Balbeyamir

By Bendenizoludeniz

83.5K 4.6K 1K

Bana doğru bir adım daha attığında çamurlu postalları siyah botlarımın ucuna tutundu. Gözlerim gözlerinden mi... More

2. Bölüm
3. Bölüm
4. Bölüm
5. Bölüm
6. Bölüm
7. Bölüm
8. Bölüm
9. Bölüm
10. Bölüm
11. Bölüm
A.Ö. - A.O.
12. Bölüm
13. Bölüm
14. Bölüm
15. bölüm
16. Bölüm
17. Bölüm

1. Bölüm

11.6K 367 222
By Bendenizoludeniz

Mirebaaa
Az biraz bir şeyler yazmaya çalışıyorum. Yazdığım her bir satır aşırı çirkin ve berbat ötesi geliyor ama biliyorum ki deneyimlemezsem hiçbir şey öğrenemeyeceğim. Yani sende olurda beğenirsen falan alttaki yıldıza dokanabilir misiniz acabaaaa.

Yerim.

Ha birde şey medyaya konuk ettiğimiz hanım Ahseni temsil ediyor.

Buyrun lütfen ayakta kaldınız.

1. Bölüm: Silopi

Siz: Merhaba iyi akşamlar.

Siz: Silopi devlet hastanesi yakınlarındaki daireniz hakkında fiyat bilgisi alabilir miyim?

2 gün önce...

Siz: Daire kiralandı mı acaba?

12 sa. önce...

Siz: Cevap vermeyi düşünür müydünüz?

Görüldü..

Yazıyor..

Silopiev: Kusura bakmayın, pek müsait değildim. Numaramı ilandan mı buldunuz?

Siz: Evet.

Siz: Devlet hastanesi yanındaki daireniz hala kiralık mı acaba?

Derin bir nefes aldım. Hatta en derininden, böyle depderin. Sakin kalmak şuan ihtiyacım olan bir numaralı ihtiyaçtı çünkü.

Silopiev: Evet hala kiralık.

2 günlük uzun uğraşlar sonucu aldığım cevapla annemlere duyurmadan sessizce sevindim. Çünkü eğer annem tayinimin silopiye çıktığını duyarsa kulağımdan asardı tavana. Sıfır şaka. Gitmeyeyim diye bağlardı beni biryerlere.

Silopiev: Bina konum itibarı ile Devlet Hastanesi ve Anadolu Lisesine eş uzaklıkta yer almakta. Önünde otobüs durağı mevcuttur. Bakkala yürüme mesafesinde uzaklık. Binanın önü araç parketmek için müsaittir. Bina girişi tekerlekli sandalye kullanımına uygundur. Asansör bulunmaktadır, eğer çalıştığı zamana denk gelirseniz. Binanın mantolama işlemleri kısmen tamamlanmıştır. Bölgedeki daireler muhtemel nezih aile yaşam alanlarıdır.

Kopyalandığına emin olduğum metin, mesaj ekranıma düştüğünde gözlerim hızlı hızlı hasar tespit yapıyordu. Uygun olmayan herhangi birşey aradım, aradım, aradım.

Ama uygunsuz görünen bir yanı yok gibiydi.

Silopiev: Daire binanın 3. Katında bulunmakta olup, 2 oda bir salondan oluşmaktadır. 2 yatak odasında da birer balkon bulunmakta olup, her odada da birer kalorifer peteği bulunmaktadır. Ebeveyn banyosu bulunmamaktadır. Camlar PVC kaplamadır.

Silopiev: Dairenin yıllık depozitosu 2000 Türk lirasıdır.

Dişlerimi alt dudağıma geçirdim. Depozitosu bu kadarsa kirası ne kadardı bu dairenin Allah aşkına.

Silopiev: Aylık kirası 4000 Türk lirasıdır.

Dudağımı yavaşça bıraktım. Tek seferde altı bin mi yatırmam gerekiyordu? Benim bu kadar param var mıydı ya?

Silopiev: 3 aylık kira ve depozitoyu peşin alıyoruz.

Alaylı bir nefes bıraktım basık odamın oksijensiz havasına. 2 odalı bir ev için hele hele Allahın Silopisindeki bir ev için fazlaca pahalı bir fiyat değil miydi?

Fakirim diye bağırmama son bir.

Tek seferde on dört bin lira.

Bismillahirrahmanirrahim.

Siz: Öncelikle Ahsen ben.

Siz: 2 hafta içinde Silopide olacağım. Ev eşyalı mı?

Doğru dürüst bulabildiğim tek yerdi. Daire marketin üstünde olduğu için daha güvenilir olur diye düşünmüştüm. Tamam Şırnağa gidiyoruz ama güvenlik önemliydi tabiki. Öte yandan yaşanabilir tek yer burasıydı. En azından böbreklerim yerinde kalacaktı. Geleceğe yatırım.

Silopiev: Memnun oldum Ahsen Hanım. Balamir bende.

Silopiev: Malesef, evde eşya bulunmamakta. Gelirken eşyalarınızla gelmelisiniz. Size bir taşıma firması önerebilirim.

Aha sıçtık.

Taşıyacak eşya olsa önerirdin de hayatım. Ne taşıyacağız?

Siz: Teşekkür ederim Balamir Bey.

Siz: Şey ben ailemle kısa bir görüşüp size tekrar dönerim. İyi Öğlenler.

Silopiev: İyi öğlenler.

Biz şimdi naneyi yedik mi yemedik mi?

Biriktirdiğim toplam para, on bin ya var ya yoktu. Ev eşyasızdı. Evin suyu, elektriği, girdisi, çıktısı... bu işler beni aşardı. Son çıkar yolum babam gibi geliyordu. Yine yeni yeniden.

Derin nefesler aldım. Ama derin derin. Yatağımın yanındaki cama uzanarak ardına kadar araladım. Camı havalansın diye açıyorduk ama nerenin havalandığı belirsizdi. Ha içerisi ha dışarısı. Yaprak kıpırdamıyordu yaprak. Ölecektim sıcaktan.

Yok bu böyle olmayacaktı.

Umutsuzca elimdeki telefonu yatağa fırlattım. Donumu yukarıya çekerek odanın kapısını açtım.

- Anne babam geldi mi?

Mutfaktan annemin sinirli ciyaklaması duyulunca el mecbur olay yerine ilerledim. İlerledim ilerlemesine de ben şu son 6 - 7 yıldır eğitim hayatımda böyle vahşet görmemiştim. Korkuyla çığlık attığım sıra burnuma dolan plastikle karışık yanık kokusu mutfakta kalmamı sağladı. Annem ta öbür duvara uçmuş, tezgahın üzeri yerlere kadar kıpkırmızıydı. Annemin özene bözene temiz tuttuğu bembeyaz halıları, gri mutfak dolapları, kendi üstündeki açık yeşil bluzu her yer kırmızılıktan nasibini almıştı.

Bende zar zor mezun olmuş bir tıp öğrencisi olarak gördüğüm şu manzarayı ilk görüşte mahşer yeri olarak yorumlamıştım.

- Kız iyi misin? Anne.

Annem ellerini yanaklarına yaslamış, dışarıdan gelen ışığında etkisiyle milli bir çığlık tablosu oluşturmuştu. Yalnız yüzündeki ifade görebileceğiniz her tablodan daha acıklıydı.

Bir annenin, mutfağının savaş alanına döndüğünü görüşü.

Kitaplara konu olunasıydı.

- Anneciğim yandın mı bir bakayım mı?

Yansa yerinde duramazdı, dedi sol omuzumda oturan melek.

Hafiften ona katılsam da bu korkunç derecede umursamaz fikri kovdum hemen başımdan.

Yerdeki kırmızılıklara basmamaya çalışarak köyü yanmışçasına, hala şokla ocağa bakan annemin yanına vardım. Bluzu göbeğinden kaldırarak tenine bakmaya çalıştım.

Kesinlikle elime bir şaplak beklemiyordum.

- Git kız şurdan. Allahım mutfağın haline bak! Hii!

Anneme kötü kötü bakarak elimi ovuşturdum. Sol melek haklıydı. Sonuna kadar.

Olayın zanlısı yani ocaktaki düdüklü tencere ve annemin dün öğlenden beri uğraştığı erik marmelatı çöp olmuştu. Açıkçası çok da üzülmemiştim. Her akşam yemeğinde azarlanarak zorla bir bardak erik marmelatı içmeyi hiç sevmiyordum. Yerinde bir olaydı. Mesaj iletilmişti.

- Şimdi bu düdüklü tencere patladı mı?

Kollarımı göğsümde dolarken iğrenç koku bana gelmesin diye kendime yelpaze yapıyordum. Annem yavaştan tezgaha yaklaşmış sarı beze deterjan sıkmakla meşguldü.

- Hayır. Hava haznesinden taşmış.

Annemin suçlu suçlu çıkan kısık sesine gülmemeye çalışarak arkamdaki camı ardına kadar açtım.

Eğer şunu ben yapsaydım bu evde yaşama hakkım sonsuza dek elimden alınırdı herhalde.

İyi buna da şükürdü.

Yada belki bu hak elimden alınsaydı Silopide ev tutabilirdim?

Annemin bunun yerine beni bodrumda yatıracağı aklıma gelince başımı iki yana sallayarak istemeye istemeye yanına gittim. Yardım etmek farzdı şuan.

Elime direkt sarı bez tutuşturarak halıyı işaret etti.

- Sen silekoy, banyodan cif getireceğim.

Yere eğilerek sarı bezi gelişigüzel kırmızılıklara sürmeye başladım. 26 yaşıma da gelsem, okuyup kendi ayaklarımın üzerinde de dursam değişmeyen bir şey vardı. Annemin favori emir eriydim.

Ben dışımda 2 kardeşim vardı Pelin ve Sinan. Pelin hanım zaten ben en küçüğüm modunda eve getirebilene helal olsun. Sinan paşamız ben erkeğim ne işim olur temizlikle paspasla kafasında, agalarımda agalarım.

Gençlik çöptü resmen. Kardeşlerimden biri akşamlara kadar selfie yapıp onyüzbinmilyon tane snap-story atar. Diğeri koluna bacağına bedel ödendi yazar kafasına tas geçirip ense tıraşı olur falan.

Kısacası ailedeki tek köle bendim. En büyük çocuk. Baş köle. Zamanında çocuk bakıcı, bazen koruyucu anne, bazende trip maşası.

Yetişkin bir Ahsen olarak bu evde değerim görülmüyordu. Asla ve katiyyen kabul etmiyordum bunu.

Annem mutfağa hızlı bir giriş yaparak elindeki cifi donat abla gibi sağlı sollu halıya sallarken ben hala gençliğimin heba olduğu aile evinde değerimi arıyordum.

- Ahsen ortaları iyice sil kızım. Bastıra bastıra. Vişne hoşafı bu çıkmaz öyle kolay kolay.

Vişne mi hoşafı.

- Vişne hoşafı mıydı bu? Anne ya. Nasıl taşırırsın inanamıyorum sana ya. Hem hoşaf düdüklüde mi yapılırmış üstüme iyilik sağlık.

Anneme azıcık bile bakmadan favori hoşafımı halıdan kazımaya çalışıyordum.

- Zaten sinirliyim Ahsen. Birde senden çıkarmayayım kızım. Az daha bastır ne o öyle köpek mi okşuyorsun.

Tüm gücümle oflayarak varımla yoğumla çitiledim halıyı. Hayır bunu ne kadar silersek silelim bu yine böyle alacalı birşeyler olacaktı.

- Bu halıyı böyle bıraksak. Yeni moda var şimdi anne, batik diye yuttururuz insanlara.

Annem bana tavandan bir bakış attığında nereye çıktığına kısa süreli şoklandım. O nereyi siliyordu öyle ya?

Annemin azıcık kenara çekilmesiyle mutfak tavanına mükemmel bir oranla eşit miktarda dağıtılmış kırmızıyı gördüm. Simetrik bir yuvarlak şeklinde tam ocağın üstü, davlumbazdan geçen evrimleşmiş hoşaf tavanı boyamıştı.

Maşallahı vardı gerçekten.

Uğraşsam bu hale getiremezdim ben mutfağı.

Dudaklarımı içime çekerek gülmemeye çalıştım. Eğer gülersem annem mahvederdi beni. Elindeki sarı bezle başlar merdaneyle bitirirdi dayak merasimini. Kendileri bu müessesede bir numaraydı. Eline su dökmezdiniz, bakınız dökemezdiniz değil kendi seçiminizle dökmemeyi tercih ederdiniz. Çünkü Gül sultan o suyu bir taraflarınızdan alırdı.

Daha fazla dikkatimi dağıtmadan halıya odaklandım. Çünkü bu halıyı beyazlatmadan buradan kalkamayacağımı biliyordum. Daha doğrusu annemi tanıyordum. 26 buçuk yılda gayet güzel tanışmış kaynaşmıştık kendisiyle.

...

- ...Bende özledim bende, resmin var şuan elimde. Sana koşmak isterim, derman yok dizlerimde.

Biri beynimin içinde can mı çekişiyordu bana mı öyle geliyordu?

- ...Bende özledim bende, resmin var şuan elimde. Sana koşmak isterim, derman yok dizlerimde.

Evet evet kesinlikle biri can çekişiyordu.

Hipokrat.

Doktorum ben bir saniye açılın.

Gözlerimi hızlıca açtım. Yerimden zank diye doğrulduğumda kız kardeşimi lank diye karşımda görmeyi beklemiyordum.

Yanlış alarm hanımlar beyler.

Pelinmiş.

Elindeki tarağı kalçasına paralel olacak şekilde kıvırıyordu. Ne sanıyordu bu kendini Adriana Lima falan mı? Çiftleşme dansı yapan erkek yengeçlere benziyordu şuan.

Allahım neden beni uyanır uyanmaz böyle bir görüntüyle şereflendirdin çok merak ediyorum.

Haşa isyan etmiyorum.

Sadece merak.

Fazla merak kediyi öldürür Ahsen, dedi sağ meleğim. Ona sol meleğimden daha çok güveniyordum. Beni hep hayıra çıkarıyordu. Aşkım benim bir tanem ya.

- Salak mısın Pelin.

Elimi başıma atarak tam ağrıyan kaşlarımı ovacaktım ki kol kaslarımın çalışmadığını fark edimce yüzümü buruşturarak bileklerime masaj yapmaya giriştim.

- Hayır ablacığım o senin salaklığın.

Zaten sabahtan beri damarlarımda dolaşan telaş ve gelecek kaygısı Pelin sayesinde sinire dönüşürken ellerimi bileklerimden çekerek kötü kötü baktım gözlerine.

- Döverim seni Pelin. Bak acımam alır seni evire çevire döverim. Neredesin sen sabahtan beri?

Tepkimle, hafif korktuğunu hissettim, duruşunu değiştirerek dudaklarını yaladı. Vardı biliyordum bunda bir şeyler. Çıkacaktı kokusu bunu da biliyordum. Konu ellerimde büyüyen Pelin olunca yaptığı hiç bir şeye şaşıramıyorduk çünkü.

- Ya abla Selin gelmiş Ankaradan. Onunlaydık akşama kadar. Hem sen benim yokluğumu fark etmiş miydin ya? 4 saattir uyuyormuşsun.

Olmuş muydu o kadar ya?

4 saat olmuş olamazdı hayır. Kabul etmiyordum bunu.

Bir saniye konudan sapma kızım, burada kal Ahsen. Geçen sene Ankaraya taşınan Selinden bahsediyordu bu dimi? Büşranın kardeşi olan Selin değil mi? Hani daha 2 gün önce ne yapacağım ben Büşra diye ağladığım kızın kardeşi değil mi?

Şimdi elime düştün Pelin.

Sence ben Selinle Büşranın bu hafta Muğlaya dayısına gittiğini bilmiyor muyum Pelin?

İçimden en şeytan sırıtışlarımı takınırken dışımdan sadece saçlarımı düzeltmekle yetindim.

- Sadece ikiniz mi vardınız? Selin hiç hikaye paylaşmamış seninle. Varsa yoksa Fethiye manzarası, kayık falan.

Gözlerimizi tekrar buluşturduğumda Pelinin bir numaralı Yalan makinesi ifadesinin gelişini izledim. Arkadaşlar siz siz olun ablanıza yalan söylemeyin tamam mı? Hani çünkü bal gibi de anlıyorlar, gerek yok.

- Sen hayırdır gülüm?

Tek gözümü kırparak daha bir otorite kurdum üstünde. Önce bir etrafa bakındı sonra alt dudağını yemeye başladı. Tam ağzını açacağı sıra annemin yemek telkinleri duyuldu.

Pelin çaktırmadan ellerini yüzüne kapatarak şükür dualarını yaradanla buluştururken ben hala açığını bulduğum için keyifli keyifli sırıtıyordum.

- Bende seni yemeğe çağırmaya gelmiştim abla. Hadi gel.

Son hız odayı terkederken kendi kendime kötü gülüşümü yaparak ayağa kalktım.

Ablalık budur. Budur. Budur.

Tam esneyip keyifli keyifli gidecekken görüş hizama giren telefonla tüm keyif ifadem tuzla buz oldu. Resmen 180 derece dönerek bok gibi hissetmeye başladım.

Evet şimde ne olacaktı?

Babam masada beni bekliyordu.

Ellerimi göğe açarak bol yakarmalı birkaç dua ettim ve telefonu da cebime sokarak odadan ayrıldım.

Annem mutfak masasına tabak taşırken yerdeki halının olmadığını farkettim. Kendisiyle bugün çok yakın temaslarımız olmuştu. Çok çok yakın temaslar.

Ağrımaktan helak olan kollarımı ovalayarak baş köşede ayakta dikilen babamın yanına gittim. Beni görünce gülümsedi.

Gülümsedi?

Bu gülüş pek hayra alamet değildi sanki bir saniye.

- Bugün bayağı yorulmuşsunuz analı kızlı.

Annem en sinir, en kuduruk bakışlarıyla babamın kafasına bakıyordu. Annemin hayal dünyasından geçen şeyleri düşünmemeye çalışarak babama döndüm. Hani çünkü benima annem, kafasının içini az çok tahmin edebiliyorum.

- Sen nerd...

İşaret parmağıyla tavanı gösterdiğinde bakışlarım oraya kaydı. Kendimi tutmayı başaramadığımdan ağzımdan ufak bir kıkırtı kaçtı. Annem her ne kadar ben mutfağı pırıl pırıl edene kadar hep tavanı kazımış olsa da leke çıkmamıştı. Çıkmamakla kalmamış birde orada iğrenç bir görüntü oluşturmuştu.

Biliyordum annemin içi kan ağlıyordu. Hayır streste atamıyordu ki kazanın zanlısına saldırsın.

Annem göğsünü kabartıp bana saldıracağı sıra babam konuşarak annemi böldü.

- Aman Gül ayda yılda bir taşırmışsın ne olacak sanki. Tamam sen hala en iyisisin. Biliyoruz biz seni.

Annem daha bir sinirlenip elini agresif agresif havluya silerken babam beni göğsüne sakladı. Başımı omzuna dayayarak ona sarıldım sıkı sıkı.

Ah be. Şu ortamın içine limon sıkmayı hiç mi hiç istemezdim ama limonata öyle bedavadan olmuyordu.

Saftirik Sinan mutfağa elinde telefonuyla girdiğinde bakışlarım ona döndü. En nefret ettiğim şekildeydi şuan.

Oyundayım abla gidemem, oyundayım abla getiremen, abla görmüyo musun oyundayım olmaz, oyundayım diyorum oyunda, anne ablama bir şey de oyundayım...

O oyunu alıp yerden yere çarpmak, üzerine birde Sinanın ağzının ortasına çarpmak geliyordu içimden de, babam büyük kızının gerçek yüzünü görmesin diye çiçekli böcekli takılıyordum.

Canım babam.

- Pelin!

Annem sonunda küçük kızını "sofrayı koyduktan sonra" çağırmayı akıl ettiğinde göz devirdim. Bu evde şunların hareketlerine sinir olan bir tek ben olamazdım herhalde.

- Geldim geldim!

Babam eliyle sofrayı işaret ederek oturduğunda ben dahil herkes yavaş yavaş yerleşti masaya. Bu masada herkesin kendine rezerve yeri vardı.

Babam baş köşede, annem babamın sol çaprazında, ben sağ çaprazında, Pelin yanımda, Sinan da annemin yanında.

Kendimi bildim bileli böyleydi bu masa. Sinan Pelini hep kıskandığı için annem Peline yaklaşamıyordu, hele bir yaklaşsın. Sinan Peline yapmadığını bırakmıyordu valla. Tekme, tokat, diş oyuncağı, emzik, biberon ne varsa yiyordu Pelin kafasına. Hatta belki bu kızın böyle olmasının sebebiydi Sinan.

Hatta muhtemelen öyleydi.

Velhasıl kelam efendim, Pelin annemden çok benim kızımdı. Aramızda 11 yaş olduğundan, Pelin benim sağ kolumun altında taşıdığım, bacakları her daim belime sarılan bebeğimdi. Kucağımdan indiği anda yeri göğü yıkar, azıcık tuvalete gitsem saç baş bırakmazdı bende. İşte böyle böyle çocukluğum başkalarının çocukluğu için heba olmuştu.

Bu da olsundu be. Kardeş yoluna fedaydı hepsi de.

Ne diyordum ya ben.

KENDİNE GEL AHSEN.

Biraz geç kalmış olsam da ben de diğerleri gibi başladım yemeğimi yemeye. Asıl mesele yemeğe başlamak değildi, devam ettirebilmekti. Sonuna kadar gidebilmekti. Oysa şurda tek kelime etsem herkes masayı terk ederdi.

Oftu gerçekten.

Tatlı faslında mı girseydim acaba konuya? Ya da yemekten sonra çay içerken falan mı deseydim?

Ya babam yemekten sonra dükkana giderse? Ya bugün elemanlar izinliyse? Vallahi olmaz. Kaçıramam bu fırsatı.

Hayatta kalmama yetecek kadar, daha doğrusu bu zorlu konuşmayı yapabilecek enerjiyi toplayana kadar tabağımı üstün bir hızla yedim. Onlar daha sonra da yiyebilirdi.

- Baba.

Çıt çıkmayan masada bir benim sesim duyulunca tabağına gömülen babam başını kaldırıp bana baktı. O bakışlarla birlikte tüm bakışlar da bana doğru çevrildi.

Niyet ettim babama Silopi meselesini açmaya. Bismillahirrahmanirrahim.

- Şimdi şöyle... tayinler açıklandı.

Annem elindeki kaşığı porselen çorba kasesinin kenarına yaslayarak masaya bıraktı. Bu hareket daha bir germişti beni. Ellerini de kel psikologlar gibi birbirine geçirdiğinde gerilen sinirlerim e bize müsade o zaman diyerekten ayağa kalkmışlardı.

- Silopi.

Sinan deli dehşet öksürmeye başladığında annemin ellerindeki bakışlarımı babamın gözlerine çıkardım. Allahım nolur bir şey olmasın nolur nolur.

- Ne pi? Ne pi?

Annemin aşırı mantıklı bir soruymuş gibi başını bana yaklaştırarak sorduğu soruyla ona döndüm bu kez.

- Silo.

Yanımda oturan Pelinin kolumdaki tutuşunu hissettim. Kafamı hafifçe Peline çevirdim. Gözleri iri iriydi ve hık desen ağlayacaktı. Nefeslendim. Yavrum sen biliyomusun ki Silopinin nerede olduğunu? Sinirlendirme beni bir dur.

- İşte Silopi çıktı. Vatan görevi bu. Yapmak icap eder. Türk vatandaşıyım ya ben hani. Gitmem lazım...

Kalbimin hızı dudaklarımı bile etkiliyordu, çarpılmış gibi bir sağa bir sola kayıyorlardı ve bu şuan hiç hoş değildi. Baya gereksizdi. Neden şimdi mesela. Ne alakaydı. Gözlerim annem ve babam üzerinde mekik dokurken babam kaşığını sofraya bıraktı ve derin bir nefes aldı. Hatta bu öyle bir nefesti ki kocaman bedeninin yükselip alçaldığını buradan gördüm.

- Silopi mi yazdın sen Ahsen? Birlikte hazırlamadık mı kızım biz listeyi. Ne demek Silopi Ahsen. Öldürecek misin kızım sen beni. Adnan bir şey de sende. Silopi diyor ya, kaç saat burdan Silopi. Olmaz. Olmaz Ahsen. Ne yapacaksın sen orda. Büyükşehir bile değil. Olmaz. İmkanı yok.

Annem taramalı tüfek gibi laflarını sıralarken gözlerim dolmasın diye yaşlı gözlerine bakamıyordum. Evet ben tayin istemiştim. Evet ben artık başka bir şehirde kendi ayaklarım üzerinde durmak istemiştim. Evet ben artık İstanbul insanından bıkmıştım. Biliyorum biz listeyi de annemle hazırlamıştık ama güvenememiştim. Olmayacağını bildiğim yerleri çıkarıp daha olağan hastaneleri eklemiştim ama öylesine yazdığım bir şehrin, Şırnağın, geleceğini nereden bilebilirdim?

Ne yazık ki torpil diye bir gerçek var. Kura olayının adı kura sadece içeriği değil. Özür dilerim ama bu yaşadığımız dünyanın bir kanunu. Parası olan, babası olan, kocası olan alır gider bu ülkede. Ne bir puan, ne bir hak hukuk tutabilir onları. Umurlarında olmaz. Öyle büyükşehir hastanelerine girecek şans bende zaten yok. Zorlamaya da gerek yok. Hastane her yerde hastanedir. İster İzmirin göbeği, ister Şırnağın köyü. İkiside benim ülkem mi? Evet. E beni tutan ne o zaman?

- Sağlık ocağı mı Hastane mi?

Annem elleri titreyerek önündeki kısa saçları başından geriye itelediğinde ıslanan yanaklarına kaydı gözlerim.

Hayır Ahsen. Tut kendini, hayır kızım.

- Hastane baba. Devlet hastanesi. Hatta yakınlarında bir daire de buldum. Bugün konuştum emlakçıyla, bir bakkaliyenin üstü. Güvenlik açısından hiçbir sıkıntısı yok. Hem yanında lise var bir tane. Banka var çaprazında. Yeri güzel hastanenin. Şırnak deyince aklınıza hemen dağ taş gelmesin. Çok tatlı bir yer küçük ama insanları da nezihmiş. Öyle dedi yani Balamir Bey. Hem emlakçımda çok iyi biri.

Babama her şeyimle koşuyordum şuan. Olan olmayan, olduruyordum hepsini. Yalan değildi zaten sadece azıcık Ahsen usül abartı olabilirdi ama azıcık, mini minnacık.

Babam masaya eğildi, gözlerini benimle buluşturdu.

- Gitmeye kararlı mısın?

Annem çıldıracak gibi sandalyede kıpraştı. Elini koyacak yer bulamadı. Biliyordum yüreği yangın yeri gibiydi. Annemin çok merhametli bir yapısı vardı ve o da, bende biliyorduk televizyonlarda akşamlara kadar verilen şehit haberlerini, öldürülen öğretmenleri ve kaçırılan doktorları.

- Ne demek kararlı mısın? Yok öyle bir şey. Gitmiyorsun hiçbir yere. Varsın sen sonsuza kadar yanımda kal. Silopi ne Ahsen, düşman vurmaya mı gidiyorsun sen orası neresi ya.

Babam, annemin masanın köşesini sıkı sıkı tutan elini kavradı koca avuçlarıyla. Babamı da anlayabiliyordum. O da istemiyordu ama diyemiyordu da bir şey. Kal diyemiyordu kızına. Hayatı öğrenmesini istiyordu, gerçekten kendi ayakları üzerinde dursun istiyordu.

- Gül.

Annem sinir başına vurmuş gibi yerinden kalktı hışımla. Sandalyesi pata küte geriye yıvarlanırken üçümüzde yerimizde sıçradık. Önüne gelen saçları tarayarak geriye savurduğunda karşılaştım kıpkırmızı olmuş yüzüyle.

İçim dayanmıyordu içim.

- Ben kızımı dağda taşta bir kara kurşuna heder olsun diye bu yaşa getirmedim Adnan. Ahsen hiç bir yere gitmiyor. Gidecek öyle mi? Silsin beni o zaman.

Gözlerime baktı kırgın kırgın. Sinirinin arkasında gizlediği endişeyi görebiliyordum. Beyninin içinde kırmızı alarmlar çalıyordu belki. Bir annenin evladını bile bile belaya göndereceği nerede görülmüştü? Bunu bekliyordum zaten.

- Anne...

Beni konuşturmadan arkasını döndü. Asıl beni susturan havaya kalkan titreyen eliydi. Koluyla yüzünü gözünü silip tekrar döndü bana.

- Ben senin evladınım da o dağda taşta vurulanlar bir annenin evladı değil mi anne? Sen kendi evladın için bu ülkenin bir diğer evladını mı öne süreceksin. Yapma Allah aşkına.

Sözlerimle titrediğini gördüm ama yine de çenesini dimdik tuttu bana karşı.

- Ben son sözümü söyledim Ahsen. Gitmeyeceksin.

Hiç istemesem de anneme karşı çıkacağımı biliyordum. Hani bana yapma dedi ya kesin yapardım, sonunda haklı çıkabilirdi. Hatta bu büyük bir ihtimaldi. Muhtemelen de haklı çıkacaktı ama ben sonuç olarak gitmiş olacaktım.

- Ben de son sözümü söyledim anne. Gidiyorum.

Annem gerçekten şaşırmış gibi elini dudaklarına kapattı. Ve direkt olarak odasına doğru hızlı adımlarla ilerledi. Anında ayağa kalkan babama baktım bu kez. Gülümsemeye çalışarak omzumu sıvazlıyordu. Gözlerindeki bu bakış tüm direncimi tuzla buz eden şeydi. Gözlerim anında doldu babama bakarken.

Bu meseleyi neden bu kadar büyüttüğümüzü bilmiyordum. Harbiden sadece çalışmak için başka bir şehire gidecektim. Resmen sınır ötesi harekata katılıyormuşum gibi tepki veriliyordu.

Bunu babasının göğsünde içi çıkarak ağlayan Ahsen mi söylüyor?, dedi sol meleğim.

Tamamen katılıyordum ona.

Bunu babasının koynunda içi çıkarak ağlayan Ahsen söylüyordu. Hepsi annemin suçuydu etkilemişti beni de. Onun yüzünden bep bir önyargı olacaktı içimde. Harika.

Arkamdan sarılan iki narin kolu hissettim. Omzumun üzerinden baktığımda Pelinin ıslanmış kırmızı yanaklarıyla göz göze geldim. Yanaklarına sulu bir öpücük kondururken saftirik Sinanında öbür tarafımda olduğunu hissederek daha bir sarıldım sıcaklığa.

Sinanın ebatları öpücük için pek uygun değildi kabul ediyordum. Baba tarafına çekmişti vesselam.

Biz yaklaşık 10 dakikamızı İstanbulun bu sıcağında mengene gibi birbirimize yapışarak geçirdik. Benim bol sümüklü ağlamalarım ise ilgiyi tamamen bedenimde topluyordu.

Duygusal bir Ahsen canlısı olmak bazen gerçekten zor olabiliyordu.

Hatta çoğu zaman.

Tamam her zaman.

Amaaaaaa yıldııııııızzzz
🐸




Continue Reading

You'll Also Like

47K 5.7K 12
Bir kaldırımın köşesinde buldum hayalimi. Gözlerimi kapattım, bıraktım avucuna kalbimi. Dedi ki, sonuna kadar tutacak mısın elimi? İçimden cevapladı...
214K 9K 59
Köyde geçen bir aşk hikayesi... O bir inci tanesiydi; Dışı dillere destan bir güzel... Naîf kırılgan ve nârin... Köy kurgusu ve abimin arkadasşı konu...
ALACAKAN By Yazal

Teen Fiction

388K 26.3K 9
Kalbini savaş meydanında bırakmış bir asker, o intikamı elbet bir gün alır. ... Alakurt lakâbıyla bilinen Kurter Alacakan, ülkesinin en başarılı aske...
61.6K 5.7K 67
Asi ve Alaz Twitter üzerinden tanışırlar.