Dolandırıcı | Texting +18

Von Ahumla

1.6M 64.1K 30.5K

Sizi dolandıran birine aşık olur musunuz? Mehr

1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
-Model-
26
27
28
29
30
32
33
34
35
36
37
38
39
40
41 (+18)
42 (+18)
43
44
45 (+18)
46
47
48
49
50 (Final)
-1-
-2-
-3-
-4-
-5-
-6-
-7-
-8-
-9-
-10- (+18)
-11-
-12-
FİNAL
🖤

31

30K 1.3K 1.7K
Von Ahumla

Her geçen bölüm kelime sayısını daha da çoğaltıyorun. Yakında bölümler daha uzun olacak.

Vaktim olmadığı için hızlı yazdım. Yazım yanlışları olabilir kusura bakmayın.

Keyifli okumalar ❤️

******

Kazağımın kol kısmını çekiştirip parmaklarımı içine soktum. Ellerim buz tutmuştu. Kucağımda ki yorgana sarılır şekilde yürümeye devam ettim. Ayağımın altında ki tırtıklı zemin her an düşüp yerle bir olacağımın garantisini veriyordu. Adımlarımı sağlama almak için yavaşladım.

Bilmediğim yolu dümdüz şekilde hiçbir yere sapmadan bir süre takip ettim. Karşıma çıkan birkaç evi es geçtim. Uzaktan bakıldığında oldukça eski gözüküyorlardı ve içlerinin boş olduğuna emindim. Yaklaşık yarım saat yürüdüm. Hava tam olarak kararmıştı ve sessizlik hakimdi. Etrafta hiç ışıklandırma yoktu. Gözlerim karanlığa alıştığı için yolu az çok görebiliyordum ama göz kapaklarım ağırlaşmaya başlamıştı ve odak noktamı kaybetmek üzereydim.

Egemen 2 kez aramıştı ama cevapsız bırakmıştım. Şimdi aramasının hiçbir önemi yoktu. Beni o soğuk yerde bırakıp gitmeden önce düşünmeliydi. Soğuktan donmam veya hasta olmam umurunda değildi. Hoş, olmaması da anlaşılabilir bir durumdu. Sonuçta onun için bir önem ifade etmiyordum.

Önüme ikiye ayrılan yol çıktığında duraksadım. Tam o sırada telefonum çaldı. Küçük yorganı sol kolumun altına alıp cebimden telefonumu çıkardım. Yüzüme yansıyan ışık gözlerimi kısmam için bağırıyordu. Kısık gözlerimle ekranda yazan ismi okumaya çalıştım. Egemen yeniden arıyordu. Üşüyen parmaklarımla aramayı cevapladım.

"Efendim." Dememle, yüksek sesi kulağımı tırmaladı.

"Bir saattir arıyorum! Neden açmıyorsun?" Bağırışına karşın sanki görebilecekmiş gibi yüzümü ekşittim.

"Yürümekle meşguldüm."

Telefonun diğer tarafından bir süre boş homurtular geldi. Anlam veremediğim için kaşlarımı çattım. Söylediklerinden sadece son söylediğini anlayabilmiştim. "Bela."

Kaşlarımı mümkünmüş gibi daha da çattım.

"Sen bana bela mı dedin?" Sorumdan hemen sonra ufak bir kahkaha duyuldu telefondan.

"Belasın." En büyük belanın kendisi olduğundan habersiz olması benim de gülmeme neden oldu. Dudaklarım gülümsemem bittiği anda yeniden somurtkan haline büründü.

"Seni ilk gördüğüm yerde, kafanda tek bir saç kalmayana kadar yolacağım ve kel kafanın güneşin altında bir domates gibi kızarmasını zevkle izleyeceğim." Egemen'e karşı olan sinirim, düşüncesizce konuşmama ve savurduğum bedduaların gülünç duruma düşmesine neden oluyordu. Bu adam ayarlarımla oynamak için elinden gelen her şeyi yapıyordu.

"Boş tehditlerin bittiyse nerede olduğunu söyle?" Konuşurken yürüdüğü arkadan gelen rüzgar ve hışırtı seslerinden anlaşılıyordu. Ben de olduğum yerde tam bir tur dönerek etrafıma göz attım. Karanlıktan dolayı tabela varsa bile göremiyordum!

İki ayrılmış yollardan birine girip herhangi bir tabela görme umuduyla ilerledim.

"Bilmiyorum. Etrafta tabela yok." derken gözlerim hâlâ boş alanda süzülüyordu.

"Telefondan konum at, Sara." Egemen'in emir veren ses tonunu umursamamaya gayret gösterdim. Konum atmak oldukça mantıklıydı ve benim aklıma neden daha önce gelmemişti, bilemiyordum. Soğuktan ve bugün yaşadığım adrenalinlerden dolayı bedenim ve beynim sistem dışı kalmış olmalıydı.

Uzun süren sessizliğimi, Egemen'in sesi böldü.

"Konum at. Bekliyorum." Cevap vermeyip konum atmak için aramaya kapattım. Uygulamaya tıklayıp konumu atacağım esnada telefonumda siyah ekran belirdi. Telefonumun şarjı bitmek için mükemmel bir zamanla seçmişti.

Koca bir of çekip arkamda ki yol ayrımına ve önümde ki uzun yola baktım. Şimdi ne yapacaktım? Egemen'in beni bulmasını mı bekleyecektim yoksa yürümeye devam mı edecektim? Muhtemelen konum atmamı bekleyecek ve atmadığım için beni burada bırakıp gidecekti. Ukalalık edip canım istemediği için konumu atmadığımı düşünecekti. Bundan adım kadar emindim.

******

Yolun kenarında duran taşın üzerinde tahmini bir saattir oturuyordum. Egemen'i beklemeyi seçmiştim ve görünen o ki beni bırakıp gitmişti. Yürüyerek yarım saatte geldiğim yolu arabası olduğu halde bir saatte gelememişti. Oturmaktan bacaklarıma kramp girmişti. Yerimde kıpırdandım.

Bir süredir kucağımda duran yorganı inceledim. Egemen'i beklerken incelemeyi aklımdan geçirmemiştim. Daha fazla beklemeye dayanamayarak bir şeylerle uğraşma amacıyla yorganın tozlu tarafından tutup açtım.

Kutu biraz ezilmişti. Muhtemelen yere attığımda olmuştu ve yeni dikkat ediyorum.

Kutunun kapağını kaldırdım. İçinde ne olduğunu merak ediyordum. Bir yanım içindekileri incelemek ve olayı çözmek istiyordu. Diğer yanımsa Egemen'in özel anlarını kendine saklamasını ve başkasının onlara tanık olmasını istemiyordu. Özellikle de benim.

Titreyen parmaklarımla kutunun içinde duran fotoğrafa uzandım. Karanlıktan dolayı fotoğrafta ne olduğunu anlayamadığım için gözlerimi iyice kısıp dikkatimi arttırmak için çabaladım. Gözlerim yan yana durmuş iki kişiyi az çok seçebiliyordu. Yüzlerinde ki ifade oldukça somurtkandı. Lise çağında duruyorlardı. Boynunda dövme olanın Egemen olduğu gün gibi ortadaydı. Yanında ki kişiyi inceledim bir süre. Egemen'den biraz uzundu. Fotoğrafı ters çevirdim. Arkasında el yazısıyla yazılmış küçük bir not vardı. Bu sefer okuması zorlu değildi hatta neredeyse yeni yazılmış gibiydi.

Can dostum, işimize attığımız ilk adımdan hatıra kalsın bu fotoğraf.

Yanında ki adam da onun gibi dolandırıcı olmalıydı. Bu kadar küçük yaşta mı başlamıştı para çalmaya? Liseye gitmesi gerektiği günlerde hırsızlık mı yapıyordu? Kafamda ki soruları biraz olsun bastırmaya çalıştım. Bunlar benim için önemsizdi. Tanımadığım ve tanımak istemediğim birinin hayatına burnumu sokmak istemiyordum. Onun karmaşıklığında kaybolmak yerine kendi iç dünyamda ki dertleri ortadan kaldırmam gerekiyordu.

Elimde ki fotoğrafı yeniden aldığım yere bıraktım. Kutuda başka bir şey yoktu. Düşürmüş olma ihtimalimi göz önünde bulundurdum. Zihnim içerisinde başka şeylerin de olduğunu iddia ediyordu. Yol boyunca kutu yorgana sarılıydı ve düşmesi neredeyse imkansızdı. Yanlış hatırlıyor olmalıydım.

Kutuyu kapatıp yeniden yorgana sardım. Bir süre sonra araba sesi duyduğumu sandım. Heyecanla etrafıma bakındım. Hiçbir şey yoktu. Umutsuzca yüzümü astım. Boş yola bakarken arabanın farlarını uzaktan görünce heyecanla ayağa kalktım. Egemen olmasa bile bana yardım edecek birileri olabilirdi. Sonunda şu lanet yere bir araba geliyordu. Kim olduğunun önemi yoktu.

Araba yaklaştı ve durdu. Egemen'in arabasıydı. Ben ayakta kucağımda yorganla dikilmeye devam ederken arabanın kapısı açıldı. Egemen araban indiğinde direkt karşıma geçti ve yüzümü inceledi. Gözlerinde ki sinir her açıdan belli oluyordu.

"Konum atacaktın?" dedi, öfkesini saklamayan ses tonuyla.

Konuşmama fırsat vermeden devam etti. "Bir saattir seni arıyorum."

"Şarjım bitti." diyebildim sonunda. Elimde ki yorganı göğsüne doğru ittirdim. Kollarına aldı ve yüzüme boş bir ifadeyle bakmayı sürdürdü.

"Eşyalarını ortalıkta bırakma." diye çıkıştım. Hiçbir tepki vermeden arabasına yöneldi.

**

Arabayı çalıştırdığı andan itibaren ikimizde sessizdik. Ona verdiğim kutuyu ve yorganı hiçbir önemi yokmuş gibi arka koltuğa fırlatmıştı.

Anılarından kaçmak istiyorsa neden beni buralara kadar getirme gereği duymuştu? Hatıralarını yeniden su yüzeyine çıkartmayı ister gibi bir hali yoktu.

Dalgınlıkla yolu izlemeyi sürdürdüm. Göz kapaklarım, gözlerime ağır geliyordu ve zorlukla açılıp kapanıyordu.

"Çorba içer misin?" Derin sessizliği bozan Egemen olmuştu. Bir yanım çorba içmeyi çok istiyordu. Geçen birkaç saat içerisinde fazlasıyla üşüdüğüm için sıcak çorba fikri muazzam geliyordu.

Yine de aklımda teklifi kabul etmek yoktu. Arabanın içerisinde sıcaklık zaten iyice mayışmama yol açmıştı. Bir an önce eve gidip uyumak ve uyandığımda cebime koyduğum mektupları okumak istiyordum.

"İçmem." diyebildim sonunda.

"Sıcak çikolata veya salep içmek ister misin?"

Israrı üzerine yüzümde istemsizce tebessüm oluştu. Beni orada bıraktığı için vicdan azabı çekiyor olmalıydı. Kalpsiz olduğunu düşünsem de arabadan indiği anda, göğsüne yorganı iteklemeden hemen önce gözlerinde pişmanlığı yansıtan duygu belirtisini az da olsa hissedebilmiştim.

Görünen o ki, kalpsiz olduğunu iddia eden Egemen, benim için endişelenmişti.

Saçma düşüncelerimden sıyrılıp sorusuna cevap bekleyen adama doğru döndüm. Gözünü yoldan ayırmıyordu ama ona baktığımı anladığını kasılan çenesinden fark ettim. Varlığımdan rahatsız oluyor gibiydi. Ya da tam tersi etkileniyordu.

"Egemen, çok teşekkür ederim ama eve gidip uyumak istiyorum."

"Ekibin yanına gidelim. Orada ne istersen yapabilirsin."

Gözlerim fal taşı gibi açıldı.

"Ekibin yanına mı gidelim, dedin?"

Kafasını salladı. Şaşkınlığımdan dolayı dudaklarında hafif bir tebessüm oluşmuştu. Bana güvenmeye mi başlıyordu? Ekibin yanına götürecek kadar güven mi vermiştim ona? Bu kadar erken olacağını hiç tahmin etmemiştim. Uzun bir süre ekiple tanışmayı beklemiyordum.

Tereddüt ettim. Bu da bir oyun olabilirdi. Ekibim adı altında başka insanlarla tanıştırıp beni kandırabilirdi.

"Sana güvenmiyorum. Bu da sahtekarlıklarından biri mi?" Aklımdan geçenleri dilime döktüğüm için rahatladım. Güvenmediğimi ona her fırsatta hatırlatmam gerekiyordu, aynı zamanda kendime de hatırlatmış oluyordum.

Gülümsedi, gözlerini yoldan kısa bir süre ayırıp üzerimde gezdirdi. Ona güvenmemem hoşuna gidiyordu. Bunu bakışlarından anlayabiliyordum.

"Güven demiyorum. Gel veya gelme. Bu sana bağlı."

Kafamı yeniden cama yasladım. Gözlerim kapandığında son söylediğim şey "Gidelim." olmuştu.

******

Masanın üzerinde duran telefonumdan ışık yandı. Oturduğum yerde doğrulup telefonu aldım. Egemen, gözlerini üzerime dikmiş ne yaptığıma bakıyordu.

Telefonu açmadan önce kısa bir bakışma geçti aramızda. Kaşlarımı çattığımda önüne döndü ve arkadaşıyla sohbetine kaldığı yerden devam etti.

Gelen bildirim hava durumuyla ilgiliydi. Önümüzde ki iki gün sağanak yağışlı gözüküyordu.

"Fal baktırmak isteyen var mı?"

Telefonu kapatıp yeniden masaya koydum. Egemen'in 3 arkadaşı da şu an tam karşımda duruyordu. Birinin saçları hafif sarı, gözleri kahverengiydi. Adı Tolga'ydı. Yüz siması bugün gördüğüm fotoğrafta Egemen'le yan yana duran çocuğa çok benziyordu.

Mükemmel fal baktığını iddia eden kişi de Tolga'ydı. Geldiğim andan beri fal bakmak istediğini söyleyip duruyordu. Önümde ki kahve fincanını ileri doğru ittim.

"Bakabilirsin." dediğimde, uzanıp fincanı aldı.

"Hâlâ sıcak bu. Biraz daha bekleyelim." dedi, Tolga.

"Bu saçmalıklara inanan var mı cidden?"

Egemen'in yanında oturan ve sürekli sessizce sohbet ettiği arkadaşı Selim'di konuşan. Diğerlerine göre boyu kısaydı. Saçları ve gözleri koyu kahverengiydi. Teninin esmerliğiyle uyumlu duruyordu fiziksel özellikleri.

"İnanmıyorum ama baktırmayı seviyorum." dedim. Egemen sohbete dahil olmayıp sadece konuşulanları dinliyordu. Beni buraya getirdiği andan itibaren toplasan iki cümle etmemişti. Sadece tepkilerimi izleyip duruyordu.

Son olarak bakışlarım, geldiğim andan beri gözlerini üzerimden ayırmayan adama döndü. İsmi, Han'dı. Gözleri giydiği kazakla aynı renkti, yeşil. Koyu saçları dağınıktı ve tiki varmış gibi sürekli elini saçına koyup daha çok dağıtıyordu.

Egemen'in beni buraya getirmesinden pek memnun değil gibi duruyordu. Duruşundan etrafa kötü enerji yayılıyordu. Her an ters cevap vermeye hazırdı. En sevdiğim tiplerden olduğu için konuşarak daha çok delirtmeyi istiyordum.

Gözlerimiz buluştu.

"Adın sadece Han mı? Yoksa önünde başka isim var mı?" diye sordum. Tepki vermeyip elinde tuttuğu telefonla ilgilenmeye devam etti.

"Egehan." dedi, Tolga. Bu çocuğa gerçekten kanım ısınmıştı. Beni tek dışlamayacak kişi o gibi duruyordu.

"Peki, neden Han ismini kullanıyorsun?"

Kafasını telefonundan kaldırdı. Yeşil gözleri önce Tolga'ya sonra bana döndü.

"Bir gruba iki Ege fazla." Sesi de kendi gibi itici gelmişti bana. Cümlesi biter bitmez yeniden telefonuna döndü.

"Diğerlerine göre fazla soğuksun."

Sadece kafasını sallamakla yetindi. Daha fazla uğraşmayıp ben de önüme döndüm.

Gözlerim Egemen'e kaydı. Han'la sohbet etmeye çalıştığım andan itibaren beni izliyordu. Kaşlarımı sorgularcasına havaya kaldırdım. Gözlerini daha da kıstı.

"Evet, başlıyorum fala."

Tolga fincanı kaldırıp incelemeye başladı. Serçe parmağıyla görmediğim bir kısmı gösterdi.

"Bak bak burada balık var. Kısmet demek."

Masada biraz uzanıp gösterdiği yere baktım. Anlayamadığım halde bozuntuya vermeyip bir süre daha telveleri süzdüm.

"Şu köşede de iki tane kalp var. Birisi daha büyük görüyor musun?"

Gösterdiği yere baktım ve gerçekten de iki tane kalp yan yana duruyordu.

"Ne anlama geliyor?" dedim, merakla.

"Kalp ne anlama gelir sence? Tabii ki aşk."

Aşk kelimesini duyduğum anda yeniden yerime oturdum. Aşk benden uzak kalsa hiç sıkıntı çekmezdim gerçekten. Şu sıralar ihtiyacım olan son şey bile değildi.

"Ne oldu suratını astın?" Tolga'nın sorusu ile gülümsemeye çalıştım.

"Para yok mu ya? Para, zenginlik falan deseydin keşke. Aşk olmadı hiç."

"İki tane kalp olması kafamı karıştırdı. İki kişi sana aşık olabilir haberin olsun."

Arkama iyice yaslandım. Aşk dendiği için gözlerim Egemen'e bakmak istiyordu. Zorlukla Tolga'ya bakmayı sürdürdüm. Döndüğüm an yanlış anlaşılırdı.

"Zaman kaybısın, Tolga. Kalk git Akın'a yardım et."

Egemen'in sinirli sesinden sonra Tolga oflayarak ayağa kalktı.

Ekibin 5 kişi olduğunu söylediğini hatırlıyordum. Muhtemelen Akın diye bahsettiği kişi de ekiptendi. Ama henüz tanışabilme fırsatım olmamıştı.

"Bu neden hâlâ burada?"

Masayı izlemeyi bırakıp konuşan kişiye döndüm. Han, açıkça beni gösteriyordu.

"Ben istediğim için." dedi, Egemen.

"Adım Sara. Bu demezsen sevinirim."

İkisi de ben burada yokmuşum gibi atışmaya devam etti.

"Her istediğimizi ekibe mi dahil ediyoruz?" Han ayağa kalktı.

"Bunu sana mı soracağım?" Egemen de ayağa kalktı. Onları izlerken ben de farkında olmadan ayağa kalkmıştım.

"Bu kızı ekibe almaman gerektiğini sana önceden de söylemiştim, Egemen."

"Benim işlerime burnunu sokmaman gerektiğini yumruğum yüzündeyken hatırlatmıştım." Egemen, elini sertçe masaya vurdu. Kendini ileri doğru eğmişti ve Han'la yüzleri oldukça yakındı.

"Ekibe kimseyi alamayacağımızı çok eskiden konuşmuştuk. Bahsettiğin altın kurallardan biriydi bu."

"Kuralları koyduğum gibi kaldırmasını da bilirim, Han."

Selim de ayağa kalkmıştı ve Egemen'in omzuna elini koymuştu.

"Bu kızı ekibe almaman gerektiğini topluca konuşmuştuk. 1 oyla kaybetmiştin." Hâlâ benden 'bu' diye bahsettiği için sinirim daha da artmaya başlıyordu. Hakkımda önceden konuştuklarını da yeni öğreniyordum.

"Selim sonradan kararını değiştirdi." dedi, Egemen.

Herkesin bakışları Selim'e döndü. Selim kafasını salladı ve "Evet." dedi.

Han ağzını açtı ama tam bir şey söyleyeceği sırada vazgeçip dudaklarını birbirine bastırdı. Yeşil gözleri bana döndü. Önce gözlerime sonra arkamda duran bir yere baktı. Refleks olarak ben de arkama döndüğümde Tolga ve yanında Akın olduğunu tahmin ettiğim kişi yan yana durmuş bizi izliyorlardı.

Akın, önce bana sonra Egemen'e baktı.

"Oy kararı buraya getirmemen gerekiyordu, Egemen." dedi.

Mükemmel. Şimdi de başımıza ikinci düşman Akın çıkmıştı.

"Haklısın Akın. Ama aramızda dönek insanlar olduğunu unutma. Birileri göt korkusundan oyunu değiştirme kararı almış." dedi, Han. Sesinde ki öfke tüm odayı kaplamıştı.

Selim'i kast ediyordu. Bunlar nasıl ekipti böyle? Hepsi birbirine düşman gibi davranıyordu. İkiye bölünmüşlerdi. Tolga, Egemen ve Selim. Diğer taraf ise Han ve Akın.

Sonunda dayanamayıp konuştum. "Tamam, beni burada istemeniz veya istememeniz umurumda değil."

Sırtım Egemen'e dönük olduğu için şu an yüzünü göremiyordum. Yeniden ona doğru döndüm. Gözlerini Han'a sabitlemişti ve dişlerini sıktığı, çenesinden belli oluyordu.

"Ekibe girmek için istekli de değilim."

Uzanıp masadan telefonumu aldım.

"Egemen, anlaşmamız burada bitti. Para falan da istemiyorum." dedim ve arkamı dönüp merdivenlere doğru ilerledim. Dış kapı bir kat aşağıdaydı. Buraya gelirken tek hatırladığım nokta evin girişiydi. Çıktıktan sonra nereye gideceğimi bilmiyordum, evimi nasıl bulacağımı bilmiyordum ama istemediğim yerde de duracak halim yoktu.

Egemen arkamdan bağırdı.

"Sara, nereye gidiyorsun?"

Hızla koşup yanıma yetişti. Merdivenden  indiğim sırada önüme geçti ve kolunu duvara dayadı. Geldiğimizde üzerini değiştirmişti. Bu soğukta ince bir tişört giyinmişti. İçerisi sıcak olabilirdi ama kesinlikle kısa giyinecek kadar sıcak değildi. Kolunda ki karmaşık dövmelerden en dikkat çekici olan yılan dövmesiydi. Bileğinden başlamıştı. Yukarıya doğru sarmalanmış haldeydi.

"Evime. En azından orada beni açıkça kovacak kimse yok."

Dudaklarını birbirine bastırdı. Elini hâlâ duvarda tutuyordu. Yüzlerimiz arasında santimler vardı ve parfüm kokusu her yanımı sarmıştı.

"Gidemezsin." dedi, sesi oldukça kararlıydı.

Emir vermek yerine rica etse belki kalmayı düşünürdüm. Kahverengi gözlerinde asılı kaldı bakışlarım. Bir süre gözlerine ve kirpiklerine baktım. Siniri yatışmış gibi duruyordu.

"Giderim. Sana sormadım."

"Gidemezsin. İnatlaşma benimle."

Yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu. Aramız da ki çekimi hissediyor olması lazımdı. Bu kadar yakın durduğumuz halde hissetmiyorsa gerçekten aptal olmalıydı.

Bir basamak aşağıda olduğu için boylarımız arasında normalde olduğundan daha az fark vardı.

Ellerimi iki yandan omuzlarına koydum.

"Canım inatlaşmak istiyor." dedim. Yüzümde sinsi bir gülümseme oluştu. Anında dudaklarıma baktı. Ardından o da gülümsedi. Köpek dişleri aşırı sivriydi.

Duvarda olan elini çekti. Duruşu değişti. Bir basamak yukarı çıktı. Ellerim omzundan düştü ve geriye doğru gittim. Alan oldukça dardı ve her hangi bir itişe karşı ikimizden biri yeri boylayabilirdi.

"İnatlaşman gereken en son insan benim." derken elini yanağıma doğru uzattı ve tersiyle yanağımı okşamaya başladı. Soğuk parmakları içimin titremesine neden oldu.

Az önce ne söylediği bile aklımdan uçup gitmişti. Yine dikkatimi dağıtmıştı. En ufak hareketi aklımı karman çorman ediyordu.

Öksürüp geriye doğru gittim ve son basamağı da çıktım. Şu an masada oturan herkesin gözü üzerimdeymiş gibi hissediyordum. Neden geri döndüğümü ve boş boş ayakta dikildiğimi merak ediyor olmalılardı.

Egemen de bir basamak yukarı çıktı. Ben geri gittikçe gelmeyi sürdüreceği için daha fazla adım atmayıp durdum.

"Üstüme üstüme gelme." dedim.

"Evet, anlaştığımıza göre gitmiyorsun."

Sesimi alçak tutmaya çalıştım.

"Egemen, arkadaşların beni burada istemiyor. Açıkça belli ettiler."

"Onun istememe sebebi farklı. Seni istemediğinden değil." dedi, bakışları arkaya kaymıştı. Tek kişiden bahsetmişti, muhtemelen Han'dı demek istediği kişi.

Ama Akın da gayet açık bir şekilde beni istemediğini belli etmişti.

"Neymiş o sebep?" dedim, merakla. Cevap vermeyip yanımdan geçti. Arkamı döndüm hızlıca. Kolunu tutup söylemesi için zorlayacaktım ama Han tam arkamda durmuş bizi dinliyordu.

Egemen gözleri ile işaret yaptı ve arkayı gösterdi. Han da başını salladı. İkisi beraber yalnız konuşmak için giderken Tolga da yanıma gelmişti.

"Gel, biz fal bakmaya devam edelim." dedi. Yüzünde tedirgin bir ifade vardı. Benimle konuşurken bakışları sürekli Egemen ve Han'ın üzerinde gidip geliyordu.

"Hayır, kalsın. Teşekkür ederim."

"Gidecek misin?"

"Evet. Han baya sinirli duruyordu. Aralarının bozulmasını istemiyorum."

"Son 2 haftadır araları hep bozuk. Biz alıştık sen de alışırsın."

"Neden? Benim yüzümden mi başka sebepler de var mı?"

"Sana bunu söylemem pek hoş olmaz. Egemen konuştuğumuz şeyleri başkasına söylediğimiz zaman paramızdan yüklü miktar kesiyor."

"Lütfen, gerçekten benim yüzümdense burada kalıp işleri daha kötü yapmak istemiyorum."

"Han, seni ekipte istemiyor. Çünk-"

"Tolga!" Akın'ın sesiyle Tolga sustu.

Tam ağzından lafı alacağım sırada ortaya çıkması gerçekten sinir bozucuydu. Yanımıza geldi ve ikimize de dik dik baktı.

Yanlış bir şey yapmadığım için içim rahattı ama Tolga'nın yüzü kızarmıştı. Yakalandığı için parası gidecekti. Yüzünü asıp yanımızdan ayrıldı. Akın bir süre Tolga'nın arkasından baktı. Sonra gözlerini bana çevirdi. Egemen'le göz renkleri çok benziyordu. İkisinin de gözleri siyaha yakın koyu kahverengiydi.

"Gitmiyor musun?" deyip kafasını merdivenlere doğru çevirdi. Yana döndüğü zaman boynunda Egemen'de olan örümcek ağı dövmesinin aynısını gördüm. İkisi de bu iğrenç dövmeyi yaptırdığına göre aynı zevklere sahip olmalıydılar.

"Gidiyorum." dedim, sakince. Dövmesinde olan bakışlarımı fark etti ve kazağını düzeltti. Boynunda ki dövme kazağı yüzünden kapandı. İstenmediğimi açıkça belli ettiği için kendimi kötü hissettim. Biraz sonra kolumdan çekiştirip zorla beni bu evden çıkaracak gibi duruyordu.

"Neyi bekliyorsun?"

Cevap vermeden basamakları hızlı hızlı indim. Ekiple tanışmak hiç iyi olmamıştı. Daha güzel bir karşılama bekliyordum, en azından ileride onlara yapacağım kötülükler için vicdan azabı duyardım. Ama şimdi içimde sadece Egemen'e karşı hissettiğim nefretin kırıntılarını arkadaşlarına serpmişim gibi bir hissiyat vardı.

Dış kapıya ulaştığımda kulpu sinirle kavradım. Sinirimi çıkarmak için birilerini dövmem gerekiyordu. Bu kesinlikle Han olsa iyi olurdu.

Kapı kilitli olduğu için açılmadı. Etrafa bakınıp anahtar aradım. Masanın üzerinde iki tane siyah vazo vardı ama içleri boştu. Yeniden kapıya doğru gidip son kez açmayı denedim. Bir ihtimal kilitli olmayabilirdi. Belki ben açamamıştım kapıyı.

"Görüşürüz demek yok mu?" Duyduğum sesle korkudan yerimde sıçradım. Han yanıma yaklaştı ve elimi kavradı.

******

Weiterlesen

Das wird dir gefallen

5.3K 382 24
Aramazken bulunan, mutlu tesadüf. 010123 @besameoldlover
354K 4K 67
Gözlerimde acının yaşı,sekizdir acının yaşı
793K 26.3K 51
"Abiler ya da arkadaşlar bu tür yaklaşımlar yapmaz sarışın." (! Reklam yapmak yasaktır.)
31K 1.6K 31
Kadınlar; aşık olana dek en iyi 'psikolog' lardır. Aşık olduktan sonra en iyi 'hasta' olurlar. Fakat bizim hikayemiz baştan tam tersiydi. İlk birkaç...