GİRİFT

By justrosenna

46.1K 2.8K 1K

"İntihar etmek için çok genç duruyorsun." Yüzümü buruşturarak arkama döndüm kimdi bu? Genç bir adam benim ya... More

BÖLÜM 1: "BİR İNTİHAR GİRİŞİMİ"
BÖLÜM 2: "YENİ HAYATLAR"
BÖLÜM 3: "YALNIZLAR KULÜBÜ MÜ?.."
BÖLÜM 4: "ALTI YILDIZ"
BÖLÜM 5: "KARANLIKTAN AYDINLIĞA GİDEN YOLLAR"
BÖLÜM 6: "ZOR VEDALAR"
BÖLÜM 7: "TEHLİKELİ SULAR"
BÖLÜM 8: "İHANETİN PENÇESİ"
BÖLÜM 9: "GERÇEKLERİN VERDİĞİ ACI"
BÖLÜM 10: "ACININ VERDİĞİ TEBESSÜM"
BÖLÜM 11: "DOĞRULUK MU CESARET Mİ?"
BÖLÜM 12: "GÜVENİN NE OLDUĞU ÜZERİNE"
BÖLÜM 13: "Kader Mi Tesadüf Mü?"
BÖLÜM 14 "MEÇHUL BİR KAZA"
BÖLÜM 15: "BİR MESAJ"
BÖLÜM 16: "BABA"
BÖLÜM 17: "ÖZÜR DİLERİM HER ŞEY İÇİN..."
BÖLÜM 18: "BİR GÜN BULUŞACAĞIZ"
BÖLÜM 19: "9. SENFONİ"
BÖLÜM 20 "YANLIŞ AŞKIN BEDELİ"
BÖLÜM 21 "GÜNAHKAR KİM?"
BÖLÜM 22 "KELİMELERE DÖKÜLEMEYEN HAYALLER"
BÖLÜM 23 "ARAFTA KALMAK"
BÖLÜM 24 "SUÇ DOLU BELGELER"
BÖLÜM 25 "YÜZLEŞMESİ GEREKENLER YÜZLEŞİR"
BÖLÜM 26: "KENDİNE İYİ BAK"
BÖLÜM 27 "UMURSAMAZ KADIN"
BÖLÜM 28: "SON BİR KADEH"
BÖLÜM 29: "EHVENİŞER"
BÖLÜM 30 "İLK İNTİKAM"
BÖLÜM 31 "HUZURSUZ SESSİZLİK"
BÖLÜM 32 "SOY ADI MESELESİ"
BÖLÜM 33: "CEVAPSIZ SORULAR"
BÖLÜM 34: BEKLENMEYEN"
BÖLÜM 35: "BENİ SEVME"
BÖLÜM 36: "HİSLERİN AĞIRLIĞI"
"BİR KADIN" (ÖZEL)
BÖLÜM 37: "DAVETİYESİZ DAVET"
BÖLÜM 38: "MASKELİ BALO"
DUYURU
BÖLÜM 39: "DERİN BİR ÇUKUR"
BÖLÜM 40: "KAÇ DEFA"
BÖLÜM 41: "YENİDEN DOĞMAK"
BÖLÜM 42: "HAYAT NEDİR"
BÖLÜM 43: "KANAYAN RUH"
ANILAR ALBÜMÜ...
ANILAR ALBÜMÜ 2
BÖLÜM 45: "YAŞAMAK İÇİN SAVAŞANLARA"
FİNAL AÇIKLAMASI
ÖNEMLİ DUYURU!!!

BÖLÜM 44: "YANGIN YERİ"

565 22 47
By justrosenna

Merhaba, satır arası oy ve yorum atmayı unutmayın lütfen. Ben buralardayım.

LÜTFEN AMA LÜTFEN BÖLÜM SONUNDA YAPTIĞIM AÇIKLAMAYI OKUYUN, KEYİFLİ OKUMALAR!

ŞARKI; PERA, SENSİZ BEN

İntikam, üzüntünün önüne geçer, yürek bir kere intikam ateşiyle kavruldu mu kim durdurabilir onu?

Yakacaktım onları.

Diri diri yanacaklardı.

İşledikleri her günahın bedelini, uzuvlarının her santimine değen ateşle hissedeceklerdi.

Acıdan dolayı bağıracaklardı, her bağırdıklarında boğazlarından midelerine ateş inecekti.

Bedenleri eriyecekti, onlar bunu hissedecekti.

En sonunda ise geriye külleri bile kalmayacaktı.

Ben o pis işlerimin olduğu, bilgi götürmek için başka adamlara cilve yaptığım, sayısız tacize uğradığım, istemediğim şeylere bile katlanmak zorunda olduğum hayatı geride bıraktığımı düşünmüştüm halbuki.

Sadece bedenimin ayakta olduğu, duyguları çekilmiş, ruhu solmuş, başkalarına hizmet eden ve tek amacı onları memnun etmek olan kızı öldürüp yeniden her şeye rağmen savaşan bir kızı dirilttiğimi düşünüp kendi çapımda iyi biri olmaya çalışırken, tüm geçmişi yakmaya çalışırken onlar yeniden canlandırmıştı.

Sürekli ama sürekli üstüme geldiler.

Elimdeki her şeyi teker teker aldılar.

Annemi,

Mustafa amcamı,

Ayşe teyzemi

Bebeğimi,

hatta neredeyse Uygar'ı.

Ben bunların hiçbirinin olmasını istemedim, hepimizin kendi yolunda ilerlemesini istedim sadece.

Tanrı kendini ne zaman gösterirdi?

Bir kere kötü yolu seçen insanlar bu yolu değiştirmeye karar verdikleri zaman buna izin verilmemeli miydi?

Önce cehenneme gidip sonra cennete gidecek insanlar gibi bu dünyada da mı üzerimizde bir damga ile gezmeli miydik?

Ya da benim suçumun günahını neden masum bir bebek ve niceleri ödemişti?

Yine de Tanrı yanımda bunu biliyorum, bunu hissediyorum.

Bugün Azrail olma görevini ben üstlenecektim.

Can, telefonu kapatınca arkasını döndü ve göz göze geldik.

"Ufuk ve Funda nerede?" diye sordum.

"Sen biraz dinlen Mine" dedi.

Soruyu ikinci kere ama bu sefer bağırarak tekrar sordum.

"Yakaladık" dedi. "Tufan yanlarında."

Öfkeli bir tonla "beni oraya götür." Diye bağırdım.

Pes etmeyeceğimi anladığı için "götüreceğim ama öne dinleneceksin."

Ezici bir ses tonuyla "ne dinlenmesi Can? Onları görmem lazım, yaptıklarının bedelini ödemeleri lazım."

"Ödeyecekler zaten!" diye bağırdı.

Öyle bir bağırmıştı ki yerimden sıçradım, bu bana ilk defa bağırışıydı, ilk defa bu kadar sert çıkışıydı.

Üzüntüden değil ama öfkeden ağlamaya başlamıştım. Sinirlenince ağlamaktan nefret ediyordum gerçekten.

Arkamı dönüp uzaklaştım.

Terasa çıktım ve bir sigara yaktım. Uzun aylar sonra ilk kez yaptım bunu. Bir önemi yoktu. Ağlamamak için kendimi sıkıyordum. Kendimi sıktıkça da canım yanıyordu.

Hiçbiri önemli değildi.

Yanıma geldi, ona bakmadım. Beni izliyordu, ben de yüksek binaları.

Ağzımdaki sigarayı aldı, kendi içmeye başladı. Bir şey dememişti ama.

"Az önce öyle bağırdığım için üzgünüm" dedi.

"Önemli değil, geç bile kaldın" diye mırıldandım.

Omuzlarımdan tutup kendine çevirdi.

"Seni götüreceğim ama biraz uzan, olur mu?" Gözlerime baktı. "Lütfen" dedi. Gözleriyle yalvarıyordu.

Onaylar şeklinde kafamı salladım ve aşağıya inip odaya geçtim, yatağa uzandım pencereye döndüm. Sessizce ağlıyordum, gözyaşlarım yastığı ıslatıyordu.

Can bana bağırdığı için ağlamıyordum. Her şeyi yavaş yavaş idrak etmeye başladığım için. Mesela gerçekten artık anne olamayacağıma ağlıyordum, bebeğimin öldüğüne ağlıyordum.

En kötüsü de neydi biliyor musunuz? Can, hiçbir zaman baba olamayacaktı ve baba olduğu günü öğrendiği gün ile bebeğinin öldüğünü öğrendiği gün aynı gün oldu.

Beni terk etse, bıraksa ve gitse ona hak verirdim.

Belki de bunu yapmalıydı.

Yatağın yan tarafı çökmüştü, Can da yanıma uzanmıştı.

Beni kollarının arasına çekti, saçlarımın arasına öpücük kondurdu.

"Özür dilerim defalarca kez" dedi.

Hıçkırıklarımın arasından "ondan dolayı ağlamıyorum" dedim.

"Neden ağlıyorsun?" diye sordu endişeli bakışlarla. "Bir yerin mi ağrıyor?"

Yüzümü yüzüne çevirdim, "benim yüzümden asla baba olamayacaksın, beni bırakırsan üzülmem" dedim.

Gözlerinden hüzün dolu bir ifade geçti.

"Bunu sorun yaptığına inanamıyorum Mine" dedi. Kırgın bir ses tonuyla. "Sence bu yüzden mi seninle birlikteyim. Çocuğumuz olmayacağı için seni terk edeceğimi mi düşündün gerçekten?"

"Bu bir sorun değil mi? Baba olmayı çok istiyordun ama sen"

"Saçmalama, bu bir sorun olabilir mi? Sen bana yetersin. Çocuğumuzun olması demek hayatımıza ortak edeceğimiz biri daha olması demek. Çocuğumuz yok diye sana olacak sevgim azalacak mı ya da olursa artacak mı? Bunun bir önemi yok ki. Sen benim dünyamsın tek başına."

Hafifçe gülümsedim.

"Bu cümleleri beni teselli etmek için söylemiyorsun değil mi?"

"Hayır tabii ki. Bir daha bu yüzden ağlama, hatta hiçbir şey yüzünden ağlama. Seni götüreceğim oraya ama gerçekten dinlenmen gerek. Yaraların tam olarak iyileşmedi ve enfeksiyon kapabilir."

Onaylar biçimde kafamı salladım, kollarının arasına girdim. Uykuya dalmadan hemen önce "seni seviyorum" diye fısıldadım. Kollarını bana sardı, güvendeydim.

Bu ona ilk defa onu sevdiğimi söyleyişimdi. Geç bile kalmıştım, onun gibi birinin hayatımda olması bile mucizeydi çünkü ben olsam beni terk ederdim.

Bir rüyadaydım, rüyada olduğumun farkındaydım.

Kaldırımda tek başına bir kız çocuğu oturuyordu, o bendim.

Kimsesiz, yapayalnız ıslak bir kaldırımda ağacın dibindeki toprağı eşiyordu, ellerinin kirlenmesini umursamadan.

Küçük bir çocuktu ama öfkeyi biliyordu. Gözlerinde acımasızlığın parıltısı vardı.

Bir şey söylemeden yanına oturdum. Huzursuzca kıpırdandı, biraz yana kaydı. Bana bakmadı bile.

Saçlarını okşadım, elimi itmedi aksine hoşuna gitmişti çünkü bana yaklaştı.

Çünkü sevgiye açtı.

Çünkü daha önce kimse saçlarını okşamamıştı.

"Gelecekte" dedim. "Çok zorlanacaksın, dünyan darmadağın olacak, sahip olduğun o kalbi paramparça edecekler ve toplamayacaklar ama her şeyin üstesinden geleceksin çünkü seni seven insanlar da olacak. Birileri tutacak ellerinden, sabret."

Ufacık kollarıyla boynuma sarıldı.

Geçmiş gelecekle buluşmuştu. Geçmiş artık daha güçlüydü, daha emindi kendinden hep olduğu gibi.

Gözlerimi açtım, Can tam baş ucumdaydı.

"Güzel bir rüya gördün sanırım?"

"Güzeldi" dedim. Yattığım yerden kalkarak.

Üç saat boyunca uyumuşum ama sanki üç yıl gibiydi.

"Sen hiç uyumadın mı?" diye sordum.

"Hayır" dedi.

"Ne yaptın bu kadar saat?"

"Seni izledim" dedi. "Seni izlemek güzel şey."

Gülümsemeden duramadım. Bu iltifatına karşılık dudaklarına ufak bir öpücük kondurdum.

"Ne zaman gidiyoruz" diye sordum banyoya girmeden hemen önce.

"Merak etme, bir yere kaçamazlar" dedi. "Tufan'ın neler yaptığını düşünmek bile istemiyorum"

"Umarım ben gitmeden öldürmemiştir onları."

Şaşkınlıkla bakmıştı.

Şaşıracak bir şey yoktu çünkü şaka yapmıyordum. Onlar hayatımızdan çıkmadan bizim bir hayatımız olmayacaktı.

Son kez gerçekten son bundan birkaç yıl önceki Mine'yi tekrar ortaya çıkaracaktım ve bunu Funda in yapacaktım.

Kendi silahını kendine doğrultmuş olacaktı.

İnsanların hayatlarına karışmaması gerekiyordu, durması gerekiyordu ama o durmayacaktı çünkü herkesin kendi gibi bir hayat yaşamasını istiyordu.

Zenginlik içinde sefalet, zenginlik içinde kindarlık ve kıskançlık.

Her şeyinin olup mutluluğunun olmaması.

Bir defalığına bile sevilmiş olmaması.

Herkesin ona itaat ettiğini düşünmesi ama içten içe kimse tarafından sevilmediğini biliyor oluşu.

Bakıp büyüttüğü, oğlum dediği kişi bile ondan nefret ediyorsa onu kim sevebilir ki?

Oğlunun bebeğini öldürdüğünden haberi var mıdır acaba?

Öğrenecekti bunu bu gece.

Hayatında ilk defa ve son defa kafasını öne eğecekti.

Onu bu gece yok edecektim.

Bugüne kadar yaptığı her şeyin intikamını alacaktım, incittiği her bedeninin cezasını çekecekti.

Ve ben asla ama asla pişmanlık duymayacaktım.

Acele işe şeytan karışır minvalinde yavaş hareket ediyorduk. Önce hep birlikte akşam yemeği yiyecektik ama Tufan hariç.

Tufan bir saniye bile yanlarından ayrılmıyormuş ayrılmadığı gibi neler yaptığını düşünemiyordum bile.

Hazırlanıp aşağıya indik yemek hazırdı, kimin masayı kurduğunu ya da hazırladığını bilmiyordum ama Tufan hariç eksiksizdik.

Beklediğimin aksine kimse gergin ya da endişeli değildi aksine bir rahatlık vardı üzerlerinde. Belki de artık Funda'yı ya da Ufuk'u düşünmedikleri için.

Sessizce yemeğimizi yerken Deniz bir an da konuşmaya başladı.

"Bugün şirkete yeni bir bilgi geldi" dedi. "Funda hakkında."

Bir anda çatal kaşık sesleri sustu, kaşlarımı çatarak Deniz'e baktım.

"Ne bilgisi?"

"Şu Ufuk'un öldürülen kardeşi hakkında."

Bir an da tüylerim diken diken olmuştu. O gece gelmişti aklıma, bahçede bana kız kardeşinin gösterdiği fotoğraf. Minicik bir kız çocuğu.

"Ne olmuş ona*" diye sordu Özgür.

"Ölmemiş" dedi.

Şaşkınlıkla ağzımı açmıştım.

"Nasıl yani?" diye sordum.

Bana bakarak "aslında Funda gerçekten öldürecekmiş ama o çocuğu babana vermiş, öldürmesi için. Baban da öldürdüm deyip İspanya'ya göndermiş ve kıza bakan aile dün buraya geri getirmiş. Zaten kısa bir süreliğine para karşılığı bakıyorlarmış. Kız on üç yaşında. Beni nasıl bulduklarını bilmiyorum ama."

"Yaa, gerçekten mi kız nerede şimdi?"

"Şirketten biri bakıyor şu an. Ufuk ile Funda'yı hallettikten sonra bakacağız. Çocuğu sahiplenmek isteyen çok iyi bir aile var, ben de tanıyorum ayrıca. Onlar sorumluluğunu üstlenebilir."

Düşüncelerimin karışıklığını hissetmiş olacak ki kafamdaki soruya hemen cevap verdi.

"Eğer Ufuk için üzülüyorsan ya da birazcık vicdan yaptıysan yapma çünkü Ufuk, kardeşini Funda'ya satmış. Biliyorsun ki Funda küçük çocukları toplayıp onları yetiştiriyor, sana yaptığı gibi. Ufuk da borcuna karşılık kardeşini vermiş yani gerçekten kardeşini seven biri ne olursa olsun bunu yapmaz. Funda'da geri vermemek için baban öldürdü yalanını söylemiş. Kardeşini bu kadar seven biri onu alan kadının yanında çalışmazdı zaten değil mi?"

Duyduklarım karşısında hayret etmiştim, gerçekten insanların bir sınırı yoktu. Gerçi Ufuk'a laf etmek ne haddime. Benim babam da beni Funda'ya satmıştı. Söz de iyiliğim için.

Konu orada kapanmıştı.

"Sen nasılsın?" diye sordu Uygar bana.

"İyi olmaya çalışıyorum" dedim.

Hayat mottom olan "her şey elbet geçer" felsefesini uygulamaya çalışıyordum. Ya da büyüklerimizin dediği gibi olmuşla ölmüşe çare yok.

Diğer türlü nasıl nefes almaya devam edebilir ki insan?

Tüm herkes dağılmıştı, yarın hep birlikte gidecektik.

Can'dan beni sahile götürmesini istedim. Tek istediğim buydu çünkü. Denizi izlemek bile başlı başına huzur veriyordu bana. Yalnız kalmak istemiyordum çünkü düşüncelerimde boğuluyordum.

Sahile yürüyerek gelmiştik, etrafı izleyerek. Pek bir şey konuşmamıştık. İkimiz de aynı şeyleri hissediyorduk çünkü.

Ayakkabılarımızı çıkarmış yan yana kumsala oturmuştuk. Dalgaların ayaklarımıza vuruşunu seyrediyorduk. Gökyüzündeki yıldızlar eşlik ediyordu bize.

"Beni yeniden yaşayabileceğime inandır" diye söyledim kısık sesle.

"Yaşayacaksın" dedi. "Beraber yaşayacağız. Keşke yaşadığın her şeyi alabilseydim senden, silebilseydim tüm yaralarını."

Kafamı omzuna koydum.

"Araf..." dedim. "Araf Nedir Can, cennet ile cehennemin arası mı?"

İç çekti, denize bakıyordu.

"Araf cennet ile cehennem arası değildir Mine. Araf, ölüm ile yaşam arasıdır. Yani Araf, sensin Mine. Araf benim. Araf biziz. Yaşam ile ölüm arasında mücadele vermeye çalışan ve neredeyse yıkılacak olan köprünün yaşam yazan ucundan sıkıca tutmaya çalışanlardır."

"Köprü yıkılırsa ne olacak?"

"Bir şey olmayacak avuç içlerimiz parçalanana kadar halatlara tutunup yine de tırmanacağız, her zaman yaptığımız gibi."

Derin bir nefes aldım. "Biliyor musun, iyi ki varsın, hep ol."

Gülüşünü duydum.

"Benim karım böyle güzel sözleri kimden öğrendi?"

Gözlerimi devirdim, "bir adamdan öğrendim" dedim.

Hemen doğruldu. "Kim o adam?"

Yüz ifadesi gerçekten çok komikti.

"Tanımazsın" dedim.

Kollarını birbirine doladı, bu küstüm oynamıyorum demekti onun dilinde.

"Kimden öğrenmiş olabilirim, senden tabii ki" dedim.

Duruşunu değiştirmeyince yanağından öptüm.

Yüzüne bir tebessüm yerleştirmişti. Bana hiç küs kalamaz ki hemen yumuşardı.

Kollarımı kaldırarak esnedim, yaşamak için hala bir sebebim vardı.

Beraber kumlara uzandık, parmaklarımızla yıldızları gösterdik birbirimize, gözlerimizle ayı takip ettik ve bulutlara isimler taktık. Şarkı söyledi bana.

Şu anı tek bir kelimeyle özetleyecek olsam "kusursuz" derdim. Kesinlikle "kusursuz."

Gözlerimi göz kapaklarımın üzerine düşen güneşin gölgesiyle açtım. Kumsalın üzerinde uyuyakalmıştık, tüm her yerim tutulmuştu. Umarım birkaç güne hastalanmazdım.

Can'ı dürttüm. Bayağı bir derin uykuda olduğu belliydi.

Anlamsız şeyler mırıldandı, çok rahatmışçasına kalkmak istemedi, ben de gıdıklamaya başladım.

Gülmekten bayılacak raddeye gelene kadar gıdıkladım. O bana yapamıyordu çünkü karnım tam olarak iyileşmemişti.

Benden kurtulmak için üstüme bir avuç dolusu kum atmıştı ve kendini kurtarmıştı.

"Sen bir iyileş Mine. Görürsün o zaman."

"Aa, tehdit mi ediyorsun beni?"

Üstünü düzeltirken imalı bir şekilde gülerek "nasıl anlarsan" dedi.

"Bunu sonra konuşuruz" dedim. "Şu an çok enerji doluyum, artık lütfen götür beni" dedim.

Pes edeceğimi düşünüp ertelemeye çalışıyordu ama gidecektim.

Onaylar biçimde aşağı yukarı kafasını salladı.

"Önce bizimkilerle kahvaltı yapacağız, sonra hep birlikte gideceğiz" dedi.

Sabırsızca hareket etmemek için çok zor duruyordum.

Diğerleriyle birlikte bir kafede toplanmıştık, benim onlarla beraber gitmemem için ikna etmeye çalışıyorlardı ama nafile.

Hayatımın katiliyle son kez yüzleşecektim.

Beni ikna edemediklerini fark ettiklerinde kabul ettiler.

Hep beraber yola çıktık. Yol gerçekten çok ama çok uzundu. İki saati aşkın bir sürede yaklaştığımızı hissetmiştim çünkü etrafta sadece boş tarlalar vardı, arabanın teker bozuk yola sürtüyordu, bazen çamur dolu çukurlara saplanıyordu. Tek bir insan bile gözükmüyordu ayrıca depolar vardı, terk edilmiş depolar.

Ufuk ile terk edilmiş hastanedeki o gece gelmişti aklıma yüzümü buruşturdum, tüylerim diken diken olmuştu.

Arabadan inince yüzüme sert bir rüzgar çarptı, kollarımı birbirine sardım. Diğerlerinin gözü benim üzerimdeydi.

Etrafa ölüm sessizliği hakimdi.

Diğerlerine ne tarafa doğru ilerlemem gerektiğini soracaktım ki birkaç metre uzakta olan Tufan'ı görmüştüm.

Hızlı adımlarla yanına gittim.

Eski bir depo kapısının önündeydi, kapı sanki dokunsam yıkılacak gibiydi. Sigara içiyordu, yarısından çoğu bitmişti.

Burada değilmiş gibi uzaklara bakıyordu. Üzerindeki beyaz gömleği kan revan içindeydi. Neredeyse kırmızıya dönecekti.

"Tufan" diye seslendim tedirgin bir şekilde.

Hafifçe başını bana döndürdü, gülümsedi. Az önce ki sert halinden eser kalmamıştı. Gözleri kan çanağına dönmüştü, yorgunluk tüm yüz hatlarındaydı ama enerjisi yerindeydi.

Elindeki sigarasını yere atıp ayağıyla basarak söndürdü.

"Hepiniz geldiniz mi?" diye sordu.

Arkamı işaret ederek "evet, geldik" dedim.

Eliyle onu takip etmemi isteyen bir hareket yaptı, ben de peşinden gittim. Diğerleri de benim arkamdaydı.

Karanlık ve rutubet kokan depoya girdik, kendime daha çok sarıldım. Depo, dışarıdan daha soğuktu.

Dar bir koridordan ilerlerken ağlamayla karışık inleme sesleri geliyordu.

Ürpermiştim.

Belki de gelmemeliydim.

Tufan, ışığı bir an da açınca gözlerimi kapatmak zorunda kalmıştım, ışığa alışmak için.

Gözlerimi tekrar açtığımda karşımda iki sandalyede oturan ve elleri, ayakları bağlı, ağızları bantlanmış Funda ile Ufuk'u gördüm.

Ufuk, tanınmayacak hale gelmişti, Tufan'ın üzerindeki kan lekelerini şimdi tam olarak anlamıştım.

Funda'ya dokunmamıştı.

Önce Tufan'a baktım, kafasıyla onayladı.

İkisine yaklaştım. Funda'nın ağzındaki bandı sertçe çıkardım. Ağzından bir inilti döküldü. Dayak yememişti ama Ufuk'tan daha beterdi.

Kaç gündür buradalardı?

Funda bir şey mırıldanıyordu. Ne dediğini duymak için eğildim.

"Su" diyordu. "Su" istiyordu.

Güldüm.

O bir bardak suyu hak etmiyordu.

Önüne dökülen saçlarını çektim ve göz göze geldik. Gözlerindeki şaşkınlık ifadesini görmüştüm, beni beklemediği açıktı. Bilincini geri kazanıyordu.

"Beni beklemiyordun sanırım."

Bu halde bile yüzüne kibirli ifadesini yerleştirmişti.

"9 canlısın Mine, ölmüyorsun bir türlü."

Kahkaha atarak "ama sen değilsin, burada öleceksin çünkü" dedim. "Senin için yarın yok Funda."

Kibirli ifadesinin yerini korku aldı.

"Ölümle yüz yüze gelmenin ne olduğunu anlayacaksın, üstüne ölümü yaşayacaksın."

Kafamı yukarı kaldırıp derin bir nefes aldım.

"Neden yaptın bunu?"

"Nedeni belli değil mi? Seni öldürmek istedim" dedi.

Sandalyenin arkasından dolaşarak "Can'ı çok seviyorsun değil mi?" diye sordum

Can'ın ismini söyleyince gerilmişti.

Soruma cevap vermemişti, hala seviyordu çünkü.

Kulağına doğru eğildim. "Can'ın sana duyduğu azıcık bir minnet bile varsa artık o da yok. Neden biliyor musun? Ben onun çocuğunu taşıyordum ve sen o gece onu öldürdün. Torunun olarak göreceğin bir bebeği öldürdün."

Önce söylediklerimi algılayamadı. Peş peşe "bebek mi?" diye sorup durdu.

"Evet, bebek" dedim. "Oğlum dediğinin kişinin bebeğini öldürdün."

Can ile göz göze geldiler. Can öyle bir nefret duygusuyla baktı ki, böyle bir yüz ifadesini ikince kere göreceğimi düşünmüyordum."

Gözlerinden yaşlar akmaya başladı. Yıkılmaz Funda Benan bir saniyede yıkılmıştı.

"Özür dilerim" diye fısıldıyordu ama ne fayda?

Kimden özür diliyordu? Hangi candan? Hangi günahından? Her özür kabul edilmez. Bazı şeylerden de özür dilenemez.

Ufuk'un ağzındaki bandı çıkardım.

Ağzından gelen kan şeffaf bandı kırmızıya bürümüştü.

Bir an da kahkaha atmaya başladı.

"Bebeğini mi öldürdüm? Dünyanın en mutlu insanı benim şu an"

Sesi depoda yankılandı.

Can'ın ne ara geldiğini bilmiyordum ama Ufuk'un gözüne attığı yumruğu görmüştüm ve Tufan'ın belindeki silahı alıp ona doğrulttuğunu.

Özgür, Can'ın önüne geçti.

"Abi, bu onun için ödül olur. Seni kışkırtmaya çalışıyor" dedi.

Can'ın öfke dolu gözleri hepimizin üzerinde dolaştı ben de takılı kaldı ve silahı yavaşça indirdi. Özgür, elindeki silahı aldı, Tufan'a geri verdi.

Kelimeler, bir kurşundan daha fazla acıtabilir.

"Çocuk demişken Ufuk. Aslında kardeşini ölüme gönderen kişinin emrinde çalıştığın Funda olduğunu biliyor muydun?"

Bakışları koyulaştı, boynunu Funda'ya çevirmeye çalışıyordu ama bunu yaparken zorlanıyordu.

"Bana, zarar verdiğin gece..." konuşurken boğazım düğümlenmişti. Yutkunduktan sonra devam ettim. "Sana gerçeği anlatmaya çalışıyordum, bir saniye durup beni dinleseydin. Burada olmayacaktın, bebeğim de benimle olacaktı."

Bebeğim... Yüreğime kor salan bir kelime.

Kaba bir sesle "ne diyor Funda bu?" dedi.

Funda cevap vermeyince sandalyede debelenmeye başladı.

"Cevap ver bana!"

İstediğim oluyordu. Ne de olsa yüzleşmesi gerekenler elbet yüzleşirdi.

Kaçış yok.

Yiyin şimdi birbirinizi diye mırıldandım.

"Sende bu kadar aptal olmasaydın Ufuk" dedi Funda. Küçümseyici bir tavırla.

Ufuk, ağzındaki kanı tükürdü.

"Neden?" diye acı acı bağırdı. "O daha çocuktu."

"Böyle şeylerden etkilenmiyorum" dedi. "Benim alanım zaten çocuklar, onlara istediğin gibi şekil verebilirsin."

"Verememişsin ama" dedi Ufuk. "Büyüttüğün iki çocuk bu gece seni burada öldürecekler" dedi.

"Seni de öldürecekler" dedi Funda. "Onlar senin gibi aptal mı?"

Araya girerek "içinizden ne geçiyorsa söyleyin birbirinize bu son konuşmanız olacak" dedim.

Tufan, Funda'ya yaklaşıp "yıllardır bu anı bekliyordum, Mihre'nin intikamı için."

Funda ağzında cık cıklayarak "Mihre de vardı değil mi? Şu ilk aşkın olan, aşkından ölüp bittiğin kızı da ben aldım elinden."

Funda'nın yüzüne tokat attım. Yanağı yana savrulmuştu, attığım tokat depoda yankılanmıştı. Çok daha fazlasını hak ediyordu.

"Kes sesini!" diye bağırdım.

"Aşkından ölüp bittiğin diyorsun ya Funda. Sahiden bugüne kadar kimse sana aşık oldu mu? Sevilmeyi hiç tattın mı? Bir kere bile sevgiyi tatmadan mı öleceksin yoksa?"

Gözlerindeki kırgınlığı gördüm, bazı duyguları saklayamıyordu.

Yutkundu, cevap vermedi.

"Sen bugün öleceksin, bir an da ortadan kaybolacaksın ve kimse seni araştırmayacak, aksine mutluluktan kafayı yiyecekler."

Saçlarından tutarak kafasını geriye eğdim.

"Yıllarca kendini babamın seni sevdiğini düşünerek harcadın ama içten içe senden nefret ettiğini biliyordun değil mi? Seni kimse sevmedi, kimse sana bir saniyeliğine bile değer vermedi."

İç çektim.

"Ne acı ve ne boşa geçmiş bir hayat. Çok zengin bir kadınsın, istediğin her şeyi insanları öldürerek elde eden birisin ama burada, bu gece bitecek. Hiçbir şeyin önemi yok artık. Herkesin aklında nefret edilen biri olarak kalacağını ve öldüğün için mutlu olacağımızı unutma."

Gözleri Can'a döndü. Duvara yaslanmış bir şekilde sadece izliyordu.

"Can, özür dilerim" dedi. "Affet beni"

"Affedilecek neyin var?" diye sordu Can.

Kafasını öne eğdi.

Uygar, elindeki benzin bidonunu depoya dökmeye başladı. Dökülmedik yer bırakmadı en sonunda Ufuk ile Funda'nın da üzerine dökmeye başladı.

Onları bırakacağımızı ve böyle şeyler yapmayacağımızı düşünüyorlardı.

Bu sefer vicdan yoktu.

Gerçek anlamıyla yanacaklardı.

Funda, "siz böyle biri değilsiniz, yapmayın lütfen. Sizi rahat bırakacağım" diye çığlık atıyordu.

"Hayır, tam olarak böyle biriyiz biz" dedim. "Bizden aldıklarını geri getirebilecek misin?"

Ufuk, hiçbir şey demiyordu. Kardeşinin etkisindeydi hala ve büyük ihtimalle yaşadığı hayat geçiyordu gözünün önünden.

Bizimkilere baktım, bir tanesinin bile gözünde acımaya dair iz yoktu. Onların acımasız tarafını ilk defa görüyordum.

Özgür, "demek istediğiniz son şeyler var mı? Sonuçta hayat bizim için devam ediyor hala, yapacak işlerimiz var."

Funda acı acı bağırıyordu, çaresizliğin ne olduğunu öğrenmişti artık.

Sustular, diyecek bir şeyleri yoktu. Ufuk, hiçbir çaba içinde değildi, hak ettiğini biliyordu. Ölmek için can atıyordu. Ona kardeşinin yaşadığını söylemeyecektim. Ölü biliyordu, öyle kalacaktı. Zaten bir önemi yoktu. Kardeşi artık güvenli ellerdeydi.

Tufan, elindeki çakmağı açıp kapatıyordu.

Deniz, "artık bitirmenin zamanı geldi" dedi.

Can, hiçbir şey söylemedi. Gözlerindeki nefretle Funda'ya bakıyordu ve Funda'nın son gördüğü bakış bu olacaktı.

Hepimiz dışarıya çıktık, İçeriden bağırma sesleri geliyordu.

Bu eski depoya baktık.

Tufan çakmağı yaktı, kapıdan içeriye attı.

Ateşin bu kadar hızlı yayıldığını ilk defa görmüştüm.

Gecenin karanlığı yerine alev rengine bırakmıştı.

Hala bağırma seslerini duyuyordum.

Susmaları onlar için daha iyiydi. En azından boğazlarından aşağıya ateş inmezdi.

Acının ne olduğunu tadacaklardı, kaç yüreğe ateş düşürdüklerini anlayacaklardı. Geriye küllerinin bile kalmayacağı gerçeğiyle sarsılacaklardı.

Ve öleceklerdi.

Onlar bir kurşunla ölmeyi hak etmiyorlardı.

Artık seslerini duymuyordum, tüm depo alev alev yanıyordu.

Arkamızı döndük, hep birlikte geriye yanan bir depo bırakarak yürümeye başladık.

Sanırım bitmişti.

BÖLÜM SONU

SELAMLAR, BU FİNALDEN ÖNCEKİ SON BÖLÜMÜMÜZDÜ.

ŞİMDİ SİZDEN BİR ŞEY RİCA EDECEĞİM. FİNAL BÖLÜMÜNÜ YAYINLAMADAN HEMEN ÖNCE GİRİFT İÇİN FOTOĞRAF ALBÜMÜ YAPACAĞIM. YANİ ŞÖYLE BİR ŞEY OLACAK; SİZ BANA GİRİFT DENİNCE AKLINIZA GELENLERİ YORUMA YAZACAKSINIZ . BEN DE O ÇAĞRIŞIMI VEREN FOTOĞRAFLARI BULACAĞIM VE FİNALDEN HEMEN ÖNCE BİR BÖLÜM OLARAK YAYINLAYACAĞIM. BU BİR ANI OLARAK KALACAK.

DAHA AÇIKLAYICI OLMAM GEREKİRSE ÖRNEĞİN; MİNE, KEMAN ÇALMAYI SEVİYOR DEĞİL Mİ? ONU YANSITAN BİR FOTOĞRAF KOYACAĞIM, GİRİFT SİZE SAHİLİ Mİ ANIMSATIYOR? ÖYLE BİR FOTOĞRAF BULACAĞIM. İSTEDİĞİNİZ KADAR YORUM YAPABİLİRSİNİZ. KARAKTER ADI YAZMANIZA GEREK YOK.

ŞU ŞEKİLDE; KEMAN, SAHİL, LAVANTA, ARKADAŞLIK...

AKLINIZA HER GELDİĞİNDE YAZARSANIZ ÇOK MEMNUN OLURUM. EKLEMEK İSTEDİĞİNİZ VE KARŞINIZA ÇIKAN FOTOĞRAFLAR OLURSA BANA MUTLAKA INSTAGRAMDAN ATIN  HEP BİRLİKTE GÜZELCE VEDA ETMEK İSTİYORUM.

AYRICA FİNAL İÇİN AKLIMDA ÇOK GÜZEL BİR ETKİNLİK VAR:)

EĞER KİTABI SEVDİYSENİZ ARKADAŞLARINIZLA PAYLAŞABİLİRSİNİZ.

FİNAL TARİHİNİ AÇIKLIYORUM; 24 EYLÜL.

SİZİ SEVDİĞİMİ UNUTMAYIN.











Continue Reading

You'll Also Like

2.2K 121 73
İlk paylaştığım wattpad kitap öneriler kurgu da girmiyom o yüzden wattpad kitap öneriler 2 yayıldım
Belki By أ

Romance

2K 165 18
Lakin anlayamadığım şey niçin aklımda hep Cemal Süreyya 'nın Hamza şiiri yankılanıyordu.. HAMZA Büyük bir ihtimalle ölmüştük Şehir kan kıyametti aya...
98.3K 6.4K 37
Wattys 2022 Romantizm Ödülü Kazananı "Benim yerim senin yanın." Aslında böyle başlar her hikâye. Bir sözle, bir anla, bir ritimlik zamanla...Âniden...
10.6K 1.4K 110
"Ey Kur'ân'ı taşıyan! Seni özel kılmıştır Rahmân. Lütuf ve cennet taçlarıyla, Tarifsiz bir huzur ve güzel rızıklarla. Ey durmaksızın bu yüce zikri ve...