KAYIP PARÇA (ASKIDA)

By derin_saglam

6.4K 281 183

Yetişkin içerik. Şiddet ve olumsuz örnek oluşturabilecek davranışlar içerir. Alt yapısı kaçırılan bebek , ge... More

BÖLÜM1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 8
BÖLÜM 9
BÖLÜM 10
BÖLÜM 11
BÖLÜM 12

BÖLÜM 7

294 21 6
By derin_saglam

BÖLÜM ADI: ''MAHZEN''

Anılarımdan  ve düşüncelerimden oluşan hafızamın en ücra köşelerinde kalan karışık , boğucu seslerle çevrili soğuk bir mahzen vardı.  İnsanın duyguları bile zincir gibi iç içe girer miydi? Benim girmişti. Ve ben bu çıkmazdan nasıl kurtulacağımı bilmiyordum. Ben , aklımı bulandıran her histen korkuyordum.

Korkak biri miydim ben?

Yada öyleysem bile bu kime göre korkaklıktı?

En önemlisi de insanın tanışmak istemediği hislerden kaçması korkaklık sayılır mıydı?

Hatırlamak istemediğim tüm kötü hatıralarımla çevrili o karanlık mahzenden , kaçmak istiyordum. Bundan iki hafta önceye kadar neredeyse başarıyordum da. Sadece kabuslarımda düşüyordum o soğuk dehlize.

Sonra birdenbire bir yerde bir kelime, bir hatıra tıpkı pencere açılmış gibi parladı ve ben oraya doğru hiç istemeden yürüdüm. Geçmiş diyoruz ya hani , aslında hepsi saklı kalan anılardı. Ve anılarımızı silemezdik sadece biraz boş verirdik.

Boş vermiştim. Yani neredeyse boş vermiştim. Anılarımın renkleri solmuştu belki ama oradaydı. Hala o ürpertici dehlizde saklıydı. Beynimin bir köşesinde canlanmayı bekliyorlardı. İşin özeti şuydu aslında; Gülerek yada ağlayarak yaşadığımız tüm anılarımızı yine gülerek yada ağlayarak hatırlamaya başlayınca anlıyorduk aslında geçip , geçmediğini. 

Benim geçmişim sadece acıydı, geçmemişti. Sadece kabuk bağlamıştı. İzi kalmıştı. Ve ben anılarımı sakladığım mahzene tüm geçmişimi sıkıştırmıştım. Ağzına kadar doluydu da,  taşmıyordu. Bir kaç acı daha sığardı. Kaçmaktı kimine göre ama hatırlamak da yaralıyordu. Yüzleşmekten kaçtığım bir kötü hatırayla daha bugün yüzleşecektim. İstemeden de olsa saklandığı yerden çıkarmıştım onu.

İstemiyordum. Belki eskisi gibi değildim. Artık güçlüydüm. Kendimi savunabiliyordum. Ama yetmiyordu işte. İçimdeki küçük kız çocuğunun çığlıkları yine de susmuyordu.

Yapma, diyordu. Beni tekrar onlarla karşı karşıya getirme , dur diyordu. Sen güçlüsün , sen kırılmazsın , sen susmazsın, sen kendini koruyabilirsin ama ben bunların hiç birini yapamadım. Getirme o kişilerden birini karşıma , yakma canımı.

Susta diyemiyordum ki , zaten herkes susturmuştu onu. Birde ben mi sustursaydım?

O küçük kızın belki rahat bırakılmaya hakkı vardı. Ama onun şansızlığı doğmasıydı. Doğmuştu ve her şey istemeden onun etrafında dönüyordu. O kız çocuğu evlat edinildiği anda büyüdü. Ve bu yaşında artık seyirci kalmak yerine , düzenleri değiştirmeye başlıyordu.

Savunma duvarları çoktan yıkılmıştı. Artık onu koruyacak duvarları da yoktu. Buda onun oyunun içine çekilmesine neden olmuştu. Bu yüzden artık oyunun içindeydim. Ve çevremde olan herkese sözlü olarak değil, bizzat göstererek bunu ilan ediyordum.

Bende varım diyordum. Sizin bana yaptığınız tüm acımasızlıklara baş kaldırıyorum. Ve bunu kendi adalet anlayışımla yapıyorum. Acımıyorum , tıpkı sizin gibi. Düştüğünüzde el uzatmıyorum , yine sizin bana yaptığınız gibi. Ve en önemlisi artık sizin kurallarınıza isyan etmiyorum. Çünkü kurallarınızı yeniden yazmanızı sağlıyorum.

Bundan böyle devran dönmüştü. Artık sahne tamamen benimdi. Bu zamana kadar hep onların kurallarına göre oynamıştım. Bundan böyle benim kurallarım geçerli olacaktı. Ve benim en önemli değişmez tek bir kuralım vardı. Birisi seni öldürmeye kalkarsa , kanatlarını yakarsa , ellini kolunu bağlarsa , yok et onu!

''Ne yapıyoruz? Apartmanın risk raporunu hazırlamaya devam mı ediyoruz? '' Gökhan'ın sorusuyla bakışlarımı ona çevirdim. ''Ne?''

''Bir saattir boş boş apartmanı izleyince haliyle yine mimarlık damarın tuttu sandım.'' deyince ona ters bakışlar attım.

''Dış cephesi hasar almış. Balkonların demirleri gözüküyor bu da betondan çaldıklarını gösterir. Üstelik en üst katın terasında büyük bir çatlak var. Baştan aşağıya hasarlı bu bina, bu zamana kadar çökmemesi büyük şans doğrusu.'' dediğimde Gökhan'ın hayret dolu bakışları beni buldu. ''La ben onu şakasına demiştim sen baya baya binanın işçiliğine mi bakıyordun?''

''Mesleki deformasyon ne yapabilirim?'' diyerek omuz silktim.

''Yok senin ki hastalık valla bak! Normal değil bir kere.'' dediğinde öyle mi der gibi baktım. ''Ben en azından geceleri cüppem ile uyumuyorum!'' dediğimde bu kez o omuzlarını silkti.

''Anlamazsın sen. Çünkü senin bir cüppen yok!'' dedi.

''Olsa bile onunla uyumak gibi bir manyaklık yapmazdım.'' dediğimde gözlerinde maviş gözlerinde bulutlanma oldu. ''Annem gibi kokuyor.'' diye fısıldadığında bunu beklemediğim için bir kaç saniye öylece kaldım.

''Sanki o yanımda olunca , onun uyuyunca annemin kokusu burnuma doluyor. '' dediğinde gözleri dolmuştu. Bakışlarını kaçırıp , alaya vurdu. ''Bende böyle bir psikopatım işte!'' dedi.

Bir kaç saniye sonra ''Güzel mi?'' diye sordum. Gözlerim ilerde bir noktada daldı. Bakışlarını üzerimde hissediyordum. ''Ne güzel mi?'' dedi.

''Anne kokusu , güzel değil mi?'' diye sordum. Bakışlarımı daldığım yerden ona çevirdim. ''Ne gibi kokuyor?'' diye sorduğumda bu sefer kendine engel olamadan sağ gözünden bir yaş aktı. Hızla sildi. ''Cennet bahçesi gibi.'' diye mırıldandı.

''Biliyor musun Gökhan?'' dediğimde mavileri merakla kısıldı. ''Neyi?''

''Bana bunu iki hafta önce söylesen ne demek istediğini anlamazdım. Ama,'' dediğimde ciğerlerimi derin nefes alarak doldurdum. ''Artık nasıl bir his olduğunu biliyorum.'' dedim.

Gerçekten biliyordum. Çok tuhaf ama biliyordum. Yıldız Hanım bana her sarıldığında parfümün bile bastıramadığı kendine has kokusunu almıştım. Almıştım ama tam olarak ne koktuğunu tanımlayamamıştım. Şimdi Gökhan'dan öğrenmiş oldum.

Saçlarımı karıştırdı. Sonrada boğucu havayı dağıtmak için ''Ee burada böyle apartmanı izlemeye devam ediyor muyuz?'' diye sordu.

''Sende ne kurtlu çıktın arkadaş ya! Tamam , inelim.'' dedim. Beklemeye gerek yoktu.

''Kurtlu mu? Sen var ya benim kalbimi çok kırıyorsun!'' yalandan gözlerini doldurduğunda ona sen iflah olmazsın bakışları atıyordum.

''Bana değil , başkalarına doldur sen o gözlerini, en azından işimize yarasın.''

''Sen bana şuan açık açık meydan okuduğunun farkında mısın?''

''Evet?''

''Yalnız bu açık açık savaş ilanıdır. Haberin olsun!''

''Öyle mi? Peki. Tamam. Birazdan bizi eve zor kullanmadan sokmanı istiyorum o zaman senden. Göster hünerlerini.'' diye meydan okuduğumda , elini uzattı. Uzattığı elini sıktım. ''Gör bak , nasıl hallediyorum.'' dedi. Büyük bir düzenbaz olduğunu hiç inkar da etmiyordu.

Sekiz katlı aile apartmanın tam önündeydik. Gökhan'la , müdirenin evinin önüne gelmiştik. Nihayet onunla yüzleşebilecek gücü toplamıştım. Bir kaç dakika önce balkonda ki çiçeklerini sulayan yaşlı kadın daha yeni içeriye girmişti. Oydu. Onu her şartta , her durumda tanırdım. Bakalım o beni tanıyabilecek miydi?

Daha fazla beklememe gerek yoktu. Tam inmek için arabanın koluna uzanacağım sırada çalan telefonumla çantamın içinden telefonumu aradım. Arayan asistanım Dilara'ydı. Bugün ki bütün toplantılarımı zaten iptal ettirmiştim. Önemli bir şey olmasaydı beni asla aramazdı. Çünkü rahatsız edilmek istemediğimi dile getirmiştim.

Arama kapanmadan açıp , telefonu kulağıma dayadım. ''Evet , Dilara?'' dedim.

Dilara'nın tedirgin ve gergin sesiyle olduğum yerde dikleştim. ''Roza Hanım , rahatsız edilmek istemediğinizi biliyorum. Önemli olmasaydı kesinlikle aramazdım.'' dediğinde rahatça devam edebilmesi için ''Önemli değil , seni dinliyorum.'' dedim.

''Bildiğiniz gibi yarın akşam yılın çıkış yapan iş insanları için yılın enleri ödül töreni var. Ödül alacağınız için programınızı ona göre ayarlamıştım. Yalnız bugün beni organizasyon ekibinden aradılar. Size ulaşamamışlar. Sizin , törendeki ödülden kendi isteğinizle çekilmek istediğinizi söylediler. Haklı olarak bir gün kalmışken neden böyle bir karar aldığınızı sorguladılar. Ben böyle bir şey olmadığını söyledim. Ama onlar ısrarla sizin çekilmek istediğinizi belirttiğinizi söylediler. Anlamadım. Siz bir şey demeden organizasyon ekibine de bir şey diyemedim. Aslında böyle bir şey olsa siz bana söylerdiniz ama yine de bilemedim işte. Acaba ödülü geri mi çevireceksiniz?'' dediğinde ellerim hızla kapı kolunu tuttu. Biraz daha sıkarsam kırılacağına emindim.

Demek cezam başlıyordu. Uzun zamandır ses çıkarmamasının sebebi belki de buydu. Ama bu kadar değildi. Bu sadece fragmandı. Bu bana uyarıydı. Hazır ol , diyordu. Benim lafımı çiğnemenin cezasını çekeceksin, diyordu. Beni uyarmıştı. Ben uyarısını kale almamıştım. Şuan o şeytan aklından kim bilir neler geçiyordu. Elinden geleni ardına koymasındı.

Hakkımla kazandığım ödülümü benden alarak bana ceza verecekti öyle mi?

Bu muydu yani?

O ödül , benim alın terimdi. Kaç gece hiç uyumadan sabahlamıştım. Kendi hayatımı kenara itip , şirket için çabalamıştım. O ödül benim hakkımdı. Uğur'u biraz tanıdıysam bu yaptığı, daha sonra yapacaklarının sadece ön gösterimiydi.

Daha büyük bir şeyler planlıyordu. Ama ne?

''Hayır Dilara!'' sesim keskin ve kendimden emin çıkmıştı. ''O, ödül törenine katılacağım! Organizasyon ekibini ara ve büyük bir yanlış anlaşılma olduğunu , ödülümü almak için o gece orada olacağımı söyle. Başka bir şey var mıydı?'' ne kadar öfkeden patlayacak olsam da sesim aksine sakindi.

Bu sakinlik sanki biraz ölüm sakinliği gibi geldi bana-

''Aslında bir şey daha var. Siz, bana sen benim şirketteki kulağımsın demiştiniz. Eğer benim bilmediğim bir şey duyarsan hemen bana söyle demiştiniz.'' dediğinde söyleyebilmesi için sesimi sakin tuttum. Çünkü her ne demeye çalışıyorsa söyleyip , söylememek arasında gidip geliyordu.

''Evet Dilara , öylesin. Bir şey mi duydun?''

''Evet , duydum. Aslında önemli bir şey mi emin değilim. Sadece önemli olabileceği için söylemek istedim. Bugün babanızın ortakları buradaydı. Gülin Hanım misafirlere kahve götürüyordu. Bende muhasebeye iniyordum. İşte biz koridorda çarpışınca elindeki kahveler onun üzerine döküldü. Gülin Hanım haliyle üzerini değiştirmek için gidince de kahveleri yeniden yapıp , ben götürdüm. Kapı tam kapalı değildi. Rauf Bey, benim önümden kapıyı açık bırakarak aceleyle çıkmıştı. Bu yüzden konuşulanlara istemeden kulak misafiri oldum. Tabi bunda biraz fazla yüksek sesli konuşmalarının da etkisi vardı. Oda da Devran Bey ve Erdem Bey vardı. Dediğim gibi önemli mi bilmiyorum. Belki sizin de haberiniz vardır. Silah sevkiyatı-'' dediği yerde sabırsızca araya girdim.

''Ne silahı?!'' dediğimde Dilara çekinceli ses tonuyla ''Orasını tam olarak anlamadım ama nakliyatta sorun olmazsa çok iyi kazanç sağlayacaklarını söyledi Devran Bey. Bu iş üçümüzün arasında kalacak,  dedi. Özellikle Miran Efe bey ve sizi bu işten uzak tutmaktan da bahsettiler.'' dediğinde ''Tamam Dilara. Başka bir şey yoksa sen, sana söylediğim işleri hallet. Görüşürüz. '' deyip telefonu kapattım.

Ne silah sevkiyatıydı bu?

Bu işlerle başından beri Yusuf ilgileniyordu. O şuan cezaevindeydi. Kara'da artık yaşamıyordu. Yani başından beri Yusuf piyon muydu?

Bu işin içinde aslında başından beri onlar mı vardı?

Tabi ki onlar vardı. Hep böyle olmaz mıydı , kendilerine her seferinde yeni bir kukla bulurlardı.

Her boku beklerdim ama silah işlerine gireceklerini beklemezdim. Onlar için hafif kalırdı. Ayrıca bir diğer mevzuysa bu silahları kime satacaklardı?

Kim içindi bu sevkiyat?

Bu işi düşünmeyi daha sonraya bıraktım. Gökhan merakla bana bakıyordu. Dilara'nın söylediklerini aynen ona aktardığımda o da benim gibi bu konuyu sonra araştırmamız gerektiğini söyledi. Şimdi başka bir meseleye kafa yormalıydık. Bu yüzden elim arabanın kapısının kolunu buldu. ''Gidelim.'' diyerek arabadan indiğimde, Gökhan'da arabayı kilitledi.

Evi tekrar baştan aşağıya süzdükten sonra kapıya doğru yürüdüm. Müdirenin evi beşinci kattaydı. Kapı şansımıza açık olduğu için direk merdivenlerden çıkmaya başladım. Eski bir apartman olmasından kaynaklı asansör yoktu.

''Of! Siyatiğim tuttu valla! Merak ediyorum sekizinci katta kalan biri her gün bu merdivenleri nasıl çıkıyor acaba?'' diye soran Gökhan , arkamdan tıpış tıpış beni takip ederken bir yandan da asansör olmayan apartmana homurdanıyordu.

''Sevabına ben yaptıracağım bir asansör bu eve! Lan bu apartmanda yaşlı da mı yok!''

''Ne güzel bedava spor işte. Söylenme!'' diyerek omuz silktim.

''Ya sorma, böyle spor benden uzak dursun arkadaş! Az sonra gencecik bacaklarım ruhunu teslim edecek!''

''Otuzuna merdiven dayamak üzeresin?''

''Sen bana yaşlanıyorsun mu demek istiyorsun , anlamadım?''

''Evet?'' diyerek omuz silktim.

''Otuz olmadığım sürece asla yaşlandığımı kabul etmeyeceğim. ''

''Yirmi beşi geçtiğin an kabul etmeliydin aslında.''

''Sus Roza! Valla moralimi bozuyorsun , sus!'' dediğinde atışırken çoktan Müdirenin kapısının önüne geldik. Fazla beklemeden direk zile uzunca bastım. Kapıya yaklaşan adım sesleri gelirken , Gökhan'a göz ucuyla baktım.

''Başlıyoruz.'' diye mırıldandım.

''Söylemiş miydim? En sevdiğim aktivite seninle ev basmak.'' diyerek göz kırptı.

Kapının açıldığına dair ses geldiğinde , sesinin tonu bile değişmemiş müdire ''Buyurun , kime bakmıştınız?'' diye sorduğunda bakışlarımı yüzüne çevirdim. Onun bakışları Gökhan'la aramızda mekik dokuyordu. Bana bakıyordu ama aslında görmüyordu. Beni onca sene geçmesine rağmen tanımasını istedim. Ben onu nasıl bunca sene sonra tanıdıysam , oda beni tanısın istedim. Hayatını kararttığı kızı görsün istedim. Ama olmadı. Değişmiştim ve eski benle birbirimize hiç benzemiyorduk.

Aslında sadece biraz büyüdük-

Saçları artık kızıl değildi. Yaşlılığın getirdiği buruşukluklar yüzünde yer edinmişti. Kilo almıştı ve büyük ihtimalle yediği ahlar ona ciddi hastalıklar olarak dönmüştü. Eskisi gibi bastığı yeri titretemiyordu. Artık zayıf olan taraf oydu.

''Bu gece aç kal da aklın başına gelsin!''

''Belasın başıma ama işte aynı zamanda yağlı kapısında!''

''Dövdüyse dövdü senin elin armut mu topluyordu. Ayrıca sende uslu dursaydın! Defol odamdan!''

''Kim izin verdi senin bu saatte koridorda olmana çabuk odana!''

''Hem bu kadar şanslı hem bu kadar şansız olmayı nasıl başarıyorsun sen çocuk!''

''Odamın camını demek sen kırmadın öyle mi? O zaman neden herkes senin yaptığını söylüyor!?''

''Saçlarını görevli ablaya söyle kessin! Bit bulaştıracaksın diğer çocuklara!''

''Senin adın Alin değil! Roza! Seni buraya bırakan birinin verdiği adımı benimseyeceksin çocuk!''

''Uğur Bey artık senin baban! Akıllı , uslu ol da belki biraz sevilirsin!''

Kesilen saçlarımın acısını sanki ilk gün ki gibiydi. Evet, kesilen saç acımazdı. Can acırdı. Saçlarını çok seven bir kız çocuğunun , canı çok acırdı. Çünkü onun sevebileceği tek varlığı saçlarıydı.

İftiraya uğradığım günlerin , kendimi ispat edemeyişlerimin savaşı da hala yerindeydi. Camını ben kırmamıştım. Tıpkı diğer yaramazlıkları benim yapmadığım gibi. Ama her seferinde boş oda cezasını ben almıştım. Orda sadece bir yatak vardı. Orada kitaplarım bile yoktu. Ceza süremiz bitene kadar çıkmamız yasaktı. Tek öğün yemek yerdik. Hak etmiyordum ki orada kalmayı , eğer hak etseydim sesim çıkmazdı. Ben hak etmediğim halde , o odada defalarca kalmıştım.

Sahi ismimi de bu kadın vermişti dimi bana?

Alin'i görüyordum. Bu kadına her baktığımda geçmişim karşıma çıkıyordu ve ben geçmişimi çoktan geride bırakmıştım. Yada sadece ben öyle sanıyordum.

Kafamın içinde dönen tüm sesler bu kadına aitti. Onun yüzüne her baktığımda içimdeki öfke dışarıya çıkmak istiyordu , bu yüzden kendimi kontrol edemeyeceğimi anladığımda Gökhan'a baktım. Bu kadına her baktığımda yıkılan umutlarımı tekrar tekrar görüyordum sanki.

Gökhan ''Merhabalar, biz Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğünden geliyoruz, '' diyerek yüzünü sevimli bir hale getirdi.

Konuya böyle girmesini beklemiyordum. Demek kadını bizi içeri alması için böyle ikna edecekti. Yanıldığı yer , müdire yaşlansa bile çok zeki bir kadındı. Onu benden iyi kim tanıyabilirdi ki. Bizi kendi isteğiyle asla içeri almayacaktı.

Müdirenin şaşkın bakışlarına ifadesizce karşılık verdim. Benden bir tepki alamayınca tekrar Gökhan'a baktı. ''Anlamadım, neden geldiniz?'' diye sordu.

Sahte bir şaşkınlıkla ''Semiha Şervan değil mi? Biz onun evine gelmiştik.'' diye sordu. Müdire kendisi olduğunu kabul edercesine ''Evet , benim?'' dedi. Ama hala neden burada olduğumuzu anlamadığı için '' Siz kimsiniz?'' diye sordu.

''Tamam doğru adresteyiz o halde , ben Mahmut Dalkıran. Genelde insanların hayat ağaçlarının dalını kırarım. Ne yaparsınız işte soyadımın hakkını veriyorum. Büyük büyük dedelerim ailemize bu soyadı layık görmüş. Biz ailecek dal kırarız. Soyadımı severim. Dal kırmayı ayrı severim. Değişik fantezilerim var işte!'' dedi. Müdire anlamazca bana baktı. Yüzünde ne diyor bu mal ifadesi vardı. Valla bende anlamadım.

''Anlamadım ben?'' diye sordu.

Gökhan gülümseyerek, masumca '' Huzur evine yatıralım mı sizi?'' diye sordu. Müdire kekeleyerek ''B-beni mi?'' diye sordu. '' Yani burada bir ayağı çukurda olan siz olduğunuza göre , beni yatıracak değiliz herhalde?'' dedi. Bunu gayet ciddi bir yüz ifadesiyle söyledi.

Eğer başka bir durumun içinde olsak Gökhan'ın dediklerine kahkahalarla gülebilirdim. Çünkü bunu dedikten sonra kadının gözleri yerinden çıkmak üzereydi. Müdire öyle şoka girmişti ki ağzını açıp bir şey bile diyemiyordu. Tabi bunda Gökhan'ın gayet ciddi bakan gözleri de etkili olabilirdi.

Şaşkınca ''Ben anlamadım. Benim böyle bir talebim yok ki?'' dedi. Burada daha fazla dayanamayarak konuya ben dahil oldum. Aynı onun gibi sahte bir şaşkınlıkla ''Öyle mi? E bizde zaten bu yüzden gelmemiştik!'' dedikten sonra elimle yarım açtığı kapıyı iyice açabilmek için arkaya doğru ittirdim. Kadını kolundan tuttuğum gibi salon diye düşündüğüm odaya soktum. Benden kurtulmaya çalışıyordu ama nafileydi. Benden öyle kolay kurtulamayacaktı.

Bugün bu kadın ne biliyorsa bana anlatacaktı!

Elinden oyuncağı alınmış gibi küskünce ''Ama hile yaptın! Böyle anlaşmamıştık. Hani ben ikna edecektim!'' diyen Gökhan'a bakmadan cevap verdim. ''Ben sana söylemedim dimi? Süreliydi o. Beş saniye boyunca ikna edemediğin için kaybettin.''

''Yuh! Hile var. Kabul etmiyorum! Resmen hakkımı yiyorsun sen benim!''

''Bunu sonra tartışalım mı? Malum şuan başka bir işimiz var ya?!''

Çocuk gibi ''Tamam. Ama sonra tartışalım.'' dediğinde , bende onun gibi  ''Tamam, sonra tartışırız.'' dedim. 

Biz Gökhan'la atışırken , Müdire ''Kimsiniz siz! Ne istiyorsunuz benden! Nasıl izinsiz evime girersiniz! Polis , polisi arayacağım!'' diye kendini yırtarcasına bağırmaya başladı. Sesine daha fazla katlanamadım. Onu koltuğa doğru fırlattım. İçimdeki canavarım artık zincirlerini zorluyordu. Çünkü öfkem çoktan kontrolü ele geçirmek üzereydi. Bastırmakta zorlanıyordum. 

''Kes sesini! Yoksa dilini kökünden keserim , bir daha istesen de konuşamazsın!'' diye bağırdığımda süt dökmüş kediye döndü.

İlla bağıralım yani ! Bir kerede ses tellerimi zorlamayın arkadaş.

Gözümü etrafta gezdirdiğimde ilerdeki salon masasının sandalyelerinden birini gözüme kestirdim. Onu Müdireyi fırlattığım koltuğun önüne çektim. Gökhan kapıya omzunu dayamış ifadesiz ve sert bakışlarını müdireye dikmişti. Bundan sonrasını bana bıraktığını biliyordum. Bu yüzleşme benim hakkımdı.

Sandalyeye oturduğumda rahat bir ifadeyle bacak bacak üzerine attım. Müdire gözlerinde ki korkuyu sesine de yansıtarak ''N-ne istiyorsunuz benden?'' diye sordu. Çok korkuyordu. O kadar korkuyordu ki vücudu titriyordu. Korkmalıydı da. Bende olsam hayatını kararttığım bir kız çocuğunun eline düşmüş olsam , korkardım.

Dur bakalım , henüz daha yeni başlamıştık.

Bir zamanlar tıpkı onun gibi bizde ondan korkardık. Çocukları açlıkla , cezalar vererek terbiye edeceğini sanırdı. Aslında çocukları hiç sevmezdi. Sevmediği mesleği neden yaptı , neden onca çocuğun ahını aldı hiç anlamıyorum. Ama bu kadınında Uğur'dan bir farkı yoktu. Bu kadın da aç gözlü , doyumsuzun tekiydi. Ve bu kadında intikam alınmayı sonuna kadar hak ediyordu. 

Onu taklit ederek ''Ne istiyoruz senden?'' diyerek yalandan düşünüyormuş gibi yaptım. Sanki cevabımı bulamamış gibi bakışlarımı Gökhan'a çevirdiğimde oda bende bilmiyorum der gibi omuzlarını silkti. Daha sonra aniden aklıma gelmiş gibi tekrar kadına döndüm.

Ürkütücü bir ses tonuyla ona doğru fısıldadım. ''Hesap vermeni istiyorum. Sorularıma cevap istiyorum.'' dedim.

Daha da gerildi. ''B-ben b-bir şey bilmiyorum! T-tanımıyorum b-bile sizi! Gidin evimden!'' dediğinde yalandan kahkaha attım. ''Tanımıyorsun demek!'' diye sordum. Evet anlamında başını salladığında yalandan dudaklarımı büzdüm. Tekrar ona doğru eğildim. ''Belki bu hatırlamana yardımcı olur o zaman!'' diyerek elimi Gökhan'a uzattım. Belinden çıkardığı silahı avcuma bıraktı. Elimle sımsıkı tuttum. Daha sonraysa havada hayali daireler çizdim. Hemen sonraysa onun gözleriyle takip ettiği silahı alnının çatısına yasladım. Gözlerini sımsıkı yumdu." Rengi öyle bir attı ki , bembeyaz kesildi.

''Şimdi,'' dedim ürkütücü bir ses tonuyla ''Ben sana ne sorarsam cevap vereceksin! Tek bir yalanını yakalarsam kafana sıkarım Müdire! Ve emin ol leşini bile bulamazlar.'' dediğimde korkudan ne sorarsam cevap vereceğini anladım. Sandalyemde geriye doğru yaslandım.

''Adnan Demirhan! Alin Demirhan! Sana bu isimler ne çağrıştırıyor?'' diye sorduğumda kafasına dayadığım silahtan daha da çok korktu ve gerildi.

İki isim , bir kurşundan daha çok korkuttu onu.

''T-tanımıyorum,'' cümlesini bitirmesine izin vermeden öne doğru eğildim. ''Öyle mi?! Tekrar düşün istersen. Şöyle bir yirmi bir yıl geriye gidersen kim olduklarını hatırlarsın aslında. Hatta bak ben sana yardımcı olayım. Alin Demirhan'ı on üç yaşında evlatlık verdin. Hem de ülkenin sayılı zenginlerinden birine. Uğur Alkın'a. Şimdi tekrar düşün, iyi düşün.'' diye sorduğumda yenilgiyle omuzlarını düşürdü.

Gözlerinde ki çaresizlikle ''Öldürürler beni!'' diye fısıldadı. Gökhan'ın kahkahası odayı doldurdu. Gülmelerinin arasından ''Eğer onlar öldürmezse karşındaki seni öldürecek zaten! Ve emin ol bu acılı bir ölüm olacak! Kendisi kolay şeyleri sevmiyor. Dediğini yapar Müdire , leşini bile bulamazlar. Bence sen gel , ne biliyorsan dökül.'' dedi.

Kadın yerinden çıkacak gibi olan gözleriyle bana baktı. Hala beni hatırlamadı. Değiştiğimi biliyordum ama hiç televizyonda mı izlemiyordu. Neredeyse her gün magazindeydim. İfadesizce bakmaya devam ettim. Hislerimi yüzüme asla yansıtmazdım. Gözlerime baktığında sadece dediklerimi yapabilecek birisi olduğumu anlasın istedim. Oda sadece bunu anladı. Artık omuzları daha da çökmüş , kabullenmişti. ''Ne bilmek istiyorsunuz?'' diye sordu.

''Sen ne biliyorsun?'' diyerek sakince sordum.

''Bundan yirmi bir yıl önce , basında büyük bir haber yayıldı. Yer yerinden oynadı. Herkes bunu konuştu. Adnan Demirhan'ın iki yaşındaki kızı kayıptı. Arıyorlardı onu. Yerin yedi kat dibine bile bakıyorlardı. Ama kızından haber yoktu. Adnan Bey , bir gün müdireliğini yaptığım yurda geldi. O-o zamandan tanıyorum onu,'' cümlesini bitirmesine izin vermeden sordum.

''Kızı sizin yurtta mıydı?'' dediğimde bakışlarını kaçırdı. Elbette ki o yurttaydı. Bizzat bendim çünkü!

''Evet, bir soru sordum. Gayet de basit bir soru aslında. Kız senin yurdunda mıydı?'' korkarak evet anlamında kafasını salladığında yumruklarımı sıktım. Hayır , canavarım henüz ortaya çıkamazdı. Daha zamanı vardı.

''Söyledin mi babasına ,''diye sorduğumda bu kez hayır anlamında korkarak başını salladı. Gökhan daha fazla dayanamamış olmalı ki ''Neden?!'' diye bağırarak sordu.

Bakışlarını kaçırarak konuştu. ''Çünkü Alin Demirhan sistemlerde ve devletin kayıtlarında bizim yurtta değildi. Öyle bir kayıt hiç açılmamıştı. Alin Demirhan hiç bulunmamıştı.'' dediğinde şokla yerimde dikleştim. Oda ne demekti!?

''Nasıl?'' diye soran Gökhan bize yaklaştı. Onunda kafası karışmıştı.

''Bas baya devletin sistemlerinde öyle bir kız yoktu. Yurda bırakılmamıştı. Öyle biri hiç var olmamıştı. Alin diye birisi yoktu.''

Bir dakika! O yüzden ismime Roza'yı ekledi. Çünkü herkes bana öyle seslenirse , ben bile Alin olduğumu unuturdum. Bu yüzdendi. Alin'i sakladığı anlaşılmasın diye.

Gökhan sıkıntıyla ellerini saçlarından geçirdiğinde ben yerimde zor duruyordum. Sıkıyordum kendimi , çünkü her an kafasına sıkabilirdim. Bu yüzden beni bulamamışlardı. Var olmayan birini nasıl bulacaklardı ki?

''Adam akıllı baştan anlat şu işi yoksa ondan önce ben sıkacağım kafana!'' diyerek kadına doğru eğildi.

''Alin Demirhan'ı yurda bırakılan bir bebek değildi. Bana emanet edilmiş bir hazineydi.'' dediğinde yumruklarımı sıktım. ''Amcası , Rasim Demirhan'la bir anlaşma yapmıştık. Alin'i yurda alacaktım ama onu sisteme kayıt etmeyecektim. Oda her ay bana yüklü miktarda para verecek , yurttan tahin edilmemi engelleyecekti. Dediğini yaptı da. Her ay param yatıyordu. Eli kolu uzun olduğu için tahin de olmadım. Alin'i bulmalarını engelledim.'' dediğinde daha fazla dayanamadan ayağa kalktım. Sakinleşmek için bir kaç saniye bekledim.

Yokmuşuz Roz, biz on üç yaşımıza kadar kaldığımız yurtta bile var olmamışız. Bu nasıl bir oyun , bu nasıl bir plan? -

Gözlerimi sımsıkı kapattım. Elimde silah vardı ve içimde bir ses sık kafasına diyordu. Dinlemeyecektim o sesi. Susturacaktım. Onu öldürmeyecektim. Ben kendi içimde savaş verirken , bu sırada Gökhan çoktan kalktığım sandalyeye oturmuş , keskin bakışlarını kadına kilitlemişti. ''Ne diyorsun lan sen!? Nasıl bir saçmalık bu!''

''G-gerçekleri söylüyorum,'' dediğinde hışımla arkama döndüm kadının üzerine doğru yürüdüm.

''Madem öyle biri yoktu sen nasıl kızı Uğur Alkın'a verdin!'' diye bağırdım. Kadın koltukta kaçacak yeri olmamasına rağmen saklanmaya çalışıyordu. Gökhan'sa sadece bakışlarıyla onu olduğu yere çiviliyordu.

''Lan siz nasıl bir düzenek kurdunuz! Neden yaptın! Neden yaptınız?!''

''Çünkü mecburdum!'' diye ağlayarak oda bağırdı. ''Onu , Uğur Bey'e vermek zorundaydım!'' dediğinde nefesi tıkanacak gibi oldu.

Seveyim senin Uğur Bey'ini geri zekalı!

''Neden zorundaydın lan! Yaşlı başlı kadınsın elimde kalacaksın!''

''B-bilmeniz gereken her şeyi söyledim zaten!''

Elimdeki silaha alnının çatına yasladım. Buz gibi bir ses tonuyla ''Ya bana adam gibi bildiğin her şeyi anlatırsın yada andım olsun ki seni tek bir kurşunla öbür tarafa gönderirim! Fazla sabırlı bir insan değilim , şansını zorlama!'' dediğimde korkuyla ''Yapamazsın eğer benden başka çaren olsaydı burada olmazdın! İstediğin cevapları bende aramazdın!'' dedi ama sesinden dediklerinden çokta emin olmadığı belliydi.

Dudaklarım kıvrıldı. ''Denemek ister misin?'' dedikten sonra silahı alnına biraz daha yasladım , elim emniyetine gittiğinde açtım. O tık sesi duyduğunda korkuyla gözlerini yumdu.

''Dur! tamam, tamam! Anlatıcam!'' diyerek yalvarmaya başladı. ''Zaten ne biliyorsam anlattım. Düzenli para akışı hesabıma sağlanıyordu. Bu kız, on üç yaşına gelene kadar sürdü. Birden para gelmemeye başladı. Yönetim tahinim için baskı yapmaya başladı. Alin'i orada kayıtsız tuttuğum öğrenilseydi , kötü olurdu. O zamanlarda Uğur Bey kızı evlat edinmek istedi. Yüklü miktarda parada verince kabul ettim. Evrak işlerini bahane ederek işi uzatmaya çalıştım. Rasim Bey'e ulaşmaya çalıştım ama adam ortalıktan kaybolmuştu. Sonra bir gece yurttan çıkmış , evime giderken siyah maske takmış adamlar kesti önümü. Kızı Uğur Bey'e vermemi istediler.'' dediğinde Gökhan heyecanla araya girdi. ''Daha önce görmüş müydün o adamları? Yada hatırlayabileceğin bir detay var mı?'' dediğinde müdire düşünmeye başladı.

Evet anlamında başını salladı. ''Evet , benimle konuşan adamda dahil hepsinin sağ elinin üstünde büyük bir akrep dövmesi vardı. Tehdit etti beni. Eğer Alin'i , Uğur'a vermezsem yaptığım usulsüz tüm işleri ifşa edeceğini söyledi. Korktum. İstediğini yaptım. Kızı Uğur Alkın'a evlatlık verdim. Hayatını kurtardım ben o kızın! Adam zengindi!'' dediğinde daha fazla dayanamadım. Ellerim sanki benden bağımsız boğazına yapıştığında nefes alamadı. Yüzü nefessizlikten kızarırken, elimden kurtulmaya çalışıyordu. Kendini kaybetmeden önce ellerimi boğazından çektim.

''Hayatını kurtardın öyle mi? Hayatını kurtardın!'' dediğimde evet anlamında başını salladı. ''Şimdi de kendi hayatını kurtar o zaman bakalım!'' dediğimde polislerin siren sesi olduğumuz apartmanın civarında yakılandı. 

Tedirgince ''Ne oluyor?'' dedi. Silahı Gökhan'a uzatırken ''Yeni hayatın başlıyor Müdire! Her şey daha yeni başlıyor!'' dedim. Çantamı alıp evden çıkarken, Gökhan'da avukat kimliğine büründü. Kadını polislere teslim ediyordu. Bugüne kadar yaptığı tüm kanunsuz işleri kanıtlarıyla beraber polislere teslim ettik.

Tabi Alin Alkın için olan kısımlar işin içinde yoktu. Çünkü kendim için adaleti , yine kendim sağlayacaktım. Kendi cezamı, yine kendim kesecektim. Onu öldürmeyecektim. O zaman kolaya yoldan kurtulurdu . Hapiste her gün ölecekti. Çünkü gideceği cezaevinde, ona oyun arkadaşları ayarlamıştım.

Apartmandan herkesten önce indim. Gökhan'ın arabasının önüne geldiğimde ,  kalçamı kaputa yasladım. Ellerimi göğsümde birleştirdim. Apartmanın giriş kapısındaki gürültüyle oraya baktım. İki kadın polis, Müdirenin koluna girmişti. Başını önüne eğmiş, ellerine kelepçe takılmış götürülen kadını izliyordum. Devran dönmüştü. Uğur beni evlat edindiği gün , oda odasının camından aynı benim gibi ellerini göğsüne bağlamış ifadesizce gidişimi izlemişti. Şimdi bende onu aynı şekilde izliyordum.

Farklı zaman , aynı manzara.

Aramızdaki fark ise;  o gerçekten parmaklıklar arkasına götürülürken , ben görülmez parmaklıkların arkasına götürülmüştüm. O gerçekten hapis edilirken , benim hapishanem evlat edindiğim adam ve onun çok önemli soyadıydı. İkisi de kafesti. İkisi de tutsaklıktı. İşte şimdi ödeşmeye başlamıştık.

Tam önümden geçerken başını kaldırdığında  göz göze geldik. Dudaklarım keyifle kıvrıldı. ''Kimsiniz diye sormuştun ya kapıda?'' dediğimde müdire ve polisler durdu. İfadesizce ''Ben o kızım.'' dedim ve ekledim. ''Sözde hayatını kurtardığın, o kızım!''

Şaşırdı. Olduğu yerde kaskatı kesildi. Önce saçlarıma baktı. sonra gözlerime baktı. Baştan aşağıya beni süzdü. ''İntikam güzel şey değil mi Semiha Hanım?'' diye sorduğumda bakışlarını kaçırdı. Derin nefes aldıktan sonra samimiyetle gülümsedim. ''Merak etme sana temiz çamaşır gönderirim.'' sözümü bitirmemle polislere baş selamı verip, müdireyi polis arabasına götürmelerini izledim.

Bir hesap daha kapanmıştı. Bir defter daha dürülmüştü. Bundan sonra neler olur bilinmezdi. Ama ne olmayacağı belliydi. Hedef şaşırmayacaktım. Hedefimi şaşırtmalarına izin vermeyecektim. Beni çekmeye çalıştıkları tuzağa bugünde düşmemiştim.

Polisleri ben çağırmamıştım. Eve yapılan baskını ben planlamamıştım. Evet onu hapse gönderecektim ama bunu henüz yapmayacaktım. Polisler gelmişti çünkü gönderen kişi öfkeme yenileceğimi düşünmüştü. Belki de kadını öldüreceğimi, bunun üzerine de polislerin beni o halde basacağını düşünmüştü.

Şunu söylemeliyim ki oldukça ahmakça bir düşünceydi. Beni hafife almıştı. Tabi bir diğer ipucu da evde bulduğum dinleme cihazıydı. Müdireyi koltuğa oturttuğumda sandalye almak için masanın yanına gittiğimde, dinleme cihazını fark etmiştim. Ama fark etmemiş gibi yaptım. Benden önce o eve zaten birisi girmişti. Ve bende dinleme cihazını bulmama rağmen istediğini almasına izin verdim. Oyununu oynamasına , kazandığını düşünmesine izin verdim. Tabi benim kurallarımla.

Mesela Rasim Demirhan'ı kimin yönettiğini tahmin ediyor, bu işin başındaki kişiyi müdirenin bilmediğini de biliyordum. Beni evden çıktığımdan beri takip eden , eve dinleme cihazını koyan kişiyle aynıydı. Kurduğum plan tıkır tıkır işlemişti. Bir kez daha beni tuzağa çekmek isteyenleri , kendi tuzaklarıyla avlamıştım.

İzlenme hissiyle kafamı kaldırıp etrafa baktığımda camları filmle kaplı siyah aracı gördüm. Fazla uzakta değildi. Hiç uzaklaşmamıştı. Yola çıktığımdan beri peşimdeydi. Dudağım soğuk bir ifadeyle yukarıya doğru kıvrıldı. Başımı hafif eğerek arabadaki yabancıya selam verdim. Sonunda anlamıştı. O dakika da aracın sinyal ışıkları yanıp söndü. Ve o da kendi yöntemiyle bana selam verdi. Daha sonrada beni arabada bekleyen Gökhan'ın yan koltuğuna oturdum.

Maviş bakışları, buzullarımı bulduğunda "Ucuz kurtulduk. " Diye mırıldandı. Haklıydı. Silahlı olduğunu , evini bastığımızı müdire ötmesin diye değişik tehdit cümleleri üretmek zorunda kaldı. Gökhan avukat kimliğini korumalıydı. Çünkü Gökhan'ın maskesi de buydu.

"Demek evini bastığımızı polise anlatmaya kalkarsa onu tansiyon ilacıyla zehirleyip, romatizma ilacıyla öbür tarafa gönderirsiniz ha! " Diyerek kahkaha attım. Gülüyordum ama bunu müdireye söylerken gayet ciddi ve sertti.

Bu aralar ne de çok güler oldun ,Roz. Fakında mısın? Biz artık bize koyulan kuralları da yıkmaya başladık-

"Gülme!'' diyerek ters ters baktı. ''Kadın kaç yaşına gelmiş zaten gidici, bu kadını başka neyle tehdit edebilirsin ki?! " diyerek dünyanın en mantıklı savunmalarından birini yaptı.

Sokrates bu savunmayı görse, mezarından kalkardı. Hatta Gökhan'ı bulur , üstadımız diyerek ayaklarına kapandırdı.-

"Haklısın. Kesinlikle öyle tabi. Ama yine de son dediğin biraz fazla saçmaydı sanki? " Dediğimde "Hangisini diyorsun? " Diye sordu.

"Kadını, yüzünü kaçak malzemelerle Botoks yapmakla tehdit etmeni diyorum!" Yüzünü bana döndürdüğüne "O kırışıklıklar başka türlü yok olmaz ki? Bu ona iyilik bile sayılırdı aslında." sona doğru kendi kendine düşünürmüş gibi mırıldandı. Kıkırdadığımda oda bana eşlik etti. Bizi takip eden araç selamımı aldıktan sonra çoktan ortalıktan kaybolmuştu.

Arkasına yaslandı. "Ee şimdi ne yapıyoruz patron?! " diye sorduğunda yoldaki bakışlarım onun maviş gözlerini buldu.

"Dilara'nın bahsettiği silah sevkiyatı işini çözmemiz lazım. Benden saklamalarının tek sebebi engel olacak olmamdır. Anlamadığım Miran Efe'yi neden özellikle bu plandan uzak tuttular? Neyse , demek ki silahları sattıkları her kimse tıpkı benim gibi onunda hoşlanmayacağım biri."

"Katılıyorum. Bu meseleyi de çözmek gerek. Anasını satayım neden tek tek gelmiyorlar bunlar lan! Ne düşüneceğimi şaşırdım! " Diyerek direksiyona vurdu.

Omuzlarımı silktim. "Çünkü çevremiz çakal sürüsüyle çevrili. Haklı olarak birini atlatmadan, direği atağa geçiyor. " Dedim.

"Çok doğru valla! Yeminle öyle! En sonunda tutacak Ankara damarım o olacak?! " Dediğinde şaşkınca baktım. "Ankara damarın tutarsa mesela , ne olur ki?" diye sorduğumda "Onu söyleyemiyoruz maalesef. Atınca görürsün! " diyerek gizem yarattı.

"Öyle olsun bakalım." dedikten sonra önüme döndüm. ''Ama bu merak etmediğim anlamına gelmesin.''

Ağır abi edasıyla ''Sen yine de çok merak etme. Ankaralının yumruğu sert, yüreği merttir, canını sıkarsan başına derttir!'' dediğinde güldüm. Hatta kahkaha attım. Bunu söylerken yüzü çok komikti.

''Ben nereliyim acaba?'' diye sessizce mırıldandım. Gökhan'ın merhamet dolu bakışları bana çevrildiğinde saçımı karıştırdı. ''İstesen bir telefonla öğrenirsin ama sen onları araştırmak istemiyorsun.'' dedi. Bende bakışlarımı ona çevirdim. ''Öyle ,ben...alışmak istemiyorum,'' sözümü bitirmeden tamamladı. ''Kimse senin varlığına alışmana bile izin vermedi dimi?'' diye sordu. Sustum. Ben yine sustum , Gökhan yine anladı.

Kısa bir sessizlikten sonra "Ee! Gecelere akalım mı bu akşam? " diye çapkınca göz kırptım. Kaşlarını çattı. Dehşet dolu bir ifadeyle "Kız senin içine ne kaçtı?! Bugünlerde beni çok şaşırtıyorsun valla. "Diye sorduğunda kıkırdadım.

" Valla bilemiyorum. Sen cevap ver akıyor muyuz? " diye tekrar sordum. Bana gözlerini kısarak baktı. Sanırım bana güvenmiyordu. ''Neden bu işin içinde bir boklar varmış gibi hissediyorum ben?!'' dediğinde omuz silktim.

<>

"Ben zaten sen geceler falan deyince bir bokluk olduğunu anladım. Anladım da, ben neden buradayım o zaman lan!''

''Sana uyan aklımı silkeleyeyim ben! Hep o buzul bakışlarınla korkutup , yaptırıyorsun istediklerini bana!''

'' Hayır ben avukatım , avukat! Ben burada karısını aldatmaya gelmiş , içi geçmiş kart bunaklara içki dağıtmak zorunda mıyım?! Yok lan bu gece milattı. İlişkimizi gözden geçiriyorum!''

''Kov beni Roza! Hemen şimdi, şuan kov beni!"

Kaçıncı olduğunu bile saymayı bıraktığım Gökhan'ın homurdanmalarını takmadan gözümle etrafı aramaya devam ettim. Kulağımdaki kulaklığa sanki saçımı düzeltiyormuş gibi yaparak ,dokundum. ''Neden kendin istifa etmiyorsun?'' diye sordum.

Bakışlarım onu bulduğunda , tam karşımda genç bir çifte içki servisi yapıyordu. ''Ben istifa edersem tazminatımı alamam. Bu yüzden sen beni kov ki, tazminatımı talep edebileyim.'' dedi.

Gökhan'ın şu tazminat aşkı , benim vahşet sevgimle yarışır.-

''Oldu paşam , başka?''

''Birde zahmet olmazsa ,ben müdahale etmek zorunda kalmadan, hemen sağında sana sulanan yavşağı gönder. Yoksa ben onu öbür tarafa vizesiz göndereceğim!'' dediğinde bakışlarımı sağıma çevirdim. Benim yaşlarımda , içmekten çoktan kafası uçmuş bir genç vardı. Arsızca , çekinmeden beni süzüyordu. Gideri vardı. Fakat tipim değildi. Zaten buraya elbette içip, eğlenmeye gelmemiştim. Uğur'un silah sevkiyatıyla ilgili ipucu bulmak için buradaydım.

Kılık değiştirmiştik. Bugün burada Roza değildim. Çünkü burada olduğumdan Uğur'un haberi olmamalıydı. Eğer burada olduğum bilinirse sevkiyattan haberim olduğu da öğrenilirdi. Alıcıyı öğrenmeden hata yapamazdım.

Bulunduğumuz gece kulübü ünlü bir mekandı. Uğur'un arkadaşlarından birinin oğlu, Poyraz'ın mekanındaydık. Poyrazla aramızda beş yaş vardı. Bir ara buraya geldiğimde beraber bir şeyler içmiştik. Samimi değildik. Aramız ne iyiydi , ne de kötü . Tabi bu benim Yusuf'u içeri attırmama kadardı. Yusuf , onun elinin altındaki adamlardan biriydi. Kuklasını kaybedince haliyle bana karşı cephe aldı. O yüzden ona güvenemezdim. 

Mekan  iki kattan oluşuyordu en alt katta eğlenmek için gelen , daha çok gençler oluyordu. Büyük bir mekandı. En üst katta ise genelde VIP üyeler olurdu. Roza olarak oraya rahatlıkla defalarca kez girmiştim.

Tabi Poyraz sadece gece kulübü işletmiyordu aynı zamanda ülkede ki her türlü silah sevkiyatından da sorumluydu. Eğer biri,  birine silah satacaksa onun güzergahlarından geçmek ve para ödemek zorundaydı. Oda karşılığında silahlar teslim edilene kadar malları korumakla yükümlüydü. Yer altının bilindik isimlerindendi. 

"Bak bak gevşeğe bak nasıl da sırıtıyor! Gel şöyle yumruğu yüzümün ortasına göm, Allahıma kavuştur beni diyor!''

Elimdeki bardağın içinde kalan kokteyli dudaklarıma yaklaştırırken ''Papatya çayı?'' diye sordum. Benim aksime öfkeyle ''Tarlayı boylamasına ağzıma soksan fayda etmez.'' dedi. 

Elimdeki içecek bittiğinde barmenden alkolsüz bir karışım daha istedim. Bugün sarhoş olamazdım. Ayık kalmalıydım. Gerçi her içki kolayla çarpmazdı ama tedbiri de elden bırakmamalıydım.

''Bugün çok asabisin! Biraz sakinleşmeye ne dersin?''

''Sakinim ben! Nerde bu tipine soktuğum ya?! Ne kadar daha bu kafamı kaşındıran lanet olasıca perukla takılacağım ben?! " dediğinde hafifçe kıkırdadım. Sakinim diyordu ama son yarım saattir aralıksız ne görürse sövüyordu. Peruklar, Gökhan'ın nefret ettiği şeylerde ilk beşe bile girebilirdi.

''Lan gülme! yanındaki ve etraftaki aç sırtlanların dikkatini çekiyorsun! Yanlış anlama kısa bir sürelik gülme sonra gül tabi . Ama ben bu şerefsizlerin ağzını kıramadığım için şuan gülme! Yoksa,'' daha fazla uzatmasın diye araya girerek ''Anladım ben Gökhan , tamam.'' dediğimde ''Ne anladın amına koyayım , ben bile ne dediğimi anlamadım ki!'' diyerek isyan ettiğinde gülmemek için dudaklarımı birbirine bastırdım.

''Bak Rozam! Ben senin kıyafetine karışacak bir abi değilim , biliyorsun! Sana bakacak adama etek giydiririm , sana bakamayacak hale getiririm! Zaten sende kendini korursun ama neden benim yanında olamadığım zamanlarda bu kadar dikkat çekici oluyorsun? Etrafta şerefsiz çok. Sorun değil ben hepsiyle özenle , şevkle ilgilenirim. Ben senin açından diyorum. Görüntü kirliliği bu şerefsizler! '' diye masum sesiyle sorduğunda ona kanmadım.

Saçlarımda sarı bir peruk ,dudaklarımda kırmızı bir ruj ve gözümde yeşil renk lenslerim vardı. Üzerimde ise kısa sayılacak kırmızı , ince askılı üzerime yapışan bir elbise vardı. Yine aynı tonlarda ojelerim ve kırmızı ince şeritli topuklularım ile bambaşka biri gibiydim. Genelde elbiselerde siyahtan yanaydım. Kırmızı renk bana biraz iddialı geliyordu. Göze çarpmak gibi bir derdim olmadığı için tercih etmezdim.

(Rozamızın Bahsettiği Elbisesi)

''Bugün amacım dikkat çekmek çünkü!'' dediğimde '' Atma şu zehirli oku!'' diyerek yakarmaya başladı. ''Bir şey demiyorum , neden geldiğimizi hatırlatıyorum sadece!'' dedim.

''Bak bak amına koyduğuma bak! gözleri nerelerde oyalanıyor! Yok Gökhan , Hayır Gökhan! Şuan o adamın gözünü yerinden çıkaramayız, Gökhan! Görevdesin! Bakma! Bakarsan dayanamazsın!''

Bir kaç dakikalık sessizlikten sonra , Gökhan öfkeli soluklarıyla elindeki içecekleri başka bir garsonun eline tutuşturdu. ''Yok ya , ben bunun cibiliyetini silkeleyeceğim!'' dedi . Tam hırsla buraya gelecekti ki , VIP üyelerin çıktığı teras katının kapısı açıldı. Gökhan'da böylece kendine gelmişti.

Poyraz önde , yanında da tıpkı kendi gibi takım elbiseli iri yarı bir başka adamla konuşarak merdivenleri iniyordu. Adamın kaşları çatıktı. İkisinin de elleri cebindeydi. Onların hemen arkasında da ikisinin adamları biraz geriden takip ediyorlardı. Bulunduğumuz kata indiklerinde koltukların olduğu , geniş bölümde bir locaya oturdular. Surat ifadelerinden bir şey okunmuyordu.

Poyraz'ın yanındaki kimdi? Yer altı dünyasını tanırdım. Çünkü Uğur'da onlardan biriydi. Tabi Uğur açık açık tarafını belli etmezdi. Ama yer altında herkes , herkesi tanırdı. Ben bu adamı tanımıyordum.

''Bu ne biçim bir peruk lan ?! Kafamı bitlenmişim gibi kaşındırıyor, odaklanamıyorum! Bir daha saçımı boyatırım da yine de takmam şu lanet olasıca şeyi!'' dediğinde bakışlarımı gelenlerden çekmeden Gökhan'a cevap verdim. "Yakıştı aslında sana , neden öyle diyorsun ki? Değişik bir hava kattı . " dediğimde Gökhan'ın koyulaşmış maviş bakışlarını üzerimde hissettim.

"Sus Roza! Yoksa senin saçlarını yolar kendime peruk yaparım !'' ağzımdan kınar gibi onaylamaz mırıltılar çıkardım. ''Hiç yakıştıramadım. İnsan hiç kardeşini tehdit eder mi?'' dediğimde bir kaç dakika ses vermedi. Saf merakla ''Kardeşimsin dimi la?'' dediğinde dudaklarımı birbirine bastırdım. 

Bunu benden duymak her seferinde onu ayrı mutlu ediyordu. Biliyordum , kan bağımız olmasa da, o benim abimdi. Öz abilerimden daha çok abimdi belki de. Sonuçta bana hiç bir zaman ön yargıyla yaklaşmamış , hata yapsam bile her zaman arkamda durmuştu. Gökhan iyi ki vardı.

''Öylesin. Öyleyim!'' dedikten sonra ona göz kırptım. ''Şimdi işimize odaklanalım. Masaya içki götür , bakalım ne konuşuyorlar?'' dediğimde fark ettirmeden onlara yaklaştı. Bende arada bir o tarafa bakıyordum. Fark edilmemek için daha çok piste bakmaya çalışıyordum.

Gökhan oradan ayrıldıktan sonra barmenin yanına , yani benim hemen yanıma gelerek sipariş edilen içkileri söyledi. İçkiler hazır olana kadar sessiz bir yere geçti. Daha sonra kulağımda sesi yankılandı.

''Yanındaki adam alıcı gibi duruyor , ben gelince konuşmayı kestiler.'' dediğinde derin nefes aldım. Tahmin etmiştim. Elbette Gökhan varken konuşmazlardı. ''O masaya oturmalıyım.'' diye mırıldandığımda ''Sen onu oyalarken bende işimize yarayacak bir şeyler bulacağım?'' diye sordu.

''Poyraz'ın VIP katında odası var. Genelde diğer işleri de oradan yönetir. Bir anahtar kendisinde ,diğer anahtarda sağ kolunda olur. Bir şekilde sağ kolundan anahtarı alman gerek.'' diyerek onu onayladım. Ve basitçe yapacaklarımızı anlattım.

''Onu nasıl yapacağımı da söylersen süper olurdu aslında?'' diye mırıldandı.

''İçkileri al ve yavaşça arkamdan gel!'' dediğimde oturduğum koltuktan kalktım. Cevabını beklemedim. Pistte birbiriyle adeta bütünleşirmiş gibi dans eden insanlara temas etmemeye çalışarak geçtim. Pistin önünde sahne vardı. Onlar sahnenin karşısında oturuyorlardı.

Gökhan'ın bir kaç adım arkamda olduğunu biliyordum. Bu yüzden hemen yan tarafımda dans eden kıza fark edemeyeceği şekilde çarptım. Gökhan'ın elindeki tüm içki kızla üzerimize döküldü. Tüm mekan kızın çığlığıyla buraya bakmaya başladı. Bana bağırması gerekirken öfkeli bakışları Gökhan'daydı.

Yalnız o nasıl bir ses , o nasıl bir çığlık. Opera düşünür müsünüz?-

Elleriyle saçını geriye atarken ''Ne yapıyorsun sen geri zekalı!'' diyerek üzerini gösterdi. ''Milyarlar ödeyerek Paris'ten aldığım elbisemi ne hale getirdin!?'' diye öfkeyle tekrar çığlık attı. Benim üzerim kırmızı giydiğim için fazla belli olmuyordu. Zaten çoğu içki kızın üzerine dökülmüştü. Renginin beyaz olması da kötü bir şanstı. Bir başka garsonun verdiği mendille sadece ıslak gibi gözüken lekeleri siliyormuş gibi yaptım.

Asla aldığı yeri ve fiyatını belli etmedi. Ne kadar da mütevazi.  Ayrıca bu ses , bu tizler falan yazık olmuş bu kıza , kesinlikle opera düşünmeliymiş.-

''Kusura bakmayın efendim , siz çarpınca,'' dediğinde öfkeyle sözünü kesti. ''Çapınca derken , sen bana çarptın!'' diyerek bir kez daha Gökhan'ı suçladı.

Hayır , ben sana çarptım. Sende haliyle Gökhan'a çarptın. Yani sonuç olarak sizi ben çarpıştırdım.

''Hayır,'' diyerek suçlu bir ifadeyle, nihayet bakışlarımı elbisemden kaldırdım. ''Ben sana çarptı. O deyil!'' dedim. Türkçem düzgün değildi. Yeri geldiğinde çok güzel yabancı aksanı yapardım. Bugünde Türk değil , İtalyan'dım.

Kız bana cevap vermeden nihayet Poyraz ayağa kalkıp yanımıza geldi. Tamda istediğim gibi. Neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Kızın üzerine baktı. Sonra yerde kırılmış olan bardaklara. ''Pardon hanımlar , neler olduğunu öğrenebilir miyim?'' diyerek kibarca gülümsedi.

''Bu garsonun dikkatsizliği yüzünden elbisem berbat oldu! daha ne olacak!? Şikayetçiyim! Bu yeni sezon bir elbise ,'' dediğinde sanki başka bir kelime bilmiyormuş gibi araya girdim. ''Hayır , ben çarptı size! Döküldü sizin üzerinize! Onun suç yok!'' dedim.

Bu kez Poyraz'ın bakışları beni buldu. Baştan aşağıya ağırca süzdü. Bu şerefsizin bir diğer manyaklığıysa deli gibi kırmızı takıntısı vardı. Bu yüzden beni fark ettiğinde bu aç bakışlarıyla karşılaşacağımı zaten biliyordum. İstediğimde buydu.

Poyraz yanındaki sağ koluna tek bakışıyla Gökhan'ı işaret etti. Anlık bakışlarımız  Gökhan'la kesişti. İkimizde yapmamız gerekeni biliyorduk. Bu sessiz bir onaydı. ''Lütfen kusura bakmayın , merak etmeyin size yaptığı dikkatsizlik cezasız kalmayacak!'' diyerek çarptığım kıza samimiyetle gülümsedi.

''Böyle iş bilmez insanları işe alırken daha dikkatli olmanızı öneririm , herkes benim gibi anlayışla karşılamaz!'' diyerek öfkeli adımlarla tahminimce lavaboya gitti. Kızın yanımızdan ayrılmasıyla Poyraz, elini bana doğru uzatıp ''Poyraz Yılmaz , mekan sahibiyim!'' dedi. Bir yanda da çapkınca gülümsedi.

Tamda tahmin ettiğim gibi. Beni bu gece hiç şaşırtmayacaktı anlaşılan. Bundan sonra yapmam gereken tek şey , Poyrazı oyalamaktı. Gökhan'a zaman kazandırmalıydım.

Aynı onun gibi gülümsedim. ''Adelina Conte'' dedim. ''Memnun oldum Adelina.'' diyerek kibarca elimin üzerini öptü. Gözlerim saniyelik başından beri locadan kalkmayan , sıkılmış olduğunu belli ederek etrafa bakış atan adamı bulduğunda fark etmeden hemen Poyraz'a geri çektim.

''Senin elbisende sorun var mı?'' diye sorduğunda başımı hayır anlamında salladım. '' Ben dikkatsiz. Özür dilerim.'' diye utançla mırıldandım. Samimiyetle gülümsedi. ''Hiç önemli değil. Lütfen kendini suçlama. Hem böyle bir olay yaşanmasaydı tanışamayacaktık.'' demesiyle utanmış gibi bakışlarımı kaçırdım. Bunu fark ettiğinde dudakları kıvrıldı. ''Nerelisin Adelina?'' diye sordu.

''Sen bil!''

''Hafif bir İtalyanlık seziyorum ama?'' 

''Evet!'' diyerek heyecanla ellerimi çırptım. 

Çok salak bir karakter olduk-

 Kafasını arkaya atarak kahkaha attığında , utanmış gibi tekrar bakışlarımı kaçırdım. ''Bildi sen , ben tatil burda. Eğlenmek geldi buraya. '' diye mırıldandım.

''Türkçeniz hala geliştirme aşamasında sanırım.'' diyerek çapkınca göz kırptığında, kibarca gülümsedim. ''Ben çalışıyo. '' dedim.

Elini belime attığında rahatsız olsam da bunu yüzüme yansıtmadım. Eliyle locayı işaret ettiğinde ''Yalnızsanız eğer eşlik etmek isterim.'' dedi. Evet anlamında kafamı salladığımda belimde ki eliyle kalktığı locaya oturduk. Biz yaklaştıkça ortağı olacak adamın bakışları daha da çatılıyordu. Sanırım onları bölmemden rahatsız olmuştu.

Rahatsızsa gitsin. Bizimde işimiz gücümüz var!-

Beni işaret ederek, sorgulayıcı bakışlarla ''Hayırdır?'' diyerek göz kıptı. Poyraz onun aksine gevşek gevşek  ''Hayır , hayır.'' dedi. Yan yana oturduğumuzda eli hala belimdeydi ve olduğu yeri okşuyordu. 

Hayır, elini kırmamam lazım. Sakın!

''Senin pezevenkliğini izlemek için gelmedim ben buraya biliyorsun dimi?'' dediğinde heyecanla araya girdim.  ''Ben biliyor onu! Pezevenk içiçek! Bende istiyor!'' diyerek Poyraza baktım. İkisinin de bakışları bana döndü. Poyraz kahkaha attığında , karşıdaki adam öylece bana bakıyordu. Yüzünde daha çok sorgulayıcı bir ifade vardı.

Tanımadığım bu yabancının hemen sağ tarafında ellerini arkada bağlamış dikilen adamsa ağzının içinde mırıldandı. ''Lan bizim millet bir kez şaşırt be!'' dedikten sonra bana bakarak ''Sen yine de herkesin içinde bunu dile getirme bacım!'' dedi. İçimden gülmek istesem de kaşlarımı çattım. ''Neden , içmek istiyo ben!'' dedim.

Kızım sen ne zamandır bugünü bekliyorsun?-

Karşımdaki yabancı adam sabırla eliyle yüzünü sıvazladıktan sonra ''İçecek değil çünkü o!'' dedi. Ayakta dikilen sırık ise patronunun cümlesine kendince ekleme yaptı.  ''Kötü bir kelime o , cıs!'' dedi. Sanki karşısında beş yaşında bir çocuk varmışçasına bana anlatmaya çalışıyordu.

Ben bu tatlı korumayı sevdim Roz.  Bunu çatışma çıkarsa falan öldürmeyelim. Evimizde besleyelim.-

Patronu başını kaldırıp sorgularcasına sağ koluna baktığında  ''Ne, ne yapsaydım abi?! Herkesin içinde ben pezevenk istiyorum mu deseydi kız!?'' diyerek kendini savundu.  Aslında müzik sesi yüksekti ama fazla uzak olmadığı için konuşulan her şeyi rahatlıkla duyuyordum. 

Yanımdaki Poyraz içecek bir şeyler getirmesi için garsonun tekini çağırdı. Bana ne içmek istediğimi sormadı. Umarım düşündüğüm içkiyi getirmez yoksa işler çığırından çıkardı. Karşımdaki yabancıyla gereksiz bir kaç konuyu konuşmaya başladıklarında bir kulağım onlardaydı ama bunu yansıtmıyordum. Aksine konuştukları şeyi anlamıyormuş gibi yapıyordum.

''Senin için ne hallere girdiğimi ah bir bilsen maaşıma zam yapardın Roza!'' diye sinirle homurdanan Gökhan'ın sesi kulağıma dolduğunda kaşlarımı çatmamak için direndim. Ne hale gelmişti ki?

''Var ya hep bu iyi niyetimden kaybediyorum ben?! Hep senin o buzul ama masum bakışlarına kanıyorum! Yok arkadaş bu geceden sonra seninle arama mesafe koyacağım ben!'' diye sinirle homurdanıyordu. Cevap veremiyordum ve bu daha da meraklanmamı sağlıyordu. Umarım anahtarı alabilmiştir.

''Çüş be bacım! Az kalsın namusum elden gidiyordu! Hayır çok yakışıklı , seksi ve kaslı olabilirim. Ama bu beni ayakta götürebilecekleri anlamına gelmiyor ki!'' dediğinde gülmemek için kendimi sıktım. Sanırım benimle değil kendi kendine konuşuyordu. Şuan her ne yaşıyorsa bizzat onu izlemek isterdim.

Gökhan'ın konuşmalarına daldığımı fark ettiğimde karşımdaki yabancı ''Sen şimdi bilmediğini iddia ediyorsun öyle mi?'' diye sordu. Tabi bu sırada da sipariş edilen içecekler dağıtılıyordu.

Poyraz aldığı içeceği benim önüme koyarken sorduğu soruya cevap verdi. ''Bilmiyorum Ömer! Benden habersiz iş yapıyorlar,'' dediğinde adam yapay bir kahkaha attı. ''Oğlum senden habersiz bu işlerde kuş uçmaz bilmiyor muyuz sanki!'' diyerek cevap verdi.

Poyraz bana bir bakış attıktan sonra , kaşlarını çatarak ''Demek ki uçuyor amına koyayım! Adamları kaç defa uyardım. Söz dinlemiyorlar!'' diyerek öfkeyle tersledi.

Konu neydi?

''Siktir!'' diye bağıran Gökhan'ın sesi tekrar kulağımda yankılandı. Bu çocuk ne yaşıyordu? ''Mal herif! Al bastın boka! Kardeşim yol ortasında yapılacak şey mi bu! Benim masum psikolojimi, zihnimi ve fikrimi kirletmeye ne hakkınız var ulan sizin! Konuşma! Kırarım ağzını! '' diyen sesi tekrar kulağıma geldiğinde yüzümü ifadesiz tutmak için bu sefer oldukça çaba sarf ettim.

Ne yaşanıyor şuan-

''Valla ben anlamam. Eğer eskisi gibi ağırlığın yoksa çekil bu işlerden!'' diyen , isminin Ömer olduğunu öğrendiğim yabancıya ellerini belimden çekerek cevap verdi. ''Ne o? Yerimde gözün olduğunu düşünmeye başlayacağım bak!'' diyerek açık açık ağzını aradı. Düşünmesine gerek yoktu. Karşımdaki bu adam her kimse zaten bu işlerde yeri sağlam olan biri olmalıydı. Yoksa Poyraz'la bu şekilde rahat konuşamazdı.

Ömer denilen adamsa , hiç çekinmeden ona küçümseyerek baktı. İçki bardağını dudaklarına yaklaştırırken ''Benim gözüm aşağılarda değil ,o yüzden rahat ol sen!'' dedi.

Ovv! Poyraz'ın nabzını bir kontrol mu etsek Roz. Bu laftan sonra hala yaşıyor mu?-

Bu adam her kimse bir şeyler dönüyordu. Ondan belki işime yarayan şeyler öğrenebilirdim. '' Senin ad ne?'' diyerek sevimli olduğunu düşündüğüm bir ses tonuyla mırıldandım. Bütün bakışlar bana döndüğünde gerilmedim değil. Tabi bunda adamın çatık kaşlı , ciddi ifadesi de etkiliydi.

Ömer denilen adam ağzını açtığında , yanındaki koruma ''Karışık oralar bacım , sen hiç girme!'' dedi. Ömer'in bakışları onu bulduğunda seslice yutkundu. ''Ne oldu abi?'' diye masumca sordu. 

''Oğlum sen neden her lafa atlıyorsun?!'' diye sert ve kalın sesiyle sordu. ''Aşk olsun abi,'' diye alınganca cevap verdi. Ömer denilen adamsa bu cevaba sabır çekerek karşılık verdi. ''Bu gece çok gevezesin Orçun, ses tellerini tek tek yerinden sökmek zorunda bırakma beni!'' diye kibarca uyardığında koruması ağırca yutkundu. ''Nasıl istersen abi.'' diye mırıldandı.

Bu sefer Poyraz'a döndü bakışlarım. Dudaklarım büzülürken ''Ben anlamadı.'' diye masumca sordum. Poyrazın bakışları anında dudaklarıma düştüğünde yaptığım salaklıktan sonra gerildim. Ama geri çekilmedim. Karşımızdan gelen öksürük sesiyle , Poyraz'ın sinirli bakışları Ömer denilen adamı buldu.

Tahammülü kalmamış gibi ''Hadi sen siktir git artık! Konuştuk konuşacağımızı! Bitti.'' diyerek kibarca kovdu. Ömer'in bakışları alaylıydı. ''Neden gideyim? Mesela Sinemi açık açık aldatabil diye mi?'' diye sordu. Poyraz'ın gerildiğini hissettim. 

Sinem , Poyraz'ın eski nişanlısıydı. Evlenmeleri tamamen babalarının isteği üzerineydi. Poyraz her fırsatta Sinem'i aldatırdı. Sinemse deyim yerindeyse köpek gibi aşıktı Poyraz'a. Boynuzlanmasına rağmen her seferinde affederdi. Ayrıldıklarını duymuştum ama tekrar barıştıklarını şimdi öğreniyordum. Açıkçası ikisi de , ilişkileri de hiç ilgi alanıma girmiyordu. 

''Sinem'i karıştırma!'' diyerek sertçe uyardı. Ömer denilen adamsa yüzündeki alayı hiç bozmadan ''Ben değil , sen karıştırıyorsun!'' diyerek cevap verdi. Poyraz'ın aklını dağıtmam gerekiyordu çünkü sağ kolu nereden baksan yarım saattir ortalıkta yoktu. Ve bunu fark ederse bir terslik olduğunu düşünebilirdi.

''Keşke avukat olmak için dört yıl sürünerek okumak yerine, direk hırsız olsaymışım. Bu meslek bana daha uygun.'' diyen Gökhan'ın sesi tekrar kulağımda yankılandı. ''Resmen açamayacağım cam ,kapı, pencere yokmuş yahu!'' dedi.

''Gitmiyorum ben bir yere! Rahatsız olanda nişanlısını aldatan da sonuçta sensin!'' diyerek rahatça arkasına yaslandı. Poyraz elini tekrar belime attıktan sonra vücudumu kendisine yasladı. Olduğum durumdan çok rahatsızdım ama bunu belli etmek istemiyordum. Bu yüzden bende elimi onun bacağının üzerine koydum. Yoğun bakışları bana döndüğünde kendimi kurdun önüne atılmış kuzu gibi hissettim.

Bu aç ayı bizi yer , yutar Roz. Dua edelim de Gökhancığım işini çabuk halletsin!-

Eli yüzüme gittiğinde yanağımı okşadı. Kendimi gerçekten iğrenç hissediyordum. Yanağımı buradan çıktığım gibi çamaşır suyuna bastıracaktım. ''İtalya da mı yaşıyorsun Adelina?'' diye sordu.

''Hayır , ben yaşamak Yunanistan. Benim Mama Yunan. Baba İtalyan.''

''Senin genler çok sağlam o zaman bacım.'' sevimli korumanın sesini tekrar duyduğumda ona tatlı olduğunu düşündüğüm bir gülümseme sundum. Sanırım biraz geveze biriydi.

''Ama sen kendini İtalyan olarak görüyorsun sanırım.'' diyense Ömer denilen adamdı. Kaşlarım çatılacak gibi olsa da kibarca gülümsedim. ''Sayılır.'' diye kısa kestim.

''Daha önce karşılaşmış olabilir miyiz?'' diye sorduğunda onu alıcı gözüyle tekrar süzdüm. Bu adamı hayatımda ilk kez görüyordum. ''Ben iki sene önce geldi Türkiye'ye. Ama sizi tanımıyo ben.'' diyerek cevap verdim. Umarım daha fazla üstelemezdi. Çünkü gerçekten şüphelenmeye başladığını hissediyordum ve ben genelde hislerimde yanılmazdım.

''Anladım. Gözüme bir yerlerden tanıdık geliyorsunuz ama çıkaramadım.'' dediğinde ben bir şey diyemeden sevimli koruma ''İnsan insana benzer derler abi. Ayrıca sen kadınlara genelde dikkatlice bakmıyorsun. Bu yüzden onu herhangi birine de benzetmiş olabilirsin.'' diyerek benim yerime cevap verdi. Beni kurtarmaya çalıştığının farkında mıydı acaba?

''İyi ki de gelmişsin.'' diye mırıldanan Poyraza çevirdim bakışlarımı. Evet anlamında başımı salladım. ''Yoksa nasıl tanışacaktık.'' derken yüzüme doğru yaklaştı. Tekrar bir öksürük sesi duyduğumda karşımdaki bu adama şükrettim. Poyraz ''Gıcık tuttu herhalde?'' diye sinirle sordu.

Ömer yüzünde ki imayla ''Aynen gıcık tuttu. Hatta seni de tutacak birazdan.'' diye de bastırdı. Soru soran bakışlarınaysa ''Tam girişte Sineme çok benzeyen birisi var. Bak istersen.'' dedi. Poyrazla aynı anda girişe baktığımızda Sinemin öfkeli ama daha fazla hayal kırıklığı barındıran gözlerle buraya baktığını gördüm.

Kötü bir durumdu. Ama kendini bu duruma o sokmuştu. Ben burada bir plan için bulunuyor olabilirdim. Ama ben olmasaydım da bu gece Poyraz birisini illa ki bulurdu. Huylu huyundan vazgeçmezdi. Ve Poyraz gibi şerefsizlerde bir kadına ait olmayı beceremezdi.

Poyraz hızla yanımdan kalktığında Sinem'e doğru gidiyordu. Bakışlarımı ondan çektiğimde dudaklarında ki zafer gülümsemesiyle kavga eden çifti izleyen Ömer'e baktım. Bir şeyler vardı bu adamda. Farklı bir şeyler.

''Kim o?'' diyerek bilmezlikten , konuştukları şeyleri anlamazlıktan geldim. Bir süre yüzümü inceledikten sonra etrafa baktı. Daha sonra tekrar keskin bakışları bana döndüğünde soruma cevap veremeden kendisi bana
''Neden kıza bilerek çarptın?'' diye sordu.

Anlamıştı. Bu yüzden başından beri sorgulayarak bakıyordu. Bilmezlikten geldim. ''Ben bilerek yapmadı. Orası çok insan. İstemeden yaptı ben.'' derken sesimin inandırıcı olmasını umdum. 

Baştan aşağıya gözlerini kısarak baktı. ''İyi.'' derken arkasına yaslandı. Hiç bir mimiğimi kaçırmak istemez gibi bakıyordu. Öyle bir bakıyordu ki her an oyunumu anlayacakmış gibi. Bu adam fazla zekiydi.

Açığımı yakalamış gibi ''O yüzden içkinin çoğu senin değil , onun üzerine döküldü herhalde?'' dediğinde ağzımı açtım ama diyecek bir şey bulamayıp , tekrar kapattım. Sevimli koruma hayretler içinde ağzı hafif aralanmış şekilde ''Kızın üzerine bilerek mi içki döktürdün yani?!'' diyerek şaşkınlık içinde sordu.

"Siz kadınlardan korkulur. "

Sanki kendimi iyi ifade edemiyormuş gibi köşeye sıkışmış bir ifadeyle ''Siz ne diyo , ben anlamadı? Ben yapmadı!'' diyerek yalandan gözlerimi doldurdum. Yeri geldiğinde kendimi bile inandıracak kadar iyi yalan söyler , rol yapardım.

Sanki bu sefer karşımızda o kadar da aptal biri yokmuş gibi  Roz-

''Ayy! Bacım tamam ağlama! Abi sende neden gidiyorsun kızın üzerine! Bak nasıl da boncuk boncuk oldu gözleri.''  diyerek patronuna kızan sevimli korumaya ters bir bakış attıktan sonra yüzünde hala inanamadığını belirten bakışlarına rağmen bir tane  mendil çıkartıp bana uzattı. ''Bir dahakine daha dikkatli olun o halde çünkü arkanızdan gelen garson sizi ve diğer kızı fark etmesine rağmen kalabalık olan alana girdi. Sonuçta sizin de üzeriniz daha fazla da batabilirdi.'' diyerek iğneledi. İnanmamıştı. Fazla dikkatli birisiydi. Ve bir şeyleri anlamıştı sadece bunu ortaya dökmek yerine üstü kapalı söylüyordu.

Ama madem anladı,  neden daha ilk başta oyunumu Poyraz buradayken ortaya çıkarmamıştı ki?

''Buldum Roza! Görev tamam! Arka kapıya yakınım orada buluşalım.'' diyen Gökhan'ın sesi tam zamanında beni kurtarmıştı. Fark ettirmeden dışarıya derin bir nefes verdim. Çantama uzandığımda telefonumu çıkardım. Sanki biri arıyormuş gibi kulağıma dayadım. '' Mama!'' derken yüzümde büyük bir gülümseme vardı. Sonra sanki sesini duyamıyormuşum gibi kaşlarımı çattım. Daha sonraysa Yunanca , olduğum yerin çok gürültülü olduğunu , beş dakika beklemesini istedim. 

Ayağa kalktığımda telefon hala kulağımdaydı. Dikkat çekmemek için gözden kaybolana kadar oyunuma devam ettim. Arka kapıya geldiğimde hızla mekandan çıktım. Gökhan'sa arabaya çalıştırmış beni bekliyordu. Ön koltuğa oturduğumda bakışlarım onu buldu. Bana bakmadan direk gaza bastı ve uzaklaşmamızı sağladı.

Dayanamayarak sordum. Merak etmiştim. Ve Gökhan'ın surat ifadesi şuan bana hiç yardımcı olmuyordu. ''Evet , ne buldun?'' diye sorduğumda iyice uzaklaştığımızdan emin olup , sağa çekti. Derin nefes alırken direksiyonu tutan elleri sıkmaktan bembeyaz kesilmişti.

Gözlerini ilerde bir noktaya sabitledi. ''Öğrendim.'' diye mırıldandığında kaşlarımı çattım. ''Bende onu soruyorum ya işte. Ne öğrendin!?'' diyerek anlatması için ısrar ettim. Her ne öğrendiyse çok öfkeliydi ve bunu bana yansıtmamaya çalışıyordu. Kendini neden kasıyordu ki bu kadar?

''Ya söylesene!?''

''Silahları ülke dışına götürecekler.'' dedikten sonra sıkıntıyla saçlarını karıştırdı. Bana bakmıyordu. ''Hangi ülke?'' diye direk sordum. Bu sefer maviş bakışları buzullarımı buldu. ''Irak ve Suriye.'' dediğinde durdum. Bir kaç saniye sindirmeye çalıştım. Dalgınlıkla ''Örgüte mi?'' diye sordum. Halbuki cevabı biliyordum. Sadece doğrusunu anlamak istemedim. Ne kadar iğrenç insanlar olduklarını bilsem de kabul etmek istemedim işte.

 ''Büyük ihtimalle. Hepsinin fotoğrafını çektim. Alıcıda dahil.'' dediğinde önüme döndüm.

O silahlar , benim askerlerime kurşun olarak dönecekti. 

O silahlar,  belki de bir eve ateş düşürecekti.

Bu yüzdendi. 

Buna karşı olduğumu her zaman biliyorlardı. Hiç bir şartta ve koşulda vatanımı satmazdım ben. Belki kötü biriydim. Kendi adaletimi sağladığım için iğrenç bir insandım ama askerime de , devletime de bağlıydım ben. 

 Miran Efe'de benimle aynı düşüncedeydi. Zaten çoğu düşüncemiz benzerdi. Toplantılarda çoğu zaman aynı fikirdeydik. Her şeyden önce abisi bir askerdi. Yani onunda tarafı başından beri belliydi. Elbette ki biz babalarımızın aksine her zaman askerimizin ve devletimizin yanındaydık. 

Uğur neyse , o zaten iğrenç bir insandı. Para için her boku yerdi. Ondan her şeyi beklerdim. Onun kaybedecek bir tek canı vardı. Onu da parasıyla ve soyadıyla , en çokta benimle koruyordu. Onun böyle bir şey yapmasına şaşırmamıştım. Zaten onun yolu başından beri belliydi. Yapmak istediği şeyler için daha çok paraya ihtiyacı vardı. Ona göre bu uğurda her yol mübahtı.

Peki ya Erdem Bolatlı. Oğlu askerdi. Birbirleriyle ne kadar küs olurlarsa olsunlar , araları ne kadar kötü olursa olsun,  oğlunu hiç mi düşünmüyordu?

 Neden biraz empati yapmıyordu? 

Bu nasıl bir babaydı?

 Bunlar nasıl insanlardı?

Ya sattığı silahlardan birinin namlusu oğluna dönerse. Hiç mi umurunda değildi? Değildi. Olsaydı eğer böyle bir anlaşmanın içinde olmazdı. O da Uğur gibiydi. Para için , oğlunu bile bir kalemde silmişti.

Gökhan'ın yüzümde oyalanan ısrarcı bakışlarına karşılık vermedim. En sonunda yüzümden düşüncelerimi okuyamayacağını anladı. Bu kez sesli olarak sordu. ''Neden konuşmuyorsun?'' dediğinde ellerimi göğsümde birleştirdim.

''Düşünüyorum.''

''Ne düşünüyorsun?''

''Önce hangisini bitirsem onu düşünüyorum.'' dedikten sonra bakışlarımı ona çevirdim. ''Sence bu sefer hangisini harcayalım?'' diye sorduğumda dudağının kenarı yukarıya doğru kıvrıldı. İçindeki tüm sıkıntının benim bir sözümle yok oluşuna şahit oldum. Bana güveniyordu. Sözlerimden sonra o sevkiyatın ne olursa olsun gerçekleşmesine izin vermeyeceğimizi o an bir kez daha anlamıştı.

Devletime ve askerime bağlı olmaya , eğer bir şeyleri değiştirmeye imkanım varsa sonuna kadar savaşmaya devam edecektim. Madem benden gizli para için , örgüte silah desteği veriyorlardı. Benden gelecek her karşı adıma da razı olacaklardı. Olmak zorunda kalacaklardı!

Ben iki yaşında ailesinden zorla koparılan Alin Demirhan! 

Yeni ismiyle bugün , sadece Roza.

 Adnan ve Yıldız Demirhan'ın kayıp kızları.

Yıldız Demirhan'ın babası , dedem  Albay Ali Asaf Öztürk'ün varlığından bile haberi olmadığı torunuydum. Her ne kadar o bunu bilmese de,  engel olabileceğim hiç bir silahın namlusunun ülkemin askerine doğrultulmasına izin vermeyecektim.

Çünkü ben her şeyden önce ülkesine aşık bir vatandaş , bir asker torunuydum. 

BOMBA GİBİ BİR BÖLÜMÜN DAHA SONUNA GELDİK.

BÖLÜMÜ BEĞENDİĞİNİZ Mİ? VE BÖLÜMDE EN BEĞENDİĞİNİZİN KISIM NERESİYDİ?

O ZAMAN BİR SONRAKİ BÖLÜMDE GÖRÜŞMEK ÜZERE:)

( GÖKHAN VE ROZA)

Continue Reading

You'll Also Like

1.4M 54.7K 26
(18+ cinsellik ve şiddet içerir.) Başımızın üstünde ki elçilik binasının içinde bir ses yankılandı. "Şuandan itibaren; Onun tek bir saç teline zarar...
3K 255 2
Teröristlerin elinden Gökyakut Tim'i tarafından kurtarılan kız, on altı yaşındaki Çilek. Korkmuş ve çaresiz. Askerlere sığınmaktan başka şansı yok...
35.5K 1.8K 15
25 yıl öce karıştırılmış bir binbaşının hikayesi. Ben Defne Kurt nam-ı diğer Kuzgun bu da benim hikâyem.
10K 1.2K 22
Ruhumun bedenimden ayrıldığını sanarken onun hala mahkum olduğunu anlayamadım. °°° Birinin ölmesini engellerken kendiniz ölümle burun buruna gelseydi...