SARMAŞIK +18

By M_edusaa

50.7K 1.7K 551

Tenimin üzerinde teni vardı. Hastalıklı bir adama ev sahipliği yapan göğsüm cayır cayır yanıyordu. Verdiği so... More

1. Bölüm "ÇIKMAZ YOL"
2. Bölüm "MUCİZE"
3. Bölüm "ESİR"
4. Bölüm "SAYDAM DUYGULAR"
6. Bölüm "SERBEST BIRAKILAN DUYGULAR"
7. Bölüm "SEN BANA YASAKSIN"
8. Bölüm "BANA MECBURSUN"
9. Bölüm "KALP IŞIĞI"
10. Bölüm "YENİLGİ"
11. Bölüm "AŞKIN MİLADI"
12. Bölüm "SAHTEKÂR"

5. Bölüm "ÖLÜMÜN GÖLGESİNDE"

3.4K 152 22
By M_edusaa




- Lütfen oy vermeyi ve yorum yapmayı unutmayın. -

İyi okumalar dilerim.

▪︎▪︎▪︎

Şu hayatta çoğu şeyi kendim öğrenmek zorunda kalmıştım. Ailemle aram hep kötü olduğu için kendimi bildim bileli hiç düzgün bir iletişim kurduğumuz olmamıştı.

Hele ki annemle ettiğim kavgaların sonucunda annemle aramız çoğu zaman iyi değildi. Her gün konuşmazdık aslında biz ama farklı bir şehirde olduğum için anne yüreği dayanamıyor, her an arıyordu.

Bu şehre geldiğimden beri geri dönmem için yaptığı baskılar kulağımda çınlıyordu. Gerçekten anne sözü dinlenmeliydi. Belki de onu dinleseydim şu an burada olmayacaktım.

Burada kaldığım ikinci haftaya girerken artık kafayı sıyırmak üzereydim. Tek gördüğüm ağaçlar ve Melikşah'dı. Bu durumdan artık sıkılmıştım.

Ben hiç bir yere bu kadar tıkılı kalmamıştım. Özgür ruhlu biriydim ben. Pek fazla arkadaşım yoktu ama kendi başıma gezmesini bilirdim. Bir şeyleri yapmak için arkadaşa ihtiyaç duymazdım çoğu zaman.

Gezmeye ve tozmaya alışık olan biri olarak burası beni fena hâlde bunaltmıştı. Ancak bunu o duygusuz herif görmek istemiyordu.

Ona ne zaman sıkıldığımı belli etsem ya da direkt yüzüne karşı söylesem beni duymazlıktan geliyordu. Onu darladığımda ise ev içinde yapabileceğim şeylerden bahsediyordu.

Kahretsin ki bu hâlleri beni fazlasıyla delirtiyor, mutfaktan bir bıçak kaptığım gibi ona saplama isteği uyandırıyordu bende. Bu durumu kontrolüm altında tutmak zordu. Ve beni sadece tek bir şey engelliyordu.

O da bu adamın benden daha güçlü olmasıydı. Ben ona hamle yaptığım gibi eminim ki o bıçağı elimden alacaktı. Eğer kriz geçirecek olursa o bıçağı bana bile saplayabilirdi.

Bu nedenle bu fikirden kendimi olabildiğince alıkoyuyordum ama ne kadar alıkoyabilirdim orası muamma.

Oturduğum yerden tepksizice dışarısını izlerken odaya onun girdiğini duydum. Yaklaşık bir saat öncesine kadar yine beraberdik ama o ona gelen bir arama yüzünden yanımdan ayrılmış, şimdi dönüyordu.

Ne yaptığını gerçekten gram umursamadan dışarısını izlemeye devam ederken bir şey dememek için dudaklarımı ısırıyordum. Çünkü çok sıkılmıştım ve bu canıma tak etmişti. Onunla kavga etmek istiyordum şu an.

Ağzıma gelen ne varsa saymak, onu parçalamak istiyordum. Ancak bunu yapamıyordum. Bana zarar verme ihtimali aklımın sınırlarında gezdikçe kendimi ondan uzak tutuyordum.

Onunla en son o banyoda yakınlaşmıştık. Ondan sonrasında pek yakınlaşmamıştık çünkü bunu o istememişti. Sanırım onu gerçekten haddinden fazla tahrik edip sonrasında tam doyuma ulaştıramadığım için bunu yapıyordu.

Yanıma oturan adam benim gibi dışarıyı izlemeye başlarken aradan geçen beş sessiz dakikanın sonunda sessizliği o bozdu.

"Ne görüyorsun stajyer?" Dışarıda gördüklerimden bahsettiğinde dudaklarımın arasından histerik bir gülüş kurtuldu.

"Hiçbir şey... Bu evde olduğum sürece ben nereye bakarsam bakayım karanlıktan başka bir şey görmüyorum." Verdiğim yanıt pek hoşuna gitmemiş olmalıydı ki beni kendisine çevirdi kolay bir hamlede.

"Bunu düşünmene sebep olan ne?" Sorusuyla yine başa döndüğümüzü anlarken gözlerimi devirdim. Anlat anlat bir yerden sonra yorulmuştum artık.

"Sence ne? Burada bir esir hayatı yaşıyorum bilmem farkında mısın?!" Ses tonumu yükseltmem kaşlarının çatılmasına sebep olurken benim aksime sakin bir sesle konuştu.

"Hangi esir evin içinde bu kadar rahat dolaşabilir? Ve hangi esir onu kaçıran kişiyi öper? Sence sen esir hayatı mı yaşıyorsun? Sadece bu evden dışarıya çıkamıyorsun o kadar." Buraya sıkışıp kalmam sorun değilmiş gibi konuşması beni neredeyse çileden çıkartacaktı.

"Sen şaka mısın ya? Seni öpmem esir olmadığımı mı gösteriyor? Benim için esirlik şu dört duvar arasına sıkışmamla başladı!" Dediğimde gözlerinden hiçbir ifade okuyamamak beni tedirgin etti.

Çünkü daha öncelerinden hiç bana bu kadar boş bir şekilde baktığını görmemiştim.

İşaret parmağıyla yüzümü sevmeye başlarken oldukça sakin gibiydi. Kendimi ondan uzaklaştırmak istediğimde buna izin vermeyip parmağını yüzümde dolaştırmaya devam etti.

"Beni bazen çok sinirlendiriyorsun Mihri." Sakin bir sesle konuşması onun sinirlendiğini anlamamda zorluk oluşturdu. Şu an sinirli değildi ama sinirlendiğini söylüyordu. Gerçekten bu kadar dengesiz olmak zorunda mıydı?

"Sen de beni sinirlendiriyorsun Melikşah. Ve bu bazen olmuyor. Hep oluyor." Açık açık ona meydan okuduğumda bu onun hoşuna gitmiş gibiydi.

"Mihri... Mihri... Mihri..." Sanki yanlış bir şey yapmışım da bunu alayla söylüyor gibi söyledi adımı.

"Sana yapabileceklerimi aklından çıkarıyor olmalısın."

"Bir de karşıma geçip sen esir değilsin diyorsun ya, ne gülesim geliyor." Aniden lafı yapıştırdığımda alayla kıvrılan dudakları düz çizgi hâline geldi.

Sanırım lafı tam on ikiden koymuştum.

"Sen esir değilsin."

"Esir değilsem neden bana bir esirmişim gibi hissettiriyorsun? Her an beni tehdit ediyorsun neredeyse! Zaten buradan başka bir yere gidemiyorum, bir de şu dört duvar arasında iyice kısıtlamaya çalışıyorsun beni! Ne yani bugüne kadar yapmadığımı yapıp kaçmaya mı çalışmalıyım?" Sinirli bir şekilde sözlerimi dile getirdikten sonra sinirden dişlerini gıcırdatmaya başladı.

Onu yine fazla sinirlendirdiğimi anlarken yine de geri adım atmadım. Kendimi bu adama ezdiremezdim. Yeter canım ya... Sırf bana zarar verecek diye kendimi engellemeye çalışıyordum ama yine işin sonu onun kriz geçirmesiyle bitiyordu.

Ama bugün umurumda bile değildi kriz geçirip geçirmemesi. Çünkü bugün karşısında stajyer de olsa bir doktor yok, bir insan vardı. Ve bu insan da bu adama karşı daha fazla duyarlı olamazdı.

"Buradan kaçamazsın Mihri."

"Yeter ki denemek isteyeyim. Zorlayarak da olsa o çıkışı ben bir şekilde bulurum." Büyük ihtimalle bulamazdım ama onun bunu bilmesine gerek yoktu.

"Tamam Mihri, kaç. Sana ilk ve son kez izin veriyorum. Git kaç." Yapamayacağımı sanıyordu değil mi? Korkup burada kalacağımı sanıyordu...

Hiç de kalmak gibi bir salaklık yapasım yoktu.

Ayağa kalkıp kapıya yaklaşırken arkamdan gelir diye tedirgindim ama o beni şaşırtarak gelmedi. Gerçekten de gitmeme izin veriyor olmalıydı.

Bundan güç alarak kapıyı açıp dışarıya çıktım ve üstümdeki kazağın beni ısıtmaya yetmeyeceğini bile bile o şekilde ayrıldım evden.

Arabanın ne yönden geldiği belli değildi ancak bir arabanın geçebileceği en büyük boşluktan gitmeyi tercih ederek yönümü belirledim.

İlk başlarda hızlı yürüdüm ki arkamdan gelirse beni bulması daha zor olsun. Yakalanmak gibi bir arzum yoktu çünkü. Bir kere gitmem için izin vermişti madem, bende bunu kullanacaktım. Burada kalıp da her yeni bir gün başka kavgayla uğraşamazdım.

Onu iyileştirmekse şurada kalsındı. İyileşmek istiyorsa gider parayı basar en iyi doktorlara tedavi olurdu. Pek de bana ihtiyacı yoktu yani.

İçimde hiçbir vicdan azabı kalmadıktan sonra adımlarımı hızlandırarak ormanın içinden giderken çalıların arasından bazen sesler duyuyordum.

Bu sesler beni korkutuyordu ama korktuğum şey orada olabilecek hayvan değil, Melikşah'tı. Ne zaman arkamdan bir ses gelse adımlarımı hızlandırıyor, telaşla hiç düşünmeden başka ağaçların arasına giriyordum.

Arabanın geçemeyecek kadar dar olduğu yerlere gelince yorgunlukla duraksadım. Neredeyse iki saati geçik bir şekilde yürüdüğümü düşünüyordum ve yanlış geldiğimi tam da baktığım alandan anlıyordum.

Bu durum moralimi bozarken pes etmedim. Gidemeyeceğimi sanan adama inat enerjimi kısa sürede toparlayıp bir yönden ilerlemeye başladım.

Günler sürse de bir şekilde yolu bulacaktım. Ben buna inanıyordum. Çıkmaz bir sokak değildi ya burası? İlla ki bir şekilde ben o yolu bulacaktım.

Kafama koyduğum bu düşünce yüzünden adımlarımı daha da hızlandırırken bir yandan da hızlı yürüme sebebim ısınmaktı. Akşam yavaştan çökmeye başlamış, hava iyice soğuyordu artık. Ve benim üzerimde kazaktan başka bir şey yoktu.

Altımdakinin pantolon değil de eşofman olduğu için şükrederek dalların arasından kolaylıkla geçtim.

Bir anda beni böyle özgür bırakması beni şaşırtmıştı. Buraya geldiğimden beri o kadar kararlı konuşuyordu ki ben bile beni bırakmasına ihtimal vermiyordum artık.

Ancak yine bir erkek bir kadını yanıltmamıştı.

Onca sözlerinin ardından bir kereye mahsus dese de bırakmıştı. Hem de hiçbir baskı altında kalmadan. Tamam, o biraz benim baskım altında kalmıştı ama o bunları umursayacak biri değildi.

Umursayacak olsaydı daha ikinci dakikadan bırakırdı beni. Direte direte öpmez, iyiliğimi düşünmezdi. Kriz geçirirken kendine engel olmaya çalışmazdı.

Kriz geçirirken öfkesini nasıl geçirdiğini anlattığından beri tek bir kere hariç diğer krizinde bana nasıl zarar vermemek için direndiği aklımdan çıkmıyordu.

İkinci kez kriz geçirdiğinde onu biraz daha zorlasam beni öldürebilirdi. Ki o kadar üstüne gitmediğim hâlde beni öldürmek istemişti. O günden sonra da tehdit eder olmuştu.

Ben öyle baskı altında yaşayabilecek bir kadın değildim. Tehdit edilmeye alışık değildim, kukla gibi davranılmayaysa hiç alışık değildim.

Ama lanet olsun ki ondan korkuyordum. O hastaydı ve biz bu lanet dağın ortasında yalnızdık. Bağırsam kim duyardı ki beni? Sesimi duyurmak istesem beni kim duyardı? Kimse...

Asılı kalırdı benim bağırışlarım. Kendimden başkasına duyuramazdım acılarımı, yardım yalvarışlarımı.

İşte tam da bu yüzden bana kısmi olarak gaz verdiğinde basıp gitmiştim evden. Üstüme bir mont ya da başka bir şey almadan. Gece bastırınca daha çok üşüyeceğimi biliyordum ama yapacak bir şeyim yoktu. Artık o eve de dönemezdim çünkü evden çok uzaklaşmıştım. Yolu bilseydim de dönmezdim zaten.

Yürüdükçe yürüdüm ama bir çıkış yolu bulamadım. Bulamadıkça umudumu yitirdim, yitirdikçe tükendim. En sonunda bir ağacın dibine çökerken gecenin karanlığı kucak sardı bana.

Hâlâ daha bu karanlık korkutamıyor beni. Gelecek herhangi bir havyan da öyle... Hâlâ beni en çok o adam korkutuyordu. Çok karmaşık yollardan geçmiştim. Beni bulmak için arkamdan gelse bile günlerce aramadan ulaşamazdı bana.

Bunun bilinciyle arkamdaki ağaca daha çok yaslandım. Susadığımı hissediyordum ama yanımda bir damla su yoktu. Karnımın da yavaştan acıkmaya başladığını anladığımda gözlerimi kapattım sıkıca.

En çok bu yüzden nefret ettim ondan. Beni bu duruma düşürmesinden nefret ettim. Git demek kolaydı belki ama neden ufak da olsa bir çıkış yolu göstermedi ki!

Artık nereden gidersem gideyim çıkmaz bir sokakla karşılaşacakmışım gibi hissediyordum.

Bu şehirde kabul etmemişti işte beni. Nerede durursam durayım sığınamıyordum. Oysa buraya her şeyin düzeleceğini umarak gelmiştim. O umutla direnmiştim her şeye.

Şimdi ise onların da çöp olduğunu görmek canımı inanılmaz yakıyordu. Emeklerimi boşa sarf ettiğimi görmek, en sonunda bu yola çıkmak acayip zoruma gitti.

Belki de burada ölüp gidecektim. Çünkü o beni bulmadan ne buradan gidebilirdim ne de gelip beni başka birisi alırdı. Ondan başka yolumun kalmamasını anlamıyordum.

Gururuma yediremedim bu durumu. Ondan kaçmak isterken şimdi ona muhtaç kalmıştım. Hayatın nasıl bir oyunuydu bu bana? Yetmiyor muydu yaşadıklarım? Daha ne kadar dibi görmem gerekiyordu?

Dizlerimi kendime çekip başımı bacaklarıma yasladım. Kabullenemiyordum. Kabullenmeyecektim. Ona muhtaç olduğumu kabullenmektense burada ölüp giderdim daha iyiydi.

Ölüm kelimesi üşüyen bedenimi daha bir ürpertti. Şu ana dek hangi zorlukla savaşırsam savaşayım bu kelimeyi kendimden uzak tutmuştum.

Ama şimdi ise ölüm şah damarım kadar yakındı bana.

Kendime yakıştıramadığım ölümü o adam bana uygun görmüştü. Biliyor olması lazımdı. O kapıdan çıkarken benim yolu bulamayacağımı, kaybolacağımı ve öleceğimi biliyor olması lazımdı.

Bunu bile bile seni asla bırakmam dediği kadını nasıl bırakabilmişti? Bana bir şey olması, ondan ayrılmam artık önemli değil miydi? İki haftada bıkmış mıydı benden?

Üşüyen bedenimi ellerimle ısıtmaya çalıştım ama başarısız oldum. Bu kazak beni ne yeterince ısıtabiliyordu ne de buz tutmuş ellerim beni ısıtabiliyordu. Kavurucu bir soğukta öylece kalakalmıştım resmen.

"Aptal." Onun sesini duyduğumda yerimden sıçradım. Olduğum yerden kalkmak isterken başarısız oldum. Dikkat kesilip etrafı dinlediğimde çıt sesi bile çıkmıyordu.

Karanlık olan ormanda neredeyse hiçbir şeyi göremeyecek konumdayken onun burada olmasından şüphelendim ama sadece yanıldığıma ihtimal verdim. Çünkü ne başka bir ses geliyordu ne de onun beni bu kadar kısa sürede bulmasına imkân vardı.

Arkamdaki ağaca yaslanırken kuruyan dudaklarımı dilimle nemlendirdim. Olduğum yerde bir buz kütlesine dönüşüyormuşum gibi geliyordu.

Dalların ezilme seslerini duyduğumda vücudum bu kez soğuktan değil korkudan titredi. Çünkü tam o anda beni bulduğunu anlamıştım.

Dibime kadar girip diz çöktüğünde sıcak nefesi yüzüme çarpıyordu. Bu sıcaklık bile buz tutmak üzere olan bedenime iyi gelirken bu karanlığa rağmen koyu renk gözlerini seçebildim.

"Bir yere gidemeyeceğini bilmene rağmen nasıl bu kadar ileriye gidebilirsin? Seni takip etmesem bu sokuk ormanda seni ben bile bulamazdım stajyer." Sözlerine bir cevap vermedim. Onunla iletişime geçmek istemiyordum. Onunla dönmekte istemiyordum ama sıcağa da çok ihtiyacım vardı.

Saatlerce dışarıda kalmamın acısı şimdi çıkarken kendimi sıktım, engel olmaya çalıştım kendime.

Üzerindeki kazağı çıkartıp sıcak kazağını benim kafamdan aşağıya geçirmesiyle ona dair düşündüğüm her şey tuzla buz oldu sanki. Beni hep takip etmesi de beni fazlasıyla şaşırttı. Hiç ihtimal vermediğim bir şeydi çünkü bu.

Kazağa sindirdiği sıcak bana fevkalede iyi gelirken gözlerimi kapattım. Kendimi biraz daha iyi hissederken o burada daha fazla durmak istememiş olmalıydı ki beni kucağına hiç zorlanmadan alıp geldiğim yönden geriye gitti.

Üşüyen bedenim yüzünden onun çıplak göğsüne daha çok yapıştım. Benimle beraber saatlerce ormanda olmasına rağmen vücudu fazlasıyla sıcaktı. Soğuk ellerimi göğsüne koyup ısıtmaya çalışırken vücudu gerildi.

Bu hareketimden etkilendiğini anladım ama ne onu daha çok tahrik etmekle uğraşasım vardı ne de ondan inat yapıp uzaklaşasım. Sadece ısınmaya ihtiyacım vardı.

"Bir şansta havalar ısındığında deneyebilir miyim?" Sözlerim alay konusuydu belki ama benim sesim çok ciddi çıkmıştı. Onun erkeksi bir şekilde güldüğünü hareketlenen göğsünden anlarken ona gülmeyi yakıştırdığımı fark ettim.

Erkeksi kahkahası beni yüzünden çok çekiyordu resmen. Normalde en çok tipe önem verirdim ancak bu adamın sesine bile âşık olunurdu.

Vücudumun soğuktan titremesi hâlâ devam ederken bunu fark eden Melikşah adımlarını hızlandırdı. Kucağında olan benimle nasıl saatlerce yürürdü bilmiyorum ama benim kucağından inmeye hiç niyetim yoktu.

Kendimi yürüyebilecek kadar iyi hissetmiyordum. Onun kucağında öylece şekil almış bir buz gibi hissediyordum kendimi. Sıcaklığı bana iyi geliyordu ama yeterli değildi. Daha sıcak olan bir şeye ihtiyacım vardı.

Adımları duran adama şaşkınlıkla bakarken birden pozisyonumu değiştirdi. Artık yüzlerimiz birbirine bakarken üst vücudum tamamen onun vücuduna yapışmıştı. Bu sıcaklık bana daha da iyi gelirken göğsüne sokuldum.

Bir daha asla böyle bir salaklık yapmayacaktım. Yapsam bile üstüme ya mont alacaktım ya da havanın sıcaklığını kontrol edecektim.

Uzun bir süre beni kucağından indirmeden yürüyen adamın hâline acımıştım. Hem bu soğukta çıplaktı hem de kucağındaki bende hiç hafif değildim. Filmlerdeki ya da kitaplardaki kızlar gibi altmış kilo falan olsaydım sıkıntı olmazdı ancak ben yetmiş dört kiloydum. Yani sanırım en son öyleydim. Bu evde kilo almamış olmam imkansızdı.

Beni şu ana kadar taşıması bile şaşırtıcıyken yolun kalanını nasıl taşıyacaktı merak ediyordum.

"Biraz kiloluyum... Taşıması zor oluyorsa..." Yine de ona acıyıp beni bırakmasını teklif edecekken kalçamı sıkarak sözlerimin devamını engelledi.

"Ben senin bu hâlinden memnunum. Ele geliyorsun." Arsız bir şekilde söylediklerine gözlerimi devirdim. Sanki ona sormuştum nasılım diye. Bu söylediği beni sinir ederken başka hiçbir şey söylemeden beni taşımasına izin verdim.

Benim keyfim gayet yerindeydi burada. Az biraz üşüyordum ama ona da eve gidene kadar dayanabilirdim sanırım.

Bana asırlar gibi gelen bir sürede yine yürümeye devam ettiğimizde şükürler olsun ki evin önüne gelebilmiştik artık. Kucağındaki beni hiç indirmeden kapıyı açıp içeriye giren adam içeriye girsekte beni bırakmadı.

Beni bir odaya getirdiğinde burasının kendi odam olduğunu görünce içimde bir hayalkırıklığı belirmedi değil. Bu evden çıkarken geri döneceğime hiç ihtimal vermiyordum ancak şu an başladığım yerdeydim.

Beni yatağa bırakan adam elleriyle yüzümü kontrol ederken hâlâ üşüyüp üşümediğimi kontrol ediyordu sanki.

"Üşüyorum." Onun işini kolaylaştırmak için söylediklerimden sonra düz bir şekilde yüzüme baktı.

Yorganın altına girmemi işaret ettiğinde ayaklarımdan ayakkabıları çıkartıp yatağın içine girdim.

Yorganın altı bana iyi gelse de yine de tam olarak ısıtamıyor gibi geliyordu. O da bunu fark etti mi ne yaptı bilmiyorum ama o da yatağımın içine girip arkamdan bana sarıldı.

Hâlâ çıplak olması onu pek rahatsız etmiyor gibiydi. Üstelik benim aksime hiç de üşümüş gibi bir hâli yoktu. Sanki yanıma uzanırken amacı bile beni ısıtmaktı.

Kollarını bana sarıp sırtımı göğsüne yasladığında artık nefesi boynuma çarpıyordu. Sıcak nefesi üşüyen tenimi ısıtırken bu adamın büyülü olduğu kanısına vardım. Yoksa hiçbir insan bu soğuğa rağmen bu kadar sıcak kalamazdı.

Üstelik üstünde hiçbir şey yoktu ve saatlerce o şekilde yürümüştü!

Nasıl üşümez, nasıl bu kadar sıcak kalabilir aklım almadı. Güçlü bünyesini önceden fark etmem gerekti aslında. Hastalığına rağmen kendisini tutabilecek kadar dirençliydi vücudu.

"Sana bir daha asla böyle bir izin vermeyeceğim."

"Senden izin alacağımı kim söyledi?" Olanlardan hiç ders çıkarmamışım gibi davranmamın onu sinir ettiğini gerilen göğsünden anladım ama geri adım da atmadım.

"Mihri..." Adımı uyarırcasına söylediğinde omuz silktim.

"Az daha yanına gelmesem donacaktın kadın, buna rağmen bir daha mı gideceksin?" Kaçamayacağımı bildiği için gitmek tabirini kullanması moralimi bozdu.

Çünkü haklıydı. Buradan o hariç kimse beni bu aşağılık ormandan kurtaramazdı.

"Senin yanında esir gibi yaşamaktansa orada donarak ölmeyi tercih ederim." Tartışmanın çıktığı yere onu geri götürürken sinirli bir soluk verdi. Kendime esir demem onu hiç mutlu etmiyordu.

Kendini birden bana bastırdığında ağzımdan şaşkınlık dolu bir nida çıktı. Hiç beklemediğim bu hareket sonucunda şaşkın bakışlarla kafamı çevirerek ona baktım.

Gözlerindeki yanan ateşte kavrulmaya başlarken elleri iki kazağın altından çıplak tenimi bulmuş orada oyalanıyordu.

"Sen esir olsaydın, ne senin kadınlık hormonların nüksederdi ne de benim erkeksel hormonlarım... Esirlerime pek iyi davrandığım söylenemez, özellikle onlarla cinsel yakınlık gösterdiğim hiç söylenemez." Başka esirler olduğunu öğrendiğimde yüzümün ben görmesem bile kireç gibi olduğunu biliyordum.

"Sen ne tür manyaksın be? Mafya mısın sen? Esirler ne?" Art arda sorduğum soru onun psikopat bir şekilde gülmesine sebep verdi. Dudaklarını yüzümde dolaştırmaya başlarken tam kendimi ondan uzaklaştıracaktım ki elmacık kemiğimi ısırdı.

Korkuyla çığlık attığımda ısırdığı yeri utanmadan geldi bir de öptü. Ona ters ters bakarken o bana aynı şekilde bakmaya devam edip arkamdayken üstüme geçti.

Neredeyse tüm ağrılığını bana vererek üstüme eğildiğinde heyecandan nefesimi tuttum. Bu adam beni gerçekten çok fena etkiliyordu ve benim elimden etkilenmek dışında hiçbir şey gelmiyordu.

"Bu kadar güzel olmak zorunda değildin. Söylesene... Kaç kişi âşık olmadı bu güzelliğine?" Ona göre bana âşık olanların sayısı o kadar fazlaydı ki o bunu öğrenmek için bana âşık olamayanların sayısını soruyordu.

"Sandığın gibi herkes bana âşık değil Melikşah."

"Olmasınlar da zaten... Benden başka sana bir şeyler hissedecek olan biri olursa onu öldürürüm. Sen yalnız benimsin ve yalnız bana aitsin."

"İnsanların duygularına karışamazsın! Üstelik ben sana falan ait değilim, neden her seferinde sana ait olduğumu vurgulayıp duruyorsun?" Kızgın bir şekilde dile getirdiklerime önce bir cevap vermedi.

"Beni deli ediyorsun Mihri... Bir kadında görmediğim özelliklere sahipsin ve bu sana beni deli gibi çekiyor."

"Olmaz Melikşah! Bizden olmaz! Ben senin doktorunum!"

"Doktorumdun Mihri! Doktorum değilsin! Eğer seni engelleyen buysa sen doktor falan değilsin! Sen sadece benim yanımda bulunan bir kadınsın! Doktor değil!" Söyledikleri aslında doğruydu. Ben onun kaçmasına yardım ederek doktoru olmadığımı kanıtlamıştım zaten.

Daha ne diye doktoruyum diye kendimi kandırıyordum ki? Adamdan etkilendiğim bariz belliydi. Ve bu çekimi ben doktorum diye kendimi kandırarak yok etmeye çalışsam da işin aslında onun sonunda beni bırakıp gideceği vardı.

"Günün birinde iyileşmek isteyeceksin ve o zaman da ilk vazgeçtiğin kişi ben olacağım Melikşah. Ben bu travmayı kaldıramam." Açık açık ona derdimi söylediğimde kaşları çatıldı.

"Bu hastalıktan kurtulmayı on bir yıldır düşünmemişken şimdi mi düşüneceğim? Kafanı saçma sikik bu kurgularla mı dolduruyorsun?" Öfkeyle söyledikleri karşısında ben sakinliğimi koruyarak cevap verdim ona.

"Tedavi olmazsan da günün birinde illa ki bana zarar vereceksin! Geçen sefer kriz geçirdiğinde neredeyse beni öldürecektin!" Diye ona o günü hatırlattığımda sinirlenmemek için kendisini sıkmaya başladı.

"Beni sinirlendirme Mihri. Beni sinirlendirmezsen hiçbir şey olmaz."

"Ya olursa?" Güvenemiyordum işte ona!

"Olmayacak..." Dedi ve net bir sesle konuşmaya devam etti. "Bu sözlere rağmen hâlâ kendini benden uzak tutmaya çalışırsan diye söylüyorum; sen kendini benden uzak tutsan da tutmasan da burada kalacaksın. Kendini benden uzak tutman sadece işlerin daha kötüye gitmesine sebep olur." Dediğinde yutkundum.

Neredeyse açık açık tehdit edilmiştim. Eğer kendimi ondan uzak tutarsam krizlerinin artabileceğini, dolayısıyla bana zarar verebileceğini söylüyordu.

Ama ona yakın durursam, en azından her seferinde ondan kaçmazsam, kendimi durdurmazsam bir problem olmayacağını söylüyordu.

Gözlerimi onun yüzünden çektim. Kendime bir süre tanıdım ve tanıdığım o sürede en mantıklı kararı verdim.

Ne yakın duracaktım ne de uzak. Sadece akışına bırakacaktım. Kendimi engellemeden ne yapmak istiyorsam onu yapacaktım. Ve böylelikle ne onu dinlemiş olacaktım ne de kendimi yok sayacaktım.

Akışına bırakmak belki de bize daha iyi gelecekti.

Ve umarım öyle de olurdu.

▪︎▪︎▪︎▪︎

Merhabalar!

Her zamankinden daha uzun bir bölüme yine karşınızdayım.

Arayı uzun tutmak istemedim ve elimden geldiğince kısa sürede yayınlamak istedim ama elimden ancak bu kadarı geldi.

Bölümleri artık bu ve bundan fazlası bir şekilde yazmak istiyorum ancak bu gelen oylara ve yorumlara da bağlı.

Ne kadar çok oy ve yorum gelirse bölümün uzunluğu o kadar çok fazla olur.

Bölüm hakkında ne düşünüyorsunuz?

Melikşah'ın aslında Mihri'yi takip etmesi ve onu kucağından hiç indirmeden eve kadar taşıması?

Bundan sonra ilişkileri sizce nasıl devam eder?

Şimdilik bu kadar diyerek bir daha ki bölümde görüşmek üzere!

Sevgilerle...

Continue Reading

You'll Also Like

79.6K 2.1K 36
"Nefret ediyorum senden anlamıyormusun?"dedim titreyen korku dolu sesimle "Sevemiyorum ben seni olmuyor işte artık vazgeç benden izin ver gideyim"ded...
30.5K 1.3K 39
Romantizmi işaret ve orta parmağı arasına sıkıştırdığı izmaritte bulan bir genç kız... En hassas duygularını bile kağıda döken bir delikanlı... Arada...
65.5K 4.2K 24
Beni özlediğinde yıldızlara bak.
9.7K 281 13
İnsan sevmeye başlayınca yaşamaya da başlarmış.