it's your life to ruin | mins...

By pornmyung

1.4K 174 524

"Konuşanların sırrı yoktur. Ve hepimiz konuşuruz. Kendimize ihanet eder, kalbimizi teşhir ederiz; her birimiz... More

1.Bölüm
2.Bölüm
3.Bölüm
4.Bölüm
5.Bölüm
6.Bölüm
7.Bölüm
9.Bölüm
10.Bölüm
11.Bölüm
12.Bölüm
13.Bölüm
14.Bölüm
15.Bölüm FIN

8.Bölüm

88 12 24
By pornmyung

Yatağımdan doğruldum ve demir kısmına yaslanırken aşağıda Jeongin'i izlemeye başladım. Bizim odamız iki kişilikti ve ranza olduğundan oda diğerlerinin odasından biraz daha genişti. Kapıdan girdiğinizde yan tarafta Bangchan'ın masası sizi karşılıyordu. Yine de çok büyük olmadığı için duvara uzun ince bir kitaplık koymuştuk ve masası kitaplığa dayandığı için aşırı işlevsiz bir şeye dönüşmüştü. Sadece ilk dört rafını doldurabiliyorduk. Bangchan bir ara masanın altına girip aşağıda kalan kısımları da doldurabileceğini iddia etti ama çıkarken kafasını masaya geçirmesi ve minik bir beyin kanaması riskinden sonra bundan vazgeçti.

Masasının üzeri ise ayrı bir boyuttu. Her zaman üzerinde bir şeyler vardı. Bir gün geldiğimde masasının üzerinde ayı kostümü gördüm. Sorgulamadım, çünkü uyandığımda ayı kostümü gitmişti. Başka bir gün odayı daha sofistike göstermek için orkide koymuştu. Bunu da kendisi söylemişti. Ancak odamızda sadece bir adet cam olmasından ve onun da sabah akşam fark etmeksizin siyah perdelerle çekili olmasından dolayı orkidesi kurudu. Bangchan'ı bu da yıldırmadı açıkcası, orkidesini temizledi ve köklerini göstererek, "Görüyorsun değil mi? Kökleri hala sağlam. Bu yüzden şu an solmuş olabilir ama günün birinde yeniden çiçeklenecek." dedi. Muhtemelen Bangchan bu sözünün beni ne kadar etkilediğini bilmeden orkidesiyle ilgilenmeye devam etmişti. Bazen ona çaktırmadan hala masasının üzerinde duran orkidesine dalıp giderdim. Öbür taraftan bilgisayarı masasının üzerindeydi. Kendisinden daha çok bilgisayarına değer verdiğini göz önünde bulundurursak Jeongin'in oynamasına izin vermesi şaşırtıcı gelebilirdi. Yine de şunu unutmamak lazım Bangchan, gruptaki herhangi birisine bir zarar gelmesindense kalbine kazık sokulmasını tercih edebilecek birisiydi. Bunu bile gözünü kırpmadan yapabilirdi.

Jeongin'i ranzanın üst katından izlerken, "Ne yapıyorsun?" Diye sordum.

Jeongin yüzüme bakmadan aşırı odaklanmış bir şekilde, "Sims oynuyorum." dedi. Yüzündeki ifadeye bakınca oyunun bir tür savaş oyunu filan olacağını düşünürdünüz ama hayır kesinlikle böyle bir oyun değildi. Nasıl bir oyun olduğunu da yukarıdan miyop gözlerimle söylemek zordu ama arkada çalan müziğe aldanarak bu yorumda bulunabilirdim. "Bütün mahalle ile sevişmek için karizmamı arttırmaya çalışıyorum." Dediğinde bütün dikkatimi ona vermeye başlamıştım. Pekala, kesinlikle bu oyunun böyle bir şey olacağını da düşünmemiştim.

"Ne? Öylece yapabiliyor musun?"

"Elbette, ama benim için birkaç önemli kriter var. Öncelikle evimin çok güzel olmasını istiyorum. Bu yüzden bütün forumları gezdikten sonra kendime en uygun evi bulmak üç dört saatimi alıyor."

Beni görmüyordu ama şaşkınca onu dinliyordum. Artık bütün dikkatim ondaydı. Yatağımın üzerinde bağdaş kurmuş, demire asılarak bilgisayarı daha iyi görmek için eğiliyordum. "Hayatından dört saati bir oyunda ev bulmak için mi harcıyorsun?"

Jeongin sonunda bana döndü ve aşırı umursamaz bir tavırla, "Evet." dedi. "Hyung bunu kabullenmemiz lazım. Bizim asla bu şekilde bir hayatımız olmayacak. Biz asla işe gidip gelip, yemek hazırlayıp sonra da birisiyle flört etmeyeceğiz."

"Niye yapmayalım ki?" Gelecek yanıtta korkarak cevap verdim. Üç gün önce Minho'u bir duvar dibinde öpmüştüm. Daha sonrasında bu konu hakkında konuşmamız lazımdı ancak hiçbir şekilde ortam sağlanamadı. Onun dersleri vardı, vokal eğitimi alıyordu. Ben şirkette Bangchan ve Changbin ile çalışıyordum. Eve geri döndüğümüzde ise hepimiz yorgunluktan bayılıyorduk. Haliyle onu iki sefer öpmem hakkında konuşacağımızı söylememize rağmen bunun için hiç vaktimiz olmuyordu.

"Çünkü biz idolüz. Bundan dolayı günümüzün bazen on sekiz saatini çekime harcıyoruz. Yemek yapmayı bırak, kilo alırız diye yemiyoruz bile. Bazen programların benim için en heyecanlı kısmı yemek yiyeceğimiz kısmı oluyor. Bu yüzden oyunda evimin harika olmasını istiyorum." İki elini gökkuşağı çizermiş gibi yavaşlıkla ayırdı ve shalalala sesini çıkardıktan sonra, "Önce çevremizi güzelleştirmeliyiz." dedi.

Onun aksine ben bu yoğunluktan dolayı çok mutsuz değildim. Kafamın dağılmasını sağlıyordu. Yemek yapmayı da çok sevmezdim. Yemeklerden de zevk almak yerine hayatta kalacağım kadar yerdim. "Doğru diyorsun, yine de off gününün dört saatini bir oyunda ev aramak için harcamanı kafam almıyor."

Gülümsedi ve oyununa dönerken, "Bulduğum evi görsen böyle demezsin. Benim için zorlu oluyor. Genelde para vermek gerekiyor, neyse ki şu an Bangchan hyung'un bilgisayarındayım."

"Yani?"

"Onun bilgisayarı olduğu için, onun kredi kartı bilgileri var."

İçten bir kahkaha attım ve elim kaydığı için pat diye kafamı demire vurdum. Yine de bu gülmemi durdurmadı. Acıdan sızlayan alnımı tutarken kahkaha atmaya devam ettim. "İnanılmaz, sen Chan Hyungun kartından oyun için para mı harcıyorsun?"

"Ücretsiz olanlarda var ama bu sefer bilgisayarıma virüs bulaştırdın diyebilir. Ayrıca fark ediyordur."

Bangchan'dan bahsediyoruz. Değil kendisinin ruhunun bile bu olaydan haberi yoktur.

"Sen yine de söyleme hyung."

Alnıma buz koymak için ranzadan aşağıya indim ve beni aşırı eğlendirdiği için Jeongin'i saçının tepesinden öptüm. "İnan bana bunu kendisinin fark ettiğindeki tipini görmek için hayatımı sürdüreceğim." dedim.

Odadan çıktım ve hala acıdan sızlayan alnımı tutarken buz aküsünü alnıma bastırdım. Mutfak tezgahına yaslanmış bir halde kafamı havaya dikmiştim ki köşeden kapının açılma sesini duydum. Minho yorgunluktan gözlerini devirir biçimde eve giriş yaptı ve mutfakta alnında buz aküsü ile beni görünce yönünü değiştirip yanıma geldi.

Endişeyle, "Ne oldu?" Diye sorarken bir yandan elimi alnımdan çekmiş kendisi buz aküsünü tutmaya başlamıştı. Üzerini bile değiştirmediğini göz önünde bulundurursak kafamı ranza demirine gömmem pek de iyi olmamıştı. "Böyle yapmamalısın, önce bir havlu koy."

"Çok acıdı bu yüzden umursamadım." Aşırı salak göründüğümün bilincinde gülümsedim. "Jeongin'e gülerken kafamı çarptım."

"Ne yaptı ki?"

Elim kot ceketinin düğmesine gitti ve onunla oynamaya başlarken gülmemi durdurmaya çalışıyordum. "Öncelikle sana şunu sormama izin ver. Diyelim ki boş günündesin ne yaparsın?"

Göz altının çöküklüğünü destekleyecek biçimde, "Uyurdum." dedi. Hepimiz bu aralar böyle gözüküyorduk o yüzden çok fazla konuşmama kararı aldım. Makyaj sayesinde daha düzgün görüyorduk ne de olsa.

"İdol olmasaydık ve bilmiyorum düzgün çalışma saatleri olan bir işin olsaydı boş gününde ne yapardın?"

"Seninle randevuya çıkardım."

Dudaklarımı birbirine bastırdım ve kafamı pencereye taraf çevirip gülüşümü saklamaya çalıştım. "Böyle şeyleri utanmadan söylemene çok özeniyorum." dedim. "Senin gibi kaygısız olmak isterdim."

Anlamamış gibi bana baktı. "Sen genelde söylemez misin? Ayrıca istediğin her şey olabilirsin."

"Hayır hyung, genelde söylemem ve hayır böyle olamam da."

"Belki de en başından böyle olmak istemiyorsundur."

"Ne?"

Ben hala ceketinin düğmesiyle oynarken elini elimin üzerine getirdi ve düşünmek için gözlerini havaya dikerken elimi okşadı. "Sadece bir düşünce ama belki de böyle olman gerektiğini düşünüyorsundur ama içten içe böyle olmak istemiyorsundur. Bu yüzden günün sonunda böyle olmak istesen bile olamayacağını söylüyorsundur." Biraz duraksadı ve gülümseyerek ekledi. "Tabii bunlar sadece benim düşüncem. Böyle olacak diye bir şey yok."

Hiçbir şeyi çok düşünmemeyi deli gibi isterim. Çoğu gece beynimin bir kapama tuşu olması için dua ederim, kaygısız yaşamak, bir şeyi iki dakikadan fazla düşünmemek bu hayatın bazı insanlara verdiği en güzel hediye olsa gerekti. Bunları nasıl anlatacağımı bilmediğim için omuz silktim ve düğmesiyle oynamayı bırakırken, "Belki de dediğin gibidir." dedim.

Buz aküsünü alnımdan çekti. "Daha iyi hissediyor musun?"

"Hala sızlıyor."

Elimle alnıma masaj yaparken yüzünün yakınıma daha çok girdiğini hissettim. Uzanıp hızlıca beni öptüğünden transtan çıkmış gibi onu ittim. Gözlerim şaşkınlıkla açılırken, "Minho!" diye bağırdım ve sesimin yüksek çıkmasına lanet ettim. "Ne yapıyorsun?" fısıltıyla bağırırken bir yandan mutfak kapısına bakındım.

O da şaşırmış olacak ki, "Minho mu?" Diye sordu.

"Odaklanman gereken yer orası mı?"

"Hayır, hayır. İstersen Minho diye seslenebilirsin."

Ağzım şaşkınlıkla açılırken daha da sinirlendiğimi hissettim. "Başlatma şimdi saygına! Sence sıkıntı o mu?"

"Bu tatava seni öp-" Elimi hızla ağzının üzerine örttüm. Pekala asla bu şekilde kaygısız olmak istemiyordum! Kesinlikle haklıydı ben böyle olamam değil, kesinlikle böyle olmak istemiyordum!

"Aman Tanrım, kapa çeneni!" Elimi ağzından çektim ve birileri etrafta mı diye göz gezdirdikten sonra hayatım buna bağlıymışcasına mutfak kapısını kapatıp ona döndüm.

Olanlar onun gram umrunda değildi ve bunu açıkça duruşundan, mutfak tezgahına yaslanışından ya da kollarını bağlayışından anlayabiliyordunuz. "Pekala Minho diye seslenebilirsin ama kapa çeneni demeni kabul etmeyeceğim." dedi.

"Hyung, beni istediğin her an," Sesimin volümünü iyice düşürürken, "öpemezsin." dedim.

"En son hatırladığım kadarıyla beni istediği her an öpen kişi sendin. Senin iznin var ama benim yok mu?"

Duyduklarıma inanamıyordum ve umuyordum ki suratımdan da bu ifade okunabiliniyordu. "Ben hiçbir zaman seni evde öpmedim."

"Seni öpmek için önceden mekan mı hazırlamam gerekiyor?"

"Kapa çeneni! Öpmekten bahsedip durma!"

Sinirli bir şekilde, "Han Jisung." dedi. "Saygısızlaşıyorsun."

"Esas sen saygısızca davranıyorsun!"

İç çekti ve mutfak tezgahından ayrılıp yanıma adımladı. Beni kapıdan uzaklaştırırken, "Seninle daha fazla tartışmayacağım." dedi ve kapıyı açtı.

"Yah! Lee Minho-"

Sesimi kesmeme neden olan şey Hyunjin'in tam karşımızda olmasıydı. Yutkunamadığımı hissettim.

Hyunjin gözlerini kırpıştırarak ikimize baktı. Bütün sinirim havaya karışırken zar zor yutkundum. Elbette evde öpüşemezdik ve elbette evde kavga da edemezdik. Minho onu umursamadan yanından rüzgar gibi hızla geçip gitti. Arkasından bakakaldım.

Hyunjin kaşlarını çatıp hafif aralık ağzıyla onun arkasından baktı ve ardından bana döndü. Gıcık bir tavırla, "Sorunu ne?" Diye sordu.

"Ah, tartıştık."

"Evet, onu görebiliyorum. Ardından Lee Minho diye bağırdığına göre bayağı tartışmış olmanız lazım. Konu ne?"

Hyunjin'in hiçbir şey duymamış olmasına bile sevinemiyordum. Bir saniye sonra Minho'nun kapısını hızla çarpma sesi ikimizin de durduğumuz yerde korkudan zıplamasına neden oldu. "Daha sonra anlatırım. Hala konuşmamızı bitirmedim."

"Emin misin? Sanki o bitirmiş gibi." Mutfağa girdi ve dolaptan suyunu çıkarırken bana tatlı bir şekilde gülümsedi. "Ne duruyorsun? Git ve bitir işini! Ben seni tutuyorum."

Gülümsedim. "Konuyu bile bilmiyorsun."

"Yanımdan geçerken omzuma vurdu." Şımarık bir tavırla omzunu gösterdi ve, "Bu yüzden ben senin arkandayım. Bir şey olursa Hwang Hyunjin diye bağır. Kesinlikle ikinizi ayırmak için gelmem ama sen yine de bağır." diye ekledi.

Kahkaha attım. "Peki, desteğini çok iyi hissettirdin."

Elini önemli değil dercesine havada salladı.

Minho'nun odasına girmek için bizim odamızı geçmeniz gerekiyordu. Açıkçası evde çok az dolandığım için bildiğim tek şey de buydu. Odasına girmeden önce derin bir nefes aldım. İçimden düzgünce konuşmam gerektiğini kendime hatırlatırken kapısını çaldım. İçeriden herhangi bir ses gelmeyince yavaşça kapıyı açtım ve kafamı içeri uzattım. Bu odaya ilk defa giriyor oluşumu görmezden gelip yatağında oturup ayağını sinirli bir şekilde sallayan Minho'a odaklandım. Odaları neredeyse bizim odamızın iki katıydı. Bangchan ve ben resmen köpek kulübesinde yaşıyormuşuz diye içimden geçirdim.

"Etrafı incelemen bittiyse gidebilirsin."

Ona baktım ve söylediğine gözlerimi devirmemek için kendimi zorlayarak içeriye süzüldüm. Kapıyı arkamdan kapatırken elimden geldiğince sessiz olmaya çalıştım. "Gördüğün üzere kapılar böyle de kapanabilir." dedim. Ona baktığımda anında söylediğime pişman olmuştum çünkü gerçekten sinirli gözüküyordu. Sevimli bir tonda, "Hyung," diye mırıldandım ve yavaşça yanına doğru adımladım.

"Bana biraz daha ders verebilirsin ya da bağırabilirsin."

Yanına otururken gözlerimi devirmeye engel olamadım ve ona yakalandım.

"Gidebilirsin Han Jisung."

"Ay hyung sana kapa çeneni dedim diye Buda'a dönüşeceğini bilseydim demeden önce on defa düşünürdüm!"

Sinirli olmaya özen göstererek bana baktı. "Diyecek başka bir şeyin var mı?"

"Özür dilerim, daha sana Jeongin'i yaptığı şeyi anlatamadım bile." Elinde olmadan kıkırdadı ve bana belli etmemek için kafasını pencereye çevirdi ama yakalamıştım. Yatakta ona doğru emekledim ve suratımı yüzüne doğru sokarken elimle dudaklarını işaret ettim. "Güldün daha fazla kızgın kalamazsın." dedim.

İç çekti. "Sana bana kapa çeneni dedin diye kızmadım."

"Lee Minho dedim diye mi?" Suratımı iyice dibine soktum ve gülümserken, "Tamam bundan sonra dünyanın en yüce ve en haşmetli Hyung'u olduğunu söyleyerek sesleneceğim." dedim.

Oflayarak gözlerini havaya dikti. Uzanıp onu öpmek istiyordum ama az önce söylediğim her şeyi göz önünde bulundurarak bundan vazgeçtim.

"Şımarık bir şekilde dilediğin özürü dikkate almıyorum."

Bana bakmasını istiyordum ama gözlerini kesinlikle üzerime çevirmemek üzere bir yemin etmiş gibiydi. Biraz daha dibine girmeye çalıştım ama çabalarım sonuç vermeyecek gibi görünüyordu, iki elimi yanaklarına yerleştirdim ve ağırlığımı üzerine verirken zorla onu yatağa yatırdım. Artık tam olarak üzerindeydim ve bana bakmak dışında başka bir şansı yoktu.

"Biri kapıyı açsa ve seni üzerimde görse mutfaktaki halimizden daha mı anlaşılır olacak Jisung-ah?"

Gıcık ses tonunu görmezden gelirken "Bizim gruptaki insanlar her zaman bu şekilde davranıyorlar." dedim.

"Evet ama sen ve ben böyle davranmıyoruz. En son bir programda sana yaklaştım diye bağırıp ortalığı yıkmıştın."

"Onu yapan Han'dı. Ben değildim. Ayrıca bu kadar rahatsız olduysan kalkıyorum."

İki elini belime yerleştirdi ve beni daha da yakınına çekti. "Hayır, bir şey yaptıysan sorumluluğunu almalısın." Pekala, sabahtandır onun dibindeydim ancak bu hareketi yüzünden kalbimin ağzımda attığını hissettim.

"Hyung, hiç işbirlikçi değilsin." Gözlerimi ondan kaçırmak istediğim için kafamı göğsüne yerleştirdim ve yerleşmek için kıpırdandım. Bu heyecanımı görmesinden duyduğum utanç içimi kemirdi. "Özür diledim işte, büyüklüğün sende kalması için beni affetmen lazım."

"Tamam, affettim."

"İçten söyle."

Elini sırtıma yerleştirdi ve yavaşça okşarken, "Gerçekten umursamıyorum." dedi.

"Benden sıkıldın mı?"

"Ne alaka?"

"Ne alaka derken benden sıkılmış gibi bir halin var."

"Alakası yok."

Kaşlarımı çattım. "Alakası yok derken de benden sıkılmış gibi duruyorsun."

Güldü. Kafamı kaldırıp yüzüne bakmak için kendimi yukarıya çektim.

"Ben sadece diğerlerinin bizi görmesinden korktum tamam mı? Ne diyeceğimi bilmiyorum. Senden utanıyor filan değilim."

"Benden utandığını düşünmemiştim ama artık düşünüyorum."

"Hyung," diye sızlandım. "Böyle yapma. Ne yapmamı istersin? Ne istersen yapacağım."

"Bir şey istemiyorum Jisung."

Dudaklarımı büktüm ve bana bakmasını isterken buldum kendimi. Hayatımın hangi döneminde, herhangi birisi için, bu kadar uğraştığımı hatırlamaya çalıştım ama asla böyle bir anı bulamadım. Sırf bunun için bile söylediklerimi görmezden gelmesi gerekirdi. Mutfaktaki ilk konuşmamızı düşündüm ve bir elimle saçlarıyla oynarken, "Benimle randevuya çıkmak ister misin?" Diye sordum.

Dikkatini çekmiş olmalıyım ki sonunda bana kocaman gözleriyle döndü. Aşırı tatlı gözüktüğünü göz ardı etmeye çalıştım ama resmen ışıl ışıl parlıyordu! Üstelik bu denli yorgun hali böyle gözüküyordu. "Sen ciddi misin?" Diye inanmayarak sordu.

"Evet, istersen randevuya çıkabiliriz. Alkol almayacağız. Tek kural bu. Geri kalan her şey senin istediğin gibi olacak. Ne dersin?"

"Tamam!" Kocaman gülümsedi. "Kalk üzerimden hazırlanacağım."

"Hyung şimdi çıkmayacağız. Yorgunsun."

Kafasını iki yana salladı. "Hayır, yorgun filan değilim."

"Pekala, ben yorgunum. Yarın gidelim." Üzerinden kalktım, "Sen dinlen. Ben odama geçiyorum." dedim. "Ayrıca bizim için güzel bir yer bulmam lazım. Sana Jeongin'in yaptığı şeyi de yarın anlatacağım. Bunu unuttum sanma."

"Pekala ne istersem yapacaktın değil mi? Randevumuz boyunca Jeongin lafını duymak istemiyorum."

Dudaklarımı düz bir çizgi haline getirdim ve kaşlarımı çattım. "İyi gidip Hyunjin'e anlatırım ben de."

Kapıya doğru ilerledim ama sonra içimden bir ses sikerler dedi ve hızla dönüp dudaklarına öpücük kondurdum. Söylediğim her şeyi bana geri kullanmaması için tepkisini beklemeden odanın dışına kendimi fırlattım. Bir elim dudaklarımın üzerinde, kapıya yaslanmışken Hyunjin antreden eliyle ona doğru gelmemi işaret etti. Suratımdaki salak gülümsemeyi silmeye çalıştım ama beceremedim. Ona ne tür hikaye anlatacağımı kafamda kurarak ilerledim.

Continue Reading

You'll Also Like

530K 47.5K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...
47.3K 4.2K 37
barış alper yılmaz, dm kutusunu sorunlarını anlatıp bir dert defteri gibi kullanan fanının mesajlarını okur.
98.1K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...
546 76 13
Üst katına yeni taşınan komşusu olan Hyunjinin gürültüsüne dayanamayarak yukarı çıkıp kavga eden Haneul, Hyunjinin ona çektiriceği şeyleri nereden bi...