İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.5K 2.3K 958

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35

son

474 24 38
By MSHanDeniz

Selam, karşınızda finalimiz. Umarım beğenirsiniz ve bu yolculukta benimle olduğunuz için çok teşekkür ederim. Artık Ognis'in ayrıldığına eminiz, zaten ben uzun zamandır shipi salmıştım ama siz okuduğunuz için bu hikayeye devam ediyordum. Her şeyin bir sonu olduğu gibi ilişkinin de, hikayenin de sonundayız.

Eğer hikayelerimi seviyorsanız profilimde Sofya isimli yeni bir kurgum var. Hafsanur Sancaktutan, Mert Yazıcıoğlu ve Deniz Can Aktaş başrolde. Ona da bakarsanız sevinirim. Oy ve yorumlarınızı unutmayın lütfen. 🤍

"Babacığım payitahta varırsak hünkarımız sizi affedecek mi?" diye sordu Osman merakla.

"Misafirsin bu hanede ey gönül, umduğunda değil bulduğunda gül demiş Rumi Hazretleri. Hane sahibi ne derse o olur, ne kimseye sitem eyle ne de üzül."

Bir at arabasına bindik. Osman yanıma gelmiş bana sarılmıştı, büyük oğlum Orhan ise karşımızda oturuyordu. Birkaç saat yol gittikten sonra at arabası durdu ve kapısı bir ağa tarafından açıldı.

"Hüsrev Paşa ile burada mı buluşacağız?" diye sorduğumda başını salladı.

Orhan kalkmak için hamle yapacağı sırada onu durdurdum. Kucağımdaki Osman'ı yan tarafıma oturtup kalktım ve önce ben indim. Ağa bana eliyle karşıyı gösterdiğinde yürümeye başladım. Bir süre sonra başıma yediğim darbeyle kendimden geçtim.

Yüzüme su atılmasıyla nefes nefese uyandım. İki peçeli adam tarafından tutuluyordum, yan tarafımda da çocuklarım aynı benim gibi iki peçeli adamın elindeydiler. Karşımda ise kardeşim ve Lala Mustafa vardı. Etrafları da bir sürü askerle doluydu.

"Selim? Bu işin arkasında ikinizin olduğunu bilmeliydim."

"Herkes hak ettiği hayatı yaşar şehzadem, sizin hak ettiğiniz de bu işte," dedi Lala Mustafa. Sinirle adamların elinde debelendim lakin ellerinden kurtulamadım.

"İsmin küfür olsun lala, ahirette iki elim yakanda olacak."

"Seni bu halde tanımakta zorlandım Ogeday," dedi Selim bana doğru gelerek.

"Bir nebze haysiyetin olsaydı yüzüme bakmaya utanırdın." Eğilip boyun hizama geldi ve gözlerime baktı.

"Hata ettin Ogeday, beni o gün orada öldürmeliydin. Sana söylemiştim, sen de Mustafa ağabeyim ve Cihangir gibi zayıfsın. Ben ise güçlüyüm, gördüğün gibi hayatta kalan ben oldum." Ellerini iki yanında açtı. Ardından kalktı.

"Ne bekliyorsun Selim? Senin gibi af dileyecek, ağlayacak, canım için yalvaracak mıyım? Beklediğin bu mu, haydi al canımı da bitsin bu iş."

"Ben evlatlarımın istikbali için her şeyi yapmaya razıyım, yaptım da. Peki sen Ogeday, sen yapabilir misin? Evlatlarının istikbali için bana yalvarabilir misin, ayaklarıma kapanabilir misin?"

"Şehzadem-" Lala Mustafa araya girmeye çalıştı lakin Selim elini kaldırarak ona mani oldu. Ardından devam etti.

"Eğer yaparsan seni Hüsrev Paşa'ya teslim ederim, oğullarınla birlikte payitahta gidersin."

Oğullarıma baktığımda Orhan ile göz göze geldik, başını iki yana salladı. Ona gülümsedim lakin gözlerim dolmuştu. Ardından Selim ve Lala Mustafa'ya dönüp önlerine tükürdüm.

"Ne oldu Ogeday, evlatlarının canı için af dilemekten yüksünüyor musun? Bu kadar mı kıymetsizler?" Sinirle güldüm.

"Tutamayacağın sözler verme Selim, boyundan büyük laflar etme. İkimiz de biliyoruz ki beni hünkarımıza asla teslim etmezsin."

"Doğru etmem lakin etsem de netice değişmez, hünkarımız seni asla affetmez. Sen düşmana sığınmış asi bir şehzadesin, katline ferman verdi bile."

"Madem öyle neden kestin önümü? Korkuyorsun, değil mi? Binde bir ihtimal olsa bile korkuyorsun." Selim başını iki yana sallayarak bakışlarını kaçırdı. "Selim beni burada öldür lakin onları bırak, onlar daha çocuk. Bırak, hünkarımızın yanına gitsinler."

Onun önünde ağlamamak için zor duruyordum. Selim oğullarıma döndü, ardından çocuklarımın başlarındaki adamlara başıyla işaret verdi. Adamlar ceplerinden yağlı urgan çıkardılar.

"Selim, onları bırak beni al!" diye bağırdım korkuyla. Selim ise arkasını dönüp yürümeye başladı.

"Bu günah benim değil Ogeday, senin!"

"Seni hain köpek, hanedanımızın yüz karası! Ne yazık ki bu yüce devlet artık senin hükmüne girecek lakin o kanlı tahtta huzur bulamayacaksın Selim, duydun mu beni?! Yüzyıllar sonra bile hainlikle, sarhoşlukla anılacaksın!"

"Ağalar!" Lala Mustafa'nın emriyle boğazıma yağlı urgan dolandı.

"Size gelince, ölüm bizim gemimizdir. Oğullarımla birlikte o gemiye bineceğiz ve Allah'ın huzuruna çıkacağız. Ve yalnızca, yalnızca onun önünde diz çöküp ondan af dileyeceğiz!"

Birden dört bir yandan oklar geldi. Arkamızdaki peçeli adamlara, Lala Mustafa'ya, askerlere ve Selim'e oklar saplandı. Hepsi yere yığıldı. Serbest kaldığımı anladığımda koşarak oğullarımın arasına geçip ikisine de sarıldım. Ardından ne olduğunu anlamaya çalışırken iki-üç tane atlı geldi. En öndeki atından inip önümde eğildi ve bana bir mektup uzattı.

"Ben Silahtar Kethüdası Süleyman Ağa. Veziriazam Sokullu Mehmet Paşa'dan şehzademe haber getirdim."

Mektubu alıp onlara arkamı döndüm. Arkamda tonlarca yeniçeri vardı ve beni bekliyordu. Selim'i, Lala Mustafa'yı ve buradaki bir ton askeri onlar öldürmüş olmalıydı. Mektubu açıp okumaya başladım.

"Hünkarımız Sultan Süleyman Han Hazretleri, 22 eylül gecesi yatsı namazına mütakip Topkapı Sarayı'nda, dairesinde hak yoluna yorumuş ve yüce Rabb'in cennetine kavuşmuştur. Şehzade Ogeday Hazretleri'nin en kısa zamanda Topkapı Sarayı'na gelmesi icap eder."

Arkamdaki yeniçerilerin başıyla göz göze geldik. Onların her şeyden haberi vardı muhtemelen. Selim'i ve Lala Mustafa'yı kendi istekleriyle öldürmüşlerdi. Kılıcını getirip önümde eğildi.

"Hünkarım Sultan Ogeday Han Hazretleri, Hanedanı Ali Osman ve cümle Osmanlı mülkü sizi bekler."

Kılıcı aldığımda hepsi diz çöktüler. Bu sırada oğullarım da ayağa kalkmış, başlarını eğmişlerdi ve yüzlerinde büyükçe gülümseme vardı.

 -Mahnisa Sultan

"Geri çekil, geri çekil dedim size! Siz de olduğunuz yerde kalın, oğlumu alamazsınız benden!" Nurbanu kapının önünde deli gibi bağırıyordu. Eline bir bıçak almış, ona mani olmaya çalışanlara doğru sallıyordu.

"Sultanım bu yaptığını doğru değil, şehzademizi bize teslim ediniz. Emirlere karşı gelemezsiniz."

"Geri çekil, siz de geri durun! Yaklaşmayın!"

Onu yakalamaya çalışan ağanın birinin kolunu kesti. Daha fazla beklemedim ve koridorun köşesinden çıkıp ona doğru yürüdüm.

"Nurbanu, bitti artık. Kaybettiniz, şimdi sana düşen Şehzade Murat'ı ağalara teslim etmektir."

"Gel, al o zaman. Gel de senin pis kanını dökeyim," diyerek bıçağı bana doğru savurdu. Birkaç adım geri çekildim.

"Nurbanu bitti artık, kabullen." Başımla ağalara emir verdim.

"Sakın, Mahnisa yapma. Yalvarırım durdur bu zulmü, evladımın canına kıyarsan kendi evlatlarının yüzüne nasıl bakacaksın? Kanlı ellerinle mi okşayacaksın başlarını, rlini vicdanına koy. Sen de bir annesin."

"Doğru, ben de bir anneyim. İşte tam bu yüzden yapmak zorundayım, kendi evlatlarım için."

"Allah'tan bir tek dileğim var. Her günün bu anın, bize yaşattığın acının kederiyle gölgelensin."

"Yakalayın şu hatunu!" Nurbanu içeri kaçtı ve kapısını kilitledi. "Kırın kapıyı!"

İçeriden sesler geliyordu lakin kapı asla kırılmıyordu. Ofladım, onun şehzadesiyle birlikte bir yerlere kaçmasından korkuyordum.

"Kırın artık şu kapıyı beceriksizler! Taşlıktan kaçmaya kalkabilir, bostancılara haber ver de bahçeyi tutsunlar." Bir ağaya bunu söyledikten sonra tekrar kapıyı kırmaya çalışan ağalara döndüm. "Kırın artık haydi!"

En sonunda kapı kırıldığında telaşla içeri girdim. Nurbanu, şehzadesini yanına oturtmuştu ve ikisi de baygındı. Nurbanu'nun elinde içi boş, küçük bir şişe vardı. Sanırım o şişe zehirdi ve şehzadesiyle birlikte zehir içip ölmüşlerdi.

*

5 YIL SONRA

"Bayramınız mübarek olsun validem." Ayşe gelip elimi öptüğünde gülümsedim. Küçük kızım artık dokuz yaşındaydı.

"Allah nice bayramlar görmeyi nasip etsin," dedi Makbule kucağında bebeğiyle. O da bu süreçte evlenmişti ve oğlu olmuştu. Bayramlarda ziyaretime geliyordu.

"Amin."

"Oğlum, Murat," diyerek kucağıma bıraktı küçük oğlunu.

"Pek sıhhatli maşallah lakin keşke başka bir isim bulsaydınız."

"Zevcim Hasan Ağa ısrar etti sultanım, sizi neden böyle rahatsız etti? Anlamadım."

"Allah uzun ömürler versin, ismi karanlık hatıraları getiriyor gözümün önüne. Neyse geçmişin acı hayaletleriyle yaşamayı öğreneceğiz elbet." Bebeğini tekrar kucağına aldığında gülümsedim. "Hayırlı bir evlilik yaptın, zevcin Hasan Ağa bu devletin en mühim mevkilerinden birinde. Sen onun kıymetini bilirsen o da seninkini bilir, sadakatini esirgemezse istikbal hepimiz için aydınlık olacak. Taht ve kudret yaşanan bütün kederlere değiyor."

*

Haremde oturuyor ve gelen geçen hatunların benimle bayramlaşmalarını kabul ediyordum. Mihrimah Sultan ve kızı Hümaşah Sultan hala gelmemişlerdi. Şehzadem Orhan da gelmemişti, aslında onu bekliyordum. Yanımda da Makbule ve kızım Ayşe Sultan vardı. Gülşen Kalfa gelip bana selam verdi.

"Sultanım, müjdeler olsun. Şehzademiz Orhan Hazretleri Üsküdar'a varmışlar." Gülümsedim.

"Allah'ıma bin şükür, evladımı görmeyeli neredeyse iki yıl olacak."

Orhan ve Osman'ı kendi evladım gibi görüp severdim lakin sancağa çıktıklarından beri ikisine de çok bağlanmıştım. Kendi oğlum Mehmet zaten hep yanımdaydı lakin ağabeyleri Orhan ve Osman'ı çok özlüyordum. Onların da bana kalpten bağlı olduklarını, validelerinin yerine koyduklarını biliyordum.

"Destur, Şehzade Orhan Hazretleri!"

Orhan saraya girdiğinde haremin önünde onu bekliyordum. Önüme gelip eğilerek selam verdiğinde öpmesi için elimi uzattım. Öptükten sonra sarıldık.

"Arslanım, Orhan'ım, hoş geldin. Geç kalınca öyle huzursuzlandım ki."

"Vaziyetime dair malumat yollamıştım validem, yollar felaket halde."

"Validemizi biliyorsunuz şehzadem, aklı hep sizde," dedi Ayşe gülerek. Orhan gülerek kardeşine yaklaştı.

"Ayşe'm, canım kardeşim benim. Seni gördüğüme o kadar sevindim ki."

Mihrimah Sultan göründü ve Orhan'ı gördüğünde yüzü aydınlandı. Kollarını iki yana açarak bize doğru yürümeye başladı.

"Saadetimin istikbali şehzadem, hoş geldin."

"İşte güneşin ve ayın sultanı." Mihrimah Sultan'ın elini öptü oğlum.

"Pek yaman, pek civanmert bir delikanlı olmuşsun. Allah'ım seni nazarlardan esirgesin, hediyelerimden memnun kaldın mı?"

"Beni bahtiyar ettiniz sultanım, bu altın sırmalı kaftan da ince zevkinizin eseridir. Üzerimde görün istedim." Mihrimah Sultan başını salladı.

"Pek yakışmış lakin merak ettiğim başka, öteki hediyem. Gönlünü hoş tutabildi mi?" Gülümsediler.

"Sultanım, şehzadem, ne hediyesinden bahsediyorsunuz?" diye sordum merakla.

"Gözdem Safiye saadetimin güneşi oldu, size ne kadar teşekkür etsem az sultanım. Müjdeli haberi vermenin tam sırası, Safiye Hatun gebe. İnşallah saadetimiz bir şehzadeyle taçlanacak."

"Ne hoş, tebrik ederim. İnşallah bir avazda evladınızı kucağınıza alırsınız."

-Sultan Ogeday Han

"Macar Serhattin'de bazı meseleler olduğunu işittim Ayas Paşa," dedim veziriazamıma.

"Maalesef hünkarım, Maximilian tahta çıktığından beri Avusturya ile münasebetlerimiz bir türlü yoluna girmedi. Evvela birikmiş haraçlarını ödemeyi geciktirdiler akabinde de Macar hududunu işgal ettiler."

"O vakit veziriazamlığını savaşla taçlandırmalısın, böylelikle mevkini pekiştirip reaya nezdindeki itibarını perçinlersin." Başını salladı.

"Hakkaliniz var."

*

Mahnisa ile birlikte dairemde oturuyorduk. Şehzadem Orhan'ın geldiğini söylemişti, benim yanıma gelmesini bekliyorduk. Şehzadem Orhan geldiğinde eğilip selam verdi ve elimi öptü.

"Sultan babam, bayramınız mübarek olsun."

"Senin de arslanım."

"Bu hatunun ne işi var burada?" diye sordu Mahnisa.

"Safiye benim gözdem validem ve doğacak evladımın anası."

"Validen müjdeli haberi verdi, hayırlı olsun," dedim gülümseyerek.

"Amin. Validem, gözdem esasen size hiç de yabancı değil."

"Ne demek şimdi bu?" diye sordu Mahnisa.

"O da Venedikli, vaktiyle Baffo ailesine mensupmuş."

"Doğrudur sultanım, eskiden ismim Sofia Belluci Baffo idi. Babam Leonardo Baffo'dur," dedi Safiye Hatun.

"Hayat tesadüflerle dolu."

"Buna tesadüf demek için saf olmak lazım, malum hatun Mihrimah Sultan'ın hediyesi. Belli ki senin için hususi seçmişler," dedi Mahnisa. Mihrimah'ı seviyordu lakin bu hatundan hoşlanmadığı aşikardı.

"Uzun yoldan geldin arslanım. Dairene git, dinlen. Sonra hasret gideririz."

-Mahnisa Sultan

"Şehzadem Orhan'ın hareminde benden habersiz kuş uçmayacak demedim mi sana, şu Safiye denen hatun nereden çıktı?" diye sordum sinirle Makbule'ye.

"Mihrimah Sultan keşfetmiş hatunu, birkaç yıldır onun hizmetindeymiş. Geçen sene bu vakitler şehzademiz Orhan'ın haremine hediye etmişler. Taht artık Sultan Ogeday'ın ve siz de zaferinizi ilan ettiniz. Mihrimah Sultan'ın kötü bir niyeti olduğunu sanmıyorum."

"Aklımı meşgul eden Mihrimah Sultan değil, Safiye Hatun."

"Safiye dediğiniz genç, tecrübesiz bir cariye. Size karşı ne yapabilir ki?"

O anda kapı çaldı ve ağalardan biri gelip Safiye Hatun'un geldiğini, beni görmek istediğini söyledi. Başımı sallayarak oturdum. Bir süre sonra Safiye gelip bana selam verdi.

"Sultanım, günlerdir huzurunuza çıkmak için sabırsızlıkla bekliyordum. Venedik'te Nurbanu'yu alt ettiğinizi o kadar çok işitirdim ki, size olan hayranlığım ta o günlerden. Şimdi şehzadenizin gözdesi olmak büyük bir şeref."

"Mazide kim olduğun, nereden geldiğin umurumda değil. Burası Osmanlı sarayı, bizler de birer Osmanlı kadınıyız. Şehzadem Orhan benim kıymetlimdir, onun saadeti benim saadetimdir. Mühim olan sadakat, inşallah en kısa zamanda bana olan sadakatini ispat edersin. Yok etmezsen, karnındaki evladını sen değil başkaları büyütür. Sen de kendini boğazın serin sularında bulursun."

"Size sadakatimi ispat etmemin zannımca tek bir yolu var, o da şehzademiz Orhan'ı mutlu etmek ve ona şehzadeler vermek. Şehzademiz Orhan'ın bana duyduğu aşk ve muhabbet bir hayli derin, tıpkı hünkarımızın size beslediği hisler gibi."

*

4 AY SONRA

"Size çok yakışıyor sultanım," dedi Sümbül Ağa elimdeki Hürrem Sultan'dan bana kalan yakut yüzüğe baktığımı gördüğünde.

Dairemde oturuyor, Safiye'nin gelmesini bekliyordum. Gebeliği iyice ilerlemiş, son aylarına girmişti. Karnı burnunda olmasına rağmen ortalarda gezip duruyor, benim sinirimi bozuyordu. Sümbül Ağa'ya gülümserken kapı açıldı ve içeri Safiye girdi. Karşıma geçip selam verdi.

"Sultanım, beni emretmişsiniz."

"Şehzadem Orhan'ı mutlu ediyorsun belli ki ancak bu bir sultan için kafi değil, farzımishal ben; bil ki bu kudrete erişebilmek için canımı ortaya koydum. Allah gecinden versin, hünkarımızın devrinden sonra şehzadem Orhan'ın devri başlayacak. Yüce Rabbi'm müsaade ederse benim valide sultanlığım."

"Hürrem Sultan'a nasip olmayan o mübarek mevki inşallah size nasip olur sultanım," dedi gülümseyerek.

"Hürrem Sultan'ı Mihrimah Sultan'dan işitmişsindir elbette, beni o seçti. Ben de onun yolundan gidiyorum, devran döndü ve sıra bana geldi."

"Bir söz var burada, boynuz kulağı geçer diye. Hürrem Sultan'ı geçeceğinize, onun namını geride bırakacağınıza inancım tam. Elbette devran yine dönecek, halefiniz de size geçecek bir gün ve parmağınızdaki kudret yüzüğü el değiştirecek."

Bir cevap vereceğim sırada kapı çaldı. İçeri ağalardan biri girdi ve Orhan'ın Safiye'yi çağırdığını söyledi. Safiye bana selam verdi.

"Müsaadenizle sultanım, şehzademle alakadar olmam icap eder."

Safiye gittiğinde Sümbül bana döndü. O da bu kızdan en az benim kadar hoşlanmıyordu, Mihrimah Sultan'a bunu başımıza musallat ettiği için içten içe kızıyordu.

"Sizin savaşınız daha bitmedi sultanım, yeni başladı. Zirveye çıkmaktan daha zor bir şey varsa o da zirvede kalabilmektir."

-Sultan Ogeday Han

Gece olduğunda ben devlet meselelerine dalmışken kapı çaldı ve içeri Mahnisa giydi. Kırmızı kaftanının içinde oldukça güzel görünüyordu. Orhan ve Safiye sancaklarına döndüklerinden beri sinirleri biraz olsun gevşemişti, artık eskisi kadar dert etmiyordu bu yeni hatunu.

"Benim güzel sultanım, hoş geldin," diyerek ayağa kalktım ve sevgilimi kollarımın arasına aldım.

"Günlerdir sana hasret kaldım, devlet işlerinden başını kaldırıp da beni gördüğün yok." Bana sitem ettiğinde güldüm.

"Padişah olmak kolay değilmiş Mahnisa lakin seni unutur muyum hiç?"

"Sen padişah olduğundan beri rahat uyku çekebiliyorum, Allah bir daha o günleri yaşatmasın bize."

"O günler geride kaldı sevgilim, bundan sonra hayatımız bu gül bahçeleriyle dolu olacak. Keşke validem de görebilseydi. Artık ben bu cihanın hükümdarıyım, sen de benim sultanlar sultanımsın. Sana yemin ediyorum, bundan sonra gam ve keder bizden uzak olacak. Sen, ben, şehzadelerimiz ve sultanlarımız artık bu sarayda huzur ve mutluluk içinde yaşayacağız Mahnisa'm."

Continue Reading

You'll Also Like

978 90 8
''Seninle yaşıycağım ne olabilirki benim ya'' ''Kader'' ''Ne'' ''Bizim seninle kaderimiz var''
KANLI SALTANAT By çağatay

Historical Fiction

12.7K 368 64
iktidar ortak ve masumiyet kabul etmez... Kimi zaman düşmanım evladım oldu kimimi zaman vezirim lakin saltanat oyununda ne ona acırım nede buna...
113K 6.2K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
9.2K 275 23
diziden biraz hatta cok fazla farkli