İkinci Yaşam 1-2

By amendoeira_

1.2M 116K 55.5K

| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu d... More

İkinci Yaşam -1-
İkinci Yaşam -2-
İkinci Yaşam -3-
İkinci Yaşam -4-
İkinci Yaşam -5-
İkinci Yaşam -6-
İkinci Yaşam -7-
İkinci Yaşam -8-
İkinci Yaşam -9-
İkinci Yaşam -10-
İkinci Yaşam -11-
İkinci Yaşam -12-
İkinci Yaşam -13-
İkinci Yaşam -14-
İkinci Yaşam -15-
İkinci Yaşam -16-
İkinci Yaşam -17-
İkinci Yaşam -18-
İkinci Yaşam -19-
İkinci Yaşam -20-
İkinci Yaşam -21-
İkinci Yaşam -22-
İkinci Yaşam -23-
İkinci Yaşam -24-
İkinci Yaşam -25-
İkinci Yaşam -26-
İkinci Yaşam -27-
İkinci Yaşam -28-
İkinci Yaşam -29-
İkinci Yaşam -30-
İkinci Yaşam -31-
İkinci Yaşam -32-
İkinci Yaşam -33-
İkinci Yaşam -34-
İkinci Yaşam -35-
İkinci Yaşam -36-
İkinci Yaşam -37-
İkinci Yaşam -38-
İkinci Yaşam -39-
İkinci Yaşam -40-
İkinci Yaşam -41-
İkinci Yaşam -42-
İkinci Yaşam -43-
İkinci Yaşam -44-
İkinci Yaşam -45-
İkinci Yaşam -46-
İkinci Yaşam -47-
İkinci Yaşam -48-
İkinci Yaşam -49-
İkinci Yaşam -50-
Julian'ın Kararı - Ara Bölüm
İkinci Yaşam -51-
İkinci Yaşam -52-
İkinci Yaşam -53-
Final
Özel Bölüm
İkinci Kitap, Merak Ettikleriniz
Karakterler
İkinci Şans - Kim Bu Cassandra?
İkinci Şans -1 -
İkinci Şans -2-
İkinci Şans -3-
İkinci Şans -4-
Ölmedim Yaşıyorum
Özet
İkinci Şans -5-
İkinci Şans -7-

İkinci Şans -6-

4.6K 627 1K
By amendoeira_

Yeniden Merhaba!

Bölüme geçmeden önce bir şey demek istiyorum. Bu bölüme +500 oy ve +1k yorum gelmesini sağlayabilir misiniz? Eğer sağlanırsa önümüzdeki cumartesi yine yeni bölüm gelecek ama cumartesiye kadar ulaşılamazsa ulaşıldığı zaman gelecek. 

Tekrardan yazıyorum, sınır +500 oy ve +1k yorum.

Spam yerine satır arası yorum yapın lütfen, iyi okumalar ♡♡

***

Önce omuzlarımda bir baskı hissettim.

Sonra kirpiklerim yavaşça, bulunduğum durumu anlayamamanın verdiği rahatlıkla kıpırdadı.

Güneşin doğmaya başlamasıyla odaya vuran loş ışık, yatağımın dibinde çömelmiş silüetin yakşalık on santim uzağımdaki yüzünü aydınlatmaya yeterliydi. Uyanışımı büyük bir merakla izliyor, alnına düşen kahverengi saç tutamları ilgiyle parlayan ve bir kaplanı andıran gözlerini gölgeliyordu.

"Selam güzellik."

Çığlık atmak için ağzımı açtım.

Bunu akıl edecek kadar zekiydi ki, hemen ellerini aralanan dudaklarıma götürdü. Ustalıkla yontulmuş gibi duran keskin çenesi sırıtışıyla birlikte kasıldı. Benim korkudan bayılacak gibi olan durumumun aksine o, sırıtışıyla birlikte keskin siyah kaşlarını havaya kaldırdı.

"Daren, insan gibi uyandırmanı söyledim."

Gözlerini benden bir an için bile çekmeyen genç, gelen sesle birlikte bir eliyle hafif kemerli burnunu sıktı. Loş ışığın altında alay edercesine kıvrılan dudakları ayrılmış, bembeyaz dişleri parlamıştı. "Ben de öyle yapıyorum. İltifat bile ettim," dedi kendinden emin çıkan gür sesiyle. Hâlâ neler olduğunu anlayamayan beynim, vücuduma tehlike sinyallerini göndermeye devam ediyordu.

"Çekil şuradan."

Gizli bir iş yapıyormuşçasına fısıldayan Rina, karşımda çömelmiş çocuğu ittirerek görüş açıma girdi. Ağzımdan çekilen parmakların verdiği özgürlükle "Neler oluyor?" diye bağırırken çoktan ayağa kalkmıştım bile.

"Bir şey olduğu yok. Sakin ol."

Rina'nın beni sakinleştirmek amaçlı kurduğu cümle tamamen ters etki yaratmış, kötü bir şeyler döndüğüne dair endişem daha da artmıştı. Aldığım derin nefesler arasında odaya hızla göz gezdirirken kafamda çoktan bir çıkış yolu aramaya başlamıştım.

Yatağın kenarında durmuş, beni sakinleştirmeye çalışan Rina ve başucumda belirerek beni en ürkütücü şekilde uyandıran, Rina'nın Daren diye hitap ettiği çocuk haricinde odada bir kişi daha vardı.

Kapıya omzunu yaslamış, bir heykelden farksız yüzüyle içeride yaşananları inceleyen genç; diğer ikisinden farklı bir şekilde burada olduğundan hiç memnun gözükmüyordu. Daha kötüsü ise, diğerlerinden daha yapılı vücuduyla ve yaklaşık iki metre olan boyuyla çıkış yolumu tam anlamıyla kapatmış durumdaydı.

Düşün Melis, düşün.

"Bebeğim, bir an için sakin olur musun?"

Rina'ya yakın duran çocuğun konuşmasıyla yüzümü buruşturdum. Bana bebeğim mi demişti o?

"İğrenç hitap şekillerin kimsenin hoşuna gitmiyor Daren. Bunu sana kaç kere söyledim ve kaç kere daha söyleyeceğim bilmiyorum ama kendini utandırdığını kafana sokana kadar durmayacağım, haberin olsun."

Rina'nın iğrenmiş bir tonda, yüzünü ekşiterek yaptığı konuşmaya her ne kadar hak versem de hâlâ oldukça stres içeren bir durumda olduğumdan bir tepki veremiyordum. İkisinin tartışması daha da kızışmaya başlayınca "Nicholas ve Cindy nerede?" diye sordum sıktığım dişlerimle. "Ayrıca, ne haltlar çeviriyorsunuz?"

"Bir şey çevirdiğimiz yok. Sadece seni uyandırıp lonca binasına götürecektik ama birileri yine işin içine etti."

"Sadece biraz aksiyon katmak istedim. Abartmasan mı?"

"Aksiyon mu? Aksiyondan anladığın bir sapık gibi davranmak mı?

Rina sinirle Daren denen gencin üzerine atılmaya kalkışınca adını bilmediğim, kapının önünde duran kişi yanlarına ilerledi. "Ayrılın," dedi bir insandan çok makineden çıkıyormuş gibi duran sesiyle. İkisininden de daha uzun olan boyuyla yanlarında dikildiğinde, beynim aniden alarm çanlarını çalmaya başladı.

Şimdi, koş!

Engelin kalktığı kapıya var gücümle koştum ve sertçe ittirdiğim kapıdan dışarı çıktım. Yakalandığımda, sabahın parlak ilk ışıklarının aydınlattığı toprak yola varmama iki adım kalmıştı.

"Elizabeth, gerçekten mi? Yakalanmayacağını mı düşündün tatlım?"

"Daha iki dakika önce bunu yapmayı kesmeni söyledim!"

İsmini bilmediğim kişi, kollarımı rahat edeceğim kadar gevşek ama kaçmayacağımdan emin olacak kadar sıkı tutmaya devam ediyordu. O sırada Rina ve Daren başka bir laf dalaşına daha girdiklerinde artık tahammülümün kalmadığını güçlü bir şekilde hissettim.

"Biri bana burada ne olduğunu söylesin!"

Anlaşılan o ki bağırışım, şükürler olsun, işe yaramıştı. Şimdi ikisi de dikkatle bana bakmış, kollarımdan tutan kişi ise çıkışımla birlikte ellerini gevşetmişti.

"Sabah inanılmaz ürkütücü bir şekilde uyandırılıyorum ve daha dün tanıştığım kızla birlikte, hiçbir şekilde tanımadığım iki erkeği odamda buluyorum. Üstelik Nicholas ve Cindy de ortalıkta gözükmüyor. Anladığım kadarıyla kötü bir niyetiniz yok. Yoksa durup iki saat boyunca tamamen saçma sebepler yüzünden kavga etmezdiniz. Öyleyse, burada neler dönüyor?"

Rina, sakinleşmek için derin bir nefes aldı ve Daren'a son kez sinirli bir bakış atıp tekrardan gözlerini bana çevirdi. "Sam, bırakabilirsin. Kaçacağını sanmıyorum," dedi arkamdaki çocuğa hitaben. Sam, hiç beklemeden kollarımı bıraktığında kendime gelmek için silkelendim ve bana her şeyi anlatması için kaşlarımı kaldırarak Rina'nın bakışlarına karşılık verdim.

"Dün sana dediğim gibi, bugün yapmamız gerekenlere başlamalıyız. Bunun için de ilk olarak lonca liderleriyle tanışman için şu anda seni bekledikleri ana binaya gitmeliyiz. Sabahın bu saatinde odanda olmamızın, Daren'ın kesinlikle onaylamadığım şekilde seni uyandırmasının sebebi bu."

Daren'a onaylamaz bir bakış atmak için başını çeviren Rina, Daren'ın onu umursamayan bir şekilde omzunu silktiğini görünce sinirle ayağındaki botla yere vurdu. Sonra, hiçbir şey olmamış gibi yüzüne kondurduğu gülümsemeyle bana döndü.

"Nicholas ve Cindy seni orada bekliyorlar. Gitmeyen yalnız sen varsın, geç kaldın yani."

Geç kaldım, ne kadar da şaşırtıcı.

"Peki neden hep birlikte gitmedik? Nicholas ve Cindy'nin benden ayrı götürülmesinin ne gibi bir nedeni olabilir?"

"Biz de sana bunu sormayı planlıyorduk," dedi Daren merak akan sesiyle. "Diğerleriyle aynı saatte uyanman gerekiyordu ama garip bir şekilde büyü sana etki etmedi. Bu konu hakkında bir fikrin olabilir mi, tatlım?"

Ah, sıçtın Melis. Hayırlı olsun.

Son kelimeyi sırf Rina'yı sinir etmek için üstüne basa basa, yüzüne kondurduğu yapmacık gülümsemeyle söylemişti. Tıpkı istediği gibi Rina, öğürmeye benzer bir ses çıkararak Daren'dan uzaklaştı.

"Yani bana diyorsunuz ki bir büyüyü bile doğru düzgün yapamadınız ve bu yüzden de uyanamadım. Doğru anlamış mıyım?"

Aynen öyle, kendi suçunu başkalarının üstüne at. Çok iyi gidiyorsun.

"Böyle bir büyüde hata olması imkânsız."

Sam, ilk kez bana hitap ederek konuştuğunda, suratıma kondurduğum sahte gülümsemeyle yüzüne bakmak için başımı yukarı kaldırdım. Buna rağmen tam anlamıyla bakışlarını yakalayamamıştım.

"Ben de bir gün öncesine kadar büyücülerin bulunduğu sihirli bir dünyaya gelmem imkânsız diyordum. Ama şu işe de bakın, buradayım. Hayat gerçekten de tesadüflerle dolu."

Daren'ın bir şey söylemek için ağzını açtığını gördüğümde konuşmasına izin vermeden elimi havaya kaldırdım. "Gitmeden önce üstümü başımı düzeltmem lazım. Sabah uyandığım hâlimle liderlerle görüşmek istemiyorum." Mazeretlerini kabul etmediğimi belirtir şekilde, kendimden emin adımlarla kaldığım odaya döndüğümde, Daren'ın "Bir an o hâliyle geleceğini sandım, ödüm koptu," diye mırıldandığını duymuştum. Rina'nın omzuna vurduğunu sırada kapıyı kapattım ve kıyafetlerimin olduğu dolabı açtım.

Geçen gün giydiğime oldukça benzer bir pantolonla üstü çıkardım. Üzerimi değiştirdiğimde kıyafetlerin verdiği rahatlık ve konfor açık bir şekilde hissediliyordu. Sarayda olduğu gibi saatlerce hazırlanmak zorunda olmamanın mutluluğu hem eski yaşantımı anımsatıyor hem de memnuniyetle gülümsememi sağlıyordu. Giyinmem bittiğinde masamın üzerine koyulmuş tastaki suyla yüzümü yıkadım ve saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaparak topladım. Zamanlamam mükemmel olmalıydı ki, tam da tüm işlerim bittiği anda kapı tıklatıldı.

Odadan hızla çıktığımda vakit kaybetmeden ilerlemeye başladık. Ben de hiç vakit kaybetmeden, daha fazla bilgi öğrenebilmek için bakışlarımı üzerlerinde gezdirdim. "Sabah yaptığınız küçük sürpriz yüzünden doğru düzgün tanışamadık. Ben Elizabeth. Siz kimsiniz? Ne tarzda bir büyücüsünüz? Cindy'nin arkadaşı mısınız? Birbirinizi nereden ta-"

"Bu Daren," dedi Rina daha fazla devam etmemi istemediğini belli ederek. "Kendisi küçük kardeşim olur. Şımarığın teki, bilmesen de olur." Daren'ın sinir olmuş bir şekilde bağırışını umursamadan eliyle daha önce Sam diye hitap ettiği çocuğu gösterdi.

"O da Samuel. Hepimiz doğa büyücüleri olsak da Samuel'in daha özel bir gücü var. Kendisi şifacı."

"Şifacılar nadir mi bulunuyor?"

Rina, Samuel'in konuşmak istemediğini çok iyi biliyormuş gibi başını salladı. Birbirlerini bu kadar iyi tanıdıklarından yola çıkarak uzun zamandır arkadaş olduklarını çıkardım. "Peki Cindy'le nereden tanışıyorsunuz? O sizden farklı bir loncada diye biliyordum."

Daren, dilini şaklatarak başını arkaya attı. "Cindy, her ne kadar madde loncasına üye olsa da hiçbir zaman onlar tarafından kabul görmedi. Aileleri farklı loncalardan olanların başına genelde bu gelir. Tabii, çoğu doğduktan kısa bir süre sonra ölüyor ama konumuz bu değil."

"Daren, o çeneni ne zaman kapatman gerektiğini hiçbir zaman bilmiyorsun değil mi? Cindy, kendisi hakkında ulu orta konuştuğunu öğrenince seni parçalayacak ve ben de bunu zevkle izleyeceğim."

"Bunu bana sen mi söylüyorsun? En azından daha ilk günden bir manyak gibi misafirlerimize saldırmıyorum."

"Onun nedeni farklıydı ve sen de bunu biliyorsun!"

Rina hırldamadan farksız sesiyle bağırdı ve Daren'ın koluna vurmaya çalıştı. Ancak Daren bunun yaşanacağını oldukça iyi biliyormuş gibi sırıtarak ablasının yumruk yaptığı elini yakaladı. "Yeteneklerini geliştirmen lazım Rina. Sana karşı kazanmak için artık çabalamama bile gerek yok. Çok sıkıcısın."

"Yeter, çocuk gibi kavga etmeyi bırakın."

Aralarındaki tartışmayı tek bir cümlesiyle durdurmayı sağlayan Samuel, hiçbir şey yaşanmamış gibi sakinlikle yürümeye devam etti. O sırada bir homurtu eşliğinde taklidini yapan Daren'a bir an için bile aldırmadı.

Garip bir ilişkileri vardı ve ben bunu fazlasıyla sevmiştim.

Yola çıktığımızda ilerlediğimiz patika geçen günkünden farklıydı. Gezindiğimiz kırsal alan gerimizde kalmış, toprak yol genişleyerek büyük binaların ve evlerin bulunduğu yere açılmıştı. Kaldığım yere kıyasla burası, daha çok bir kasabaya benziyordu. Taş yolun iki tarafında bulunan evlerin pencereleri sımsıkı kapatılmış, sokaklar sessizlik tarafından sarılmıştı.

Kafa karışıklığımın farkında olan Rina, adımlarını yavaşlatıp ona yetişmemi bekledi. Deri çizmesinin taş yolda çıkardığı ses yavaşlamasıyla kesilmişti. Gözlerini bana çevirdiğinde diyeceklerinden hoşnut olmayacığımı belirten bir ifade suratına yerleşti.

"Kaldığınız yer, sıradan halkın yaşadığı kısımdı. Lonca üyelerinin bulunduğu, yani güçlerini kullanmayı bilenlerin olduğu yerde kalmanız istenmedi."

"Peki neden?"

"Güç gösterisi," dedi Daren birden konuşmaya dalarak. Her ne kadar daha ciddi bir havaya bürünse de gözlerinde dolaşan hınzır parıltılar eksilmemişti. "Başından beri burada olmanız istenmiyor. Şu anda bile kimse sizi karşılamak için dışarıda değil. Bir nevi, defolup gidin demek istiyorlar."

Pekâla, onları kendi safhımıza çekmek düşündüğümden daha zor olacaktı.

"Geldik."

Rina; diğer evlerden daha büyük duran, meydanı andıran yerin tam ortasındaki binayı eliyle işaret etti. Kuleyi andıran, sağlam kayalardan yapılmış alt kısım yukarılara uzanıyor; ahşap korkulukların konulduğu balkona benzer kısımla birleşiyordu. İki katlı olmakla beraber bir üsse benzeyen bina, çelik kapının önünde bekleyen ve koruma olduklarını düşündüğüm kişiler tarafından çevrelenmişti.

Gelişimizle beraber çelik kapı ağır ağır, gıcırdayarak açıldı. Binanın tepesindeki pencerenin aralığından içeri sızan gün ışığı, yuvarlak alanın etrafına kurulan dört büyük platformu loş bir şekilde aydınlatıyordu. Platformların üzerinde, küçük birer balkonu andıran çıkıntıların önünde etrafa sadece saf güç yayan tavırlarıyla ortamın tüm havasını ağırlaştıran üç büyücü bulunuyordu.

Lonca başkanları.

Her birinin başında birbirlerinden farklı semboller barındıran, tâca benzeyen başlıklar yer alıyordu. Biraz daha incelediğimde fark ettim ki, aynı semboller üzerinde durdukları taş platformların üstüne de kazınmıştı. Dört büyük loncaya ait, dört ayrı sembol.

Hayır, üç sembol vardı. Bir platformun üstü kapatılmıştı.

Zaman loncası.

"Efendim, emrettiğiniz gibi geldik."

Rina, saygıyla başını eğdiğinde aynı itaatkarlıkla Daren ve Samuel de başlarını öne eğdiler. Konuştukları kişi, üstü kapatılan platformun sağında bulunan, açık kumral saçlarını tepesinde sıkı bir topuzla toplayan bir kadındı. Zamanın getirdiği kırışıklıklar gözlerinin etrafını çevrelemişti ama bu, ona daha güçlü bir hava katmaktan başka bir şey yapmamıştı. Koyu renkli dudaklarını Rina'nın konuşmasıyla birbirine bastırdı. Yaptığı sıkı topuzla ortaya çıkan gergin yüz hatları, keskin çenesini onaylar şekilde hareket ettirdiğinde daha da belirginleşti.

"Bir saat geciktiniz."

Konuşan kişi çenesini kaldıran kadının tam karşısında, benim de arkamdaki platformda bulunan adamdı. İnsanın tüylerini diken diken eden, bir kabusu anımsatan kalın sesi omuzlarımın gerilmesini sağladı. Kendisine bakmak için döndüğümde, yırtıcı bir kuşu andıran keskin gözleri yüzüme kilitlendi. Anormal derece bembeyaz olan teni gözlerinin korkutuculuğunu daha çok öne çıkartıyordu.

"Sizin loncanızın sorunu da bu değil mi? Disiplin nedir bilmiyorsunuz."

"Çizgiyi aşmanı tavsiye etmem, Valdemar."

Az önce incelediğim kadın, otorite akan sesiyle başını yukarı kaldırdı. Hareketiyle uzun boynu açığa çıkmış; sıkıca topladığı saçının üzerine yerleştirdiği başlıktan yansıyan ışık, yırtıcı bakışlara sahip adamın suratını aydınlatmıştı.

"Aramızdaki sınırları kaldırdığımızı sanıyordum Asterin."

Sanki aralarında sessiz bir tartışma geçiyormuş gibi ikisi de derin bir sessizliğe gömüldüğünde ortamın gerginliğinin beni etkilemesine izin vermeyerek bakışlarımı sakince, neredeyse fark edilmeyecek yavaşlıkta etrafta gezdirdim. Rina'nın başını eğerek selam vermesinden, konuştuğu kadının doğa loncasının lideri olduğunu tahmin ediyordum. Tartışmaya girdiği ve bende hiçbir iyi duygu uyandırmayan, içimi görmek istercesine üzerimde gezinen gözlere sahip kişiyse muhtemelen zihin loncasının lideriydi.

Üçüncü lider ise boş platformun tam karşısındaki platformda duran, içeri girdiğim andan beri ağzını açmayan ve iki liderin birbiriyle bakışmasını sakince inceleyen kadındı. Bir ceylanı andıran gözleri, huzur verici bir sakinlikle diğer iki liderin arasında geziniyordu.

Bir anda, ona baktığımı hissetmiş gibi başını bana çevirdi.

Nefesimi tuttum.

Diğer ikisinden daha genç olduğu açıkça belliydi. Hiçbir kırışıklık bulunmayan yüzü bir ay gibi parlak, parlayan başlığının altında dalgalanan saçları bir gece gibi karanlıktı. Ona yakalanmanın verdiği gerginlikle omuzlarımı dikleştirdiğimde, pembe dudaklarına anlayışlı bir gülümseme kondu.

"Hoş geldin Elizabeth," dedi bir periden çıkıyormuş gibi yumuşak olan sesiyle. Bana seslenmesine şaşırmıştım. Daha çok şaşırdığım şey ise, burada tanıştığım insanların hepsi içerisinde beni gerçek bir samimiyetle karşılayan tek kişi olmasıydı. İçimde kıpırdaşan heyecanla dudaklarımı ıslattım ve karşılık vermek için ağzımı açtım.

"Konuşmayı yapacak kişi sen değilsin Faelynn."

Küçümser bir tonda konuşan ve adının Asterin olduğunu öğrendiğim lonca liderinin araya girmesiyle bakışmamız bozuldu. Hayran kaldığım büyük gözleri, yüzüne kondurduğu gerçek tebessümü sahtesiyle değiştirirken doğa loncasına döndü. "Üzgünüm, çok meşgul görünüyordunuz." dedi yumuşaklığını kaybetmeyen sesiyle.

Sesindeki belli belirsiz alayı ben fark etsem de odadaki diğerleri fark etmemiş gibiydi. Anladığım kadarıyla Faelynn, diğer iki lonca lideri tarafından gerekli saygıyı görmüyordu. Bunun nedenini bilmesem de altında mantıklı bir neden yatmadığını tahmin edebiliyordum.

"Demek bizimle anlaşma yapmak için seni gönderdiler."

Gittikçe daha da ürktücü bir tona ulaşan ses tonuyla gözlerini bana çeviren Valdemir, beni aşağılarcasına dudaklarını büzdü. Ölüyü andıran bembeyaz parmakları bulunduğu platformun trabzanını kavradı.

"Evet efendim," dedim saygılı çıkması için büyük çaba gösterdiğim sesimle. Bunu başarmam, küçümseme dolu gözlerine baktığımdan fazlasıyla zor olmuştu.

"Bunun ne kadar zor bir karar olduğunun farkındasındır umarım."

Bu sefer konuşan, Rina'nın saygıyla başını eğdiği Asterin'di. Valdemar gibi aşağılayan bir ifade takınmamış olsa da beni burada istemediğini açıkça belli eden bir gülümsemeyi dudaklarına yerleştirmişti.

Gülümsemesi, Julian'ın gülümsemelerinden bile daha yapmacıktı.

"Farkındayım efendim. Ancak kurtuluşumuz için bazı fedakarlıklar yapmamız gerektiği kanısındayım. Bu yüzden, geçmişi bir süreliğine de olsa unutarak şu andaki sorunlara odaklanmamız gerektiğini belirtiyorum."

"Geçmişi unutmak mı?"

Valdemir'in daha da yükselen sesi karşısında dudaklarını ısırarak bana kaçamak bir bakış atan Rina, yanlış bir şey söylediğimi açıkça belli etti. "Halkımızı nasıl katlettiğinizi, evlerimizi yaktığınızı, çocukları öldürdüğünüzü unutmamızı mı söylüyorsun?"

Sanırım konuşma pek de iyi gitmiyordu.

"Önümüzde bir savaş var. Eğer birleşmezsek hepimize büyük kayıplar yaşatacak bir savaş. Lütfen, sadece bir süreliğine yaptığımız hataları unutun. Öbür türlü yasını tuttuğunuz geçmiş, geleceğinizin katili olacak."

Valdemir'in trabzanları kavrayan beyaz parmakları kasıldı, aldığı derin nefesle göğsü kabardı. Karşı çıkmak istediğini, beni buradan kovmayı dilediğini çok iyi biliyordum. Ancak bunu yapamazdı.

Çünkü haklı olduğumun o da farkındaydı.

"Arkamızdan iş çevirmeyeceğinize, tüm bunlar bittikten sonra bize sırtınızı dönmeyeceğinize nasıl güveneceğiz?"

"Bu iki taraf için de geçerli bir durum. Risk almazsak ilerlememiz imkansız."

Biraz bile titremeyen sesim, gururla omuzlarımın dikleşmesini sağladı. Ben ne kadar kendimle gurur duyduysam Asterin de o kadar benden nefret etmişe benziyordu. "Burada kötü karakterin siz olduğunu unutuyorsun." dedi buz gibi çıkan sesiyle. Saklamaya çalıştığı öfkesi, belli belirsiz sesine yansımıştı.

"Benim önerim..." dedi Faelynn bakışlarını tekrardan üzerime çevirerek. Ela gözleri merakla beni inceliyor ve diğerlerine kıyasla hiçbir kin içermiyordu. Dikkate alınmayacağının farkında olmasına rağmen konuşmaktan çekinmiyor, büyük bir özgüvenle başını dimdik tutuyordu.

"Elizabeth'i kâhinle konuşturalım."

Faelynn'in önerisiyle anlayamadığım bir şekilde odayı bir ölüm sessizliği sardı. Daren'ın bir heykel gibi kasılan vücudu, Rina'nın şaşkınlıkla bir nefes çekişi ve diğer iki lonca liderinin donuk suratlarıyla Faelynn'e bakması, olayların benim için iyi bir şekilde gitmediğinin işaretiydi.

"Bir insanın bunu kaldırabileceğini düşünüyor musun? Daha başlamadan ölecek ve insanlarla başımız derde girecek."

Asterin'in küçümser sesine aldırmayan Faelynn, dudaklarından çıkan küçük bir kıkırtıyla önüne gelen saç tutamlarını bir parmağına nazikçe doladı. "Buraya normal bir insan gönderdiklerini düşünmüyorsunuzdur umarım. Julian'ı tanıdığınızı sanıyordum."

İçeriyi yine derin bir sessizlik sardı. Ama bu seferki daha çok, düşüncelerini tartıp biçmelerinden kaynaklıydı. Ölüm fermanını bekleyen bir mahkum gibi ayakta dikilirken ne yapacağımı bilemez bir hâldeydim.

Kâhin kimdi? Bana ne yapacaktı?

"Bunun kararını vermesi gereken biz değiliz," dedi Asterin, keskin çenesiyle beni işaret ederken. "Kararı senin vermen lazım. Söyle bakalım Elizabeth, kahinle konuşmayı kabul ediyor musun?"

"Eğer kahin ile konuşmazsam...ne olur?"

"Güvenimizi asla kazanamazsın ve bu da, insanlarla anlaşma yapmamızı engeller."

Asterin'in duygusuz çıkan sesiyle başımı salladım.

"Peki konuşursam başıma ne gelecek?"

"Muhtemelen öleceksin ve o odadan bir ceset çıkacak."

Valdemir'in zevk aldığını hiçbir şekilde gizlemediği sesini duyduğumda yutkundum. "Ama eğer Faelynn'nin dediği gibi normal bir insan değilsen ve Julian bize ufak bir sürpriz hazırladıysa ölmeyebilirsin. Kahin bilinçaltına girer ve asıl amacınıza dair, senin kim olduğuna dair tüm bilgilere ulaşır. Ve eğer bizden sakladığınız bir şey yoksa, tatlı bir şekilde ateşkes imzalarız."

Valdemir'in tıpkı teni gibi solgun duran dudakları yukarı kıvrıldı, trabzanı tuttuğu parmakları gevşedi. Bu işten zevk aldığı oldukça belliydi. Eğer kabul etmezsem bizimle anlaşma yapmak zorunda kalmayacaklardı. Kabul edersem de muhtemelen ölecektim ve o da bunun mutluluğunu yaşayacaktı.

Üstelik ölmediğim durumda bile benim hakkımda her şeyi öğrenmiş olacaklar ve gizli saklı hiçbir şeyim kalmayacaktı. Kâhin gerçek kişiliğimi bile görebilir, Elizabeth olmadığımı öğrenebilirdi.

O zaman ne yapacaktım? Bu başıma daha büyük sorunlar açabilirdi.

Faelynn'in Julian'ı çözmüş olması ve sıradan biri olmadığımı anlaması resmen başıma bela olmuştu.

Bir saniye.

Bir saniye.

Bekle bir saniye!

Normal bir insan değildim. Evet, çünkü bana büyü işlemiyordu. Kâhin ne yaparsa yapsın zihnimi açamaz, sakladıklarımı ortaya çıkaramazdı. Böylece hem büyücülerin isteğini yerine getirmiş olurdum hem de başıma bir iş açılmazdı.

"Kâhinle konuşursam ve hayatta kalırsam anlaşma yapacağız değil mi? İstediğiniz cevaplara ulaşamazsanız bile?"

Valdemir, küçümseyen gülümsemesini takındı; Asterin de onaylar bir şekilde çenesini kaldırdı.

Pekâla, hakkımda bir şey öğrenemeseler bile anlaşma yapmak zorunda kalacaklardı. Çünkü şüphelerini kanıtlayacak bir bilgi ellerinde bulunmayacaktı.

Bu mükemmel bir plandı.

Faeylnn'in düşündüğü, mükemmel bir plan.

İlgiyle bakan gözlerini üzerimde hissettiğimde, bakışlarım ışıltıyla parlayan suratına döndü. Gözlerindeki minik parıltı fark etmemi istermiş gibi orada duruyor, bir kıvılcım gibi yanıp sönüyordu.

Biliyordu.

Büyünün işlemediğini biliyordu.

Beni biliyordu.

"Kabul ediyorum," diye fısıldadım ondan ayıramadığım gözlerimle. Cevabım, odanın derin sessizliğinde herkese ulaşmış; başıma gelecekler onaylanmıştı. "Yukarıda bekle Elizabeth, kâhini yanına çağıracağım," diyen Faelynn, kocaman gözlerini çevreleyen kirpiklerini kırpıştırdı.

Ne diyeceğimi bilemeyerek başımı salladım. İki saniye sonra kapının yanıdaki döner merdivenlerden yukarı çıkıyordum. On saniye sonra ise, balkona benzeyen yerin tam ortasına yerleştirilmiş yuvarlak odanın kapısından içeri giriyordum. Normal bir oda boyutundan oldukça küçük olan yere adımımı attığımda, gözlerim duvara sırtını vererek ayakta duran Cindy ile kesişti.

Önce endişeyle gözleri büyüdü, sonra hiç vakit kaybetmeden kollarımdan sımsıkı tuttu. "Nasıl geçti, iyi misin?" diye endişeyle sorduğunda Nicholas da oturduğu yerden kalkmış, Cindy'den de daha çok endişeli bir şekilde yanıma varmıştı.

Onları görmenin verdiği rahatlama, fark edemediğim kadar gerildiğimi anlamamı sağladı. Korkmuştum, gerçekten korkmuştum. Şu anda yaşanılanlar hakkında hiçbir fikrim yoktu. Okuduğum kitapta adının bile geçmediği büyülü bir yerde, benim için büyük tehlike oluşturan insanlarla beraberdim ve az sonra, ölümüme sebep olabilecek bir kâhinle baş başa kalacaktım.

Cevap vermeme zaman kalmadan kapı gıcırdayarak açıldı. Cindy'nin bakışları benden kapıya döndüğünde öncelikle ne olduğunu anlamıyormuşçasına kirpiklerini kırpıştırdı, sonra neler döndüğünü çözmüş gibi titrek bir nefes çekti.

"Elizabeth, sen...kabul etmedin değil mi?"

"Üzgünüm Cindy."

Korkuyla dolan gözleri, bir saniye sonra ne olduğunu kavramış gibi parladı. Anlamıştı, büyünün işleyemeyeceğini biliyordu. Bunu bilmenin rahatlığıyla kollarımdaki elleri gevşediğinde ben de rahat bir nefes aldım.

"Neler oluyor, sen de kimsin?" diye sorgular bir tonda kapıdaki kişiye bakan Nicholas, bakışlarını bir bende bir de hâlâ yüzünü görmediğim kâhinin üzerinde dolaştırıyordu. "Bir şey yok, çıkalım hadi," dedi Cindy Nicholas'ın kolundan çekerek dışarı çıkartırken. Ne olduğunu anlayamayan Nicholas, anın verdiği şaşkınlıkla dışarı çıktığında ve kapı arkalarından kapandığında kâhinle baş başa kaldım.

Yanıma yaklaştığını belli eden adım sesleri, tam karşıma geçtiğinde durdu. Neredeyse bir deri bir kemik duran bedeni, en ufak bir kavgada parçalanacak gibi gözüküyordu. Kafasında kısa, bembeyaz birkaç saç telinden başka bir şey yoktu. İki büyük küreyi andıran kopkoyu gözleri bana kenetlendiğinde göz bebeğini göremedim.

Sadece iki büyük, simsiyah küre.

"Korkuyor musun?" dedi yaşlılığından dolayı titreyen sesiyle. "Ben...ne hissedeceğimi bilmiyorum," diye mırıldandığımda kurumuş gibi duran incecik dudakları, gülümsemeye çalıştığını düşündüğüm bir şekilde yukarı kıvrıldı.

"Korkma. Korkmanı gerektirecek bir durum yok."

Bu cümlesi beni daha çok korkuttu.

"Otur bakalım," dedi büyük bir çabayla odanın ortasına oturduğunda. Söylediğini ikiletmeden tam karşısına oturduğumda "Adın ne?" diye sordu bu sefer. Titreyen ellerini şakağıma doğru kaldırmasını izlerken "Elizabeth," diye mırıldandım cılız çıkan sesimle. Parmakları bir an için durdu, sonra yavaşça şakağıma dokundu.

"Demek adın Elizabeth. Tanıştığıma memnun oldum."

Gülümsedim.

"Ben de."

Bu, gözlerimi kapatmadan önce söylediğim son cümleydi. Sonra, anlamsız bir şekilde beklemeye başladım. Bir şey olmasını, her zaman olduğu gibi bir şeylerin ters gitmesini. Çünkü hep öyle olmuyor muydu? Tam kurtulduğumu düşünürken daha da dibe batıyordum.

Bu saçma bekleyiş öyle uzadı ki, bedenimdeki korku çekildi sıkılmanın verdiği huzurla kalp atışlarım eski hâline döndü. Sanırım bu sefer, her şey yolunda gidecekti. Evet, planım tam da düşündüğüm gibi olabilir ve büyük bir zaferle buradan kalkabilirdim.

Öyle olmalıydı sonuçta. Bana büyü işlemiyordu.

Tam da bunu düşündüğüm anda, yaşadığımız anla bağlantım koptu.

Boşluk.

Boşluktaydım.

Sonra...

Düşmeye başladım.

Sonu görünmeyen, bir karadeliği andıran boşlukta büyük bir hızla aşağı savruluyordum. Çığlık atmak için açtığım ağzım hiçbir işe yaramıyor, bulunduğum karanlık deniz tüm duyularımı ele geçiriyordu.

"Düşündüğümden daha dayanıklı çıktın."

Birisi konuşuyordu, ama bir ses duyamıyordum. Asılı kaldığım karanlıkta, beynimde yankılanan sesler kimin sesiydi algılayamıyordum.

"Kendini bırak Melis, burada biz bizeyiz."

Düşmeye devam ettiğim, ucu bucağı görünmeyen karanlıkta birden asılı kaldım. Ani duruşla şoka uğrayan bedenim afalladı. Neler olduğuna dair hiçbir fikrim kalmamış, beynim adeta çalışmayı durdurmuştu.

Hiçbir şey görmüyordum.

Hiçbir şey hissetmiyordum.

Hiçbir şey anlamıyordum.

Hayır, anlıyordum. Anlamadığımı sanıyordum ama anlıyordum. İsmim beynimin içinde dur durak bilmeden yankılanıyor, kim olduğunu bilmediğim birisi tüm zihnime hâkim olmaya çalışıyordu.

Yanılıyordum, kim olduğunu çok iyi biliyordum.

"Neville?"

...

"Neville!"

"Çıkar beni buradan seni aptal herif!"

Zihnimde kurduğum son cümleyle birlikte bir kahkaha işittim. Eğlendiğini açıkça belli eden bir erkek kahkası beynimde yankılandığında ne yapacağımı çözemez haldeydim. "Neredesin, benden ne istiyorsun?" diye sordum zihnimin içinde, acınacak halde.

"Asıl sen benden ne istiyorsun Melis?"

"Ben...ben ortaya çıkmanı istiyorum. Yaptığın tüm bu pislikleri toparlanmanı ve eski hayatımı geri vermeni istiyorum."

Beynimi tekrardan bir sessizlik sardı. Bir an için gittiğini sandım. Ürperdim. Sonra sesi yine içimde yankılandı.

"Bunu gerçekten de istiyor musun?"

"Ne?"

Nasıl yaptı bilmiyorum ama güldü. Ve ben nasıl yaptığını bilmediğim bir şekilde bunu anladım. "Gerçekten ne istiyorsun Melis?" diye sordu gülmeye devam ederken. Her ne kadar sinirlenmeye çalışsam da tüm duygularıma sanki bir felç indiğinden tepki veremiyordum. Bekledim, düşündüm...

Gerçekten ne istiyordum?

Aileme dönmeyi mi?

Bu kitaptan uyanmayı mı?

Yoksa...

"Yardım et bize, Savaşın ortasındayız ve sana ihtiyacımız var. Herkesin sana ihtiyacı var."

Ani itirafım yüzünden bir an bocaladım.

"Nerede olduğunu söyle, gelip seni bulayım. Yeter artık. Bu işten çok sıkıldım!"

Zihnimde bağırabildiğimin farkında bile değildim ama demek ki yapılabiliyordu. Gülmeyi kesen Neville ise bağırışımdan sonra bir süre susmuş, sonra bilmiş bir edayla konuşmaya başlamıştı.

Ne hissettiğini nasıl anlayabiliyordum? Tanrım, bu iş gitgitde daha da karışık bi hâl alıyordu.

"Nerede olduğumu biliyorsun Melis. Sadece göremiyorsun. Satır aralarını okuyamıyorsun."

O sustu. Ben de sustum. Sonra, "Gözlerini aç artık," diye fısıldadı.

"Gözlerini aç Melis."

Dediğini yaptım. Kapalı bile olduğunu bilmediğim gözlerim açıldı. Karanlık bir hayal ürünüymüş gibi dağıldı ve beni, bir şenliğin ortasında bıraktı. Nerede olduğumu bilmediğim bir mekanda, neyin kutlandığını bilmediğim bir zamandaydım.

Kan kırmızı saçlar.

Saçlarının ortasında alev gibi parlayan bir taç.

Neşeyle haykıran halk.

"Çok yaşa kralımız!"

"Çok yaşa kralımız!"

"Çok yaşa kralımız!"

"Gözlerini aç Elizabeth."

Bu sefer ses zihnimde yankılanmadı. Dışarıdan geliyordu, gerçekten bulunduğum zamandan. Fealynn'in hafif bir ürpertiyle titreyen sesiydi bu. Gözlerim açıldı, bulunduğum odaya, yaşadığım zamana geri döndüm.

Oldukça küçük olan odaya üç lonca lideri ve Cindy'nin tüm arkadaşları sığmayı başarmıştı. Nicholas da yakınımda diz çökmüş, ellerini yere dayamıştı. Anın getirdiği şokla ne olduğunu anlamasam da sonra fark ettim.

Anlamsız bir şekilde tepemde dikilseler de hepsinin yüzünde aynı ifade vardı. Korku ve dehşetin karışımı bir duyguyla gözlerini bana dikmişler, sanki bir canavarmışım gibi beni izliyorlardı. Bakışlarımı onlardan çekmem zaman aldı. Bunu başarabildiğimde ise korkularının asıl nedenine, karşımda duran kâhine döndüğümde her şey yerli yerine oturdu.

Odadan bir ceset çıkacağı doğruydu.

Sadece, kişiyi yanlış tahmin etmişlerdi.

Ölen ben değildim, kâhindi.

--------------------------------------

Bölüm sonu!

Üç hafta aradan sonra yeni bölüm geldi. Biliyorum uzun bir süre ama bir yıldır bölüm atmadığımı düşünürsek gelişme olduğu söylenebilir ahhdsadk

Arkadaşlar dediğim gibi, yeni bölüm yine cumartesi gelecek ama +500 oy ve 1000 yorum gelmezse bölüm gelme süresi uzar. O yüzden lütfen oy ve yorum atmayı unutmayın ❤︎

Bu bölümde Melis lonca lideriyle tanıştı ve yine boyundan büyük işlere bulaştı diyebiliriz. Bu sefer kâhin meselesinden nasıl sıyrılacak veya sıyrılabilecek mi?

Lonca liderleri hakkında ne düşünüyorsunuz? Faelynn Melis hakkında neler biliyor olabilir?

Neville sonunda kitaba katıldı. Konuşmaları hakkında ne düşünüyorsunuz? Neville ne açıklamaya çalıştı? 

Kitapta özlediğiniz kimler var???

Sizin için küçük bir spoiler vereyim, öbür bölümde özlediğiniz kişilere kavuşacaksınız diyebilirim :)

Yakında görüşmek dileğiyle!

***


Continue Reading

You'll Also Like

9K 1K 14
Bedenim tir tir titremeye başlamıştı. Gözlerim dolmuş neredeyse ağlayacaktım. Etrafta yeni yeni fark ettiğim geçmişe ait şeyler vardı. Tabelalar, ara...
6.6K 489 13
Her biri birbirinden bağımsız AlGon hikayeleri...
1.3M 72.2K 91
#2 24 Kasım 2017 Kızılkara beyliğinin biricik kızı Evra Kızılkara, küçük yaşta savaşta babasını öldüren gözü kara Şahranbolu Beyinden intikamını alma...
99.9K 7.7K 187
''Boşanmayı kabul ediyorum.'' Sovieshu yarı rahatlamış, yarı pişman bir ifadeyle bana baktı. Maskaralık mı yapıyordu, yoksa samimi miydi? Şu ana kada...