LALELERİNDEN SERİSİ

By arssnoctis

8.7K 1.8K 23.9K

"İntikamın kokusu geliyor her cesetten, biz gerçeğiz ve bizde yalan yok." SE. Adaletin olmadığı bir ülke düş... More

LALELERİNDEN SERİSİ
SİYAH EMARE
1. KÜLLERİ
3. ÇOCUKLUĞUMUZ
4. BEYAZ ZAMBAK
5. ADALET ÇIKMAZI
6. ÖRGÜT LİDERİ
7. ACININ KRALI VE UMUDUN KRALİÇESİ
8. BULANIK ZİHİNLER
9. KANLI NOEL
10. ÖLÜM KOKAN TOPRAK
11. MATEM ÇİÇEKLERİ
12. YALNIZLIK
13. YALAN SAVAŞLAR
14. BİR MASAL KAHRAMANI
15. KIRGINLIĞIN TUTKUSU
16. MASUMLUĞUN OTOPSİSİ
17. MEKTUPLAR
18. MATEM ÇİÇEKLERİ
19. ATEŞİN PARÇASI
20. AZABIN ÇAĞRISI
21. VİCDAN MAHKEMESİ
BEYAZ EMARE
BEYAZ EMARE: 1. SUSTUĞUN HER SANİYE

2. ÖLÜMÜN PARODİSİ

478 111 1.5K
By arssnoctis

Bu kitapta bahsi geçen karakterler, kurumlar ve olaylar her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir ve kalemime aittir.

İyi okumalar güvercinlerim.  

Sarp Palaur, Belki ♪







Bir acının anatomisi, son gün yaşanacak ölümün parodisi.

Hayat saçmaydı, kendini tahtında tatmin etmeye çalışanların altında zayıfların ezilmesi kadar. Verilen sözlerin yerle bir edilmesine rağmen her defasında suçu karşıda aramak kadar. Bu sözler de bazen birer birer unutuluyordu, insanların bu sözlere rağmen çekip gitmeleri neden unutulmasın ki?

 Cennete gitmek için ölmek gerekirdi ve ben ölmek istiyordum.

Peki siz kaç kere öldünüz? Nefes alırken kaç kere öldünüz ha? Sahte arkadaşlıklardan ihanete kaç kere uğradınız, kaç kere duyuldu kasvet sesinizden kırgınlığınız, kaç kere annenizi andınız dünyanın zorluğunda, kaç kere hayalleriniz büyük olmasına rağmen hayatınız küçüldü, kaç kere?

Kaç kere her şeye rağmen kendinizi affettiniz?

Ölümü kaç kere hayal ettiniz?

Vuramadım yüzüne yüzüne. Kanamasını durduramadım, Sokak Güvercini'nin kanatları kanamaya devam etti. Yüzüne vuramadım, gittim buralardan. O öldüğünde kimseye ruhumu açamadım, vuramadım, duyuramadım sesimi. Bir onunla dertleştim, bütün içimi ona döktüm. Babama, Barış Demir Deniz'e...

Mesajlaşmalara girip babamı seçtim, ağır basıyordu duygularım ama tek çare o mesajlardı. Beni ayakta tutan bu mesajlardı. Tek bir kelime yazdım.

Özledim...

Bir insanın pek çok acısı vardır. Acıların en ağır olanı, yaraların en çok kanayanı da insanın çok sevdiği birisini kaybetmesiydi benim için. Gücünü acılarından alan insanlar tanıdım. Ne olursa olsun pes etmeyen insanlar... Ben pes etmemeyi babamdan öğrendim, benim hayatımın kahramanı babamdı. Gücü, gülüşü, kokusu, bakışı bir başkaydı. Babamın bakışlarında bir savaşçı görüyordum. Ayaz'ın bakışları da bana tanıdık geliyordu çünkü onun bakışlarında gördüğümü babamda da görmüştüm. Sanki onunda korumak istediği birisi vardı, sanki onun da dokunmaya kıyamadığı birisi vardı. Annem ise çok merhametliydi, güçlü bir kadındı. Bana "keşke" demek yerine "iyi ki" demeyi o öğretti. "Keşkeler geleceği bulandırır, iyi ki demeyi öğren." derdi hep.

Bıktım günlerin geçmemesinden, geçse bile hiçbir şeyin değişmemesinden. 

Kendimi bu düşüncelerden sıyırıp nihayet toparlayınca görev için akademiye gittim, akademinin hâlâ negatif enerji veren bulutları dağılmamıştı. Binaya girdim, merdivenlerini çıktım ve sınıfa doğru yürüdüm. Sınıfa ilk girdiğimde gözlerim Ayaz'ı aradı, onun bana karşı hissettirdiği o pozitifliği aradım ve buldum. Asel'in yerinde oturuyordu, beni görünce yüzünde ufak bir gülücük oluştu. Fazla uzun sürmedi gülümsemesi, hemen ciddi halini yeniden aldı ben yanına yaklaşınca. Asel ve Uras ortalıkta gözükmüyordu. Sınıfta sadece beş veya altı öğrenci vardı bizim dışımızda. 

"Günaydın," dedim yerime geçerken.

"Günaydın, Güvercin. Nasıl oldun, iyi misin?" Başımı sallayarak onayladım sadece, bu onu yeniden konuşmaya itti. "Hastalığın biraz ağır geçiyor sanırım, buna rağmen şu an seni daha pozitif gördüm."

"Evet, teşekkür ederim ilgilendiğin için." O an ikinci kez yine gülümsemesini izledim hayranlıkla. Onun gülüşü beni hipnoz ederken bunu fark etmiş olmalı ki yüzündeki gülümseme silindi, boğazını temizledi. Tereddütle kaşlarını çattı.

"Neden öyle bakıyorsun?"

"Nasıl bakıyorum?"

"Hayran kalmış gibi."

"Gülümsemen çok güzel," diye bir fısıltı çıktı dudaklarımdan. Bunu dememe lanet okuyamazdım, bilmesi gerekirdi. Lafının arkasında duran bir insandım, ağzımdan bir cümle çıksa geri çevirmeye çalışmazdım çoğu zaman. Nazikliğim ile devam ettim. "Bana gördüğüm bir videoyu hatırlattı." Ne olduğunu sordu merakla, meraklı oluşu hoşuma gitmişti çünkü bana beni hatırlatıyordu. "Güzel bir söz yazıyordu. 'İran'da bir duvar yazısı. Gülüşün şehrin dengesini alt üst ediyor. Sen gül, şehri yeniden inşa ederim ben.'" 

Dudaklarımdan dökülen kelimeler Ayaz'ın yüzünde koskocaman bir şaşkınlık yarattı. Etkilenmiş gibi gözümün içine bakmakla yetindi. Bu sefer o derin bakışı yoktu, bakışlarında başka bir anlam yatıyordu sanki. Birkaç dakika sonra da dudaklarını araladı.

"Hayatımın alt üst olmasından korkardım eskiden, artık korkmuyorum." Nedenini sordum. Şu an konuşulan sohbetin nereye gittiği hakkında ikimizin de hiçbir fikri yoktu bence. "Bilmem, öyle hissediyorum." dedi Ayaz. Başka bir şey diyecek gibiydi ama sustu, ben de bir şey demedim. Zaten Uras sınıfa girip yanımıza gelince de sohbet dağıldı.

"Günaydın arkadaşlar." diyerek yerine oturdu.

"Günaydın."

"Nasıl gidiyor?"

"Güvercin için biraz sıkıcı ve ağrılı, bu yüzden bana da idare eder." 

Kaşlarını çattı Uras. "Güvercin kim Ayaz?" 

Ayaz bana bakınca tebessüm ettim, Uras'ın ise çoktan suratı düşmüştü. Sadece neyim olduğunu sordu. "İyiyim, şu an ağrım yok zaten." Uras'a karşılık verince etrafa bakınmaya başladım, o da ısrar etmedi.

Ders başlamaya yakın Asel de geldi sınıfa, sadece bir günaydın armağan etti bize. Morali bozuk gibiydi ve Uras neyi olduğunu biliyordu, bu yüzden sormamamız gerektiğini işaret etti kaş göz hareketleriyle. Biz de sesimizi çıkartmadık. Asel, Ayaz'ın yerine oturdu ve kendi yerini de Ayaz'a verdi. Ayaz da bilerek arkamı istemiş gibiydi zaten, halinden oldukça memnundu.

Kısa bir süre sonra hoca da geldi, bize alanımızda yoğunlaşacağımız yeri tarif etti.  Bölümlerimize geçecektik, sonunda yağlı boyalarla baş başa kalacaktık ve bu akademide zevk alacağım tek kısım burasıydı. Tabii ki araştırmaya devam edecektim. 

"Ayaz ve Hazal," dedi Asel, yanımıza geldi ve dikkatimizi üzerine çekti. "Benden bu kadar. Alana yoğunlaştığımız için artık pek gözükmem sanırım çünkü alanlarımız farklı."

"Benim de farklı." diyerek söze girdi Uras. "WhatsApp'dan konuşmaya devam ederiz. Arada mesajlaşırız ya da molalarda buluşuruz. Akademinin yapacağı etkinliklerinde beraber olacağız zaten." Onayladım sadece. "Görüşürüz, başarılar dilerim resimde."

Uras ve Asel aynı bölümdeydi, ben ise Ayaz'la beraberdim. Bize veda edip gittiler ve yine Ayaz ile kaldım. Bir anlığına göz göze geldiğimizde dudaklarına kaydı gözüm, aralıktı. "Gidelim mi?" diye sordu hemen. 

"Nereye?"

"Atölyeye." 

Kafamla onaylayınca aynı an da ayaklandık. Bir tane kahve aldı kendisine, istemesem de benim elime de tutuşturdu bir tane. Resim atölyesine geçtik beraber. Çalışma masaları, bir tarafta kağıtlar, çizimler, duvarlara asılmış bazı yağlı boya tabloları, çiçekler, objeler, ortada modele ayrılan kısım, diğer tarafta sıralanmış şövaleler... Ortam aşırı genişti ve çok ferah bir kokusu vardı.

"Burası çok güzelmiş." diye mırıldandım.

"Beğendin mi?" 

Ayaz'a baktım hayranlıkla. "Beğenilmeyecek bir yer mi? Baksana, çok güzel. Ben de böyle bir atölyem olsun isterdim."

O an Ayaz gözlerini kocaman açtı, bu cümlemi unutmayacakmış gibi bakıyordu bana. "Buradan çıkmayacağız." dedi yüzüne minik tebessüm yayılırken. Gerçekten de öyle oldu. 

İkimizde yağlı boya yapmayı seçtik, masa şövalesinden aldık ve yere yumuşak yastıklardan koyup oturduk. Yastıklar bizim gibi yere oturarak resim yapanlar içinmiş, güzel düşünülmüştü zaten. Ayakta veya masa kullanarak yapmak bana göre değildi. Ben hep yere oturarak yapardım tabloları, böylesi çok daha rahat geliyordu bana ama kimisi için hiç rahat değildi. Ayaz da bana ayak uydurdu. Kahveleri yere koyduk, malzemelerimiz hazırdı. Çalışmada serbesttik ve malzemelerimiz de buraya önceden gelmiş ve ayarlanmıştı. Hemen kendime kar manzaralı bir resim seçtim, çoğunlukla kar çalıştım zaten çünkü kış ayı bana babamın yokluğunun arkasında bıraktığı soğukluğu hatırlatmıştı daima. Beyaz boya da bu yüzden en sık kullandığım oldu.

Seçtiğim resmi görünce birden gözümün içine bakarak bir soru yöneltti Ayaz. "En sevdiğin mevsim kış mı?" Onaylayıp onun en sevdiği mevsimi sordum. "Ben buna cevap veremem, benim için aralarında pek bir fark yok ama sonbaharda etrafın turuncuya boyanmasını seviyorum." Gözlerini düşündüm ve tabii ki de ruhuma işleyen bakışlarını. Ona benzeyen birisini daha önce görmüş müydüm acaba diye düşünürken Ayaz'ın yeni sorusu geldi kulağıma. "Daha önce çalıştın mı kış manzarası?"

"Evet," dediğimde aklıma yarım bıraktığım tablo geldi, bir düşünceden diğer düşünceye atlayıp duruyordum. "Yirmiye yakın var." diye devam ettim.

Bu onu gerçekten de şaşırtmıştı. "Yok artık." dediğinde yüzünü buruşturdu, eli birden bir acı saplanmış gibi kalbine gitti. Neyi olduğunu sordum endişe içinde, derin derin nefesler alıp nihayet yeniden bana bağlandı. "Ara ara oluyor, önemli değil." Tek kaşım havaya kalktı ve fark ettim ki ben Ayaz'ı önemsemeye başlamıştım. "Gerçekten," dedi beni inandırmak için. "İyiyim." Tebessüm etti gerginliğimi atmak istermiş gibi ve yeniden konuştu. "Başka bir resim neden denemiyorsun? Figür, manzara, gün batımı, bir çift, şehir veya doğa, soyut çalışmalarda olabilir."

"Çift mi?" Sadece ona takılmıştım, bu da Ayaz'ın birden sırıtmasına sebep oldu.

"Dans eden bir çift fena olmazdı."

Duraksadım önce ama sonradan düşüncelerimi ona da söyledim. "Aşk çok garip geliyor bana, şimdiye kadar hiç aklıma gelmedi bunu yapmak. Zaten aşka inanmıyorum."

Yüzünü buruşturarak baktı yüzüme. "Aşka inanıyorsun, birisinin seni gerçekten sevebileceğine inanmıyorsun."

Haklıydı aslında, bu cümleyi kurmak inancımı daha doğru açıkladı. Susmakla yetindim. Aklıma o çocuk geldi, bana lale veren ve mutlu olmamı sağlayan çocuk... Annesinin beyaz laleleri çok sevdiğini ve dedesi öldüğü için annesine moral olsun diye kağıttan lale yaptığını söylemişti. Çok tatlıydı ama çok az gülüyordu. Çok sık yaptığı bir şey vardı sadece, o da gözlerime bakmasıydı. Ben... Ben o çocuğu da merak ediyordum, şimdi neredeydi mesela? Geçmişe dair çok az şey hatırladığımdan çoğu anımı gömmüştüm. Oysa ki bu o çocuğu hatırlamak isterdim.

Her şeyi bir kenara koyup Ayaz'a döndüm. "Kış sıkmadı mı?" diye devam ettirdi o da konuşmasını. Dalgınlığımı fark etmiş gibiydi.

"En son yaptığım kış tablosu yarım kaldı, kış evinde bırakıp döndüm buraya. İnsanın duyguları yarım kalınca duygularını yansıttığı seçimi de yarım kalıyor. O yüzden yine yaparım. Kış yapmaktan hiçbir zaman vazgeçmedim."

"Duyguların..." dedi ve mavi gözlerimde gezdirdi bakışlarını. "Hangi duygun yarım kaldı, Güvercin?"

Bir anlığına sorusunu düşündüm ama cevap çok açıktı. "Sevgi ve güven."

Ayaz'ın kalbine dokunmuştum galiba çünkü öyle bir bakışı vardı ki resmen bu yarım yanlarımı tamamlayacaktı. "Neden yarım kalmasına izin veriyorsun?" dedi o hassasiyeti devam ederken.

"Belki de yarım kalması lazımdır." Elimi yastığın üzerine koyup yüzüne baktım. Bana yönelttiği bakışlarını hiçbir zaman kaçırmadı, sürekli doğrudan gözlerimin içine içine bakıyordu. Dudaklarına baktım, aralandıklarında sonunda diye geçirdim içimden. Konuşmasını çok istiyordum çünkü onunla konuşmak, sohbet etmek hoş bir duyguydu. 

"Duygularını yaşamaya devam etmen ve tamamlaman gerekiyor. Güvercin, hayat hep istediğimiz gibi gitmiyor. Bunu sen de çok iyi biliyorsun. Buna rağmen güçlü kalmalı ve yola devam etmeliyiz. Başladığın bir işi yarım bırakma, bunu hiçbir zaman yapma."

"Yıkıldığın zaman daha güçlü kaldıracak bir insan yok ama. Yalnız nereye kadar ilerleyeceğiz? Sokakta yaşayan çocuklar gibi..." Aklımda yine o vardı, acıların büyüttüğü kız... Ve ben o kıza yetişememiştim, şimdi nerede olduğuna dair en ufak bir bilgim bile yoktu.

"Yıkıldığında seni daha güçlü bir şekilde kaldıracak birisini mi arıyorsun? Eğer arıyorsan ben buradayım, her zaman bir adım arkanda olacağım."

Donup kaldım resmen. "Sen mi?" Aslında böyle bir kişiye benim ihtiyacım yoktu, daha doğrusu vardı ama ben bunu kendime söyleyemiyordum. İhtiyacım yokmuş gibi hareket ediyordum. Yine de Ayaz'ın bunu demesi hoşuma gitmişti.

"Evet, ben. Beğenmedin mi?"

"Alakası yok, Ayaz. Teşekkür ederim yanımda olduğun için. Sadece insan yoruldukça yanında birisini istiyor işte, ben de sırtımı yaslayabileceğim birisini isterdim. Babam var sadece, o da her zaman yanımda olmayabiliyor. Bu yüzden kış yapıyorum, onun yokluğunun arkasında bıraktığı soğuğu kış ayları daha da hissediyordum tenimde."

İfadesi hafifçe tebessüme dönüştü. "Takılıyorum ya, şaka yaptım. Sen de benim delirdiğimi düşüneceksin iyice, şaka yapıyorum ama yüzümde bir gülümseme bile yok. Garip, değil mi?" Ufak bir gülüş takındı ama uzun sürmeden yeniden söze girdi. "Bu arada haklısın. İnsan ihtiyaç duyuyor, derdini anlatmak için birini arıyor. Yoksa o dert beynini kemirip duruyor ve affedersin ama mal gibi öylece izliyorsun."

Son dediklerine aldırış etmeden ilk cümlelerine karşılık verdim. "Harbi ya, çok az gülüyorsun ama tebessümün benleyken eksilmiyor gibi. Sebebi ne?"

"Hayat çok sıkıcı geliyor ve ben henüz hayatı anlamlı kılan kaynağımı bulamadım." Bir an duraksadı ve benden bakışlarını kaçırdı. "Aslında bana zevk veren, heyecanlandıran, güldüren, özellikle de hayatı anlamlı kılan kaynağımı bulmuş da olabilirim. Kendimi bir yerde buldum." Neresi olduğunu sordum merakla. "Bunu söylemek istemiyorum." Ayaz'ın titreyen sesine karşı derin bir iç çektim sadece, o ise tekrar söze girdi. "Ama şunu bilmeni isterim, aynı şeyleri yaşamışız gibi hissediyorum gözlerine bakınca." Omuz silktim, Ayaz ise ağrıdan karnımı tuttuğumu ve burnumu çektiğimi görünce tekrar söze girdi. "Kar tanesi kadar zarif olduğunu biliyor muydun?"

"Efendim?" dedim anlamak için ikinci kez konuşmasını bekler gibi.

"En az bir kar tanesi kadar zarifsin..."

"Eyvallah," diyerek gözümü kaçırdım, boyalara yöneldim.

Utandığımın farkındaydı ve bu hoşuna gitti. Ufak bir tebessüm takındı, onun tebessümünü görünce en iyisinin göz göze gelmememiz gerektiğini anladım. İşe koyuldum, utangaçlığımı saklamaya çalışırken şeffaf palete kullanacağım boyaların hepsini teker teker sıkmaya başladım. Ayaz da bileğimden tutarak durdurdu beni. "Daha tuvale yapacağın resmi çizmedin, boyaları nasıl bu kadar rahat sıkıyorsun? Utangaçlığın başına vurdu herhalde."

"Utanmadım." dediğimde kafasını salladı onaylarcasına, tabii ki inanmamıştı. "Resim aklımda zaten, telefonumda da var. Şimdi izin verir ve elini bileğimden çekersen resmi çizip astarımı atacağım." Gözleri hâlâ bendeyken yavaşça çekti elini. Utangaçlığımı saklamaya çalışırken agresifliğimi takınmışım gibi hissediyordum, genelde insanlara karşı soğuk figürümüz Ayaz'dı. Şu an onu geçtim galiba ama kalbini kırmamak için elimden geleni yapacaktım zaten. 

"Kış mı yapacaksın?" Başımı sallayarak reddettim. "Ne yapacaksın o zaman?"

"Gece..." Dudaklarımdan çıkan kelime resmen beni bilinmeze soktu, kelimenin içinde kayboluyor gibiydim. "Gecenin bir yarısı deniz kenarında oturan bir çift yapacağım. Bence denemekten zarar gelmez. Deniz kenarı telefonda var ama figürlerim yok, figürlerimin duruşunu ayarlamak ister misin?"

"İkisi de birbirinin gözünün içine baksın. Erkek solda, kız sağda. Bir kar küresi tutmuş olsunlar, kürede elleri birleşsin. Parıl parıl parlasın küre. Biz arkadan görelim onları. Figürlerin önünde de deniz olsun işte. Öyle bir yap ki resmi..." Duraksayınca gözünün içine baktım. "Gece olmasına rağmen ikisi sürekli parlasın, senin gibi."

"Bugün bana iltifat edesin geldi sanırım, yoksa bana yürüyor musun?"

Sorumu duyar duymaz kahkaha atmaya başladı ama uzun sürmedi. "Ağrın varken moralini yüksek tutmak istiyorum işte, fena mı? Agresifliğini takınmanı istemiyorum ama sen çoktan takındın galiba. Hem açık konuşmak gerekirse evet, bir kadına yürümek isteseydim bu sen olurdun."

"Yürümüyorsun, uçuyorsun." Yine kahkaha attı, hoşuna gitmişti bu konu ve ben bunun nedenini az buçuk tahmin edebiliyordum. "Hastalanmaktan hoşlanmadığım için elimde değil, çok üzgünüm." dedim tabloya yönelirken, biraz ondan kaçtım gibi oldu. Problemin olmadığını söylediğinde ufak bir gülümseme belirdi yüzümde.

Saatlerce tiner kokusuna maruz kaldık, taslağımı da attım hemen. Ayaz da bir basketbolcunun resmini yapmaya başladı, seçimi beni şaşırtsa bile güzeldi resmi. Aklıma boksör olduğu geldi. Şimdi mi konuşmalıydım bu konuyu, yoksa daha sonra mı? Yaklaşık yarım saat söylemeli miyim diye kıvrandım. Dövüş sanatları hakkında konuşmak istiyordum ama en sonunda susmaya karar verdim, galiba sırası değildi. Öğle arası da beraber bir şeyler yiyip birer kahve aldık, yine soramadım ama kıvrandığımın farkındaydı ve o da sustu. Atölyeye döndüğümüzde birlikte cam kenarına geçip dışarıyı izlemeye başladık.

"Üşüyor musun?" diye sordu Ayaz, kahvesinden bir yudum aldı hemen sonrasında. Ellerimi koluma götürünce direkt bunu sormuştu, başımı sallayarak onayladım ama üşümeme rağmen onunla burada kalmak iyiydi. "Kaloriferin yanına geçelim." Öne buyur etti beni, ben yürümeye başlayınca da hemen bir adım arkamdan geldi. Kaloriferin yanına geçtiğimizde elimdeki bardağı cam kenarına koyup ellerimi ısıtmaya çalıştım.

"Ayaz..." diye fısıldadım adını. İsmini söylemek iyi hissettiriyordu, gözlerine bakmak da. Göz göze geldiğimizde ona kuracağım cümleyi bekliyordu merakla ama kuramadım o cümleyi çünkü yanımıza bir kadın gelmişti.

"Ayaz," dedi beni görmeden. 

Ayaz'a baktım, gözlerimin içine bakıyordu ciddiyetle. Kadına bakması çok zor oldu, kadın ise karşımızda sırıtıyordu. "Tanışıyor muyuz?"

"İsmim Berfin." 

Kadın Ayaz'a elini uzatınca Ayaz geri çevirdi onu hemen. "Temastan hoşlanmam." 

Kadın elini indirirken yüzünü buruşturdu. "Kusura bakma, bilmiyordum." Gözlerimi kıstım, elbette bilemezdi çünkü Ayaz'ı tanımıyordu ve Ayaz'ın benim yanımda olmasına rağmen ona yürüyordu. "Telefon numaranı alabilir miyim? Belki ara ara konuşuruz, buluşuruz." 

Ayaz'a öldürücü bir bakış attım farkında olmadan ve gerçekten de sebebini bilmiyordum, o ise iki kaşını da kaldırıp kadına baktı yeniden. "Seni hayatıma almak isteseydim sen buraya gelmeden ben çoktan numaranı bulmuş ve seninle iletişime geçmiştim." dedi kadına. "Üzgünüm o yüzden, numaramı her kadına vermiyorum." 

Ve ben... Ben büyük bir şaşkınlıkla baktım ona çünkü cümlesi beni anlatıyordu. Ayaz, beni hayatında istiyordu.

Boynumu ovaladım, sanki bulunduğum ortam dar gelmişti bana çünkü hiç istemediğim bir şeyler hissediyordum ruhumda. Sanki ruhum direniyordu, boynumu sıkıca tutmuş ve beni bu duyguya ikna etmeye çalışıyordu. 

Kadın yanımızdan veda edip ayrıldığında ben hâlâ şaşkınlık içinde Ayaz'ı izliyordum. "Beni hayatında istiyor musun?" dediğimde tebessüm etti ve dışarıya baktı. 

"Hem de çok."

Şaşkınlığım ikiye katlandı resmen. "Neden?" deyiverdim. Söylemedi, sadece öyle istediğini ve sebebini bilmediğini belirtti ama biliyordu kesinlikle. Söylemek istemiyordu sadece. Ben de ısrar etmedim. "Hayat çok garip, değil mi?" dedim, gözlerimi ondan kaçırdım ve sokakları izlemeye başladım. Konuyu değiştirmeme sevinmiş gibi görünüyordu. 

"Saçların her şeyden önemli olsun." Gözlerim yine ona kayınca o da aynısını yaptı. "Kalbi kırık her kadının saçı biraz kısa oluyor. Saçlarının kısa kalmasını istemiyorum. Başkaları için o saçlarını keseceğin vakit beni hatırla, benim için uzat saçlarını." Kalbimin kırılmasını istemiyordu ve bunu, bunları diyerek dile getirdi. Ben de bu cümleyi kalbime gömdüm. Sanki o bir rüyaydı, ben de ona dalıp gidiyordum.

"Özledim çocukluğu." dedim sadece, az önceki cümlelerine karşı kurabileceğim bir cümlemin olmadığını biliyordu çünkü davranışlarım açıklamıştı bunu.

"Yanında çocuk olduğun birisi özlemini giderebilir belki." Yüzünde bir tebessüm vardı. Bu sözün altında başka bir cümle yatıyormuş gibi bakıyordu. "Sevgiyle," diye fısıldadı. "Hayalle ve birazcık huzurla..."

Karşılık vermeden kaçındım ve kahveyi yudumladım. "Karlar çok güzel," dedim mırıldanarak.

"Saçların gibi..."

"Gözlerin gibi," diye karşılık verdim. Gülümsedi.

"Güvercinler gibi..." Ve Ayaz bu sefer de bana çok güzel olduğumu ima etmişti.

"Güvercin, kafeslenmiş." Açık kahverengi gözlerinin rengi ruhuma akmaya devam etti. Umut vardı gözlerinde. Kendinden oldukça emindi, kendinden hep emindi.

"Kurtarırız."

"Kurtarır mıyız?"

"Kafesin anahtarını bulamasak bile kilidini kırar ve o güvercini kurtarırız. Söz."

"Belki biz de kafesteyizdir o güvercinler gibi." Bakışlarımı ondan kaçırdım çünkü dayanamamıştım gözümün içine bakmasına.

"Kırar çıkarız, emin ol. Özgür kalacak güvercinler."

Neyden bahsettiğim hakkında hiçbir fikri yoktu ama buna rağmen hâlâ özgüvenle konuşuyordu ve ben de hayran kalmıştım bu hâline. "Umarım yapabiliriz." diye geçirdim içimden. Umarım güvercinin kanatları bu ateşte kül olmaz ve kurtarırız.

Kurtarmalıydık, güvercinler için kanatlar önemliydi. Kanatları olmasaydı nasıl uçacaklardı özgürlüğe?

Sadece bunları düşündüm, ben de o güvercinlerden birisiydim ve yanarak ölmek istemiyordum.

Derslerin bitmesine yakın Ayaz, Umut Can'ı arayıp arabasını binanın çıkış kapısına getirmesini söyledi. Beraberdik yine ve buradan çıkmak için merdivenlere yöneldik. Merdivenlerden inerken karşımıza bir adam çıktı, daha önce görmediğim ve garip bir adam. Ayaz, adamı pek umursamadı ama ben tedirgin oldum çünkü bizi izleyerek geçti yanımızdan. Bakışı garipti. Elim yine boynuma giderken aklım adamda kaldı. Yüzünde yara izi vardı, derin bir yaranın bıraktığı büyük bir iz.

"Tedirgin eden ne?"

"İstemsiz oldu," diye geçiştirirken bunu garipser gibi baktı yüzüme Ayaz.

"Güvercin, tedirgin olunca boynunu kaşıman zaten istemsiz oluyor. İsteyerek gitmiyor elin oraya. Ben de ne olduğunu soruyorum, ne oldu da elin oraya gitti?" Söylememe konusunda azıcık ısrar ettim, hemen kabullendi. Ayaz'ın en sevdiğim yanı şu an üzerime gelmemesi olmuştu ama buna dikkat edeceğinden veya adamı araştıracağından adım gibi emindim. Bu konuyu kapatıp beraber Umut Can'ı beklemeye başladık ve beklenmedik bir teklif aldım o an. "Deniz kenarına gidelim mi?"

"Bu soğukta mı? Ayrıca benimle mi gitmek istiyorsun?"

"Evet, niye imkansız bir şeymiş gibi tepki verdin? Arkadaşımla deniz kenarına gitmek istemem çok normal. Ayrıca dün benimle değildin sanki." Aynı an da güldük. "Karlar tam tutmadı, altında yürüyebiliriz. Elbette kendini iyi hissetmiyorsan bu isteğimi çürütmende hiçbir sakınca yok." Arkadaşı bile olmadığımı savunan Ayaz, şimdi arkadaşı olduğumu söylüyordu. Bunu düşünürken onayladım başımla, Ayaz gerçekten de bana karşı oldukça nahif bir insandı. 

"O adama ne olmuştur?" diye sordum birden. 

Omuz silkti. "Ölmemiştir ama bilemem, belki de ölmüştür." Ses etmedim çünkü Can arabayla gözükünce ona doğru yürümeye başlamıştık. Araca takıldı gözlerim, arabanın onun olup olmadığını sordum. "Kısmen," dedi. "İki araç var, genelde bunu ben kullanıyorum. Annem ev hanımı, babam da mühendis. Diğer araç onda olunca bu bana kalıyor. Annemin zaten pek işi yok arabayla. Olunca da ben bırakıyorum gideceği yere, bazen de abim." Can ile karşı karşıya gelince Ayaz'a karşılık vermedim.

"Selam Hazal. Umarım hep böyle beraber kalırız, bir de aynı bölümdeymişsiniz. Mis!" Bir gülümseme takınıp yerime oturunca Can ön koltuğa geçti. Ben o an camdan bizi izleyen adamda gözümü gezdiriyordum, bu merdivenlerde karşılaştığım adamdı. Ayaz binanın önünden ayrılmak için arabayı sürerken adamdan gözümü ayırmadım, bina kaybolana kadar onu izlemeye devam ettim.

"Ne oldu, Güvercin?" Ayaz'ın bunu fark etmesiyle önüme döndüm. Bir şey olmadığını savundum ama o hâlâ şüpheli gözlerle bana bakıyordu. Bir şey olduğunun farkındaydı ama daha önce yaptığı gibi üstüme gelmedi. Arabayı doğrudan evime sürdü. "Hazırlan ve gel hemen, burada bekliyor olacağız."

"Akşam oluyor ama. Sen de yorgunsundur. Biraz dinlenip sonra çıksak, olmaz mı?"

"Olmaz." dediğinde kendi camını sonuna kadar açtı yine. "Deniz kenarında dinlenirsin, fazla kalmayacağız zaten."

"Deniz kenarına mı gidiyorsunuz? Son gidişini Hazal'la mı yapacaksın?" Can hayretler içinde kalınca kaşlarımı çatıp onları izledim. Birbirlerine benzemiyorlardı ama ikiz gibiydiler, tarzları tamamen aynıydı. "Ulan ben istesem gelmezsin be!" diye isyan etti Umut Can.

"Kız arkadaşınla takıl kardeşim, ne yapıyım ben?" Ayaz gözlerini devirip bana baktı yeniden. Umut Can onu sinirlendirmeyi yine başarmıştı, zaten çabuk sinirleniyordu. "İnip 15 20 dakika içerisinde geri gelmeyi düşünecek misin, Güvercin?" diye sordu bana.

"Düşünelim bakalım." diyerek arabadan indikten sonra emin adımlarla bahçeye girdim. Hızlı hareket etmiştim. Kapıyı çaldığımda heyecandan elim ayağıma dolandı ve bu heyecanın sebebini çok iyi biliyordum ben, Ayaz'ın gözlerinin üzerimde gezmesi yüzündendi. Annem de kapıyı açınca büyük bir şaşkınlıkla yüzüme baktı. Beni bu heyecanla beklemiyordu sanırım. "Merhaba hayatım," dediğimde kendimi içeriye attım. 

Annem bir an arabaya bakakaldı. "Seninki yine burada." Olduğum yerde kalıp hayretle anneme baktım. "Kesin bir yere gideceksiniz. Kız! Yanında kim var onun?"

Büyük bir kahkaha atıp annemin bana dönmesini bekledim. "Arkadaşı anneciğim. Evine bırakacak sanırım, deniz kenarına gitmek istedi sadece. Ayrıca ne ara benimki oldu?"

"Bu çocuğu tanıyorum."

"Ayaz'ı mı?" diye sorduğumda başını sallayarak onayladı ve yanıma geldi. Bense öylece kalakaldım.

"O küçük çocuğun seni bıçakladığı gün Ayaz, babanın yanındaydı. Onun yanında görmüştüm, hâlâ çok karizmatik." Bana göz kırparken konuşmaya devam etti. "Seni düşünüyor, bunu sevdim. Yakında ailesiyle de tanışalım, muhtemelen ailesi zaten seni biliyordur." Bunu nereden anladığını sordum. "Seninle olmak isteyen bir adam, sence ailesine seni anlatmamış mıdır?" Bilmediğimi söyledim, annem de fazla konuşmadı bu konu hakkında. "Üzerini kalın giy, montunun önünü kapat çıkınca. Hastasın zaten."

"Fazla kalmayacağız, birazdan geri çıkacağım ben." Bunları dedikten sonra Nisan'la karşılaştım.

"Abla," dedi şaşkınlıkla yüzüme bakarken. "Sen mi geldin, ben de seni bekliyordum."

"Selam güzelim," dediğimde boynuma sarıldı. Ona karşılık vererek yanağından öptüm ve biraz onlarla takıldım. Benden bir kitap istedi Nisan, yaşına uygun bulduğumda tam bir kitap kurdu oluşunu düşündüm. Sonrasında da Ayaz ve Umut Can'ı fazla bekletmemek adına hemen üstüme hardal renginde boğazlı, kalın, örgü kazağımı ve kot bir pantolon giyip tekrar annemin yanına gittim.

"Şu güzelliğe bak," diyerek annem ben siyah montumu giyerken bana kapıya kadar eşlik etti. "Çocuğu kendine a-"

Onun cümlesini duyar duymaz yarıda bıraktım. "Öyle bir amacım yok." deyip kapıyı açarak dışarıya çıktım. "Bence Ayaz'ın da böyle bir amacı yok. Sadece arkadaşız anne. Dikkatini vermeni istiyorum bu cümleye, sadece arkadaşız."

"Şu an arabada her anını izleyen çocuktan bahsediyoruz. Evet canım, kesin öyle bir amacı yoktur. Babanın yanında kalmasıyla belli oldu zaten düşünceli bir insan olduğu. Tabi baban onu veya Ayaz babanı hatırlar mı bilemem. Neyse sen git sadece arkadaşının yanına, daha fazla beklemesin."

"Anne," diye fısıldadım hayretle. "İki haftadır hayatındayım. Onca kadın dururken iki hafta içinde tanıdığı bir kadını mı alacak yanına?"

"Almış zaten." Omuz silkti. "Ayrıca çocuk seni tanıyor Hazal, sence seninle ilgilenmesi normal değil mi? Hem şimdi olmasa ileride olur kuzum. Evde kalacaksın yoksa." Son cümlesine sinir olduğumu bildiği için kahkaha atmaya başladı. Muhtemelen sırf bu yüzden diyordu bu dediklerini de. Yüzümü buruşturup siyah botlarımı giydim. "Yemek de yemedin." diye devam etti annem konuşmaya. "Niye bu kadar acele ettiniz ya?"

"Dışarıda yerim, bir şey olmaz. Görüşürüz." Gülerek karşılık verdi. Ben de içimdeki o değişik hisle beraber Ayaz'ın araca yöneldim. Annemin de dediği gibi her adımımı izliyordu. Kapıyı açıp arabaya bindiğimde de aynadan baktı gözümün içine.

Ayaz'ı bilmem ama galiba ben de bir his beliriyordu, Ayaz'ın büyüteceği bir his. Belki arkadaşlık, belki daha da öte dostluk, belki de aşk... 

Gözleri birisini hatırlatıyordu, geçmişimden. Gözümden sel gibi yaşlar çok aktı, teselli aradım da bulamadım ama o günlerde Ayaz yanımda yoktu. O hayatıma girdi gireli de sanki ben gerçekten de kendime gelmiştim. Kendime gelmiş miydim? Kendime yalan mı söylüyordum, bilmiyordum. 

O dudaklarıma her baktığında beynimin içinde bir şimşek çakıyordu, kalbim sızlıyordu, cehennemin ateşinde kalıyordum. Dudaklarım yanıyordu ve onun bakışları ne zaman dudaklarımdan gözlerime kaysa direkt soğuyordu zihnim. O farklıydı biraz, onda farklı bir şey vardı ama ne olduğunu henüz çözememiştim. Ne olduğunu çözmem zor olacaktı, bunun farkındaydım çünkü Ayaz kesinlikle çözülmesi kolay bir insan değildi. Onu çözebilirdim, izin verdiği ölçüde.  

"Hazal?" Kendi iç dünyamdan kopup Umut Can'a baktım, bana karşı hayranlık besliyordu bakışları. "Bu ne güzellik?" Minik bir tebessüm takındım sadece. "Kazağına bayıldım. Kesinlikle bu tarzda devam etmelisin çünkü çok yakışmış, gece mavisi saçlar da yakıyor."

"Kesinlikle," dedi Ayaz arabayı sürerken, şükür konuşmuştu. Benimleyken aramız iyiydi aslında, gayet rahat konuşuyorduk ama Can'ın yanında fazla konuşmuyordu. Ciddiyeti üzerinde oluyordu, bunu fark etmiştim.

"Hazal, Ayaz'ın sadece bunu dediğine bakma sen." diye söze girdi Can. Çenesi açılmıştı ve devam ediyordu konuşmaya, ben ise ifadesiz bir suratla onu ve heyecanını izliyordum. "Onu iyi tanıyorsam senin bu halinden net ama net etkilendi. Duygularını anca içinde yaşar zaten. Bir dışa vuramadı manyak adam."

"Çok mu konuşuyorsun, bana mı öyle geliyor?" Ayaz'ın sorulardan sonra kahkaha atasım geldi ama dudaklarımı birbirine bastırarak tuttum kendimi. Yeri değildi, kesinlikle yeri değildi çünkü Ayaz zaten Umut Can yüzünden sinirlenmişti ve ben de gülersem temelli bozulacaktı siniri. 

"Sana öyle geliyor, ben gerçekleri söylüyorum ama."

"Sabrımı mı sınıyorsun?"

"Tamam be, sağa çek arabayı."

Can ile Ayaz'ın arasında geçen bu kısa konuşmayı büyük bir şaşkınlıkla dinledim, daha az önce gülesim geliyordu. Ayaz dediğini yapıp arabayı uygun bir yerde durdurdu. "Trip atmanın zamanı mı Can, kar yağıyor." dediğinde Umut Can beni gösterdi. 

"Arkada oturan kadından bir gün iyi trip yersin dostum, benim üzerimden ön hazırlık yapıyorsun işte. Fena mı? Şu gelen kadını görüyor musun? Onunlayım artık. Seni şiddetli geçimsizlik sebebiyle terk ediyorum." Kurduğu son cümleden sonra sırıtma geldi. Hemen gösterdiği tarafa döndü bakışlarım. Uzun ve kahverengi saçlı, tatlı bir kız yaklaşıyordu arabaya. Anladığım üzere bu kadın Can'ın kız arkadaşıydı.

"Kız geldiği için mi? Yanlış anladım ama. Neden böyle yapıyorsun ki?"

"Hazal, gel! Seni kız arkadaşımla tanıştırayım." Can, Ayaz'a cevap vermeden bana seslenince iki kaşım da havaya kalktı. O arabadan hızla indikten sonra kız yanımızda oldu zaten. Ben de insanlarla tanışırken takındığım soğuklukla beraber indim arabadan, bu soğukluğu isteyerek takınmıyordum. Ayaz sadece arabaya yaslanıp bizi izlemeye başladı. Ben ise bu yeni kadını izliyordum, daha doğrusu bu gruptaki yeni kişi bendim ama olsun.

Kadının gözleri Can'la sarılırken bana döndü. "Bak Eda, bu Ayaz'ın müstakbel kız arkadaşı. Yani ikisi de birbirinden inatçı gibi ama olur bu iş. İsmi Hazal."

Kız gülerek elini bana uzattı. "Ben de Eda, memnun oldum."

"Ben de," diyerek zorla gülümsedim ve elini tutup hafifçe sıktım.

Ayaz bu sefer Can'ın söylediklerine bir şey demedi ve ifadesiz bir suratla bizi izlemekle yetindi. Patlamaya hazır bomba gibi görünüyordu, her an patlayabilirdi. "Bence artık gidebiliriz." cümlesi duyulunca da Can ve Eda'ya veda edip ön koltuğa geçtim. Biraz kurtuluş gibi oldu çünkü Umut Can gerçekten bizimle kafayı bozmuş gibiydi. Gerçi annemin de bir farkı yoktu ondan. İkisi yan yana gelse çok iyi anlaşırlardı, bundan adım kadar emindim. Arabayı çalıştırmadı Ayaz. Belirli bir süre öylece durup dışarıya baktı, yüzünü göremiyordum. Gözlerim ellerine kayınca elinin titrediğini fark ettim.

"Sen iyi misin?" Kafasını evet der gibi sallayınca ve yüzüme baktığında kaşlarımı çattım. "Sudan çıkmış balık gibi görünüyorsun. Neyin var, Ayaz?"

"Bir şeyim yok, alt tarafı kalp sıkışması. Daha önce de oldu, arada gelip gidiyor sadece. Önemsiz." Arabayı sürmeye başlayınca delirmek üzere gibi yüzüne baktığımı biliyordum.

"Önemsiz mi, saçmalamakta birincilik ödülü sana gidiyor demek ki. Arabayı evine sür. Üzerini sen de değiş, üzerin pek kalın değil herhalde. Sonra gidelim deniz kenarına." İstemediğini söyledi. "Sana isteğini sormadım." Araba yavaşlayınca bana baktı, bu cümleyi kurmamı kesinlikle beklemiyordu. Acımasız bir ifadeyle yüzüne baktığımın farkındaydım çünkü sinirlenince gözüm bir şey görmüyordu. Öfke problemi olan insanlar anlardı. Ancak öfkemi yalnız kalıp bir şeyler parçalayarak geçiriyordum.

"Tamam ama gün batımına yetişmek istiyorum."

"Konuşmadan arabayı hemen evine sürersen yetişiriz çünkü batmasına tahminen yarım saat falan var zaten." dedim kararlılıkla.

Israr etmedi, beni evine getirdi. Çok ama çok açık, orta ve koyu kahverengi renklerinden oluşan bir binaydı. Ferah bir havası vardı, üç katlıydı. Ayaz, onunla evine gelmemi ve ailesiyle tanışmamı istediğini söyledi ama kabul etmedim. İşte bu konuda ısrarcıydı. "Seni ailemle tanıştırmak istiyorum ve tanıştıracağım, Güvercin." Reddettim ve utandığımı söyledim ama ikna olmadı, büyük bir ısrardan sonra ikna olmuştum ama. Hemen indi arabadan, ben de mecbur takip ettim onu. Zaten bana bundan başka seçenek sunmamıştı. Apartmana girip ikinci kata çıkacaktık ki telefonum çalmaya başladı. Ayaz, beni kapının önünde bekleyeceğini söylediğinde onaylayıp izin isteyerek ondan biraz uzaklaştım. Arayan kişi babamdı.

"Baba?" dedim sadece.

"Ben de seni özledim kuşum." diye söze girdiğinde bir burukluk yayıldı içimde. "Biraz geç döndüm, kusuruma bakma. Toplantım vardı, yeni çıktım. Neler yapıyorsun, iyi misin?"

"İyiyim baba, sen?" O da iyi olduğunu söyleyince küçük bir çocuğun saflığı ile mutluluk duydum. "Baba," dedim birden söze girerken, ne diyeceğimi bekledi. "Akademi mevzusunda bugün bir şey elde edemedim ama yakında öğreneceğim şeyler olacaktır. Bir adam var, bilgileri almak için onu kullanıyorum."

"Bu konuda bana yardım ettiğin için teşekkür ederim güzelim."

"Önemli değil." Tebessümünü hayal ettim. "Bir de seninle bir şey daha konuşmak istiyordum."

"Tabii ki." Derin bir nefes almakla yetindim sadece, sessizlik oluştuğunda nasıl söyleyeceğimi bilemedim. "Ayaz'la mısın?" Sessizliğimi dinleyen babamın bana sorduğu soruyla birden irkildim. Bunu nasıl anladığını sordum. "Sadece bir tahmindi. Bu arada onunla olmana takılmıyorum, arkadaşın sonuç olarak. Bu konuda rahat ol."

"Onu tanımadan yanında olmama nasıl takılmıyorsun?"

"Kendi kararlarını verebilecek yaştasın."

Gülmeye başladım. "Korumacı Barış Deniz kaybolmuş."

Bu sefer onun da gülüşlerini duydum. "Ben seni daima koruyorum, bundan emin olabilirsin. Sana zarar verecek olsaydı belasını ziyaret ederdim zaten. Şimdi izninle ufacık bir işim var, onu halledip döneceğim sana."

Onaylayarak veda ettim ona. Telefon görüşmesini bitirir bitirmez de Ayaz'ın yanına geçtim tekrardan, babamla konuşmak bana güven vermişti ve kendimi onun sayesinde daha iyi hissetmeye başlamıştım. Zile basıp beni izlemeye başladı, ben yanına dönmeden eve girmemişti. Biz bakışmaya devam ederken kapıyı açık, güzel bir kadın açtı.

"Oğlum?"

"Sana da merhaba anne. Bak, sana Hazal'ı getirdim." Kadın şaşkın bir ifadeyle bana baktı.

"Merhaba ablacığım." dedim gülümserken. Bu kadın, Sokak Güvercini lakabını aldığım gün eşiyle sergime gelen kadındı. Müge. Ve hayata bak, biz yine bir araya gelmiştik. İşte gerçekten de buna çok şaşırmıştım, Ayaz'ın annesiyle daha önce konuştuğumu bilmiyordum.

"Ya ne iyi etmişsin, merhaba güzelim. Gelin içeriye. Ben de Müge, memnun oldum canım. Ayaz senden kısaca bahsetmişti."

Çok sevindim bunu duyduğuma. Ayaz annesine benden bahsetmiş, hem de insanlarla fazla iletişim kurmadığı hâlde. Demek ki annem gerçekten de haklıydı. Merak ediyordum, benim bu adamdaki yerim neydi?

"Ben de memnun oldum."

Ben bu cümleyi söyler söylemez bir çocuk sesi geldi. "Babaanne, kim geldi?" Eslem'in sesini bir odadan bağırırken duyduk. "İşte şimdi yandık." der gibi bakıyordu Ayaz, bu çocuğun ona takıntılı olduğunu çoktan anlamıştım zaten. Daha kadın cevap veremeden atıldı söze. "Amcam mı? Geliyorum!" Sesi geldikten sonra o da hemen karşımıza çıktı ve benimle göz göze gelince durdu. "Ya sen sürekli amcamın yanında olmak zorunda mısın?"

"Yağmur! Ayıp ama kızım, misafirlerimizi bu şekilde mi karşılıyoruz biz?" Hemen annesine katıldı Ayaz. Ben ne yapacağımı bilememiş, ifadesiz bir suratla Eslem'in gözlerinin içine bakıyordum. Çocuk da bana karşısında onu yemek için bekleyen bir zombi varmış gibi bakıyordu. "Biraz kıskanç kendisi, amcasını çok seviyor da. Takma kafana kızım." 

Başımı sallayarak onaylayıp beni yönlendirdiği odaya girdim, burada iki adam ve bir de kadın oturuyordu.

"Millet?" Ayaz tek kelimeyle gözleri üzerimize çektiğinde utangaçlığımı gizlemek için gülümsedim. "Bu Hazal, değerli bir arkadaşım."

"Merhaba," dedim titreyen sesimle. 

Ayaz'ın beni ailesiyle tanıştırması güzel, hoş bir duyguydu ama onun bu sevecen hallerine şahit olmak bambaşka bir duyguydu. Babası güler yüzle karşıladı beni, abisi ve yengesi de karşılık verince annesi beni bir yere oturttu. Ben sadece onların yönlendirmesiyle hareket ediyordum şu an. Ayaz da hemen araya girdi tabi. "Anne, Hazal'ı aldın ama onu bırakmam. Gün batımında deniz kenarında olacağız, üzerimi değişmem lazım."

"Ay tamam oğlum, yemem kızı. Sadece ikramda bulunacağım."

Ayaz gülerken üzerini hızlıca değişmek için odasına gitti. Ben ise resmen heyecandan ölecektim, yüreğimde şimşekler çakıyordu. Ayaz'a karşı, ailesine karşı, sevgisine karşı, samimiyetine karşı... Ona dair her şeye karşılıktı bu şimşekler. Üzerini değişmesi kısa sürdü, yanıma geldi hemen. Onun yüzündeki bu gülüşe ilk defa şahit oluyordum ve ben ciddi anlamda bu gülüşten etkileniyordum. Etkilenmemeliydim ama elimde değildi, öyle güzel bir gülüşü vardı ki insanın o gülüş için canını veresi bile geliyordu. Annesine baktı sevecenlikle. "Anne odama getirirsin ne ikram edeceksen," dedi az önceki cümleye karşılık vermek için. "Hazal da benimle odaya gelecek. Ona göstermek istediğim bir şey var, daha çok konuşursunuz zaten." Annesi gülerek onaylayıp salondan çıktı. Ayaz da babası ve abisine bakarak benim bileğimden tutup çekiştirdi.

"Destek almadan yürüyebilirim, Ayaz." dedim şaşkınlıkla. Bileğimden elini çekince abisinin kahkahasını duydum. Utangaçlıktan yerin dibine girebilirdim şu an. Aslında yer diye bir şey yoktu, en fazla birinci kata düşerdim. Takıldığım şeye bakın ya? Galiba gerçekten de delirdim.

Biz buradan çıkacaktık ki Eslem durdurdu bizi. "Nereye amca? Beni de alın yanınıza, lütfen." Ayaz ile ben aynı an da durunca gözlerim bu minik kız çocuğunda geziniyordu, Ayaz da o an odaya geçeceğimizi söyledi ama bu beni gülümsetmişti. "Hazal abla da mı gelecek seninle?" dedi bu sefer kız. Ayaz onaylayınca da dudağını büzüp gözlerini kocaman açtı. "Ben neden giremiyorum odana, beni niye almıyorsun ki? İlla Hazal ablayı ısırayım mı?" Son cümlesini kurduğunda gülmeye başladı. Bu benim de hoşuma gidince gülümsedim, şu an benim onun yanaklarını ısırasım gelmişti.

"En son mahvetmiştin odamı. Onun için olabilir mi? Laptopumun üzerinde muz kabuğu vardı, Eslem."

"Şey... Olabilir."

"Eslem Yağmur, yanıma gel babacığım. Amcan ve ablan da işlerine baksın, rahat bırak onları."

Eslem somurtkan bir tavırla babasının yanına giderken Ayaz'a baktım. Gülümseyerek abisiyle bakışıyordu, kaşımı çattığım an bakışları gözlerimle buluştu. "Bence artık gitmeliyiz." dediği gibi harekete geçti. 

"Geliyorum," diyerek peşine takıldım ben de.

Beni odasına götürdü, kapıyı açınca yine onun nahif kokusu geldi burnuma. Bir an afalladım çünkü sadece siyah ve beyazdı odası. Yatağı tamamen siyahtı, bir beyaz gitarı vardı hemen yanında. Gitarın yanında bir piyano ve duvara asılmış bir keman... Ayaz'dan kopmuştum tamamen, enstrümanlara yaklaştım. Piyano çekmişti ilgimi, yavaşça korumasını kaldırıp tuşlarını görünür yaptım. Tuşların üzerinde laleler vardı. Siyah ve beyaz...

"Ayaz..." dedim şaşkınlıkla. Arkama doğru bir adım attığımda Ayaz'ın belimden beni yakalaması ve benim de Ayaz'ın ayağına basmam bir oldu. "Arkamda ne yapıyorsun ya?" diyerek kendime gelmeye çalıştım.

"Seni izliyorum, başka ne yapabilirim arkanda?" Sırıttı o an.

"Seni öldürürüm." dediğimde de kahkahaya dönüştü yüzündeki o sırıtma.

"Bir şey yapmadım, Güvercin. Niye kızdın bu kadar?" Yüzümü buruşturdum o an ve Ayaz da hemen söze girdi, gözleri piyanoya kaymıştı. "Bir şey söyleyecektin, neydi o?"

"Şey..." Ben ne söyleyecektim? Bir an bunu düşündüm ve bulamadım. "Unuttum." dediğimde de Ayaz piyanoyu kapattı tekrardan. O an aklıma gelmişti ne söyleyeceğim. "Hatırladım." İkimiz de kısa bir gülüş takındık. "Sen neden müzik seçmedin?"

"Bilmem." deyip benden uzaklaşarak yatağına oturdu.

"Resim senin için iyi bir tercih değil bence. Baksana, sen müzik adamısın."

Kaşlarını çattı. "Müzik adamı olmak ne demek, Güvercin?"

Yanına doğru yürüdüm ama yatağına oturmadım. "Evinde üç tane enstrüman var. Yani bu demek oluyor ki sen müzikle ilgilenen bir adamsın, belki de müzisyensin. Neden resmi seçtin, bana yakın olmak istediğini düşünüyorum."

Gülümsedi. "Belki de." dediğinde Ayaz'ı gerçekten de dövesim gelmişti.

"Başlayacağım belkine de ya." Hafifçe öne doğru eğildim. "Sesin güzel mi?"

"Bilmem, duymak ister misin?"

Tebessüm ettim. "Çok isterim."

"Güvercin, gerçekten de garip bir kadınsın sen." Ne demek istediğini sordum. "Çünkü bana az önce kızarken beş saniye sonra tebessüm etmeye başladın. Sırrını merak ediyorum doğrusu."

Kaşlarımı çattım. "Beni manipüle etme, cevabımı ver bana. Neden resim?"

"Çünkü seninle olmak istedim."

"Neden?"

"Çünkü arkadaşlığını istedim." Sessiz kaldım, o da odasını gösterdi bana ve beğenip beğenmediğimi sordu.

Ben de ona "Evet ama neden siyah ve beyaz?" diye sordum. 

Bir an kafasını enstrümanlara çevirdi ve tekrar bana baktı. Bakışlarında tek bir şey gördüm, acı. Ayaz bana şu an acı içindeyken bakıyordu ve ben de onun neyi olduğunu gerçekten de öğrenmek istiyordum. "Dünyam siyah ve beyaz." dediğinde ayağa kalktı. "Renkli değil ki, Güvercin. Ben buyum, fazlası değil." Bir şey diyemedim. "Ve ben..." Yutkundu, gözlerini camdan dışarıya çevirdi. "Gökyüzünü simsiyaha boyamak istedim hep."  Derin bir nefes aldı.

"Bunu nasıl yapacaksın?"

"Bir kibritle."

Kibrit ne alakaydı?

"Yangın mı?" dediğimde benden uzaklaşıp masasına yaklaştı.

"Bir kibritle gökyüzünü siyaha boyayabilirim ve eğer istersen bunu seninle de yaparım."

"Ben... Ben ne demek istediğini anlamıyorum."

Omuz silkti. "Önemli değil, boş ver. Bak, burada ne var?" Ayaz'ın bir kar küresine baktığını gördüm. "Yaklaşık yirmi bir yıldır benimle." Bunu derken bana uzattı küreyi, çok güzel gözüküyordu. "Bunu anlamlı kılan bir şey var." diye devam etti. Ne olduğunu sordum. "Eşinin olması..." Buna şaşırmıştım çünkü başka bir şey demesini bekliyordum. "Eskiden yoktu ama artık bir eşi var." Anlamayarak kaşlarımı attım, nedenini sordum. Bir tane vardı zaten, aynısından neden tekrar almıştı ki? "Yakında daha iyi anlarsın, bence artık gidelim."

Ayaz'ın yüzüne bakakaldım. Bir şey demedim ve o an kapı açılınca onunla olan bütün bağım koptu. Kapıya yöneldi bakışlarım. Annesi elinde içecek ve keklerle yanımıza gelmişti, şaşkınlık içinde Ayaz'a baktı.

"Ne yapıyorsunuz yavrular? Bu arada iyi misin, Ayaz? Hiç dikkat etmiyorsun kendine."

"Yanınıza gelecektik anne, yiyelim de sonra çıkalım o zaman." Ayaz, annesinden kaçmaya çalışırken tabakları eline aldı ve bana yöneldi. "Hadi, otur şuraya ve bir şeyler ye. Artık bu evden kaçmak istiyorum."

"Kaçarsın tabii, gül gibi kızı buldun."

Annesi gülerek yanımızdan ayrılınca bir şey demeden getirdiği çikolatalı kekten bir dilim alıp yemeye başladım. Ayaz kek yemek yerine sadece portakal suyunu içti, buna dikkat kesilmiştim. Neden yemediğini sorduğumda gözü hâlâ küredeydi.

"Çikolataya alerjim var, annem senin için yaptı o keki. Çikolatayı sevdiğini düşünüyorum."

"Seviyorum." dediğimde göz göze geldik. "Alerjin olması kötü olmuş. Böyle güzel bir tattan mahrum kalıyorsun. Üzüldüm adına." O sessiz kalırken içeceğimden bir yudum aldım. "Bu arada nasıl benim için yaptı? İki dakikada mı?"

"Sabah rica ettim yapmasını, sana getirecektim ama bir aksilik yüzünden getiremedim. Evden acil çıkmam gerekti."

Ona hayran kalmış gibi bir bakış attım. "Gerçekten mi?" dediğimde yine yaptı, yine kalbime akan o bakışını attı. Karnımda bir ağrı belirdi o an, ara ara gelip giden bir ağrı. O onaylarken ben de portakal suyumu bitirdim. Başka bir şey söyleyemedim çünkü onun da dediği gibi evden kaçmak için ayaklandık. "Kendi evinden kaçıyorsun," diye fısıldadım sadece sessizliğimi kırmak için.

"Küçük canavar rahat bırakmıyor yoksa." diyerek annesinin getirdiklerini mutfağa koydu. Ben de yardımcı oldum ve hemen sonra tekrar salona geçtik. Ev harikaydı bu arada, çok ferah bir havası vardı. En çok da Ayaz'ın kokusu ferahtı. "Biz çıkıyoruz."

"Dikkat edin Ayaz. Hazal sana emanet, anne ve babasına sapasağlam bir şekilde vereceksin kızı. Ona zarar gelmesin." Baba kelimesinin geçtiğine mi üzülsem? Ayaz'ın benim üzerime titremesine mi sevinsem? Bilemedim... Ayaz'ın bana bakınca takındığı ciddiyetini görünce gözlerim doldu. Kolay ağlayan bir insan değildim ama konu baba olursa iki göz iki çeşme... "Yanlış bir şey mi söyledim?" diyerek yanıma geldi babası.

"Hayır," dedim ama resmen harfler dudağımdan çıkarken can çekişmiştim. "Sadece babamı özlediğimi daha derin hissettim, bir kez daha..."

"Üzgünüm, Hazal. Evine bir kadın getirmek Ayaz'ın hiç ama hiç yapmadığı bir şeydi. Haliyle onun yanındaysan iyi olman gerekiyor. Saçının bir teline dahi zarar gelirse kendisini yakacağımı biliyor."

O an tahammül edemez gibi söze atıldı Ayaz. "Sana gerek yok, ona bir şey olursa kendimi yakarım ben. Sen zahmet etme." Ayaz'ın sözlerden sonra gözünün içine baktım. "Artık gidelim." dedi, yine abisine baktı. Benim gözlerim de abisine kayınca karşılaştığım ilk şey adamın bilmiş bir şekilde gülümsemesi oldu. 

Salondakilere veda edip rahatlarını bozmamalarını istedim. Annesi peşimizden geldi, bize eşlik etti. Evden ayrılmadan da bana sıkıca sarıldı.

"Kendine iyi bak güzelim. Bizim için çok değerliydin ve hâlâ öylesin, unutma bunu. Sohbetimiz az oldu bu sefer ama telafi edeceğiz, uzun uzun sohbet edeceğimiz zamanlar olacak umarım. Şu arkandaki manyağı evinden çıkaramazdım, şimdi sayende eve girmek istemiyor. Sana bu konuda büyük bir teşekkür borçluyuz. Onu hayata döndürmeyi başardığın için teşekkür ederiz, sen olmasaydın belki de o tamamen depresyonun etkisinde olacaktı."

"Siz de ablacığım. En kısa zamanda yeniden görüşmek dileğiyle." 

Annesi güler yüzle karşılık verince Ayaz girdi araya gitmemiz için. Eve geldik geleli sürekli bunu dile getiriyordu ve nihayet istediği oldu. Merdivenlerden aşağıya indik beraber, arabaya geçince de doğrudan sahile sürdü arabayı. Ben bu süre içinde Ayaz'ın neler yaşamış olduğunu düşündüm. O da yol boyunca neden kötü olduğumu sordu. Ben de ufak tefek yaşanmışlıklardan anlattım babamı. Anlayışla karşılayıp bir soru daha sormadı. Bir park yeri bulunca direkt oraya yerleştik ve hemen beraber arabadan inip biraz ilerledik. Benim için çok anlamlı ve insanların sıradan gördüğü gün batımına yetişmiştik...


7 Yıl Önce...



Siz hiç duygularınızdan vazgeçtiniz mi?

Ben vazgeçtim.

Odaya kapattım kendimi. Saatlerce elimin fırçalara gitmesini ve tabloya devam edebilmeyi bekledim. Yarımdım, yarım kalmış gibiydim. Babam iş gezisi diyerek gitti ama süresi dolmasına rağmen henüz gelmedi ve bundan dolayı yaralanmış gibi hissediyordum. Babasına düşkün bir kız olarak ben de fazlasıyla özledim onu. Özledim, tek yapabildiğim şey buydu ve ben hep babamı özlemek zorunda bırakıldım. 

Özlemler ağırdı.

Ulaşamayacağın bir noktada kalan insanları özlemek daha da ağırdı.

Savaş veriyorduk, acı çekiyorduk, yaralar alıyorduk. 

Bir notayız savaş bestesinden. 

Savaş bestesi bizim için çalacaktı, savaş çanları susmayacaktı ve biz de acılarımıza rağmen hayatla savaşmaktan vazgeçmeyecektik. 

Biraz zaman geçince annem geldi yanıma, bakışlarımı ona çevirdim. Önümde duran yarım kalmış kar manzaralı yağlı boya tablosuna bakarken bir anda gözlerini kıstı, "Bu tabloyu yapmaya devam etmelisin." dedi. Her ne kadar bu cümleyi beynime sokmaya çalışsa da ben istemedim. Sıkıldım belki de. Devamı gelmiyordu bir türlü. Nedenine anlam yükleyemedim, belirsiz bir duygunun içinde öylece kaldım işte. 

"Bu odada bir sürü kar manzaralı tablo var zaten anne. Sıkıldım, yapmak istemiyorum." diye mırıldandım.

Saatin sesi geliyordu kulağıma ve bu canımı acıtıyordu. 

Tik tak...

Emareler hep vardır.

Tik tak...

Emareler hep bizimledir.

Tik tak... 

Emareler silinmedi, silinmiyor, silinmeyecek. Acılar geçer, yaralar sarılır ama emareleri kalır. 

Tik tak...

Saat sesi her kulağıma geldiğinde ben geçmişin anıları arasında yüzüyordum sanki, vazgeçmek istemiyordum belki de yaralarımdan.  

Annem devam etti konuşmaya. "Mavi gökyüzünü karartmaman gerekiyor. Neden yarım bırakasın ki? Bu tablolar senin duyguların Hazal. Duyguların yarım kalmasın."

"Yarım kaldı anne," dediğimde bakışlarım bu sefer de fırçalara kaydı. "Sonun iyi biteceğine dair bir umut, kanıt ver bana. Var mı?" O an gülmeye başladım. Ağlamak yerine gülmeye başladım. 

Annem elini omzuma koyunca da dudaklarından hiç unutamayacağım sözler döküldü, "Gün batımı. İnanırsan sonun iyi biteceğine dair en güçlü kanıt... İnsanlar biraz delidir Hazal. Bunu hiç unutma. Bazen komik olduğu için değil, canımız yandığı için güleriz. Sen de şu an gülüyorsun çünkü canın yanıyor. Canın yandığında hep güldün. Sen hiç ağlamadın yavrum. Sen çok güçlüsün."

Hayat biraz daha anlamlı gelmeye başladı sonra.




"Güvercin?" Dalıp gittiğim ve denizi izlediğim için Ayaz'dan bağlantım kopmuştu, onun bana seslenmesiyle tekrar ona bağlandım. "Benim yanımda değil de başka bir yerdesin sanki."

Yüzümü yavaşça ona çevirdim. "Buradayım, sadece bir şey düşünüyordum." Ne olduğunu sordu, sabırsızlıkla vereceğim cevabı bekliyordu. "Gün batımı hakkında annemin bir sözü vardı. 'İnanırsan sonun iyi biteceğine dair en güçlü kanıt.' derdi hep."

Bir anlığına daldı, sanki aklına bir şey gelmişti. Kısa süreliğine bir şey demeden aklındaki düşünceyle ilgilendi, sonradan tekrar bana yöneldi. "Haklı ama neden böyle bir cümle kurdu ki? Bu sözü söylemesinin sebebi nedir, inanmıyor muydun?" Buna takılmasına anlam veremedim ama yine de onayladım titreyen bir sesle. Tek kelime etmedi bu konu hakkında, önceliği bir çardağa geçmeyi teklif etmek oldu ve ben de bunu onaylayıp ayaklandım. Çardağa geçene kadar Ayaz her yaptığımı izledi, oturduğumuzda ise tekrar söze girdi. "Peki şimdi, sonun iyi biteceğine inanıyor musun?"

"Hayır." Gözlerim denizi izliyordu hâlâ. Güneş batıyordu ve denizin üzerinde yansıması vardı, bu görüntüye aşıktım. "Kötü günleri atlattık, sırada daha kötü günler var." Ona döndüğümde birden kaşlarını çattı, beni izliyordu ve nedenini sordu. "Ayaz..." diyerek bedenimi ona çevirdim. Sesim ciddi, tekdüze ve güçlüydü. "İçimi kemiren bir şey var." Resmen beni dehşete düşmüş bir şekilde izliyordu. "Bizim akademi sıradan bir akademi değil, biliyorsun zaten bunu. Sanata dair birçok dal var ve geçmişinin bir kısmı karanlık, ben bu karanlığı aydınlatmak istiyorum. Ayrıca hayatın neyle paramparça edeceği belli olmuyor. Bu beni tedirgin ediyor birazcık." Neyden bahsettiğimi sordu biraz endişeyle. "Birinden bazı şeyler duydum." dediğimde korkuyla bana bakmaya devam ediyordu. "Zamanı gelince söylerim, şimdi anlatmam sadece keyfimizi kaçırır."

"İçindeki korku, kargaşa her neyse ciddiyet arttığı zaman beklemeyeceksin, bana söyleyeceksin. Eğer korktuğun bir şey varsa o korkunu yenmen için yardımcı olurum. Sana zarar gelmesinden korkarsan seni korurum. Üzülüyorsan güldürürüm. Ben senin için her şeyi yaparım, Güvercin. Yeter ki bana izin ver. Sen pek enerjik bir kadın değilsin ama hayat enerjin benimkinden daha iyi, moralin bozuk olduğunda da gerekirse karşında şapşallık yaparım ve bundan asla çekinmem. Gülmek benim için zor olsa da seni öyle güldürürüm ki bu güzel gülüşlerin yüzünde kalıcı kalır." Onun için neden zor olduğunu sordum ifadesizce. "Bilmem. Birisi yanımda sürekli gülse veya espri yapsa kılım kıpırdamaz ama tabii ki bu kişiden kişiye değişiyor. Sen az önce saydıklarımda kal, bunu boş ver. Anlaştık mı? Okulda da yanımdan ayrılmayacaksın. Merakla bir yere dalıp belayı üstüne çekersin falan."

"Tamam, anlaştık." Kendime gelmeyi başarmıştım nihayet. "Teşekkür ederim bu nazikliğin için." 

O an öyle bir baktı ki gözümün içine resmen bakışları bana âşık ol diye haykırıyordu. "Ben umutlarına takıntılı bir adamım, Güvercin." dediğinde bakışları dudaklarımdan gözlerime tırmandı. "Ve bana umutların kraliçesi senmişsin gibi geliyor."

"Bende umut tohumları görebiliyor musun?"

Tebessüm etti. "Emin ol ki sende umuttan daha fazlası var."

Heyecanla beraber gözlerimi kocaman açtım, bana içimdeki bu huzursuzluğu unutturmuştu. "Peki sana umut verebiliyor muyum?"

"Fazlasıyla."

İçime yayılan o tatlı duyguyla Ayaz'ın gözlerinin içine bakmaya devam ettim. "Sen de acıların kralı gibisin."

"Bu iyi bir şey mi?" dediğinde onu güldürmeyi başarmıştım.

"Belki de." Deniz kenarındaki konuşmaya atıfta bulunduğumun farkındaydı, hatta bu hoşuna da gitmişti. O an gözüm bize koşarak yaklaşan Can ve Eda'ya kaydı. Buraya gelmişlerdi ve gülerek yanımıza koşuyorlardı. "Misafirlerimiz var, Ayaz."

"Ne?" dedi şaşkınlıkla, sonrasında o da baktığım yöne baktı ve bu durumdan hiç hoşnut değildi. "Bir rahat yok. Evde Eslem'den kaçıyorum, burada da Can'dan. Çocuk, sevgilisinden çok benimle vakit geçiriyor. Gören bizi kardeş sanıyor, hani şu abisinin peşine takılan kardeşlerden Can da."

"Ne konuşuyorsunuz?" diyerek nefes nefese yanımızda oldu Can.

"Sizi gördüğünü söyledi, Güvercin. 'Canım arkadaşım geliyor.' demiştim. Hoş geldiniz." Ben gülerken gözleri bana kaydı Ayaz'ın, gülüşleri izleyen tek insan kesinlikle ben değildim ve emindim ki Ayaz şu an gülüşümün güzelliğini düşünüyordu çünkü az önce buna vurgu yapmıştı. 

"Hoş bulduk." deyip Ayaz'ın yanına oturdu Can ve diğer yanına da Eda geçti. "Manzarayı kaçırdık ama olsun. Gece manzarası da güzel denizin, değil mi Hazal?" Kafamı evet anlamında salladım. Başımı çardağın kenarına yaslayıp denizi izledim sadece, biraz iç dünyama yönelmek istiyordum sanki. "Temiz hava çok iyi geliyor insana, her gün mü yapsak bu aktiviteyi?"

Can'ın kurduğu cümleden sonra Ayaz'ın ofladığını duydum. "Güzel şeyler nadir kalsın."

"Neden be?" dedi Can isyan edercesine. "Ne güzel işte. Güzel şeylerin nadir kalmasına neden izin veriyorsun ki? Ayaz, şu hayata bakışından vazgeç artık. İyi ve güzel şeyleri sürekli yap, nadir bırakma çünkü hayat kötülüklere odaklanmak için çok kısa."

"Eslem gibisin, kabusum olacaksın yakında. Bırak yakamı, en azından şu anlık."

"Ne dedim ki?" Can o an hayretler içinde kalmıştı. Eda ve ben de sadece dinledik konuşmayı ama sonradan Eda da onlara katıldı ve güzelce sohbet etmeye başladılar. Ben ise sadece denizin dalgalarını izliyordum.

Tik tak...

Geçmişin suları... Yine ve yine geçmişin sularında yüzüyordum.

Sebebini bilmediğim bir bunalımın içindeydim. Akademi bana negatif enerji veriyordu. Onu geçtim, geçmişimi özlüyordum. Kumsal'ı özlüyordum. Geçmişe dönmek imkansızdır ya hani, onu tekrar görmem de imkansız hale geliyordu bu yüzden. Onu, geçmişimle beraber gömmüş gibi hissediyordum çünkü ne kadar arasam arayayım izine hiç rastlayamadım. 

Bir şaka vardı. Bu nasıl bir şakaydı? Kimse gülmüyordu çünkü. Ellerim bağlanmış gibiydi, bu şakayı yaparken ellerimi bağlamışlardı sanki. Acı çektiğimi ve delirdiğimi görmek yerine sadece bir şaka olduğunu düşünerek gülmek istediler. Bir kesinti içindeydim, bazen böyle gerçek hayattan kopup korkularımı dinlemek istiyordum. 

Korkularımın sesini dinlemek istiyordum ve çığlığı anımsatan seslerini duydum. 

Merhaba, ben korkuların...

0,Uzun süredir gölgen gibi peşindeyim ve sen nereye gidersen ben de oraya gidiyorum. Benden kurtulmak istedin ama bunun için hiç uğraşmadın. Artık bir son vermek ister misin? Buna bir son verme zamanı gelmedi mi?

Vücudunu ele geçirdim. Yeri geldi ağrın oldum, kalbinde ve karnında hissettin beni. Yeri geldi düşündükçe beynine bir cam parçası gibi batan düşüncelerin oldum, kendini bunalımda buldun. Sen neredesin? Neler yapıyorsun? Neler hissediyorsun? Nasıl bir durumun içerisindesin? Sormak istersek bir sürü soru var ama en önemli soruyu unutuyoruz. Sen neden korkuyorsun?

İşin kötü yanı hâlâ bıraktığım yerdesin ve hâlâ cesaretini toplayamadın. Şu kırgınlıklarını bir kenara bırak ya da bırakma, topla onları. Kesildikçe elin, kalbin, beynin kanasın. Başkalarını mutlu ederek, korkularından kaçarak, evinden çıkmayarak, sürekli uyuyarak yenemezsin korkularını. Eğer korkularını yenmek istiyorsan yüzleşmek zorundasın ve bu da galiba senin en zor yüzleşmen olacak.

Beni bir yerde de arama çünkü ben senin her attığın adımında, her aldığın nefesinde, her düşüncendeyim. Binlerce türüm var benim. Kimisinin sevdiği ile ilgili olurum, kimisinin ailesi ile, kimisinin de kendisi ile. Şimdi sen söyle, ben sende hangi türdenim? Sevdiğine bir şey olacak diye mi korkuyorsun? Kendine bir şey olacak diye mi? Ailenin paramparça olmasından mı? Ölümden mi korkuyorsun? Aslında ölümün içerisinde öldürülmek diye bir kavram da var. Ölmekten mi, öldürülmekten mi korkuyorsun?

Her neyden korkuyorsan yüzleş, yok et.

BENİ YOK ET!

Zihnim buz gibiydi ama benim üzerimde ince bir giysi vardı. Zihnim, beni donduruyordu. Duvarlarını geçmeye çalışırken daha da sıkışıyordum, zorlaşıyordu yapacaklarım. İlerleyemiyordum. Omzumda dünyanın yükü ile ayakta savaşmaya devam ediyordum ve biliyordum, bir gün yıkılacaktım.

Ayaz'a baktım, sessizce ve ciddiyetle beni izliyordu. İçimdeki sese yöneldim, iç sesim bana bu adamın yaralarımı saracağını söylüyordu. 

İç dünyamdan koptum Umut Can sayesinde. "Hazal bizimle değil sanırım." dediğinde tekrardan onlara bağlandım. 

"İyi misin?" diye sordu Eda. Başımı evet şeklinde salladım.

"Sanki dört değil de üç kişiyiz, sen burada değilsin." dedi Can. Ayaz beni izlemeye devam ediyordu sadece. "Ayaz! Kardeşim, Hazal nerede? Yoksa şu hemen yanında oturan ölü bakışlı kız Hazal mı? Tanıyamadım da."

"Dalganın zamanı mı Can?" dedim kaşlarımı havaya kaldırarak, "sadece denizi izliyordum."

"Ama arada konuş da bizimle olduğunu bilelim. Yoksa Ayaz seni de mi konuşmayı sevmeyen bir kişiye dönüştürdü? Bazen cümleleri ağzından zorla alıyoruz da onun."

Ayaz hakkında öğreneceğim gerçekten çok şey vardı, bu yüzden de merakımın beynimi tırmalamasına izin verdim. "Hayır." dediğimde sesim kırgın ve yorgun çıkıyordu. "Zaten beni fazla tanımıyorsunuz." Beni yine de iyi tanıdığını söyledi, gözlerimi devirdiğimi görünce de gülmeye başladı ve ciddi olduğunu söyledi.

"Gülerken ciddiyetini belirten ilk insan Can olabilir." diye söze girdi Ayaz. 

"Senin bütün sosyal medya hesaplarını yaklaşık iki senedir takip ediyoruz, aslında daha çok önceden takip etmeye başlamıştık da Ayaz tam tarih verirsem beni öldürür." Söylemesini rica ettim ama Ayaz, Umut Can'a onu öldürecekmiş gibi bakıyordu. "Galiba yedi senedir." dediğinde de sırıtmıştı Can çünkü Ayaz'a rağmen doğru olanı bana söylemişti. "İlk Ayaz gördü ve bana hesabını gösterdi, diğer hesaplarına ulaştı ve onları da takip etti. Yağlı boya tablolarını satışa çıkarıyordun. Biz seni yedi senedir yayınladığın fotoğraflar, sözler ve paylaşımlardan zaten yeteri kadar tanıyoruz."

"Nasıl ya?" dedim şaşkınlık içindeyken, Can'a baktım. "Ayaz mı? Beni mi? Bir dakika... Hepsini mi?"

"Ben sınıfa mesajlaşırken girdiğimde beni yiyecekmiş gibi bir bakış atmıştın, Güvercin." cümlesiyle şok oldum. Bir şeyi de fark etme be adam! "Biz zaten Can'la seni konuşuyorduk mesajlaşmada. Hayalet hesap gibiydi hesabım, anlamaman çok normal. Normalde sosyal medyayla pek aram yoktur ama senin için o hesaplarımı korudum."

"Ve sen bir ay önce bütün hesaplarını kapattın. Ayaz çıldırdı biraz, sana ulaşamayacak olma ihtimali onu delirtti ve kendi hesaplarını da kapattı çünkü Ayaz kesinlikle sosyal medya adamı değil."

Bu beni daha da şaşırttı. Ayaz benim hesapları kapatmama takılmış, bunu beklemiyordum işte. Hemen savunmaya geçtim. "İyi de benim rastgele paylaştığım şeylerdi. O sözler falan beni anlatmıyor yani. Sadece tablolarımı satmak için açtım o hesapları. Hepsi bu."

"Sana yakın gelmeseydi paylaşmazdın, Sokak Güvercini."

Yüzümü büyük bir hayranlıkla Ayaz'a çevirdim. Hesapta kullandığım kullanıcı ismi dudaklarından dökülünce afallama geldi. Bunun anlamını deli gibi merak ediyordu, bundan emindim. Ben de bu merakının sebebini deli gibi merak ediyordum ve direnmeye devam ettim çünkü Ayaz'ın tepkisi hoştu. "Hoşuma gittiği için paylaştım çoğunu, beni yine de çok iyi tanıdığınız söylenemez."

Bu cümlelerim Ayaz'ın sırıtmasına sebep oldu. "Yakın geldiği için hoşuna gidiyor zaten, Güvercin. Seni çok iyi tanıdığımızı söylemedik. Evet, haklısın. Hakkında öğreneceğimiz daha bir sürü şey var ama bilmeni istiyorum; senin hakkında bildiğimiz, tahmin edebildiğimiz şeyler de var. Rastgele bir örnek veriyorum, mesela rap dinleyen bir kadınsın."

"Bu yüzden Ayaz rap müziğe sardı."

"Sen sus Can! İçimi döktün yeteri kadar, bence bu kadarı yeterli. Ayrıca bu yüzden değil, tarzı hoşuma gitti. Ben de rap müzik dinlemeye başladım, normalde biraz duygusal kaçıyordu dinlediklerim. Hatta bir sebepten dolayı Müslüm Gürses bile dinliyorum yani."

"Bunu herkes bilir." dediğimde Ayaz tam anlamıyla kahkaha attı. Bu kadar içten kahkaha atması onda sık karşılaşılan bir durum değildi ama çok güzeldi. "Başka neler biliyorsunuz?" diye sordum merakla.

Ayaz söze girdi. "Hayatım boyunca senin kadar inatçı birisi görmedim." Tebessüm etmiştim çünkü inatçı olduğuma inanmayacak kadar inatçıydım. Devam etmesini istedim. "Güzel sanatlar lisesi mezunusun ve üniversiteyi de güzel sanatlar fakültesi olarak okumuşsun. Aynı zamanda da grafik tasarımcısı ve sanatçısın, yaptığın çalışmalar da genelde manzara çalışmaları. Bazıları korku temalı. Bunları da mı herkes bilir?"

"O tabloları çok önceden yapmıştım." dedim Ayaz'a. "Gördün mü cidden? Çok kötü çalışmalardı ve hepsini sattım ben de. Keşke onları görmeseydin, rezil olmuş gibi hissediyorum." Yanaklarımı kapattım çünkü ben utanınca gerçekten de yanaklarım elmaya dönüyordu hemen. Bu da Ayaz'ın hoşuna gitmişti ki gülümsedi. 

"Kötü oldukları için insanlar satın aldı zaten."

Ayaz'ın lafı yutkunmama sebep olurken onun cümlesini Umut Can devam ettirdi. "Harbi ya, hepsi de çok güzeldi. Ayrıca yaptığın tablolarından birisini de Ayaz aldı."

Ve şok... Gözlerimi kısıp Ayaz'a baktım. Yüzündeki ifadesizlik yüzünden tek kaşım havaya kalktı. Anlamayarak, daha doğrusu inanamayarak açıklamasını istediğimi söyledim yüzüne.

"Van Gogh'un yıldızlı gece çalışmasını ben aldım. Babamın arkadaşıyla konuştun sen. Bizim yerimize o geçti seninle irtibata çünkü o an ben seninle iletişime geçmek istemedim. Van Gogh, en sevdiğim ressamlardan birisidir, bu yüzden de o tabloyu görür görmez dayanamadım. Sonuç olarak Van Gogh'un eseriydi ve o tabloya senin de ellerin değmişti. O tabloyu değerli yapan bir Van Gogh'tu, bir de sen... Bu almam için gerekli bir sebepti. Evde asılı şu an." 

O an hemen evlerinde görmediğimi söyledim ama Ayaz daha lafa giremeden Can atladı. "Kızı evine mi götürdün lan? Eda şu gelişmeye bak, bir de bana kızıyor gerçeği söyleyince."

"Can üstümü değişmem gerekiyordu ve bu yüzden önce eve uğradık, ne var bunda? Salak salak konuşup sinirimi bozmaz mısın? Ayrıca o ev değil."

Ayaz'ı sinirlendirmek Can'ın hoşuna gidiyordu, bunu da başarıyla yapabiliyordu. "Bir şey demedik, tamam." dediği an Eda ile birlikte gülme krizine girmiş bulundular. Tekrar önüme döndüm. On beş dakika boyunca dördümüz de denizi izledik. Onlar sohbet etmeye devam etti ama ben sadece arada katıldım onlara. "Hadi, herkes denize bakınca aklına gelen bir cümle söylesin." diye de odak noktası oldu Umut Can. 

"Büyük balık, küçük balığı yer." dedi Eda, Can'a.

"Susadım."

"Su iç."

"Öyle değil Hazal. Aklıma ilk bu geldi." Can'ın cümlesine gülmeye başladım. "Hadi! Siz de söyleyin." diyerek bizi beklediğini belirtti.

"Derin denizin mavisini gözlerinde buldum, suyla buluşsam boğulur muyum?" 

Kafamı kaldırınca doğrudan Ayaz'ın bana bakan gözleriyle karşılaştım ve bu da benim duraksamama sebep oldu. Oldukça nahif bir ses tonuyla söylemişti bunu. Yüzünü izlemeye başladım ve aklıma gelen ilk cümleyi dışarıya vurdum. "Bazı şeyler şeffaf denize mavi dememiz kadar anlamsız." Dudaklarımdan çıkan cümle yüzünde tebessüm oluşturdu. Bana katıldığının bir göstergesiydi bu ama ben beğenmemiştim cümlemi çünkü Ayaz'a iltifat etmek istemiştim. Hava fazla soğumamıştı ama çok üşüyordum, bu da biraz dikkatimi dağıtmıştı. Gülümsemesini izlerken kollarımı sıvazladım. "Sanırım artık kalkmalıyız." dedim bu sefer, gözlerimi kaçırmıştım.

"Üşüdün mü?" Soruyu Ayaz sormuştu.

"Birazcık."

"Ayaz, bizi de eve bırakabilir misin?"

Ayaz ayağa kalkarken başıyla onayladı Umut Can'ı, ben de toparlandım hemen. Beraber yürümeye başlayıp arabaya yöneldiğimizde gözlerim bir an denize döndü. Yüzümde bir gülümseme oluşunca peşlerinden devam edip arabaya geçtim. Bu sefer Can ile kız arkadaşı birlikteydi ve arkaya oturmayı tercih ettiler, özellikle oraya oturmuş ve bana ön koltuğu bırakmış gibiydiler. Ben de pek takılmadan öne geçtim, dalgınlığım devam ediyordu. Önce Eda'yı, sonra da Can'ı evine bıraktık ve ben bu yol boyunca yine düşüncelerimde boğuldum. Sıra bana gelince Ayaz'ın gözlerinin bana kaydığını gördüm. Benim evin önüne kadar sessizce geldik, en sonunda Ayaz söze girdi.

"Yorgun musun?"

"Biraz," dedim.

Yutkundu önce. "Peki," diye fısıldadığında anlayışla bakıyordu bana. "Neyin var?" Sustum ama Ayaz tekrar söze girdi. "Güvercin, canını yakan nedir?"

"Ben... Sadece..." 

Konuşamadım ve Ayaz da ısrarcı değildi, anlayışlıydı. "Anlatmak istemiyorsan veya anlatamıyorsan elbette ısrar edemem. Sadece şunu bilmeni istiyorum, senin için her zaman ulaşılabilirim."

Buruk bir tebessüm takındığımda tek bir şey sordum. "Sevgilin var mı, Ayaz?" Sorum onu şaşırtsa bile reddetti. "Allah Allah," dedim tebessümle. "Bu kadar anlayışlı, nahif, terbiyeli ve karizmatik bir adamın nasıl ilişkisi olmaz? Anlamadım."

Bu sefer Ayaz'ın yüzünde tebessüm belirdi. "Utandım şu an." Bakışlarını kaçırmıştı ve direkt konuyu değiştirmek istedi. "Aç mısın?" Onayladım. "Keşke beraber yemek yeseydik." Tekrar buluştu bakışlarımız. "Sözüm olsun, bir gün beraber akşam yemeğine çıkarız." Teşekkür ettiğimde bakışları karnıma kaymıştı bu sefer. "Ağrın var mı?"

"Yok, iyiyim şu an. Ara ara gelip gidiyor."

"Tamam, dikkat et kendine. Eve gidince yemek ye ve direkt uyu. Çok ağrın olursa veya bir şeye ihtiyacın olduğunda hemen beni ara, gecenin yarısı olsa bile ara hiç çekinmeden. Koşar gelirim. Kendini sıcak tut ve iyi bak, ağrın artmasın. Yarın görüşürüz."

"Tamam," dedim düşünceli oluşuna hayran kalarak. "Görüşürüz, teşekkür ederim yeniden." diyerek arabadan indim. Yine ben eve girene kadar bekledi, içeriye girdiğimden emin olmak istiyordu. Annem kapıyı açıp beni gülümseyerek karşılayınca da gitti.

"Hoş geldin kızım." Ona karşılık verdiğimde tek bir şey sordu. "Yemek yedin mi?"

"Hayır anne, şimdi yerim." Kafasını onaylar biçimde salladı. "Nisan uyudu mu?" diye sordum.

"Evet canım, çok yorulmuş ve hemen uyuyakaldı. Benim biraz işim var, babanın burada yarım bıraktığı işleri hallediyorum. Takıl sen kafana göre ve gecikme fazla, tatlı rüyalar şimdiden."

"Tamam, tatlı rüyalar anne." diyerek anneme veda edip odama çıktım. İlk iş üzerimi değişip ellerimi yıkamak oldu, sonra da odadan ayrılıp mutfağa yöneldim. İştahsızdım ama buna rağmen bir şeyler atıştırmam gerekiyordu, bu yüzden de elime gelen ilk yemeği alıp bir tabağa yeterli olacak kadar koyduktan sonra yemeye başladım. Mutfağa ayırdığım zaman yirmi dakika falan sürmüştür herhalde, yemeğimi bitirip odaya geçtim ve kendimi direkt yatağa attım. Telefona bildirim geldi o an, bakmama taraftarıydım bu sefer ama tabii ki beynimin bana bakmamı söylemesi ağır bastı. Ekranı açtığımda Buzdolabı Ayaz tarafından mesaj geldiğini gördüm. Bir an mesaja bakmayı unuttum ve acaba onu nasıl kaydetsem, onu düşündüm. Bulamayıp düşüncelerimden koparak mesajına baktım.

"Söylemeyi unuttum, iyi geceler Güvercin."

Sanırım ilk defa bir insanın bana Güvercin diye hitap etmesi hoşuma gitmişti. İlkti, daha önce birisi bana Güvercin diye hitap etmemişti ve bu ilke Ayaz sahipti.

Karşılık verip telefonu bir köşeye bıraktım ve uyumak için yatağın içine girdim ama uyuyamadım, aklımda Ayaz dolanıyordu. Onun açık kahverengi gözleri aklımdan çıkmıyordu. Gözlerimi kapattığım an gülüşleri geldi önüme ve ben de bunu düşüne düşüne uyuyakaldım. 

Sonsuz bir karanlıktaydım.

Her şeyi yutup kaybolmasını sağlayan bir karanlık...

Güneş battı ve bizim için yeniden doğuyor. En azından benim için doğuyor.

Yine sabahki rutinime devam, erken saatte kalkıp zorla Dolunay Sanat Akademisine gitmek gibi mesela. Babamın beni de dahil ettiği dosya yüzünden demeliydim galiba. Yine bu lanet görev yüzünden akademiye adımımı atmıştım, derslerin başlamasına on dakika kala sınıfta oldum.

İlk karşılaşmam yine Ayaz'laydı ve o yanıma gelince doğrudan atölyeye yöneltti beni. Atölyede yeni başladığımız tablonun başına oturduk ama o dışarısının soğuğunu fırsat bilerek yine yanımdan ayrılıp ellerinde sıcacık kahvelerle döndü. Karton bardaktaki kahveyi bana uzatırken gülümsedim ve kahvemi aldım, söze girdim hemen. "Diğerlerine bu kadar soğuk bir insan olmana rağmen benimle ilgilenmen bile şaşırtıcı. Teşekkür ederim."

"Gözlerinde kendimi görüyorum." diye başladı konuşmaya yanıma otururken. Benim gözlerim dışarıya takılınca Ayaz'ın sesini yeniden duydum. "Bana hikâyenden bahset," dedi. "Seni daha iyi tanımak istiyorum. Hikayen nedir, Güvercin?"

"Duygularını tamamlamak isteyen bir kadının klasik hayatı işte. Diyeceklerim bu kadar, senin?"

"Siyah'ın hikayesini mi merak ediyorsun?"

Evet, Ayaz siyaha âşıktı ve kendisine de Siyah diye hitap edebiliyordu. Bunun merakı ile "Neden siyah?" diye sordum ilk önce. Sonra devam ettim. "Siyah derken neyi kastediyorsun, Ayaz? Siyahı senin için özel kılan ne? İsmini nasıl koymuşlar? Sen kimsin?"

Sorularımı teker teker duyunca derin bir nefes aldı ve anlatmaya başladı. "Aslında bu benim ismimle de alakalı. Annem siyah bir ata yaslanarak doğum yapmış, siyah diyerek ona ve acılarıma hitap ediyorum. O yüzden siyahı seviyorum, siyah acılarımızı temsil eder." Başımı ona çevirdim ve hayranlıkla gülümsedim. O ise hâlâ çok ciddiydi ve acı çekiyor gibiydi. "İsmim hayatın soğukluğundan geliyor."

"Sen şimdi atları da seviyorsundur." diye mırıldandım. "O atın şefkati bazı insanlarda yok ve ben galiba hayran kaldım hikayene."

"Evet," dedi keskin bir ses tonuyla. "Annemi sıcak tutmak için sarmış onu. Etraftaki kadınlar da yardım etmiş anneme. Hastaneye yetişememiş, bir kasabanın içinde doğmuşum."

"Gözünü ilk açtığında annen ve siyah bir atla karşılaşıyorsun, sanırım gerçekten kıskandım." diyerek takıldım biraz. 

"Siyah atın fotoğrafı da var." dediğinde telefonunu çıkardı cebinden ve ekranını açıp galeriye girdi. Fotoğraflarda teker teker gezinirken birisinde durdu ve telefonu bana uzattı. Telefonunu elinden alıp resme baktıktan sonra gördüğüm atın güzelliği beni büyüledi resmen. Annesi de vardı fotoğrafta, bir de annesinin kucağında Ayaz'ın bebekliği. "Şu an kaç sene öncesine bakıyorsun ya, yaşlanmış gibi hissettim." diye fısıldadı Ayaz ve devam etti. "O zaman tek bildiğim şey ağlamaktı. Şimdi bana kız arkadaşımın olup olmadığını soruyorlar sürekli, evlilik bekliyorlarmış falan filan. Nereden nereye gelmişim, zaman öyle hızlı akıyor ki."

Onca sözüne karşılık vermeyip sadece tek bir şeye odaklandım. "Çok tatlıymışsın bebekken."

"Tatlılığımızı zamanla kaybettik işte."

"Emin misin? Buradan pek öyle durmuyor, ayrıca güzel bir kalbin var."

"İçi boş olduktan sonra ne anlamı var?" Telefonunu cebine koyarken onu izledim, o kalbin içi kesinlikle boş değildi. "Peki senin ismin? Bir hikayesi var mı Hazal'ın? Bu sefer Güvercin demedim çünkü biliyorum, Güvercin'in çok anlamlı bir hikayesi var."

Buruk bir tebessüm takındım sorusundan ve dediklerinden sonra, o böyle konuştukça da heyecandan karnıma ağrılar giriyordu. "Kuruyup dökülen ağaç yaprakları... Hazal isminin anlamı buymuş ve bana artık sadece senin gözlerini hatırlatıyor." Ayaz'ın yüzünde gördüğüm şey sadece şok olduğuydu. "Ne oldu?" diye sordum. "Niye bu kadar şaşırdın ki? Senin gözlerin de sonbahar gibi..."

Yutkundu. "Evet, öyle." dediğinde hâlâ yüzündeki şaşkınlık solmamıştı. "Ve ben sonbaharın turuncusunu sevdiğimi söylemiştim." Hatırladığımı belirttiğimde sadece gülümsedi. Ben de hemen doğum günü tarihini sordum ona. "1 Ocak."

"Harbi mi?" dediğimde içten gelen samimiyetiyle onayladı. "Düşünsene evin tam ortasında kocaman bir ağaç var. Işıklarla, yıldızlarla ve şekerlerle süslenmiş. En üstünde 'İyi ki doğdun Ayaz!' yazıyor."

"Neden böyle bir şey düşünüyorum?" O an ikimiz de beraber gülmeye başladık ama Ayaz devam etti konuşmaya. "Doğum günü umurumda olmazdı o zaman, ağacın üstündeki şekerleri sömürürdüm." Ciddi değildi, takılmak amaçlı söylemişti ama ben o anın hayalini kurmuştum. Gülüşlerime engel olamadığımda kısa bir süreliğine sessiz kaldı ve sonrasında devam etti. "Senin doğum günün ne zaman?"

"17 Ağustos."

Duraksadı önce, yutkundu. Gözlerini bende gezdirdi ve en sonunda konuşmaya başladı. "Hikayeni yazdığın bir kitap varmış sanki ve ben her sayfasını seni takip etmeye başladığım günden beri çok merak ediyorum." Çaresizlik vardı bakışlarında, biraz da huzur. 

Sırıttım. "Bana kurduğun bir cümle geldi aklıma. 'Bu kadar merak fazla gibi.' demiştin."

"Bu cümleyi kurma ama," dedi nazikçe emir verir gibi. "Zamanla öğrenirim. Bu arada iyi misin, ağrın var mı?"

"İyiyim, azıcık var ama o da geçer yakında." dedikten sonra bir isteğim duyuldu. Gözlerim dışarıdaydı. "Keşke kar yağsa şu an."

"Bugün kar yağışlı zaten ve ben hasta girdim sanırım kışa. Enerji patlaması yaşamak isterdim." Neyi olduğunu sordum hemen. "Bilmiyorum," dedi. "Her yerim ağrıyor. Hastalanmaktan nefret ediyorum, bazı aktivitelerimi aksatıyor. Bu arada hazır konu kışa değmişken bir şey daha soracağım, kışı neden bu kadar çok seviyorsun? Buradan devam edebilirim seni öğrenmeye. Diğer mevsimlerden ayıran nedir, sadece soğuk oluşu mu?"

"Kar taneleri..." dediğimde tebessüm takındı. "Saflığı ve zarifliği temsil eden kar taneleri için. Her kar tanesi farklı bir desen, her insanın farklı zevklere sahip olması gibi. Sanırım en çok bunu seviyorum. Beyazı seviyorum, Ayaz." Belki de beni sana iten senin kış ayında doğmandır, bu da olabilir. Bunu düşünürken derin bir nefes aldım ve bu Ayaz'ın dikkatini çekmişti. 

"İçlendin galiba. Ben siyah, sen beyaz. Neden zıt kutuplarız?"

"Bilirsin ki zıt kutuplar birbirini çeker." Dudaklarımdan çıkan cümle sırıtmasına sebep oldu ama tamamen istemsizce söylemiştim, düşünerek kurmamıştım o cümleyi. Ayağa kalktım direkt, yine utanmıştım ve camdan dışarıyı izlemek için cam kenarına geçtim. Ayaz'dan kaçıyordum, gözüm uzağımızda kalan ormanlık alana takıldı. "Siyah ata ne oldu?" diye sordum konuyu değiştirmek için, peşimden geldiğini biliyordum.

"Ben çocukken onun da yavrusu olmuş. Yavru siyah ve beyaz. Vücudunun çoğu siyahmış, sadece kafasında ve bacaklarında beyazlık varmış. Şimdi o da büyümüştür."

"Siyah ata ne oldu, Ayaz?" diye sordum yeniden.

Sorumdan kaçtığı çok belliydi ve yüzünde kırgınlık vardı. Sıkıntılı bir nefes verdi ve konuşmaya başladı. "Öldü." dedi, soğuk bir ses tonuyla çıktı kelime dudaklarından. "Bir kurşunla. Zaten hastaymış ve ölmek üzereymiş, daha fazla can çekişmesin diye bir kurşunla öldürmüşler. Tam 20 yıl önce... Siyah öldürüldü ama ben de yaralandım."

"Bunun için üzgünüm." dediğimde üzülmemem gerektiğini belirtti. Ben de yine bir soru yönelttim ona. "Hiç gördün mü yavrusunu?"

"Görmedim ama görmeyi isterdim."

O an aklımın ucundan Ayaz'la atın olduğu konuma gitmek geçti. Tabi durmadım, söyledim hemen. "Nerede olduğunu biliyorsan bir gün gidelim mi? Ben de görmek istiyorum."

Etkilenmiş gibi baktı gözümün içine. "Ciddi misin?" Ümitte vardı bakışlarında, kafamla onayladım bu ümidi yaşatmak için. "Olur, gidelim." 

Ayaz'ın cümlesi biter bitmez uzağımızda bir patlama oldu, birden irkilerek oraya baktım. Ormanlığın diğer tarafındaki bir bina bombalanmıştı. Ayaz'a baktığımda tebessümle ve gururla oraya baktığını gördüm ama ben onun kadar rahat değildim. 

"Ülkeyi başımıza yıkacaklar." dediğimde karnıma ağrı saplanmıştı. Acı içinde karnımı tuttuğumda Ayaz'ın tebessümü yerini endişeye bıraktı ve direkt bana yönelmesini sağladı. "İyiyim." dedim sadece. 

"Ülke bataklığa döneli uzun zaman oluyor, bombaların patlaması ya da cinayetlerin artmasına alışmalısın, Güvercin." Kolumdan yakaladı beni, dengem şaşmıştı. "Şhh, sakin ol. Gel, oturalım ve ağrını dindirmeye çalışayım."

"İyiyim ben." dediğimde gözünün içine baktım, hâlâ çekmemişti elini kolumdan. Tam söze girecekti ki yanımıza Ayaz'dan telefon numarasını isteyen kız gelmişti, elinde kahve vardı ve Ayaz'a çarptı ama bilerek yaptığı o kadar belliydi ki. Kahvesi benim üzerime dökülürken Ayaz beni bırakmamıştı ama ben öfkeyle soluyordum. Ayaz elini kolumdan nihayet çekerken ciddiyetle kıza bakmıştı, kız da Ayaz'ı izliyordu. "Ne yapıyorsun ya?" dedim ciddiyetle, o an bile bana bakmadı. "Alo!" diye bağırdım. "Ayaz'a değil bana bakacaksın."

O an nihayet gözlerini Ayaz'dan alabilmişti. "Ben... Sadece camı açacaktım."

Tek kaşımı kaldırdığımda resmen sırıttı kız. "Bence sırıtmak yerine şu an buradan gitmelisin," dediğimde uyarımı gerçekten de Ayaz'ı izlemekten anlamamıştı. "Gel beni döv diyor resmen," diye fısıldadığımda Ayaz daha fazla dayanamayıp söze girdi.

"Canın çok yandı mı, güzel Güvercin?"

Reddettim. "Yani... Sadece yandım biraz, zaten karnım ağrıyordu ve sanki bütün aksilikler beni buluyor gibi geliyor." 

Kıza baktı. "Biraz daha dikkatli ol, özellikle de ona karşı." Ayaz'ın uyarıcı ses tonunu duyar duymaz kız onaylayıp yanımızdan ayrıldı, ben de yerime geçmek istedim ama bakışlarım dışarıya kaydı. Gökyüzü siyaha boyanmıştı dumanlarla. "İyi misin?"

Öfkeliydim. "Kız dikkatini çekmek için her yolu denemeye başlamış ve bu hikâyede yanan ben oldum." 

"Sence kızın tavırları umurumda mı?"

Ayaz'ın sorusundan sonra sessizliğimi korudum çünkü hoca geldi atölyeye. "Günaydın çocuklar." dediğinde Ayaz ile birbirimizden koptuk ve yerlerimize geçtik. Sessizdik, bu sessizliği biraz zaman geçince hoca bozdu. "Birazdan çalışmaların gidişatına bakacağım, sonra devam ederiz yağlı boya yapmaya. İlk çalışma serbest olsun diye düşündüm ve size bıraktım, ikincisinde konuyu size ben vereceğim. Muhtemelen sergiye çıkar dönemin sonuna doğru." Bir öğrenci bir yılda kaç sergi olduğunu sordu o an. "Resim bölümünden ben sorumluyum. Siz de bana bu konuda yardımcı olacaksınız çünkü çalışmalara bağlı. İyi çalışırsak bir sürü sergi açarız, satışlarda çok oluyor zaten. Bu arada aranızda fotoğrafçılığa hâkim olan var mı?" Bazı kişiler isimlerini söyleyince biz sessiz kaldık, hoca ise devam etti. "Bu öğrenciler zamanı geldiğinde fotoğraflar çekecekler. Neresi olursa artık, o size kalmış. Çekilen fotoğraflar basılacak ve fotoğraf sergisi olacak."

Derin bir nefes alıp yavaş yavaş bırakınca gözümü ondan kaçırdım. Hoca çalışmalara devam etmemiz gerektiğini söyledi. Ayaz'la konuşmayı tercih etmeden tabloma yöneldim. Lakin bir şey dikkatimizi dağıttı. Ayaz'la aynı anda telefonları çıkarıp gelen bildirime bakıyorduk, muhtemelen gelen bildirimler aynıydı.

"Uras kişisi sizi Aklını Yitirmişlerin Saygıdeğer Grubu grubuna ekledi."

Dudaklarımdan dökülen sözcüklerden sonra gruba girdim. Uras ikimizi de düşündüğüm gibi gruba eklemişti. Grupta bir de Asel vardı. Gözüm grup isminin altındaki yazıya kaydı.

Uras yazıyor...

"Uras: Arkadaşlar, önemli bir şey söylemek için grubu oluşturdum. Asel yanımda ama sizin de bilmenizi istiyorum. Hazal'la biraz sohbeti geçti aslında ama çok çok çok önemli bir şey buldum."

"Bu çocuk neyden bahsediyor?" diye sordu Ayaz gözümün içine bakarken.

İşte şimdi Ayaz'ın rahat durmayacağını biliyordum ama bu bir fırsattı, akademi mevzusu hakkında yeni bilgilerim olacaktı ve ben de bu konuda rahat durmayacaktım. "Deniz kenarında bunu söyleyecektim." diye başladım söze. "Bir ara yerde kan damlalarına denk gelmiş öğrenciler. Olayın üstü kapatılmış." O an tekrar telefonum titredi.

"Asel: Bir araya gelmemiz gerekiyor. Öğle arası bahçede olacağız."

Görüldü atıp gruptan çıktım. "Sadece bunu mu biliyoruz?" diye sordu Ayaz. Kafamla onayladığımda düşünceli gözüküyordu. "Cinayet mi?"

"Ayaz, biz Kanlı Dolunay sınıfındayız. Dolunay isimleri yokmuş normalde, bu olaydan sonra öğrencileri ayırmaya başlamışlar. Çok saçma, farkındayım. Cinayet değildir sanırım, ceset yok ortada. Bilmiyorum."

"Kan diyorsun ama. E o zaman birinin burnu kanadı ve öğrenciler farklı yönde algıladı. Başka bir açıklama var mı? Bu konuya bulaşmayacağız. Düzgünce önümüze bakacağız, başka bir seçecek yok. Sakın!"

"Ama..." O an gözümün içine beni öldürecekmiş gibi baktı. Söyleyemedim, görevim olduğunu yüzüne söyleyemedim. Söylememeliydim.

"Aması yok, kan dondurucu bir olaysa başınıza bela alırsınız. Bu işe bulaşmayacaksınız, özellikle de sen. Dört sene sonra tekrar aynı şeyleri yaşayamam. Onu da geçtim ben umudumu daha küçük bir çocukken kaybettim, yine kaybedemem."

"Ne oldu ki?" diye sordum. Cevap vermedi ve ısrarcıydı bu olayı bırakmam konusunda. "Üzgünüm Ayaz. Uras'ın ne bulduğunu merak ediyorum, onunla yine de konuşacağım."

"Ne Uras'mış be," dedikten sonra sinirli bir halde tabloya devam etti.

"Neden bu kadar yükseldin ki?" Sesim titreyince ayağa kalkıp bitirdiğim kahvenin bardağını çöpe attım, onunla konuşmak istemiyordum şu an çünkü konuşmayınca daha az geriliyordum. Zaten o da kılını bile kıpırdatmadı, yanına gitmedim ben de. Resmen bana trip atıyordu, Uras'tan rahatsız olduğundan da adım gibi emindim.

Sadece telefonumu aldım elime, başka bir şey yapmak istemedim. Son dakika haberi vardı, haberi okumakta buldum çareyi.

Başlığı okudum.

"Siyah Emare Örgütünden bir mesaj var!"

Aşağıya kaydırıp habere baktım.

"Kimliği henüz belirlenemeyen Siyah Emare Örgütünün kurucusu ve lideri, dakikalar önce Zero'nun kutlama binasını patlattı. SE timleri geri çekilmiyor."

Bir kez daha kaydırdım aşağıya.

"Siyah Emare'den bir not var! Her zaferini düşmanına siyah laleler göndererek taçlandıran SE Örgütü lideri, bu sefer yası temsil eden siyah laleler arasına bir not bıraktı. Bütün ülke o notu konuşuyor."

"İçinde bulunduğunuz cehennemdeki iblisler benim, cehennemin ateşini başlatan kibrit de benim kibritim."

SE.

Siyah Emare Örgütü... Herkesin dilindeydi, özellikle de lideri çünkü liderine ayrı bir ilgi vardı. Yüzünü daha önce görmeseler bile ayrı bir hayranlık vardı ve ben bazen bu kadar hayran olmalarını abartılı buluyordum. Yüzünü görmedikleri bir örgüt liderine ne kadar hayran olabilirlerdi ki?

Cam kenarından dışarıya baktım, gökyüzü hâlâ dumanlıydı ve birçok helikopter gelmişti olay yerine. Bu yer uzaktaydı ama emindim ki birçok polis de oraya yığılmıştı ve trafik sıkışıktı.

Her şeyi bir kenara koymaya çalışırken camdan uzaklaştım, diğer arkadaşların yaptığı çalışmaları gezdim. Hoca da eşlik etti bana, en sonunda sıra bize geldi.

"Güzel seçim." dedi tablomu görünce. "Orijinal resmini görebilir miyim?"

"Sadece deniz var, figürleri Ayaz'la beraber ayarladık."

O an resmen hocanın gözünün içi parladı. "Harika, bu şekilde devam etmenizi istiyorum. Beraber iyi iş çıkarıyorsunuz. Ayaz'ın seçimi de güzel. Sizde ışık var, güzel."

Bir şey demeden yerime oturdum, Ayaz'ın yüzüne bakmadan kendimi meşgul etmeye çalışıyordum. Direkt WhatsApp'a girdim ve numaralarda dolandım ama elim Ayaz'ın numarasına gidiyordu. Gözüm onun hakkında kısmında yazan söze takıldı.

Siyah gökyüzüne mavi olmak için buradayım.

"Hoş geldin." dedim içimden. "Kalbinin kapısını hemen kapat. Öyle izleyelim camından mavi gökyüzünü."

"İlgini mi çekti?"

"Ne?" Şaşkınlıkla Ayaz'a çevirdim yüzümü, direkt fark etmişti onu düşündüğümü.

"Cümle ilgini mi çekti?" diye sordu. "Bakakaldın ekrana."

"Beğendim sadece, ne anlama geldiğini merak ettim."

Doğrudan bana bakmak yerine ellerimde veya üzerimde gezdi bakışları. Gözlerimin içine bakamadı. "Siyah gökyüzü... Gece. Mavi gökyüzü ise gündüz." Bunları dedikten sonra baktı gözümün içine, bakışları yavaş kaymıştı gözlerime. Sanki bu yavaşlıktan haz almak istiyordu. Gözümün içine bakarken devam etti. "Geceni aydınlatmak için buradayım. Karanlığında sana yön gösterecek ışığın olmak için buradayım. Seninle aydınlığı bulmak için..." Yutkundu. "Bu şekilde düşünebilirsin." Kimden bahsettiğini sordum umutsuzca. Neyin umutsuzluğunu yaşadığımı da bilmiyordum. "Bir kişiye yazılmadı o." diyerek kestirip attı.

"Ama birinden bahsedermiş gibi söyledin." dediğimde de duraksadı, yavaşça yüzündeki ifade yok oldu.

"İlla birisine mi yazmam gerekiyor? Zamanı gelince anlamlı kılan çıkar belki. Şu an bu cümleyi kurabileceğim bir kişi yok."

Onayladım sadece sessizce ama o kişinin var olduğundan emindim, Ayaz'ın kalbinde bir kadın vardı. Olmalıydı.

Yorgun gözlerim camdan dışarıyı ve gökyüzünü izlemeye başladı kısa bir süreliğine. Maviliğine takıldım gökyüzünün. Kar yağmaya başlamıştı, tam istediğim gibi.

Ağrıdan ölmek üzere gibi hissediyordum ama. Hocaya biraz rahatsız olduğumu söyleyerek izin aldım ve kaloriferin yanında oturmaya başladım. Sıcak iyi geliyordu ama ağrım inişli çıkışlıydı, bir gelip bir gidiyordu ve geldiği zaman da tam geliyordu.

Öğle arasına kadar hiçbir şey yapmadım, öylece oturdum. Arada hoca da benimle ilgileniyor ve durumumu soruyordu. Düşünceli ve iyi bir insan gibiydi, ismi de Yunus'tu. İyi olduğumu söyledim hep ama Ayaz'a ait o söz aklımda kira vermeden yaşamaya başlamıştı, bu da iyi hissettirmiyordu. Sadece onu izledim, bunun farkındaydı aslında ama fark etmemiş gibi davranıyordu. Arada öksürüyordu ve burnunu çekiyordu. Öğle arasına kadar onu düşündüm, öğle arası gelince de yanına geçip eşyalarımı aldım. Ayağa kalkınca da o öldürücü bakışı yine yedim.

"Gidecek misin?"

"Sen de geleceksin." dediğimde kaşları çatıldı.

"Bir yere gelmiyorum ben, ne yapmak istiyorsan onu yap."

Bu son cümle sinirden söylenmiş olsa bile izin olarak algılanıyordu. Ben de öyle kabul edip kafamı salladım, zaten o da ses etmeyi tercih etmedi bir daha. Gözlerimi devirip hızla yanından ayrıldım, atölyeden çıkıp merdivenlerden hızla inip dışarı çıktım. Bahçede ilk iş Uras'la Asel'i buldum, Ayaz'ın ise peşimden gelmediğini biliyordum.

"Ayaz nerede?" diye sordu Asel.

"Keyfi gelmek istemedi, bu olayı kurcalamamızı da istemiyor. Hasta zaten, dışarıda kalması pek iyi olmaz."

"Konu bütün Kanlı Dolunay sınıfını kapsıyor olabilir." Uras'ın cümlesinden sonra bir çardağa geçip oturduk çünkü daha rahat konuşmak istiyorduk. Çardağa geçtiğimizde Uras hemen devam etti anlatmaya. "Bir hocanın ses kaydına ulaştım. Bir dilekçe vermiş akademiyle ilgili. Dilekçe kayıp, yok ortada. Bir de ses kaydı var. Birisinden yardım aldım bunu yaparken. Dinleyin."

"Merhabalar. Ben Dolunay Sanat Akademisi'nde görev yapan bir akademisyenim. Burada her sene bir kargaşa yaşanıyor ve bu yüzden dolunay isimlerini silmenizi rica ediyorum. Akademinin geçmişindeki karanlığı gömdüler, o olay buranın kapanmasına bile sebep olabilirdi. Akademiyi kötüye kullanan bir kişi var, kim olduğunu bilmiyorum. Çıkarları için her şeyi yapmak için programlanmış gibi, hakkında sadece bunu biliyorum. Kanlı Dolunay öğrencilerini takip ettiğini düşünüyorum. Bu kaydı lütfen dikkate alın. Kanl-"

Şaşkınlıkla yüzüne baktım Uras'ın. "Burada ses kesiliyor. Devamını söylemesine izin vermemişler ya da sese engel olan bir şey olmuş."

"Adama ne olmuş olabilir? Bu sese nasıl ulaştın sen?"

"Sana atılan bir kızdan bahsetmiştim, o kızdan yardım aldım yine. Video çekmişler sanırım, videonun sesi olabilir bu. Dilekçe işe yaramayınca bu yöntemi denemek istemiş olabilir. Bir şekilde konuşmasını bitirmesine izin vermemişler. Adam akademinin dışında, nerede olduğunu bulursak aydınlanabiliriz."

"O değil de Ayaz camda, burayı izliyor."

Asel'in baktığı taraftaki camlara baktığımda onu gördüm, Ayaz'ı gördüm. Kendinden eminmiş gibi duruyordu ya da Uras'ı parçalayacakmış gibi. Karar veremedim.

"Sanırım Hazal'ı kıskanıyor."

"Saçmalamak için mi doğdun sen?" dedim anında Uras'a.

Tek kaşını havaya kaldırdı. "Bana öyle geliyor sadece. Çocuğun sana bakışları hiç normal değil. İlla ki sevgi olacak diye bir şey yok. Kıskanmasının başka sebebi de olabilir. Bilemem, test etmek ister misin?" Nasıl yapmayı planladığını sorduğumda kolunu banka koyup elini saçıma değdirdi. Saç tellerimdeki kar tanelerinden aldı, parmaklarında eriyen kar tanelerini görünce başımı farklı bir yöne çevirdim.

"Ne yapıyorsun ya?" deyince Asel gülmeye başladı.

"Yüz ifadesi anında değişti, cam da değil şu an. Nereye gitti be bu?"

"5 dakika içinde burada olacak." Uras'ın cümlesini umursamadan ses kaydını düşünmeye başladım ama dediği oldu. Çok geçmeden Ayaz'ı binanın giriş kapısından çıkarken gördüm. "Demiştim."

"Bir daha bunu deme, özellikle de onun yanında."

Kafasıyla onaylayınca Ayaz hızla bize doğru yürüyordu ve çok geçmeden yanımızda oldu. Uras'la benim aramda boşluk vardı, Asel diğer yanımda oturuyordu. O da boşluğa geçti hemen.

"Dinliyorum." dediğinde niye geldiğini sordum. "Hoş buldum. Olayı özet geçin. Zaten hastalanıyorum, fazla kalmayacağım dışarıda." Israr edemedik, Uras ses kaydını ona da dinletti ve her şeyi baştan sona anlattık. Bir şey söylemedi ama yüzünden şaşkınlığı okunuyordu.

"Siz bela mıknatısı falan mısınız?"

"Ayaz, Kanlı Dolunay sınıfında sen de varsın."

"Güvercin, benim tehlikenin içinde olmam hiç ama hiç önemli değil. 50 kişi var sınıfta. Bunca kişi arasından bir tek siz mi bu olayın peşine takıldınız? Birinize bir şey olsa ne olacak?" Birden kaşlarını çattı. "Sana bir şey olursa..." Devam edemeyip sustu.

"En fazla ölürüz." dediğimde tahammül sınırlarını fazlasıyla zorladım.

"Bir daha sakın ölümden bahsetme!"

"Sakin ol," diye fısıldadı Uras.

"Durduk yere niye başınızı belaya sokuyorsunuz ya? Olayın üstü kapanmış. Bu sese sahip olan hocanın nerede olduğu hakkında hiçbir fikrimiz yok. Eğer gerçekten kaos çıkarsa veya bizi izlediklerini düşünürsek..." Duraksayıp bana baktı, fena bir şok dalgası gelmişti ona. "Sen arabadayken gözün bir şeye takılmıştı. Bu konuyla bir alakası var mı?"

"Şey... Sanırım var."

Bir küfür savurup toparlandı, sonrasında istemsiz olarak küfür ettiği için bizden özür diledi. "Neye takıldı gözün?" diyerek anlatmamı bekledi. Ben de camda arabayı izleyen bir adam olduğunu söyledim. O adamın olup olamayacağını sorduk. "Herkes olabilir," dediğinde sesi yükseldi Ayaz'ın, gerçekten de sinirliydi. "Tamam. Bu işte birlikteyiz ama bir adım atacaksanız bundan benim haberim olacak. Sakın Güvercin gibi sağa sola atlayıp zıplamayın."

"Ayaz..." Sırıtarak ismini söyledim.

"Ne?"

"Ne değil, efendim diyeceksin!" Gözümün içine bakmakla yetindi. "Senin ayarların bozulmuş."

"Sen bozdun!" Ne yaptığımı sordum hayretle. Sakinleşmeyi bekliyor gibiydi, derin derin nefes alıp bırakıyordu. Gözü etraftaydı. "Birimize en ufak bir şey olduğunda bunu unutacağız. Daha kötü durumlar olur diye devam etmeyeceğiz. Anlaştık mı?" Ben onayladım. "Diğerleri?"

"Tamam Ayaz."

"Anlaştık."

"Güzel. Ben açım, bir şeyler yiyelim artık." Ayağa kalkıp benim de kalkmamı bekledi. "Kalkmak için davetiye mi bekliyorsun?" diye sordu ben kalkmayınca da.

"Evet." dedim gülerek.

"Güvercin... Gerçekten iyi değilim. Zaten yorgunum, bütün gece uyanıktım. Sen de yorma beni, lütfen, hadi."

Bu cümleleri duyunca hemen ayağa kalktım. Perişan olmuş gibi gözüküyordu, diğerleri yanımızdan ayrılınca kolundan yakaladım onu.

"Ayaz..."

Durdu, bana döndü ve endişeyle bana baktı. "İyi misin?" diye sordu direkt.

"Neden bu kadar sinirlendin?" Sustu ama bilmeliydim bunu. "Sen bunu söylemezsen benim içim hiç rahat etmeyecek."

"Herkesin bir korkusu vardır, Güvercin. Benimkisi de seni kaybetmek."

Donakaldım. Elimi Ayaz'ın kolundan çekerken gerçekten de öylece kaldım. Kendime zor geldim, beraber yemeğe geçtik sonrasında ve bu zaman zarfında hiç konuşmadık. Yemekten sonra hemen atölyeye çıktık.

Ayaz'ı takip ederken aklıma yine hakkında kısmına yazılan sözü geldi. Siyah gökyüzüne mavi olmak için buradayım... Ayaz, kimin siyah gökyüzüne mavi olur bilmiyordum ama yarasının hâlâ kanayıp kanamadığını merak ediyordum.

Biz özgürlüğü alınmış, kafeslemiş güvercinlerdik. Kafesten kurtulmaya çalıştıkça karanlığa gömüldük, hâlâ gömülüyorduk. Karanlığı aydınlatan sadece ateşimiz oldu. Önce kanatlarımız yanacak ve kül olacaktı. Sonra ateş vücudumuza yayılacaktı. Biz yanacaktık, güvercinler yanacaktı ve kimse ateşi söndürmek için bize yardım etmeyecekti...

İnsanlar gider ama daima izleri kalır. Ben buna geçici insanların kalıcı izleri diyorum. Yanık izleri kalacaktı bizde, baktıkça hatırlayacaktık yandığımızı.

Continue Reading

You'll Also Like

298K 21.1K 47
Babasının menfaatleri uğruna bir başkasına satılan Devin, yıllarca süren zulme boyun eğip susmuştur. Genç kadının tahammül sınırını zorlayan son daml...
6.5M 405K 54
"Acıdan geçemeyen kadının, acısı bitemeyen adamla; kırık dökük sevdası." Kendini bilmez bir gecede, ay tamda göğün bağrında uyuklarken başladı he...
287K 15.4K 5
"Kendi serüvenine çıkmak isteyen ahmaklar, en çokta doyumsuz hayal güçlerinin iştahını kapatmak için yazarlar. " Oryus Mürekkebinin çiçeği son tomurc...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

169K 10.2K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...