Mavros || Harry Potter

Von earnshaww

210 15 35

Zaman yolculuğu yapabilen dört aile vardır: Roberts, Leandre, Davies ve Garcia. Hogwarts zaman yolcularının... Mehr

Önsöz
GİRİŞ
1. Bölüm: "Yeni Dönemin Başlangıcı"
3. Bölüm: "Garcia ve Davies Aileleri"
4. Bölüm: "Kolye"
5. Bölüm: ''Brown Kardeşler''

2. Bölüm: "Cadının İnfazı ve Parçalanan Elmas"

33 2 7
Von earnshaww

2. Bölüm: "Cadının İnfazı ve Parçalanan Elmas"

ANNABEL

Uzaktan kendine bakıyordu. Bir grup insanın ortasında elleri ve kolları bağlanmış bir şekilde duruyordu. Etrafı görememesi için gözlerinin üstüne siyah bir örtü örtülmüştü. Annabel uzaktan kendisini izlerken büyük bir avluda bulunduklarını fark etti. Eski çağlardan kalma bir şatonun avlusu gibi duruyordu. Çevresindeki insanlar çok pis gözüküyorlardı. "Cadıyı öldürün!" haykırışlarıyla avluyu inletiyorlardı. Daha iyi giyimli ve temiz görünen birkaç soylu töreni üst katlardan izliyorlardı. Görüntüler çok net ve canlıydı.

Annabel'i sürükleyerek bilmediği bir yere götürüyorlardı. Bir köprünün ortasında durduklarında üstünde beyaz önlük gibi bir şey olan adam –Annabel onun Muggle bir din adamı olduğunu anlamıştı fakat bu konuda başka hiçbir bilgisi yoktu- etraftaki kalabalığa seslendi.

"Eğer suya batarsa, cadı değil demektir. Tanrı günahlarını affetsin. Eğer boğulmazsa..." Yanındakilere göz gezdirdi. "...işte o zaman oklarınıza sarılın. Cadı intikam için bize saldırmadan önce onu öldürmemiz gerekecek!" Kızın gözlerindeki örtüyü kaldırdı. Aynı anda uzaktan kendisini izleyen Annabel'de nerede olduklarını anlayabilmek için çevresine bakındı. Buraya nasıl geçmişti? Şu an hangi tarihtelerdi ve bu Muggle'lar onun cadı olduğunu nereden biliyordu ve neden tek başınaydı? Kısa bir süre sonra fark etti ki şu an Thames Nehri'nin üzerinde bulunan Londra Köprüsü'nün üstündeydiler. Kendisine yardım etmek için öne atılmak istiyordu ama yerinden kımıldayamıyordu.

Din adamı Annabel'i köprüden aşağı attığında kız suya düşmeden önce gözlerinin önünde parçalanan bir elmas gördü. Daha sonra nehrin soğuk sularına gömüldü.

Gözlerini araladığında yatakhanede olduğunu fark etti. Soluk alıp verişini düzenlemek için yattığı yerden doğrulmuştu. Başucunda duran bir bardak suyu alıp içmeye başladı. Nancy'nin yatağı doğal olarak boştu ama diğer iki yatak doluydu. Izzy'i uyandırmayı düşündü ama sonra bu fikirden vazgeçti. Terden sırılsıklam olduğu için yatağından kalkarak banyoya gitti ve yüzüne su çarptıktan sonra tekrar odasına döndü. Üzerinde Gryffindor amblemi olan siyah pelerinini üstüne geçirip yatakhaneden çıktı ve Ortak Salon'u geçerek koridora ulaştı.

Gördüğü şeyin bir rüya olmadığını biliyordu bu bir görüydü. Rüyaları bu kadar berrak olmazdı, insan yüzlerini seçemezdi ve çoğunlukla ne gördüğünü hatırlamadan uyanırdı. Fakat şu an her şeyi hatırlıyordu ve bütün yüzler netti, konuşmalar hala kulağındaydı. Kalabalığın haykırışları sanki şu an hala onu takip ediyordu. Profesör McGonagall'ın odasına ulaştığında kapıyı tıklattı. Profesör onun görü yeteneğini biliyordu ve ne zaman olursa olsun gördüklerini kendisine anlatmasını istemişti. Normalde sabahı bekleyebilirdi ama gördüklerinden çok etkilenmiş -ve biraz da korktuğu için- olduğundan şimdi gelmişti.

Profesör McGonagall kapıyı araladığında yüzü sinirliydi ama Annabel'i gördüğünde bu ifade silinmiş ve "İçeri girin Bayan Earnshaw." demişti. İçeri geçtiklerinde oturması için onu deri koltuklara yönlendirdi. Kızın adeta beti benzi kaçmıştı, Profesör onu sakinleştirmek için bir şeyler hazırladı ve elinde koca bir kupayla geri döndü. "Yalnızca balkabağı suyu." diye mırıldanmıştı.

Annabel kupayı alırken teşekkür etti. Bir yudum aldıktan sonra "Bu saatte gelmemeliydim Profesör özür dilerim ama gördüklerim..." dedi. Sesi hala fazlasıyla ürkek çıkıyordu.

McGonagall onu yakından tanıyordu. Gryffindor'un en cesur ve başarılı öğrencisiydi. Bu halde odasına gelmesinin altından basit bir neden çıkmayacağını biliyordu. Yumuşak bir sesle konuştu. "Anlatın lütfen Bayan Earnshaw." Annabel gördüğü görüyü bütün detaylara Profesöre aktardı. Son kısımda gördüğü parçalanan elmasın ne anlama geldiğini ise anlayamadığını söyledi.

McGonagall onu dikkatle dinlemiş ve yer yer yüz hatları kasılmıştı. Kızın anlattığı her şeyin anlamı apaçık ortadaydı fakat bunu söyleyemezdi. Annabel'in elindeki boşalan kupa bardağı alıp "Hogwarts'ın kuralları öğrencilerini her türlü kötülüğe karşı korumak için konulmuştur Bayan Earnshaw, öncelikle bunu hatırlatmak isterim." dedi. "Okul kurallarının dışına çıkmayın, ayrıca gördüklerinizi bana aktardığınız için de teşekkür ederim."

Annabel, McGonagall'ın artık gitmesi gerektiğini ima ettiğini hemen anladı ve ayaklandı. Profesöre teşekkür ettikten sonra odasından çıkmıştı ama kafası iyice karışık bir hal almıştı. McGonagall hiçbir zaman az önceki soğuk davranmamıştı ona. Anlattıklarında profesörü rahatsız eden bir şeyler olduğundan emindi. Buraya gelirken içinin rahatlatacak birkaç cümle duymayı ummuştu ama şu an büyük bir bilinmezlikle Gryffindor Ortak Salonu'na doğru yürüyordu.


HELEN

Esther ve Andrew Blake Profesör Slughorn'un odasında son zamanlarda olan biten olayları konuşmak üzere bulunuyorlardı. Kendileri aynı zamanda Lucas Leandre'nin de velisi olmaları nedeniyle iki çocuk için de bilgi alıyorlardı ve bu konuda Profesör McGonagall'da onlara eşlik ediyordu.

"Aynı durum tekrarlandığı takdirde..." diye sözlerini noktalamaya hazırlandı Slughorn. "Üzülerek belirtmeliyim ki Hogwarts'tan atılabilirler. Nancy Henderson iki gündür kendine gelemedi ve ailesi bütün olan Helen ve Lucas'ı sorumlu tutuyor."

Bayan Blake göz ucuyla çocuklara baktı. Dudakları sinirden büzülmüştü. "Böyle bir olayın bir daha tekrarlanmayacağına emin olabilirsiniz Profesör Slughorn, Profesör McGonagall." Oturduğu koltuktan kalktığında aynı şekilde eşi Bay Blake'de hareketlenmiş ve ofisten çıkmışlardı. Seslerinin duyulmayacağı sessiz bir köşe bulduklarında Bayan Blake "Bu nasıl bir sorumsuzluk?" diye tıslamıştı ikisine birden. Sonrasında başını Lucas'a çevirip daha yumuşak bir sesle konuşmaya başladı. "Senden bunu hiç beklemezdim."

"Seni hayal kırıklığına uğrattığım için üzgünüm, teyze. Ama söz veriyorum bu bir daha tekrarlanmayacak."

Bayan Blake "Ben de öyle umuyorum." diyerek çocuğu kendine çekerek sarılmıştı. Gözleri duvara yaslanmış ve boş bakışlarla kendisine bakan kızına kaydığında üstünün başının dağınıklığı kadının sinirlerini yeniden tepesine çıkarmaya yetmişti. Lucas'tan ayrılarak bu sefer otoriter bir ses tonuyla sordu. "Bu halin ne?"

"Dumbledore'un cezası." dedi Helen kısaca. Annesi anlamayan gözlerle ona baktığında Lucas araya girerek açıklamıştı. Bütün gün temizlik yaptıkları için ikisinin de üstü toz içindeydi. Bunun üzerine Bayan Blake Helen'la yalnız konuşacağını dile getirdi ve eşiyle yeğenini yanlarından yolladı.

Kızına hayal kırıklığıyla bakarken Helen bu bakışa ne kadar da aşina olduğunu düşünüyordu. Çocukluğundan beri annesinin bir kere bile memnun olduğunu hatırlamıyordu. Bazen onun kronik mutsuzluğunun kendisine de geçmiş olabileceğinden korkuyordu.

"Kaç yaşına geldin hala sorumluluk alamıyorsun ve kuzenini de kötü etkiliyorsun."

"Neyden bahsediyorsun?"

"Yaralanan kızdan bahsediyorum elbette!" Bayan Blake kızına iyice yaklaşıp sesini alçaltarak konuştu. "Yasak Orman saçmalığına inanmıyorum. Ayrıca kızın üzerinde antik bir büyünün izlerine rastlanmış. Onu geçmişe götürdünüz bir şekilde. Bu fikrin senden çıktığına eminim. Nasıl yaptın bunu?"

Helen gülmeye başlamıştı. "Anne, iyice paranoyaklaştın. Benim böyle bir gücüm yok."

"Benimle dalga geçme Helen." Bayan Blake kızının ciddiyetsizliğine karşın iyice sinirlenmişti. "Zaman yolculuğu yapabilmek ailemize bahşedilen bir hediye. Bu hediyenin kişiye yüklediği büyük sorumluluklar vardır. Sen bu işin ciddiyetini ne zaman anlayacaksın? Niye Lucas gibi olamıyorsun? Neden yalnızca sana söyleneni yapmıyorsun?" Kadın o kadar öfkeliydi ki gözlerinden adeta alev çıkıyordu. Henderson denen kızın uyanamama ihtimali aklına geldikçe daha kötü oluyordu. Öyle bir şey olursa kızını ve yeğenini bu durumdan kurtarmaya gücünün yetmeyeceğinden emindi. "Şimdi bana söyle, onu nasıl sizinle birlikte götürebildiniz?"

Helen az önceki gibi gülmüyordu. Yüzü mimiksizdi fakat gözleri tıpkı annesininki gibi alev saçıyordu. "Beni başkalarıyla kıyaslamandan bıktım artık." Sesi sakindi ama tükürürcesine konuşmuştu. Yıllardır bu kıyaslanmaların merkezindeydi. Yaptığı hiçbir şey annesinin takdirini kazanmasına yetmemişti. Genellikle Lucas olmak üzere çevresindeki her insanla kıyaslanırdı. Kız bir süre sonra takdir edilmeyi istemekten vazgeçmişti ve bunun tam tersi olarak annesini utandıracak davranışlara yönelmişti. Blake malikânesinde verilen bir davette elbisesini çıkarıp iç çamaşırlarıyla dans etmeye başladığında Bayan Blake bir ay kendine gelememişti. "Ben Lucas değilim, o yüzden onun gibi olmamam gayet normal. Ayrıca, bu sorumsuzca fikir benim değil onun fikriydi ve sana bunu nasıl yaptığımızı anlatmayacağım."

Esther yüzünde tuhaf bir ifadeyle kızına bakakalmıştı. "Ben seni kimseyle kıyaslamıyorum." dedi en sonunda. "Daha iyi olmanı bekliyorum sadece."

"İçini rahatlatmak için kendine söylediğin bir yalan mı bu?" Helen daha fazla bir şey söylemenin anlamsız olduğunu düşünüyordu. "Derse girmem gerek." diye mırıldanarak annesinin yanından ayrıldı.


AUSTIN

Ravenclaw ile ortak olan sihir tarihi dersinden çıktıklarında Austin kendini olabilecek en hızlı şekilde derslikten attı. Geçen yıl bu dersten ifrit almıştı ve bu yıl bu dersi doğru düzgün dinlemekte kararlıydı. 5. sınıf olduğu için SBD'leri fazlasıyla önemsiyordu ve bu konuda oldukça gergin hissediyordu. Gelecek sene seçecekleri dersler, daha da önemlisi seçeceği meslek bu sınavdan alacağı sonuca bağlıydı. Seherbaz olmak en büyük hayali olduğu için de kesinlikle bir ifrit daha alma hakkı yoktu.

Bugünkü dersleri bitmişti, zindanlara inerek Ortak Salon'a geçti ve oradan da yatakhaneye çıktı. Üstündeki okul formasını çıkarıp daha rahat edeceği siyah bir pantolon ve gri renkli bir kazak giymişti üstüne. Odadan çıkmadan önce siyah pelerinini ve asasını da yanına almayı ihmal etmemişti.

Kimseye gözükmediğinden emin olarak zindanlardan sola saptı. Dar ve karanlık bir koridorda bir süre yürüdükten sonra geniş bir hole çıkmıştı. Kendi geldiği koridor dışında hole çıkan dört aralık daha vardı. Asasını eline alarak önündeki boş tuğla duvara üç defa dokundu. "Tempus fugit, aeternitas manet." Duvardaki tuğlalar dönmeye başlamış ve açıklıktan yine karanlık bir koridor görünmüştü. Austin hızla adımını koridora attı ve o geçtikten sonra tuğlalar tekrar eski yerlerini aldılar.

Asasını önünde tutarak "Lumos." dedi ve yolunu aydınlatarak yürümeye devam etti. Koridor bir ağacın dalları gibi sağ ve sol tarafa açılan bir sürü kola sahipti, nereye gittiğini bilmeyen biri burada kolaylıkla kaybolabilirdi. Bir süre sonra Austin tekrar sol tarafa sapmış ve orada yürümeye devam etmişti. Önüne yıkık dökük taş merdivenler çıktığında oradan dikkatlice indi.

Şu an önünde epey yüksek siyah bir kapı bulunuyordu. Çocuk kapıyı açıp içeri adımını attığında simsiyah bir odaya gelmişti. Yerler siyah mermerdi ve parıl parıl parlıyordu. Duvarlar ve hatta tavan da aynı mermerdendi. Tavandan sarkan ahşap görünümlü uzun bir boru yanlamasına tüm alanı kaplıyordu. Borunun üstünde belirli aralıklara yerleştirilmiş avizeler alanın aydınlanmasını sağlıyordu. Tam ortada siyah mermerden yapılmış dört devasa heykel vardı: Aslan, yılan, porsuk ve kartal.

Büyük bir kalenin girişini andıran bu alana dört giriş bulunuyordu. Dördü de aynı ortak merdivene çıktığı için Austin rastgele birine yöneldi ve merdivenleri çıktı. Resepsiyon yazan bölümün önünden geçerken kahverengi saçlı genç bir kadın ona gülümsemişti. Onun ismi Susan'dı ve buraya gelen cadı ve büyücülerin gördükleri ilk kişi o olurdu. Austin buraya kendini bildiğinden beri geldiği için herhangi birinin yön göstermesine ihtiyaç duymadan hızla ilerlemeye devam etti.

Resepsiyondan geçip ilk sağdaki odaya ulaşıp kapısını açtı. İçerde Profesör Slughorn kendisini beklemekteydi. Çocuğun geldiğini görünce asasını pelerininin cebinden çıkarıp orta sehpaya doğrulttu ve sehpa tam ortadan ikiye ayrıldı. İçinden her bir ayrıtı yaklaşık kırk santim uzunluğunda olan küp şeklinde bir alet havaya doğru yükseldi ve parçaları tekrar birleşen sehpanın üstüne kondu. Aletin dış yüzeyinde altın kaplamalarla bezeliydi. Austin'e bakan yüzünde daire şeklinde camdan bir aralık vardı içi gözüküyordu. Karmakarışık bir sürü küçük gözü vardı içinde ve her bir gözün içinde farklı renkte bir ışık parlıyordu. Daire şeklinde aralığın merkezinde ikinci bir aralık vardı ve içeri doğru üç santimlik küçük bir uzantısı vardı.

Bu aletin ismi Kronograftı ve zamanda yolculuk yapmaya yarıyordu. Her önüne gelen yapamazdı elbette yalnızca zaman yolcusu geni taşıyan cadı ve büyücülerin kanıyla çalışan bir aletti. Bu geni taşıyan dört büyük aile vardı: Roberts, Leandre, Davies ve Garcia. Roberts ve Leandre ailelerinde gen erkekler üzerinden, Davies ve Garcia ailelerinde ise kadınlar üzerinden aktarılıyordu. Helen Blake'nin annesi Esther bir Davies'ti ve kızı da bu genin taşıyıcılarından biriydi. Garcia ailesinden ise son üç yüz yıldır geni taşıyan hiçbir kadın çıkmamıştı ve büyücü aileleri onların soyunda kesintinin olduğunu düşünmekteydi.

Şu an bulundukları yer zaman yolcularının bağlı oldukları Loca'nın merkeziydi. Kronografı korumak için Hogwarts'tan daha güvenli bir yer olamayacağını düşünerek merkez buraya konumlandırılmıştı. Loca'nın başında Albus Dumbledore bulunuyordu ve onun dışında Profesör McGonagall ve Profesör Slughorn'un da dahil olduğu Yaşlılar Konseyi Loca'nın yönetilmesi görevini üstlenmişlerdi.

Austin Roberts ilk zaman yolculuğuna on bir yaşındayken çıkmıştı. Evlerinin bahçesinde babasıyla otururken birden bire kendini 1786 yılında buluvermişti. Kontrolsüz yapılan zaman sıçramaları hayati tehlike taşımasına rağmen Austin için bu durum o kadar da tehlikeli olmamıştı çünkü 1786 yılında da şu an yaşadıkları ev Roberts'lara aitti. Büyük büyük babasını ve annesini, büyük büyük kuzenlerini görmüştü. On dakika süren bu ilk yolculuktan sağ salim dönünce ailesiyle birlikte apar topar Hogwarts'a gelmiş ve Loca'ya durumu bildirmişlerdi.

Kendisiyle birlikte Helen'de Loca'da bulunuyordu. İlk sıçramasını Austin'den üç hafta önce yaşamıştı. Austin kadar şanslı olmayan kız Londra sokaklarında yürürken geçmişe gitmişti ve tam üç saat boyunca 1679 yılına hapsolmuştu. Lucas Leandre ikilinin arasına bir yıl sonra katılmıştı ve o günden beri çocuklar çeşitli eğitimler almaya devam ediyorlardı. Muggle tarihi, görgü kuralları, eskrim, Uzak doğu dövüş sanatları, dans, Fransızca gibi türlü türlü dersler almışlardı.

Kronografın en önemli işlevi kontrolsüz sıçramaların önüne geçmesiydi. Üç öğrenci de her gün derslerden sonra düzenli olarak gelerek zaman yolculuğu yapmak zorundaydılar.

"Profesör ders uzadığı için biraz gecikmek zorunda kaldım." Austin odanın içinde ilerlerken derhal mazeretini sunmuştu. Slughorn onun sevdiği nadir öğretmenlerdendi ve ona karşı sorumsuz gözükmek istemiyordu.

Yaşlı adam öğrencisine anlayışla gülümsemiş ve "Ders vaktinde bitse bile buraya gelmek epey zaman alıyor." demişti. Ardından Kronografın üstündeki tarihi ayarlamak için yerini aldı. "Gitmek istediğiniz özel bir gün var mı Bay Roberts?"

Austin son üç seferdir büyükbabasını ziyaret ediyordu. Ailesindeki en sevdiği insanlardan biriydi ve ölümü herkes için çok ağır olmuştu. Geçmişte onunla konuşma fırsatı yakalayabilmek çocuk için eşsiz bir şanstı. "1 Mart 1942." İşaret parmağını kronografın ön tarafında bulunun küçük dairenin içindeki boşluğa soktu. İğne ucunun parmağına battığını hissettiğinde Profesör Slughorn'a söylediği tarihte bulmuştu kendini.

Yolculuğa çıkarken sırt çantasını yanına alırdı ve içine gerekli olabileceğini düşündüğü birkaç eşyasını koyardı. Bunlardan biri elbette ki görünmezlik peleriniydi. Hogwarts Kalesi'nde yine Loca'da olduğu için kimseye gözükmemeye özen gösteriyordu. Kronografın olduğu odadan çıkıp ilerlemeye başladı. Büyükbabasıyla son görüşmesinde büyükannesiyle olan düğünlerine katılmıştı. Şu an ise büyükbabasının Loca'ya katıldığı bir tarihteydi. Arşivlerden araştırdığı için odasının nerede olduğunu biliyordu. Resepsiyonun bulunduğu kattan bir kat daha yukarı çıktı. Koridorun sonundaki oda büyükbabasına aitti. Altın harflerle Jonathan Robers yazan kapının önüne gelince durdu, içeriden konuşma sesi gelmediğine emin olduktan sonra kapıyı açıp içeri girdi. Büyükbabası tek başınaydı ve aniden kapının açılması ve kimsenin olmaması üzerine derhal asasına yönelmişti. Austin üstündeki pelerini sıyırıp gülerek "Büyükbaba benim!" dedi ve kapıyı arkasından kapattı.

Jonathan Roberts rahat bir nefes alarak asayı elinden bıraktı ve çocuğun yanına adımlayarak ona sıkıca sarıldı. Gözlerindeki gururu görmemek imkânsızdı. "Seni en son görüşümün üstünden kırk sene geçti. Beni bir daha ziyaret etmeyi düşünmediğini sandım." Yaşlı adam torununa sitem etmiyor, takılıyordu. Onu masasına doğru yönlendirerek karşılıklı duran tekli koltuklara yerleştiler.

Austin muzip bir ifadeyle "Büyükbaba ben seni daha dün gördüm." dedi. Gülüşürlerken büyükbaba Roberts sehpanın üstünde duran demlikten kendilerine karanfil aromalı çay döktü.

"Seninle konuşmam gereken birkaç mesele var Austin." Çocuğa fincanını uzatırken kendisininkini de önüne çekmişti. "Konseye katılalı yedi yıl oluyor ve burada dönen olayları hala tam olarak anlayamadım. Emin olduğum tek bir şey var herkese güvenmemelisin."

"Ne demek istediğini ayrıntılandırabilir misin büyükbaba?"

Yaşlı adam olumsuz anlamda kafasını salladı. "Maalesef tam olarak ben de bilmiyorum fakat Yaşlılar Konseyi'nin ikiye hatta belki daha fazla gruba bölündüğünü söylemek mümkün. Sana söylenen her şeye şüpheyle yaklaşmalısın Austin."

Çocuğun kafası epey karışmıştı. "Kimse inanıp inanmayacağımı nasıl bileceğim?" diye sordu.

Yaşlı adam çayından bir yudum alırken "Aklını kullanarak." dedi. Sonrasında ekledi. "Dumbledore'a güvenebilirsin."

Austin yüzünü buruşturmuştu. Dumbledore'u diğer öğrenciler gibi seven kesimden değildi. Gerçi Gryffindor'lular dışında fazla seveni olduğunu düşünmüyordu, ayrıca adil biri de değildi.

"Eline buraya gelmek için bir fırsat geçtiğinde iki yıl sonraya ayarla tarihi. Böylece daha çok şey öğrenmiş olurum."

Austin kafasını salladı. Başının dönmeye başladığını hissedebiliyordu. Büyükbabasının sözleri çok uzaktan geliyormuş gibiydi. Bedeninin yukarı doğru çekildiğini hissetti ve bir anda kendini tekrar kendi zamanında buldu. Şu an arşiv odası olarak kullanılan odanın ortasına düşmüştü. Çıkardığı gürültüden dolayı sesi dışarı gitmişti ve arşiv odasının kapısı aralanmıştı. Susan başını içeri uzatıp "Tahmin etmiştim." diye mırıldandı. Çocuğun yerden kalkmasına yardım ettikten sonra Profesör McGonagall'ın onunla görüşmek istediğini söyledi ve çocuğa eşlik etti. McGonagall'ın odası şu an bulundukları katın iki kat altındaydı. Odaya ulaştıklarında Susan kapının önünden ayrıldı ve Austin ona teşekkür etti.

Kapıyı tıklattıktan sonra içeriden "Giriniz." sesini duyunca içeri girdi ve arkasından kapattı. Zaman yolculuklarından sonra hep başı ağrırdı ve şu an da istediği tek şey gidip dinlenmekti. "Benimle konuşmak istemişsiniz Profesör."

McGonagall ona oturmasını işaret etti. "Evet Bay Roberts. Bana karşı dürüst olacağınızı ümit ediyorum."

"Elbette Profesör." Austin meraklanmıştı. Son zamanlarda yanlış bir şeyler yapıp yapmadığını düşünüyordu ama aklına hiçbir şey gelmemişti. Kurallara bağlı biriydi.

"Nancy Henderson'un zamanda yolculuk yaptığını ve bu işte arkadaşlarınızla ortak olduğunu biliyorsunuz." Austin kafasını sallayınca Profesör konuşmaya devam etti. "Bunun nasıl mümkün olduğunu hala bilmiyoruz. Sizin bir fikriniz var mı?"

"Hayır efendim. Eğer bir bilgim olsaydı bunu engellerdim."

"Ben de öyle düşündüğüm için sizi yanıma çağırdım Bay Roberts. Diğerlerine nazaran daha aklı başında bir gençsiniz. Bu gece sabaha karşı Bayan Earnshaw'la görüştüm ve kendisi bana görüsünden bahsetti ve oldukça korkmuş bir vaziyetteydi."

Austin git gide meraklanmıştı. Konunun Annabel'le alakalı olabileceğini asla tahmin edemezdi. İçinden bir ses bu görünün pek hayra alamet olmadığını söylüyordu. Sessizce Profesörün devam etmesini bekledi.

"1600'lü yıllarda olduğunu tahmin ediyor. Bir grup Muggle tarafından yakalanmış ve cadı olduğu öğrenilmiş. Devamını tahmin edebilirsiniz. Ayrıca... görünün son kısmında bir elmasın parçalandığını görmüş ki bu durumda aklıma gelen ilk kişi siz oldunuz ister istemez."

Austin duyduklarının şokunu üstünden atmayı başaramamıştı. Yaklaşık birkaç dakika sessizce oturmaya devam etti ve Profesör ona kendine gelmesi için zaman verdi.

Gen taşıyıcısı olmayan birinin geçmişe gitmesi mümkün değildi ama bir şekilde Lucas ve Helen, Nancy'i götürmeyi başarmışlardı. Bu yaptıkları kızın hayatının sonlanmasıyla sonuçlanacaktı belki de. Austin özellikle bu olaydan sonra Loca'nın gizliliğine iyice önem verir olmuştu. Önceden de bundan kimseye bahsetmemişti –konseye üye olmayan öğretmenler dahi Hogwarts'ta böyle bir bölüm olduğundan habersizdi- fakat bir gün Annabel'e söyleyebileceğini düşünmüştü hep. Ondan bir şeyler gizliyor olmak, her akşam ortadan kaybolmak ikisinin arasının açılmasına neden olmuştu ve arkadaşlıkları zedelenmişti. Bu Austin'i kahretse de yaptığının ne kadar doğru olduğunu şu an anlıyordu. Annabel'e kesinlikle Loca'dan ve zaman yolculuğundan bahsetmeyecekti.

Her zaman yolcusunun temsil ettiği değerli bir taş vardı ve Austin'in taşı elmas idi. Annabel'in görüsündeki parçalanan elmas kendisine işaret ediyordu. Profesörün onu neden buraya çağırdığını şimdi anlayabiliyordu.

"Profesör ben gerçekten gen taşıyıcısı olmayan birinin geçmişe nasıl gidebileceğini bilmiyorum. Annabel'in ve diğer herkesin güvenliği için de Loca'nın gizliliğinin korunmasına inanıyorum." Parçalanan elmas onun kalbine işaret ediyordu fakat bunu Profesöre söylemedi. Duyduklarının etkisinden hala tam olarak çıkabilmiş değildi.

"Sözlerinizin içtenliğine inanıyorum Bay Roberts." McGonagall ona gözlüğünün üzerinden baktı. "Görüyorsunuz ki bu gizem çözülmediği takdirde Bayan Earnshaw dahil olmak üzere birçok arkadaşınız tehlike altında olacak. Sizden isteğim bu konuda öğrendiğiniz en ufak bilgiyi bana aktarmanız."

Austin kendinden emin bir şekilde "Aktaracağımdan emin olabilirsiniz Profesör." dedi.

***

MgGonagall'la yaptığı konuşma çocuğun beynini allak bullak etmişti. Yarın yapacağı ilk şey Helen ile konuşmak olacaktı. Şimdi görmek istediği tek bir kişi vardı ve onun yanına gidiyordu. Büyük Salon'da akşam yemeği yediğini tahmin etmişti ve bunda haklıydı. Gryffindor masasında Izzy'le birlikte oturmuş sohbet ederek yemek yiyorlardı.

Kızların yanına doğru hızla adımlamış ve Annabel'in diğer yanına oturmuştu. Kızın arkası ona dönük olduğu için görmemişti fakat Izzy gülerek kendisine bakıyordu. "Kafana bir şey mi düştü Roberts, ne işin var burada?"

Annabel çocuğun ismini duyunca bedenini sağ tarafa döndürmüştü. Austin onun yüzünü bu kadar yakından görünce yutkundu ve biraz önce Profesörden duyduklarını düşündü ister istemez. "Gayet iyiyim Isabel." dedi gülümseyerek. Annabel'in elini tutup dudaklarına götürdü ve öptü. "Sadece çok değer verdiğim birini son zamanlarda biraz ihmal ettiğimi fark ettim ve hemen buraya geldim."

Onun esprili ses tonu kızları güldürmüştü ama Annabel'in yüzünde bariz bir şaşkınlık vardı. Elini geri çekerken birden parmaklarını çocuğun şakaklarına yerleştirmiş ve dikkatle kafasını incelemişti. "Gerçekten iyi olup olmadığından emin olmalıyım." Yeşil gözleri kısılmıştı. "Bu saatte Büyük Salon'da olmazdın normalde."

"Seçmen Şapka seni yanlış binaya yerleştirmiş olmalı Anna, ne kadar şüphecisin." Kızın bakışları hala değişmemişti. Austin konuyu değiştirmeye çalışmak istercesine boş bir tabak alıp doldurmaya başladı. "Sadece birlikte akşam yemeği yiyelim istedim, hepsi bu." Balkabağı suyundan bir yudum aldı ve alır almaz pişman oldu. Bu içeceği asla sevememişti. "Seçmeler nasıl gidiyor, istediğin arayıcıyı bulabildin mi?"

Annabel üstüne gitse de Austin'in konuyu değiştireceğini çok iyi bildiği için bu konuyu her zaman olduğu gibi boş verdi. "Bulamadım." diye mırıldandı.

Izzy gözlerini devirdi. "Çok iyi oynayanlar vardı ama herkesin canına okudun Anna. Neye sinirliysen bu kadar..." Kızın bu sözü üzerine Austin ve Annabel birbirlerine baktılar. Gözlerini ilk kaçıran Austin oldu.

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

312K 29.1K 32
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
22.1K 3.1K 60
Hep aynı yıldıza bakarsan yolunu asla kaybetmezsin...
234K 22.2K 24
Jeon Jungkook, 20 yaşına gelen herkesin dolunay gecesi kurt cinsiyetini ôğrenmesi şerefine düzenlenen baloda, kardeşinin kurt cinsiyetini kutlamaya g...
278K 22.2K 15
Tek başına bebeğiyle Seule taşınan omega jeon jungkook ve komşusu safkan alfa kim taehyung . Omegaverse! SafkanAlfatae! Omegakook! Text&Düzyazı!