Dark Road To The Throne

由 KutsalKedicikk

1.6K 1.4K 855

Geçmişin yaraları, derin izler bırakır... 更多

Acı
Geçmiş
Sabır
İhanet
Karar
Plan
Çaresiz
Eşit
Öfke
Efsane

Kahraman

115 101 17
由 KutsalKedicikk

Bambu şapkalı adam, Naui Salang'ın koridorlarında dolaşırken efendisinin bulunduğu odanın ahşap kapısını açtı. Çiçek desenli tül perdeye yansıyan gölgenin karşısında diz çöküp sadece,

"İmparator..."diyebildi.

Kalın tok bir ses,

"Anladı değil mi?"diye sordu.

Adam başını sallayarak,

"Evet"demekle yetindi.

Perdenin arkasında ki adam iç çekerek,

"Tahmin ettiğim gibi... Buraya gelirken birinin seni takip etmediğinden eminsin değil mi?"diye sordu.

"Evet... Hatta bu ihtimali düşünerek dolambaçlı ara sokaklardan geldim!"

Adam, perdeye yansıyan gölgesinden de anlaşılacağı üzere yudumladığı içki bardağına bakarak,

"Güzel"dedi.

Ardından devam ederek,

"İmparator senden ne istiyormuş?"diye sordu.

"Maliye bakanı hakkında bilgi edinmek istiyordu."

"Peki sen ne dedin?"

"Hakkında hiç bir şey bilmediğimizi söyledim."

"Tabi sana inanmadı değil mi?"

"Hayır, aksine onu bundan sonra takip ederek hakkında bilgi edinip kendisine iletmemizi söyledi"

Adam kahkahalar atarak,

"Aptal mı bu adam? Benim elimdeki gücün farkında değil mi? Sarayında çalışan hizmetçi mi sanıyor beni? Birde üstüne öz babamı takip edip ona raporlayacakmışım..."

Elindeki bardağı sertçe masaya çarpıp ayağı kalktı. Ellerini arkasında kovuşturarak bir ileri bir geri yürürken perdenin arkasında bekleyen bambu şapkalı adam, onun perdeye yansıyan gölgesini izleyerek gelecek herhangi bir komutu bekliyordu.

"Peki ona istediğini vereceğiz... Ama bilgilerin gerçekliğini biraz çarpıtarak eğlenmek de bizim hakkımız değil mi?"

"Yani... Ona yanlış bilgi mi vereceğiz?" Adam sonunda ileri geri yürümeyi bıraktı. Olduğu yerde durup sırıtarak,

"Daha önce yapmadığımız bir şey değil..."dedi.

O sırada kapı sertçe açıldı. Kırmızı tüy şapkalı adam, Hanyang valisi Geong-Dal'ın kardeşi, adalet bakanı Hong'un küçük oğlu, soyluların kızıl gül olarak adlandırdığı lord Yo-Han'dı. O güçlü ama yanlış kararlar veren hırslı bir gençti. Şuan babası ve abisinden daha düşük bir mevkide olsa da başarılı olmak ve onları geçmek için her şeyi yapmaya hazırdı.

Buna, imparatorluğun en gizemli ve güçlü klanı Yeogbyeong'un efendisini hapse tıkmak ile başlayacaktı.

Bu klanı iki yıldır adım adım takip ediyordu ve elinde klan hakkında topladığı bir sürü bilgi ile kanıtlar vardı. Bir adım ileriye çıkıp,

"Bugüne kadar kaç soylu birbirine düştü? Kaç tanesi zindanlarda çürüdü? Kaç tanesi öldürüldü? Saymakta zorlanıyorum... Fakat bugün, bütün bunların sorumlusunu, yani seni sonunda buldum... Yeogbyeong klanı'nın kurucusu Kim Chi-Won! İnsanlara yanlış bilgi vermekten, halk arasında kargaşa çıkarmaktan, özel hayatı ihlal etmekten ve dolaylı cinayet suçlarından tutuklusun!"dedi.

Bunu üzerine arkasında bekleyen imparatorluk muhafızları hızla içeri girip kılıçlarını kınından çıkartarak ona doğru temkinli bir şekilde yürüdüler.

Bambu şapkalı adamın eli kılıcına gitti. Fakat kendi başına hareket edemezdi. Bu yüzden omzunun üzerinden arkasındaki tül perdeye baktı. Perdedeki gölge başını sallayınca bambu şapkalı adam harekete geçti.

Kılıcını kınından çıkarıp etrafını daire şeklinde saran muhafızlara baktı.

Bir tanesi aceleci davranıp, öne atılarak ona saldırdığında hiç tereddüt etmeden tek hamleyle boğazını kesti.

Bunun üzerine hepsi aynı anda saldırmaya başladı.

Fakat o, gözünü kırpmadan hepsini tek tek öldürüyordu. Eğitimli muhafızların ona karşı hiç şansı yoktu çünkü onun bir zamanlar imparatorluğun en gözde generali ve savaş tanrısı, namı değer Na-moo olduğunu kimse bilmiyordu. İmparator da dahil herkes, Na-moo'nun bir savaşta öldüğüne inanıyordu.

Na-moo, çocukken geçirdiği bir kazada yüzü tamamen yanmıştı ve bu yüzden yaşamı boyunca yüzünü bir maske ile gizlemek zorunda kalmıştı. Kimse onun maskenin ardındaki gerçek yüzünü görmemişti. Sadece iyi bir savaşçı onun benzersiz ve kendine has, eşsiz tekniklerini anlayıp kimliğini öğrenebilirdi.

Fakat Na-moo'nun kaybolması ile teknikleri de zamanla unutulmuştu.

Na-moo, son muhafızı da öldürdüğünde bu kez Yo-Han kılıcını kınından çekip, kanlar içinde kalmış, yorgun ve bertaraf haldeki Na-moo ya doğrulttu.

"Üzgünüm Na-moo, yanlış tarafı seçtin..."

Na-moo'nun gözleri kocaman açıldı. Nereden biliyordu?

"Sen nasıl?"

"Yıllarca seni ve tekniklerini araştırdım. Senin bir numaralı hayranındım! Sonunda seninle karşılaştım ve kendi tekniklerin ile seni yenme fırsatım var. Seni yenebilirsem yerine geçebilirim... Ne de olsa zaten ölüsün değil mi?"

Perdenin arkasından kıkırdama sesi geldi.

"Senin gibi kanun düşkünü birinin böyle yasa dışı hayalleri olduğunu bilmiyordum Yo-Han"

"Sıra sanada gelecek Ah-Yoon, çok yazık halbu ki abim Gyeong-Dal'ın sana olan güveni sonsuzdu."

Küçük bir not: Kim Chi-Won, Ah-Yoon'un tanınmamak için klanda kullandığı takma bir isim ama Yo-Han biliyor kim olduğunu bu yüzden asıl adını söylüyor.

"Bence kardeşinin yaptıklarını duyduğunda daha çok sarsılacaktır."

Sırıtarak,

"Sorun değil. Seni yakalayıp terfi aldığımda herkes gibi oda peşimden koşacak"dedi.

Ardından, Na-moo'nun üzerine doğru yürüdü. Na-moo ise adım adım geriye gidip ondan kaçmaya çalışıyordu.

Yo-Han harekete geçip, Na-moo'nun sol omzunu hedef alarak elindeki kılıcı saplamaya çalıştı.

Fakat Na-moo, sağa kaçıp kılıç darbesinden son anda kurtulmayı başardı. Ardından havaya sıçrayarak Yo-Han'ın üzerinden takla attı. Omuzunda büyük bir yara açılan Yo-Han, sırıtarak arkasında nefes nefes kalmış Na-moo'ya dönüp kılıcı ile hiç durmadan ardarda saldırmaya başladı.

Bu uzun süreli savaşın sonunda iki tarafta yorgun düşmüştü. Fakat bir süre sonra Na-moo'nun aniden başı döndü ve yere düştü.

Zihninden bir kaç görüntü, filim şeridi gibi gözünün önünden geçti. Yine geçmişi hakkında bir şeyler hatırlıyordu.

Küçük bir çocuk, başında oturup ağlıyordu...

Bu neydi şimdi?

Karın boşluğunda hissettiği şiddetli ağrı ile gözlerini açtı.

Yavaşça baktığında kan gölünün içinde oturduğunu fark etti. Eli ile karın boşluğunu yokladı ve yaralandığını anladı.

Yo-Han, yüzündeki kan damlalarını silip gülümseyerek,

"Sonunda bana yenildin Na-moo, hem de kendi tekniklerin ile!"

"Bu savaş tanrısı Na-moo için küçük bir yara... Onu bu şekilde yeneceğini mi düşünüyorsun Yo-Han?"

Yo-Han, arkasına dönüp perdeye baktı. Sırıtarak,

"Sen burada mısın? Çoktan kaçıp gittiğini düşünmüştüm. Birde Na-moo'nun senin için değerli olduğunu sanıyordum lakin onu kurtarmaya bile tenezzül etmedin... Hâlbuki bakan Seong, seni prensin yanına savaş sanatlarında ustalaşman için göndermişti. Fakat ağır yaralandığını ve yarım bırakıp geri döndüğünü duydum. Sende haklısın! Daha kendini savunmayı bile bilmiyorken arkadaşını nasıl koruyacaksın ki? Şimdi benimle birlikte imparatorluk sarayına geleceksin. Ardından adalet mahkemesine çıkıp senin iğrenç suçlarını ortaya dökeceğim"

"Aynaya bakıyor musunuz Bay Yo-Han?"

Yerde titreyerek can çekişen Na-moo da dahil herkes şaşkınlıkla birbirine bakarak kimin konuştuğunu anlamaya çalıştı.

"Kimsin çık ortaya!"

Odanın içinde yankılanan gizemli ses,

"Şu günlerce aradığınız maskeli suikastçı davası ne alemde? Yoksa hala bulamadınız mı?"

"Nereden biliyorsun? Bu gizli bir bilgi!"

"Kaç ay oldu hala suçluyu yakalayamadın... Hala boş işler ile uğraşıyorsun! Baban sana ne dedi, sen ne yapıyorsun... Yazık oysa bakan Hong iyi bir adamdı"

Elindeki kılıcı havaya doğrultup bağırarak,

"Kapa çeneni! Daha yüzünü göstermeye korkan bir tavuksun! Oradan konuşmak çok kolay değil mi?"

"Bu hırsın seni bir gün öldürecek Yo-Han... Beni görmek sana pahalıya patlayacak lakin sen bilirsin"

Ardından ejderha maskeli adam saklandığı tavan arasında ki küçük bir kapaktan çıkıp yere sıçrayarak arkasında belirdi.

Elindeki süslü yelpazeyi açıp sallayarak poz verdi.

Yo-Han gülümseyerek,

"Bir taşla iki kuş vurdum. Seni yerde ararken gökte buldum."

"Güzel tekerleme ama bununla uğraşacak vaktim yok... Biliyorsun beni bekleyen işlerim var" ardından parmaklarını teker teker indirerek saymaya başladı.

"İmparatoru öldürmek, veliahtı kaçırmak, saray yakmak, idamlık suçlular ile dostluk kurmak..."

"Demek itiraf ediyorsun... Seni kendi ellerim ile imparatora teslim edeceğim ve sayenizde rütbem yükselecek"

"Bu aç gözlülüğün başına bela oldu"

Yo-Han, kanlı kılıcını ona doğrultup harekete geçti. Ejderha maskeli adam, elindeki yelpaze ile kılıca vurup yönünü değiştirdi. Yanlışlıkla yere düşürdüğü kılıcına odaklanan Yo-Han'ın bu halinden doğan firsattan yararlanarak diğer eli ile de boynuna vurdu.

Boynuna aldığı darbenin etkisi ile kısa süreli uyku haline giren Yo-Han, mışıl mışıl uyurken Han-gyeol, yüzünün tamamını kaplayan ejderha maskesini çıkartıp endişeli bir şekilde yerde can çekişen Na-Moo'nun nabzını kontrol etti.

Bu sırada Ah-Yoon perdenin arkasından çıkarak,

"Bizi kurtardığına göre sana borçlandım..."

Han-gyeol, Na-moo'yu sırtına aldı ve pencereye yöneldi. Ah-Yoon'a bakıp,

"Borcunu ödemek istiyorsan beni takip et"dedi.

Ah-Yoon, gülümseyerek başını salladı. İlk kez birinden emir alıyordu ve açıkçası bu hoşuna gitmişti.

"Kapı varken balkonu mu kullanacaksın? Garipsin..."

"Yo-Han, önlem amaçlı aşağıya muhafız bırakmış. Bu durumda sırtında yaralı bir adam ile aşağıya inmek sence ne kadar mantıklı?"

"Aslında garip olduğun kadar da zekisin..."

"Lütfen bana bildiğim şeyleri söyleme... Çatıya sıçrayabilir misin?"

"Savaş sanatlarını nereden öğrendin?"

"İnsanlardan bu şekilde bilgi topluyorsan, bu konuda berbat olduğunu söylemem gerekir. Ayrıca soruya soru ile karşılık vermeyi keser misin?"

"Peki o halde sen önden git ben arkandayım"

Han-gyeol, tek seferde çatıya sıçradı. Arkasına bakıp Ah-Yoon'a hızlı olması için işaret etti.

Ah-Yoon, kendinden emin şekilde zıplayarak çatıya doğru bir yaprak gibi süzüldü.

"Tanrım seni şapşal! Bunu bir oyun mu sanıyorsun?"

"Hey! Yavaş ol! Babam bile senin gibi azarlamıyor beni! Kalbimi kırıyorsun..."

Ah-Yoon, kollarını kavuşturarak dudağını büzdü. Han-gyeol ise göz devirerek koşmaya başladı.

Ah-Yoon, Han-gyeol'un çoktan gittiğini görünce telaşla peşinden koştu.

Han-gyeol, yüksek bir çatıya geldiğinde durup aşağıya baktı.

Ah-Yoon ise çok koştuğu için nefes nefese kalmıştı ve biraz soluklanmak için yere diz çöküp başını ellerinin arasına aldı. Han-gyeol, ona göz ucuyla bakıp çaktırmadan gülümseyerek,

"Bütün gün tül perdenin arkasına oturup insanlar ile bilgi alışverişi yapmaya benzemez bu işler"dedi.

"Sen benim yaptığım işi nereden biliyorsun? Ya da şöyle sorayım, benim burada olduğumu nereden biliyordun?"

Han-gyeol, sırtında taşıdığı acı ile kıvranan adamı işaret ederek,

"Bunları burada konuşursak yardımcın ölür..."

Ah-Yoon, kendini toparlayıp ayağı kalkarak başını salladı. Fakat Han-gyeol elini ona uzatarak,

"O halde elimi tut"dediğinde şaşırdı. Boğazını temizleyerek,

"İlgilenmiyorum"dedi. Han-gyeol yüzünü buruşturup,

"Anlamadım?"diye sorunca Ah-Yoon, sert bir ses tonu ile

"Bu tür ilişkiler ile ilgilenmediğimi söylüyorum"dedi.

Han-gyeol, bir süre şaşkınlıkla öylece yüzüne baktı. Ardından kahkaha atarak,

"Tanrım, neden bu kadar çok benziyorsunuz?"diye sordu kendi kendine.

Aklına Sun gelmişti ve bu istemsizce kahkaha atmasına sebep olmuştu. İkisininde benzediğini düşünüyordu. Çünkü karşılaştığı olaylar karşısında aynı tepkileri veriyorlardı.

Ah-Yoon, ne olduğunu anlamayarak şaşkınlıkla Han-gyeol'un yüzüne bakıp,

"Kiminle?"diye sordu.

"Boşver! Elimi tutmanı istiyorum çünkü birazdan aşağıya atlayacağız."

Ah-Yoon, aşağıya baktı. Korku ile,

"Aptal mısın? Ölmek için daha çok gencim!"diye bağırdı. Ardından şüpheyle Han-gyeol'a bakıp geriye sendeleyerek,

"Yoksa sen, Yo-Han'ın adamlarından biri misin? Beni öldürmek için geldin değil mi?"

"Neden kurtardığım birini öldürmek için uğraşayım? Ayrıca Yo-Han aptal mı? Adam niye kendi adamından bir yelpaze ile dayak yesin? Kendini sizin önünüzde neden bu kadar küçük düşürsün?"

Ah-Yoon, Han-gyeol'un söylediklerini mantıklı bulmuştu. Bu yüzden istemeden de olsa elini tuttu. Han-gyeol ise hiç düşünmeden aşağıya atladı.

"Tanrım, biliyordum! Bunun mantıklı olmadığını biliyordum!"

Han-gyeol, onun paniğine aldırış etmeden,

"Koluma sıkıca tutun"demekle yetindi.

Ah-Yoon, ona ne kadar güvenmesede saniyeler sonra yere çakılmamak için söyleneni yaptı.

Han-gyeol, hızlı bir şekilde hareket ederek sırtındaki adamı kucağına aldı ve sırt çantasında ki düğmeye basıp kanatlarını açarak uçmaya başladı.

Bu sırada koluna yapışan Ah-Yoon, korku ile Han-gyeol'un boynuna sarıldı.

Aşağıya inene kadar hareket dahi edemeyen Ah-yeon'un dudağı, Han-gyeol'un kulağına değdiği zaman yanakları kızardı. Han-gyeol ise kulağına sinek çarptığını düşünüp aldırmadı.

...

"Abinin bir kaç gün sonra geleceğinden haberin var mı?" Çayından bir yudum alıp karşısında oturan Ah-ran'a bakarak kaşlarını kaldırdı. Ah-ran, heyecanla bağırarak,

"Nasıl haberim olmaz? Yıllardır bu anı bekliyordum! Ayrıca biz her gün durmadan birbirimize mektup yolluyorduk!"

Bakan Seong'un suratı asıldı. Somurtarak,

"Siz iki kardeşe de doğru düzgün sürpriz yapamıyorum! Koca karı gibi her şeyden haberiniz oluyor..."

Ah-ran sırıtarak,

"Tanrım... Şuna bak! Kıskanıyorum demiyorda"

Bakan Seong, göz devirerek masadaki tofulardan bir tanesini ağzına attı. Tek seferde çiğnemeden yuttu. Aniden suratı asıldı ve açık pencereden dışarıya bakarak,

"Ah-ran, veliaht prens ile evlenmek zorunda değilsin..."

"Baba ikimiz de birbirimizi severek evleniyoruz... Hem biz çocukken arkadaştık! Arka bahçede beraber oynadığımız günleri unuttun mu? Ama keşke Han-gyeol da burada olsaydı..."

Bakan Seong, kızının sözünü keserek,

"Onun adını bu sarayda ağzına alma!"dedi.

"Ama o..."

"O bir vatan haini'nin oğluydu. Ve yıllar önce hakettiği gibi öldü!"

Ah-ran, Han-gyeol'un yaşadığını anlatmayı hatta onu bulması için babasından yardım istemeyi bile düşünmüştü. Lakin tavrını görünce bu saçma fikirden vazgeçti.

Zaten ne bekliyordu ki?

Çayından bir yudum aldıktan sonra,

"General Chao ile arkadaş olduğunuzu sanıyordum"dedi.

"Onun kirli niyetlerinden haberimin olmadığı zamanlar arkadaştık."

"Hiç imparatorun bu kararının doğruluğunu sorguladın mı? Ya da en azından gerçeği öğrenmek için çabaladın mı?"

"İmparator ne derse desin o benim için en doğrusudur. Hem neden çözülmüş bir problem için boşuna çabalayıp göze batayım?"

"Peki senin için kolay oldu mu? Onu yarı yolda bırakıp tavuk gibi kaçmak..."

Seong, öfkeyle ona vurmak için elini havaya kaldırıp son anda durdu. Ah-ran, tepkisizce Seong'un gözlerinin içine bakarak,

"Nerede olduğunu unutma... Karşında geleceğin imparatoriçesi var. İnan bana, beni karşına almak istemezsin baba"dedi. Gülümseyerek çayını içmeye devam ederken Seong, ayağı kalkıp öfkeyle ona baktı.

"Onunla bunun için evlenmek istedin değil mi? Herkesten güçlü olmak için... Başından beri bu gücü arzuluyordun değil mi?"

"Evet... Ne tesadüf ki sana benziyorum"

"Babanı bu arzuların için kaybettiğini fark edince çok pişman olacaksın!"

Ah-ran, öfkeyle ayağı kalkıp bağırarak,

"Ahmak Soo ile birlikte beni kaçırma planı yapmadan önce beni düşünüyor muydun? Bir grup suikastçı tarafından neredeyse kaçırılıyordum. Henüz bunun şokunu atlatamamışken birde bunun sen ve Soo'nun planı olduğunu öğrendim... Çocuk oyunu mu bu? Evcilik gibi bir şey mi oynuyorsunuz? Bir insanın hayatını bu kadar mı önemsiz görüyorsunuz? Baba... Ben sana değil, artık sen bana bir açıklama borçlusun!"dedi.

Seong, bir süre öfkeyle kızının yüzüne bakıp tek kelime etmeden odadan çıkıp gitti. Ah-ran ise olayın etkisiyle yere yığılıp ağlamaya başladı. Saem, ona bunu anlattığında inanmamıştı. Ama şimdi emindi ve büyük bir hayal kırıklığına uğramıştı. Bunu ona nasıl yapabilirdi? Bir insan evladını nasıl tehlikeye atabilirdi?

Aklı almıyor düşünemiyordu!

Kapıdaki hizmetçi Narauram'ın geldiğini haber verince göz yaşlarını silerek toparlanmaya çalıştı.

Yüzüne takındığı zoraki gülümseme ile Narauramı karşıladı.

"Yüzündeki bu saçma ifade neyin nesi?" Ah-ran, telaşla elini yüzüne götürüp,

"Ne olmuş yüzüme?"diye sordu. Narauram, garip bir ifade ile Ah-ran'ın yüzüne yaklaştı.

Birden bire kahkahalar atarak yanaklarını sıkmaya başladı.

"Tanrım şu tipe bak!"

Ah-ran, Narauram'ın omuzuna vurup söylenerek,

"Korkuttun beni aptal! Makyajım aktı sandım!"dedi. Narauram, ifadesini değiştirip endişeli bir şekilde,

"Neden? Makyajın niye aksın durduk yere?"diye sordu. Ah-ran elinin üzerini kaşıyarak,

"Hiç... Yanlışlıkla bozmuş olabilirim"dedi. Narauram, gülümseyerek Ah-ran'ın ellerine baktı.

"Yalan söylediğinde en çok ne yaparsın biliyor musun?"

"H-hayır"

Ah-ran, ellerini arkasına saklayıp gözlerini Narauramdan kaçırınca Narauram, biraz daha yaklaşıp aralarında ki mesafeyi tamamen kapatarak Ah-ran'ın yüzünü ellerinin arasına aldı.

"Şimdi konuşmak istemediğini biliyorum. Bu yüzden seni zorlamayacağım... Ama şunu bilmeni istiyorum ki, ben her zaman senin yanında olacağım. Ve ne zaman konuşmak istersen hep seni dinleyeceğim..."

Ah-ran, göz yaşlarına engel olamadan Naraurama sıkıca sarılmakla yetindi. Ona bir şey söyleyemezdi. O, yakın bir dostu olsa da imparatorun oğlu, ülkenin veliaht prensiydi ve kaçırılma olayının aslını anlattığında babasına ceza verilecekti.

"Uyuyup dinlenmelisin... Unutma üç gün sonra düğünümüz olacak! O zaman ikimizde dünyanın en mutlu insanları olacağız..."

"Narauram ben..."

"Biliyorum, Saem sorunu ortadan kalktı ve evlenmemize gerek kalmadı diyeceksin..."

"Senin mutluluğunu engellemek istemiyorum. Seninde hoşlandığın, benim dışımda evlenmek istediğin birileri vardır. Ben, senin hayatını mahvetmekten korkuyorum"

"Benim mutluluğum sensin..."dedi. Ve ne söylediğini fark ettiğinde yanakları kızardı. Kekeleyerek toparlamaya çalıştı.

"Y-yani ben o şekilde demek istemedim... Sen kendini mutlu hissedince bende mutlu oluyorum. Tamamen arkadaşça hisler bunlar! İnan bana! Ve asla sakın yanlış anlama! Sana karşı hiçbir şey hissetmiyorum! Hissedemem... Çünkü sen Han-gyeol'a aşıksın... Bir bakımdan, bu yüzden seninle evleniyorum"

Ah-ran, Narauram'ın bu davranışlarına anlam verememişti. Ama sonda ne demek istedi?

Heyecanla,

"Benimle evlenmeni Han-gyeol mu söyledi?"diye sordu. Narauram, başını iki yana sallayınca derin bir iç çekti.

"Hayır... Ama bakan Seong seni bir başkası ile evlendirmeden benimle evlenerek onu bekleyebilirsin. Düğün gecesini dert etme. Ben o gün odada uyumayacağım"

"Ama odada olmazsan hakkımızda dedikodular çıkacak"

"O kısmını bana bırak. Kimse bir şey demeye cesaret edemeyecek! Lakin artık dikkatli olmalısın çünkü sende biliyorsun ki saray tehlikeli bir yer..."

Gülümsedi ve odadan ayrıldı.

Odadan çıkınca surat ifadesi anında değişti. Hızla koridorda yürürken ona ayak uydurmaya çalışan peşindeki hizmetçilere emirler yağdırıyordu.

"Ah-ran'ın odasına benden önce kim girdi?"

"Bakan Seong..."

"Onu gizlice takip etmesi için bir adam gönderin. Ayrıca önceden de söylediğim gibi prenses Ah-ran'ı takip etmeyi asla unutmayın. Her adımını bana rapor edin. Dışarıya çıktığında canını sıkan ve onu rahatsız eden insanları oracıkta öldürün! Bir daha asla Ah-ran'ı canı sıkkın bir şekilde görmek istemiyorum!"

Çünkü o benim gerçek mutluluğum...


...장의 끝...

继续阅读

You'll Also Like

561K 63.6K 63
Bir cariyenin intikamı nelere yol açabilir? İHANET SEVDİĞİ ADAMDAN GELDİ Ayana, İmparatorluğa cariye olarak gelmesinin bir nedeni vardı. Sevdiği adam...
1.2M 116K 68
| WATTYS 2021 KAZANANI | Melis Aksoy, her yerde görebileceğiniz türde sıradanlığa sahip bir genç kızdı. Onu diğerlerinden ayıran mükemmel bir dış gör...
3.3K 282 10
Büyük bir sevda ile bir araya gelen iki gönlün büyük imtihanları. Kuruluş Osman karakterlerinden alınmıştır. Algon sevdasını birde kendi hikayelerimi...
215K 7.6K 14
Ben Asenath. Prens Seth'in biricik hizmetkarı. Bir Firavun olduğunda, uğruma kendi kız kardeşini öldürdü. Ben Asenath. Canı beş para etmez bir köley...