İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

26

425 33 16
By MSHanDeniz

Sonraki bölüm cuma diyelim. Stokta bölümler var onları atıyorum, okul başladığı için biraz yoğunum ama bölümleri eksik etmemeye çalışacağım..

"Bana itimat ediyor musun Üveys Paşa?" diye sordum karşımdaki adama.

"Yolunuz bizim yolumuzdur şehzadem." Diz çöktüğünde emrindeki adamlar da onunla birlikte diz çöktü.

"Ala, şimdi o Düzmece Mustafa'yı ordugahınızdan gizlice çıkarıp bana getireceksiniz ve ben o tıynetsiz herifin kellesini bizzat alacağım. Akabinde dostlarınıza hakikati söyleyecek, affıma mazhar olduklarını bildireceksiniz."

"Emredersiniz şehzadem."

Adama kalkması için elimi kaldırdım ve kalktı. Elinde hala durmakta olan mektubu Atmaca'ya verdi ve adamlarını da alıp gitti.

*

"Yazık, binlerce insan bir sahtekarın peşinde canlarından oldular."

Edirne'de kaldığım köşkümde Atmaca ile birlikte konuşuyorduk. Planımız işe yaramamış, Üveys Paşa bize ihanet etmişti. Böylece bir sürü kişi ölmüştü.

"Çoğu kaçmış şehzadem, darmadağın olmuşlar. Düzmece Mustafa'yı da Üveys bizzat teslim etmiş, Mehmet Paşa'nın onu ödüllendirdiği söyleniyor."

"Rahmetli ağabeyimi sevenlerin desteğini almam da mümkün değil artık."

Kapı çaldı ve emrimle içeri Sokullu Mehmet Paşa girdi. Elinde bir mektup tutuyordu. Karşıma gelip eğilerek mektubu uzattı.

"Hünkarımız derhal payitahta dönmenizi emrediyorlar."

Aceleyle mektubu açtım ve okudum. Okuduklarım karşısında ise derin bir üzüntü duydum. Hünkarımız neler yazmıştı böyle, beni neyle itham ediyordu? Oğlunu hiç mi tanıyamamıştı?

"Beni isyanı desteklemekle suçlayanlar varmış, onlarla anlaşmış sandık sandık altın göndermişim. Hünkarımız da işin aslı astarı nedir, öğrenmek istiyorlar. Sokullu derhal cevap yaz, hakkımdaki ithamların mesnetsiz olduğunu bana bir tuzak kurulduğunu söyle ve o tuzakların iç yüzü ortaya çıkana kadar payitahta dönmeyeceğim."

"Siz bilirsiniz şehzadem fakat dediğinizi yaparsam hem hakkınızdaki iddiaları kabul etmiş olursunuz hem de alenen isyan etmiş olursunuz." Sinirle ayağa kalktım.

"Senin ne haddine benim kararlarımı tartışmak, ne dediysem onu yapacaksın!"

"Şehzadem müsaade ederseniz bu konuyu sizinle konuşmak isterim." Atmaca'nın konuşmasıyla kısaca ona döndükten sonra tekrar Sokullu'ya baktım.

"Çık dışarı." Sokullu selam verip çıktıktan sonra devam ettim. "Sokullu da bu işin içinde Atmaca, Ahmet Paşa da öyle. İkisi de Selim'in köpeği olmuş, hep birlikte bize tuzak kurdular."

"Farkındayım şehzadem, bu yüzden attığımız her adıma dikkat etmek zorundayız. Vaziyet çok hassas, ne yazık ki Mehmet Paşa söylediklerinde haklı. Payitahta gitmezseniz bu alenen isyan sayılır, onların ekmeğine yağ sürmüş olursunuz." Sinirle ileri geri yürümeye başladığımda devam etti. "Şehzadem mutlak payitahta gitmemiz gerek, valideniz Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan sizin için kendilerini siper edeceklerdir. Hünkarımız bu tuzağa asla itibar etmeyecektir."

"Bunu sen mi söylüyorsun Atmaca, gözünün önünde öldürmediler mi ağabeyimi? Ya aynı akıbet benim de başıma gelirse? Hayır, ben Mustafa ağabeyim gibi değilim. Onun gibi ölüme kendi ayağımla gitmem."

"Bağışlayın şehzadem fakat hakikatin farkına varmalısınız, Şehzade Mustafa'nın peşinden gidenler bugün sizin safınızda değil. Onun kadar gücünüz yok, yeterli miktarda kuvvete sahip değiliz. Eğer payitahta gitmezsek hünkarımız asker yollar, biçare kalırız."

"Çık dışarı," diye konuştum acıyla.

"Şehzadem.."

"Çık dışarı, biraz düşünmek istiyorum."

*

Ertesi gün dairemin dışından gelen bağrışlarla kapıyı açıp ne olduğuna baktım. Rüstem Paşa gelmiş, Atmaca'yı görmüştü ve onun boğazına sarılmıştı. Aceleyle onları ayırmaya çalıştım.

"Durun, emrediyorum!" Beni görünce çok şükür ki ayrıldılar.

"Ne işi var burada, bu kardeşimin katili," diye konuştu Rüstem Paşa nefes nefese.

"Atmaca artık benim has odabaşım, müsahibim," dedim Rüstem'e işaret parmağımı sallayarak.

"Şehzadem o bir katil!"

"Her şeyi unutacaksın, bundan böyle birlikte hareket edeceksiniz."

"Zinhar, bu haini öldürmeden bu dünyada bana rahat yok." Rüstem Paşa tekrar Atmaca'nın üzerine yürüyecekken onu ittim.

"Bu bir emirdir Rüstem, eğer benim yanımdaysan buna mecbursun! Mecbursunuz!"

İkisi de sakinleştiğinde onları daireme davet ettim. Ben divana ortalarına oturmuşken onlar da karşılıklı ayaktalardı. Birbirlerine kötü kötü baksalar da ben varken sesleri çıkmıyordu.

"Hakkınızdaki ithamlar maalesef çok ağır şehzadem, yara almadan kurtulmanız imkansız," dedi Rüstem Paşa.

"Tahmin ettiğim gibi derin bir çukur kazdılar önüme ama beni içine atamayacaklar. Asker toplamamız lazım, güçlü durmamız lazım."

"Zinhar böyle şeyler getirmeyin aklınıza şehzadem, mazallah yerin kulağı var. Her şeyi düzeltmek için bir yol vardır elbet."

"Hünkarımızın huzuruna çıkmanız en doğrusu şehzadem, ceza alabilirsiniz lakin vahim bir neticeyle karşılaşmayız," dedi Atmaca.

"Ya dediğiniz gibi olmazsa, ya hünkarımız idamıma ferman verirse? O vakit kim duracak önümde?" diye sordum korkuyla.

"Bunu yapabilecek tek bir kişi var, Hürrem Sultanımız. Zaten buraya kendilerinin arzusuyla geldim, bir an evvel payitahta dönmenizi ve hünkarımızın karşısına çıkmanızı istiyorlar. Malumunuz Hürrem Sultanımızın hikmetinden sual olunmaz, sizi hünkarımızın önüne atmaz. Emin olun."

Başımı salladım gönülsüzce. Valideme güveniyordum, o istiyorsa dönecektim. Ayağa kalktım ve bahçeye doğru yürüdüm. Edirne'nin beni misafir etme süresi dolmuştu.

*

Saraya girdiğimde hünkarımızın dairesine doğru yürüdüm direkt. Kapının önünde beni validem, Mihrimah ve Sümbül Ağa bekliyorlardı. Validem beni gördüğünde heyecanlandı.

"Ogeday, şükürler olsun arslanım." Bana uzattığı elini öptükten sonra sarıldık.

"Gelmeyeceksin diye öyle korktuk ki, hünkarımız pek sevinecek sözünü dinleyip gelmene," dedi Mihrimah gülümseyerek.

"Buraya gelmemin sebebi hünkarımızın sözü değil Mihrimah, validem böyle istediği için geldim."

"Ogeday ne olur inat etme, af dile hünkarımızdan," dedi validem üzgünce.

"Bunu istemeyin benden validem zira af dilemeyi gerektirecek bir kabahat işlemedim ben." Hünkarımızın ağasına döndüm. "Lokman Ağa, hünkarımıza geldiğimi söyle." Ağa başını sallayıp hünkarımızın dairesine girdi.

"Sana olan inancım tam, zerre kadar bir kabahatin olmadığını biliyorum lakin yine de sen hünkarımızın huyuna suyuna git. Ne kaybedersin, ağzından çıkacak iki laftan mı gocunuyorsun?" diye beni ikna etmeye çalışmaya devam etti validem.

"O iki laf benim onurumsa evet, gocunurum validem. Hünkarımız üzerime cellatları salsa dahi af dilemem."

"Şehzadem, hünkarımız sizi bekliyorlar."

Lokman Ağa'nın sesiyle ona döndüm ve başımı sallayıp hünkarımızın dairesine girdim. Beni terasının önünde, arkası dönük bir şekilde karşıladı.

"Hünkarım," diye mırıldandım elimi önümde birleştirerek.

Bana döndüğünde gülümsüyordu. Yer sofrasına oturdu ve benim de oturmam için eliyle işaret etti. İşaret ettiği yere oturdum lakin tek bir lokma yiyecek halim yoktu. Yemeklere tek tek bakıp yutkundum, acaba içinde zehir olabilir miydi? Ağabeyimi boğdurtmuştu, beni de zehirleyecek miydi?

"Sana isyanı bastırmanı emretmiştim."

"Benim de niyetim buydu hünkarım, maksadım Düzmece Mustafa'nın kellesini almak ve bir güruh insanların katline engel olmaktı. Muvaffak olmak üzereydim, Mehmet Paşa gelmeseydi tabii." Bana döndü.

"Asileri gizliden gizliye senin desteklediğine dair teveratür var, hakkındaki bu ithamla alakalı ne demek istersin?" Sakinliği beni korkutsa da bildiğimden şaşmadım.

"Yalan hünkarım, iftira ediyorlar."

"Rahmetli kuzenim Ayşe Sultan'ın kızı Mahnisa'yla nikah kıydığın da mı iftira?" diye sorduğunda yutkundum.

"O doğru."

"Eğme başını, yüzüme bak. Gözlerimin içine bak!" Gözlerimiz buluştu. "Behey gafil sen ne cüretle beni kandırmaya, benim arkamdan iş çevirmeye kalkarsın? Üstelik ben seni defahatle ikaz etmişken!"

Önümdeki bardağı sıkı sıkı tuttuğumu lakin bir türlü ağzıma götüremediğimi fark etti. Elimdeki bardağı alıp bir yudum içti.

"Ben seni öldürmek istesem bunu kendi soframda mı yaparım Ogeday?!"

"Cüretimi bağışlayın hünkarım, rahmetli Mustafa ağabeyim ve Pargalı İbrahim'in nasıl öldüğünü düşününce," dedim yere bakarak.

Demez olaydım, hünkarımız çok ama çok sinirlenmişti. Yerinden kalktığı gibi dibime geldi ve boğazıma sarılarak beni de kaldırdı.

"Görünen o ki sen de o isyankar ağabeyinin yolundan gitmek üzeresin, halbuki o hadisenin sana ibret olması icap ederdi! Bu yolun gittiği tek bir yer var Ogeday, ölüm. Sen de bunu mu istersin?!" Sinirle beni savurduğunda birkaç adım yalpalayıp geri gittim.

Korkuyla ellerimi önümde birleştirip başımı eğdim. Babam ise karşımda burnundan soluyordu, her an bağırarak ölüm fermanımı yazdıracakmış gibi bir hali vardı.

-Mahnisa Sultan

Şehzade Ogeday'ın Rumeliden dönüp payitahta geldiğini öğrenince koşar adım hünkarımızın dairesinin önüne geldim. İçeri girmek gibi bir niyetim yoktu lakin kapının önünde bile olsa onu beklemek istiyordum.

Hünkarımızın dairesinin önünde Hürrem ve Mihrimah Sultan bekliyorlardı. Gidip onların bir adım gerisinde durdum. Mihrimah Sultan beni görünce bana hüzünlü bir tebessüm sundu lakin Hürrem Sultan dönüp arkasına bile bakmadı.

Bir süre sessizce bekledikten sonra karşıdan Şehzade Selim göründü. Hünkarımız onu da yanına çağırmış olmalıydı. Hürrem Sultan onu gördüğünde ona doğru yürüdü ve ortada buluştular.

"Selim, sakın hünkarınızın huzurunda birbirinize düşmeyin."

"Siz bundan sonra olacaklara mani olamazsınız validem, artık karışmayın."

Şehzade Selim, Hürrem Sultan'ı geçip hünkarımızın dairesine girdi. Arkamda bir hareketlilik hissettiğimde çaktırmadan arkama baktım. Nurbanu'nun geldiğini görmemle gözlerimi devirdim. Bana ve Mihrimah Sultan'a selam verdikten sonra gelip yanımda durdu.

"Sultanım," diyerek Hürrem Sultan'a gülümsedi lakin Hürrem Sultan dönüp ona sinirle baktı.

"Senin ne işin var burada hatun, derhal dairene dön," dedim yüzüne bakmadan.

"Şehzademiz istediler, o yüzden geldim."

Hürrem Sultan bize doğru yürüyüp Nurbanu'nun karşısına dikildi.

"Karşında bir sultan var hatun, eğer sana dairene dönmeni emrediyorsa döneceksin." Nurbanu selam verip gittiğinde kendi kendime gülümsedim. "Sen de git Mahnisa."

Hürrem Sultan, Nurbanu'ya karşı beni savunmuş olabilirdi lakin beni burada istemediğini bir kez daha göstermişti. Beni hala sevmiyordu, sadece Nurbanu'ya karşı artık beni tutuyordu sanırım. Şehzade Ogeday'a olan sevgimi o da kabullenmişti. Başımı eğip selam verdikten sonra ben de daireme doğru yürüdüm.

-Şehzade Ogeday

Babamla karşılıklı ayakta dururken kapı çalındı ve içeri Selim girdi. Başını eğip babama selam verirken dönüp ona bakmamıştım bile.

"Selim'e yaptığının bir izahati var mı peki, ben seni Selim'i payitahttan kovasın diye mi saltanat naibi tayin ettim?" diye sordu babam bana bakarak.

 "Bire bin katarak anlattı, değil mi?" diye sordum Selim'e bakarak.

"Bunu ondan işitmedim bilakis kardeşin senin kabahatlerini örtmek istedi." Başımı eğip bir cevap vermediğimde devam etti. "Hanedanımın istikbali için senelerdir sizi takip ettim, gözüm hep üzerinizdeydi. Hanginizin bu tahta layık olduğunu düşündüm, artık eminim. Allah nasip ederse benden sonra tahta çıkmasını dilediğim şehzadem, Selim'dir. Bunu herkes böyle bilsin, bilhassa sen Ogeday."

Sinirden orada zor duruyordum. Başımı eğdim. Selim de gülümseyerek başını eğdi. Keşke o gülümsemeyi yüzünden silseydim lakin babamın önünde bunu yaparsam çok kötü olurdu herhalde.

Babam en sonunda ikimizin de çıkmasını istediğinde sinirle dairesinden çıktım. Kapının önünde validem ismimi bağırsa bile dönüp onunla konuşamayacak kadar sinirliydim. Bir hışım daireme girdiğimde orada da beni telaşlı bir Mahnisa bekliyordu.

"Ogeday ne oldu, hünkarımız ne karar verdi? Ogeday?!" diye sordu korkuyla.

Sakinleşmek adına derin derin nefesler alıyordum lakin dairemde nefes alamadığımı fark edince tebdil kıyafetlerimi giyip çarşıya indim. Yol üstünden Atmaca'yı alıp Rüstem Paşa'nın beni beklediği yere doğru yürüdüm. Geldiğimi görünce o da bana doğru geldi.

"Şehzadem, hayırlı haberlerle geldiniz inşallah."

"Mustafa ağabeyim gibi ben de hünkarımızın cennetinden kovuldum."

"Ne oldu şehzadem, sürüldünüz mü?" diye sorduğunda sinirle güldüm.

"Keşke sürülseydim, keşke canımı alsalardı. Beni o kadar iyi tanıyorlar ki verebilecekleri en büyük cezayı verdiler, gönlündeki taht namzedini ilan ettiler. Şehzade Selim. Bundan sonra benim için tek bir yol var artık."

"Şehzade Selim'e karşı hareket edeceksiniz."

"Sadece Şehzade Selim'e değil, Sultan Süleyman Han'a da karşı. Yanımda mısınız?" diye sordum ikisine de bakarak.

"Son nefesime kadar yanınızdayım şehzadem," diyerek anında cevap verdi Atmaca.

"Allah sonumuzu hayır etsin," dedi Rüstem Paşa da.

*

Tekrar saraya döndüğümde daireme geçecekken koridorun başında validemi gördüm. Beni bekliyor olmalıydı.

"Validem hayli yorgunum, mühim değilse başka bir vakit konuşalım." O konuşmadan ben konuşmuştum.

"Neler olduğunu işittim, hünkar babanın gözlerine bakıp ne söylediğini biliyorum. Sükutuhayale uğradığını görüyorum lakin üzülme, öfkelenme. Hünkarımız belli ki çok düşünmeden, kızgınlıkla söyledi o lafları. Böyle vakitlerde en doğru şey sakin olmaktır."

"Nasıl sakin olayım validem, hünkarımız beni de cennetinden kovdu. Üstelik işlemediğim bir suç yüzünden. Düzmece Mustafa isyanına ben destek olmuşum, onlara sandık sandık altın göndermişim hatta isyanı ben çıkarmışım. Nasıl inanır böyle iftiralara validem, bu tıynette biri miyim ben?"

"Zinhar, böyle bir fesada bulaşmadığından adım kadar eminim."

"Hünkarımızın şüpheleri var ama. Bu işin de altından Selim çıkacak, göreceksiniz validem. Beni hünkarımızın gözünden düşürmek istiyordu, muvaffak da oldu. Eminim düğün bayram ediyordur şimdi."

"Ogeday öfken gözlerine perde çekmiş, ağzından çıkan lafları kulağın işitmiyor. Öfkene gem vur ve sakın kardeşine iftira atma. Selim böyle bir şey yapmaz, böyle bir şeye cesaret edemez."

"Yapar validem, yapar. Korku insana her şeyi yaptırır."

-Mahnisa Sultan

Gece olduğunda Şehzade Ogeday'la tutkulu bir halvetten sonra onun arkasına geçmiş, ona masaj yapıyordum.

"İyi geldi mi?" diye sordum bir süre sonra.

Başını salladı. "Kafi, daha iyiyim." Bana dönüp yanağıma küçük bir öpücük kondurdu.

"Bütün bunların sebebini biliyorsun değil mi Ogeday? Sarayın her bir köşesine sinen kan kokusunun sebebini, üzerimize düşen kara bulutları, hünkarımızın Şehzade Selim'i tutup seni istemeyişinin sebebini." Başını iki yana salladı. "Çünkü seni iktidarına tehdit olarak görüyor, tıpkı rahmetli ağabeyin Şehzade Mustafa gibi."

"Ben de mi hünkarımızın gazabına uğrayacağım, bunu mu söylersin?" diye sorduğunda korkuyla elimi yanağına koyup sakallarını okşadım.

"Allah korusun, ben her gece dua ediyorum Rabb'ime. Benim canımı alsın, senin ömrüne katsın diye dua ediyorum." O da benim saçlarımı okşadı.

"Kaderimizde neyse o Mahnisa. Boş yere bunları düşünüp üzülme."

"Aksine bunları düşünüp ona göre tedbir almamız lazım. Ağabeyin kaybetti lakin sen kazanacaksın, senin arkanda Hürrem Sultan var çünkü. Kabul edelim ki o gelmiş geçmiş bütün sultanların sultanı."

"Validem karşımda değil elbet ancak yanımda da değil, oğulları arasında tercih yapmaz."

"Şehzade Selim'in sana kurduğu tuzak ifşa olunca, kim haklı kim haksız öğrenince senin yanında olacaktır. Aramızı iyi tutmakta fayda var, ben de üzerime düşeni yapacağım." Gülümsedi.

"Validem ve sen, ikinizi yan yana dahi düşünemiyorken o nasıl olacak?"

"Mevzubahis senin istikbalinse kurtla kuzu yan yana gelir, biz mi gelemeyeceğiz?" Uzanıp yanağından öptüm.

Ertesi gün olduğunda Mihrimah Sultan beni dairesine davet etmişti. Onu bekletmeden yanına gittim. Selam verip karşısındaki sedire oturdum.

"Beni bu davetinle ne kadar bahtiyar ettin anlatamam," dedim gülümseyerek.

"Bir hayli uzak kaldık ve bu beni çok üzüyor. Oysa aynı taraftayız."

"Bu benim tercihim değildi sultanım, açık konuşmak gerekirse son zamanlarda bana karşı mesafeliydin."

"Mazide olanları artık bir kenara bırakalım. Ogeday'ın seni ne kadar sevdiğini biliyorum, o bizim kıymetlimiz. Hal böyle olunca manasız kavgaların lüzumu yok."

"Maziyi, olanları unutmak mümkün değil fakat dediğin gibi bir kenara bırakabiliriz. Şehzadem Ogeday'ın istikbali benim için her şeyden mühim." Gülümsedi.

"Benim de senden duymak istediklerim bunlardı, biz ikimiz bir olursak Şehzademiz Ogeday'ın önünde kimse duramaz." Gülümseyerek başımı salladım ben de.

Continue Reading

You'll Also Like

69.6K 3.7K 37
Hastalıklı bir kız,yıllardır bundan habersiz yaşıyordu.Kilosu gençliğinde onun en büyük sorunu olmuştu ve artık hayatından nefret eder hale gelmişti...
12.1M 588K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
11K 846 82
-MAKİNE ÇEVİRİSİDİR- Bir dünya savaşının zemininde geçen esaret-kaçırma klasik romanında yardımcı karakter oldum. Evde soğuk muamele gören ve istism...
LİSYANTUS By Lil

Fanfiction

19.2K 2.2K 76
"Başkalarıyla göremeyeceğimi bildiğin renkleri gösterdin bana." "Sen de başkasıyla konuşamayacağım gizli bir dil öğrettin." *** Lisyantus: Teşekkürü...