İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.5K 2.3K 958

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

22

495 37 31
By MSHanDeniz

"Ben vaktinde yetişmeseydim canından olacaktın, hala konuşuyorsun!"

Mustafa ağabeyim ile Selim Has Bahçe'de yürüyorlardı. Yanlarına yaklaşırken Mustafa ağabeyimin sinirle Selim'e bağırdığını duydum. Kaşlarımı çattım.

"Ne demek bu Mustafa ağabey?" diye sordum kendimi belli etmek için.

"Selim sana her şeyi teferruatıyla anlatır. Sen hünkarımızdan haber ver, nasıl?"

"Biraz ateşi yükselmişti lakin şimdi daha iyi."

Mustafa ağabeyim bir şey söylemeden arkasını dönüp saraya doğru yürüdü. Ben de Selim'in karşısına geçtim.

"İşittiklerim doğru mu Selim, yeniçeri canına mı kastetti?" Selim bir şey söylemeyip yalnızca başını salladı. "Nasıl cüret ederler buna?"

"Nasıl mı? Mustafa ağabeyimin tahta ne kadar yakın olduğunun farkındalar, bundan güç alıyorlar. Bunun cezasız kalacağını sanıyorlar zira haksız da sayılmazlar. Mustafa ağabeyim tahta geçerse başta Ferhat Ağa olmak üzere hepsi taltif edilir, mükafatlandırılır. Mustafa ağabeyim de beni onların önüne atar ve emin ol seni de kardeşim."

*

"Allah biliyor, hünkarımızın sıhhatine kavuşmasını kalpten istiyorum. Buna rağmen Mihrimah'ın söyledikleri allak bullak etti beni, bu lafları duymayı hak edecek ne yaptım ben?" diye sordu ağabeyim.

Birlikte Has Bahçe'de dolaşıyorduk. Mihrimah ağabeyimi oldukça üzmüş, ona olur olmaz laflar etmişti. Ona kızmak istiyordum lakin ablamın da babamın hastalığından ötürü ne kadar üzgün olduğunu biliyordum.

"Senin bir kabahatin yok ağabey. Hünkarımızın hali, bu git-geller onu hayli üzdü. Herkesin asabı bozuk."

"Haklısın, validesinin tesiri altında kalmış belli ki." Bir şey söylemeyip gözlerimi kaçırdım. "Bağışla beni kardeşim, düşüncesizce konuştum. Aklımdan geçenler bunlar değildi."

"Validemin gücü, kuvveti herkesin malumu. Tesir altında kalmış olabilir ancak Mihrimah hatasını anlar, mutlaka gönlünü alır," dedim ve elimi ağabeyimin omzuna koydum.

"Benim de temennim bu."

Birkaç gün sonra babam tamamen iyileşmişti. Herkesi odasına çağırdı ve son kez görmek istedi, ondan sonra hepimiz sancaklarımıza dağılacaktık. Onun elini öptükten sonra önce kadınlar çıktı, ardından da biz. Cihangir ile benim daireme geçecekken Selim'in seslenmesiyle arkamı döndüm. Yanında Rüstem Paşa vardı.

"Ogeday, Cihangir. Mustafa ağabeyimle birlikte kurduğunuz hayaller suya düştü, bakalım şimdi ne yapacaksınız?"

"Sen şimdi görürsün ne yapacağımı!" Sinirle onun üzerine yürürken yolum Rüstem Paşa tarafından kesildi.

"Şehzadem böyle bir günde, bilhassa burada zinhar yakışık almaz."

4 YIL SONRA

-Mahnisa Sultan

Sarayın ücra bir köşesine buluşacağım hatunun yanına gittim. O çoktan gelmiş, beni bekliyordu. Beni gördüğünde eğilerek selam verdi.

"Getirdin mi?" diye sordum gergince.

Elindeki keseyi bana verdiğinde ben de benim elimde olan altın kesesini ona verdim. "İnşallah işe yarar hatun, seni pek methettiler."

Kadın keseyi aldıktan sonra tekrar selam verip gitti. Ben de daireme doğru yürürken yolum Lala Mustafa Paşa tarafından kesildi. Bu adam nasıl her şeyden haberdar olabiliyordu böyle?

"Siz ne yapıyorsunuz burada?"

"Ben de size bunu sual edecektim sultanım. Kimdir bu hatun, bu aralar tekinsiz hatunlar saraya girip çıkmaya başladı." Ofladım.

"Üzerinize vazife olmayan işlere karışmayın Lala Mustafa. Mütemadiyen peşimde olmanızdan çok sıkıldım. Bu böyle devam ederse bu saray ikimize dar gelir."

"Söz konusu olan şehzademizin emniyetiyse her şeye karışırım."

Elini uzattı. Gözlerimi devirerek elimdeki keseyi onun eline bıraktım. İçini açtığında kaşlarını çattı.

"Nedir bunlar sultanım, siz yoksa şehzademize büyü mü yaptırıyorsunuz? Bu çok ağır bir suçtur."

"Bunun şehzademizle bir alakası yok, kendim için yaptırdım. Malumun üzere şehzademize hala bir evlat veremedim." Sözlerime karşılık başını iki yana salladı.

"Belki de hayırlısı budur sultanım, yüce Rabbimiz böyle münasip gördüyse vardır bunun bir hikmeti."

Ofladım. Beni anlamıyordu, anlamayacaktı. Şehzade Orhan ve Osman'ı çok seviyor, kendi şehzadelerim gibi seviyordum lakin onların bir valideleri vardı zaten. Ben onları ne kadar kendi oğlum gibi görüp sevsem de onlar beni asla valideleri kadar sevmeyeceklerdi. Artık benim de şehzademize bir evlat, mümkünse oğlan, vermem şarttı.

*

Üfürükçü kadınlardan biri yine dairemdeydi. Tütsüler yakılmış, dualar edilmişti. Bu sefer göbeğime de dualar yazıyor, şekiller çiziyordu. İşi bittiğinde göbeğimi kapattım ve ayaklandım.

"Muskalar, şifalı otlar, hepsini denedim. Bu sefer muvaffak olabilecek miyim, şehzademe bir evlat verebilecek miyim?" diye sordum umutla.

"İnşallah sultanım, elimizden geleni yapıyoruz. Rabbimiz elbet dualarınızı işitecektir."

"İnşallah," dedim ve yandaki masada duran altın kesesini alıp kadına verdim.

Kadın selam verip çıktığında çıktığı kapıdan Şehzade Ogeday girdi. Onu gördüğümde biraz tedirgin oldum çünkü bu tür işlerden pek hoşlanmıyordu. Ben de bayılmıyordum lakin yapmak zorundaydım.

"Mahnisa, ne işi var bu kadının burada?"

"Kızdın mı?" diye sordum merakla. Başını iki yana salladı.

"Sen nasıl istiyorsan öyle olsun." İki elini de omuzlarıma koydu ve okşadı. "Devam etmek istiyorsan, bütün bunların işe yarayacağını düşünüyorsan devam et."

"İnanıyorum Ogeday, bir gün mutlaka senin canından bir parça taşıyacağım içimde."

"Sana bunu daha evvel de söyledim, manasız yere üzüyorsun kendini. Zaten bu sarayın bahçelerinde, odalarında çocuk sesleri hiç eksik olmadı ki." Ofladım.

"Allah evlatlarına uzun ömür versin. Onları da en az senin kadar seviyorum lakin benim arzum bu cihana ikimizden iz taşıyan bir can getirmek." Gülümseyerek başını salladı.

"Acem seferi ilan edilmiş, yakında gideceğim." Bakışlarımı yere indirdim üzgünce. "Mahnisa?"

"Yine ayrılacağız, öyle mi?"

-Şehzade Ogeday

"Beni saltanat naibi yapar mı bu kez, ne dersin lala?" diye sordum lalama.

"Bu dediğiniz biraz zor şehzadem, doğruya doğru hünkarımızın yokluğunda bu yüce devleti idare edebilecek kabiliyete sahipsiniz ve fakat Şehzade Selim'in naiplik hususunda bir adım ileride olduğunu kabul etmek lazım." Başımı salladım.

"Biz de cenk meydanında kılıç sallarız, ne yapalım? Asıl bunlardan daha mühimi, Mustafa ağabeyimin vaziyeti. O da bu sefere katılsa Acem topraklarında muvaffak olacağımıza dair içimde bir umut yeşerirdi."

"Fazla umutlanmayın şehzadem, muhtemelen sancağında kalacaklardır." Hüzünlü bir şekilde tebessüm ettim.

"Doğru, sancağında kalacak ve sessiz sedasız bu vaziyeti kabullenecek. Bazen Mustafa ağabeyimin yerinde ben olsaydım ne yapardım diye düşünüyorum, biliyor musun lala? Hünkarımızın cennetinden defalarca kovulsam, reayanın sevgisi arkamda olsa, yeniçeri ağzımdan çıkacak tek bir lafa bakıyor olsa.."

"Ne yapardınız şehzadem?" diye merakla sordu lalam.

"Mustafa ağabeyim kadar sabırlı olmayacağım aşikar."

*

"Ogeday, hoş geldin safalar getirdin," dedi validem bana sarılırken. Validem, Mihrimah ve Cihangir beni karşılıyordu.

Babam beni sefere götürmeyi seçmeyip saltanat naibi olarak tayin etmişti. Bu habere şaşırmış olsam da sevinmiştim. Lakin yine de Mahnisa'dan ayrılmak zorunda kalmış, onu yanımda saraya getirmemiştim zira hala hünkarımızın nikahımızdan haberi yoktu.

"Seni burada görmek ne hoş," dedi Mihrimah gülümseyerek.

"Hoş, bir o kadar da tuhaf. Hünkarımızın Selim yerine beni saltanat naibi tayin etmesi hayli şaşırtıcı. Emri aldığımda nutkum tutuldu." Validem ve Mihrimah birbirlerine baktılar. Sonra validem bana döndü.

"Bunda şaşıracak ne var Ogeday? Bana kalırsa hünkarımız böyle bir karar vererek hem senden hem Selim'den vazgeçmediğini göstermek istemiş."

"Hünkarımızın Mustafa ağabeyimden vazgeçtiğini mi ima ediyorsunuz validem?" diye sordu Cihangir.

"Şehzade Mustafa'nın son yaptığından sonra bu tabii." Validemin sözlerine kaşlarımı çattım.

"Ne demek bu, Mustafa ağabeyim ne yapmış ki?" diye sordum merakla ve hepsine tek tek baktım.

Hep birlikte oturduk. Validem bana olayı anlattı. Mustafa ağabeyimden düşmanımız olan Şah Tahmasp'a mektup gittiğini söylüyordu. Ne düşüneceğimi şaşırmıştım. Mustafa ağabeyimin böyle bir şey yapacağını düşünmüyordum lakin validem de bu konuda yalan söylemezdi.

"Mustafa ağabeyimin bu olayda hiçbir kabahati yok, alenen tuzak kuruldu ve ne yazık ki o tuzağı kuranlar bu kubbenin altında," dedi Cihangir sinirle. Hiçbirimizin yüzüne bakmıyordu.

"Ağzından çıkanı kulağın işitiyor mu senin? Bu ne cüret, bu ne saygısızlık böyle? Hakikati kabul et artık, Mustafa ağabeyin sandığın kadar masum değil."

"Validem diyelim ki siz haklısınız, Mustafa ağabeyimin ödeyeceği bedel ne? Canı mı?" diye sordum valideme bakarak.

"Orası hünkarımızın takdiri, ben bilemem."

"Fakat sizin arzunuz bu, öyle değil mi?" diye sordu Cihangir sinirle.

"Yeter artık! Bu mesele hünkarımızla Mustafa ağabeyim arasında, biz karışamayız," dedi Mihrimah sertçe.

"Bu mesele Mustafa ağabeyimle hünkarımızın arasında değil, iyiler ve kötüler arasında Mihrimah. Ve ben iyinin, haklı olanın yanında olacağım. Son nefesime kadar da bu böyle olacak."

Cihangir ayağa kalkıp validemin dairesini terk ettiğinde ben de valideme selam verip kardeşimin peşinden gittim.

"Cihangir, dur!" diye bağırdım ve ona yetişip kolunu tuttum. "Böyle yaparak bir yere varamayız kardeşim, keskin sirke küpüne zarar."

"Hazmedemiyorum Ogeday, Mustafa ağabeyime bu yapılanlar kanıma dokunuyor."

"Biliyorum, haklısın. Ben de senin gibi düşünüyorum, Mustafa ağabeyimin masum olduğuna eminim ancak böyle olmaz. Makul davranmalıyız. Hünkarımız.. hünkarımız Mustafa ağabeyimden şüphe ediyor olabilir ancak bu geçici, Mustafa ağabeyim hünkarımızın karşısına çıkıp konuştuğunda mesele hallolacaktır."

"O kadar kolay mı sence?" diye sordu endişeyle.

"Canına kıyacak değil ya."

Akşam olduğunda Cihangir ile birlikte babamın yanına gittik. Selam verdikten sonra bana uzattığı elini öptüm. Ardından Cihangir de öptü.

"Hünkarım, saltanat naibi tayin ederek beni bahtiyar ettiniz. İnşallah bu lütfunuza layık olurum."

"İnşallah Ogeday," dedi babam gülümseyerek.

"Hünkarım saraya gelir gelmez Mustafa ağabeyim hakkında söylenenleri işittim. Bu hususta kardeşim Cihangir'le aynı fikirdeyim, Mustafa ağabeyime itimadım tam. O size ihanet edecek tıynette biri değil, hiç olmadı." Daha devam edecektim lakin babam elini kaldırarak beni durdurdu.

"Başka söyleyeceğiniz bir şey yoksa çekilebilirsiniz."

"Hünkarım ben de Acem seferine katılmak istiyorum," dedi Cihangir kararla.

"Bundan önceki seferde yaşadıklarını unuttun herhalde Cihangir."

"O sefer tecrübe oldu benim için hünkarım, aradan 4 sene geçti. Şimdi daha çok hazırım sizinle sefere çıkmaya. Müsaade edin, yanınızda olayım."

Babam, kardeşimi onayladı ve sefere katılmasına izin verdi. Başka söyleyecek bir şeyimiz olmadığı için dairesinden çıktık ve kendi dairelerimize doğru yürümeye başladık.

"Görüyorsun işte, hünkarımız Mustafa ağabeyime hayli öfkeli."

"Sefer esnasında sana büyük vazife düşüyor kardeşim. Ne yap et, ağabeyimizi hünkarımızın gazabından koru." Elimi omzuna koydum. "Sana güveniyorum Cihangir."

"Elimden geleni yapacağım Ogeday, şüphen olmasın. Gerekirse Mustafa ağabeyimin önüne siper olacağım."

Birkaç gün sonra sefere çıkıldı. Hünkarımız ve kardeşim Cihangir'i yolcu ettikten sonra hünkarımızın terasında yanıma Sokullu Mehmet Paşa geldi.

"Kulağıma çalınıyor Sokullu, son dönemlerde hünkarımızla epey yakınsın. Zaten öyle olmasa seni müsahip vezir yapmazdı."

"Hünkarımızın lütfu, şehzadem."

"Hünkarımızın Şehzade Mustafa'ya ne ceza vereceğinden haberin var, öyle değil mi? Biliyorsun," diyerek ağzını aradım.

"Hayır şehzadem. Bildiğim tek bir şey var, o da bu hadiselerin neticesinde sizin kazançlı çıkacağınız. Tıpkı Şehzademiz Selim Hazretleri gibi." Kaşlarımı çattım.

"Beni Selim'le karıştırma paşa, böyle şeylerden medet ummam ben."

"Sizin iyi niyetinizden en ufak bir şüphem yok şehzadem lakin bir de hakikatler var, bu bir denge oyunu. Şehzadelerden birinin aleyhine olan diğerinin lehine olur."

"Sen inanıyor musun Mustafa ağabeyim hakkındaki yalanlara?"

"Meselenin aslı bu değil şehzadem, bu sadece bardağı taşıran bir damla. Meselenin aslı şehzademizin ardındaki güçtür ve bu gücün hünkarımızın iktidarını gölgeliyor olmasıdır."

"Bir babanın kendi evladını rakip gördüğünü mü söylersin?"

"O yalnızca bir baba değil, bir cihan hükümdarı. Ne yazık ki şehzadelerimiz çoğu zaman bunu unutuyorlar."

Konuşmamızın ortasında bir ağa gelip Mihrimah'ın geldiğini söyledi. Kardeşimin geldiğini duyunca Sokullu Mehmet Paşa gitmek için izin istedi. O gittiğinde aynı kapıdan Mihrimah geldi ve bana gülümsedi.

"Hünkarımızın seni saltanat naibi olarak tayin etmesi gayet yerinde bir karar, bu vazifeye Selim'den çok sen layıksın."

"Hünkarımızın bu lütfuna mazhar olmak hayli sevindirici Mihrimah ama sefer esnasında ordugahta olmayı daha çok isterdim. Aklım fikrim orada, Mustafa ağabeyimde." Mihrimah ofladı.

"Sen bunlarla kafanı yorma, vazifenden başka bir şey de düşünme." Ellerimi arkamda birleştirip ona doğru yürüdüm.

"Elimde değil Mihrimah. Mustafa ağabeyim ihanet etmez, iki cihan bir araya gelse bu mümkün değil." Mihrimah başını iki yana salladı.

"Yapmış işte, belli ki kanına girmişler."

Akşam olduğunda babamın tahtında otururken daireme validem geldi. Onu gördüğümde kalkmak istedim lakin "Rahatsız olma," diyerek beni durdurdu ve yanıma oturdu.

"Şehzade Mustafa'yı mı düşünüyorsun?" diye sordu merakla.

"Başka ne olabilir validem? Aklım, fikrim ordugahtan gelecek olan haberde."

"Mustafa ağabeyini düşündüğün kadar Selim ağabeyini yahut Cihangir'i düşünüyor musun peki?" Kaşlarımı çatarak ona döndüm. "Ordugahta işler karışırsa ilk hedef onlar. Yeniçeri fırsatını bulursa hiç durmaz, isyan bayrağını açar. Selim yangının ortasında kalır, yeniçeriyle kardeşinin arasındaki hadiseler malumun. Ona kin duyuyorlar. Cihangir desen hassas ve kırılgan, ruhu dahi yaralansa zayıf bedeni o acıya dayanamaz. Peki bunları düşünüyor musun?"

"Demek annelik böyle bir şey, evladından gayrı her türlü felakete kör ve sağır olmak. Peki kardeşlik ne demek, bilir misiniz validem? Kardeşlik kardeşinin, ağabeyinin gözlerinin derinlerine bakıp sevgiyi görmek demek. Kalbinin içindeki sıcaklığı hissetmek, o kalplerin birlikte atması demek. Bunun için aynı anneden doğmaya lüzum yok." Ayağa kalktım ve valideme sırtımı döndüm. "Korkuyorum validem, Mustafa ağabeyimin başına bir felaket gelecek ve benim ruhum dahi işitmeyecek diye korkuyorum."

*

Haremden gelen sesler daireme kadar ulaştığında dairemden çıkıp hareme doğru yürüdüm. Mihrimah haremin kapısının önüne çökmüş, ağlıyordu. Başında Fatma Sultan ve Gülfem Hatun vardı. Onu öyle görünce aceleyle gidip önüne diz çöktüm.

"Mihrimah, ne oldu?" diye sordum ve bana bakması için çenesini tuttum.

Çenesindeki elimi avuçlarının içine aldı. Deniz mavisi gözlerini bana dikerek acıyla konuştu. "Mustafa ağabeyim.."

"Konuş, Mihrimah. Ne olmuş Mustafa ağabeyime, söyle," diyerek korkuyla sordum.

"Hünkarımızın hükmüyle idam edilmiş."

Mihrimah başını eğerek ağlamaya devam etti. Haremdeki hatunlar şaşkınca fısıldaşırken Fatma Sultan ve Gülfem Hatun da acı ve şaşkınlık içinde ağlamaya başladılar.

Sinirle ayağa kalktım, bana hesap vermesi gereken bazı kişiler vardı. Rüstem'in dairesine doğru yürürken onu ve validemi koridorda görüp arkalarından bağırdım.

"Rüstem Paşa!" Beni duyduğunda ikisi de durdu. Karşısına geçtiğimde konuşmaya devam ettim. "Duyduklarım doğru mu, Mustafa ağabeyim idam mı edildi?"

"Doğrudur şehzadem, başımız sağ olsun."

"Seni ahlaksız köpek, bir de utanmadan baş sağlığı mı diliyorsun?! Sen bizimle alay mı ediyorsun? Siz kıydınız benim Mustafa'ma, siz katlettiniz onu zalimler!" diye bağırdı bize yaklaşırken Fatma Sultan.

"Sultanım acınızı ve öfkenizi anlıyorum lakin bu hadisenin bizimle bir alakası yok, hünkarımızın hükmü. Kim karşısında durabilir ki?" diye sordu validem sakince.

"Tuzak kurdunuz ona. Yalanla, iftirayla kanına girdiniz. Allah'ım, bu nasıl bir günah? Bir babayı evlat katili yaptınız!" Gülfem Hatun'un da ağlayarak bağırmasıyla validemin karşısına geçtim.

"Neler duyuyorum validem?"

"Ogeday, arslanım-" Validem elini omzuma koyacağı sırada geri çekildim.

"Dokunmayın bana, ellerinizde ağabeyimin kanı var."

"Şehzadem, validenizi böyle bir şeyle nasıl itham edersiniz?" diye sordu Rüstem. Sinirle ona doğru döndüm.

"Asıl seni itham etmek lazım. Oradaydın, değil mi? Bizzat sen ağabeyimi çukura ittin, değil mi?!" Rüstem başını iki yana salladı.

"Mutlu musunuz artık, mutlu musunuz? Önünüzde kimse kalmadı, değil mi? Zafer artık sizin. Hadi gidin, ne duruyorsunuz? Kutlayın bu kirli zaferinizi!" dedi Gülfem Hatun ağlayarak.

"Şehzade Mustafa'yla yıldızımızın barışmadığı doğru lakin kutlama da yapacak değilim, bu elim hadise karşısında ben de çok müteessirim," dedi validem de arkasını döndü.

"Ne kolay yalan söylüyorsun, ne kolay kabul ediveriyorsun Mustafa'mın öldüğünü! Ne kolay öyle deyiveriyorsun, ne kolay kıyıverdiniz siz! Katiller, siz katilsiniz! Masum bir adamın canına girdiniz, kanına girdiniz katiller!" diye bağırarak validemi durdurdu Fatma Sultan.

"Rüstem'le beni itham etmek kolay lakin unutmayın, Şehzade Mustafa'nın ölüm emrini veren ben değilim. Şehzade, hünkarımızın iradesiyle idam edildi. Madem öfkelisiniz ve öfkenizin hesabını sormak istiyorsunuz o halde hünkarımız gelince onun karşısına çıkarsınız."

Continue Reading

You'll Also Like

70.2K 5.8K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
5.6K 295 56
bir baska hayatta bir baska zamanda tutusan eller goren gozler ile atar mi kalpler yine ayni yada soner mi askin alevi
6.8K 618 21
ѕєиι ѕєνмєктєи ∂єğιℓ, вυиυ ѕαиα ѕöуℓємєктєи ναzɢєçтιм |тєχтιиɢ| [Tamamlandı]
9.2K 275 23
diziden biraz hatta cok fazla farkli