ZAMAN SARNICI

بواسطة as_nighthawk

14.6K 1.1K 253

21.yy'da İstanbul Emniyetinde görev yapan komiser Gonca Kandemir, bir sabah gelen bir cinayet ihbarıyla Yereb... المزيد

2: Bambaşka Bir Dünya
3: Bir Küçük Kargaşa
4: Altın Kafes
5: Şehzade
6: Ev
7: Altı Yapraklı Papatya
8: Karar
9: Geçmişin Ayak Sesleri
10: Sorular Ve Sorgular
11: Boomerang
12: İlkler Ve Şimdiler
13: Bir Bakışta Bin Anlam
14: Üç Noktadan İkisi
15: Taş Duvarlarda Sızıntı
16: Yanıklar Ve Yankıları
17: Merkezkaç Kuvveti
18: Kırk Birinci Tilki
19: Köşebaşı Yalnızlığı
Duyuru!
20: İhtiyaçlar Ve Amaçlar Hiyerarşisi

1: Bir Gece Ansızın

1.7K 69 30
بواسطة as_nighthawk

Yazım yanlışı olan pasajlara yorum bırakırsanız sevinirim. İyi okumalar.

"Bu işte bir terslik var." diye mırıldandım bilmem kaçıncı kez cesedin etrafını dolanırken. Sabah erken saatlerde daha merkeze yeni geçmişken aldığımız cinayet ihbarıyla doğruca cesedin bulunduğu Yerebatan Sarnıcı'na gelmiştik. Ceset tam olarak Medusa heykelinin bir metre kadar  uzağında duruyordu. Heykelle cesedin arasında bulunan kan izi ise cesedin heykelin hemen yanından şuan bulunduğu noktaya kadar resmen sürüklendiğini gösteriyordu. Sanki çok güçlü biri cesede güçlü bir tekme savurmuş ve yerdeki ceset sürüklenerek şuan bulunduğu noktaya gelmişti. Ama hikayenin tuhaf olan kısmı burası değil, adamın kıyafetleri ve kamera kayıtlarıydı. 

Kıyafetlerdeki tuhaf nokta, adamın kıyafetlerinde herhangi bir kesik izi yoktu. Sanki önce bıçaklanmış daha sonra kıyafetleri giydirilmiş gibiydi. Gömleğine bulaşıp dışarıya sızan kan olmasaydı adamın yarasından haberdar olmamız uzun sürebilirdi. Adam öleli olsa olsa en fazla on saat ancak olmuştur.  Güvenlik kamerasındaki incelemeler doğrultusunda adamın başka yerde öldürülüp de buraya getirilmesinin hiç oluru yoktu.

Heykelin tam önü kör noktada kaldığı için orayı göremesek de cesedin bulunduğu nokta kamerada gayet net bir şekilde gözüküyordu. Adam dediğim gibi sert bir kuvvet tarafından itilmiş ve bir metre kadar sürüklenmişti. Ama söz konusu kuvvetin ne olduğuna dair en ufak bir fikrimiz yoktu, çünkü o, cesedin aksine kör noktada kalıyordu. Dahası sürüklenme anında adamın yüzüne doğru parlayan yeşil ışığın bir anda var olup, yine bir anda kaybolmasıydı. Bu da kamera kayıtlarındaki tuhaflığı önümüze sergiliyordu. Eğer adamın üzerindeki açık bıçak yarasını görmemiş olsaydım muhtemelen ilk tahminim elektrik çarpması olurdu. Ama adamın bıçak yarası hatta - yaranın genişliğine bakacak olursak muhtemelen - kılıç yarasının varlığı ölümün tamamen elektrik kaynaklı olduğu tezini çürütüyordu. Yine de otopsi sonuçları çıkmadan bir yargıya varamıyordum. 

Herhangi bir boğuşma, ayak veya parmak izi vs... İkinci bir şahsın varlığını iddia edebileceğimiz hiçbir şey yoktu. Çok tuhaf bir davaydı şuan karşımdaki.

Ellerinde ceset torbasıyla benim cesedi incelememi bekleyen sağlık ekiplerine başımla işaret verdim ve cesetten uzaklaştım. Şimdilik yapılacak şeyler, maktulün kimliğini belirleyip ailesine ulaşmak, otopsi raporlarını bekleyip olası şüpheli listesi çıkarmak ve sorgulamaktan ibaretti.

"Arif!" diye seslendim sabah buraya birlikte geldiğim mesai arkadaşıma. Konuştuğu Olay Yeri İnceleme memurundan ayrılarak bana doğru geldi.

"Buyurun komiserim?" 

"Direkt Adli Tıbba git. Yaranın içinde kumaş olabilme ihtimalinden bahset, ona dikkat ederek incelesinler. " dediğimde tam selam verip gidecekti ki, tekrar durdurdum.

"Maktulün kimliğini tespit edebildiniz mi?" diye sordum.

"Maalesef komiserim, henüz kimliğini tespit edemedik." dediğinde başımı sallayıp gitmesi için işaret verdim. Arif yanımdan ayrıldığında sabah sıkı bir şekilde topladığım saçlarımın başımı ağrıtması sonucu at kuyruğunu çekiştirerek biraz bollaştırmaya çalıştım. Daha sonra arkamı dönüp Olay Yeri İnceleme ile konuşan savcının yanına gittim. Onun konuşmasını bitirmesini beklerken gözlerim cesedin artık olmadığı fakat kan izlerinin varlığını sürdürdüğü noktaya takıldı.

"Ne buldun Gonca?" bana yönelttiği soruyu duyunca gözlerimi mermer zemin üzerine çizilmiş, maktulün yerini ve pozisyonunu gösteren resimden alıp savcıya döndüm.

"Geniş ağızlı bir bıçakla, muhtemelen bir kılıçla, midenin altından bıçaklanmış. Fiil gerçekleştirilirken kurbanın kıyafetleri özellikle de gömleği üzerinde değilmiş. Kamera kayıtlarında sadece dün bütün günün aramalarını yaptık fakat maktulün müzeye girişine dair herhangi bir görüntü kaydına ulaşamadık. Ekiplerimiz daha geçmişe yönelik bir arama yapacaklar ama bu ihtimal biraz düşük çünkü müze sabah 08.00'de açılıyor ve akşam 17:00'da kapanıyor. Temizlik görevlilerine 2 saat içerisinde temizliklerini yapıp saat 19:00'da tamamen boşaltmaları söyleniyor.  Müzenin içerisinde bulunan 4 güvenlik görevlisi her saat başı etrafı birlikte detaylıca arıyorlar. Yani maktul 24 saat kadar bir süre müzenin içinde saklanmış olamaz sayın savcım. Üstelik ceset en fazla 10 - 12 saatlik ve buraya taşındığına dair hiçbir iz yok." diyerek ufaktan bir giriş yapmış ve savcının soruları doğrultusunda cevaplarımı vererek yanından uzaklaşmıştım. 

Çıkışa yöneldiğimde biraz eğilerek biraz da şeritleri kaldırarak altından geçtim ve müzenin çıkışına doğru yürüdüm. Bir yandan da elimdeki eldivenleri ve ayaklarımdaki galoşları çıkarıp uygun bir çöp kutusu arıyordum. Bulduğum çöp kutusuna elimdekileri atarken eş zamanlı olarak çalan telefonuma uzandım.

"Efendim anne?" dedim sesimi sabit tutmaya çalışarak. Her ne kadar özlemden çıldırsam da işimin omuzlarıma yüklediği bir ciddiyet vardı.

"Nasılsın güzel kızım?"  dedi buram buram ev kokan sesiyle. Derin bir nefes aldım.

"İyiyim anne, sen nasılsın, babam nasıl?" binadan çıkmış arabama doğru yürüyordum.

"Biz de iyiyiz çok şükür.  Babanın yine canı sıkıldı kümesteki tavuklara askeri eğitim veriyor." dediğinde arabama binmiş olmanın rahatlığıyla kahkaha attım.  Babam emekli generaldi. Kafayı azıcık askerlikle bozmuştu. Lise yıllarımdan beri bana Özel Kuvvetlerde bulunan askerlere eş eğitim veriyordu. Tabi ki Polis olmamda babamın askerliğinin ve aldığım eğitimlerin katkı payı büyüktü.

"İlahi anne, hiç güleceğim yoktu vallahi. Çok iyi geldi." diye söylendim.

"Hayırdır kızım, bir sıkıntı mı var?" dediğinde göremeyeceğini bilsem de omuz silkmiştim.

"Bizim işler işte... Önemli bir şey yok." sadece yine adamın birini öldürmüşler diyemedim.

"Anladım kızım." bir süre sustu. "Gonca?" diye mırıldandı son harfi uzatarak.

"Efendim?" dedim ben de ona ayak uydurur bir tonlamayla.

"Kızım biz seni çok özledik, ne zaman geleceksin buraya?" omuzlarımı düşürdüm üzüntüyle.

"Anne biliyorsun yıllık iznimi yeni kullandım, hem işler de yoğun. Gözünü sevdiğimin memleketinde it kopuktan geçilmiyor." diye hayıflandım sonlara doğru.

"İyi, peki bir şey demiyorum ama kendine çok dikkat et, tamam mı?" gülümsedim istemsizce.

"Peki anne ederim, siz de dikkatli olun. Hadi Allah'a emanet." deyip kapattım telefonu.

Aracımı emniyete sürerken bir yandan da bu vakanın detaylarını ve amirime vereceğim raporu düşünüyordum.

....

Emniyete ulaşmış, amirime ve bağlı olduğum ekibe vakayı bildirmiştim. Şimdi de kimlik tespiti ve otopsi sonuçlarını bekliyordum. Masamdaki kupaya elimi götürürken izlenilme hissiyle kafamı kaldırıp etrafımı kolaçan ettim. Karşı masadan Arda ile göz göze gelince başımla selam verip, onun karşılık vermesini beklemeden bakışlarımı yine önümdeki kahve dolu kupaya odaklamıştım. Arda'nın bakışlarını hala üzerimde hissetsem de farkında değilmiş gibi yapmaya devam ettim. Aylardır bana olan ilgisini gözüme gözüme soktukça, ben de üç maymun oynamaya devam ediyordum. Zaten asıl sorun benim değil ekibin fark etmesiydi ki bu da çoktan olmuştu. Ne zaman Arda ile aynı ortama girsem imalı bakışlar, sinsi gülüşler ile karşılaşıyordum ki patlamama çok az kalmıştı.

Etrafıma göz gezdirdiğimde Arda'nın bana olan bakışlarının, her zamanki gibi sadece benim dikkatimi çekmediğini fark etmiştim. Karşı masadaki Cemre bir yandan elindeki kahvesini yudumlarken bir yandan da bana imalı bakışlar atıyor, sırıtıyordu. Başımı 'ne var?' dercesine salladığımda gülüşü büyüyüp bakışlarıyla Arda'yı işaret etti. Derin bir nefes alıp yumruklarımı sıktım. Çatılı kaşlarımın altındaki bakışlarımdan korkmuş olmalı ki, bakışlarını kaçırdı. Ben ise içimden sayma terapisini uygulayıp sakin kalmaya çalışıyordum.

Bana doğru yaklaşan adımlarla kafamı kaldırıp elinde dosyalarla gelen Arif'i görmüştüm. Yerimde dikleşip beklemeye başladım. 

"Komiserim maktulün kimliğini tespit ettik. Kemal Güler, 39 yaşında, evli ve iki çocuk babası. Görünürde küçük bir antika dükkanı işletiyor Daha önce tarihi eser kaçakçılığından üç kez tutuklanmış." diyerek kısa bir es verdiğinde ben devraldım konuşmayı.

"Adli tıpla ilgili bir gelişme var mı?"

"Ben de tam ondan bahsetmek üzereydim komiserim; detaylı adli tıp raporu en az üç güne çıkarmış fakat yara konusunda uyardığımız için o kısmı inceleyip kısa bir bilgi aktarımı yaptılar bana. Dediklerine göre yarada cinayet silahının deriyle ilk temasının olduğu noktada çok küçük kumaş parçaları bulmuşlar. Mikroskopla incelediklerinde oldukça eski, dayanıksız kumaşlar olduğunu söylediler."  başımı tamam manasına gelecek şekilde salladım. 

"Ailesine haber verdiniz mi?" başını onaylar biçimde salladı. 

"Verdik komiserim, cesedi teşhis etmeleri için arkadaşlar adli tıbba götürmüşlerdi. Oradan da buraya gelecekler. Hatta gelmek üzeredirler."  dediğinde başımı salladım.

"Geldiklerinde toplantı odasına alıp bana da haber verin." direktiflerimi sıraladığım sırada üzerimdeki bakışları hâlâ hissediyordum. Arif baş selamı verip yanımdan uzaklaştığında Arda'nın bakışlarını umursamayıp cinayetle ilgili düşünmeye başladım. 

Yara izinin içinde kumaş parçalarının olması demek, adam öldürüldüğü sırada üzerinde başka bir kıyafet olması demekti. İyi de öldürdüğün birinin kıyafetlerini niye değiştirirsin ki?! Kıyafetlerini gasp ettiler desem, Arif kumaşın değersiz bir parça olduğunu söyledi. Belki de kıyafetler gizli bir örgütün üniforması gibi bir şeydi, örgüt bir şekilde adamın öldürülmesine karar verdi ve yaptıkları ayin veya toplantı sırasında adamı öldürdüler. Bu adamın kıyafetlerindeki tuhaflığı açıklasa da bulunduğu noktaya nasıl geldiğini asla açıklamıyordu. Adamın tarihi eser kaçakçılığından hüküm giymiş olmasının yanı sıra tarihi bir mekanda cesedinin bulunması da bir hayli manidardı. Resmen davayı neresinden tutsam elimde kalıyordu. Sinirle saç diplerimi ovalarken, bana doğru gelen Arif ile eğildiğim masadan doğruldum.

"Komiserim, maktulün eşi ve kardeşi geldiler. Dediğiniz gibi toplantı odasına aldım." dediğinde başımı sallayıp ayaklandım. Ben önden toplantı salonuna doğru yol almışken Arif de arkamdan beni takip ediyordu.  

Toplantı odasına girdiğimde içeride oturan otuzlarının ortalarında, saçları yer yer beyazlamış ağlayan bir kadın ve hemen yanında kadını teselli etmeye çalışan ama aynı zamanda kendisi de yıkılmış görünen otuzlarının başında bir adam vardı. Muhtemelen kardeşiydi çünkü makdül ile aralarındaki benzerlik bariz bir şekilde ortadaydı. Hemen onlara yönelip elimi uzattım.

"Komiser Gonca Kandemir." deyip içeriye girişimle birlikte ayaklanan ikiliyle tokalaştım ve elimle oturmaları için işaret verdim. Arada bir kaç sandalye boş bırakarak karşılarında kalan koltuklardan birine oturdum. Arif de hemen yanımdaydı.

"Öncelikle başınız sağ olsun. Her ne kadar şu an bunun sırası olmasa da davanın ehemmiyeti dolayısıyla ne yazık ki bekleyemeyiz. Bildiğiniz gibi Kemal Güler bir cinayete kurban gitti." dediğimde kadının yükselen ağlama sesleri dolayısıyla söyleyeceklerime kısa bir es vermek durumunda kalmıştım. Kayın biraderi olan adamın sırtını sıvazlaması sonucu biraz sakinleşen kadınla derin bir nefes alıp tekrar konuşmaya hazırlandım. Her ne kadar cümlelerimi özenle seçmeye çalışsam da durum ortadaydı. Sarf edilen sözler her hâlükârda karşıdaki insanı üzecekti, tabi üzüntüsü samimiyse. En nihayetinde herkes şüpheli durumundaydı.

"Eşinizi en son ne zaman gördünüz?" kadın düşünmek için bir süre sessiz kaldı.

"Sanırım üç gün önceydi." istemsizce kaşlarım çatıldı.

"Peki bu süreçte telefonla görüştünüz mü?" başını olumsuzca salladı.

"Üç gündür eşinizden haber alamıyorsunuz ve polise başvurmak aklınıza gelmedi mi yani?"  kadın nemli gözlerini yüzüme çevirdi.

"Çok sık yaşardık bunu. Ben gidiyorum diyerek gider ve günlerce gelmezdi. İlk zamanlar arasam da ulaşamayınca ben de artık aramayı bıraktım." işler iyice tuhaf bir hal almaya başlamıştı.

"Peki döndüğünde nerede olduğuna dair bir şey söylüyor muydu, ya da en son gitmeden önce bir şey dedi mi?" kadın tekrar düşünceli hale büründü. Sonra aklına bir şey gelmiş gibi yüzü aydınlandı.

"Normalde sorsam da söylemezdi ama son gideceği gün çok keyifliydi. Hiçbir şey sormadığım halde 'Büyük bir iş yakaladım. İş değil, av av! Hem de bu avın aslan payı benim. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.' diyor, sevinçten resmen yerinde duramıyordu." kadın sustuğunda yerimde dikleştim.

"Hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı konusunda haklıymış." yanımdaki Arif'in sessiz ama alay dolu mırıltısını neyse ki sadece ben duymuş ve uyarı dolu bakışlarımı üzerine göndermiştim. Kendine gelerek oturduğu yerde dikleşti ve gözlerini benden kaçırdı. Tekrar kadına döndüm.

"Söz konusu büyük işin ne olabileceği konusunda bir fikriniz var mı?" muhtemelen yine tarihi eser kaçakçılığıyla alakalı bir durumdu ama net bilgilere ihtiyacım vardı. Kadın başını olumsuzca iki yana sallarken bakışlarım yanındaki adamı buldu. Masanın üzerinde ayrık bir şekilde duran ellerini sorumu duyar duymaz birbirine kenetlemişti.  Bakışlarımı üzerinde hissedince gözlerini kaçırmıştı. Artık emindim, bu adam bir şey biliyordu.

"Sizin bir fikriniz var mı?" diye sordum kendimden emin bir şekilde. Bu adama 'itiraf et, kurtul' mesajımdı. Tabi anladıysa...

"Abimin sabıkası illa ki elinize geçmiştir. Daha önce tarihi eser kaçakçılığı yaptığını biliyorsunuzdur." başımı sallayarak dediklerini onayladım. Fakat kadın duyduklarıyla şaşırmışa benziyordu. Ne yani eşinin suçlarından haberi yok muydu? 

"Bilmediğiniz şey ise... Abimin bu işi yapmaya devam ettiğiydi. Muhtemelen bahsettiği iş onunla ilgiliydi." deyip başını eğdiğinde gözlerimi üzerine diktim.

"Şuan bildiğin bir suçu polise bildirmediğin için hakkında soruşturma açılacak farkında mısın? Hatta soruşturma mukabilinde yardım ve yataklıktan hüküm bile giyebilirsin." dedim tehditvâri bir ses tonuyla. Adamın gerginliğini buradan bile hissedebiliyordum.

"Kasten saklamadım, tehdit etti beni." kaşlarım çatıldı tekrardan. Yalan söylüyor gibi görünmüyordu. Tavırları kendini çok çabuk ele veriyordu.

"Kim tehdit etti, abin mi?" diye sordum inanmıyormuş bir tavırla.

"Hayır, ortağı." meseleyi eşeleye eşeleye kendimi tavuk gibi hissetmeye başlıyordum artık.

"Olayı doğru düzgün anlatır mısın?" ses tonum sertleşmişti.

"Birkaç ay önce abimden borç istemek için akşam saatlerinde dükkana gittim. Çırağı oradaydı ama abim içeride değildi. Nerede olduğunu sorduğumda çırak depoda olduğunu söyledi. Depo dükkanın hemen altındaydı. Çırağın çağırmasına müsaade etmeyip ben girdim. Kapıya yaklaştıkça içeriden iki kişinin konuşma sesleri geliyordu. Dinlemeyip direkt içeri girdim. O sırada abimin ortağı Mithat'ın elinde basit bir antikacıda bulunmaması gereken bir parça gördüm. Zümrüt taşlarla süslenmiş çok değerli bir kolyeydi. Abimden dolayı ben de bu işlerden biraz anlıyorum, oradan biliyorum kolyenin değerli olduğunu aslında. Saray işi gibi duruyordu. Beni görür görmez Mithat elindekini hemen sakladı. O an anladım yine aynı çamura battıklarını, kızdım abime. o sırada Mithat devreye girip orada olanları unutmamı yoksa başımı yakacağını söyledi." 

"Peki o seni tehdit ederken, abin bir şey demedi mi?" olayı hala tam anlamıyla anlamlandıramamıştım. 

"Her ne kadar ortak olduklarını söylesek de; aslında abim de çekinirdi Mithat'tan. Mithat onun hep akıl hocası olmuştur." sözlerini bitirdiğinde ben de elimdeki deftere gerekli notlarımı almıştım.

"Peki sizce bunu Kemal Güler'e kim yapmış olabilir? Bildiğiniz bir hasmı, düşmanı falan var mıydı?" adam başını olumsuzca sallarken bu kez de kadına baktım.

"Aslında Kemal ailesiyle işini birbirine pek muhatap etmezdi. Dükkanına bile yılda en fazla iki kez gitmişimdir. Sabıkası olduğunu bile şuan öğreniyorum. Yani bir düşmanı falan vardıysa da bunu bize asla anlatmazdı. Oldukça ketum bir yapısı vardı. İlk başlarda her şeyi sorgulasam da bir yerden sonra ben de alıştım bu düzene." kadın konuştukça kaşlarım istemsizce çatılıyordu. Bir insan hiç mi merak etmezdi bu adam ne yapıyor, ne ediyor diye?! En nihayetinde kendisini aldatma ihtimalini bile göz önünde bulundurmamış mıydı da olayın önünü arkasını kurcalamamıştı?! Pes demekten öteye gidemiyordum ne yazık ki. 

"Nerede buluruz bu Mithat'ı? Soyadı, adresi falan her hangi bir şey var mı elinizde?" İkisi de başını olumsuzca salladığında, ayağa kalkıp elimi uzattım. 

"İş birliğiniz için teşekkür ederiz. Tekrar başınız sağ olsun. Dilerseniz ekip arkadaşlarımız size evinize kadar eşlik etsinler." dediğimde elimi sıkıp teşekkür ettiler. Oradan uzaklaşırken Arif'e başımla işaret verdim onlarla ilgilenmesi için.

Toplantı salonundan çıkıp ofisime doğru ilerlemeye başladım. Karşı taraftaki camlardan gördüğüm kadarıyla hava iyice kararmıştı. Kış aylarında olduğumuz için buna çok takılmadım. Saatime baktığımda, saatin 19.50 olduğunu gördüm.  Birçok kişi mesaisini bitirmiş çoktan evinin yolunu tutmuştu. Çay ocağından bir çay alıp masama geçtiğimde Arif de işini bitirmiş yanıma doğru geliyordu. 

Arif bu sene göreve başlamış çiçeği burnunda bir memurdu. Tabiri caizse ekibimizin çömeziydi. Diğerlerinin çömezliği dolayısıyla biraz üzerine gideceklerini bildiğim için onu kendi gözetimim altına almıştım. Benimleyken de biraz hırpalanıyordu ama en azından işini yapıyordu.

"Emrettiğiniz gibi aileyi evlerine gönderdim komiserim." karşımda dikildiğinde yüzünü inceledim. Yorulduğu her halinden belliydi.

"Şu tarihi eser kaçakçılığıyla ilgili Kaçakçılık ve Organize Şubeye bilgi ver. Bir de Şu Mithat denilen adamı araştır, hakkında ne bulabiliyoruz bak. Yarın bana detaylı bilgi verirsin, şimdilik çıkabilirsin." deyip elimdeki çayı yudumladım.

"Emredersiniz komiserim." deyip çıktı. Ben de tekrar aldığım notları incelemeye başladım. Bildiğim bir şey varsa; o da bu işin başımı çok ağrıtacağıydı.

*******

Saat 23.12'yi gösterdiğinde koltuğumun arkasına astığım ceketimi üzerime geçirip önce ofisten daha sonra da emniyetten çıktım. Arabama bindiğimde hâlâ güzergahım ne yazık ki evim değildi. Davadaki her ayrıntı için bir hikaye uydurabilsem de, cesedin oraya nasıl geldiğini asla aklım almıyordu. Gidip tekrar kontrol etmek istiyordum bu yüzden.

Müzenin önüne geldiğimde kapıdaki güvenliğe kimliğimi gösterip içeriye girdim. Cesedin bulunduğu alana girmek için güvenlik şeritlerini kaldırıp, Medusa heykelinin tam önüne geldim. Gözüm bir heykelin olduğu yerde başlayan kan izlerine bir de cesedi temsil eden yere çizilmiş resme kayıyordu. Ceset sanki heykelin içinden fırlamış gibi duruyordu. Ama bunun akla mantığa sığar bir yanı yoktu. Yine de elimle heykelin üzerini yoklamaya başladım. Bir anda yüzüme doğru parlayan yeşil bir ışıkla uzaklaşmaya fırsat bulamadan heykelin içine doğru çekildim. Sanki ben demir tozuydum, o da kocaman bir mıknatıstı. Öylesine güçlü bir kuvvet tarafından çekildim ki  her ne kadar gözlerimi kapatmamak için dirensem de yoğun rüzgara direnemeyip gözlerimi kapatmak durumunda kalmıştım.

Nihayet rüzgarın dindiğini hissettiğimde gözlerimi açabildim. Ben gözlerimi açmıştım açmasına fakat etraf karanlığa bürünmüştü. İleriye doğru bir adım attığımda ayağımın altından gelen su sesleri etraftaki nem ve rutubet kokusunu açıklasa da açıklamadığı bir şey vardı; o da buranın az önce böyle olmadığıydı.

Önümü görebilmek için telefonun ışığını açtığım sırada saatin 00.03 olduğunu da görmüştüm. Her ne kadar jeneratörün devreye girmesini veya güvenlikten birilerinin buraya gelmesini beklesem de ikisi de olmayınca temkinli adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladım. Gelirken altından geçtiğim güvenlik şeridi şimdi yerinde yoktu. Taban tamamen su kaplıydı ve ben bot giydiğim için kendimi tebrik etmiştim. 

"Kimse yok mu?" diye bir kez bağırdım fakat aldığım tek yanıt kendi sesimin yankısından öteye gidememişti. Neden olduğunu tam olarak bilmesem de şuan yaşadığım tuhaflıkların cesedin orada bulunmasıyla bir alakası olduğunu hissediyordum.

Çıkışa yaklaştığımda asker adımlarına benzer bir şekilde adım sesleri duydum. Sesin yüksekliği dolayısıyla en az 4 kişinin ayak sesleri vardı. hemen beni saklayabilecek kolonlardan birinin arkasına geçip, telefonun ışığını kapattım. 

İçeriye 4 kişi girdi, ikisinin elinde meşaleler vardı. Ama daha tuhaf olan üzerlerinde yeniçeri kıyafeti olmasıydı. Oysa müzenin güvenlik ekibi normal üniforma giyiniyordu.

İçimde anlamlandıramadığım bir his onlardan saklanmam gerektiğini bağırıyordu resmen.

Az öncenin aksine adımlarını attıklarında su sesi yükseliyordu. Bu da demekti ki, sadece şu an bulunduğum alanda su vardı ve daha da önemlisi adım atmaya yeltendiğim an yerimi bulabilirlerdi. 

Diğerleri de ellerindeki meşaleleri yakınca dört bir yana ayrılıp bir şey aramaya başladılar. Yapmam gereken tek şey onlardan olabildiğince saklanmaktı. Eğer telefonun ışığını görmeyeceklerinde emin olsaydım hemen merkezi arayacaktım ama ne yazık ki bu kadar karanlık bir alanda yanacak en ufak bir beyaz ışığı hemen fark edebileceklerini de biliyordum.  

Yine de her türlü yakalanma ihtimaline karşı zaten sessizde kullandığım telefonu botumun birine saklarken belimdeki küçük tabancayı da diğer botumun içine sakladım. Bir tek belimdeki tabancam kalmıştı, onunla da işim kendimi savunmaktı.

Başımı tekrar adamları izlemek için kolonun kenarından uzattığımda, adamlardan biriyle göz göze gelmiş ve dudaklarımdaki küfre müsaade etmiştim. Kimden saklandığımı bile bilmeyen ben, bir gece ansızın bulunduğum bu tuhaflıkların içinde kaçtıklarıma yakalanıvermiştim.

"Hass*ktir!"

واصل القراءة

ستعجبك أيضاً

1.8K 100 14
2023'lerde olan Nilüfer Galata Kulesindeyken geçmişe 1920 lere ışınlanır. Tarihin tozlu sayfalarında kaybolup gider... 1920'lerde bir Türk subayına a...
131K 5.7K 30
Günümüz 21. Yüzyılından kendini bir anda 13. Yüzyılda bulan kızın hikayesi . Genç kıza son bir şans verilmişti , son bir hayat. Kaderin ipleri Asena...
YANSIMA بواسطة Gizme

الخيال العلمي

6K 481 29
İKİ AYRI YAŞAM AMA TEK BİR NOKTA : RUH Amelia kendini hiç bilmediği bir dünyada bulmuştu. Bir anda 19. yüzyıl İngiltere'sine gitmişti. Bu bir rüya m...
platonik (ÇT) بواسطة ...

الخيال العلمي

174K 10K 108
Yeni başladığın okulda kimsenin konuşmaya cesaret edemediği sadece okulun zorbalarıyla takıldığı çocuğu ilk gördüğün an aşık olup yılarca plotonik ol...