BATAKLIK

By gizemoslu

517K 23.1K 2.6K

Kişinin kalbinde duyguya dair hiçbir şey kalmamışsa bedenin varlığı anlamsızdı. Önce kalbe dokunmadan direk t... More

BATAKLIK - Kiralık Katil Serisi
1. Bölüm ''Sessizliğe İlk Adım''
2. Bölüm ''Siyah''
3. Bölüm ''Yalnız''
4. Bölüm ''İlk''
5. Bölüm ''Silah''
6. Bölüm ''Gözyaşı ''
8. Bölüm ''Tek''
9. Bölüm ''Ölüm''
10. Bölüm ''Vur''
11. Bölüm ''İpucu''
12. Bölüm ''Zirve''
13. Bölüm ''Emir''
14. Bölüm ''Gerçekler''
Çok çok önemli duyuru.
15. Bölüm ''Araf''
Duyuru
16. Bölüm ''Veda Busesi''
17. Bölüm ''Boşluk''
18. Bölüm - ALINTI
18. Bölüm ''Teklif''
19. Bölüm ''Karar''
20. Bölüm ''Güven''
Minnoş Bir İmza Günü Duyurusu
21. Bölüm ''Savaş''
YENİ İSİM - BATAKLIK
22. Bölüm ''Huzur''
23. Bölüm ''Ten''
24. Bölüm ''Tutsak''
25. Bölüm ''Yangın''
26. Bölüm ''Kan''
27. Bölüm ''Kuşatma''
28. Bölüm ''Katran''
29. Bölüm ''Bataklık''

7. Bölüm ''Korku''

19.1K 833 114
By gizemoslu

7. Bölüm ''Korku''

Bazı gelişmeler, insanın vücudundan öte ruhunun kaldırabileceğinden bile fazla ağır oluyordu. Fiziken aldığın salt bir yara, pekala ruhunu da delip geçerken yapabildiğin tek şey, sadece göz yaşlarını akıtmak kadar aciz ve bir o kadar da çaresiz çıkışlara savruluyor olabilirdi. O zaman elinde kalan şeyin, sadece kocaman bir hiç ve ruhunu saran kafesin aslında boşluktan ibaret olduğunu kavrabiliyordun. Elindeki hiçi de, boşluğun esareti olmuş kafesi de yaratanın kendin olduğunu bildiğin zaman ise yaraların çok daha fazla derinleşiyordu.

Ben bu hissi yaklaşık bir yıldır yaşadığım için artık ezberimdeydi. Hangi durumlarda ortaya çıkacağını, nereden sonra şiddetleneceğini ve ne zaman durdurabileceğimi biliyordum. Ağlamadığım sürece acı boğazımda takılı kalıyor, zaten dilimin ucunda sıralanmış olan kelimelere çok daha fazlası ekleniyordu.

Benim için bir nevi terapi gibiydi. Ağlamayı acizlik olarak gördüğüm gerçeğinden sıyrılamayacaktım fakat doğal ilacın gözyaşı olduğuna inanıyordum.

Acını geçirmiyordu, hatta canını daha çok yakıyordu ama nedense bir süre için yenilenmiş gibi hissediyordum. Her bir damla tek tek kalbimden sökülüp, boynuma doğru akarak, yine kalbimdeki yerini buluyordu.

Yaşlı gözlerimle tam karşımda duran okulu incelerken düşüncelerim ve hislerim birbirine karışarak bende sadece kaos etkisi yaratmıştı. Çatlamış boyalar bir tür kendi yansımamı görmemi sağlarken nedense ilk defa acılarımdan bu kadar sıyrılmış hissetmiştim. Acının gidişi akıttığım yaşların bitmiş olmasından mı, yoksa ilk defa yalnız hissetmediğimden mi, kavrayamıyordum. Belki de dakikalık bir yok oluştu fakat şuan her zamankinden çok daha iyi hissediyordum.

Erdem'de yanımda oturuyordu. Çantayla alakalı şaşkınlıkla bakmak dışında bir şey yapmamıştı. Tüm bu süre boyunca ağzını bile açmamış, yargılayacak bir tavırda bulunmamıştı. O da sadece benimle birlikte oturmuş, buraya gelmesinin sebebi olan şey ne ise; içinde o şeyle tartışmıştı. Gözlerinde görebiliyordum bunu.

''Sırılsıklam olduk.'' Saatler sonra fısıltıyla konuşmayı tercih edince donuk bakışlarımı ona çevirdim. Birazdan üçüncü dersin zili çalacaktı, o yüzden gitmeyi planlıyordum. Yarım gün yok sayılmış olduğumun farkındaydım ama okulun içinde olup okulu son derse kadar kırmak gibi bir eylem yapmaktan kaçınacağım bir şeydi.

Sorunun cevabı olması için hafifçe omuzlarımı silktim. Gerçekten de sırılsıklam olmuştuk, deli gibi üşüyordum. ''Ceketimi vermem gerekiyordu bu durumda ama...'' diye mırıldandı Erdem. ''Üzerimde verebileceğim bir ceket yok. Zaten olsaydı o da ıslak olurdu. Bu yüzden...'' Sonra bir şey söylemeden sustu. Sözcükleri ondan beklediğim bir şekilde özgüvensizlikle sarılmıştı, sanırım susmasının nedeni buydu.

Birkaç dakika sonra telefonu çaldığında ikimiz de yerimizden rahatsızca kıpırdamıştık. Sakin bir hareketle telefonu cebinden çıkardı ve yağan yağmurun telefonunun ekranını ıslatmasını göz ardı ederek kulağına dayadı.

''Efendim, abi?'' diye sordu benim yanında olmamı umursamadan. Şaşırmıştım, çünkü yaptığı konuşmaları dinliyor olmamdan son derece rahatsız olduğunu biliyordum. Bana ilk bakışı hala aklımdan çıkmıyordu. Uzun zaman sonra ilk defa bu kadar çok korktuğumu anımsıyordum.

''Çantayı buldum,'' dedi ve sonrasında devam etti. ''Nereye, abi?'' Kararsızlıkla okulun etrafına bakışını izledim. Burası arka tarafı olduğu için kaçmayı düşünüyor olabilirdi, belki de telefondaki kişi buraya geliyordu, emin olamamıştım.

''Okuldan çıkabilirim, o sorun değil,'' dedi yerinden hızla kalkarken. ''Önemli bir konu mu var? Ona göre birkaç işim var da.'' Birkaç saniye bekleyip devam etti. ''Tamamdır, abi.''

Telefonu kapattıktan sonra bana doğru döndü ve kesinlikle isteksiz olduğuna inandığım bir şekilde, ''Gitmemiz lazım,'' dedi. Sesi soğuktu, ruhuma çarptığı zaman titrememe sebebiyet vermişti. Ve neden onunla gitmemi istediğini kavrayamıyordum. Bu nereden çıkmıştı birden?

Olabildiğince sakin bir şekilde kafamı iki yana salladım. Onunla gitmem doğru olmayacaktı, öyle hissediyordum.

''Kayra,'' dedi üstüne basarak. Biraz ürkmüştüm ama sabit kalmaya çalıştım. ''Gelir misin diye sormadım. Gelmene ihtiyacım var.''

Neden, diye sorabilmek için dudaklarım zorladım. İçimden saniyesinde binlerce kez konuşabilmek adına dilekte bulundum fakat yapamıyordum. Dudaklarım her zamanki gibi bana ihanet etmeyerek, serin kanlılıklarını koruyorlardı. Fakat nedenini öğrenmem gerekliydi. Birden çıkıp onunla arkadaşmışız gibi peşinden yürüyemezdim.

Telefonumu çıkartıp, nedenini merak ettiğime dair bir şeyler yazarak ona uzattım. Gözlerini ekrandan çektikten sonra kendisini zor zapt ediyormuş gibi etrafa baktı. Sinirlenmişti, bakışlarından ve kasılan çenesinden bunu anlamak zor değildi. ''Üstünü değiştirmen lazım,'' dedi kesin bir sesle. ''Bu şekilde okulda kalamazsın. Birde duymuş olduğun telefon konuşması ile alakalı sorunlarımız var. Gelmek zorundasın.''

''Zorunda değilim,'' yazdım aceleyle. ''Hiçbir şeye zorunlu değilim.'' Beni konuşmuş olduğu pis adamlardan biriyle mi buluşturacaktı? İmkanı yoktu. Asla gitmezdim. Gitmek istemiyordum.

''Kayra.'' Eliyle bileğimi kavradığı zaman geri çekilebilmek adına bir girişimde bulunmuştum lakin üstün gücü beni bundan alıkoydu. Canımı yakmıştı ve ben tek bir kelime bile edemiyor, bağıramıyordum. Çaresiz bir şekilde gözlerinin içine baktım. Ben, bu kadar üzerinde durması gereken bir insan değildim. Tehdit falan içermiyordum.

''Söz veriyorum sana bir zarar gelmemesini sağlayacağım. Bu şekilde seni okulda bırakamam ve eğer şimdi gelmezsen bir gün illaki onunla karşılaşmak zorunda kalırsın.''

''Bu sadece bir kereliğe mahsus bir şey mi?'' yazdım. ''Sonrasında bana bir daha bulaşmayacaksın. Söz mü?''

''Söz,'' dedi gözlerimi gözlerine kenetleyip. Eli hala bileğimdeydi. Kendi zimmetine geçirmişçesine sert bir şekilde tutuyordu. ''Al çantanı yerden. Bizi almaya gelecekler birazdan.''

Titrek bir nefesle yere doğru uzandım ve benim gibi sırılsıklam olmuş çantamı omzuma attım. Sırtımı değdiği zaman tekrar tekrar üşümemi sağlamıştı. Rüzgar ise her esişinde bana sert bir tokat yiyormuşum gibi hissettiriyordu. ''Çantamı nereden buldun?''

Erdem'in sorusu üzerine kafamı ona doğru çevirdim. Benden bir iki adım ötedeydi ve çıkışa doğru ilerliyorduk. Oldukça yavaş yürüyordu, acelesi yok gibiydi. Ona bu şartlar altında cevap veremeyeceğimi bildiğim için telefonumu çıkartmak adına bir girişimde bulunmadım. Bir de, güvenlikten nasıl kurtulacağımızı düşünmekle meşguldüm. Bu adam, son derste dahi zil çalmadan bizi asla bırakmıyordu. Şimdi nasıl bırakacaktı ki?

Erdem arkasına bile bakmadan adamın yanına yürüdü. Adamın gözlerinde garip bir ifade vardı ama çözememiştim. Sadece fazla telaşsız ve sinirli olmadığını fark etmiştim. Diğer öğrencilere bakışı çok daha otoriterdi ama Erdem'e nedense bir abi vasıtasıyla bakıyordu.

''Erkan abi,'' dedi Erdem kolunu adamın omzuna atıp. ''Bir güzellik yapıp bu sefer çıkmamıza izin versen. İkimiz de yok yazıldık zaten. Başımıza bir şey gelse de okul sorumlu olmayacak.''

''İyi eşek sıpası.'' Erkan abi keyifle güldü. Şaşırmıştım açıkçası. Hiç kimseye böyle yaklaşmıyordu, abi kardeş seviyesine kadar. ''Bu seferlik görmezden geliyorum ama bu son olsun.''

''Sağ olasın, abi. Hayatımı kurtardın.''

Bahçenin kapısından çıkarken ben Erdem'in gözlerinin içine bakıyordum ama o bana bakmamayı tercih ediyordu. Son anda esen şiddetli rüzgar ile birden kafamı aşağıya doğru eğdim ve kollarımı etrafıma sararak onunla olan tüm bağlantımı yarıda kestim. ''Bence bu bana bakmaman için bir işaretti,'' dedi Erdem düz bir sesle. Hafiften kızarmaya başlamış olan yanağımdaki ateşi hissedebiliyordum. Vücudumdaki tüm soğuğa rağmen ateş elmacık kemiklerimde krallık kurmuştu. Hiçbir tepki vermeden bu sefer önüme kilitlendim.

''Soru sormuştum.'' Erdem'e bakmamak için büyük bir savaş vererek cebimden telefonumu çıkardım ve ''Sen gittikten sonra sınıflara dağıldık. Seninki öğretmenlerin eline geçmesin diye aldım,'' yazdım. Ona üşümekten titreyen ellerimle uzatırken saliselik ten çarpışma olayı bile elektriklenmeme sebep olmuştu.

''Teşekkürler,'' diye mırıldandı telefonu bana geri uzatıp. ''İçini karıştırmamışsındır umarım.''

Yutkundum. Karıştırdım demeyecektim tabii ama yalan söylediğimi anlamamasını umarak kafamı iki yana salladım. Zaten yüzüne inatla bakmıyordum, o yüzden dehşete düşmüş ifademi yüzümü kapyalan uzun saçlarımdan görmesi imkansızdı. Ya da ben öyle umuyordum.

Birkaç dakika sonra bir araba tam önümüzde durdu. Erdem arabaya ilerlerken kolumdan tutmuş arka kapıyı açarak oturmamın sinyalini vermişti. O ön tarafa otururken ben de sorgulamadan arkaya geçtim ve en dibe doğru sindim. Arabalarla aram hiç iyi değildi fakat son model oluşunu içinden fark etmiştim. Son model değilse de kesinlikle eski bir araba değildi ve pahalı olduğu dizayndaki modern duruştan anlaşılıyordu.

''Eve uğrayacağız önce,'' dedi Erdem. Yanındaki adamın kim olduğunu kestirememiştim fakat iyi birine benzemiyordu. Bana dikiz aynasından o kadar keskin bir bakış atmıştı ki, bir an ikiye bölündüğümü düşünmüştüm.

''Kız bu mu?'' diye sordu burada oluşumu hiçe sayarak. ''Zararsız bir şeye benziyor.''

''Abi bir şey yapabileceğinden değil zaten de, Eyüp malının boklukları işte. Ne beklersin?'' Erdem bana bakabilmek için arkasını döndüğünde daha da utanmıştım. Uzun zaman sonra ilk defa iki adamla aynı ortamda bulunuyordum ve nedense bu bende tehdit oluşturmuyordu. Garipsiyordum.

Erdem son bir kez beni inceleyip, ''Kayra zaten konuşamıyor,'' dediğinde dudağımı dişlememek için içimdeki vahşi dürtüyü zapt etmek zorunda kalmıştım. Dönüp dolaşıp konu buralara nasıl geliyordu hayret ediyordum.

Adam, Erdem'e dönüp, ''Neden?'' diye sordu.

''Bilmiyorum. Bayan Keçi anlatmak istemiyor.''

Sesli bir iç çekip isyanımın onlara ulaşmasını istedim. Arabayı süren kişi bunun üzerine beklemediğim bir kahkaha atmış, amacıma ulaşmış olduğumun büyük bir sinyalini vermişti. Etrafta yüksek bir sessizliğin hakim olduğu anda ise kırılma noktası gibi olan bir telefon sesi hepimizi kilitledi.

''Eyüp arıyor, Adnan abi,'' dedi Erdem. Bunun üzerine Adnan denen adam, Erdem'in elinden telefonu almış ve Erdem'den izin alma gereği duymadan açmıştı.

''Ne oldu, Eyüp?'' diye sordu alaylı bir sesle. Nedense, Eyüp denen adamın tehlikeli olduğunu sezmiştim fakat bu Adnan abinin pek umrunda değil gibiydi. Daha çok üstünlüğü kurmuş, baskın olan biri gibi davranıyordu. Belki de öyleydi, şuan için herhangi bir icraat görememiştim.

''Eyüp, saçmalama!'' Sert bir şekilde bağırdığında gözlerim dikiz aynasından ona kilitlendi. O da tam olarak bana bakıyordu. Sebebini bilmediğim bir şekilde bana yakın gelmişti, bakışlarındaki merhameti ve şefkati kalbimde hissedebiliyordum. Bu adamdan bana karşı zarar gelmeyecekti.

''Tamam,'' diye soludu Adnan. ''Bir saate dediğin yerde.''

Telefonu kapatıp, Erdem'in kucağına doğru savuşturdu ve sonra tekrar bana kilitlendi. ''Erdem,'' dedi katı bir sesle. ''Bundan sonra gözlerini bu kızın üzerinde ayırmıyorsun. Sana emanet.''

''Ne oldu şimdi abi? Bizi mi çağırıyor?''

''Evet.'' Durdu. Bir anda gaza basıp hepimizi sarstıktan sonra ukala bir gülüşle devam etti. ''Fakat biz gitmiyoruz.''

-

Neredeyse bir yarım saat sonra bir binanın önüne park ettiğimizde buranın Erdem'e ait olduğunu kavramıştım. Onlarla birlikte arabadan inip binaya ilerlerken biraz korkmuyor değildim fakat yine de durmaktan yana bir harekette bulunmadım.

Daireye giriş yaptığımız zaman Erdem bana bir el havlusu vermiş, saçlarımı kurutma makinesiyle kurutabileceğimi söyleyerek banyoya tıkmıştı. Onlar içeride neyle ilgilenir bilmezken, ben burada, aynanın karşısında durmuş mahvolmuş saçlarımı inceliyordum. Yağmur dolayısıyla çok kötü gözüktükleri inkar edilemez bir gerçekti bu yüzden hemen kurutma işlemine girişmiştim.

Burası ufak bir banyoydu. Bir tane diş fırçası vardı aynanın önünde. Onun haricinde temel sayılabilecek şeyler dışında gözüme başka bir şey çarpmamıştı. Evde annesinin ya da babasının olacağını düşünmüştüm ama kimsenin olmamasıyla beraber biriyle yaşıyormuş gibi de gözükmüyordu. Her şeyden bir tane vardı, tek bir kişiye ait olduğu bir ev olduğunu buradan anlamıştım. Ebeveynlerinin nerede olduğunu merak ediyordum şuan ama sormamam gerektiğini düşünerek merakımı bastırmayı yeğledim.

Saçlarım beni idare edebilecek şekilde kuruduktan sonra seslerinin geldiği odaya ilerlemiştim. Burası sanırım Erdem'in odasıydı. Tek kişilik bir yatak, ufak bir çalışma masası fakat diğer tüm mütevaziliği yok edecek büyüklükte ve ihtişamda bir dolap vardı.

''Üstünü değiştir. Kıyafet bıraktım sana.''

Erdem'in eliyle işaret ettiği yere baktım ve üzerime oturacağını düşündüğüm bir tişört ve eşofmanla karşılaştım. Teşekkür edercesine kafamı bir kez salladıktan sonra banyoya geri ilerleyerek itiraz etmeden üzerimi değiştirmiş ve kendi kıyafetlerimi çantama tıkıştırmıştım. Kıyafetler kardeşinin olabilirdi, başka bir ihtimal düşünememiştim nedense.

Geri döndüğümde Erdem'in de üzerini değiştirdiğini gördüm. Beyaz bir tişört ve siyah bir kot pantolonla okuldaki halinden çok daha farklı gözüküyordu. Olgundu. ''Gidelim,'' dediğinde ikiletmeden onu takip ettim ve arabaya atladım.

Uzun zaman sonra kendimi ilk defa bu kadar özgür lakin aynı zamanda kapana kısılmış hissediyordum.

-

Beyoğlu'ndaydık. Ara sokaklardan birine arabayı park edip Taksim Meydanı'na yürümeye başladığımızda burada ne işimiz olduğunu düşünüyordum. Taksim geceleri çok tekin olmuyordu, bunu bilmeyen kişi yoktu fakat bu saatte, bu kadar alenen bir yerde ne yapacağımızı kestirememiştim. Üstelik Eyüp'ün yanına da gitmeyecektik fakat nedense Erdem'le Adnan abinin peşine takılmıştım. Sanırım Erdem'in bir işi varmış, önce onu halledecek sonra da beni sağ salim eve bırakacaktı. Eyüp denen adamın beni bir şekilde bulmasından kaçıyorduk şuan.

Ne ara bu kadar karmaşık ve pis bir işin içine düştüğümü emin olun ki bilmiyordum fakat bir kez düşmüştüm işte. Karşımda duran bu çocuk ise tamamen farklı bir kimlikteydi. Belki şuan gerçek karakteri, Erdem ile karşımda duruyordu, belki de bana olmayan, çok farklı bir yüzünü gösteriyordu. Bir şeyden çok fazla emindim ki, içinde bir yerlerde çok büyük şeyler sahteydi.

Siyahına bulaştırdığı çok başka tonlar vardı. O, tek bir tonun sahibi değildi.

Biraz yürüdükten sonra kısa sayılabilecek ve sessizliğimizin hakim olduğu yürüyüşte elit bir sokağa dönüş yaptık. Taksim'e uzun zamandır gelmiyordum o yüzden birçok şeyi unutmuştum. Ki zaten ara sokaklar pek girmeyi tercih etmediğim yerlerdi. Yine de burası son derece sakin ve korkudan uzak bir yere benziyordu.

Camları özel çikolatalarla bezenmiş, kafe tarzı bir yerin önünden geçtiğimizdeyse tüm güvensizliğim uçup gitmişti. Burası benim mizacıma göre çok fazla şirinlik içeriyordu ve ben bundan gerçekten hoşlanmıştım. Üzerinde J'adore yazılı kafeden içeriye girdiğimiz zaman beni esir alan ağır çikolata kokusu beni anında esiri altına aldı. Tek kelimeyle mükemmeldi. Hayranlıkla etrafıma baktım. Kafe minicikti ama müthişti. Ufak kırmızı, beyaz desenlerle süslenmiş masalar ve arka fonda çalan Fransız şarkıları insanın ruhuna o kadar farklı bir esinti serpiyordu ki, kelimelerin ötesinde bir hissiyat uyandırıyordu.

Neden burada olduğumuzu hala anlamasamda dönüp Erdem'e baktım. Yolda isminin Adnan olduğunu öğrendiğim abiyle hararetli bir şeyler konuşuyordu. O sırada personele ayrılmış olduğunu düşündüğüm ufak bir odadan şirin, sarışın görünümlü bir kız çıktı. Abartılı bir güzelliği yoktu lakin alımlıydı.

Benim yanımdan hızla kayıp Erdem'e doğru yürüdüğünde birbirlerini tanıdıklarını anlamıştım.

Sonrasında ise hiç beklemediğim bir tavır görüş alanımı doldurmuştu. Erdem, etrafındaki insanları kıskandıracak bir şekilde kolunu kızın beline kaydırdığında ben, onları şaşkınlıkla izliyordum. Gözleri yumuşamış, ilk defa tüm o sert havasından kıyılarına geri çekilmişti. O'na hayranlıkla bakıyordu. Daha önce gözlerinde asla ve hiçbir zaman görmeyeceğimi düşündüğüm bir sevgi ve şefkat ile. Dudaklarından, ''Sevgilim,'' gibi bir ifade döküldüğünde ise nabzım yarım dakika kadar durmuştu. Bir sevgilisi vardı. Hem de fazlasıyla güzel bir sevgilisi.

''Kayra.'' Bana baktığında şaşkın bakışlarımı onun üzerinden çekip etrafa ufak bir göz attım. Nedense gözlerindeki parlaklık ben, yatışmak üzereyken tekrar içimde çağlayan duyguları celallendirmişti. Herhangi bir anlam veremiyordum. O, sevgilisi olan bir adama benzemiyordu ki.

''Bu, Veda. Adnan abinin yeğeni.'' Kararsızca elimi kıza doğru uzattım. Sevgilisinin yanında beni gördüğü için üzerime çemkirmezdi değil mi? Sonuçta ben kazara iletişim kurmak zorunda kaldığı bir kızdım. Hem, beni tehdit etmek gibi bir şeye başvurursa ben de altta kalacağımı zannetmiyordum. Bu kadar aşağılık bir durumda kendimi ezdirmezdim, kişiliğimde yoktu. ''Merhaba,'' dedi pürüzsüz bir sesle. Gülümsüyordu. Çok garip bir şekilde gözlerindeki ifade de samimiydi. Biraz çirkeflikten uzak bir kıza benziyordu. ''Tanıştığıma memnun oldum, Kayra.''

Kafamı sallayıp dudaklarımı oynaması için zorladım lakin hiçbir hareket yoktu. Tüm vücudum hem ateş, hem de buzun soğuğunda kavruluyordu. Buraya ait değildim. Her sıcak bir esinti de ve şefkatli bir gülümsemede bununla yüzleşiyordum.

''Bizim biraz işimiz var, amca,'' dedi Veda Adnan'a dönüp. ''On beş dakikaya döneriz.''

Onlar uzaklaştığında ben de Adnan abinin oturduğu masaya oturdum. Birkaç insan girip çıkıyordu ama onlarla ilgilenen başka insanlar vardı. Veda'nın burada çalıştığını zannetmiyordum lakin en fazla 18 yaşında olan bir kızın burayı işletmesi de imkansız geliyordu. Büyük ihtimalle babasının yeri falandı.

İkisi gözlerden uzaklaşıp, Veda'nın biraz önce çıktığı odaya girdiğinde gözlerim kapıda mıhlanıp kaldı. Dikkatim dağılsın diye etrafımı incelemeye koyuldum lakin, artık o fransızca şarkılar dingin, çikolata kokusu da tatlı bir tat bırakmıyordu bende. Sıcak ortamlar beni her zaman duygusallaştırıyor ve aynı zamanda hırçınlaştırıyordu. Çünkü birazcık özlemini duyduğum bir atmosferdi.

''Veda benim küçük kardeşimin kızı,'' dedi Adnan abi birden. Tüm düşüncelerimi bir su balonu gibi patlatmış, kendisine doğru çekmişti. ''Çok kırılgan bir yapıya sahip, belki anlamışsındır. Küçüklüğünden beri Erdem ile büyüdü. Aralarında aşktan çok alışkanlık var. Hoş, bu yaşta aşkta olmaz ama bizimkiler laf dinlemiyor işte.'' Hafifçe güldü. ''İlk başka Kenan çok karşı çıkmıştı ama ne zaman başı sıkışsa Veda'nın yardımına ilk koşan Erdem olurdu. Bir süre sonra ikna etti bizimkiler de. Ne bileyim...''

Sonrasında sustu. Benim de söyleyecek bir şeyim ya da gösterecek bir tepkim yoktu. Erdem beni çok şaşırtmıştı sadece. Bir sevgilisi olacağını asla aklımdan geçirmezdim. Birde bu sevgiliyle uzun bir geçmişe sahip olduklarını bilmek... Onun davranışlarının çok dışında bir şeydi nedense.

''Sende yok mu bir şeyler?'' Adnan abiye baktım. Gülümseyerek bana bakıyordu. Utangaç bir şekilde kafamı salladım ve saçlarımdaki kırıklarla oynamaya başladım. Canım sıkıldığında yapmaya başladığım ilk şey bu oluyordu ve dünyadaki birçok şeyden daha fazla stres attırdığına da emindim. ''Bunlar güzel zamanların, kızım,'' dedi babacan bir tavırla. ''Bu kadar içine kapanık olma. Pişman olursun.''

Pişman olmak.

Ne yaparsam yapayım yaşım ilerledikçe karşılaşacağım temel tek duygunun bu olacağına inanıyordum. Bir yerden her zaman bir eksiklik ya da bir fazlalık çıkacaktı ve ben, olan şeyler için, hayatıma giren ya da çıkan kişiler için her zaman pişmanlık duyacaktım. Sanırım erkeklerden kaçmamın tek sebebi de, aklı başında bir ergenlik geçirebilmeye çalışmamdı. Çılgın olmanın da özlemini duyuyordum çoğu zaman ama onun için fazla umarsız değildim, olamazdım.

''Adnan abi, merhaba. Veda yok mu?''

İçeriye giren iki kıza çevrildi gözlerim. Birisi hafif sarışın ve uzun boyluydu. Diğeri de onun tam tersi gibiydi. Esmer bir teni, hafif dalgalı saçları ve siyah çerçeveli gözlükleri vardı.

''Erdem ile içerideler kızım. Çıkarlar şimdi.''

Tam yanımda duran diğer masaya usulca geçip bizim gibi beklemeye koyuldular. Dakikalar sonra karşımızdaki kapı açılmış, önce Erdem, sonra da Veda boy göstermişti. ''Kızlar gelmiş!'' dedi Veda sevinçli bir sesle. ''Ben de sizi bekliyordum. Erdem'le paketi hallettik biz de, teslim alabilirsiniz.''

''Tamam, giderken götürürüz. Sizde bir değişiklik var mı?''

Veda gözlerini kaçırarak güldüğü zaman Erdem'de boğazını temizleyerek ortamı kendine getirmek adına bir çaba sarf etti. ''Kızlar, bakın sizi kimle tanıştıracağım?'' Gözler benim üzerime döndüğü an oturduğum yerin yarılarak beni içine alıp kapanmasını beklemiştim fakat öyle bir şey olmadı.

Nezaketen yerimden kalktım ve onlara doğru bir adım atarak Erdem'in tam yanında durdum. ''Bu, Kayra. Okuldan tanıştığım birisi. İşler biraz karışık sonra bahsedeceğim, şimdi tanışın.'' Sırıttıktan sonra devam etti. ''Bu, Elif.'' Sarışın kıza doğru elimi uzattım ve samimi bir şekilde onunla tokalaştım. ''Bu da, Özlem,'' dedi sonrasında esmer olan kıza dönüp. Aynı şekilde onunla da tokalaştıktan sonra tekrar Erdem'in yanına doğru sindim. Şuan benim için bir tür kalkan gibiydi, yalan söylemeyecektim. Kızlar benim çekingenliğimi tamamen göz ardı ederek, ''Merhaba, tanıştığıma memnun oldum,'' dediler. İkisinin de aynı anda, senkronizasyonlu bir şekilde söylemesi herkesin kahkaha atmasına sebep olmuştu.

''Özlem,'' dedi Erdem uyarıcı bir tonla. ''Dikkatli olun, teslim etmeyi unutmayın. Benim şimdi, Kayra'yı eve bırakmam lazım.''

''Tamam, tamam. Sen merak etme. Biz halledeceğiz.''

Herkes, herkesle tekrar vedalaştıktan sonra Erdem'le biz kafeden çıkmış, metroya doğru yürümeye başlamıştık. Adnan abi orada kalmıştı. Sanırım Özlem ve Elif'in teslim etmesi gereken şeyde onlara yardım edecekti.

''Böyle sikik işlere bulaşmanı istemezdim,'' dedi Erdem bir süre sonra. O sırada metronun merdivenlerinden aşağıya iniyorduk. ''Sen iyi bir kızsın. Mizacın benimle neredeyse aynı fakat farklı bir amaca hizmet ediyor.''

Yorum yapmadım. Sözcüklerle değil, fiziksel anlamda da. Sadece önüme bakarak yürümeyi sürdürdüm. Beni eve bırakmasını da istemezdim normal şartlar altında lakin Eyüp pisliğine bulaşmak istediğim en son şeydi.

''Kayra,'' dedi Erdem tepkisizliğime karşı. ''Ortada bir şeyler döndüğünü bildiğinin farkındayım.'' Evet, az çok biliyordum. Tahminlerim de vardı ama ne kadarı doğru yol üzerindeydiler bilemiyordum. ''O dönen şeyler bir dönmeyi durdursun, bir daha aramızda gereğinden fazla iletişim olmayacak. Bana güven.'' Sakince kafamı salladım ama gözlerim hala onunla temasta değildi. O da çok üstelemedi zaten.

Biz de biraz sonra metroya atladık ve ikimizin de kulaklarını dolduran tek ses gürültülü tren rayları oldu.

-

Dünkü yorgunluğumun üzerine o kadar çok uyumuştum ki, okula tekrar geç kaldığım için gidememiştim. Bu bir ay içinde ikinci devamsızlığım oluyordu ve sınıfta kalmaktan korkuyordum. Gerçi, birazdan Selim Bey'in yanına gidecektim, o bana bir rapor yazardı büyük ihtimalle. Bu konularda merhametli davranacağına inanıyordum.

Dün Erdem, gitmeden önce telefon numaramı almış, kendi numarasını da benim telefonuma kaydetmişti. İstediğim zaman ona ulaşabileceğimi tembihleyerek yanımdan ayrıldığında arkasından bir iki dakika boyunca bomboş bakmıştım.

Birden hayatımın ortasına nasıl daldığı hakkında en ufak bir fikrim yoktu lakin dalmıştı işte. Öyle ki, barajlarımı taşıracak kadar büyük bir çağlamayla hayatıma geldiğine inanıyordum.

Yüzümü yıkadıktan sonra aynada kendime baktım. Çehremden yorgunluk akıyordu, inkar etmeyecektim. Bir an önce Selim Bey'le olan seansımızı bitirip eve gelerek uyumak istiyordum. Dünden sonra seansları haftada iki saate çıkarıp, iki güne bölmüştük. Böylesinin daha iyi olacağını düşünüyorduk ikimiz de. Biraz fazla anlatacağım şey birikmişti son zamanlarda o yüzden süre yetmiyordu.

Hızlı bir şekilde altıma siyah bir eşofman ve üzerime de beyaz renkli bir tişört geçirip, sırt çantamı da alarak evden çıktım. Otobüse bindikten sonra on beş dakikalık bir mesafe vardı, çok bir şey yoktu.

Normal hızımdan biraz daha tempolu yürüyerek ara sokaklardan birine girdim ve dümdüz yürümeye devam ettim. Tam olarak başka bir adım atmak üzereydim ki, koluma çivilenen sert bir el, tüm düzenimi alt üst etmişti. Kanın beynime çok ekstrem bir hızla hareket etmiş olmasıyla bir an orada şimşek çaktığını düşündüm. Beynimin ortasına çok büyük bir ağrı düşmüştü.

Birden, zaten sesleri fazlasıyla uzakta tutan dudaklarımın üzerine bir de kötü kokulu bir el bariyer çektiğinde savaşmak adına ne yapabileceğimi düşünm. Adam beni bir apartman boşluğundaki duvara yaslayıp, gözlerimin içine baktığında ise onlarda saf bir nefret gördüğümü biliyordum.

Kasıklarının ortasına tekme atmak için bir harekette bulundum fakat güçlü olduğuna şahitlik ettiğim bacakları beni bloke etmişti. Ayın gümüşünden çok daha keskin renkli bir bıçak, boğazımda, şah damarımın üzerinde belirdiğinde ise sert bir şekilde yutkundum ve anında ruhsal olarak geriye doğru pustum.

''Şş, küçük kız.'' Karşımdaki sesin ifadesine karşı dondum ve gözlerimi kapatıp yüzünü aklımdan tamamen silmeye çalıştım. ''Savaşmak yok.''

-

Son sayfaları hiç okuyamadım. Yazım hataları varsa affedin lütfen! :)

Hikayede geçen Elif ve Özlem isimli kişiler gerçek karakterler ve benim çok yakın arkadaşlarım, neredeyse 12 yıllık. :)

Sonra... J'adore diye bir yer Taksim'de gerçekten bulunuyor. En son gittiğimden beri uzun bir zaman geçti, aklımda kaldığı kadarıyla tasvir etmeye çalıştım. Eğer İstanbul'da yaşıyorsanız veya yolunuz bir gün İstanbul'a düşerse, kesinlikle gitmeniz lazım! Bizim ana mekanımız biraz orası olacak gibi fakat sadece ''mekan'' olarak gerçek olduğunu unutmayın.

Yorum! :) Lütfen yorum yapın. Hasret kaldım resmen. :D Sizleri seviyorum! Umarım bölümden keyif almışsınızdır.

Veda'ya ölüm! diyor ve yavaşça buralardan uzaklaşıyorum. :D

Continue Reading

You'll Also Like

2.4M 27.1K 6
"Elinin altında atan senin kalbin." Al benimki de senin olsun be adam! Yemin mi ettin beni öldürmeye? Çok zalimsin! Ruhum bedenimi terk etti. Rabbim...
387K 20.5K 38
"Haklısın. Bu şehir labirent gibi karmaşık ve çıkmaz sokaklarla dolu. Ama ben sende kayboldum Gece. Paramparça ruhunda... Göğüs kafesinin içinde yara...
2.3M 89.9K 64
Ve Arden Ayman.. O gece sadece sokağıma değil, tüm yaşantıma atmıştı adımını.
TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 45K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...