SEÇ VE YAŞA

Bởi beyzazaydin

6.3K 712 337

Defne Saraç, bir sabah kapısının önünde bulduğu kitabın hayatını ve hayatları değiştireceğini bilmemektedir... Xem Thêm

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 4

BÖLÜM 5

641 85 53
Bởi beyzazaydin


İYİ OKUMALAAAR <3

----

Özgür bilgisayarındaki sisteme kitabı ödünç alan kişinin bilgilerini girerken, kadın karşısında saatine bakıp duruyordu. Özgür kadına bakmıyor olsa da gerginliğini hissetmiş olsa ki "Kusura bakmayın, biraz bekletiyorum. Sistem oldukça yavaş." Diyerek açıklama yaptığında kadın ödünç aldığı kitabı çantasından geri çıkarıp Özgür'e doğru uzattı. "O zaman başka zaman gelsem daha iyi olacak. Gitmem gereken yere yeterince geç kaldım."

Özgür sistemi açmak için iki saattir boşa uğraşmış olmasının verdiği kara komediyle bakışlarını kadına çıkarttı ve sadece gülümsedi. "Peki. İyi günler dilerim."

Özgür kadının uzattığı kitabı aldıktan sonra kadın başıyla onaylayıp kitabı çıkartmak için koluna indirmiş olduğu çantasını tekrardan omzuna çıkartıp kütüphanenin çıkışına, yani olduğum tarafa yöneldi. Göz göze geldiğimizde ufak bir gülümseme bahşedip yanımdan geçerek kütüphaneden çıktı. Kadının çıkışıyla beraber gözlerim Özgür'e döndüğünde göz göze geldik. Sonra yerine koyacağı kitabı arkasında bulunan küçük kitaplıkta boş bir rafa yerleştirirken "Hoş geldin Defne." Dedi. İsmimi hatırladığına göre hafızası iyi olmalıydı ya da daha dün ismimi öğrenmiş olmasının getirdiği taze bilgi de olabilirdi.

"Hoş buldum." Derken kütüphanenin içerisine doğru ilerleyip arkasında bulunduğu yüksek masanın önüne geçtim. "Sana nasıl yardımcı olabilirim?"

Dudağımı büzerken ne kadar saçma bir bahane bulmuş olduğumu fark etmiş olsam da aklıma başka bir şey gelmediği için elimde tuttuğum poşeti kaldırdım. "Dün verdiğin poşetini geri getirdim."

Kurduğum cümleye karşılık şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdığında gülmemek için zorlandım. Utanç duygusu hayatımda çok yer edinemediği için utanmak yerine üste çıktım. "Ne oldu? Poşete ihtiyacın olabilirdi."

Benim aksime gülme isteğini tutamadığı için güldü ve kaldırdığım poşete baktı. "Komşuluk usulü, boş getirmek istememişsin sanırım."

Memnun bir şekilde başımla onaylarken içerisinde dosya olan poşeti ona doğru uzattım. Poşeti aldıktan sonra açıp içerisinde ne olduğuna baktı. Dosyayı poşetten çıkardıktan sonra poşeti masaya koyup dosyayı sağ elinin avucunda tutarken sol eliyle dosya içerisindeki sayfalara bakmaya başladı. Birkaç sayfa çevirdikten sonra tekrar ilk sayfaya dönüp giriş cümlelerini okudu. Algılamaya çalışmasına yardımcı olup "Kitaba dönüştürülmemiş bir roman." Dedim.

Bakışlarını yüzüme çevirdiğinde açıklamamın devamını soru sorar gibi getirdi. "Ve sen yazdın?"

"Nereden anladın?"

"Kitaba dönüştürülmemiş bir romansa elinde olmasının diğer ihtimali çalmış olman." Dedikten sonra omuz silkti. "İyi olan ihtimale inanmayı seçtim."

Gülerken "Gerçeği hiçbir zaman bilemezsin." Dediğimde başını onaylamazca sallarken gülümsedi. "Yine de okuyacağım."

Dosyayı kapattıktan sonra arkasında bulunan kitaplığın en üst rafına koydu. "İsim seçmedin henüz galiba."

"Evet. Okuduktan sonra belki öneride bulunursun."

Masanın arkasından çıktıktan sonra yanıma doğru geldiğinde vücudumu yeni aldığı konuma döndürdüm. "Koca bir roman yazıp isim seçmede tıkanmak nasıl bir his?"

"Şu anda da hissettiğim gibi bir his." Dediğimde başıyla onayladı. "Poşetin bahane olduğunu biliyordum."

Başımla onaylarken gülümsedim. "Mantıklı olmayabilir sonuçta daha dün tanıştık ama çevremdeki samimiyetsiz insanlara nazaran sana danışmak istediğimi fark ettim." Dedikten sonra hızla ekledim. "Tabii, sana da garip gelmiyorsa."

Ben cümlemi bitirmeden arkasını dönüp bir yere yöneldiğinde cümlenin sonuna doğru sesim gittikçe azalmıştı. Garip bulmuştu işte! Daha dün tanıştığım bir adamdı sonuçta, gelip 'poşetini geri getirdim' diye saçma bir bahaneyle mesai saatleri içerisinde bulunan bir adama 'size bir şey danışacağım' diyerek zamanını çalıyordum.

Üzgün bir şekilde kütüphanenin çıkış kapısına yöneleceğim sırada "Kahveni nasıl içersin?" diye seslendi. Gülümseyerek tekrar içeriye döndüm ve hevesli adımlarla peşinden ilerledim. "Ne kadar zifiri karanlık görünürse, o kadar iyi." Derken sırtına bakarak ardından ilerliyordum. Geniş bir sırta sahipti ve boynundaki dövmeyi ilk defa fark ediyordum. Dövmesinin neye benzediğini anlamaya çalışırken bana doğru döndüğü için bakışlarımı gözlerine çevirdim. "Sevindim. Zaten süt ve şeker yoktu."

Eliyle bir kapıyı gösterirken geçmemi beklemeye başladı. Söylediği şeye gülerken kibarlığını reddetmeyip önden geçtim. Ardımdan geldiğinde odayı inceliyordum. Küçük bir mutfaktı. Mutfak dolapları ve buzdolabı haricinde masa zar zor sığmıştı. Birisi mutfak dolaplarının olduğu tarafta oturduğunda arkasından birisinin geçmesi için iki tarafın da eziyet çekmesi gerekiyordu. Küçük pencere de odayı tam olarak aydınlatamadığı için odanın büyük bir kısmı -ki kendisi de küçücüktü zaten- karanlık kalıyordu. Özgür düşüncelerimi okumuş gibi ışığı açtı.

Çantamı masanın üstüne koyarken kapıya yaslı sandalyeye oturdum. Muhtemelen oturduğum sandalyeyi bu odaya sığdırmak için tek yol kapıya yaslamaktı. Özgür de lavabonun üstündeki dolabın kapağını açıp içinden kahve kutusunu çıkarttı. Kahve yapışını izlerken titreyen ellerini fark ettim. "İyi misin?"

Bakışlarını omzunun üstünden bana çevirdiğinde sorgularcasına kaşlarını kaldırdı. "Ellerin titriyor."

Kaşları gevşerken mahcup bir şekilde gülümseyerek önüne döndü. Bakışlarını benden aldığı gibi ellerimi yüzüme götürdüm. Kesin patavatsız bir soru sormuştum. Bu rahatlığım ve utanç duygusundan çekinmemem dolayısıyla her gün en az birkaç insanla papaz oluyordum ya da fark etmeden gücendiriyordum.

"Sigarayı bırakmaya çalışıyorum da. Biraz zorlanıyorum." Dedikten ellerimde sıcaklığını hissettim. Elleriyle yüzümden olan ellerimi indirdikten sonra mahcup bakışlarıma gülerek devam etti. "E tabi günde dört beş bardak kahve de içince bu sırada, titreme yapıyor."

Tezgahtan aldığı kahveleri masaya koyduktan sonra dört kişilik masadaki yakın çaprazıma oturdu. "Yanlış bir şey sormadın yani. Merak etme."

Gülümserken elimi kahvesine götürüp kendi önüme çektim. "Öyleyse bu ikisini de ben içeceğim. Sen bugünlük kahve kotanı doldurmuşsun."

Üzgün – gerçekten üzgün - bir şekilde kahveye baktığında güldüm. "Tamam belki birkaç yudum alabilirsin."

"Yok." Derken güldü. "Haklısın. Biraz daha sigara açığımı kahveyle kapatmaya devam edersem çarpıntılar başlayacak."

Kahvemi yudumladıktan sonra "Ne zamandır içmiyorsun?" diye sordum. Kolunu kaldırdıktan sonra saatine baktı. "Üç saat on iki dakikadır." Dediğinde güldüm. Haftalardır, aylardır içmiyormuş gibi bir izlenim yaratmıştı. "Sigara kullanmaya devam edip sigara içme süre aralığı daha fazla olan yakınlarım var."

Başıyla onayladı. "Normalde ben de günde üç dört tane içerim ama şimdi kendimi hiç içmemekle şartladığım için sabahki sigarayı söndürdüğüm anda canım çekmeye başladı." Dedikten sonra aynı anda "Murphy kanunları." Dedik.

Güldükten sonra parmaklarımı kahve bardağımda gezindirmeye başlarken dudağımı büzdüm. Konuya nasıl gireceğimi bilmiyordum. Halimi anlamış gibi "Söyle bakalım. Sorun ne?" dediğinde derin bir nefes alıp bakışlarımı gözlerine çevirdim. Sabırla konuşmamı bekliyordu.

"İstediğin bir sonuç için istemediğin bir şey yapar mısın?"

Hiç düşünmeden başını onaylamazca salladı. "Hiçbir sebep bana istemediğim bir şeyi yaptıramaz."

Omuzlarım düşerken keyifsiz bir şekilde bakışlarımı tekrar kahveme çevirdim. "Peki, istediğin şeyi elde etmek için her şeyi yapabilecek biriysen?" diye sorduğumda sessiz kaldı. Kahvemi bitirdikten sonra bakışlarımı tekrar ona çevirdim. Bakışlarımla sessizliğini bozup omuz silkti.

"O zaman sonuçlarına katlanırsın."

---

Masamın üstündeki çiçeğe bakarken kapıyı ardımdan kapattım. Artık ölü bir kadının eski masasının üstünde kutlama adına öldürülmüş bir başka çiçek.

Masadan olabildiğince uzak durmaya devam ederken kapım tıklatıldığında keyifsiz bir şekilde "Gir." Diye cevap verdim. Kapı yavaşça açıldığında kendisinden önce rüzgarı gelen Poyraz'ın parfümünü hissettim. Bakışlarım odaya giren cüsseli bedene döndü. O bedendeki ela gözler ışıl ışıldı. "Hoş geldiniz Defne Hanım."

Gözlerimi devirdiğimde gülerek kapıyı kapattı. "Müsait misiniz acaba?"

"Yapma Poyraz..." derken çantamı koltuğa atıp kabanımı üstümden çıkartmaya başladım. Arkama geçip kabanımı çıkartmama yardım etti. Kabanımı çıkarttıktan sonra kolu askıymış gibi kabanı koluna asarken vücudumu ona çevirdim ve kaşlarımı kaldırdım. "Ne? Baş editörüme saygı duyuyorum."

Ayaklarım geri gide gide masaya doğru ilerlerken "Kahvem sade olsun o zaman." Dedim. Sessiz kaldığında gülerek koltuğa oturdum. İçim ürperirken gülüşüm silindi. Gül'ün eşyalarıyla burada olmak kanımı donduruyordu. Bir an önce bu eşyalardan kurtulmam gerekiyordu ama odanın enerjisini ve hikayesini de değiştiremezdim ki.

Kabanımı kapının yanındaki askılığa astıktan sonra rahat adımlarla masaya yaklaşıp koltuğa yayıldı. Gözleri odada gezerken "Bu odanın rengini değiştirmek gerek." Diye geveledi. Kurduğu rahat cümleleri duymaya midem bulandığı için onu duymazdan gelerek masamın üstündeki bilgisayarımı açtım. Çalışanlar eski masamda duran her şeyi buraya taşımışlardı. Eşyalarıma dokundukları için gerginlik çıkartacağım sırada, normalde böyle şeylere takılmadığımı, o an sadece gergin olduğum için sinirlendiğimi fark etsem de yine de gerginlik çıkardım. Öz eleştiri güzel ve önemli bir şeydi fakat eyleme dökmek zordu.

"...Baskı sürecine giriyoruz. Senden istediğim kitabın ön kapak, arka kapak ve tanıtım yazısını yazman." Duymazdan gelmeye çalıştığım konuşmaları dikkatimi çekmeye başladığı için son cümleleri kulağıma ulaşmıştı. Bakışlarımı Poyraz gidene kadar öylesine oyalandığım bilgisayarımdan çekip Poyraz'ın gözlerine çıkardım. Zaten bilgisayarda da yapabilecek hiçbir şey bulamamıştım, sadece Word'e en sevdiğim şarkı sözlerini yazarken bir işle meşgulmüşüm gibi görünmeye çalışmama az kalmıştı. Normalde yoğun bir çalışma hayatım vardı ama yayınevindeki yeni pozisyonumun plan programını henüz yapmamıştım. Ve sanırım Poyraz ajandama yazmam gereken ilk işimi veriyordu.

Laptopumun kapağını sert bir şekilde kapatırken dirseklerimi laptopumun üstüne yaslayarak masada Poyraz'a doğru eğildim. "Pardon?"

Şirin bir şekilde gülümsemeye çalışsa da onun da sabrının bir sınırı olduğunu biliyordum. Biraz sonra tartışmaya başlayacaktık ve en sonunda emirleri yağdırıp çıkan bir patrona dönüşecekti. "O kitabı okumam dedin. O kitaba kapak yazısı yazmam, demedin."

Ellerim yüzüme giderken derin bir nefes alıp ciğerlerimdeki tüm nefesi üfledim. İnadıma basmaya çalışıyor gibiydi. 'O kitabı okumam' derken ne demek istediğimi, o kitapla hiçbir şekilde ilişiğim olmamasını istediğimi gayet anlamıştı ama şimdi kelime oyunlarıyla o kitapla yollarımızı tekrar kesiştiriyordu.

Ellerimi makyajımı daha fazla bozmamak adına yüzümden çekerken bıkkın bir şekilde Poyraz'a baktım. "Okumadığım bir kitabın yazılarını yazmam sence ne kadar mantıklı?"

Sinirle değil de mantıklı bir şekilde yaklaşmaya çalıştım çünkü Poyraz'la inatlaşmak istemiyordum. Onunla iki gün önce inatlaşabilirdim. Rest çekebilirdim. Burnumun dikine gidebilirdim ama şu an teklifini kabul etmiş biriydim. Baş editör olarak masamda oturuyordum ve bunun oldukça farkındaydı. Artık huyuma, suyuma gitmeye çalışmayacak, işimi yapmamı bekleyecekti.

"Sonuçta özetle kitabın nasıl bir kitap olduğunu biliyorsun. Okumamana rağmen aramızda kitabı en çok ciddiye alan ve kitaptan en çok etkilenen sensin. Neden etkileniyorsan, okuyucuların da etkilenmesini sağla."

Gözlerimi devirmemek için zorlandım. Okuyuculara 'bu kitabı okursanız muhtemelen sonunuz olacak ya da sevdiklerinizin sonu olacak' mı diyecektim? Bu kitapla alakalı düşüncelerimi arka kapak yazısına yansıtırsam ya beni akıl ve ruh sağlığı hastalıklarına sevk edeceklerdi ya da kitapla alakalı uluslararası bir soruşturma başlayacaktı ama asla ortasını yazamazdım.

"Baş editör olduğumda daha önemli işlerle uğraşırım, sanıyordum."

Ellerini masanın üstünden masaya yaslamış olduğum ellerime getirerek gülümsedi.

"İnan bana Defne. Şu an bu yayınevinde bu kitaptan daha önemsediğim bir iş yok."

--

Gözlerim Yönetici Asistan Zeynep Hanım'ın samimiyetsiz telefon konuşmasında yüzünün girdiği garip jest ve mimiklerinde gezerken konuşmalarının sesi kulağıma uğultulu bir şekilde geliyordu. Beynim yavaş yavaş uyuşuyordu ve birkaç dakika içerisinde gözlerim kapanacakmış gibiydi. Stresin vücuduma yapabilecekleri, bu kitabın bana yapabileceklerinden daha tehlikeli olmalıydı.

Zeynep Hanım telefonu kapattıktan sonra üfleyerek biraz önce güle oynaya konuştuğu numarayı engelledi. Dikkatimi topladığımda uğultulu sesler yavaşça netleşti ve gözlerimi kırpıştırarak bilinç altımdaki karanlıktan uzaklaşıp masada doğruldum. "Nereden buluyorlar numaramı anlamıyorum ki! Bir de ayıp olmasın diye konuşmak zorunda kalıyorum."

Sessiz kaldığımda gözleri bana döndü ve kaşlarını kaldırdı. "İyi misin?"

Başımla onaylarken elimdeki kalemi çevirmeye başladım ve gözlerimi toplantı odasında gezdirdim. Hala eksiklikler vardı ve ne ilginçtir ki geç kalan ben değildim. Yayın yönetmenimiz ve Poyraz henüz gelmemişti. "Baş editörlüğünü kutlayamadık. Ama sen kutlamaya değer bir şey yokmuş gibi davranıyorsun zaten."

Bakışlarımı Zeynep Hanım'a çevirdikten sonra samimiyetsiz bir şekilde gülümseyerek tek kaşımı kaldırdım. "Anlayamadım?"

"Sanem'i baş editör seçtik diye az daha intihar edecektin. Şimdi baş editör sensin. Sorun ne?"

Tatlı bir kadın olmasına rağmen tersi de böyleydi. Nankörlüğü sevmezdi. İşini sevmeyen insanı hiç sevmezdi. İş yeri dışında ne yaşarsak yaşayalım iş yerinde hep memnun olmak zorunda olduğumuzu düşünürdü. Ki keza kendisi de öyle yapardı. Bu sebeple hayatındaki herhangi bir şeye dair herhangi bir bilgiye sahip değildik. Özel hayatı oldukça gizliydi. Evli, beş çocuklu bile olabilirdi fakat bilmiyorduk. Derdi, siniri, stresi hiç yokmuş gibiydi. Ama unuttuğu bir şey vardı. Artık azarlayabileceği bir konumda değildim.

"Baş editörlükle alakalı bir sorunum kalmadı. Hak ettiğim yerdeyim. Sadece..." dedikten sonra elimdeki kalemle daireler çizerek çevremizi gösterdim. "...ofiste yakın zamanda iki çalışma arkadaşımızı kaybetmişken sizin kadar neşeli olamıyorum."

Gerginlik çıkartmak yerine gülümsedi. Gerekli yerde yeterli özgüveni de severdi. "Canını sıkma. Onların hayattaki hikayeleri bitmiş diye kendi hikayelerimizi ertelemenin bir alemi yok."

Bakışları toplantı odasının kapısına döndüğünde cevap vermek zorunda kalmadığım için rahatlayarak arkama yaslandım. Cevap vermem gerekse argo konuşmamak için oldukça zorlanacaktım çünkü duygusuz olmayı mantıklı bahanelerle süslemeye, masumlaştırmaya gerek yoktu. Kimsenin ölümü onu etkilememişti hatta sorsam ne Gül'ün ne de Beyza'nın göz rengini söyleyebilirdi. Kötü bir insan sayılmazdı ama iyi de değildi işte.

İnsanların bakışlarındaki ciddiyet ve saygıdan, duruş şekillerinden bulunduğum ortamlara kimin girdiğini anlayabiliyordum. Mesela Zeynep Hanım'ın gözlerinde saygı pırıltıları dolaşırken elindeki telefonunu sessize alarak çantasına koymuştu. Gelen kişi yayın yönetmenimiz olsa selam vermemiş olmak için hafif bir tebessüm eder gözlerini bana geri çevirirdi ve sohbete devam ederdi fakat sohbet ettiğimiz gerçeğini dahi unutmuş, Poyraz Bey'e odaklanmıştı. Sağ çaprazımda oturan Cem'in selam verir gibi gözlerini yavaşça kapatıp açışından anlamıştım ki Poyraz Bey'in arkasından Yayın Yönetmeni de girmişti. Patronlar ve büyüklere, küçüklerin selam vermesine gerek yoktu, ki verseler bile büyükler fark etmezdi. Fakat yayın yönetmeni ve bize patrondan daha yakın olan Turgay Bey selam verir, selam da kabul ederdi.

"Evet." Dedikten sonra uzun toplantı masasının başına oturdu Poyraz. Keyfi yerindeydi. Keyfi yerindeyse normalde her şey güzel giderdi fakat keyiflendiği şeyler hoşuma gitmediği için somurtmaya devam ettim.

Poyraz bakışlarını Yağmur'a çevirip "Grafiker Hanım." Dedikten sonra hatırlamaya çalışırken sağ gözünü kısıp parmak şıklattı. Grafiker kız, burada oturup Poyraz'ın hafızasında kızın ismini bulmasını beklemeyelim diye "Yağmur ismim, efendim." Dedi. Poyraz "Hah!" dedikten sonra gülümseyerek dirseklerini masaya yasladı ve masada bize yaklaştı. "Kitabın kapağı hazır mı?"

Bakışlarımı Yağmur'un önünde duran tablete çevirdim. Ekranı tersten ve uzak görüyor olsam da herhangi bir detayı olmadığı için kapağın neye benzediğini anlayabilmiştim. "İstediğiniz gibi sade, düz, tek renk bir kapak. Anonim yazarın basmış olduğu kapağa da benziyor." Dedikten sonra tableti kaldırarak bizlere gösterdi. Poyraz tablete bakmak yerine hemen karşısında ve benim de sağımda duran toplantı masasının sonundaki duvara yaslı büyük ekrana baktığında, kız anlayıp masadan kalktığında kimsenin görmemesini umarak gözlerimi devirdim. Devirdim, çünkü tutamadım! Zaten tablete bakarak da anlayabilirdi ama hayır. Poyraz Bey ve kurumsal hayatı, tabuları, saygı, düzen kuralları buna izin vermezdi. Yağmur'un ekrana yansıtmasını hiç üşenmeden dört dakika bekledikten sonra tabletten de gayet net bir şekilde gözüken kapağa sadece üç saniye bakıp "Tamamdır. Kapatabilirsin." Dedi. Gülmemek için yanağımı ısırırken bakışlarımı Poyraz'dan uzaklaştırmaya çalıştım. Çünkü üzerinde olan bakışları hissedebilme gibi bir huyu vardı ama tam olarak onun deyişiyle, 'Gün içerisine üstümde çok bakış olduğu için her birini fark etmek çok yorucu' diye kendi kendini pohpohluyordu. Patron çekilmiyordu, egolu olanı hiç çekilmiyordu.

Kitabın cildi mat siyahtı ve ön kapağının ortasında alt alta beyaz kalın harflerle 'Seç ve Yaşa' yazılmıştı. Beyaz harflerin etrafında kanlar dolaşır ve harflerin altından kapağa akarmış gibi gölgelendirmeler yapılmıştı. Kitabının isminin arkasında Kan lekesi gibi büyük bir leke vardı ve kapağın altında açık sayfaları uçuşan bir kitap resmedilmişti. Yağmur mütevazi bir insan olduğu için "Düz bir kapak." Diyordu ama güzel görünüyordu. Fazla detaya sahip değildi ama uğraşıldığı da ortadaydı.

"Sadece kapak yazıları eksik. Kapak yazıları hazırsa, hemen ekleyip baskıya hazır hale getirebilirim."

Poyraz başıyla onayladıktan sonra "Eminim ki yeni baş editörümüz Defne Hanım, profesyonel bir şekilde gün içerisinde bu işi yerine getirmiştir." Diyerek bana döndüğünde işte şimdi tüm bakışlar Poyraz'da değil benim üstümdeydi. Bunu hissedebilmek için özel yeteneğe ihtiyaç yoktu.

Yağmur işin üstünde olan kısmı geçtiği için ekranı kapatarak sandalyesine geri oturacağı sırada masanın üstünde bulunan ajandamı elime aldım ve "Kapatma." Diyerek ayağa kalktım. Kız ne yapacağını anlayamaz bir şekilde kaldığında gülümseyerek sandalyesini gösterdim. "Oturabilirsin. Sadece kapak ekranda kalsın."

Kız başıyla onaylayarak oturduktan sonra dev ekranın yaslı olduğu duvara ilerlemeye başladım. Topuklularımın zemine çarparken oluşturduğu tok sesler insana özgüven katıyordu ve evet. Sonunda bu toplantı odasında topuklularıyla dolaşırken tüm masa tarafından beklenen kişiydim. Bunun için kendimden ödün vermem gerekmişti, vermiştim. Umarım benden verdiğim ödünden daha da fazlasını alınmazdı. Ama yine de Özgür'ün de dediği gibi; sonuçlarına katlanacaktım.

Ekranın önüne geçtikten sonra ekranda parmağımla kapağın üstünü gösterip, bahsini geçireceğim alanı yuvarlak altına alırmış gibi parmağımı ekranda hareket ettirdim. "Buraya beyaz renkle 'Kader ağlarını sen ör'." Dedikten sonra parmağımı hayali olarak yazdığım yazının altına getirip "Buraya da kırmızı renkle 'Ya da senin için ben öreyim' yazalım." Dediğimde Yağmur bakışlarını Poyraz'a çevirdi. Poyraz başıyla onayladığında Yağmur en azından gözümüzde canlansın diye taslak bir şekilde tabletinden gösterdiğim yerlere dediğim yazıları yazdı. Masadakiler taslak kapağa bakarken ben de onlara bakıyordum. Poyraz ciddi bir yüz ifadesiyle dursa da dudakları kıvrılmaya çalışıyordu. İnat edip zorluk çıkartmak yerine işi yerine getiriyor olduğuma sevinmişti.

Sessiz kaldıklarında bir itirazları yok, kabul edip tekrar ekrana döndüm ve kapağın altında kalan uçuşan sayfalara sahip olan kitap görüntüsüne getirdim parmağımı ve uçuşan kitap sayfalarının aralıkları gösterip "Bu aralıklara da 'Buna Emin misin?' yazalım." Dedim. Poyraz, Yağmur'un onay bekleyen bakışlarına kalmadan "Yağmur yap bir bakalım." Dediğinde Yağmur hızla dediklerimi kapağa yansıttı. Şimdi bakışlarım sadece Poyraz'ın bakışlarındaydı. Memnun bir şekilde gülümseyerek gözlerini gözlerime çevirdi. "Sevdim."

'E yani seveceksin, ben buldum' dememek için zorlandım. Poyraz'ın onaylayan beğenisine karşılık tekrar ekrana döndüm. "Yağmur arka kapağı açar mısın?"

Yağmur arka kapağı açtığında -ki zaten kapağın altında yayınevimizin logosunun bulunduğunu saymazsak arka kapak henüz dümdüz siyah bir kapaktan ibaretti- elimi öylesine kapakta gezdirdim. "Arka kapağa da..." dedikten sonra derin bir nefes alıp elimdeki ajandama yazdıklarıma baktım. Laptopa geçirip mail olarak da atmıştım aslında ama şimdi bir de onu ekrana yansıtmaya çalışamayacaktım. "Maillerinizde de var." Dedikten sonra arka kapak yazısını okumaya başladım.

"Hayat seçimlerden ibarettir. Çoğu zaman seçim yaptığımız anları ve bunların sonuçlarını keskin bir ayrımla hissedemeyiz. Ama bu kitapta her seçiminizin size ne sonuç ve sonlar yarattığını görebileceksiniz, ya da göremeyeceksiniz.

Bu kitabı okumaya başlamadan önce kendinize sormanız gereken 4 soru var. Bir, 'Buna hazır mıyım?' İki 'Sonuçlarına katlanabilir miyim?' ve üç 'Güzel sonlara ulaşacak kadar şanslı mıyım?' ve son olarak 'Buna emin miyim?' Çünkü ilk sayfasının ilk kelimesinden sonra dahi vazgeçemez, kaçamazsınız. Kendinizi bu kitabın sizin için kaleme aldığı kadere bırakır, yazılanı yaşarsınız. Şimdi söyleyin, Buna Emin Misiniz?"

Bakışlarımı ajandamdan alıp Poyraz'a çevirdiğimde düşünür bir yüz ifadesiyle bana bakıyordu. Sessizlik uzun sürdüğünde düşünürken kıstığı gözlerini gevşetip sandalyede arkasına yaslandı ve omuz silkti. "Daha iyisini yapabilirdin." Dedikten sonra bana göz devirme şansı bırakmadan ekledi. "Ama yeterli."

Sanem, baş editör olup da odasındaki koltuğunu ısıtamadan elinden aldığım için nefret dolu bakışlarla ama sahte bir samimiyetle "Bence..." diye başladığında onun bu toplantıda ne aradığını düşünüyordum. "Okuyucuları bu kadar korkutmak potansiyel okuyucuları kaçırır."

Keşke sen de kaçsan da kurtulsak, diye düşünürken keyifli bir şekilde eleştirisine sırıttım. Ters bakışlarını üzerimde gezdirirken neden söylediği şeye canımın sıkılmadığını düşünüyor olmalıydı. Ama ne yazarsam yazayım eleştireceğini, eleştirilerinin sadece baş editör oluşumla alakalı olduğunu biliyordum. Poyraz "Sanem'cim." Dedikten sonra diyeceği şeyi biliyor olduğum için bakışlarımı Sanem'den ayırmadım ve Poyraz'ın diyeceklerini dinlemesini bekledim. "İnsanı bir kitaba bağlayan belli duygu durumları vardır. Korku bunlardan biridir ve merakla aynı anda işlendiğinde insan ne kadar korkarsa korksun merakına yenik düşer. Senin bakış açına göre Stephen King'ten, William Peter Blatty'e kadar hiçbir korku yazarının okunmaması lazımdı."

Sanem sessizce başıyla onayladığında gözlerimi ondan ayırmadan keyifli bir şekilde sandalyeye geri oturdum. Gözlerini inatla benden uzak tutuyordu ama ben de bana bakması konusunda inatçıydım. Bana bakmalı, gözlerim ve gülümsememle onla defalarca dalga geçmiş olmalıydım. "Editör işleri bitti değil mi?"

Sanem "Evet, Poyraz Bey." Diye cevap verince gözlerim kısıldı. Gül Hanım da öldükten sonra baş editör olduğu çok kısacık süreçte kitabın editörlüğüne Sanem devam etmiş olmalıydı. Kötü sonlardan birine denk gelmiş olmasını ummak istiyordum fakat yine de insan olduğu için bu isteğim geçici ve havadaydı. Kıskanç ve çekilmez biri olsa da ölmeyi hak edecek kadar kötü değildi.

"Ne oldu kitabın sonunda?" dediğimde onu muhatap alıyor olmama duyduğu şaşkınlıkla bana baktı. Sanırım ömür boyu konuşmayacağımızı sanıyordu ama yanılıyordu. Ben, sırf baş editör olduğumu hatırlaması için durduk yere onu odama çağırmayı düşünüyordum. Kin, tehlikeli ve aslında gereksiz bir duyguydu ama insandım işte. Bazı duygular önlenemiyordu.

Çenesini dikleştirdikten sonra gözlerinde dudakları keyifle kıvrıldı. Keyifli olması keyfimi kaçırırken özgüvenle "İstediğim noktaya ulaşıyordum." Dediğinde gülmemek için dudağımı ısırarak bakışlarımı kaçırdım. Ona yeterli cevabı verdiğimi düşünüyordum. Demek ki bu kitap sandığım gibi büyülü falan değildi. Öyle rastgele bir kitaptı işte, eğer Sanem'in kitaptaki sonu gerçekten buysa.

Gözümü yavaşça kapatıp dirseğimi masaya yasladıktan sonra alnımı ovuşturmaya başladım. Resmen kitabın olağan üstü ve paranormal bir şekilde yazılanı yaşattığını düşünüyordum. Bir kitaptan o kadar çok korkuyordum ki kapak yazılarını yazarken bile tüylerim diken diken olmuştu. Çocuk gibiydim. Hatta benden daha cesur ve mantıklı çocuklar vardı. İnsan elinden çıkmış bir kitaptı işte. İki tesadüf bu kitabı olağan üstü, büyülü, paranormal ya da lanetli bir kitaba dönüştürmezdi ki.

"Defne?"

Elimi alnımdan çektikten sonra Poyraz'a baktım. Poyraz'ı yanı başımda ve kalçasını masaya yaslamış bir şekilde gördüğümde kaşlarımı çatarak etrafıma baktım. Başka kimse yoktu.

"İyi değilsin."

Gözlerim Poyraz'a döndüğünde sorgulayan ve yadırgayan bakışları üstümdeydi. Kollarını göğsünde birleştirmiş, bana patron olarak mı yoksa arkadaş olarak mı yaklaşması gerektiği çelişkisindeydi. Çünkü patron olarak yaklaşsaydı büyük bir azar yiyeceğim belliydi. Düşüncelere dalmış, toplantının bittiğini, insanların odadan çıktığını anlayamamıştım. Arkadaş olarak yaklaşsaydı da sorunumla yakından ilgilenirdi ve günün sonunda delirdiğimi düşünürdü. İki ihtimali de istemediğim için gülümsedim. Kendimi toparlamam lazımdı ve bu sırada dağıldığımı kimse fark etmemeliydi. Hayattaki en önemli kural buydu. Toparlan, kimse dağıldığını fark etmesin. Güzel bir konuma erişmiştim ve insanlarda kötü izlenim bırakmak istemiyordum. Deliriyor, izlenimi bırakmaksa hiç istemiyordum.

Gülümseyişimle çattığı kaşları gevşedi ve elimi göğsünde kavuşturduğu kollarına götürdüm. "Migrenim tuttu. Başka bir sorun yok. Kusura bakma."

O da gülümseyerek kollarını çözerken kolunun üstündeki elimi ellerinin arasına aldı. "Odanda biraz dinlen istersen. Öğleden sonra 'Seç ve Yaşa'nın' baskıya gidişini kutlayacağız. Kaçırmanı istemem."

Yutkunurken gülümsememi bozmamaya çalışarak Poyraz'a bakmaya devam ettim. Evet, kitap hazırdı ve baskıya gidiyordu. Yani yüzlerce, belki binlerce, belki çok daha fazla insana ulaşacaktı. Hepsi okuyacaktı ve kitap hepsi için bir son yazmıştı. Başımla onaylarken robot gibiydi hareketlerim. Poyraz da "Anlaştık o zaman." diyerek gülümsedikten sonra ellerini elimden çekerek yaslandığı masadan doğruldu. Onun toplantı odasından çıkışını ve beni yalnız bırakışını izlerken içimdeki gereksiz hissiyattan kurtulmaya ve kendimi sakinleştirmeye çalıştım.

Bir sorun yoktu. Her basılan kitap gibi bu kitap da raflarda yerini bulacak ve ilgisini çeken okuyucularla kavuşacaktı. Her okunan kitap gibi, okuma bittiğinde sadece zihinlerde kalacaktı. Bir yıkıma yol açmayacaktı. Yüzlerce, binlerce insan sevecek ya da eleştirecekti, hayatları değişmeyecekti. Bu bir sonun başlangıcı değildi.

Gözlerim duvara yaslı büyük ekrandaki 'Seç ve Yaşa' kapağına döndü. Kanım çekilirken gözlerim kapağın üzerine bizzat benim tercihimle eklenmiş olan yazılarda gezindi.

'Buna Emin Misin?'

-----

Kitap şimdi başlıyor, diyebilir miyiz? Görüşleriniz, önerileriniz ve tahminlerinizi beeekliiiyoruuum. Hayatımı düzene koydum (Bilmeyenler için mezun oldum, staja başladım gün içerisinde 9 saat çalışıyorum falan), yeni bölümler düzenli bir şekilde gelecek. Okuyanlar varsa, Siyahın Çırağı'na da yeni bölüm gelecek. 

Buradan da bildireyiiim. 30 Ekim'de İzmir'de imza günüm var. Hepinizi bekliyoruuum <3

Đọc tiếp

Bạn Cũng Sẽ Thích

110K 7.9K 62
Sessizlik. Yalnız kalmak istediğimi söylemiştim sadece ona. Sadece sessiz olmasını! Neden dediğimde susmadın? Şimdi yoksun. Bu senin tercihindi!
15.3M 616K 54
"Soyun!" "Ne?" Yaşlı adam oturduğu masada kaşlarını çatmıştı ki yanındaki kadın tebessüm ederek bana döndü. "Sadece hırkanı çıkar ve bize sol kolunu...
3.6M 85.7K 62
🔞+18 içerik vardır, 18 yaşından küçük ve rahatsız olanların okumaması tavsiye edilir.🔞 Elini bacak aramdaki sıcaklığa soktu.Kadınlığıma dokunduğund...
4.8M 397K 94
1 KIZ, 6 ERKEK, ÖLÜMCÜL BİR EV. Afra'nın diğer tutsaklardan dört farkı vardı: Birincisi, bir kız olmasıydı. İkincisi, tutsak alınan son kişi olmasıyd...