Asalak Bir Sarmaşık

By nyanpurple

930 96 56

Dinleyeni değil, anlayanı olmayan yalnızdır. More

1. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm

2. Bölüm

170 19 2
By nyanpurple


*

Yarının neler getireceği meçhul, derlerdi. Bu manidar söz, insanlık tarihi boyunca belki de hiç bu kadar anlamlı olmamıştı. Yarın bir şey getirmemiş aksine beni pat diye alıp uzak bir zamana ve mekana yuvarlamıştı.

Yakutistan.

Geldiğim ülkeye verilen isim tam olarak buydu. Sibirya yakınlarındaki şu soğuk ülkeden bahsetmiyorum. Hayır, kesinlikle bildiğiniz gördüğünüz duyduğunuz bir yer değildi burası. Haritada bulunduğundan bile kuşkuluydum. Tabii bir teorim daha vardı: Yakutistan'daki insanlarla aynı zaman diliminde yaşamadığımızı düşünüyordum. Gözlemlerime bakarak söylemeliyim ki Yakutistan'da duyduğum hiçbir tarihi olay KPSS kitaplarında okuduğum kronolojik tarih sırasına uymuyordu.

Yakutistan.
Diğer bir deyişle mutsuzlar ülkesi...

Birkaç gün öncesine kadar şirin bir ilçeye sınıf öğretmeni olarak atanmış umutlu ve mutlu Çalıkuşu'ydum. Ne oldu da dengeler değişti ve ben kendimi bambaşka bir ülkede buldum? Hatta başka bir evrende! Sevgili Çalıkuşu; söyle bana kimin ahını aldın ha, kimin tavuğuna kış dedin?

Size her şeyi en başından anlatmalıyım. Hem ayrıca benim de durup düşüncelerimi bir düzene sokmaya ihtiyacım var. Yasemin'in hediyesinin meşgul ettiği zihnimin baskısı yüzünden o gece uyumam kolay olmamıştı. Kumral saçlı güzel kadının cam misali saydam yeşil gözlerini düşünerek uykuya dalmıştım. Rüyamda aynı kadını fakat bu kez hareket ederken kanlı canlı gördüm. Tam karşımdaydı. Saçlarına çiçekli sarı bir şalı gelişigüzel bağlamıştı. Öndeki kumral bukleleri yüzüne dökülüyordu. Üzerindeki çiçekli geleneksel kıyafetlerle kırsal bölgede yaşayan bir yayla kızına benziyordu. Bana usulca gülümsedi ve şalını omuzlarına kadar indirdi. Kafasından üç tane saç teli koparıp onları gözlerimin içine bakarak tek tek saydığında zamanın hızlandığını çok net algılıyordum. Üç deyişinde gittikçe büyüyen bir karadelik tarafından yutuldum. Girdabın içine düşmüştüm. Çevremde ışıklar çakıyor ve sonsuz denebilecek bir süre boyunca dönüp duruyordum. Mide bulantım korkunç bir seviyeye ulaşmışken film şeridi oracıkta koptu. Sonrasını anımsamıyordum.

Sabah dört yanımı saran dikdörtgen şeklinde ve ortası boş bir çiçek tarhında güneş ışığının yüzüme vurmasıyla uyanmıştım. Siyah beyaz mermer taşıyla süslenmiş zeminden kafamı kaldırırken burada ne işimin olduğunu sorguladım. Çıplak ayaklarım ve pijamalarım... Neyse ki üzerinde yattığım mermer soğuk değildi. Zira ne vakit ayaklarımı üşütsem karnım sancılanır, birkaç gün boyunca hasta gezerdim.

Metrelerce ötemdeki kocaman yapıya gözlerimi diktim. Beş tane yüksek kuleden müteşekkil gri ve kasvetli bir şatonun bahçesindeydim. Şato öylesine eski ve metruk görünüyordu ki bahçesinin bu denli bakımlı olması çelişki üzerine çelişkiydi. Nerede olduğuma dair tahminler yürütmeme gerek kalmadan uzaktan kambur yürüyen yaşlı bir kadın belirdi. O da çiçek desenli geleneksel bir kıyafet giymişti. Rüyamdaki genç kadının giyim tarzını andırıyordu biraz. Aynı yöreden olmalıydılar. Sanırım hala rüya aleminde dolanıyordum.

"Hoş geldin," dedi nihayet yakınıma vardığında. Adımları hayli küçük ve ağır olduğu için yürümesi saatler sürmüş gibiydi.

"Hoş bulduk teyzeciğim," dedim hiç bozuntuya vermeden. Rüyada olduğumuzu anlamıştım anlamasına ama şimdilik bunu belli etmemin gereği yoktu.

"Geleceğin bana haber verilmişti. Şükürler olsun, işte buradasın! Yaz mevsiminin başlangıcından beri seni bekliyorum. Meyveler olgunlaştı, dalından toprağa düştü ve düştüğü yerde çürüdü. Gelişin sonbaharı buldu. Bak yapraklar sararmaya başladı bile."

Vay canına, seçilmiş kişi temalı bir rüya! Yasemin dediklerinde haklıydı galiba. O kadar fazla fantastik roman okumak akıl sağlığımı iyi yönde etkilemiyordu.

Kadıncağız mukaddes bekleyişine dair uzun uzadıya teferruata girerken buruşuk elleriyle işaret ettiği meyve ağaçlarına baktım. Ayıp olmasın diye titrekçe sarf ettiği sözlerine efendi efendi başımı sallıyordum. Ah bir hayalin içindesin Menekşe, ne ayıbı!

Esasen aramızdaki birkaç metrekarelik çiçek tarhı vahim bir engel olarak duruyordu. Herhangi bir çıkış da yoktu. Etrafım çiçeklerden örülmüş bir kapanı andırıyordu. Buraya girebilmem için herhalde gökten düşmüş olmam lazımdı. Bereket versin ayaklarımın altındaki mermer hala sıcacıktı. Alttan bir ısıtma sistemiyle çalıştığına inanmak üzereydim.

"Şey," dedim biraz çekinerek, "çiçeklere basmadan buradan nasıl çıkacağım?"

"Onlardan yolu açmaları için ricada bulunabilirsin. Hiç kuşkusuz senin sözünü dinleyeceklerdir."

Dünyanın en normal, en sıradan şeyinden bahsediyor gibi bana ciddi ciddi açıklama yaptığında tek gözüm seğirdi. Çiçeklerle konuşmak mı? Sevgili bilinçaltım, aptal mısın sen? Cidden daha iyi bir fikrin yok mu?

Eli mahkum senaryoya göre hareket edecektim. Pek de ihtimal vermeden boğazımı temizledim ve "Geçebilir miyim?" diye sordum önümde uzanan gariban bitkilere. Hz. Süleyman peygamberin zamanında yaşasaydım belki hayvanlarla ve bitkilerle konuşma meselesini daha doğal karşılayabilirdim.

Ağzımdan çıkan küçük ricanın akabininde mermer taşı hızlı bir örüntüyle birleşip ihtiyar kadına doğru daracık bir geçit oluşturdu. Allah'ım sen aklıma mukayyet ol. Hakikaten-çiçekler-bana-yolu-açmıştı!

Gün özgürlüğe kavuşma günüdür kardeşlerim! Temkinli adımlarla mecazi kafesimden çıktığımda yaşlı kadın kollarını samimiyetle açarak kucakladı beni.

"Tekrar hoş geldin sefalar getirdin! Ah yapacak öyle çok işimiz var ki! İçim içime sığmıyor!"

Hiç de heyecanlı bir tavırda görünmüyordu oysa. Endamı ve çehresiyle adeta taştan duvar gibiydi.

"Allah'ım, bilinçaltım kafayı sıyırmış!" diye kendi kendime mırıldandım. Aslına bakarsanız ilk defa böylesine gerçekçi bir rüya görüyordum. Çok iyi düşünülmüş bütün ince ayrıntılar derinden şaşırtıyordu beni. Çiçeklerden ve ekseri çiçeksiz yeşil bitkilerden gelen hoş kokular ayrı bir muammaydı. Rüyada kokuları duyumsamak normal miydi acaba?

"Hadi gel benimle, sana düzgün kıyafetler verelim. Üzerindeki bu garip pijamalarla ortalıkta dolanmam hoş olmaz. Hele ki sen nice zamandır beklenensin, yolu gözlenensin. Daha saygın bir kılıkla insanların önüne çıkmalısın."

Kimin umurunda, diye düşünerek omuz silktim. Makyajlı abiyeli bir şekilde yatağa girip uyumayacağıma göre elbette beni bu civciv sarısı pijamalarla görecektiniz. Yine de uslu bir kız olup kadının lafını dinledim. Rüyanın gidişatını merak etmiyor değildim. Bakalım psikopat bilinçaltım başka neler saçmalayacaktı.

Şaşalı bahçenin kıvrımlı patika yollarında tıngır mıngır adımlarla harabe gibi duran şatoya doğru yürüdük. Görünüşte ortalıkta kimsecikler yoktu. Ne bir ses ne bir nefes...

"Senden başka kimse yaşamıyor mu burada?" diye sordum dilimin altındaki baklayı tutamayarak.

"Hayır. Burada yalnızca iki kişiyiz. Ben ve Gülsüme."

"Bahçeyle kim ilgileniyor peki? Çevredeki her şey inanılmaz özenli ve güzel. Nasıl desem bu büyülü güzelliği koruyabilmek için eminim her gün büyük bir gayretle bakımını yapıyorsunuzdur."

Zaten hiç gülmeyen yüzü benim naçizane yorumumla hayli ıstıraplı bir hal aldı. Gözleri uzak bir maziye dalmıştı. Seslice iç geçirdi. "Yüzyıllardır hep öyle bakımlı ve göz alıcıdır. Büyük Savaş'tan sonra değişmeyen tek şey Tılsımlı Bahçe. Şu toprakta yetişen tek bir bitkiyi bile sökmeye iznimiz yok. Böyle bir şey gerçek manada delilik olur. Kapalı tılsımı ne açabilirsin ne de bozabilirsin."

En nihayetinde sarmaşıklarla sarılmış dev bahçe duvarının önünde durdu. Dört metreden daha yüksek koyu ahşaptan kalın bir kapısı vardı. Sarmaşıkların incecik yeşil dallarının ucunda minik beyaz çiçekler açmıştı.

"Kapı sarmaşıkla örtülü. Nasıl dışarı çıkacağız?" dedim gayet haklı bir merakla.

"Çok basit, nasıl girdiysem öyle çıkaracağım bizi."

Kapının yüzeyine sağ eliyle usulca dokunup tek kelimesini dahi anlamadığım bir dilde tuhaf sözler fısıldadı. Bunun üzerine iç içe girmiş dişli çarklar gibi olan gür sarmaşıklar birbirinden yavaş yavaş ayrıldı. Kapı gürültülü bir şekilde kendiliğinden hareket etti. Açılan aralıktan dışarı çıktığımızda bilinçaltımı bir kez daha takdir ettim. Ne hayal gücü ama!

Şatoyla aramızdaki mesafe azaldıkça ne gariptir yapının boyutları da küçülmeye başlamıştı. Uzaktan daha büyük göründüğü kesindi. Kuleleri de olmasa buraya şato demeye diliniz varmazdı. İyisi mi bundan sonra malikane ya da konak diye adlandıralım bu yapıyı. Ne var ki kendisi küçük olmasına rağmen girişi hayli yüksekteydi. Önümüzde bilmem kaç kat merdiven uzanıyordu. Tırmanmamız gereken merdivenleri göz ucuyla kontrol ederken kendimi oflamaktan alıkoyamadım. Hele ki yanımdaki bu kambur teyzecikle oraya tırmanma süremiz korkunç rakamları bulacaktı.

Tıpkı tahmin ettiğim gibi kaplumbağa hızında basamakları çıktığımızda sık sık mola verip yere çömeliyor, en az beş dakika dinleniyorduk. Neyse ki manzaramız güzeldi. Yukarıdan aşağıları izlemek hiç şüphesiz daha zevkli bir fiildi. Gözümden kaçan birçok yeni ayrıntıyı keşfediyordum.

Bahçe duvarının dışındaki meyvesiz kuru iki ağaç arasında çamaşır ipi gerilmişti. İpe mandalsız asılan kare biçiminde mavi bezler esen rüzgara rağmen uçmuyordu. Tutkalla mı yapıştırılmıştı ne!

"Şunlar nedir?" diyerek çamaşır direklerinin bulunduğu köşeyi işaret ettim.

Sualimi yanıtlamadan evvel tıkanan ciğerlerini açmaya çalışarak derin derin soluklar alıp verdi. "Onlar gözyaşı mendili. Ne vakit akşam çöküyor Gülsüme o saatlerde öyle çok ağlıyor ki gözyaşlarını silmek için çekmecesinde neredeyse hiç mendil kalmıyor. Ne yapsın zavallıcık da kirlenenleri yıkayıp tekrar ve tekrar kullanıyor işte."

"Bahsettiğin Büyük Savaş... Yoksa sevdiklerini mi kaybetti orada?"

Oksijene açmış gibi bir kez daha iştahla nefes aldı. Sonra kelam etmekten vazgeçerek evet anlamında sessizce başını salladı.

Konuşmaya hevesimiz kalmadığından son molamızın süresini yeterli görüp besmele çektik, yeniden basamakları tırmanmaya başladık. Şansızlık bu ya sağ ayağımı dalgınca attığım dayanıksız basamak çat diye kırılmıştı. Ayağım içe çökerken ters hareket ettiğim için bileğimi fena halde burktum ve dengemi kaybederek yere kapaklandım.

"Aman Allah'ım! İyi misin canım?" Aslında benim atmam gereken çığlığı ihtiyarcık daha erken davranıp da atınca ortamın nabzını düşürmek adına soğukkanlı kalmaya karar verdim. Fakat acı dolu inlemelerimi bastırmam pek kolay değildi.

"Canım acıyor," diye mırıldandım yüzümü buruşturarak. Güçlükle yerden doğrulmaya çalıştım.

Neden sonra olduğum noktada duraksadım. Birdenbire yaşadığım farkındalık beni çok sarsmıştı. Gözlerim kocaman açıldı. "Canım çok acıyor." Ağzımdan çıkan şeye inanamayarak aynı sözleri art arda tekrarladım.

Ee normal değil mi az önce düştün, dercesine garip garip baktı yaşlı kadın.

Bütün dikkatimi toplayıp hem ona hem de kendime tane tane açıklama yaptım. "Hayır, rüyadayken canımın acıdığını bariz hissetmem normal değil. Bu seviye bir gerçekliği hayal diye tanımlamam çok aptalca olur. Şayet uykudaysam kesinlikle haddinden uzun sürdü bu uyku. Allah aşkına ne zaman uyanacağım?"

İlk defa kırışık yüzünde farklı bir ifade belirdi. Önce dudaklarını kıvırıp gülümsedi, ardından dayanamayıp tatlı bir kahkaha attı.

"İlahi sen! Bir rüyada olduğunu mu sanıyorsun kuzum?"

Alık alık baktım suratına. "Öyle değil mi zaten?"

"Bilmem ki... Sorunun cevabını bizzat kendin bulman lazım," dedi son kez tebessüm ederek. Çehresi çabucak eski somurtkan ve çökkün halini almıştı.

Bilmece bulmacanın sırası mı şimdi teyzeciğim?

Bize kapıyı Gülsüme adındaki orta yaşlı hizmetçi kadın açtı. Onun da kederli solgun bir yüzü vardı. Gözleri benimkilerle buluşunca bir zombiyi görmüşçesine hayrete düştü. Aşk olsun ama pijamalarım o kadar çirkin miydi yahu?

Yanımdaki ihtiyar, otoriter bir ev sahibi edasında boğazını temizledi ve hizmetçiye yolu açması için eliyle işaret verdi. Gülsüme'nin tek kelime konuşmasına müsaade etmeden yanından geçtiğinde onu tıpış tıpış takip etmekten gayrı seçeneğim yoktu. Loş antrede kadını arkamızda bırakarak ilerledik. Duvarlar rutubetten ötürü küflenmişti. Yeşil siyah lekeler mide bulandırıcı nahoş bir görüntüye neden olmuştu. Bahçedeki çiçek rayihasının tam tersine buradaki havada korkunç bir çürümüş çöp kokusu asılıydı. Gördüğüm düş gittikçe kabusa evriliyordu.

Kokuya katlanamayacak raddeye ulaştığımda burnumu kapatmak zorunda kaldım. Her şeye rağmen yürüyüşümüz asla son bulmadı. Tepeden tırnağa yabancısı olduğum kasvetli mekanda beni türlü kapılardan ve koridorlardan sırasıyla geçirdi. Allah'ım, nasıl bir hareket aşkı vardı bu yaşlı kadında?

En nihayetinde tek kişinin sığacağı daracık dikine merdivenlerden önde o, arkada eli mahkum ben kuleye çıktık. Ama nasıl çıkmak! Yorgunluktan handiyse ölecektim. Soluklarım birbirine karışmış, dilim damağım kurumuştu. Delicesine su içesim vardı. Sanırım kadının hörgücü andıran beli böylece amansız tırmanışlarda kamburlaşmıştı. Biraz daha yukarı çıkarsam benim de sonum ondan farklı olmayacaktı. Zavallı Çalıkuşu, iki gramcık uykunda bile rahat yüzü yok sana!

Acaba hatları mı karıştırdık? Rapunzel masalına mı ışınlandım ben? Of ya! Durup dururken ne diye elin kulesine tırmanırdı ki insan? Hayır yani canın sıkılıyorsa git bahçede çay partisi yap ya da çiçek filan kokla. Ne istiyorsun benden?

Bunca işkenceye daha fazla sabredemeyecektim. Gövdemi duvara yaslarken cesaretimi toplayıp sessizliği bozmaya karar verdim. Yoksa ayaklarım çatlayacaktı.

"Beni nereye götürüyorsun?" dedim üst basamağa yeni ulaşmış iki büklüm haldeki ihtiyara. Doğruyu söylemek gerekirse bir metreye düşmüş boyuyla o anda çok korkutucu gözüküyordu.

Başını ağır ağır geriye çevirdi, ürkünç bir esrarla bana baktı.

"Her şeyin başladığı yere."

Telefonumun zırıl zırıl çalan alarmı yüzünden tatsız bir şekilde gerçek dünyaya döndüm. Gözlerimi, yeni taşındığım evimin yatak odasında açmak ilk kez beni haddinden fazla mutlu ediyordu. Dayak yemiş gibi uyanmak hiç hoş değildi ama olsundu. Diğer türlüsü daha beter bir durumdu zira. İyi ki uyanmıştım! Çok şükür Allah'ım! Ne tuhaftır ki vücudum hâlâ sızım sızım sızlıyordu. Sanki gerçekten şu ayaklarla kuleye ulaşmak için zibilyon tane merdiven çıkmıştım.

2. Bölümün Sonu

Continue Reading

You'll Also Like

22.1K 3.4K 7
abilerim kurgusu, erkek versiyon. Bu kurgu reenkarnasyon içerir! 🐈⬛ Deniz'in, Egemen olarak yeniden doğduktan sonra hayalinde ki resme kavuşma hikay...
39.2K 4.4K 62
Taylan, on dört ciltlik bir fantastik romanın son cildini bitirince büyük bir hayal kırıklığına uğrar ve ufak bir sinir krizinden sonra geçirdiği ufa...
344K 29.3K 51
Kapak: benbittimaq Astsubay Kıdemli Başcavuş Tuğra Duman, Türk Silahlı Kuvvetleri'nin seçkin bir birimi olan Pençe timinin yardımcı komutanıdır. Gör...
33.7K 2.1K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈