KIRMIZI DÜŞ

By Maviii_lavinia

1.5M 61.6K 34.2K

Mesih Yıldıran. Namı değer Şah; Sınırsız ve Yıkılış şehrinin sahibi. Herkesin korkudan titrediği, Polis'in al... More

KIRMIZI DÜŞ.
1. B ö l ü m.
2. B ö l ü m.
3. B ö l ü m.
4. B ö l ü m.
5. B ö l ü m.
6. B ö l ü m.
7. B ö l ü m.
8. B ö l ü m.
9. B ö l ü m.
10. B ö l ü m.
11. B ö l ü m.
12. B ö l ü m.
13. B ö l ü m.
14. B ö l ü m.
15. B ö l ü m.
16. B ö l ü m.
17. B ö l ü m.
18. B ö l ü m.
19. B ö l ü m.
21. B ö l ü m.
22. B ö l ü m.
23. B ö l ü m.
24. B ö l ü m.
25. B ö l ü m.
26. B ö l ü m.
27. B ö l ü m.
28. B ö l ü m.
29. B ö l ü m.
30. B ö l ü m.
31. B ö l ü m.
32. B ö l ü m.
33. B ö l ü m.
34. B ö l ü m.
35. B ö l ü m.
36. B ö l ü m.
37. B ö l ü m.
38. B ö l ü m.
39. B ö l ü m.
40. B ö l ü m.
41. B ö l ü m.
42. B ö l ü m.
43. B ö l ü m.
44. B ö l ü m.
45. B ö l ü m.
46. B ö l ü m.
47. B ö l ü m.
48. B ö l ü m.
49. B ö l ü m.
50. B ö l ü m.
500 Bin 🍷🍓♾️
51. B ö l ü m.
52. B ö l ü m.
53. B ö l ü m.
54. B ö l ü m.
55. B ö l ü m.
1 M 😍🎉🎉🎉✨💫❤️🍓🥹♾️
56. B ö l ü m
57. B ö l ü m.
58. B ö l ü m.
59. B ö l ü m.

20. B ö l ü m.

22.4K 1K 239
By Maviii_lavinia

Öfkeyle ve alayla sorduğu soruyu duymazdan geldim. Boğazıma bir yumru oturmuştu. 23 yıldır karşıma çıkmamış bir kadının adını duyduğum için kalbimde oluşan duygular için kendime kızdım.

Sebebi ne olursa olsun bir kez bile arayıp, sormayan kadın için böyle anlam veremediğim duygular hissetmem saçmaydı. O kadın benim en ufak bir duygumu dahi hak etmiyordu.

"Sevinip, sevinmemem seni ilgilendirmez, bu benim problemim." dedim karşımda duran adama. Gözlerinde, sözde biyolojik annem olacak kadına büyük bir nefret ateşi vardı. O ateş, intikam alınmayana kadar söznmezdi. Onlarjn geçmiş mevzusu beni zerre kadar alakadar etmezdi. Sonuçta o kadının hayatında değildim. 23 yıl önce el kadar bebekken beni hayatında istememişti. Bu yüzden hayatı da beni ilgilendirmezdi.

Nefretle dolu gözlerine sinir dolduğunu görünce sakinliğimi korumaya çalıştım. "Bu sizin geçmişiniz. Hayatınıza dahil değildim. Hiç olmadım da. Olmayacağım da. Senin onunla intikam mevzun olup olmaman zerre kadar umurumda değil. Ben sadece Ulaş'ın hayatını korumak için, ailemin katillerini bulup cezasını vermek için hayatına üç aylığına girdim. Ha birde biyolojik ailemin neden bıraktıklarını merak ediyorum sadece bu."

Cevap vermeden yüzüme bakmaya devam ettiğinde konuşmaya devam ettim. Bir yandan da annesinin tabutuna bakış atmıştım. "Senin ve annenin yaşadıklarının sorumlusu ben değilim. Eğer bir sorumlu arıyorsan o da Matmazel Moren'dir. Ayrıca bir daha bana Anastasia Moren deme Mesih Yıldıran. Benim tek bir adım var; o'da Lahza Lavia "

Arkamı dönüp, yürümüştüm ki konuşmasıyla durdum. "Ne kolay değil mi, ben sorumlu değilim demek. Senin daha anne karnındayken bile halin tüm sorunların sebesiydi." Yanıma yaklaştığını yerde taşları ezen ayaklanma sesiyle anladım. Tak karşımda durdu. Geceden daha kara gözleri ilk defa buruktu. İfadesizliğin yani sıra ilk defa başka bir duygu görmüştüm gözlerinde. "Sen daha anne karnındayken, daha var olmamışken benim öz babamın seninle anne karnında iken konuştuğunu görüyordum. Merdivenlerden izlerdim hep. Annen olacak kadının karnına dokunup seviyordu seni."

Söylediklerine karşı ağzım şaşkınlıkla aralandı. "Ne yani, senle ben kardeş miyiz şimdi?" diye sordum dehşet içinde.

Buruk tebessümlü yüzünde iğrelti geçti. "Herkes öyle sanıyordu. Ben bile. Sen daha anne karnındayken ölümüne nefret ederdim senden. Annem deliler gibi acı çekerken babamın seni ve annen olacak kadını deliler gibi sevmesinden nefret ediyordum." dedi

Ama hâlâ sorumun cevabını alamamıştım. "Seninle benim babamız aynı mı? Babalarımız bir mi?" diye sordum sabırsız bir şekilde.

Bu nasıl bir geçmişti? Onunla beni kardeş konumuna getiren geçmiş nasıl böyle kördüğüm gibi karışıktı? Ama en tuhafı da iki ucu da bize bağlanıyordu. Bir ipin ucu onun, bir ucu benim elimdeydi.

Alayla güldü. "Ne garip değil mi Lahza? Çok garip hem de. Resmen baban, Baron Bomonti olsaydı seninle kardeş olacaktık. Ama baban Baron Bomonti değil. Evet o,da seni kızı sandı ama değilsin. Annen olacak kadının eli hangi erkeğin cebinde belli olmadığı için senin kimin kızın olduğun hep konuşuldu ama ortaya çıktı."

Sözleri canımı yakmıştı. Yutkunurken, "ne demek istiyorsun?" diye sordum.

Yüzüme sadece baktı. diyeceği şeyin canımı yakacağını bilercesine annesinin tabutunun yanına gitti. Cevap vermediğinde arkasından gittim ve kolundan tutarak kendime çevirdim. "Sana ne demek istiyorsun diye sordum! Cevap ver!" Sesim koca ormanlıkta yankılanırken yüzüme bakmaya devam etti. Sarstım onu. İri bedenini hareket bile ettiremezken başını aşağı eğdi ve fısıldayarak cevap verdi:

"Annen Matmazel Moren..."Derin bir nefes aldı, başını yüzüme doğru kaldırırken. "Bir hayat kadınıydı. Hem de şarkıcıydı. Seni ne için bıraktığını bilmiyorum ama sebebinin bu olduğunu tahmin edebiliyorum."

Yüzüne baka kaldım. Sözlerinin canımı yakmaması gerekiyordu ama neden kalbim bunu duyduğunda parçalara ayrılmıştı?

Beni doğuran kadın bir hayat kadını mıydı?

Hangi adamdan olduğu belli bile olmayan bir pi...

Kelimeyi bile tamamlayamazken bu gerçeği duymak çok ağır gelmişti.

Sendelerken beni hızla tutup yere oturttu. Kolumu ondan çekerek sırtını ağaç gövdesine yaslayarak dizlerimi karnıma doğru çektim. Kollarımı dizlerime sararken kendi kabuğuma çekildim.

Her şeyi düşünürdüm; beni tehlikeli bir hayat için bile bıraktığını bile düşünebilirdim ama bir hayat kadını olduğu için bırakabileceğini asla düşünemez.

Mesih'te benim gibi sırtını karşımdaki ağaca yasladı. Konuşmadan beni izledi. Söylemek istememişti. Ben zorlamıştım ama canımı bu kadar acıtacağını düşünememiştim.

Dolan gözlerim dizlerimdeki ellerime odaklıyken, gözlerimden firar eden yaşlar yanlarıma süzüldü. "Sırf bir hayat kadını olduğu için, sırf bir anlık zevk uğruna hamile kaldığı bebeğini terk etmiş." Fısıltıyla çıkan sesimi ben bile zor duymuştum.

"Bilemezsin. Belki seni öyle bir hayatın içinde doğurmakta istememiş olabilir." Onun sesini duymamla başımı kaldırıp, ifadesiz yüzüne çevirdim. Göz yaşlarım bir bir yanağından akarken gözleriyle göz yaşlarımı takip ediyordu. Histerik bir kahkaha attım.

"Ne o, düşmanı olduğun kadını mı savunuyorsun?"

İğneleyici sözlerime başını iki yana salladı. "Hayır. Sadece tahmin yürütüyorum." Başını kara geceye çevirdi. Derin bir nefes aldı. "Kimin kızı olduğunu bilmiyorum. Ama o kadın kızısın. Zeus denen herifte senin baban olabilir."

Kolay bir şeyden bahsediyordu sanki.
Sanki pazardan elma armut ayıklıyordu.

"Her kimse kim. O kadında, o adamda umurumda değil. Eğer beni gerçekten isteseydi bir kez bile olsun arardı. Koskoca 23 yıl Mesih. 23 yıl boyunca bir kez dahi aramayan kadının ne için beni bıraktığı umurumda değil. Belli ki bir anlık zevk uğruna dünyaya gelmişim. Ne derler buna? Pi..." Sözünü tamamlamama izin vermeden parmağını bana doğru kaldıracağım sertçe, "hişshh!" dedi. Kaşlarını çatılmıştı.

Dur durak bilmeden akan gözlerimi elimin tersiyle silerek yüzüne baktım. Şunu fark etmiştik ki; birisinden nefret etse bile doğru neyse onu savunuyordu. Kuruyan boğazımı ıslatmaya çalışarak, "gerçek planın ne?" diye sordum. Bu sorum karşısında kaşları çatılsa da gözlerini annesinin tabutuna çevirmişti. "İmzayı atarken sözlerin, her şeyin sahteydi. İntikamını benim onlara rol yaparak almak istediğini söylemiştin ama bu gerçek değildi. Hissediyorum. Gerçek değil! Lunaparkta gerçek sözlerin işte onlardı. İmza atarken ki, sen sen degildin. Lunaparktaki gerçek Mesih'tin."

Sessiz kaldı. Suskunluğu sözlerimi doğrularken başını tabuttan bana doğru çevirdi. Bir süre yüzümü izledikten sonra, "doğru," diye fısıldadı. "Yalandan nefret eden bir insan olarak kendi dostlarıma bile yalan söyledim. Seni evime getirdiğim ilk gün içimde bir ikileme düştüm. Yıllarca bana bir robotmuşum gibi dayatılan intikamı senden alıp, almamakla ilgili bir arafta kaldım. Yüzüne her baktığımda senin hiç bir suçun olmadığını biliyordum ama bir yandan intikamla katılaşmış kalbim senden intikam almak istiyordu. Yüzüne baktığımda hem masum ve suçsuz oluşun, hem de annemin acı çekişleri geliyordu. Yüzüne bazen baktığımda annemi hatırladığımda mermiyi beynine boşaltasım geliyordu. Onun çektiği acıyı kızından alarak o kadına deliler gibi acı çektirmek istiyordum. Ama sonra masum ve suçsuz oluşun geldiğinde kendimden utanıyordum. Diyordum kendime o suçsuz. Geçmişte sende bir çocuktun. O daha henüz doğmamıştı. Geçmişten ne sen, ne de o suçlu."

Kendine bir sigara yaktı. Ama yakmadan önce içip icmeyeceğinin bana zararı olup olmadığını anlatan bir bakış atmıştı. Başımı iki yana salladığımda kırmızı çakmağıyla sigarasını yaktı. Onu öylece izlerken bende bir araftaydım. Sigara içerken bile benim rahatsız olup olmadığımı düşünecek kadar ince bir adam nasıl böyle bir intikam ateşiyle yanıp tutuşuyordu.

Sigarasını dolgun dudaklarının arasına yerleştirdiginde geceden daha kara gözlerini gözlerime sabitledi. Onun gözleri bir karadelik gibiydi. Onun kadar keskin, onun kadar derindi. Baktığında karşısındaki kişiyi içine çekecek kadar kuvvetliydi. Bir de insanın sadece yüzündeki mimiklerden çözebilecek kadar da derince bakıyordu. Bu yüzden çoğunlukla gözlerine bakmaktan çoğunlukla çekiniyordum.

Karşımda siyah takım elbisesiyle oturmuş adamın karşısında kırmızı elbiseyle oturmuşken sigarasını uzun kemikli parmaklarının arasında yerleştirdi ve çektiği dumanı havaya yavaşça verdi.

"Aileni öldüren insanlara duyduğun öfke gibi düşün benim öfkemi. İşte o zaman anlarsın beni." dedi, sakin bir deniz dalgası gibi.

İntikamını benden değil ama annem olacak kadından almak istemesini anlayabiliyordum. Sevdiklerimiz zarar gördüğünde bembeyazdı sandığımız kalbimiz bile zift siyahi kesiliyordu. Onun annesi de benim annem olacak kadından zarar görmüştü ve onun yüzünden ölmüştü.
Öfkesini anlayabiliyordum.

"Ama intikamını hiç bir şeyden haberi olmayan bir insandan almak istemeni anlayamam,"dedim.

Buna karşılık sırasından derin bir nefes çekti.

"Çocukkken bana karşı intikam hırsıyla büyütülmüş olmanı anlayabilirim ama şimdi kazık kadar adam oldun. Doğruyla yanlışı ayırt edebilecek yaştasın."dedim çatılan kaslarımla.

Kızmasını beklerken güldü. Kazık kadarsın sözüm komiğine gitmiş olmalıydı. Gözlerimi devirirken, gülüşünden arta kalan tebessümüyle sigarasından bir nefes daha çekip yere doğru söndürdü. "Büyüdüm ve doğruyu biliyorum. İntikamımın seninle değil, ailenle olduğunu biliyorum. Annemin tabutunun yanına seni getirdiğimde sana olan öfkemin yersiz olduğunu anladım."

Alayla güldüm. "Aman ne büyük marifet."

İğneleyici sözlerime kızmak yerine gülümsüyordu. Onun gibi duygusuz, duvar gibi ruhsuz bir adamı böyle görmek tuhaftı.

"Lunaparkta söylediklerim doğruydu Lahza. Benim yaşattıklarım değil, hayatım sana bir cehennem olacak. Benim dünyam kırmızıdan oluşan bir cehennem. Ölüm ve yaşam arasındaki kırmızı bir çizgi bu. Öyle bir dünya ki ne bırakıp gidebiliyorsun, ne kalabiliyorsun." Sırtını ağaçtan ayırıp dizlerini kendine doğru çekti. Başını da dizlerine yasladı. Dimdik bir kral gibi duran adamı bugün böyle benim gibi oturmuş bir halde görmek öyle tuhaftı ki sanki karşımda başka bir insan vardı. Kara gözleri tabuttaydı.
"Bırakıp gitsem savunmasız kalacağız ve tüm düşmanlarım bizi tehlike olaraktan görüp yok edecek. Tüm sevdiklerimi hem de. Kendi canımı hiç bir zaman düşünmedim. Kardeşlerim için yaşadım. Annemin ailesini korudum. Tek sahip olduğum onlardı. Onları da bir gün kaybedeceğimi düşünmek beni sınırsız, kötü bir adam yapıyor."

Konuşmadan onu dinlemeye devam ettim.

"Öyle bir adamın dünyasında olmak için imza attın ki çıkmak için can atacaksın. Geçirdiğin aylar da belki seni hayatıma soktuğum için benden nefret edeceksin. Cehennem hayatı yaşayacaksın." Bir kaç saniye sustu.
"Özgürce yaşayamayacaksın. Dışarı her tek çıktığında beyninde patlayacak bir mermi korkusuyla yaşayacaksın. Peşinden hiç eksilmeyen koruma ordusuyla yaşayacaksın. Nefes alacak alanın dahi olmayacak. Bir nefes gibi takıp edecekler seni. Boğulacaksın. Öyle ki nefes alamayacaksın. Çıkışın yok. Anlaşmanın son gününe kadar çıkışın yok."

Birden ayağı kalktı ve karşımda dikildi. "Sana son bir şans veriyorum Lahza. Şimdi çıkıp gidebilirsin. Sınırsız'ın kapısı sana açık olacak. Ne adımı, ne varlığımı göreceksin hayatında. Hiç girmemiş gibi olacağım." dedi.

Her sözüne kaşlarım havalanırken şaşırıyordum. Ne yani beni serbest mi bırakıyordu?

"Ama düşmanların Ulaş'ı öldürecek." dedim, başka ne diyeceğimi bilemezken. Ayağa kalkarak şaşkın bir yüzle yüzüne baktım.

"Koruyacağım." dedi net ve kararlıca.

Ağzım şaşkınlıkla aralanırken yüzüne sadece bakıyordum. Onun dünyasına Ulaş'ın canı için girmiştim. Hem de ailemin katillerini bulup cezasını vermek için. Hem de biyoloji ailemin beni bırakma nedenlerini öğrenmek için girmiştim ama şimdi karşımdaki adam Ulaş'ı koruyacağını söylüyordu.

"Neden?" diye sordum. Kıyamıyor muydu yoksa bana? Onun gibi bir adamda merhametin olması şaşırtıcıydı. Merhamet miydi beni serbest bırakması?

"Sana çıkış yolu sunuyorum Lahza. Çık git şimdi hayatına. Gidemezsen bu kırmızı cehennemde benimle yanarsın."

Ama Ulaş'ı koruduktan sonra anlaşma ile kalmamın en büyük nedeni ortadan kalkıyordu. Geriye ailemin katilleri ve biyolojik ailem kalıyordu. Düşünceli yüz ifademden bunu düşündüğümü anlamış olmalı ki,
"ailenin katillerini bulup, cezasını vereceğim. Biyolojik ailenin neden seni bıraktıklarını da öğreneceksin," dedi.

Yutkundum. Anlaşma için geçerli nedenleri ortadan kaldırmıştı. Peki ne için onun cehennemi andıran hayatında kalacaktım? "Anlaşmanın nedenlerini ortadan kaldırdın. Ulaş'ı koruyacaksın, ailemin katillerini bulup cezasını vereceksin, biyolojik ailemin beni neden bıraktıklarını öğrenmemi sağlayacaksın. Anlamadığım şu; tüm bunları yaparsan daha ne için cehennem dediğin hayatında kalayım? Neden üç ay boyunca yanında kalayım?" diye sordum merak dolu bir sesle.

"Kalman için bir sebep kalmadı işte," dedi kıllarını iki yana açarak. "Seni kırmızıdan azad ediyorum. Beyaz olarak kal. Benim bu şehirden ve hayattan çıkışım yok. Senin var. Dipsiz bir kuyu gibi bu derin hayatın seni içine çekip kaybolmanı istemiyorum sadece. Buna istediğini diyebilirsin. Bu benim dünyamda azad etmektir." diyerek sesini yükseltti. Sözleri girmemi istese de güçlerinden kalmamı istediğini görebiliyordum.

Belki hayır, kalmak istiyorum derim diye hızla arkasına döndü ve annesinin tabutuna gitti. Annesinin tabutuna elini koydu ve bana duyurmak istemeyerek fısıldadı fakat ben ne dediğini duymuştum.

"Bitti artık her şey."

Annesinin tabutuna öpücük koyarak düğmeye basarak toprağın altına otomatik olarak yerleştirirken toprağın üzerini kapattığınndan emin olmak istedi. Zemin dümdüz bir hal alınca yoldaki çakıllı taşlardan alıp anlaşılmasın diye üstüne serpistirdi. Öyle ki buraya bir daha gelseydim sakladığı yeri zerre kadar anlamazdım. Ellerini çırparak bana döndü. Kara gözleri yüzüme bir kaç saniye boyunca baktı.

"Yürüyebilecek misin?" diye sordu.

Sorduğum zoruyla başımı geldiğiniz yola çevirdim. Ay ışığından başka bir ışık olmadığı için zifiri karanlık sayılabilecek kadar karanlıktı. Uzaktı ayrıca. Yutkundum. "Şey. Kendim yürüyebilirim." dedim.

Yürümemi bekledi fakat hareket etmediğimi görünce tek kaşını sorgularcasına kaldırdı. Başımla yolu gösterdim. "Önden sen yürü. Ben seni takip ederim. Takılır düşerim filan. Göz gözü görmüyor zaten." dedim.

Başını sabır çeker gibi yukarı kaldırdı. Telefonlarımız arabada olduğu için el fenerini de açamıyorduk. Yanıma hızlıca geldi ve "sus,"diyerek bir çırpıda kucağına aldı. Düşmemek için omuzlarına tutunurken konuşmak için ağzımı açmıştım ki ters bakışıyla ağzımı kapatmak zorunda kaldım.

Yürümeye başlayınca başımı az önce kapattığı toprağa çevirdim. Ne gibi bir sebep olabilirdi ki annesine bir mezar bile yapamıyordu? Çekingence kucağında dururken iri adımlarla geldiğimiz yolu yürümeye devam etti. Kim bilir kaç senedir bu yolda gidip geliyordu? Kaç senedir bir mezarı bile olmayan annesinin tabutunun yanına geliyordu?

Onu en iyi ben anlardım. Annem Gülçiçek Lavia ve babam Erhan Lavia öldüğünde onlara sarılmak yerine, mezarlarına sarılmak ölümden beterdi. O annesinin mezarına bile sarılamıyordu. Sarılmak için ta bunca yılı kat edip, topraktan çıkarması gerekiyordu.

İfadesiz bir yüzle kucağındaki benle çakıllı yolları kusursuzca kat ederken yüzünü çekingence izledim. Kemikli Keskin yüzü, bir kızı kıskandıracak kıvrımlı ve uzun kirpikleri, çıkık elmacık kemikleri, geceden daha kapkara keskin gözleri, gece siyahı dağınık saçlarıyla annesinin birebir kopyasıydı. Holdinginde bana gösterdiği fotoğraf çerçevesindeki zarif ve asil kadınım kopyasıydı. Babası kadar otoriter ve hükümdardı. Şah lakabının adını taşıyordu. Hatta şuan öylesine yürüyüşüyle bile.

"Yakışıklı mıyım bari?" Karşıya odaklı gözlerini bana çevirmeden, milimce kıvırdığı dudağıyla bunu bana sorarken kaşlarımı çattım.

"Beni ilgilendirmez. Seni alacak kadını ilgilendirir." dedim omuzlarımi silkip, pembelesmiş yanaklarımla başımı başka bir yere çevirirken. Onu izlediğimi zaten anlıyordu ama pat diye soracağını hesaba katmamıştım

"Hmm." diye mırıldandı boğazdan gelen bir ses tonuyla.

Bakışlarımı ona çaktırmadan değdirince yolu izleyen gözleri gözlerimle kesismisti. Ne lanet bir yoldu bu böyle! Git git bitmiyordu!

Konuyu değiştirmek istercesine aniden, "kardeşin Nil, Gamze diye bir kızdan bahsetti. Seviyorsanız evlenin bence. Kardeşlerinde bir gün evalenecek zaten. Kendi kendine, kendi turşunu mu kuracaksın?" diye sordum

"Beni alacak bir kız tanımıyorum bu dünyada. Şah ile evlenecek bir kadın tanımıyorum," dedi arabaya doğru yaklaşırken. Hele şükür arabaya doğru yaklaşmıştık. Ve gram yorulmamıştı. Kucağındaki sanki beş kiloluk patates çuvalı taşıyordu.

"Gamze varmış ya," dedim tepkisini izlerken. Gözlerini yoldan çevirip ters bir bakış attı bana. Gözlerimi delici bakışlarından kaçırdım. Zira böyle bakınca saklanma ihtiyacı duyuyordum. Bu delici gözlere uzunca bakabilecek bir babayiğit tanımıyordum.

"Onu sevmiyor musun? Bence güzel kızdır. Senin gibi ruhszu bir adamı seviyorsa hakilkatli bir kadındır demek. Bence ona şans ver. Zaten bende Ulaş askerliğini yapsın gelince evleneceğiz." dedim delici ters bakışlarına rağmen çenemi tutamayarak.

Bu defa öyle bir baktı ki dudaklarımı dişlerimin arasına aldım. Bana biraz olsun ilgisi olduğunun farkındaydım. Ümitlenmesin diye böyle konuşuyordum.

"Merak etme. Gidiyorsun. Kurtuluyorsun. Rahat rahat evlenirsiniz!" dedi sert bir sesle. Sinirlenmesi tezlerimi doğru çıkarıyordu. Bana ilgisi vardı ama bunun olmasını asla istemiyordum. Gidecektim zaten. Arkamda kalbi kırık bir insan bırakmak istemiyordum. O, sert bir insan olsa da sonuçta bir insandı. Bana ilgi duyabilecek bir kalbi vardı. Kırıp kalp bırakmak istemiyordum.

Arabanın yanına geldiğimizde aklıma korumaların nerede olduğu takılmıştı.
"Korumalar nerede?" diye sordum.

Beni yere indirerek cevap verdi. "Onlar buraya yaklaşamaz." Arabanın ön kapısının açarak içine binerken kendisi de yanımdaki yerini aldı. O an üşüdüğümü bile unuttuğumu fark etmiştim. Yağmur çiseliyordu ve üstümüz ıslanmıştı. Yere oturduğumuz için de toprak içindeydi.

Elbisemdeki toprakları elimin tersiyle silkelerken anahtarla arabayı çalıştırıken iğneleyici sözleriyle bana konuştu. "Eğer bir gün daha sabdedersen yarın gidersin. Saat gece yarısını geçti. Ha, hayatımdan bir an önce gitmek istiyorsan orası ayrı, bilemem."

Elbiseyi silkeleyen ellerim durdu. Hem kendisi gitmemi istiyordu, hem de laf atıyordu. "Gerek yok. Yarın giderim." dedim. Arkama yaslanırken bana dik dik baktı ve dişlerini sıkarak önüne döndü. Arabayı orman yolran u dönüşü yaparak çıkartarak yola koyulurken evine doğru ilerlemeye başladı.

İki yanımızı çevreleyen ormanlık ağaçların arasında ki yolda ilerken yol boyunca düşündüğüm soruyu dayanamayarak sordum. "Neden annenin bir mezarı yok? Neden böyle bir şey yapma ihtiyacı duydun?"

Yolu takip eden gözleri kısa bir an bana döndü. O kısa anda bile gözlerinden geçen hüznü görebilmiştim. Gözlerini tekrarda yola çevirdiğinde parmakları direksiyon üzerinden ritim tuttu.
Yutkunduğunu hareket eden adem elmasından görürken bu sorun onu üzdüğünü fark ettim. Sorduğuma anında pişman olmuştum.

"Anne ve babamın mezarını çalmaya kalkıştılar. Hem de yüzlerce kez." diye cevap verdi, yola odaklı bakışlarıyla. Yüzünü ifadesiz tutmaya çalışsa da basaramıyordu.

"Yaa. Peki neden? Çalıp ne yapacaklar?" diye sordum üzüldüğümü fazla belli etmemeye çalışarak. Ona acıdığımı düşünmesini istemiyordum.

Kısa bir an bana baktı. "Çünkü anne ve babamın benim için ne kadar kıymetli olduklarının farkındalar. Bana karşı koz olarak kullanmak için. Çalarak, Sınırsız'ı ve Yıkılış'ı onlara teslim etmek için." dedi.

"Eğer bir gün bu iki yer onların eline geçerse, ne olur?" diye sordum merakla, yüzüne bakarken.

Histerik bir şekilde güldü, başını iki yana sallarken. Bu sırada ise direksiyonu dönemeçli yola doğru kırmıştı. "Ne mi olur? Önce tüm sevdiklerim, en başta ben olmak üzere katledilir. Ardından bana çalışan tüm herkes. Sonra da masumlara zulmedilir. Sınırsızca kan akar."

"Şu FARC denen örgüt de mi?"

Başıyla onayladı. "Binlerce insan katliamı yapan vahşi bir aile. Hemen hemen benim gücüm de. Ben olmasam akan kanla boyanır şehir. Karşı çıkan herkes infaz edilir. Geri kalan herkes susturulur, bastırılır." Derin bir nefes çekti. "Erkek çocukları mesela," diye söze girdi. Devam etmesi için bir mırıltı çıkarırken bana baktı. "Onları alarak örgüt yuvalarına gönderirler. Nefretle, kinle, eğitimle büyütülerek vahşi ve gaddar bir insan olmalarını sağlarlar. Kadınlar ve kız çocuklarını ise bir eşya gibi satıp, üzerlerinden her pisliği yaparlar." dedi.

Şu FARC denen örgüt ne kadar iğrenç ve pisti. Yüzümü buruşturarak, öfkeyle "geberesiceler," dedim.

Arabada yankılanacak bir bir kahkaha attı.

Gülerken başını hafifçe arkaya atıyor, adem elmasını ve yanağında beliren gamze çukurunu gözler önüne seriyordu. Gülmek ona yakışıyordu. Neden tüm gün çatık kaşlarıyla, mahkemesi duvarı gibi ruhsuz yüzüyle duruyordu anlamıyordum. Ama açıkçası ruhsuzca bakması yerine, gülmesini tercih ederdim.

"Bunun için mi bırakamıyorsun? Ama sende aynı suçları işliyorsun. Mafya babası değil misin? Silah ticareti, uyuşturucu, organ kaçakçılığı, kumar, fuhuş ve bunun gibi bir çok şey yapmıyor musun? Onlardan aşağı kalır yanın yok. Kim bilir elinin altında kaç masumun canı var." dedim aniden. Bu sözlerimi beklemiyor olacak ki gülüşü soldu. Sözlerim acımasızdı ama koca bir gerçekti. Yaptığı suçlarla suçlu ya da masum olsun insanların canlarını yakıyordu. "Uyuşturucu ile kötü ya da iyi onlarca, hatta binlerce gencin hayatını mahvediyorsun. Ailelerinin çektiği acıyı hesap edebiliyor musun? Silah ticareti yapıyorsun. Peki ya silahtan çıkan kurşunlar insanları öldürmüyor mu? Ne gibi bir amaç için kullanılıyor? Kumar ile kim bilir kimleri borç bataklığına maykum ediyorsunuz. Hele organ kaçakçılığı - yüzümü buruşturdum. O ise arabayı durdurmuştu. Yeni fark ediyordum. Dikkatlice beni dinliyordu. "Çoluk, çocuk demeden, büyük demeden organlarını onların paraya ihtiyaçlığını kullanarak para verip organlarını alıp satıyorsunuz. Senin onlardan hiç bir eksiğin yok. Hatta fazlan bile var. Tüm bunları yaptığını düşününce insan dahi diyemiyorum sana."

Ağzımdan acımasızlıkla sarf ettiğim cümlelere hiç üzülür, kırılır demeden yüzüne çarparken hiç konuşmadan beni dinliyordu. Şimdiye kadar yüzüne çarpmamıştım. Onu normal bir mafya babası gibi davranmıştım. Kendi holdingleri olan, sadece işine bağlı bir iş adamı gibi davranmıştım ama unuttuğum bir gerçek vardı; o da onun yeraltının sahibi olduğu ve tüm pis işleri yapmasıydı. Onun illegal dünyanın Şah'ı olduğunu unutmuştum.

"Böyle mi düşünüyorsun hakkımda Lahza?" diye sordu sakin bir tavırla.

Başımı yuzüne doğru çevirdim. Histerik bir şekilde gülümsedim. Bakışları kısıldı. "Yalan mı? Tüm bunları yapmıyor musun Mesih? Tüm bu illagal dünyanın Şah'ı değil misin?" Ellerimle tepede ışıkları parlayan ihtişamlı evini gösterirken bakışları yüzümden ayrılmamıştı.

Önüne doğru döndü. Kendine tekrardan bir sigara daha yakarken dudaklarının arasına yerleştirererek pencereyi açtı ve derin bir nefes çekerek camdan dışarı dumanı üfledi.
Gözleri tam karşımda duran tepenin üstündeki kırmızı ışıkları yanan ihtişamlı eve doğru daldı.
"Madalyonun iki yüzü vardır lahza. Gördüğün ve görmediğinden emin olmadığın hiç bir şeyin hakkında yargıya varma." dedi.

Sözünü bölmeden dinlemeye devam ettim. Ama sessizliği karşısında konuşmaya başladım.

"Görünen köy kılavuz istemez, Mesih Yıldıran. Ne kadar acımasız olabileceğini tahmin etmekle yaşayarak öğrendim. Beni gömmenle, adamın kafasını kesmenle. Ve sırf annenin intikamını almak için beni, masum birini bu oyuna çekmenle. Geriye kalan hiç bir şeyin önemi yok. Sessizliğin cevabın oldu."

Başını bana doğru çevirdim. Dumanla kaplanmış yüzü dumandan dolayı fazla görünmüyordu. "Gidiyorsun zaten. Hakkımda ne düşüneceğinin ne önemi var ki?" dedi son noktayı koyarcasına, baskın bir ses tonuyla. Sigarayı pencereden attığıda çatık kaşlarıyla arabayı bu defa çalıştırıp, sertçe gaza bastı. Konuşma bitmişti. Haklıydı. Onun hakkında ne düşünüp, düşünmeyeceğimin ne önemi vardı ki? Sonuçta Sınırsız'dan gidiyordum. İster kötü, ister iyi adam olsun bana ne ki?

Başımı cama yaslayıp eve gitmeyi bekledim. Yarın yeni bir gündü. Kurtuluyordum Sınırsız'dan. Ailemin katilleri bulunup cezasını verilecekti. Ulaş korunacaktı. Biyolojik ailemin neden bıraktıklarını öğrenecektim. Burada kalmam için tek bir sebep bile kalmamıştı. Ama neden içim bir tuhaftı?

Belki de bu kadar kolay gideceğimi düşünmemiş olmamdandı. Sonuçta bir cehennem hayatına kendimi üç ay hazır etmiştim. Tam da anlaşmanın yeni başladığı zamanda herşeyin pat diye bitmesi beklemediğimden olacak ki şaşkınlıktan böyle hissediyordum belki.

Araba, görkemli ve ihtişamlı evin çakıllı yoluna girdiğinde son kez geldiğim bu eve doğru baktım. Gecenin karanlığın siyah cephesi karanlıkla bütünleşmişken, kırmızı cephesi sahibi gibi ihtişamla geceyi aydınlatıyordu. Normalde beyaz ışık, kırmızı ışıktan daha baskındı ama arka tarafın kalan beyaz cephe kırmızının yanında çok solgundu. Kırmızının hükümdarlığını kabul etmiş ve pes etmiş gibi kenara çekilmiş, kırmızının ihtişamlı renginin yayılmasına izin veriyordu.

Ben beyazdım, o ise kırmızı. Ama kırmızı bu defa bugün bir ilk yaparak beyazı kendi haline azad etmişti.

Derin bir nefes alıp, verirken iki kanatlı ihtişamlı gümüş kapılar ardına kadar iki yana adamları tarafından iki yana açıldı. Arabaya kapıdan içeri girdi. Gözlerim evin yan bahçesinin sol tarafında kalan, evin tam önünde bulunan gölet'in önünde durdu. Benim tabirimle göletli şelaleydi. Geldiğim günden beri pek dikkat etmemiştim ama şimdi ayrılacağım için dikkatimi çekmişti.

Hayalimdeki göletin aynısıydı. Etrafı çiçeklerle çevrili, nilüferlerle kaplı bir gölet, bahçeye kurmak istemiştim.

Arabadan inerken adımların göleti buldu. Onun adamlarıyla konuşması sesini duysamda eve doğru ilerlemedim. Göletin tam karşısında durdum. Kollarımı göğsümde bağlayarak göleti izlemeye başlarken, o da yanıma gelerek, tam yanımda durup göleti izlemeye başladı.

"Çok severdi annem. Senin gibi çilleri çok severdi. Doğal olan herşeyi," diye mırıldandı.

Başımı ona kısa bir anlığına çevirdim. Bu defa çekinmeden keskin ve yapılı yüzünü izledim. Dudaklarımda buruk bir tebessüm oluşmuştu. "Ne tuhaf değil?" diye sordum.

Başını yüzüme doğru çevirdi. Kara gözleri kızılımsı kahverengi gözlerime baktı. "Nedir?" Tuhaf bir şekilde sakindi.

Tebessümüm genişledi. Başımı gölete doğru çevirdim. Suyun içinde yüzen kuğulara baktım. "Beni gömdüğün mezardan çıkarışın ve evine getirişin 1 Mayıs'taydı. Baygınca uyudum. Sonra uyandım ve tarih 3 Mayıs'tı. Saçlarımı kırmızıya boyatmıştın. O gün anlaşma teklifi ettin fakat kabul etmedim. Elis ile kaçmaya çalıştım ama Ulaş'ın haberi gelince geri dönmek zorunda kalmıştım. Evine gelmeye mecbur etmiştin. Geldiğimde saat 3'e yakındı."

"İnadın yüzünden çok sinirlenmiştim" diyerek kendince itiraf etti. Kuğulardan başımı çevirip yüzüne baktığımda gülümsediğini gördüm.

Gözlerimi tekrardan gölette yüzen beyaz kuğulara doğru çevirdim.

"Anlaşmayı yine önüme sundun ve bu sefer kabul ettim. İmza attığım tarih 4 Mayıs'tı ama sen-" sözümü kesti. "Çünkü sen arabayla evime gelirken aslına kabul etmiştin. Biliyordun geldiğinde imza atacağını. Aynı zamanda bende. Kalbindeki kabullenişin imzanın tarihî oldu. Yani 3 Mayıs." dedi.

Başımı sallayarak onu onayladım. Evine giderken anlaşmayı aslında içimden kabul etmiştim. Ve o da bunu anlaşmanın başlangıcı olarak sayıyordu.

"İmza attığım vakitte saat tam 03:00'dı. Anlaşmayı içimden kabul ettiğim tarihin 3 olması, imza atışımın saati 3 olması sence de garip değil mi? Üstelik sen garip bir şekilde 3 sayısına takıntılı iken? Bilerek her şeyi bu 3 sayısına getirdin değil mi?"

Ellerini ceplerine koyarak güldü. Bugün ne de çok gülüyordu böyle.

Bende gülerken başımı iki yana sallıyordum. "Maşallah ne anlaşma ama." Elimle bir işareti yaptım. "Bir gün süren bir anlaşma."

Bir elini cebinden çıkartarak saatinde baktı. "5 Mayıs bugün. Ve saat yine gece yarısı 3. Bak bu defa ben planlamadım. Takdir-i ilahi." dedi muzip bir şekilde.

Bedenimi ona doğru çevirdim. O da eş zamanla bedenini benimle aynı anda bana doğru döndürmüştü.

"Neden kırmızıya ve 3 sayısına bu kadar takıntılısın?" diye sordum.

Cevap vermedi.

Belki canını yakan bir sebep olmasını düşünüp bu soruyu es geçtim.

Sormamışım gibi elini bana doğru uzattı. "Kağıt benim için hiç bir şey ifade etmiyor. Kalbinde kabul etmişsen benim için bitmiştir." Yüzüme gülümseyerek bakarken elini tutmam için hareket ettirdi. Garip bir şekilde gülümseyerek ellerimizi tuttuk. Saatine baktı. Gülümsüyordu ama kendini zorluyor gibiydi. Yüzündeki o asıklık istemese de kendini belli ediyordu. Gitmemi istemiyordu; anlıyordum fakat bunu kendisi istemişti. Belki annesi gibi bu kırmızının hakim olduğu du dünyada kurban gitmemi istemiyordu.

"O halde saat 03:00 olduğuna göre anlaşma sona ermiştir. 1 günlük süren anlaşmamızın sonu hayırlı olsun." dedi. Ellerimizi onaylar gibi sallarken avuç içini elimden sürterek ayırıp, iki elini kağıt yırtar gibi hareket ettirip ardından kağıdı fırlatır gibi elini savurdu. "Şah'ın dünyasından azad edildin. Zaten öyle değildin ama sen öyle görüyordun kendini. Neyse. Yeni hayatına şans diliyorum. Ulaş'ınla mutlu olursun umarım," diyerek şaşkına beni şaşkına uğratırken, gülümsemesini keskin bir bıçak gibi soldurup arkasını dönerek hızlı ve sert adımlarla evine doğru ilerlemeye başladı.

Koskoca Mesih Şah kendisi anlaşmayı sonlandırmasına rağmen, sırf Ulaş ile yeni bir hayata başlayacağız diye trip mi atıyordu?

♾️

Merhabalar aşklarım. Yeniden merhaba.

Nasıl beğendiniz mi bölümü?

3 ay'a dayanan anlaşma bir gün içinde bitti.

Sence bundan sonra ne olacak?

Mesih ve Lahzanın yolu nasıl keşisecek?

Mesih'in anlaşmayı bitirmesini eminim ki hiçbiriniz beklemiyordur🥱👀

Bu bölümler baş rollere fazla yer veriyorum çünkü geri kalmışlardı. Geçmiş ve intikam konularına bodolasma dalmak istemiyorum. Özenle, akışa uyarak yazıyorum.

Bundan sonraki bölümlere aşırı sabırsızım. Her bölümü içime sinerek yazıyorum. İnşallah sizde beğeniyorsunuzdur.

Lütfen yorum ve oy yapın. Emeğimi görmezden gelmeyin. Çok zor değil.

Bölümleri yazdıkça atıyorum arkadaşlar. Herhangi bir günü yok.

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Seviliyorsunuz

Continue Reading

You'll Also Like

20.5M 1.1M 53
"Karımı artık yanımda, odamda ve yatağımda görmek istiyorum!" diye bağırınca donup kaldım. Ne söylediğinin farkında mıydı? Bir başkasının kimliğiyle...
28.7K 1.7K 33
O, intikam denen darağacıydı, ben o darağacına asılan bedendim. O bir gölgeydi, ben gölgesinden korkan küçük bir kızdım. O, kelimelerin canına okuyan...
185K 10.3K 37
Her şey ruhu viran olmuş kuzguni gözlerin, gecenin kör bir vaktinde yapılan o hatanın bedelini ödetmek istemesiyle başladı. Ve bu hatanın beraberinde...
11.9M 582K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...