roza! " derken daha şimdiden bezmiş gibiydi. Ama bu durum benim hiç umurumda değildi.

"Yo, var. "

"Lan kullan geri ver o zaman! " diyerek yükseldi. Tuzsuz asla yemek yiyemezdi.

"Al madem çok ısrar ettin. " Senden adam olmaz bakışlarını atıp, tuzluğu aldı.

"Harbiden sen bu kadar yiyip nasıl kilo almıyorsun?! Diyet falan da yapmıyorsun? Yapsan bilirim. "

Ne kadar da ilgili bir bey! Bir çay içebilir miyiz?-

''Benim bir günde yaşadığım stres tek başına verdirir kilo zaten. Hem bir şey yapmama gerek yok çünkü ideal bir kilodayım. Ayrıca senin makarnana ben hep açım.''

'' Zenginsin lan sen zengin, kendine gel! Ünlü lokantalarda bunun kralını yapıyorlar.''

Ruhumuz fakir be Gökhan'ım!-

Kaşığımı ve bıçağımı tabağımın kenarına bıraktığımda yüzüm ciddiyete büründü. Oda aynısını yaptı. Ciddileşti.

''Sanırım artık sana bunu söylemeliyim.'' Dediğimde gerildi.

''Ne oldu?''

''Ben,'' dedikten sonra bakışlarımı kaçırdım. ''aslında,'' Gökhan gerginlikten daha fazla dayanamadı.

''Lan söylesene , ne ağzında geveliyorsun?!'' diyerek yükseldi.

''Ben, aslında fakirim Gökhan!'' dediğimde yüzünün aldığı şekle kahkaha attım. O kadar komikti , ne zaman hatırlasam gülerdim ben buna.

''Geri zekalı! Senin yüzünden ödüm bir taraflarımda atmaya başladı! Allah'ım yanına geliyordum! Daha çok gençtim!'' önündeki su bardağına uzandı ve bir dikişte bitirdi.

Ben hala gülüyordum ve bu onu daha da sinirlendirdi. Bardağın dibindeki suyu yüzüme attı. Bu sefer dehşete düşen bendim , kahkaha atansa oydu.

''Gökhan!'' diye çığırdım.

Salaktı bu çocuk ya!

''Komik mi öküz! Ne gülüyorsun?!'' derken bir yandan da yüzümü silmek için peçete arıyordum. Elinde ki birkaç peçeteyi bana uzattı.

''Sus , bak bir sürahi suyu tependen aşağıya dökerim senin!'' yapabileceğimi biliyordu bu yüzden gülmesini durdurmaya çalışıp , yemeğine geri döndü.

''Bir daha gelmeyeceğim senin evine ya! Şuna bak! Bu nasıl misafirperverlik!'' yemeğimi afiyetle yemeğe devam etsem de bir yandan da söyleniyordum.

''Allah Allah! Evde misafir mi var ben göremiyorum?'' derken bir yandan da etrafına bakındı. ''Kendini diyorsan sen misafir değilsin, burası benim olduğu kadar , senin de evin.'' Dedikten sonra yemeğini yemeğe devam etti.

Bense içimde oluşan o tuhaf hisle , Gökhan'a bakakaldım. Sinirim uçup gitmişti. Bunu beklemiyordum.

Gökhan'ımda Gökhan'ım ya! Canım , ponçik , merhametli , bir tanecik orijinal pandam benim! Nasılda yumuş yumuş oldum-

Kendimi toparlayıp , yemeğimi yemeğe devam ettim.

Bir süre sonra ''Ne oldu bugün o evde?'' dedi.

Bir yandan konuşup , bir yandan tıkınıyorduk. Kimse açlığımızı sorgulamasın.

''Her zamanki gibi kavga ettik ne yapacağız.''

Bakışları beni bulduğunda mavi gözleri öfkeyle keskinleşti.

''Canını mı sıktılar?''

''Yok be! Ben onlara pabuç bırakır mıyım sence?''

''O zaman bu yüzünün haline , anlatmadığın başka bir şey var?'' elimdeki çatalı ve bıçağı bıraktığımda az önceki gibi şakadan değil , bu sefer gerçekten de ciddiydim.

'' Beni kaçıran Adnan Bey'in öz ve öz kardeşiymiş. Amcam kaçırmış beni o evden.''

''Has siktir! Yok artık!'' derken eliyle ağzını kapattı.

''Yurt dışına kaçmış falan sonrada kanser olmuş , geberip gitmiş. Anlayacağın hesap bile soracak hal bırakmamış bize.''

Gökhan düşünceli bir ifadeyle ''Tek değildir. Tek yapmamıştır.'' Diye mırıldandı. Aynı fikirdeydik.

''Tabi ki değil. Üstelik kaldığım yurt müdiresinin haberi de varmış o zamanlar her şeyden. Adnan Bey beni oraya da sorduğunda Alin diye birinin olmadığını söylemiş. Üstelik bana Roza ismini veren kendisiyken. Bu yüzden arabada Furkan'dan kadını araştırmasını istedim. Belki konuşturabilirim.'' Sıkıntıyla nefes aldım. İştahımda kaçmıştı.

Masanın üzerindeki elimin üzerine sıcak bir el kapandı.

''Hallederiz. Bunu da beraber hallederiz. Buluruz.'' Hafifçe gülümsedim.

Ellerini çektiğinde yemeğini yemeğe devam etti. Bu konuyu daha fazla konuşup , canımı sıkmak istemiyordu.

''Yalnız ben avukat olmasam net aşçı olurmuşum , şu şaheserinin tadına bakar mısın?'' derken bir yandan da gözlerini yumup tadına varıyordu.

''Ben beğenmedim.'' Yo , çok beğendim.

''Bok ye! Salak! Aç kal!'' önümdeki tabağıma uzandığında kendime doğru çektim.

''Yo, neden aç kalayım ya! Kalk bana yeni yemek yap!''

''Oldu! Bak bakalım şöyle etrafına burasının Alkınların malikanesine benzer bir yanımı mı var? Mutfağın yolunu biliyorsun git kendine ne yapıyorsan yap!''

Cıkladım.

''Olmaz! Ben senin patronunum!'' dediğimde itiraz edercesine sesini yükseltti. ''Bende senin abinim!'' dedi.

Kaşlarımı çattım. ''Sürekli yaş avantajını kullanıyorsun!'' dediğimde oda benim gibi kaşlarını çattı. ''Sende işçi- çalışan ilişkimizi kullanıyorsun!'' dedi.

''Yok ya!'' dedim.

''Var ya!'' dedi.

Bütün akşam birbirimize sataşarak ama aynı zamanda eğlenerek geçirdik. Biraz film izledikten sonra odalarımızı dağıldık. Yatağa uzandıktan sonra komidinin üzerindeki telefonumu elime aldığımda gelen mesajlara baktım. Furkan müdire hakkında bulduğu bilgilerin yazdığı geniş bir mesaj atmıştı.

Mesajı ayrıntılı okuma işini yarına bıraktım. Yarın o kadına hesap soracaktım. Bana aradığım cevapları verecekti. Çünkü ben gerçekten bu gizemden artık çok sıkılmıştım. Bütün gün yaşanan yorgunluk uykumu getirirken başımı yastığa koymamla uykuya daldım.

EVET BU BÖLÜMÜNDE SONUNA GELDİK.

SİZİN BÖLÜM HAKKINDAKİ YORUMLARINIZ NELER?

BÖLÜMÜN EN SEVDİĞİNİZ KISMI NERESİYDİ?

BENİM EN SEVDİĞİM YERİ SONUNDA ROZAMIZIN ABİLERİDE DAHİL HERKESTEN HESAP SORDUĞU YER VE TABİ Kİ KAAN'LA OLAN KONUŞMASIYDI.

BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE.

BELKİ MERAK EDENLER OLUR DİYE SÖYLEMEK İSTEDİM. BAŞROL ERKEĞİMİZ BİR KAÇ BÖLÜME BİZİMLE OLUYOR BUDA UFAK BİR SPOİ OLSUN.

(ALİN ROZAMIZ)

Pokračovat ve čtení

Mohlo by se ti líbit

2.1M 116K 46
Acıları henüz çok yeniydi. Asla eskimezdi ki zaten. Hep yenileri açılırdı yerine. Bir anda her şeyin boşa olduğunu öğrenmişti ama o. Acılar, ağrılar...
20.1K 1.5K 27
Deli olduğunu kabullenmek mi delilikti? Deli olmadığını iddia etmek mi ? Ben Leyal Bulut . Kızkardeşimin intikamı için deli damgası yiyip gerç...
24.6K 2.3K 33
Alfalara aşık omegalar ve onları kendilerinden uzaklaştırmaya çalışan alfalarla kaos dolu bir kitap. İlk Bölüm: 18.01.23 Son bölüm: 13.11.23
67.7K 4.3K 19
" o zaman bu konuşma her şeyin başlangıcı olacak" dedi ardından gülümseyerek devam etti. "Biz bir aile olacağız. Ve her şey düzene girecek her şeyi e...