RUH ETAVESİ

Door mealonia

78.5K 5.4K 880

"Ben seni sevmiştim..." diye fısıldadım çaresizce. "Ben seni o tenime dokunduğunda canıma kıyacak kadar sevmi... Meer

GİRİŞ
1. SONUN BAŞLANGICI
2. GEÇMİŞİN FOTOĞRAFI
3. İÇ İÇE GEÇMİŞ DÜĞÜMLER
4. YAŞAM VE ANİ ÖLÜM
5. RUH SANCISI
6. KÜL OLAN
7. KANDAN KELEPÇE
9. ÇIKMAZDA Kİ BEDENLER
10. MÜREKKEPTE Kİ ZEHİR
11. ÖLÜ HİSLER
12. ACININ GÜNCESİ
13. OYUN ARKADAŞI
15. BİRLEŞMEYEN YAPBOZ PARÇALARI
16. ARAF HATTI
17. KARA LEKE, SÜVEYDA
18. MATEM DÖNGÜSÜ
19. EBE, SOBE
20. ÇOK ŞEY KAYBEDİP KAZANAMAMAK
21. DOKUZ KURŞUN
22. YA ÖLÜ YA DA YARALI, HER TÜRLÜ
23. TUZLA BUZ
24. ŞEYTANIN İNİ
25. ÖLÜM TEMSİLİ, KİRAZ ÇİÇEKLERİ
26. GÜL DİKENİ
27. BAŞLANGICIN SONU

14. YEDİ KARIŞ MESAFE

2.5K 212 24
Door mealonia



Dönüm noktalarından biri bu bölüm...



14. YEDİ KARIŞ MESAFE

Güneş, NKBİ

Sena Şener, Çok Geç Kaldın

Dedublüman, Belki-Akustik





Eskiden rengârenk çiçeklerin açtığı dudaklarındaki çiçekler solmuş şimdi. Pek renksiz artık dudakların. Dikiş atılmış o çiçeklerin saplarıyla sanki, kan kırmızısı.







Odanın içinde yankılanmaya devam eden telefon sesiyle birlikte aklım durmuş gibiydi. Güven çizgisi o kadar uçtaydı ki şuan, o ipin üstünden atlamak istiyordum. Beynimde bir bomba patlamış gibi hissettim ekrandaki ismi okuduğum an.

Beyzade'nin bu kadınla ne işi olabilirdi? Beni buradan resmen sürgün eden kadının onunla ne işi olabilirdi ki? Bizim aramıza yedi karış mesafe koyan kadınla ne gibi bir münasebeti olabilirdi?

"Siz," dedim zorlukla. "Siz ne alaka?" diye devam ettim dişlerimi birbirine bastırarak. Beyzade'nin derin bir nefes aldığını gördüm. "Kiraz çiçeği bir iz üstündeyiz. Ne gibi bir şeyanladığını anlayamam ama hayır, sana ihanet etmiyorum." dedi hızlıca. Aynızamanda da sert çıkmıştı sesi. Sanki aksini düşünürsem, ona bir kurşun sıkacakmışım gibi. Denizin taşıp, toprağı katletmesi gibi.   O kadar panik gözüküyordu ki şuan. Bana kendini kanıtlama çabasını görür gibi oldum. "Aç, telefonu aç ve hoparlöre al. Sende duy." dediğinde asla tereddüt etmeden aramayı onayladım.

"Beyzade iyi akşamlar." dedi Meltem. Sesindeki sakinlik iğne olup girip çıktı tenime. Gözlerimi onun gözlerinden ayırmadım. "Akşam akşam ne oldu?" diye sordu Beyzade.

Sesi, az önceki o çabadan öyle bir sıyrılmıştı ki, kullandığını soğuk ses tonunu garipsemiştim. "Ben ev için teşekkür ederim sana. Şimdi annem söyledi de. Gerçekten çok yardımcı oldun." annen mi? Senin annen yoktu ki Meltem. Emine teyze bakardı sana, ne annesi? Teyzendi o da senin. Ne annesi Meltem?

Dedikleri ile donup kaldım. Harelerime yerleşen şaşkınlığı hissettim. "Ne demek. Kapatmam gerek. İşim var." dedi hızlı bir şekilde Beyzade. Bir süre sessizlik olduktan sonra, "Şey, peki öyleyse iyi akşamlar." dedi ve arama sonlandırıldı. "Annesi mi?" diye sordum ürpererek. Beyzade elini saçlarına götürerek karıştırdı. Ardından başını salladı.

Amaçsızca durdum birkaç saniye. "Bana neler döndüğünü anlat." dedim sertçe. Öfkeyle ona baktım. "Benden ne saklıyorsunuz?" dedim cümleme devam ederek. Kocaman bir soru işareti yutmuş gibi hissediyordum. Bir süre önce beni terk etmeye meyilli olan o güvensizlik hissi, tekrar yerine kurulmuştu.

O sıra odaya giren Osman amcayla birlikte tüm sözler yutuldu. Beyzade bakakaldı bana. Bakışları babasına döndü sonra. "Gelsene Asena mutfağa." dedi Beyzade ayağa kalkarak. Osman amca koltuğa otururken ikimize baktı üstünkörü bir şekilde. Sonrasında televizyona döndü. Ayağa kalktığımda düşüncelerin bedenime ağır geldiğini fark ettim.

Odadan çıktığımızda mutfaktaki sandalyelere oturmuş pastalarını yiyen Mihrişah ile Bige'ye baktım. "Bige odaya geçsenize." dedi Beyzade düz bir sesle. Sesi bir sorun olduğunu bağırıyordu bas bas. Bige'nin gülümseyen yüzü soldu. Ardından bana baktı.

"Bir sorun mu var?" diye sorduğunda herhangi bir tepki vermedim. "Hadi Bige." dedi Beyzade. Bige abisine baktı. Ardından ayağa kalktığında Mihrişah'a döndü. "Mihri sana resimlerimi göstereyim mi?" diye sordu. Mihrişah bana baktı. Ardından gözlerini benden kaçırarak başını salladığında Bige'nin elinden tuttu ve mutfaktan çıktılar.

Gözlerim açıp kapandı. Ama bu sefer stresten. Ne düşüneceğimi bilememekten, zihnimdeki karmaşadan.

Mihrişah'ın kalktığı sandalyeye oturduğumda masanın üstündeki sigara paketine kaydı gözüm. Uzanıp paketi elime aldığımda, "Asena." dedi. Onu umursamadan bir dal çıkarıp ayağa kalktım ve yanan ocakta yaktım ucunu. Geri yerime oturduğumda sigarayı dudaklarımın arasına götürdüm. O an, elimin titrediğini fark ettim.

"Anlat," dedim dumanı dışarıya üflerken. "Anlat ne halt karıştırıyorsunuz?" dedim sakin olmaya çalışarak.

"Meltem'in bir şeyler karıştırdığını biliyorsun." diye başladı söze. "Sen gelmeden iki ay önce kadar bana geldi ve benden bir ev istedi." dediğinde lafını kestim. "Bu kız hani size güvenmiyordu?" diye sordum asabiyetle. Başını iki yana salladı. "Bana değil, Bora'ya güvenmiyor." dedi.

Kaşlarım alayla havaya kalktığında, sigarayı tekrar dudaklarımın arasına götürürken, dudaklarım iyiymiş dercesine kıvrıldı. "Bende bu fırsatı değerlendirdim ve onlara bir ev buldum. Orayı izliyoruz uzun zamandır ve elle tutulur birkaç şey bulduk." dedi.

Gözlerim masadan ona çıktı. Acı kahve gözlerine baktığımda anlatmasına devam etmesini istercesine baktım. "Biri var. Bir erkek. Eve sürekli girip çıkıyor. Kırklı yaşların sonunda, sarışın biri. Boyu bana yakın. O evde yaşıyor ama neyi öğrenemedik." dediğinde kaşlarım çatılmıştı çoktan. "Bir de kadın var. Ama kadın eve girip çıkarken yüzünü sakındığı için kim olduğunu bilmiyoruz. Meltem'in teyzesi de gittiği için bilgi edinemiyoruz." "Beyzade," dedim dehşet içinde. Az önce söyledikleri tanıdıktı bana. Mektuplar. Mektuplardaki adam oydu, Beyzade'nin bahsettiği sarışın adam Kahraman denen o herifti. Annemin sevgilisi. "Bahsettiğin kişi Kahraman." dedim cümlemi toparlayamayarak.

Sustuğumda harelerinde beliren şaşkınlık ile baktı bana. "Ne?" dedi anlamayarak. "Sen nereden tanıyorsun onu?" dedi aniden kaşlarını çatarak. "O puşt ile ne işin olur senin?" dedi sert sesiyle. Ani çıkışı afallamamı sağlarken, "Ne diyorsun ya?" diyerek kızdım ona. "Asuman'ın yazdığı mektupları buldum. Ya mektupları gönderememiş ya da başka bir şey var. Mektuplarda Kahraman diye bir adamdan bahsediyor. Aynı zamanda bir çocuktan." dediğimde kaşları sanki daha fazla çatılabilirmiş gibi çatıldı tekrar. "Ne çocuğu?" diye sorduğunda omuz silkip başımı iki yana salladım. "Bilmiyorum. Çocuğun adı geçmiyor. Kız çocuğuydu sanırım." diye mırıldandığımda yutkundu. "Bunların bağlantısı ne?" diye konuştu.

"Beyzade annesi yoktu bu kadının." dedim hiddetle. "Emine teyze bakardı buna. Ne annesi?" Sözlerimin bitmesiyle bana baktı. "Bilmiyorum." dedi eliyle saçlarını dağıtarak. "Hiçbir bok bilmiyorum." dedi sonrasında hiddetle. "Bu sarışın, annen, Meltem-"

Dediğinde sözünü kestim. "Bir kadın daha var. Ve o kadın da Emine teyze. Üçünün olduğu bir fotoğraf var evde."

Sıkıntı bir nefes aldı. "Bu dört kişi bildiğin herkesi kukla etmiş." dedi öfkeyle. "Hayat bunların parmak uçlarında." ikimizde susarken sessiz kaldık.

Sigaranınuzayan külü tablaya çırptığımda, "Ben eğer telefonda onun ismini görmesem bana söylemeyecektiniz." diye mırıldandım. Hayal kırıklığı hissediyordum. Ben onlara içten içe güvenmeye çalışırken onlar, o duvarları tek tek kırıyorlardı.

"Seni ipte bırakmak istemedik Asena. Bir ton şey var zaten. Birde bununla yorma kafanı istedim. Kesin bir şeye ulaştığımızda söyleyecektik zaten." dedi. Alayla güldüm. Gözlerim gözlerinde değildi. "Beni üstünde bırakmak istemediğiniz ip zaten boynuma dolandı benim." dedim hayal kırıklığıyla.

"Sizin dudaklarınız mı dikili? Biri elini ağzınıza mı tutuyor? Bantla mı örttüler dudaklarınızı?" diye sordum gözlerinin en içine bakarak. Cevap vermedi, öylece baktı omuzları düşük bir şekilde. Banaöyle yaptı o herif. Ama ben yine de çırpından konuşmak için. Aramızdaki fark buişte Beyzade. Ben onca aşılmaz engele rağmen çabaladım konuşmak için. Sizinağzınızı örten yok. Ama siz yine de susuyorsunuz. "O zaman neden benden bir şeyler saklıyorsunuz?!" dedim öfkeyle. Sigaradan bir nefes daha aldığımda gözlerimi yumdum sıkıca.

"Dudaklarınızın üstünde kilit yokken konuşmuyorsanız, asla ağzınıza kilit vurulmamış demektir. Benim dudaklarıma binlerce kez kilit vuruldu Beyzade ama ben yine de susmamaya çalıştım. Ama siz, dudaklarınıza yaklaşan bir iğne bile yokken bile susuyorsunuz ya..." helal olsun.

"Seni yormamaya çalışırken, her şeyi elime yüzüme bulaştırdım." dedi hüsranla. "Ben zaten onca bilinmezin içinde bir de omuzlarına bu otursun istemedim. Yüklerini azaltmaya çalışıyorum ben kiraz çiçeği. İnan bana, yemin ederim kötü bir amacım yoktu susarken."

Elimdeki sigarayı tablaya bastırarak söndürdüm ve içine attım. İçim öylesine kararmıştı ki sigaradan çıkan gri duman gibiydi. Yakıyordu, göremiyordum bir şeyleri. Sigaradaki zehir gibi içime oturmuştu her şey. Beyzade'nin gözlerine baktığımda, onun gözleri bende değildi, masadaydı.

    "Ama bütün suçu bize yıkamazsın Asena." dedi yenilmişlikle. Başını iki yana salladı. "Çabalıyorum. Yemin ediyorum sana, bize bunları yapanları bulmak için çabalıyorum. Bizi de anla. O kadar yol denedik. Hiçbir şey yapmamışız gibi davranamazsın bize. Biz seni anlamaya çalışıyoruz ama sen bize körsün. Sen bize bakıyorsun, bizi görmüyorsun." dediğinde ona bakan gözlerim donuklaştı. İsyanı kulaklarımı çınlattı.

"Sizi anlamaya çalışıyorum." dediğimde başını tekrar iki yana salladı. "Hayır, Asena." dedi. "Eğer öyle olsaydı bize bu kadar nefret dolu olmazdın." 

Öyle bir hali vardı ki, onun bu kadar düşünceli olması korkuttu beni. Sağ eli yumruktu. "Tam," diye mırıldandı. "tam senin güvenini kazandım derken, her şey alabora oldu." dedi mırıltıyla.

"Güvenimi kazandığını da nereden çıkardın?" diye sordum acımasız bir şekilde. Sanki az öncesöylediklerini duymamış gibi. Oysaki yerle bir etmişti beni. Çok acımazdımbelki de. Ama tekrar kırılmakistemiyordum. Gözleri kapandı sıkıca. "Sen güveni oyuncak sandın sanırım." diye devam ettim tavrıma. "Yedi yıl sonra kendi çabamla buraya gelip, bir buçuk ayda sana ya da size tekrar hemen güvenmemi mi bekliyordunuz?" dediğimde gözlerini açıp bana baktı.

Gözlerine yorgunluk oturmuştu. Gözaltları çökmüş ve morarmaya başlamıştı. "Kusura bakma Beyzade Kozoğlu, benim canım top değil, patlayınca yenisini alamıyorum. Hamur değil, kesildikten sonra birleştirince. gitmiyor izi." Kâküllerimi kenara çekip alnımdaki izi gösterdim. Gözleri hızlıca yaraya kaydığında duraksadı.

"Ben bu saatten sonra kimseye güvenemem anladın mı beni? Güvenirsem ölürüm ve benim yaşamak için tek bir sebebim var. Anladın mı beni?" dedim titrememesi için uğraştığım fakat beceremediğim sesimle. "Yapmayın bana bunu." dedim pes ederek. Omuzlarım çöktü.

"Bir de sizinle sınanmayayım tekrar. Arkamı kollamakta zorlanırken önümde olan insanlar uğraştırmasın beni bir de. Saklamayın benden bir şey, söyleyin, gerekirse bağırın tamam mı? Siz fısıldayın ben onu bile duyarım. Siz yeter ki söyleyin bana her şeyi, duymak isteyen duyar, duyarım ben..."

Gözlerim dolduğunda başımı yana çevirdim. Ellerim yumruk oldu. Tırnaklarım etime batıp canımı acıttı. "Çok," dedi sessizliğin arasındaki pürüzlü sesiyle. "Çok acıdı mı?" diye sordu. Dudaklarım iki yana kıvrıldı. Gözümdeki yaş yanağıma düştüğünde elimi kaldırıp sildim tersiyle. "Acıttı." dedim başımı yavaşça ona çevirip baktığımda. Harelerine acı yerleşmişti. Gerçi, kalkmış mıydı ki? Onu gördüğüm ilk andan beri öyleydi o. Yorgun ve tükenmiş.

"Ama yaşadığım hiçbir şey, sizi beklemekten vazgeçtiğim kadar acıtmadı."

İrkildi. Sanki elimi kaldırıp yanağına en sertinden bir tokat atmışım gibi oldu. "Ben çok çabaladım. Yemin ederim çok çabaladım." dedi öne atılarak. "Ve, ve bir keresinde öyle çok yaklaştım ki ben sana kiraz çiçeği. Evi buldum. Yemin ederim evi buldum. Ama ertesi gün tekrar geldiğimde yoktun orada. Girdim eve. Kaldığın odayı bile buldum biliyor musun? Neden geldiğin gibi almadın beni diyeceksin. Haklısın, çok haklısın hem de. Ama öylece girsem ve ikimizde canımızdan olmaz mıydık? Öylece girsem canımdan olurdum ve seni kurtaramazdım." dedi kaşları hafifçe çatılırken, yüzüne hüzün emaresi yerleşirken. 

"Biliyor musun? Keşke gelseydin Beyzade. Biliyorum çok bencilce ama ben yıllar boyu işkence görmektense, orada seninle ölmeyi tercih ederdim. Ben seninle ölmeyi, orada kalmaya tercih ederdim." sustuğumda gözünden bir damla yaş akıp yanağına düştü. Sustu bu dediğime. Bir şey diyemedi.

Sustum. Konuşamadım daha. O benim yerime de konuşmaya devam etti. "Ama öyle bir şey var ki kiraz çiçeği. Ben çiçeğimin solduğunu o an anladım." dedi gözünden bir damla yaş daha yanağına süzülürken.

"Duvarlarda kan lekeleri vardı, bir odada yere sabitlenmiş bir zincir vardı..." dedi ve dahası ona acı veriyormuş gibi gözlerini sıkıca yumup sustu. Masanın üstündeki elleri yumruk olurken başını eğdi. O bunları yaparken ben sadece izledim onu. Yüzüm o kadar ifadesizdi ki, içimdeki kasırga yokmuş gibiydi.

O zamanı hatırlıyordum. Daha doğrusu bir gün içinde apar topar bir şekilde o evden çıkıp Adalarda ki eve geçişimizi. Öyle panik olmuştum ki o zaman. Mihrişah'a hamileliğimin başlarıydı. Hatırladığım tek detay buydu.

"Beni eğitmeye çalışırdı." dedim alayla. "Bir köpekmişim gibi beni oraya bağlardı sözünü dinlemediğimde." ardından dudaklarımın arasından keyifsiz bir kahkaha koptu. "İnanabiliyor musun?" dedim dehşet içinde gülümseyerek. "Beni bir köpek gibi eğitmeye çalıştı o orospu çocuğu!" dedim öfkeyle.

Başını kaldırıp bakmadı bana. Göğsü hızlıca inip kalkıyordu. Durdum o an. Neydi bu yaşadığımız? Yüzleşme miydi? Olduğu yerde doğruldu ve amaçsızca etrafa baktı. Eli masaya tutundu. Nefes alamıyor gibiydi. Gördüğüm bu tablo tanıdık geldi o an. Göğsüm panikle doldu. Ayağa kalkıp mutfağın penceresini açtım.

Arkamı dönüp tekrar ona baktığımda eli kalbindeydi.

"Beyzade." dedim ona hızlıca yaklaştığımda. Yüzünü avuçlarımın içine aldığımda göğsüm panikle inip kalkıyordu. "Sakin ol." dedim korkuyla. Gözlerinin feri gitmiş bir şekilde baktı bana. Gözbebekleri kızarmıştı. Gözlerini sıkıca yumdu sonra. Masadan tutunarak ayağa kalktığında, ellerimi yüzünden çektim.

Üstüme düşer gibi oldu. Öyle halsiz bir şekilde kollarını bana sardı. Başımı göğsüne yasladı ve bedenime sıkıca sarıldı. Burnumda hissettiğim sızı ile ellerim yumruk olurken, kollarım iki yanımda durdu.

"Özür dilerim. Özür dilerim Özür dilerim." diye sayıkladı art arda. Ondan gelen hıçkırığı duyduğumda bedenim kaskatı kesildi. Gözyaşları üstümdeki kazağı ıslatmaya başladığında, o an geri çekilemedim. Öyle kimsesiz duruyordu ki şuan, öyle savunmasızdı ki geri çekilip ortada bırakamadım onu.

"Keşke hiç gitmeseydim askerliğe." dedi pürüzlü sesiyle. Bedenime sarılı kolları sıkılaştı. Gözlerim, burnuma eşlik ederek sızlamaya başladığında, tavana çevirdim harelerimi. "O senin hayalindi." diye mırıldandım. "Benim bir hayalimden vazgeçmem, sana tüm hayallerini verecekti."

Bu dediği ile irkildim.

Haklı mıydı? Evet, olabilirdi. Ama artık çok geçti.

"Artık bunların bir önemi kalmadı." dedim mırıltıyla. Sesim kısık tonuna rağmen ifadesizdi, fazlasıyla.

"Artık her şey için çok geç. Çok geç kaldın." yanağı başıma yaslıydı. Bir kez daha hıçkırdığında gözlerimi sıkıca yumdum. Hani ağlamazdı erkek adam? Yanlıştı. En çok onlar ağlardı.

"Çok acıttı dimi canını..?" dedi eli saçlarımı okşarken. "Benim öpmeye kıyamadığım tenine kıydılar." biraz uzaklaştı. Elleri alnımdaki kısa saçları çekti ve oradaki ize dudaklarını bastırdı. Sonra geri çekildi ve ardından tekrar dudaklarını geri bastırdı. Art arda öptü alnımdaki yarayı. "Hani?" diye sordu hüsranla. "Hani öpünce geçerdi? Geçmiyor, gitmiyor işte!" birkaç santim uzağımdaki yüzüne baktım. Olsun, alnımdakinin izi geçmiyor ama ruhumu iyileştiriyorsun böyle.

Yanakları ıslaktı, gözleri kızarmıştı. O dağılmıştı. 

"Büyüyünce de geçerdi. Ama o da geçmedi Beyzade. Büyüdüm. Geçmedi. Her şey yalan. Büyüyünce geçmiyor. Aksine büyüyor biliyor musun? İlk önce kendine kızıyorsun, sonra nefret ediyorsun kendinden. Sonra... Sonra bir bakmışsın aklın fikrin o olmuş. Delirecek gibi hissediyorsun. İnsanlar sana abartıyor bu diyor ama aslında abartmıyorsun. Hislerin o senin." dedim başımı hafifçe soluma indirerek.

"Çok çabaladım biliyor musun? Ya bana inanmadılar ya da inandıkları halde abarttığımı söylediler. Kimisi ise ne dedi biliyor musun?" diye sordum ona alayla gülerek. Gözlerim yaşla parlıyordu. "Kocandır o senin, sever de döver de." kıkırdadım gözümden yaş akarken.

"Çiçeğimi soldurdular." diye mırıldandı. Gözleri öylesine derin bakıyordu ki bana, gözlerimi kaçıramadım ondan. "Çiçeğimin boynu bükülmemiş ama solmuş. Artık pek renksiz..." dedi fısıltıyı andıran sesiyle.

"Sen bulana kadar bu çiçek soldu." diye mırıldandım ona. "Yeşerteceğim seni." dedi kararlı sesiyle. "Tekrar renklenecek çiçeğim. Öyle bir renklenecek ki hatta kıskandıracak diğer çiçekleri." dediğinde güldüm hafifçe. Dudaklarım kıvrıldı ama keyifsizdi gülümsemem. "Sende solarsın. Artık çok geç. Yoluna bak Beyzade. Senden ve benden olmaz artık. Biz olamayız sen ve ben. Biz sadece seninle aynı davanın yoldaşı oluruz."

"Çok acımasızsın..." dedi çaresizce. "Ben çabalarım ikimiz içinde. Sen yeter ki dönme arkanı bana. Bak yüzüme, konuş benimle. Kaçma benden."

"Boş umutlar vaat edip ikimizin de hayal kırıklığına uğramasındansa, yolun başında olacakları söyleyip acıya alışmayı yeğlerim ben Beyzade Kozoğlu." bir adım geri attım ve onun ellerini bedenimden uzaklaştırdım. "Biz sadece aynı yolun savaşçılarıyız. Dahası değil. Olmamalı, oldurma."

"Seni seviyorum ben Asena!" dedi çaresiz, dermansız bir çırpınışla. "Ben sevdamdan vazgeçemem anladın beni? Ben senin için çabalamaya çalışıyorum ama sen beni görmüyorsun! Yemin ederim sana seni suçlamıyorum ama sana uzattığım eli yok sayma. Yalvarırım yapma bunu..." sözleri ile yutkunamadım. Derin bir nefes almaya çalıştım.

"Bak benim bir prangam var." dedim tane tane. "Ben o prangadan kurtulamadan hiçbir denize yelken açamam anladın mı beni?" anla beni. "Benim aşkım, kızımı yaşatma arzumdan daha büyük değil." Sessiz kaldı. Daha fazla konuşmadı benimle. Sandalyeye çöktü ağır bir şekilde ve oturduğunda gözleri benden çekti. Bakışları yere indiğinde arkamı dönüp çıktım mutfaktan. İkimizde dağılmıştık. Birbirimizi tekrar ve tekrar yıpratmıştık. Ama bu savaşın galibi yoktu.

Salona döndüğümde Bige ile Mihrişah'ı orada göremedim. Osman amca ise ortalıkta yoktu. Ahşap merdivenleri çıktım ağır ağır. Az önceki konuşmaların yükü omzumdaydı sanki. Sözler üst üste binip kamburumu oluşturmuştu. Dağlamıştı içimdeki acıyı.

Merdivenler bittiğinde Bige'nin odasına ilerledim ve kapıyı tıklatıp içeri girdim. Odaya girdiğimde çift kişilik yatağın üstünde gördüm ikisini de. Yüz üstü uzanmış, açık olan dizüstü bilgisayardan bir şey izliyorlardı. Mihrişah kapının açılmasıyla başını çevirip bana baktığında yüzünde heyecanlı bir ifade oldu. "Anne bak." dedi yataktan destek alıp doğrularak.

"Bige abla bana animason açtı." dediğinde tüm keyifsizliğime rağmen yüzümde küçük bir tebessüm oluştu. "Animasyon annecim." dediğimde kaşları çatıldı hafifçe. "Animasyon." dedi heceleyerek, ciddi bir şekilde.

Onun bu tatlı haline tebessüm edip, "Hadi balım gidiyoruz." dedim. Bige doğruldu ve bacaklarını yataktan sarkıttı. Odası son gördüğüm halinden oldukça uzaktı. O pembe oda gitmiş, onun yerine krem ve beyaz renklerinin olduğu, oldukça sade dizayn edilmiş bir oda gelmişti. Kitap okumaktan nefret eden o kız gitmişti anladığım kadarıyla. Çünkü çalışma masasının çaprazında bir kitaplık vardı ve içi doluydu.

Odadaki tel panonun üstünde birkaç fotoğraf gördüm. Tel panonun üstünde sarmaşık vardı.

Yanıma yaklaşan adım sesleriyle birlikte bakışlarım tel panodan alıp Mihrişah'a baktım. Yanıma geldiğinde elini uzatarak elimi tuttu. "Teşekkür ederim Bige abla." dedi mutlu sesiyle. "Aldığım en güzel doğum günü hediyelerindendi." diye eklediğinde gözlerimi yumup açtım.

"Ne demek." dedi Bige ayağa kalktığında. "İstediğin zaman buraya gelebilirsin."

Mihrişah ona sevinçle gülümsediğinde, "İyi akşamlar." dedim mırıldanarak. Arkamı dönüp odadan çıktığımda merdivenlere baktım. Merdivenlerin sonunda durduğunda başını kaldırıp baktı bana. Öyle duygusuz baktı ki yutkunamadım. Bu hali kalbimi acıttı. Bir kuvvet ayaklarıma güç verip yürümeye başladığımda yanından sanki az önce birbirimize savaş açan biz değilmişiz gibi, bir yabancı gibi geçtim.

Merdivenlerden inerken algılarım kapanmış gibiydi. Hislerim bir el tarafından alınıp, bir kutuya sıkıştırılmış gibiydi. Bende değildiler sanki.

Kapıya geldiğimde Bige'yi birkaç adım arkamda hissettim. Mihrişah'ın montunu giydirip çantasını sırtına verdim. Kendi kapanımı da giyip çantamı sırtıma aldığımda botlarımızı giydirdim. "İyi geceler." dedi Bige ardımdan. Başımı çevirip ona baktığımda, onu yüzünde ufak bir tebessümle bize bakarken buldum.

"En büyük sevdalar, bir savaş içindedir. Siz bir araya gelemeseniz bile ruhlarınız birbirine bağlı." dedi aynı ifadeyle.

"Bu bir şeyi ifade etmez." dedim tekdüze bir sesle.

"Bilakis." dedi başını hafifçe eğerek. "Aranızdaki savaş sizi birbirinize daha çok bağlıyor Asena. Ama siz bununfarkında değilsiniz. Aranızda engellerin olması ruhlarınızın bir olmadığını göstermez. Bir olmak için illa iki bedenin yan yana olması mı gerekir?" sözlerinin ardından bir cevap veremedim ona.

Ne kelimeler ağzımda yer edindi, ne de aklıma düştü. Ona verecek herhangi bir cevabım yoktu. "Her neyse." diye mırıldandım.

Arkamı döndüm ve kapıyı açarak dışarı adım attım. Yağmur başlamıştı. Sokak lambasına baktığımda sarı ışığından gözüken yağmur damlalarına rüzgârın şiddetli esintisi karıştı. Evden çıkıp kendi evime geçtiğimde gözlerim ilerideki eve takıldı. Bora raporları ne yapmıştı bilmiyordum. Dava açsa bile kazanamayacağımızı biliyordum içten içe. Ümidim yoktu o yüzden.

Bahçeye girdiğimde Mihrişah sessizdi. Halim olmadığı için ağzımı açmadım bende. Çantamdan anahtarı çıkarıp kapıyı açtığımda, ayakkabılarımızı çıkararak içeri girdik. "Tamam, tamam yapacağım." diyen sesini duydum Senem'in.

O an durdum. Neyden bahsediyordu? Mihrişah'ın elini bırakarak yavaşça içeri adımladığımda kapı girişinde durdum. "Tamam, yarın bakarım depoya." dedi ardından. Kaşlarım çatıldığında hızlıca yanına adımladım ve telefonu elime aldığım gibi ekrana baktım. Göğsüm hızla inip kalkıyordu.

Panik içinde ekrana baktığımda Fuat abi yazını görmeme rağmen telefonu kulağıma tutup, "Alo?" diye konuştum.

Gözlerim Senem'e kaydığında şaşkınca bana baktığını gördüm. "Alo?" dedi karşıdaki kişi. "Senem?" dedi sorarcasına. Sesi tanımaya çalıştım. Daha önce böyle bir ses duyup duymadığımı algılamaya çalıştım. Fakat zihnime herhangi bir isim düşmediğinde telefonu ona geri uzatıp, ona son kez bakıp salondan çıktım.

Odama döndüğümde Mihrişah'ı dolabın önünde gördüm. Yanına ilerledim ve ona pijama seçmesinde yardımcı oldum. Üstünü değiştirdikten sonra yatağın üstüne çıktığında bana baktı. "Anne Bige abla bana bir kâğıt verdi." dediğinde kaşlarım çatıldı. "Ne kâğıdı balım?" diye sorduğumda parmağıyla çalışma masasını gösterdi. "Oraya koydum." dediğinde başımı çevirip gelişigüzel bir şekilde masaya baktım.

"Tamam, bebeğim yat sen." dedim ve örtüyü boynuna kadar çektim. Şakağına bir öpücük bırakıp geri çekildim. Işığı kapattıktan sonra odada ki sandalyeye üstümdeki kabanla öylece çöktüğümde gözlerim çaresizce odada gezindi.

İçimde yükselen ağlama istediğini bastırmak istemedim. Dolan gözlerimden damlalar yanaklarıma aktığında, titrek bir nefes aldım. Elimin tersini ağzıma kapattığımda gözlerim masanın üstündeki kâğıdı buldu. Kabanımın cebinden telefonu çıkarıp ekranı açtım ve kısık ışıkta kâğıda baktım.

'Belki bilmek istersin. Çarşamba günü saat 06.00'da yola çıkacak."

Notun altında telefon numarası vardı. Gözümden akıp giden yaş kâğıda düşerek mürekkebi dağıttığında, telefonu açarak numarayı kaydettim. Numarayı girerken birkaç kez yanlış yazdım numarayı. Ellerim titriyordu kendimi sıktığım için. Az önce Senem ile yaşadığım olay, Beyzade... Ağır gelmişti bir güne sığdırdıklarım. Giderek paranoyaklaşıyordum sanki.

Numarayı kaydettiğimde ekranı ıslatan yaşları sildim kolumla. Telefonu masaya bıraktığımda ellerim yüzüme kapandı.

O gün duvarlar, sandalyede sessiz sedasız ağlayışıma şahit oldu. Tırnaklarımın etimi çizip, hıncımı çıkarışımı izledi. Ara ara sessizliği bozdu iç çekişlerim. Sonra ise hiçbir şey olmamış gibi yatağa geçip yattım. Örtüyü omzuma kadar çekip, kızımı göğsüme yaslayarak ona sarıldığımda, gözyaşlarım krem rengi yastık kılıfında iz bıraktı.

🍃

Öyle duygular vardır ki, içini sıkıntıya boğar. Ara ara gözlerini doldurur ama ağlayamazsın. Gözlerin bir noktaya odaklanır ve dalar gidersin. Kalbin sıkışır, aklın bulanır; o kadar çok düşündürür ki seni başka uğraşlar aratır sana.

Anlatma istersin ama... Aması vardı işte.

Bugün gidiyordu. Saat sabahın beşiydi. Uyumuş muydum? Hayır, uyuyamamıştım. İki gündür, gideceğini öğrendiğimden beri içimi saran o kasvet artmıştı ve tedirgin peşimi bırakmıyordu. Ben fark etmeden tekrar ona güvenmiştim ve şimdi o gidiyordu. Bundan yedi yıl önce her şey öyle başlamıştı ve ben hissediyordum ki, onun gidişinin ardından bir şey olacaktı. Ona o gün yalan söylemiştim. 'Sana güvendiğimi mi sandın gerçekten?' derken yalan söylüyordum aslında. O benim tutunacağım tek dalımdı.

Kollarım göğsümde beklerken evin kapısı açıldı. Sırtında çantasıyla evden çıktığında istemsizce dişlerimi birbirine bastırıp, başımı dikleştirdim. Ardından birinin gelmesini bekledim ama o, ardından kapıyı kapattı ve yürümeye başladı. Bakışları karşıya saplandı ve evimde durdu. Eve doğru yaklaşmaya başladığında ne yapacağını bekledim. Kabanının cebinden bir zarf çıkardı ve kapımın önüne bıraktığında hızlıca camdan uzaklaştım.

Mutfaktan çıkıp kapıya vardığımda sessizce kilidi açıp, kulpu çevirdiğimde araladım kapıyı. Kasım'ın rüzgârı evi doldurduğunda onu arkası dönük gördüm. "Ne yazdın o kâğıda? Gel, yüzüme söyle." diye seslendiğimde adımı durdu.

Yavaşça arkasını dönüp bana baktığında, üstünde asker kıyafetlerini gördüm. O an öyle gururlandım ki, kalbim hızlıca çarptı.

"Veda cümleleri mi sıraladın bana?" dedim içimdeki duyguya zıt. "Veda cümleleri sıralamadım." dedi. Sırtındaki çantanın kolunu tutan elinin sıkılaştığını gördüm. 

"Kendine dikkat et. Her gece kapını kilitle. Sana koruma olarak birini bırakacağım ve ona bile güvenme. Kimseyi evine alma mümkünse lütfen, güvenmiyorum kimseye. Canına zeval gelmesin. Eğer kızının canı sıkılırsa istediği zaman bize gidip Bige ile oynayabilir. Asla çekinmesin. Bana yazmazsın biliyorum ama yazmanı bekleyeceğim. Aramazsın biliyorum ama aramanı bekleyeceğim. Ben seni beklerim yeter ki senden bana umut olsun." dedi ve sustu.

"Bunları yazdım." dedi ardından.

"Bekleme, aramam seni." dedim kısık bir sesle. Hafifçe kıvrıldı dudağı kenara. "Biliyorum aramazsın." dedi. "Ama olsun, seni beklemek bile güzel Kiraz Çiçeği. Yeter ki sen yaşa." arkasını dönüp gideceği zaman, "Allah'a emanet ol." dedim bir çırpıda. "Sağ salim git, öyle dön."

Başını hafifçe çevirip bana baktı. "Eyvallah." dediğinde sesinden seçtiğim umut kırıntıları canımı yaktı. "Sende Allah'a emanet ol."

Arkasını dönüp yürümeye başladığında, sabahın erken vaktinde sokakta adım sesleri yankılandı. O sokağın başına geldiğinde birkaç saniye sonra gelen arabaya binip uzaklaştığında, eğilip yerdeki zarfı aldım. Zarfı elime aldığımda içinde hissettiğim ağırlıkla birlikte kaşlarım çatıldı.

Zarfı yırtıp içini açtığımda metal zinciri gördüm. Zinciri içinden aldığımda, zincirin ucundan sarkan metale baktım. Bu onun künyesiydi. Kâğıdı çıkarıp hızlıca açtığımda içinde yazılanları okudum. Dedikleri yazıyordu ama eksikti.

'Künyen benim.' demiştin bana. Bende, 'Sınavları bile geçip geçemeyeceğim belli değil.' demiştim ya sana askerliğe yazıldığım zaman. 'O zaman söz ver, geçeceksin sınavı.' demiştin o gün. İlk sözümü tuttum. Asker oldum kiraz çiçeği. Şimdi sıra ikincisin de. Bu ilk künyem, artık senin."

Künyeye dikkatlice baktığımda zincirinin kopmuş olduğunu gördüm. Üstünde yazılanları okuduğumda yüzümde buruk bir tebessüm oldu.

Beyzade Kozoğlu
20/11/1995
0 rh-
Muğla

🕯️

Asena'nin iç monoloğunda bahsettiği yedi karış, yedi yıl anlamındadır. 🧚🏻‍♀️

Ga verder met lezen

Dit interesseert je vast

6M 18.3K 4
Sakin ve tekdüze bir yaşam süren Beren'in hayatı mahalledeki insanların çıkardığı dedikodular sonucu bir anda tepetaklak olur. Ailesi için fedakârlık...
48.6K 3.9K 52
"Bana yalan söyledin. Tanıştığımız ilk günden beri paylaştığımız anların kaçı doğruydu?" "Sütten çıkmış ak kaşıkmışsın gibi konuşma. Sen de tanıştığı...
1.3M 52.9K 53
Gece "Bu yara bende kanadıkça, affın yok yüreğimde" demişti. İhanetin ateşini içine düşüren sevdiği adama. Gece kaybettiği canın derdine düşmüş yara...
71.8K 3.5K 16
l Asker - Doktor l kurgusu ve aşk; Bazen nefes almak kadar kolay, bazen ise; sol göğüsüne saplanan kurşun kadar acıdır. Bu isimle yazılan tek kitap