LALELERİNDEN SERİSİ

By arssnoctis

8.7K 1.8K 23.9K

"İntikamın kokusu geliyor her cesetten, biz gerçeğiz ve bizde yalan yok." SE. Adaletin olmadığı bir ülke düş... More

LALELERİNDEN SERİSİ
SİYAH EMARE
1. KÜLLERİ
2. ÖLÜMÜN PARODİSİ
3. ÇOCUKLUĞUMUZ
4. BEYAZ ZAMBAK
5. ADALET ÇIKMAZI
6. ÖRGÜT LİDERİ
8. BULANIK ZİHİNLER
9. KANLI NOEL
10. ÖLÜM KOKAN TOPRAK
11. MATEM ÇİÇEKLERİ
12. YALNIZLIK
13. YALAN SAVAŞLAR
14. BİR MASAL KAHRAMANI
15. KIRGINLIĞIN TUTKUSU
16. MASUMLUĞUN OTOPSİSİ
17. MEKTUPLAR
18. MATEM ÇİÇEKLERİ
19. ATEŞİN PARÇASI
20. AZABIN ÇAĞRISI
21. VİCDAN MAHKEMESİ
BEYAZ EMARE
BEYAZ EMARE: 1. SUSTUĞUN HER SANİYE

7. ACININ KRALI VE UMUDUN KRALİÇESİ

344 91 331
By arssnoctis

Bu kitapta bahsi geçen karakterler, kurumlar ve olaylar her ayrıntısıyla kurgudan ibarettir ve kalemime aittir.

Keyifli okumalar.

Yağan yağmurun altında ıslansak bile bir yanımız hep ateşti. Yağmur, ateşi hiçbir zaman söndüremedi...

Yağmurda çıkıp çok yürüdüm. Yanımda kulaklığım vardı daima. Müzik, kulağıma bir rüzgar ve tenin ilişkisi gibi değiyordu sürekli. Her tarafımda yanan ateşi düşündüm hep. Yangın hiç sönmedi. Yangın hiç sönmedi ve ben de ateşi sevdim.

Bana ateşi sevdiren yağmurdu...

Siyah Emare Örgütü ile beyaz laleleri bana sevdiren Ayaz oldu.

Eve geçtiğimizde Ayaz doğrudan salona geçti. Ben de odama girip beyaz elbisemi aldım dolaptan. Diz kapaklarımın azıcık üstünde kalan ve fazla açık olmayan bir elbiseydi fakat Ayaz'ın istediği gibi kurdeleden tokam yoktu. Üzerimdekileri çıkartıp elbiseyi üzerime giydiğimde anılar canlandı yeniden. Üzerine meyve suyu dökülen elbisem, "Zaten kırmızı oldu, bir de yeşil mi yapacaksın?" diye soran ve elbisemin kirlenmesini istemeyen Ayaz... Derin bir nefes aldığım gibi saçımı düzelttim. Aklımda hâlâ o gün vardı. Tolga, Ayaz ile beni birbirimize yaklaştırmıştı.

"Ateş sönerse ne hissederim?" diye sordum kendi kendime. Gözlerim aynadaki görüntümdeydi. "Ateşi sevdim. Yağmur sevdirdi. Ateş sönerse ne hissederdim?" Yutkundum ve cümlemi biraz değiştirdim. "Laleleri bana sevdiren Ayaz'dı. Laleler solarsa ne hissederim?"

Kaşlarımı çatıp aynadan uzaklaştım. Bu sorunun cevabını öğrenmek istemiyordum. Odadan çıktığım gibi hızla salona geçtim. Saçımın önüme gelen kısmını da umursamadım. Direkt Ayaz'a seslendim. "Çıkalım mı?"

Sorumu duyar duymaz merakla gözlerini bana çevirdi ve ayağa kalktı. Bana baktığı gibi de sessizleşti. Gözleri saçlarımda, boynumda, omzumda, elbisemde dolaştıktan sonra bana yaklaştı. "Güvercin," diye fısıldadığında elini kaldırdı. Parmaklarını saçıma dokundurup yüzümden çekti.

"Kurdele şeklinde tokam yokmuş."

"Ben de var." Cebinden beyaz bir toka çıkardı, kurdele şeklinde bir toka... O an yara bantlarını hâlâ çıkartmamış olduğunu fark ettim. "Örgütten birisinden almasını istemiştim. İzin verir misin?" Kafamı onaylar biçimde sallayınca arkama geçti. Saçımın iki yanından da bir tutam alıp ortada birleştirdi ve tokayı taktı. Babamdan sonra saçıma dokunan ilk erkekti. Ve sonuncusu da o olacaktı galiba.

"Teşekkür ederim," diye mırıldandım. Tebessüm takındığımı yakalamıştı.

"Gidelim, Güvercin." dedi sadece. Kapıya yöneldiğinde peşinden ilerledim. "Bu arada yara bantlarını çıkartsam sorun olur mu? Pek rahat edemiyorum da." Sorun olmayacağını söyleyip ayakkabı dolabından düz taban, renkli bağcıklı, beyaz ayakkabımı aldım. Topuklu giyecek değildim, değil mi? Onu giyerken Ayaz'ın gözleri hâlâ üzerimdeydi. Elbisem hakkında bir şey dememesine takıldım ama konuşmadan arabaya geçtim. O da yanıma geldiğinde kapısını kapatıp direkt bana baktı. "Beyaz sana çok yakışıyor."

"Sonunda nasıl olduğum hakkında konuşmak aklına geldi." deyiverdim birden.

"Beyaz kesinlikle senin rengin." diyerek güldü. "Güvercinler gibi olmuşsun. Bembeyaz ve ışıl ışıl..." Teşekkür ettim gülüşünü izlerken. "Mekan birazcık uzakta. Keyfine bak, sana çikolatalı milkshake aldım." Arka koltuğa baktığında ben de arkaya yöneldim. Poşete uzanıp içinden bir tane milkshake ve limonata aldı. Limonatayı yudumlayıp bir kenara bıraktı. Milkshake hâlâ elindeydi. Almadığımı görünce kaşlarını çatarak yüzüme döndü. "Sevdiğini sanıyordum."

"Çikolatalı milkshake sevdiğimi nereden biliyorsun?"

"Babanla konuşmuştuk çok önceden." Gülümsediğini gördüğümde hayretle aldım elinden bardağı. "Ondan öğrenmiştim."

"Ne kadar önceden?"

Sorumdan sonra bir müzik açmak istedi. Cevap beklediğimi söyledim susmasına karşılık olarak. "Bıçaklandığın zaman. Yani babanla ilk karşılaşmamızda." Çok fazla süre vardı arada. Babamdan öğrendiği gibi hafızasında saklamış bu bilgiyi. Buna daha çok şaşırdım. Dudaklarım pipete giderken şarkıya verdim kendimi. Hoşuma gitmeyen bir şarkı denk gelmişti. Değiştirdim şarkıyı. Bir kere daha... Ve bir kez daha. En sonunda Sertap Erener'in Aşk şarkısı geldi. Bu şarkıda durdum. Şarkıda durmam Ayaz'ın ilgisini çekmişti. "Sever misin bu şarkıyı?" diye sordu sessizliğini bozarak.

"Sertap Erener'in şarkılarını severim." diyerek bütün şarkılarını kattım hesaba.

Arabayı sürmeye devam ederken gözlerini benim gözlerime değdirdi bir anda. İki saniye anca sürmüştü bana bakması. "Sesini açar mısın?" diye sordu tebessümle.

"Tabi." Şarkının sesini açtığımda içeceğimi yeniden yudumladım. "Sen de mi seviyorsun?" dedim, direkt onayladı. Gülümseyerek bir yudum daha aldım içeceğimden. Çikolata bana mutluluk veriyordu. Ayaz da bunu biliyordu ve bu yolu kullanıyordu. İçimdeki heyecan ve yüzümdeki tebessümle dışarıya baktım. Birimize mutluluk veren şeyi, diğerimiz dudağına süremiyordu. Alerjisi vardı çünkü Ayaz'ın. "Ayaz," diyerek yüzüne baktım yeniden, aklıma bir soru gelmişti. "Ne zamandan beri Siyah Emare Örgütünün liderisin?"

"Tanıştığımızdan beri."

Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Nasıl yani?"

"Sen hayatıma girdiğinden beri, Güvercin." Ciddiyetle baktı yüzüme. "Karşıma beyaz elbiseyle ilk çıktığın günden beri SE lideriyim. Ben Siyah Emare'yi o gün, senin için kurdum. Henüz çocuktum ama zihnimde vardı Siyah Emare. İsmi de acılarımın emarelerinden geliyor. Senin sardığın yaralarımın acılarından ve emarelerinden..."

Ciğerlerimi tamamen nefesle doldurdum. "İlginç." diyebildim sadece. Araba yavaşlarken Ayaz beklentiyle yüzüme baktı. "İlk defa konuştuğun bir kız çocuğu için hemen bir grup kurman ve bunu örgüt haline getirmen ilginç." dedim açıklık getirmek için.

"Sen, o gün sadece bir kız çocuğundan daha fazlasıydın benim için. Umuttun, dosttun, lalelerimi güvenebileceğim tek insandın."

"Hâlâ öyle miyim?" Beklentiyle baktım yüzüne.

"Öylesin, umudum ve lalelerimi güveneceğim tek insan sensin." Arabayı durdurdu. "Hâlâ..." diye fısıldadı. Dostu olmadığımı söylemesine takılmıştım, nedenini sordum. "Açık sözlülük sever misin?" diye sordu o da. Gelecek cevap beni tedirgin etti ama yine de onayladım. "Seninle daha ileriye gidebilirim." Şaşkınlıkla kaşlarım havaya kalkarken Ayaz içeceğini aldı. Ben de arabadan indim. Bina şehir merkezinin içinde değildi, şehrin kuytu köşelerinde kalmıştı. Simsiyahtı. Dış mekan tamamen simsiyahtı, camları ise maviydi. Ara ara da beyaz güvercinler görüyordum. "Burası benim mekanım, Güvercin."

"Ben de artık sizdenim. Değil mi?"

Bir adım atıp bana yaklaştı. "Sen her zaman bizdendin." Gülümsememi izleyip mekana döndü. Ben bir adım attım binaya doğru ama Ayaz hareket etmedi.

"Ne oldu?" diye sordum.

"Güvercin," dedi tam karşımda durup. "Bu binaya girdiğinde eskisi gibi olmayacak hiçbir şey. Ayaz Altan'ın değil, Siyah Emare Örgütü liderinin yanında olursan geri dönüşü olmayan bir yola gireceksin. Bunu bilmeni isterim."

"Yanında kalacağım." dediğimde yine tebessüm takındı.

"Özgürlüğünü riske atıyorsun. Ya kanatların kırılabilir ya da kafeslenebilirsin. Son uyarım."

"Sen siyahsın, ben beyazım. Siyah Emare'de siyahtan griye, Beyaz Emare'de griden beyaza... Siyah ve Beyaz daima bir arada kalmayacak mıydı?"

Bana sarılmak istermiş gibi bir hâli vardı. Yavaştı ama beni deli etmek istiyor da olabilirdi bu yavaşlığıyla. "Koluma girer misin? Örgütümü Güvercin'im ile tanıştıracağım sonuçta."

Gülmeye başladım. "Artık Güvercin yerine Güvercin'im demeye başladın. Bunu neye borçluyum?"

"Kalbimdeki emarelerine..."

Konuşmak yerine elimi koluna değdirdim, koluna girdiğimde Ayaz yine tebessüm takındı. Kapıya kadar beraber yürüdük. Elimizdeki bardakları da yanımızdaki çöpe attık. Karşımıza iki koruma çıktı önce. Kapı bizi görür görmez açılmaya başlayınca korumanın üst düzey olduğunu anladım. Zaten içerinin büyüklüğü beni büyüledi resmen. "Burası çok geniş." dedim şaşkınlıkla. "Çocuklar da var mı Ayaz? Varsa onlarla zaman geçirmek istiyorum."

"Var, burada korunuyorlar." Gözümün içine baktı tebessümle. "Çok güzelsin, Güvercin. Cümlelerine de güzelliğin yansıyor ve bu beni gülümsetiyor. Ama ciddiyetimi takınmak zorundayım maalesef. Buradan çıkınca gülmeye devam ederiz."

"Açıklama yapmak zorunda hissetmen şaşırtıcı." diyerek takıldım ona. Yine gülümsedi ve yüzünü başka tarafa çevirdi. "Takın bakalım ciddiyetini. Ne olacak?"

Bir şey demedi çünkü bize doğru bir erkek çocuğu koşmaya başladı. Ayaz'ın kolundan çıktım o an. Ayaz da diz çöküp çocuğa kucak açtı. "Abi!" diye bağırdı çocuk mutlulukla. "Ayaz abi!" Ayaz'a sıkıca sarıldığında gülümsedi. "Okuma ve yazmayı biliyorum artık. Tamamen öğrendim!"

"Aferin sana." Ayaz çocuğa sarılmayı bıraktı ama hâlâ elleri çocuğun kollarındaydı. "Seninle gurur duyuyorum."

"Teşekkür ederim. Bu senin sayende oldu."

Ayaz kaşlarını çatarken tekrar söze girdi. "Ben sana teşekkür ederim. Bu senin başarın ve isteğin, ben sadece elinden tuttum." Çocuğun yanağını sıktı ve saçını okşadı. Ayaz'ı bir çocukla böyle güzel ilgilendiğini görmek beni iyi hissettirmişti.

"Bu abla kim?"

Kafasını kaldırıp bana baktı Ayaz. Yeniden gözleri üzerimde gezdi. "Onun adı Sokak Güvercini." Yutkunduğumda çocuğa elimi uzattım. Çocuk ise bana gözlerini iyice açıp bakıyordu.

"Sokak Güvercini'ni buraya mı getirdin? Gerçekten o, bu abla mı?"

"Evet," diye söze girdim. "Merhaba tatlım."

"Vay be!" Çocuk elimi sıkıca tutup yukarı aşağı salladı. Ben de gülmeye başladım. "Çok güzelsiniz Güvercin Hanım."

"Teşekkür ederim Güvercin Bey." Çocuk da benimle beraber gülümsemeye başlayınca Ayaz ayağa kalktı.

"Abiciğim, izin verirsen Güvercin'i asil üyelerle tanıştırmak istiyorum." Çocuk kafasını salladı onaylarcasına. "Birazdan tekrar geliriz yanınıza. Şimdilik görüşürüz." Çocukla vedalaşıp yürümeye devam etti Ayaz. Beni de yine peşinde sürükledi.

"Güvercin Hanım." dedim gülerek.

"Güvercin Bey," dedi o da. Gülmemek için zor tutuyordu kendisini.

"O da bir sokak çocuğu, değil mi?" diye sorduğumda onayladı başını sallayarak. "Aslında sokak çocuğu demek pek doğru değil. Sokaklar çocuk doğurmaz."

"Çok doğru söylüyorsun, Siyah Emare'nin sloganlarında geçen en bilindik söz bu." Birden elime baktı. "Koluma girer misin?"

"Bunu neden istiyorsun?"

Elim yine koluna kayınca yüzüme baktı samimiyetle. "Güçlü ve iyi hissettiriyor." Tek kaşım havaya kalktı. Başka bir şey olduğunu biliyordum çünkü zaten güçlü bir insandı. Bunu hissetmek için bana ihtiyacı yoktu. Tekrar sordum aynı soruyu. "Senden bir ricada bulunacağım." Yutkundu, cümleyi söylemekte zorlanıyordu. "İçeride, asil üyelerin yanında... Hatta bu binada..." Yine sustu ve ciddiyetle yüzüme baktı. "Kız arkadaşımmışsın gibi hareket etmeni istiyorum."

"Nasıl?" dedim duyduğum cümleye hayretle.

"İçimizden olmasına rağmen benimle uğraşan birisi var. Asil üyelerden birisi bu örgütü bitirmek istiyor. Bunu kimse bilmiyor, sadece Can ve Eda. Eğer kız arkadaşım olduğunu iddia edersem onu rahatlıkla bulabilirim."

"Can ve Eda da mı bu örgütte?" Başıyla onayladı. "Peki, şimdi beni yem olarak mı kullanacaksın yani?"

"Hayır, estağfurullah." Birden durdu. "Her yerde olabilir Güvercin. Kim olduğunu bulamazsam çocuklar tehlikede olabilir belirli bir zamandan sonra. Onların geleceği için. Zor bir şey değil, sadece bu binanın içinde erkek arkadaşın olduğumu düşün. Daha derine ineceğim ama burada değil. Şimdilik bunu bil, bahçede her şeyi anlatacağım." Geri adım attığımda elim boynuma gitti. "Tedirgin etmek istemedim, özür dilerim." Perişanlıkla yaklaşıyordu bana.

"Hayır hayır, senlik bir şey değil. Aklıma okuldaki adam geldi."

"O adamı kıstırdım. Az kaldı, gidecek."

"Nereye?" diye sorduğumda sinirle nefes aldı.

"Mezara."

Ne yapacağını sordum ama cevap vermedi. Ben de ısrar etmedim ama şu anlık. Ayaz'a karşı daha dikkatli olacaktım. Attığı her adımdan haberim olsun istiyordum çünkü imalı imalı konuşuyordu. "İlerlemiyor muyuz?"

"Var mısın? Yani isteğimi kabul ettin mi?"

Sorusu afallamama sebep oldu ama çocuklar için her şeyi yapardım. "Varım," dedim yüzüne bakarak ve ekledim, "Çikolatalı Kurabiye'm."

"Çikolatalı kurabiye mi?" İşte tam o an sesli gülmeye başladı. Ciddiyetini benimle konuşurken bir türlü takınamıyordu. "Çikolata sana mutluluk veriyor ama."

"Aynen." Bir adım yaklaşıp kulağına fısıldamak için parmak ucuma verdim ağırlığımı. Boyum yine yetmedi, benden uzundu çünkü. "Bana mutluluk veriyorsun." diye fısıldadım.

"Role girdin bile."

"Bilmem. Öyle mi olmuş?"

Şok içinde yüzüme baktı. "Rol yapmıyor musun? Ne demek bu?" Omuz silkerek nereye gittiğimi bilmeden yürümeye devam ettim. "O taraftan değil güzel Güvercin'im." Afallayıp tekrar yanına döndüm, bozuntuya vermek yoktu. "Biraz gerçekçi oynayacağız galiba." Göz kırpıp ilerlemeye devam etti. Etrafımızda dolanan korumaları görmezden gelip peşine takıldım Ayaz'ın.

"Derken?" Tek kaşım havaya kalkarken yine fısıltım duyuldu. Asansöre binmiştik beraber. O an Ayaz biraz bana yaklaştı konuşmak için ama ben ondan önce davrandım. "Teklifini çocuklar için kabul ettim. Bu bina sınırları içerisinde kız arkadaşınmış gibi hareket edeceğim ama bana haddinden fazla yaklaşırsan seni parçalara ayırırım."

"Sakin ol Aslan Hanım."

"O güvercin değil miydi?" dememle gülüşmemiz bir oldu, yine dedemin ölümünden sonra etrafa olumsuzluk salmamak için yapmacık bir gülümseme takınmıştım. Yaptığımız anlaşmayı konuşmamız şimdilik burada bitti. Ayaz'ı takip etmeye devam ettim.

Ayaz beni büyük, geniş ve en çok korumanın bulunduğu salona getirdi. Bir sürü masa vardı salonda, salonun eni boyunca uzanıyordu masalar. Her masanın tam arkasında da bir kapı vardı. Muhtemelen o masada çalışan kişinin odasına açılıyordu o kapılar. "Burada mı asiller grubu?" Başını sallayarak onayladı. O an da bir kadın gülerek bize doğru gelmeye başladı. Ayaz'dan ayrılıp birkaç adım uzaklaştım. Bunu yapmam canını yakmış gibi gözüküyordu ama kadın yanımıza gelince bir şey demedi.

"Hoş geldiniz İstanbul beyefendisi," dedi kadın gülerek. Birden ona daha da yaklaşıp sarıldı. Kadının, Ayaz'a sarılması benim canımı sıkarken onlara bakmamaya çalıştım. Ayaz'ın iki eli de cebindeydi. Kadına karşılık vermemişti ama kadın ona sıkıca sarılmıştı. Bunu görmek moralimi yerle bir etmek için yeterliydi.

"Hoş bulduk Cennet." Ayaz'dan kadının ismini duyduğumda kadının, Can'ın bahsettiği kadın olduğunu anladım. "Yalnız değilim farkındaysan." Cennet ona bakmaya devam ederken kaşlarını çattı. Doğrudan bana baktı ve elini uzattı.

"Hoş geldiniz hanımefendi."

Kadının elini havada bıraktım. "Hoş buldum." Ona verdiğim karşılık yüzünden bozulmuştu ama Ayaz'a baktığı an yine gülümsemeye başladı.

"Sana en sevdiğin pastadan yaptım."

"Samimiyetinize," diye geçirdim kendi içimden. Ne gerek vardı bu kadar samimiyete? Güya Ayaz Bey bu binaya girince ciddiyetini takınacaktı. Aralarında bayağı ciddiyet vardı gerçekten.

"Canım istemiyor."

Ayaz'ın cümlesi Cennet'in hoşuna gitmemişti. "Aşk olsun." diye mırıldandı. Şu an araya girip "Aşk var zaten," dememek için kendimi zor tutuyordum. Yine bir şey demeden kadına baktım. O da konuşmaya devam etti. "O kadar emek verdim. Çocuklardan birisinin doğum günü, bahanemiz olurdu işte."

"Cenazemiz var Cennet." Bu cümle de bıçak gibi keskindi. "Özel hayatımda çok sevdiğim bir insanı kaybettim. İzninle, odama geçeceğiz." Ayaz yürümeye başlayınca ben de ilerledim ama kadın Ayaz'ın kolundan tuttu. Kimi kaybettiğini sordu Ayaz'a. Israrla yakınlaşmaya çalışıyor gibi bir hali vardı. "Özel hayatımdan," dedi Ayaz bastıra bastıra. "İzinle." Kaşlarım havaya kalkarken etraftaki insanları izledim. Ayaz da koluma girip ilerlemeye başladı, böylece benim de yola devam etmemi sağladı.

"İyi anlaşıyorsunuz diye düşünmüştüm."

"Seni görmezden gelmesi salakça bir davranış." Yüzüne baktım gözlerimi kısarak. "Düzeltiyorum cümlemi. Senin için kurulmuş bu örgütte seni görmezden gelmesi salakça bir davranış."

"Doğum gününü kutlamayacak mısın çocuğun?" diye sordum bu sefer. Kadını daha fazla konuşarak canımı sıkacak değildim.

"Bilmiyorum."

Şok içinde kaşlarımı çattım. "Dedem hakkında çok sevdiğin bir insanmış gibi konuştun. Üstelik onu hiç tanımadın bile. Şimdi dedem öldü diye bir çocuğun mutluluğunu elinden alamazsın. O çocuk bunu hak etmedi, edemez. Sen de mutluluğa ihtiyacı olan ufacık bir çocuğun mutluluğunu mu görmezden geleceksin?"

Cümlelerim onu durdurmuştu. Baştan aşağı süzdü beni ciddiyetle. "Vay!" Tebessüm takındı. "Tam da Sokak Güvercini'ne yakışır bir hareket." Ben de tebessüm ettiğimde Ayaz asil üyeleri bir düğmeye basarak yanına çağırdı. Siyah düğmenin üzerinde de güvercin vardı ve en ortadaki masada bulunuyordu. Odalardan teker teker insanlar çıkınca toplanmaya başladılar. Ben gerilirken yine boynumu kaşıdım. "Şşş," diyerek direkt bana yöneldi Ayaz. "Yara olmasını istemiyorum artık. Yavaş, sakin ol. Sadece seninle tanıştıracağım." Ayaz'ın fısıltılarını duyunca kafamı onaylar biçimde salladım ve elimi boynumdan çektim.

"Hoş geldiniz Ayaz Bey," dedi bir kadın. Elinde kağıt ve kalem vardı. Bakışları bana yöneldi. "Siz de hoş geldiniz hanımefendi." Tebessüm takındım sadece, bu da kadını mutlu etmişti. "Bir isteğiniz var mı?"

"Odama iki tane kahve rica ediyorum. Teşekkürler." Ayaz da kadına gülümseyince kadın, hızlı bir şekilde ayrıldı yanımızdan. Üyelerden de tahminimce herkes gelmişti, bir kişi hariç. Sadece bir masa boş kaldı. "Merhaba arkadaşlar!" Üyelerin yanıt vermesini beklemeden konuşmaya devam etti. "Ben Siyah Emare Örgütünün kurucusu ve lideri, Ayaz Altan. Asil üyesi olduğunuz Siyah Emare Örgütü, şu an 14 yaşında. 14 sene geçti aradan. 14 sene..." Bana baktı. "Bir Güvercin'im oldu, kanatları onu yine bana getirdi. SE Örgütü onun için kuruldu, acılarımın emarelerini sadece o gördü." Acı bir tebessüm takındım. "Hazal Deniz, bir başka deyişle Sokak Güvercini... Benim Güvercin'im, güzel Güvercin'im..."

"Hoş geldin yenge," dedi bir adam. Kaşlarımı çattığım gibi adama baktım. Bakışım ile bozulması bir oldu. O an aklıma anlaşma geldi. Ayaz ile az önce yaptığımız anlaşma...

"Hoş buldum." dedim gülümsemeye çalışarak. Ayaz'a kaydı gözlerim. Tebessüm takındı, "İyi gidiyorsun." der gibi bakıyordu gözümün içine.

Bu sefer söze yan taraftaki kadınlardan birisi girdi. "Ayaz Bey'in özel hayatı kırmızı çizgiydi. Özel hayatından, aile içi meselelerinden ve sevdiği şeylerden bahsetmek yasaktır. Bu konuları kapsayan bir soru sorduğumuzda kendisi sinirlenirdi ama ilk defa özel hayatından birisini getirdi. Hem de kendi tercihiyle. Sizi, bizimle tanıştırmak için geldi."

"Güzelim de artık bu örgütten. Benim ortağım, onu da lideriniz gibi düşünün."

"Kimseyi ortağın yapıp en yakınına koymazdın normalde." Bu cümleyi Cennet kurmuştu. Ayaz ciddiyetini öldürücü boyuta getirdi. Öldürücü bir bakış attı kadına. Kadın, onunla uğraşıyor gibiydi. Örgütü bitirmek isteyen hain belki de oydu.

"O, kimse değil. Dikkatini çekerim." Bana baktı, kolunu omzuma attı. "O, benim her şeyim. Liderlik koltuğu benden çok ona yakışır."

Ayaz'dan duyduğum cümleler beni hem gururlandırdı hem de şaşırttı. Bunları derken çok rahattı. Aramızdan birisi haindi ve ona karşı çok profesyonelce oynuyordu Ayaz. Ya da oynamıyordu. Gerçekten hissettiklerini söylüyordu. Bilemiyorum ama gerçekten aşk vardı sanki aramızda.

"Yorgunsunuzdur, siz odanıza geçin isterseniz. Kız arkadaşınız için de bir oda ayarlayacağız."

"Hayır," dedi Ayaz, yanında bulunan adama bakıyordu dikkatle. "Güvercin'im de benimle aynı odayı paylaşacak. Bir çalışma masası daha getirin sadece. Geniş zaten odam, beraber çalışacağız onunla. Ahtapotun artık iki kalbi de burada, ikisi daima bir arada duracak." Adam kafasını sallarken Ayaz tebessümle bana baktı. Aklından geçenleri okumak için her şeyimi verirdim şu an.

"Gidiyor muyuz?" dedim içinde bulunduğum durumu sorgularken. "Odamıza." dediğimde gülmemek için kendimi zor tuttum. Ayaz çok iyi oynuyordu ama ben onun kadar iyi değildim. Şu an gülsem o kişi oyun olduğu ihtimaline yer verecekti.

"Sen nasıl istersen." Bana bakan gözleri bir kadına kaydı. "Gelişmeleri birkaç saat sonra odama getirirsiniz. Biz önce bahçeye çıkacağız. Biraz hava alalım. Sonra odaya geçeriz. Çalışma masasını biz geldiğimizde getirmiş olun lütfen."

"Tabi, efendim."

Kadın işinin başına döndüğünde Ayaz ilerlemeye başladı. Üyeler de dağıldı. Hızlıca peşinden gittim Ayaz'ın. "Ne zaman konuşabileceğiz?"

"Birileri kendisini yiyip bitiriyor."

Aniden kaşlarım çatıldı, ağzım açık kaldı cümlesine. "Ne? Benimle bu şekilde konuşma ama."

"Seni kastetmedim güzelim." Kafasını iki yana ağır ağır salladı. O kişiden bahsettiğini anladığımda bir isminin olup olmadığını sordum. "Tilki." Onaylar biçimde salladım başımı. Beni kısa bir yoldan sonra ağaçlarla çevrilmiş, beyaz lalelerle süslenmiş bahçeye getirdi. Bir korumaya yöneldi. "Bahçeye kimse gelmesin." emrini verdikten sonra kapıya yöneldik. Kapıyı açtığında ilk karşımıza çıkan merdivenler oldu. Beraber merdivenleri indiğimizde beni beyaz lalelerin içerisinden geçirdi Ayaz.

"Burası çok güzel." diye fısıldadım.

"Beyaz elbise içerisinde sen daha güzelsin bu beyaz lalelerden."

Gülmeye başladım ama hep olduğu gibi hemen soldu. İçten gülemiyordum. "Burada kimse yok, rolden çıkabilirsin."

Aniden bana döndü. "Rol yapmıyorum. Kalbimden geçen bir cümleydi ve söyledim."

"Romantik." dediğimde o da güldü.

"Bana odun demenden iyidir bunu duymak."

Beraber bir banka geçtik. Sırtımız binaya, önümüz lalelere bakıyordu. Ayaz'ın hemen yanında oturuyordum. Beyaz laleler karşımızdaydı, bu büyük ve geniş bahçeye sırayla dizilmişlerdi. "Laleler çocukluğumuzdur." dedim.

"Benim çocukluğum, sensin..."

Fısıltısından sonra göz göze geldik. "Planını söyler misin?" diye sordum Ayaz'a, lalelere baktı. "Bize anlaşma yaptıran haini ve aklındaki planı..."

Derin bir nefes aldı. "Yan durma, yüzün lalelere baksın. Eğer izleniyorsak dudağımızı okumaya çalışabilir." Dediğini yaptım. "Başını omzuma koyar mısın?" Bunu da yaparken nedenini sordum. "Yakın gözükmemiz lazım."

"Ne zamana kadar sürecek bu oyun?"

Sorumdan sonra yüzüne baktım çünkü sessiz kaldı. "Benden bu kadar çabuk mu sıkıldın?" diye sordu yüzüne baktığımı görünce. Canı yanmış gibi bir hali vardı.

"O yüzden söylemediğimi biliyorsun."

"Gönül ister ki..." Cümlesini yarım bırakmasıyla şaşkın şaşkın baktım yüzüne. "Ya da boş ver gönlümün ne istediğini. Sen ne istersin? Kısa zamanda bitmesini mi? Yoksa uzun sürse bile sıkıntı yok mu?"

"Ne duymak istiyorsun?" dedim merakla.

"Kısa zamanda bitmesini istemen ihtimali bana iyi gelmiyor."

Derin bir nefes aldım. Gülümsemeye başlamıştım ama onun görmesini istemedim. "Sıkıntı yok." dediğimde başını saçlarımın üzerine koydu. "Bir oyun için sence de fazla gerçekçi davranmıyor muyuz?" diye sordum, hâlâ gülümsüyordum.

"Duygular gerçek çünkü."

"Babama yalan söyledin." Birden kurduğum cümle onu fazlasıyla şaşırttı. Kafamı kaldırdığımda direkt şaşkınlığı ile karşılaştım. "Babama bana karşı hisler beslemediğin yalan mıydı gerçekten?"

"Kimseye beni sever mi, sormadım Güvercin. Sormadım çünkü beni seven hiç olmamıştı. Şimdi ise sana sormak istiyorum. Beni sever misin? Ben hapşırdığım zamanlar çok yaşa demek yerine benimle yaşa der misin?"

Yerimde toparlandığımda duyduklarımın şokunu yaşadım. Atlatamadım da. "Bunu duymam için henüz erkendi bence." dememle Ayaz'ın da yerinde toparlanması bir oldu. "Kalbinin kalkanı inmez sanıyordum."

"Ben de öyle sanıyordum ama sana aşığım, Güvercin. Senin için erken olabilir. Sonuçta ben bıçaklanmadım ve sen, beni bıçaklandığım günden beri deli gibi düşünmeye başlamadın." Dudaklarım kupkuru kesildi. Elimi banka koydum, diğer elim karnıma gitti. Duyduklarım tanıdık bir his yollamıştı karnıma. "Cennet'e sinir olduğunu fark ettim. Bence sen de beni sevmeye çalışıyorsun. Bana şans ver sadece. Ben hayatımı bir güvercin ile yaşamak istiyorum."

"Konumuzun Cennet ile ne alakası var? Sana sarıldı, bilmem farkında mısın?"

"Bu seni rahatsız etti mi?" diye sordu beklentiyle. Bir şey demek istemedim. Zamansızdı çünkü duyduklarım, zamanı şimdi değildi. Sonra olmalıydı. "Bana cevap da mı vermeyeceksin?"

"Beni kıstırıyorsun."

"Ama bir cevap da alabilirim. Sinir olduğunun farkındayım, seni rahatsız etti. Değil mi?" Başımı onaylar biçimde sallarken sıkıntılı bir nefes verdim. "Neden?" dedi yüzüme bakarken. Sinirlenmeye başlıyordum ve Ayaz da bunu bile bile devam ediyordu. Sustum, öncesinde dudaklarım bir nedeni olmadığını söylemişti ama inanmadı. "Her şeyin bir nedeni olur bence. Bunun nedeni nedir, Güvercin?"

"Ayaz, bu konuyu kapat lütfen."

"Kapatmıyorum." Israrcı tavrı beni daha da sinirlendirdi o an. "Cennet sıradan bir kadın. Neden rahatsız etti bu seni?"

"Sen önüne gelen her kadına sarılıyor musun?" diye sordum sinirle. Beni sinirlendirmek için uğraşıyordu resmen. "Ya da şöyle söyleyim Ayaz Bey. Bir kadının sana sarılmasını normal mi karşılıyorsun? 'Beni sever misin?' dediğin kişiyle doğru dürüst temasta bulunmadın. Ama sıradan dediğin bir kadın sana sarıldı. Üstelik bundan rahatsız olduğunu da yüzüne söylemedin!"

"Daha önce söylemiştim."

"Daha önce de sarıldı yani?" dedim sorar bir şekilde, sinirle kurduğum cümle onu gülümsetti. Gülümsemesine de sinirlendim o an. "Karşımda sırıtma!" diye sesim yükselirken bir ses duyuldu. Kapı açıldı, arkamı döndüğüm gibi delirmeme az kalmıştı.

Gelen kişi Cennet isimli kadındı. Bize koşuyordu, arkasından da korumalar geliyordu. "Buraya girmeniz yasak Cennet Hanım!" diye bağırdı bir koruma. Kadın, korumaları dinlemeden Ayaz'a seslendi. Ayaz yerinde toparlanırken ben somurtuyordum. "Durun!"

"Ayaz, konuşmamız lazım!" Resmiyet yoktu aralarında, bu da canımı sıkıyordu. Cennet, yanımızda olduğunda korumalar kadının iki kolundan da tuttu. Ayaz istifini bozmadan kadına baktı.

"Neden geldin?"

"Konuşmamız gerektiğini söyledim ya."

"Ne konuşacağız?" dedi Ayaz, yine umursamazca davranmıştı.

"Yanındaki kadın yüzünden mi bu kadar umursamazsın?"

"Ne söyleyeceksen söyle," diye söze girdim sinirle. "Beni, erkek arkadaşımla yalnız bırak." Ayaz'ın gülümseyerek bana baktığını gördüm. Kadına da bakmadım bir daha Ayaz'a da. Bakışlarımı lalelere çevirdim. Bir koruma söze girdi o an.

"Özür dileriz Ayaz Bey. Engellemeye çalıştık ama bize vurarak çıktı bahçeye."

"Çıkın," dedi Ayaz sadece.

"Beni dinlemeyecek misin?"

Sinirle güldüm. Ayaz bana karşılık vermek yerine kadının sorusunu cevapladı. "Dinlemeye değer bir şey söylemedin ki seni dinleyim." Bir elini kaldırıp dur işareti yaptı. Bunu yaptığını gördüğümde nedenini merak ettim. Kadın kesinlikle daha da yakınımıza yaklaşmaya çalışmıştı.

"Doğum günü için..." Kadına kaydı gözlerim. "Gelmeyecek misin?"

"Senin, Hazal ile derdin ne?" diye sordu birden Ayaz. "Onu sürekli görmezden geliyorsun. Altını çizerek söylüyorum, ben Güvercin'im ile beraber geleceğim. Yine altını çizerek söylüyorum. Çalışanı olduğun örgüt görmezden gelmeyi tercih ettiğin kadın için kuruldu. Ne zaman kutlama yapılacağına ben karar vereceğim, sen değil. Son zamanlarda çok garip davranıyorsun, umarım altından bir şey çıkmaz. Şimdi, bahçeyi terk et." Kadın oflayınca Ayaz daha da sinirlendi. "Bahçeyi terk et!"

Cennet hırsla dışarıya yöneldi. Korumalar da izin isteyip elini yumruk yapmış kadının peşinden ilerledi.

"Sana bir şey söyleyim mi?" Merakla yöneldi bana. "Eğer bu kadın seni kıskandığı için bunu yapmıyorsa net aramızdaki hain. Sürekli sana yaklaşmaya ve seni görmeye çalışıyor."

"Can, kadının bana karşı hi-" Yüzüne baktığımda cümlesini bitirmeyi tercih etmedi. "Haklısın," diye devam etti. "Bir süredir şüpheleniyorum."

"Şimdi ne yapacağız?" diye sordum konuyu dağıtmak için.

"Önce okul olayını çözeceğim. Bu süreçte Siyah Emare lideri yine örgütün kuruluş amacına göre hareket edecek." Kafamı sallayarak onayladım. "Bu arada kandan korkar mısın?"

Kandan korkmam ama iğrenirim. Kan kokusu midemin bulanmasına sebep olurdu genelde. "Kandan korkacak olsaydım Kanlı Dolunay sınıfında olduğumu öğrendiğimde okulu bırakırdım." dedim pek üzerinde durmadan.

"Kanlı Dolunay sadece bir isim ve biz gerçekten o dolunayı kanla boyayacağız." Onayladım ve sıkıntı olmadığını söyledim. "O zaman sen de benim yanımdasın Sokak Güvercini, daima yanımdasın."

"Siyah Emare'de siyahtan griye..." diye fısıldadım. "Beyaz Emare'de griden beyaza..."

"Evet, doğru dedin. Siyah Emare'de siyahtan griye, Beyaz Emare'de griden beyaza. Ben Siyah'ım, sen Beyaz. Grimiz eksik, gökyüzünü griye boyayalım. Grimiz de olsun."

Birden kaşlarımı çattım. "Gökyüzünü nasıl griye boyayabiliriz?" diye sordum şaşkınlıkla. Verdiği cevap daha da şaşırttı.

"Ateşle."

Bir kelimeydi sadece bu ve ne yapmaya çalıştığını anladım. Ateşin dumanlarıyla gökyüzünü griye boyayacaktı ama nereyi yakacaktı? "Nereyi yakacaksın?" diye sordum.

"Sürpriz olsun."

"Sürprizleri sevmem," diyerek göz devirdim.

"O da senin sorunun." dedi rahatlıkla.

Bir şey demeden kahverengi gözlerini izledim. O da aynı şekilde benim gözlerimi izliyordu. Başka yöne bakmadı, doğrudan bana yöneldi. Birden ismini söyledim. Aklıma beyaz at gelmişti. "Babam ile beyaz bir attan bahsetmiştiniz." Dudağına kaydı gözüm, cümlemi duyar duymaz gülümsemişti. Tekrar gözlerine baktım. "O atı nereden biliyordun? Ben bile bilmiyordum yani."

"Annemin yaslanarak doğum yaptığı siyah at vardı ya. Hatta Siyah diye hitap ediyorduk. Onun yavrusunu ziyarete gitmiştim ve orada öğrendim. Kendimi sadece Barış abiye gösterdim. Barış abi her şeyi biliyor. Benim Siyah Emare Örgütünün lideri olduğumu, resim bölümüne senin için geldiğimi, yanında kalmak istediğimi, 14 sene önce sana lale verip beni unutmanı istemediğimi... Her şeyi, Güvercin. Onunla Beyaz'ı da konuştuk. Siyah emareleri varmış. Bembeyazdı ama tüylerindeki siyah benekler bana, beni hatırlattı. Bana Siyah'ı hatırlattı. Vurulan Siyah'ı..."

Kalbi birden hüzünle doldu, yüzüne kadar taştı bu hüzün. Konuyu Siyah'tan başka bir konuya çevirmek istedim.

"Ama..." Gözlerini benimkilere değdirdi. "Babama, 'Beni hatırlıyorsunuz.' demiştin yalnız hatırlamıyorsam. Sürekli onunla iletişim halindeysen neden bunu söyledin?"

"Babanla sürekli iletişim halinde olduğumuzu bu şekilde öğrenmeni istemedik." Cümlesini duyunca kollarımı sıvazladım. "Üşüyor musun?" diye sordu Ayaz ama reddettim. "İçeri girelim mi?" Yine reddettim. Bu sefer telefonunu çıkardı ve birisini aradı hemen. Kaşlarımı çatarak izledim ne yaptığını. Aramayı karşı taraf açınca konuşmaya başladı. "Özgür, benim odada deri ceketim var. Onu bahçeye getirebilir misin?" Gülümseme takındım ona belli etmeden. "Bir de kahve istemiştim Eylül Hanım'dan. Muhtemelen bizi odada bulamayınca kahveyi bırakmadı. Kurabiyeler ile iki bardak kahve rica ediyorum." Gülümsemem daha da büyüdü ama yüzümü kapattım. "Teşekkür ederim," diyerek kapattı Ayaz da telefonunu.

"Gerek yoktu." dediğimde koluma koydu elini. Havanın dengesizliği yüzünden kollarım buz gibiydi.

"Aynen." dedi sadece elini çekerken.

"Çok kibarsın ama sen." Yüzüne baktım ellerimi yüzümden çekip. "Çalışanlarına karşı gerçekten çok kibarsın, güzel bir iletişiminiz var. Cennet dışında."

"Beni kıskanan Cennet mi, sen misin? Çözmüş değilim." Göz devirdiğimde sesli bir gülüş takındı. "Tamam tamam, demedim bir şey." Sessiz kalmayı tercih ettim.

Aslında Ayaz'a "Seni severim." demeyi çok istiyordum ama... İşte bu ama isteğimi öldürüyordu.

Elbiseme baktım, diz kapaklarıma kaydı gözlerim. Oradan da ellerime ve telefonuma. Arada gülüyorduk falan ama aklım anneme kayıyordu hep. Aramak istemiyordum çünkü o müsait olduğunda beni mutlaka arardı. Ondan gelecek aramayı bekliyordum sadece.

Sessizce annemi düşünmeye başladığımda bir adam girdi bahçeye. Ellerinde tepsi vardı, bir koluna da ceketi atmıştı. Tepsiden kahveleri ve içinde kurabiyeler olan tabağı aldı Ayaz. Aramıza koydu. Sonra ayağa kalkıp ceketi aldı. Adama da gülümseyip teşekkür ettikten sonra bana yöneldi. Adam yanımızdan istenenleri verir vermez çıkmıştı. Ben de hafifçe öne çıktım ve Ayaz'ın bana yaklaşmasına izin verdim.

"Kahve içini ısıtacaktır." dedi sakince. "Ama yine de giy ceketi." Ceketi tuttuğunda bir kolunu giydim. Sırtım örtüldü. Diğer kolumu da ceketin kolundan geçirirken kahveleri dökmemek için dikkatli oldum. Ayaz da yanıma oturmak yerine karşımda durdu.

"Oturmayacak mısın?" diye sordum. Bir şey demeden geçti yanıma ama dilinin ucunda vardı birkaç cümle. Kahve bardağımı aldım elime. O da aynısını yapıp kurabiyeden aldı lakin aldığı kurabiye damla çikolatalıydı. "Dur," dedim ısırmasını engellerken. "Çikolata olandan aldın."

"Gerçekten mi?" demesiyle kurabiyeye bakması bir oldu. "Nasıl fark etmedim ben bunları?"

"Neyin dalgınlığı bu?" Bir yandan sorumu sorarken diğer yandan da kurabiyeyi elinden aldım. Eline de çikolatalı olmayan başka bir kurabiye verdim. Cevap vermedi, verdiğim kurabiyeyi ısırdı. "Ne yememen gerekiyor alerjin için?"

"Kafein, çikolata, süt, fıstık, soya, gluten gibi ürünlerden kaynaklı olarak ortaya çıkabiliyor alerji. O yüzden uzak durmam tavsiye ediliyor."

"Kahve de kafein yok muydu?"

"Var."

"Sen iyi misin?" diye sordum bu sefer.

"İyiyim." dedi gelişigüzel bir şekilde.

"Kahve içiyorsun ama çikolataya alerjin var. Ayrıca tedavisi nasıl tam olarak? Sonra bayılıp kalma yanımda."

"Bilinen kesin bir tedavisi yok, sadece kontrol altına alınabilir." dedi yüzüme bakarak. "Hastanelik oluyorum sadece. Hepsi bu."

"Belirtileri neler?"

"Ağızda, dudaklarda, dilde veya yüzde karıncalanma hissi. Hızlı nabız, migren, şiddetli baş ağrısı, mide ekşimesi, kramplar. Dudaklarda, dilde, yüzde veya boğazda şişme.
Yutma güçlüğü. Öksürük, hapşırık, hırıltı veya boğaz kaşınması. Burun tıkanıklığı veya burun akıntısı."

"Maşallah," diye fısıldadım o sayarken belirtileri. "Yok yok."

"Çikolata yediğimde bir dakika sonra gösteriyor belirtilerini. Kontrol altına alıyoruz. 24 saat içerisinde eski halime dönüyorum."

"Ama çok ağrın oluyor." dedim kahveden yudumlarken.

"Olsun. Ne yapabilirim ki? Elimden gelen bir şey yok." Kaşlarını çattı birden. Ben de dirseğimi bacağıma koydum. "Doğum günü pastasını çikolatalı getirecekler kesin." dedi birden. Sebebini sordum. "O kişi..." dedi. "Sebebi o kişi çünkü bütün ekip çikolataya alerjim olduğunu biliyor. Eğer pasta çikolatalı gelirse beni zor durumda bırakabilir."

"Bu kişi kesinlikle o kadın." dedim yüzüne öfkeyle bakarak. "İnsanlara yardım etmek için kurulan bir örgüte gerçekten düşman olanlar var. Yazıklar olsun."

"Tolga Aslan," dedi. Öylece kalakaldım. Yüzüne bakakaldığımda elimdeki bardağı da tutamadım. Kahvenin sıcaklığı ile canım acırken ayağa kalktım ama Ayaz çoktan bana yönelmişti. Elbisemi tenime değdirmemek için kaldırdı hafiften. Ben de yaptım aynısını, kahvelerle gelen peçeteyi alıp bacağımı sildim. Ayaz'ın sesi duyuldu yeniden. "Biraz dikkatli olur musun?"

"'Tolga,' dedin..."

Tolga onu biliyor muydu? Bunu Ayaz'a da sordum hemen, bu sorunun cevabını öğrenmem lazımdı. "Siyah Emare liderinin ben olduğumu bilmiyor. Seni korudum o gün Güvercin, 14 yıl önce ona kafa tuttum. Zorba bir insan yardım için kurulmuş bir örgüte neden zarar vermesin ki? Bu onun için normalleştirilmiş bir olay. Onu boş ver şimdi. Canın acıyor mu?"

Mızmızlanır gibi elbiseme baktım. "Biraz yandım galiba." diye fısıldadığımda güldü.

"Biraz mı yandın?"

Sorusuna değil de gülüşüne takıldım. "Ayaz, yandım diyorum. Gülme karşımda."

"Artık sana bir kahve ve bir de beyaz elbise borçluyum."

Bu sefer ben de güldüm. "Borçlu mu?" dedim gülmeye devam ederken. "Gören de kahveyi üzerime sen döktün sanacak." Peçeteyi elbisemin kahve dökülen kısmında gezdirirken bacağımın yanan kısmına baktım. Kahve diz kapağım ve biraz aşağısına dökülmüştü.

Ayaz bana karşılık vermek yerine ayakta bekledi. Yine telefonunu çıkardı ve birisini aradı. "Ufak bir kaza geçirdik. Serin su ve temiz bez getirir misin?" Ayaz'ı izlerken kendimi tutamadım. Gülüşüm sesli hâle geldi. Telefonu kapattığı gibi de bana yöneldi. "Niye gülüyorsun? Sanki benim bacağıma kahve döküldü."

"Abartacak bir şey yoktu."

Sıkıntılı bir nefes verdi. "Hem yanığın hızlı iyileşmesini sağlamak hem de su toplamasını önlemek bizim elimizde. Her ne kadar kahveyi üzerine şaşkınlıktan döksen bile." Tek kaşım havaya kalktı o an. "Ne?" dedi gülümseyerek. "Böyle olacağını bilseydim kahve elindeyken söylemezdim sana o bilgiyi. Hem soğuk su ile su toplamasını önlersek iz kalmasının da önüne geçeceğiz."

"İz değil, emare..." O an öyle bir gülümsedi ki yanaklarımın yandığını hissettim.

"Emare kalırsa eğer bacağında, bugünün anılarını daima yaşatmış olacak."

"Emare kalmaması için soğuk su istememiş miydin?" dedim ama gülümsemesi solmadı. "Bugünün anılarını yaşatmam için kahvenin yanık izi kalmasa da olur." dedim bu sefer. Böylece gülümsemesini kalıcı yapmış oldum. Yine aramıza bir adam girdi ancak. İstenenleri getirmişti. Ayaz yine ciddiyetini takınmadı.

"Teşekkür ederim." Adam başını sallayarak yanımızdan ayrılınca bezi ıslattı Ayaz. "Bana izin verir misin?" Yüzüme baktığında kahveleri ve kurabiye tabağını ileriye ittim. Yanıma oturması içindi bu yaptığım. O yanıma oturunca da suyu bir kenara koydu. "Başta birazcık acıtabilir."

"Sorun yok," dediğimde bezi yanan kısma koydu. Beze bakan gözlerini benim gözlerime çevirip öylece durdu. Ben de gülümsedim o an. Ayaz'ın kaşları çatılınca aklımdakini ona da söyledim. "Küçükken düşüp bir yerimizi acıtıyorduk ya," dedim onu izlerken. "Annem öpünce iyileşiyordu sanki yaralarım."

"Keşke her yara öperek iyileşse." diye bir keşkesi oldu.

"Belki iyileşir." dedim ama pek oralı olmadı.

"Belki de iyileşmek istemiyorlardır."

Elimi diz kapağımın üzerindeki bezin üzerindeki eline koydum. "Belki de iyileşmesinden korkuyorsundur." Kaşlarını çattığında boğazına kaydı gözüm. Yutkunduğunu gördüm ama yine de konuşmaya devam ettim. "İnsan yarasının iyileşmesinden de korkar. Yaşadıkları ağır gelir mesela. Birisine yaralarını güvenmek istemez çünkü biliyordur ki o kişi de giderse yaraları daha derinden açılacak. Bu sefer kanama belki de durmayacak..."

"Canım acıyor." dedi sadece.

"Canını bu kadar yakan ne var, Ayaz?"

Sonbaharı anımsatan gözlerini kapattı. Uzun sürmeden geri açtığında elini çekti, ben de elimi kaldırmıştım ve bez yere düştü. Bezi almak için eğildiğinde benden kaçtığı aşırı belli oluyordu. "Gelecek." dedi ve ayaklandı. "Hadi, içeri girelim."

"Kahveni içmedin," dedim ama dinlemedi. "Ayaz? Neden kaçıyorsun?"

"Sana söyleyebileceğim bir şey değil." Kaşlarını çattı birden. "Yani, öyle demek istemedim..."

"Ne demek istedin?"

"Gelecek beni korkutuyor, Güvercin. Kırgınlıklardan, hayal kırıklığından, acılardan, her şeyden uzak durmak istiyorum. Buna tabi ki seni katmadım." Ayağa kalktığımda bacağıma baktım. "Daha iyi görünüyor, kızarmış biraz." dedi Ayaz, konuyu değiştirmişti. "Acıyor mu hâlâ?"

"Pek değil. İçeriye girelim, hadi." Kafasını onaylar biçimde sallayınca beni de yanına alıp ilerlemeye başladı. Merdivenleri çıkınca diz kapağımda ufak bir acı hissettim. Bozuntuya vermeden ilerledim. Kapıyı bana, Ayaz açmıştı.

"Biz odamıza geçiyoruz. Mekanı hazırlayın da doğum günü kutlamasını bir saat sonra yapalım." Korumalara kurduğu cümlelerden sonra bana yönlendi Ayaz. "Gel bakalım, sana beraber çalışacağımız odayı da göstereyim."

"Merak ediyorum." dedim.

Binanın üç kısmı vardı en korunaklı olan. Koruma üst düzeydi zaten ama bu kısımlar özellikle korunuyor gibiydi. Birincisi giriş, ikincisi Ayaz'ın odası, üçüncüsü ise çocukların olduğu yer. Çocukların olduğu yeri henüz görmemiştim ama çok emindim iyi korunduğundan. Şimdi ise Ayaz'ın odasının önündeydik. Ayaz kapıyı açar açmaz burnuma parfümünün kokusu geldi. Ceketi de buram buram Ayaz kokuyordu zaten. Ceketini çıkardığımda göz ucuyla bana baktı Ayaz. Köşedeki askıya astım ceketini ve odayı incelemeye başladım. Oda çok genişti. İki masa vardı yan yana, büyük ve geniş camın önündelerdi. Camın iki kenarında da serbest bırakılmış siyah bir perde vardı. Masaların karşısında l koltuk, koltukların başlıklarında da güvercin simgesi...

"Beğendin mi?" diye sordu Ayaz, ben de direkt onayladım.

"Ayaz, bir şey soracağım sana. SE Örgütünün simgesi nedir?"

"Pusula içinden açan bir lale."

"Peki, neden böyle tercih ettin?"

Yutkunduğunu gördüm. Duruşu dikti ve söze girdi. "Benim pusulam da, lalelerim de sensin. Yakından incelersen bir sürü detay fark edeceksin, Güvercin. Tıpkı bizim çocukluğumuz gibi."

Odasının içinde de yer alan o simgeye baktım, yavaşça yaklaştım ve incelemeye koyuldum.

Siyah Emare Örgütünün simgesi hemen karşımdaydı.

Bir pusula vardı, ortası kırılmıştı ve içinden beyaz bir lale çıkmıştı. Sanki lale burada gücü temsil ediyordu çünkü pusulayı kırıp hayat bulmuştu. Her bir yerinde geçmişten emareler vardı simgenin. Pusula kuzey, güney gibi yönleri değil de tek bir yeri gösteriyordu. Pusula sadece bir güvercini gösteriyordu. Bunun anlamını da Ayaz'dan işittim.

"Benim pusulam senden başkasını göstermiyor, Güvercin." Ve ekledi. "Lalelerimize, yani daima çocukluğumuza..."

"Lalelerimize," diye tekrar ettim onu. "Harika bir simge, üzerinde çok uğraşmışsın gibime geliyor." O gülümserken ben masaya yöneldim bu sefer de, masaya doğru yaklaştığımda gözüme ilk çarpan evinde gördüğüm kar küresi oldu. Kar küresi buradaydı. Yaklaşıp elime aldım küreyi. Salladığımda Ayaz çekmecesini açıp bir başka küre daha aldı.

"Bir tane daha olduğunu söylemiştim." diyerek bana uzattı küreyi. "Hangisini beğendiysen onu al."

"Bana mı veriyorsun birisini?" diye sordum tebessümle.

"Zaten sana almıştım. Kış doğru dürüst geçmedi ama yine de karlı havalarda beni hatırlarsın."

"Seni hiç unutmadım ki..." dedim. Bunu duyar duymaz güldü. Aynı cümleyi ondan duymuştum çünkü. "Şimdi bana planı anlatır mısın? Yani bu zamana kadar neler yaşandı? Bilgilerini öğrenmek istiyorum."

"Gel," dedi laptopunu alıp odadaki geniş koltuğa geçerken. "Her şey bu laptopta." O koltuğa yerleşirken ben de yanına oturdum. "Birkaç cinayetten bahsedeceğim sana."

"Okulda mı yaşanmış?" Kafasını onaylar biçimde salladı.

"Güvercin," dedi merakla bana bakarken. "Korkmayacaksan göstereceğim cesetleri. Bana karşı şu an çok dürüst ol, yani yalan söylediğini hiç görmedim ama yine de dürüstlük istiyorum. Seni kötü etkilemek istemiyorum, görüntüler çok kötü."

"Ayaz," dedim bende gözümü ona dikerken. "Gül Ayşe kollarımda öldü. Bıçaklanmıştı. O an korkmadıysam bunlardan da korkmam. Değil mi?"

Derin bir nefes alıp kabullendi. Şifresini girip laptopu açtıktan sonra dosyalarından cinayetlerin bulunduğu dosyayı seçip açtı. Önce bir kadın cinayeti çıktı karşımıza. "Kolları yok kadının." Cesedin fotoğrafını gösterdiğinde midem bulandı ama yine de baktım resme. Yüzü parçalanmıştı. İki kolu da vücudundan ayrılmıştı. "Kollarını şehrin farklı yerlerinden bulmuşlar. Profesyonelce kesilmiş."

"Diğerleri de mi böyle?"

"Hayır. Tek ortak yönleri yüzlerinin parçalanmış olması."

Arkama yaslandım derin bir nefes alıp. "Bunları nereden buldun? Okul ile ne gibi bir bağlantısı var bu cinayetlerin?"

"Araştırdım ve resmi gazetecilerle konuştum. Doğruluğu ispat edildi benim için çünkü konuştuğum gazeteciler bu cinayetleri de haber etmişti. Okul ile bağlantıları yok. Sadece çok yakın. Bütün cesetler okula çok yakın yerlerde bulunmuş."

"Yani?"

"Ne yani?" dedi bana bakarak.

"Biz sadece bir kayıp kızdan bahsediyoruz Ayaz. Cinayetlere kadar ilerlemek nasıl aklına geldi? Kızı bulsak yeterdi, fazla derine iniyorsun. Belki de hiç alakası olmayan konulardır bunlar."

"Hayır, yanılıyorsun." O an bir kızın cesedini açtı karşıma. Tek parçaydı ama yüzü tanınmaz hâle gelmişti. "Bu, o kız. Kayıp kız."

"Ne?"

Şaşkınlığım ile yerimde toparlanınca Ayaz konuşmaya devam etti. "Kıza cinsel saldırıda bulunmuş bir kişi. Sonra, da yüzüne asit dökerek öldürmüş. Cesedi okula en yakın çöp konteynerında bulunmuş. Çöpten çürümüş et kokusu gelince mahalledekiler şüphelenmiş ve birisi çöpte kızın elini görmüş. Böylece cinayet açığa çıkmış."

"Et hemen çürümez ki."

"Zaten katil, kızı yeni öldürünce atmamış oraya."

"Katilden haber var mı?" dedim sinirle.

"Serbest." Yüzüme döndü, o da sinirliydi. "Tutuklanmasını bekleyemezdik, değil mi?"

"İsmini biliyor muyuz katilin?"

Tekrar laptopa yöneldi ve bir adamın fotoğrafını açtı. "Bil bakalım bu adam kim?" Beni tedirgin eden adamın fotoğrafı çıkmıştı karşıma. Sürekli bizi izleyen, merdivenden inerken beni izleyen, beni yalnız yakalayıp Ayaz'ı soran adam... Direkt elim boynuma gitti. "Bu adamı her gördüğünde neden tedirgin oluyorsun?" dedi Ayaz ciddiyetle.

"Bilmiyorum. Ayaz, lütfen kapat fotoğrafı." Tedirginliğim yüzünden Ayaz fotoğrafı direkt kapatınca ben bir soru daha yönelttim. "Bu adam mı yapmış?" Onayladı. "Ve sen bu adamın mezara gideceğini söylemiştin." Dişlerini sıkıp yutkundu. "Adam ölmek üzere mi?"

"Yakındır."

Çenesini tutup yüzünü bana çevirdim. "Ne demek yakındır? Şifreli şifreli konuşma. Adama bir şey yapmayacaksın, değil mi?"

"Ben yapmayacağım. Vernem Nidahen yapacak." Kaşlarımı çattığımda olayı daha da açmasını bekledim. "Vernem Nidahen, birisini öldürüp mezarının üzerinde çiçek yetiştirmek demek. Bir seri katilin ismi, bu dünyadaki tek katil bu adam değil. Vernem Nidahen lakabı ile bilinen ve yaşamaya devam eden kişi bu adamı öldürecek."

"Nereden biliyorsun?" dedim ısrarla.

"Çünkü diğer kurbanları öldüren katiller bu kişi tarafından öldürülmüş."

"Bunu neden yapıyor?" dedim merakla.

"Bilmiyorum." dedi Ayaz. "Neden yaptığını bilmiyorum ama bu kız ve kadın masum. Diğer kurbanlar da öyle. Hiçbir suç kaydı yok. Bir masumu öldürdüğü için olabilir, intikam alıyor aklınca."

"Yani bu Vernem Nidahen ismini taşıyan kişi, masum olup öldürülen kişilerin katillerini öldürüyor."

"Aynen öyle. Görünüşe bakılırsa böyle oluyor ama bilmiyorum, net konuşamayız." Diğer cinayetleri de göstermesini istedim. Dört cinayet daha gösterdi ve hepsinin de aynı şekilde yüzü parçalanmıştı. "Vahşet..." diye fısıldadı Ayaz.

"Bu katil nasıl okulun ortağı olmuş? Okul değil de olay yeri inceleme gibi mübarek."

Ayaz bilmiş bir şekilde gülümsemeye başlayınca bilgisayardan dosyayı kapatıp sonrasında bilgisayarı da kapattı. Yanına koyup direkt bana döndü. "O adam ve onun gibilerinin sana dokunma ihtimali bile yok. İçin rahat olsun, bu işe seni karıştırmayacağım. Sadece adam öldürüldüğünde cinayet soruşturması açılacak. Bizi de sorguya alabilirler okulun birer öğrencisi olduğumuz için."

"Sorgu odasına gireceğiz yani." dedim gelişi güzel. "Sorun yok."

"Emin misin?" Başımı evet anlamında salladım. "Bu kadar cesaret bir insana fazla ama." derken gözleri yüzümde gezindi.

"Cesaretini besle, korkunu değil." dedim onun sözünü kullanarak. "Cesaretimi besliyorum, korkumu değil..."

Tebessüm etti ve sebebi bendim. Belirli bir süre ikimiz de arkamıza yaslandık ve düşünmeye başladık. Ayaz muhtemelen az önce söylediklerimde kalmıştı. En sonunda da yine konuşmaya başladı. "Barış abiye bu işe seni karıştırmayacağımı söylemiştim."

"Ben karışmıyorum ki olaylara." dedim sakince. "Sadece birden kendimi olayın içinde buluyorum. Olaylar bana karışıyor." Ayaz gülmeye başladı o an, onun gülüşünü izlerken sırtımı koltuğa yasladım. "Ne güzel, değil mi?"

"Çok masumsun." dedi gülmeye devam ederken.

"Ayaz..." Fısıltımı duyduğunda yan oturup koltuğa kolunu uzattı. Gülümsemesi solmamıştı. "Gerçekten kimse seni sevmedi mi?" diye sordum duraksayarak. Gülüşü biraz silindi, biraz daha... Tamamen silindiğinde ise koltuğa uzattığı eli, omzuma değmek üzere olan saçımda gezindi. "Ayaz," dedim yeniden bana bakmasını beklerken. Hâlâ saç uçlarımda geziyordu gözleri ve bana bakmadı. "Kimse mi?" diye sordum yutkunurken.

"Ailem dışında..." Yüzüme baktı. "Kimse beni sevmedi Güvercin. Benden korktular hep."

"Yumuşak kalbinden mi korktular?"

Biraz yaklaştı bana. "Pek yumuşak değildi kalbim." Saçımdan çekti elini ama hâlâ koltuğa paraleldi. "İçine..." Sustu ve gözlerini kaçırdı. "İçine seni alınca yumuşadı."

"Bunu nasıl başardın?" diye sordum bu sefer.

"Kalbimde de umutlarımda da hayallerimde de emaren var. Bunu sana demiştim. Silmeyi denedim. 'Olmaz.' dedim. 'Yapma.' dedim. 'Emareler yok olursa belki kalbin hep boş kalır.' dedim ama olmadı. Emareleri yok etmek için uğraştım ama edemedim. Yok olmadı, aksine daha çok belirgin hâle geldiler. Emareler beni, sana itti."

"Bir kadını sevmek, sana neden uçurum kenarıymış gibi geliyor?"

Kanadı yanan ikinci güvercinin fısıltısını yeniden duydum. "Çünkü uçurumdan atladığımda arkamdan bir el beni tutar mı acaba diye düşünmek istemiyordum."

"Oysa ben sevdiğimde uçurum kenarında bile olsam fark etmezdi. Uçurumlar da gün batımına bakar. Anneme göre onun iyi biteceğine dair bir kanıttır bu."

"Umuda acı karışırsa insan öldürebilir. Umut zedelendiğinde yok olmaya mahkumdur. Umut yoksa sağlam bir inanç da yoktur."

"Umudun zedelendiği için mi bu kadar uzaksın aşktan?"

"Ben aşktan uzak değilim, Güvercin." dedi gözümün içine baka baka. "Ben aşkın tam ortasındayım."

"Peki, bana bahçede söylediklerin?" dedim sorar bir biçimde.

"Bütün samimiyetimle söyledim o cümleleri ama erken olduğunu düşünüyorsun. Can ve Eda'nın düğününe kadar bir şey yapmayacağım. Ne ısrar ederim ne de beni sevmeni isterim. Senin tercihin. Benimle olmak istersen zaten adım atarsın. Ben beklerim seni." Samimiyetiyle söylediğini duyduğumda gözünün içinde gördüm o sevilmek isteyen adamı. O samimiyet gözlerinden okunuyordu.

"Annem ile babam seni çok seviyor." dedim yüzünü incelerken.

"Benim için senin sevgin de çok önemli. Denizden gözlerin sen bıçaklandığın günden beri beynimin içinde. Sokak Güvercini'ni mekanımda yaşattım. Buradaki çocuklara seni anlattım. Hepsi seni biliyor. Baban da biliyor içimdeki duyguları."

"Ona ne ara söyledin?" dediğimde güldü.

"Ben söylemedim. Kendisi fark etmiş. Bugün cenazedeyken kenara çekip söyledi." Şaşkın şaşkın yüzünü izlerken geri adım atmayı tercih etti o. "Bu konuyu konuşmadık sayalım. Sana hiç sormadım o soruyu, tamam mı? Sana, 'Beni sever misin?' sorusunu sormadım ve sen de hiçbir şey duymadın."

"Neden kaçmaya başladın?" diye sorduğumda yine geri adım attı.

"Sen adım atana kadar böyle."

Gözlerimi kapatıp derin bir nefes aldım. "Bana zararın dokunmadığı sürece beni sevebilirsin." dedim gözlerimi açtığımda, ona biraz yaklaşmıştım. "Ben de o adımı atacağım yakında. Bu binadaki anlaşmamız pek sürmez, gerçek duygular ile oynarız."

Tebessüm takındı. "Sana zarar veremem, Güvercin. Sen bir güvercinsin ve ben senin bir tüyüne bile zarar veremem. Zaten ateşin içindeyiz. Kanatlarımız yanıyor, buna rağmen hâlâ uçmaya çalışıyoruz."

"Küllerimizden doğabiliriz. Biz de var bu güç."

"Haklısın." dedi ve hâlâ gülümsüyordu.

"Güvercin Bey."

"Güvercin Hanım," diye karşılık verdi bana ve ikimize de iyi geliyordu bu konuşmalar. "Gerçekten de güvercinler gibisin. Onlardan tek farkın kanatl-" Lafını bitiremedi çünkü kapıyı açıp içeriye dalan birisi olmuştu.

"Hellooo!" Gelen kişi Can'dı ve bizi yan yana görünce durdu birden. "Oha!"

"Sana kaç kere diyeceğim bu şekilde girme odama diye?" Ayaz'ın cümlesinden sonra ondan uzaklaştım biraz.

"Aranıza giren kara kedi ben mi oldum şimdi? Siz sohbetinize devam edin ya. Ben hiç gelmedim, tamam mı? Ben aslında yokum!"

"Dur dur!" Umut Can'ı durdurduğumda Ayaz'ın laptopuna kaydı gözlerim. "Eda," dedim ve Ayaz'a baktım bu sefer. "O da burada, değil mi?" Can onayladı hemen dediğimi. "Bir çocuğun doğum günü var. Sen, Ayaz ile kal. Beni de Eda'ya götürün. Olmaz mı?"

"Ayaz'dan ne çabuk sıkıldın prenses," diye karşılık verdi Can.

"Ne prensesi Can?" Tam o sıra arkadan Eda'nın sesini duydum. "Eda!" diye bağırdım ayağa kalkarken. "Gelsene içeriye."

"Güzelim?" dedi Eda beni görür görmez. Hemen kollarını açıp bana sıkıca sarıldı. O an yine Can'ın sesini duyduk.

"Aşıklar buluştu."

Eda'dan ayrıldıktan sonra şaşkınlıkla Umut Can'a baktım. "Biz mi?" diye sorduğumda kahkaha attı.

"Sen, Ayaz'a aşıksan bilemem."

Ayaz ile göz göze geldiğimde zamanın duruşuna şahit oldum. Bakışlarımı kaçırdım ve Eda'nın koluna girdim. "Eda beni biraz gezdirsin. Siz de doğum günü için bir şeyler ayarlayın." Tam Eda'yla buradan çıkacaktım ki Can beni durdurdu. Cenazem için söze girdi. Geri dönüp teşekkürlerimi ilettim ama Eda ile buradan kaçmam gerekiyordu. Odadan çıktığımızda Eda'nın şaşkınlığını gördüm.

"Neyin var senin? Beni kaçırıyorsun sanki."

"Sana bir şey soracağım." dedim. Asansöre doğru ilerliyorduk.

"Ne oldu Hazal? Çatlatma insanı!" Sessiz olmasını söyleyerek uygun bir ortam aradım. "Gel," derken beni asillerin olduğu kata indirdi. "Odama geçelim." Kafamı sallayarak onayladım. İlerlerken yine Cennet'i gördüm, kadın beni yiyecekmiş gibi bakıyordu. Kesinlikle bir derdi vardı ama çözeceğim. Şimdilik biraz dursun, benimle yüzleşeceği vakitler gelecek. Eda'nın odasına girdim, kapıyı kapattı Eda. "Ne oldu?" diye sordu yine.

"Bir kadını soracağım sana." dedim. "Cennet."

"Ayaz'ın pastalarına bayıldığı kadın mı?"

Göz devirip sinirle nefes verdim. "Başlatma pastasına," dediğimde Eda gülmeye başladı.

"Kıskanıyorsun."

"Kıskanmıyorum, kaybetmek istemiyorum sadece." Yutkunduğumda az önce ettiğim itirafı düşündüm. Eda da bana heyecanla bakıyordu. "Bak Eda, geldim geleli kadının bir karın ağrısı var. Ayaz'a anlam veremediğim bir şekilde yakınlaşmaya çalışıyor."

"Sana bir şey deyim mi?" dedi Eda bu sefer. "Ayaz, seni buraya getirdiyse mutlaka bahsetmiştir. Örgütün içinde bir hain var, kadın olduğu düşünüyoruz ve asil listede galiba bu kişi. Bunu sadece Can, ben ve Ayaz biliyoruz. Bir de sen." Onayladım bildiğimi ve devam etmesini istedim. "Bence o kişi, Cennet."

"Biliyor musun, ben de böyle düşünmüştüm."

Tebessüm takınıp beni oturttu koltuğa. "Şimdi, Ayaz büyük bir lider." Hemen yanıma oturduğunda onu dinlemeye devam ettim. "Ayaz, Ahtapot'un kalbi. Ahtapot'un kolları bütün ülkelere uzanıyor ve binlerce vantuzu var. Düşün artık, böyle bir liderin düşmanı çok olacaktır. Cennet'ten tut, bir sürü kişi onun için çalışıyor."

"Bu kadını hiç sevmedim." dedim karnımı tutarken.

"Seni kıskanıyor galiba."

"Beni mi, Ayaz'ı mı?" dedim delirmek üzere gibi. "Kadın geldiğimden beri ona yakın olma çabasında. Beni gözü görmüyor bile." Eda yüzünü buruşturarak baktı yüzüme.

"Hazal..." Elini, az önce karnımı tuttuğum ve bacağımın üzerine koyduğum elime koydu. "Ayaz duygularında samimidir. Sen onu kalbinden öptün. Farkında değil misin? Ayaz, kimse için gecenin bir yarısı karşısındaki istedi diye onun evine gitmedi. Dedenin öldüğünü öğrenmeden önce koşa koşa sana gelen adamdan bahsediyoruz. Üstelik baban da annen de ona güveniyormuş. Cenazede bile senin yanından ayrılmamıştır."

"Biliyorum." dedim başımı öne eğerken.

"Peki sen?"

"Bir insana bağlanmak istemiyorum çünkü Gül Ayşe'de yaşadım zorluğunu." Gül Ayşe'nin kim olduğunu sordu sakince. "Dostumdu... Beraber olurduk hep. Beraber spor yapar beraber yemek yerdik. Çok canı acıdı. Çok kırıldı ama benimle toparladı. Gidişinden sonra toparlayamadım ama ben. Kollarımda can verdi Eda. Onu kaybettikten sonra başka bir insana daha bağlanmak istemiyorum çünkü korkuyorum."

"Hayatın böyle ilerlemez ama." Kafamı reddeder biçimde salladım. "Yapma böyle," dedi ısrarla.

"Ben Ayaz'ı değil, Cennet'i konuşmak için gelmiştim." diye bir hatırlatma yaptım. "Bu kadın ne zamandan beri burada? Davranışlarında ne gibi değişiklikler oldu?"

"Bir sene olmadı buraya geleli. Önceden çok samimiydi ama şimdi paranoyak olmaya başladı. Ayaz'ı görünce eli ayağı birbirine dolanıyor. Hatta bir kere ona sarılmıştı, Ayaz da bir daha yapmamasını söylemişti. Rahatsız oldu yani."

"Bugün de sarıldı." dedim.

"Fark ettiysen aralarında resmiyet de yok zaten."

"Buna Ayaz nasıl izin verdi?" diye sorduğumda ayaklandı.

"Bilmiyorum. Kadın bazen resmiyet koyuyor araya, bazen koymuyor. Neyse, kadını boş ver. Hallederiz, kolay iş. Hem Ayaz sen dururken başkası ile yakınlaşmaz. Kadındaki boş çaba." Bir şey demeden ben de ayağa kalktım. "Ayaz'ın yanına geç sen. Can'la ortama bakalım biz de." Odadan beraber çıktık ve Ayaz'ın odasına geçtik. İçeriye girmeden Eda kolumdan tutarak durdurdu beni. "Hazal? Deden bugün toprağa verildi. Çocuğun doğum günü de bugüne denk geldi. Doğum günü partisini yaparken çekiniyoruz. Acına saygısızlık olmasını gerçekten istemiyoruz."

"Bazılarımız ölürken, bazılarımız doğuyor." Tebessüm takındım. "Ama biliyor musun Eda? Ayaz ile konuşurken gülüyorum, yani bana iyi geliyor. Zaten sıkıntı yok kutlamada, bana da değişiklik olur. Çocuklarla zaman geçirmek güzel." Elini koluma koyup sıvazladı. Gülümsedi ve kapıyı tıklatarak odaya girdi. Arkasından da ben girdim. Ayaz masasında bilgisayar üzerinden bir şeyler inceliyordu ve bizi görünce toparlandı. Üzerine değişmişti, Siyah bir takım elbise giymişti üzerine ve çok asil duruyordu. Can ise yoktu ortada.

"Can nerede, Ayaz?" diye sordu Eda.

"Aşağıya indi yenge."

"Sen ne zaman ineceksin?"

Gözleri bana kaydı Ayaz'ın. "Güvercin ne zaman isterse," dedi sakince. "Seni bekliyordu Umut Can. Sen aşağıya in istersen, biz de geliriz." Eda onaylayıp ikimize de veda etti. Ben odaya girerken Eda çoktan gitmişti ve ben de kapıyı kapattım. Doğrudan Ayaz'a yaklaştım. O çalışma koltuğunda oturmaya devam ederken koltuğun başına kolumu koydum ve ona yaklaştım. Ben bilgisayarına bakıyordum, o ise bana bakıyordu. "Hoş geldin Güvercin Hanım." dedi gözümün içine bakmaya devam ederken. Ben de ona baktım.

"Hoş buldum Güvercin Bey."

Tebessüm takındı. Tebessümünü izledim ama uzun sürmedi. Başımı başka yöne çevirdim hemen. "Bir gelişmemiz var." dedi Ayaz. Ne olduğunu sorduğumda bilgisayarına yöneldi. Bir fotoğraf açtı. Daha önce okulda gördüğüm bir kızın fotoğrafı vardı. "Kanlı Dolunay sınıfından bir kız."

"Ne olmuş kıza?"

"İki haftadır okula gelmiyormuş." Kaşlarımı çatarken kayıp olma ihtimali canımı sıktı. "Garip olan eve de gitmemesi. İki haftadır evine de gitmemiş. Nerede olduğu bilinmiyor. Polisler aramaya başlamış, kayıp haberi verilmiş."

"O adam mı yaptı?"

"Onun olduğunu düşünüyorum."

Şok içinde ekrandaki kıza bakakaldım. "Ayaz..." Tedirginliğim vücuduma darbelerle dönüyordu. Kasılma yaşamıştım, kendimi masaya yasladım.

"İyi misin?" dedi direkt ayaklanırken. Kollarımı tutup yüzüme bakmaya çalıştı ama başımı öne eğmiştim. Bir eli yanağıma kaydı o an.

Gözümün önü karardığı için ve kasılma yüzünden bu haldeydim. "Kaos çıkacak okulda." Ondan destek alarak koltuğa oturdum. "Yunus Hoca her sene kaos çıktığını söylemişti Dolunay isimlerinden dolayı. Suç Kanlı Dolunay sınıfı öğrencilerine atılacak. Bizden birisine suçu yıkmaya çalışacaklar. Öğrenciler de buna inanacak."

"Bugünlük yeter bence." diyerek laptopunu kapattı. O an duvar kağıdı çekti ilgimi. W harfi vardı duvar kağıdında. Zaten masasında da W işareti vardı.

"W harfinin anlamı nedir?" diye sordum.

"Bana, beni hatırlatıyor."

"W harfi mi?" dedim garipserken.

"Evet. Bir anımın baş harfi. Bana, beni ve içimdeki yangını hatırlatır daima. Bir anı sadece."

"İlginçmiş." derken ayağa kalktım ve koltuğu masaya ittim. "Hadi, biz de inelim. Kafa dağıtmam lazım yoksa kafamı dağıtacağım."

"Sakin," diyerek bana yol verdi. Önden ben ilerledim. Odadan tam çıkamadık. Ayaz birkaç eşyasını ayarlıyordu. En sonunda l koltuğun üzerindeki telefonuna yöneldi. "Çocuklarla vakit geçirmeyi sever misin?" diye sordu. Başımı sallayarak onayladım ve ona bakmaya devam ettim. "Normalde çocuklarla ben ilgileniyordum. Kimseye güvenmedim, tabi Can ve Eda dışında. Eğer istersen onlarla beraber ilgileniriz. Ben sürekli buraya geliyorum, sen arada gelirsin galiba. Müsait olur musun?"

"Olurum, tabii ki." dedim gülümseyerek. Yanıma kadar gelip gözümün içine baktı.

"Keşke hep böyle gülümsesen..." Fısıltısını duyduğumda ona bir adım yaklaştım.

"Çok mu belli oluyor gülümsememin altındaki kırgınlık?" Sorumu sorduğumda sesimin titrediğini fark ettim.

"Ben görüyorum sadece."

Yine acı bir tebessüm takındım. "Hep böyle gördün mü kırgınlığımı?" Kafasını evet anlamında salladı. "Peki, Ayaz... Seni diğer insanlardan ayıran ne? Onlar fark edemiyor da sen nasıl fark ediyorsun?"

"Çünkü sen gerçekten güldüğünde, mutlu olduğunda gözlerine yıldızlar düşüyor. Işıl ışıl oluyor gözlerin. Sen her güldüğünde ben, senin gözünün içine bakıyorum." Bir adım daha yaklaştım ona. Ona yaklaşmamdan rahatsız olmuyordu. "Kutlamada da kırgınlığını maskeleyeceksin, değil mi? Bahçede de maskeledin, arabada da maskeledin. Deden öldü öleli hiç içten gülmedin. Gülmek için kendini zorladın hep ve gülüşlerin hemen soldu."

Kendimi tutamadım. Kollarım Ayaz'ı sardı. Başımı göğsüne koydum, kokusu ciğerlerime dolarken gözüm kapandı. "Sorsan herkes dostun ama derdini hiç bölüşmezler."

"Bölüşmesinler." dedi Ayaz. O da bana sarılmıştı. "Ben varım... Kalbimi kıranlardan özür beklemiyorum çünkü hep bir bahaneleri olacak, biliyorum. Adaletsiz bir tartı verirler derdimizi ölçmek için. Kimse paylaşmak istemez." Öylece kaldım cümlelerinden sonra. Ayaz da başını, benim başımın üzerine koydu ve bana daha sıkı sarıldı. "Sen değerlisin, Güvercin. Kendin için en değerli insan, yine kendinsin. Böyle olmalı. İnsanların hayatını yeşertmek için kendi hayatını çöle çevirme."

"Kendi hayatımı yeşertmek için insanların hayatlarını çöle çevirmem daha mı iyi?" diye sordum.

"Bir çiçeğe su vermezsen ölür." dedi. Yine sessizce onu dinlemeye başladım. "Çiçek senin hayatın. Kimseyi çiçeğine dokundurtma, solmasının sebebi olurlar. Sen de kimsenin çiçeğine dokunma, çiçeklerini soldururlar ve suçu sana atarlar. Sen kendi çiçeğine, kendi hayatına odaklan. Hayatına su vermeyi keser ve gelecekten bir şey beklemezsen yaşamanın bir anlamı kalmaz. Hayat sana zehir olur. İnsanlardan uzak durmak istersin, nefret edersin. Böylece sevmeyi de unutursun. Sadece insanları sevmeyi değil; hayatını, hayallerini ve içindeki çocuğu da sevmeyi unutursun. Düne tutsak olursan yarını da hapsedersin."

"Çiçeği sulayamıyorum çünkü suyu uzatmaya çalıştığım her an ellerimi kırıyorlar."

"Kim kırıyor? Söyle, ben de onların ellerini kırıp müsait bir yerlerine sokayım." Kaşlarımı çattığım gibi hayretle yüzüne baktım. Sarılmayı yine bırakmamıştık. "Pardon, biraz fazla ileri gittim galiba."

"Çok açık sözlüsün."

"Böylesi daha iyi." dediğinde tekrar başımı göğsüne koydum. "Bana atacağın adım biraz erken geldi galiba." dedi Ayaz.

"Annemi öyle gördüğümden beri birine sarılmaya ihtiyacım vardı."

"O biri de ben mi oldum?"

"Cümlemi değiştiriyorum." dedim onun da buraya ilk geldiğimizde yaptığı gibi. "Annemi öyle gördüğümden beri sana sarılmaya ihtiyacım vardı. Gerçekten artık yüklerimi bırakmak istiyorum. Anlaşılmak, gerçekten mutlu olmak, annemi de mutlu görmek istiyorum. Bu imkansız ama. Annem, dedeme çok düşkündü. Dedem öldü, hayat anneme zindan oldu."

"Deden bir güvercindi ve özgür oldu. Kafesinden kurtuldu. Öyle düşün."

"Ölüm, özgürlük müdür Ayaz?" dedim. Yutkundu, muhtemelen şu an sarılmıyor olsaydık gözlerini kaçırırdı.

"Özgürlüktür..."

"Ölelim o zaman." Çaresizliğimin en yüksek seviyeye ulaştığı noktadaydım.

"Ölüm bu dünyada çok çekene özgürlüktür, Güvercin. Kalbi temiz olana, kalbi kirli olanlarla uğraşanlara, rahat yüzü görmeyenlere, zulme maruz kalanlara, ailesi olmayanlara, en sevdiği insanları kaybetmiş olanlara, kölelere özgürlüktür." Derin bir nefes aldı. "Ölüm en çok da kendi zihninin esiri, kölesi olanlara özgürlüktür."

"Ölmek istiyorum Ayaz." dedim gözlerim dolarken.

"Bu cümle beni kırk yerimden bıçakladı." Bana daha sıkı sarıldı. Hatta saçımı öptü, okşadı. Kollarımı sıvazladı. Yine söze girecekti ki kapı tıklatıldı ve birisi girdi içeriye. Ayaz'dan ayrılıp bakacaktım kim olduğuna ama kolları ondan ayrılmama izin vermedi. "Sonra Volkan." dedi gelen kişiye.

"Özür dilerim efendim," dedi adam. Kapının kapanma sesi geldi sonra.

"Neden ölmek istiyorsun?" Ayaz bana tekrar yönelince ağlamaya başladım. Sessizdi ağlayışım.

"En sevdiğim insanlar birer birer ölüyor. Bu acıyı bir daha yaşamak istemiyorum. Ölmek istiyorum Ayaz. Ölüp acılara son vermek istiyorum. Ben bu yükü taşıyamıyorum."

"Taşıma, bırak yere. Öldüğünde her şey düzelecek mi? Arkada kaç kırık kalp bırakacaksın, farkında mısın?"

"Ağlayacaksınız, belki sevinenler de olacak ama yine de unutacaksınız. Hem yarına çıkacağımızın garantisi var mı?"

"Güvercin'im..." Kafamı kaldırıp yüzüne bakmamı sağladı. "Kalp kırıkları düzelmez, unutulmaz, yok sayılmaz. Böyle konuşma lütfen, delirecek gibi oluyorum. Sen yeter ki yaşa, ben bütün yükünü taşımaya da varım. Ölmek özgürlüktür, evet. Az önce bunu ben dedim. Ama senin özgür olman için ölmen gerekmiyor. Güvercini özgür bırakacağım, söz veriyorum. Daha önce de dediğim gibi. Kafesin anahtarını bulamasak bile kilidini kırarım. Yine de o güvercini özgür bırakırım. Senin özgürlüğün daha önemli."

"Bazen fedakarlık yapmak gerekir." dedim gözünün içine bakarken. Anlamayarak kaşlarını çattı. "Beni kurtarmak için kendini mi kafesleyeceksin?"

"Gerekirse evet."

"Gerekmese..." Dudağımı büzdüm o an. "Beraber özgür kalalım."

"Bakıyorum da sen, beni fazla düşünüyorsun." Göz kırpıp yine sarıldı. Sarılmalara doyamıyor gibi gözüksek bile yarayı böyle sarmaya çalışıyorduk. "O zaman bir söz daha veriyim sana. Beraber özgür kalacağız, söz veriyorum. Sen yeter ki mutlu ol."

"Beni nasıl sevdin Ayaz?" dedim birden sözü değiştirerek.

"Birisini sevmek için sebep ararsak o sevgi, gerçek sevgi olmaktan çıkar. Birisini seviyorsak sebepsiz sevmeliyiz bence. Ben seni bir sebebi olduğu için sevmiyorum. Ben seni, sen olduğun için seviyorum. Seni çok seviyorum, Güvercin."

Gülümsedim ama bayılacak gibi hissediyordum kendimi. "Papatya'm olur musun Ayaz?"

"Papatyan olurum... Peki sen, benim Güvercin'im olur musun? Benim umutlarımın kraliçesi sensin, gel de beni yönet. Benim kraliçem ol."

"Olurum," dedim hiç düşünmeden. Gözlerinin içine bakmak istedim. Baktığımda ise ona bir soru daha yönettim. "Kanatlarımı koruyacak mısın?" Başını onaylar biçimde sallayıp sesli bir şekilde onayladı.

"Sen de benim yapraklarımı korur musun?" dedi.

"Korurum..."

Ayaz'a sarıldığımda sağ yanım onun kalbiyle dolmuştu sanki. Kokusu zaten onunla oldum olalı burnumdaydı. Yüzüne baktım tebessümle. Gözünün içi parlıyordu. "Can ve Eda ne zaman evlilik yoluna girecek?" diye sordum. Bizden büyüklerdi zaten. İlişkileri de uzun süreliydi muhtemelen.

"Bir yıl sonra falan. Önümüzdeki yılın son aylarını düşünüyorlar nikah için."

"Peki biz..." dedim yüzüne bakarak. Cümlemi bitirmemiştim ama o direkt söze girdi.

"Evlilik teklifi mi aldım?"

"Abart." dediğimde yine gülümsedi. "Biz o zaman nasıl oluruz sence?"

"Evli?"

"Allah'ım yarabbim!" derken ikimiz de gülmeye başladık. "Ne oluruz demedim ama ben." Hâlâ gülmeye devam etti. "Ayrıca bunu kastetmedim." Tebessüm takınıp ondan ayrılmak için geriye doğru bir adım attım. "Hadi, bu kadar sarılma yeter. Duygusallık da yeter bence. İnelim mi? Muhtemelen onun için gelmişti adam."

"İnelim Güvercin Hanım." dedi gülümseyerek. Kapıyı açıp benim geçmemi bekledi. Ben odadan çıkınca o da geldi peşimden. Siyah Emare çocuklarını ilk defa görecektim... Bu yüzden heyecanlıydım, Ayaz da bunun farkındaydı. "Çocukların hepsi seni tanıyor."

"Ünlü oldum galiba."

"Seni görünce verecekleri tepkiyi bekliyorum."

"Kaçıncı kattalar?"

"İkinci kat."

Kafamı sallayarak onayladım ve ilerlemeye devam ettik. Bir alt kattaydı bahsettiği yer. Büyük bir salonda olacakmış kutlama, indiğimizde bunu gördüm. Salona geldiğimizde her yer ışıl ışıldı. Bir sahne kısmı vardı, sahnenin önünden ayaklarımızın ucuna kadar kırmızı halı serilmişti. Yanları da tamamen masalarla doluydu.

"Buraya üzerine kahve dökülmüş bir beyaz elbise ile gelmem," dedim Ayaz'a.

"İstersen üzerini değişebilirsin." dedi ciddiyetle. "Senin için elbise ayarlayabilirim, siyah bir elbise özellikle de. Siyah sana da yakışır." Gerek olmadığını söylediğimde biraz bana yaklaştı. "İzninle," derken elimden tuttu ve ilerlemeye devam etti. Ben de onunla beraber ilerlerken Can ile Eda'yı gördüm. İkisi de bizi böyle görünce gülmeye başlamıştı. "Onlara da eğlence çıktı." dedi Ayaz. O da görmüş Can ile Eda'yı.

"Can'ı haklı çıkardın." dedim Ayaz'a bakarak. "Zaferini kutlamasın mı yavrucak?"

"Bir dakika, bir dakika. Evet, onu haklı çıkardım ama sen de bana sarıldın. İhtiyacın vardı buna. Yani anlaşmamız gerçeğe dönüştü, bu kadar hızlı bir şekilde hem de."

"Aramızda bir şey yok." dediğimde öylece durdu.

"Anlayamadım?"

"Tamam, şakaydı. Yürü." Ben gülümsemeye başlayınca o da hemen peşime takıldı. "Babamla paylaşacağım bunu. Anneme söylemeyeceğim çünkü pek iyi değil. Sen de gelir gidersin zaten bize. Beraber yine otururuz dışarıda." Kafasını onaylar biçimde salladı. "Ayaz," dedim ona bakarak. "Doğum gününe çok az kaldı. O zaman açıklayalım mı aramızdaki ilişkiyi?"

"Doğum günümde nasıl yanımda olacaksın, Güvercin? Gecenin bir yarısı yanımda olmak istiyordun."

Konuşa konuşa Can ve Eda'nın yanına gelmiştik. İçerisi yavaş yavaş doluyordu ve çocuklar henüz gelmemişti. "Gece yarısı dışarıda beraber oturduk." dedim. Can ve Eda, bizim aramıza girmeyi tercih etmeden bizi dinlemeye başladılar. "Yine otururuz, olmaz mı?" Bilmediğini söyledi. "Neden bu kadar kararsızsın?" Elimi bırakıp kolunu omzuma attı ve gözümün içine baktı.

"Annenin acısı taze. Ben bu şekilde doğum günü kutlaması yapamam. Ayrıca zaten doğum günlerinin benim için pek bir önemi yok. Kutlamak da içimden gelmiyor ama eğer 'Ayaz, seni yanımda istiyorum.' dersen koşa koşa gelirim."

"Bizim evde mi kutlayacağız?" dedim.

"İnan hiç içimden gelmiyor."

"Ama yeni yıla senin yanında girmek istiyorum." Gözlerini kırpmadan izledi beni. "Kıracak mısın beni?" Başını hayır anlamında salladı.

"Tamam, yanımda olacaksın ama kutlama yapmayacağız. Annene saygısızlık olur bu. İkimizin ailesi de buluşur ve beraber zaman geçiririz. Bir şeyler yeriz. Siyah Emare'ye bağlı bir sürü lokanta var. Birisini ayırırım belki bizim için." Bunu hemen kabul ettim. Gülümsüyordum ve o sıra salona çocuklar gelmeye başladı. Ayaz onlara baktığında ben de o tarafa yöneldim. "Gel." dedi beni kendisine çekip. Yürümeye başladığımızda kırmızı halının üzerinde durduk. Çocukların tam önündeydik ve çocuklar Ayaz'ı görünce koşmaya başladı.

"Ayaz abi!" dediler hep bir ağızdan. Ayaz'ın ise kanatları çocukları sarmak için hazırdı. Çocuklara sıkıca sarıldığında ben birkaç adım geri çekildim. Onları tebessümle izliyordum.

"Benim minik güvercinlerim!" dedi Ayaz yüksek sesle. Çocuklarla arasındaki bağı gördüğümde aklımda sadece tek bir isim kaldı. Kumsal... Gözlerim çocuklarda gezerken Ayaz onlarla sarılmayı bırakmıştı. "Bu da Sokak Güvercini," dedi beni göstererek. "Benim kız arkadaşım aynı zamanda." Erkek çocukları bana yaklaşmaya biraz çekindi ama kızlar çoktan gelmişti yanıma.

"Seni çok merak ediyorduk." dedi bir kız. Çok şekerlerdi. "Çok güzelmişsin." Birazcık eğilip kızı yanağından öptüm ve onlara aynı anda sarıldım.

"Teşekkür ederim Ayaz'ın minik güvercinleri." dedim gülerek. O an Ayaz bana yaklaştı hafifçe.

"Gözlerine yıldızlar düştü." Gülümseme takındı. "İçten güldün şu an. Özlemişim..." Biraz utanmıştım ve gözlerimi kaçırdım. Çocuklara baktığımda hepsinin de yüzünün güldüğünü gördüm. "Miniklerim!" Hepsi de aynı anda Ayaz'a baktı. "Hazal ablanız size çikolata dağıtacak. Sonra biraz oynarız. Doğum günü çocuğumuz da hazır zaten. Pastamız gelir. Olur mu?"

"Ama senin çikolataya alerjin var." dedi öptüğüm kız. "Senin karşında çikolata yemekten çekiniyoruz abi."

"Aşk olsun." dedi Ayaz. Yanıma gelip kızı kucağına aldı. "Çikolata yemezseniz hepinize küserim. Hem ben çikolata sevmem zaten. Alerjim yok, sadece sevmiyorum. Dişlerim çürüyor hemen. Ben, sizin kadar sağlıklı değilim." Ayaz'ın bu çekingenliği yok etmek için kurduğu cümlelerinden sonra sesli bir şekilde güldüm.

"Ayaz abinizi boş verin. Ben varım, çikolataya bayılırım. Beraber yeriz."

O an Ayaz'ın hayretle bana baktığını fark ettim. "Hemen sattın beni." dedi Ayaz. Yine etkileyici gülümsemesi vardı yüzünde. "Çikolatalar sahnedeki masada. Çikolata canavarları seni bekliyor Güvercin'im. Eğer şimdi çikolataların olduğu yere gitmezsen bu canavarlar seni yiyecek. Sen de çok tatlısın çünkü."

"Sözlere bak," dediğimde gülüşümü yakaladı. Ben de çocukları peşime takıp sahneye çıkardım. Gösterişli bir kutu vardı masanın üzerinde. Kutuyu açtığımda kurdele ile bağlanmış, özenle sarılmış çikolatalar buldum. Çok güzel düşünülmüştü. Kutuyu elime alırken arkamı döndüm. Çocuklar ikili sıra olmuştu ve birbirlerine karşı çok naziktiler. Birbirlerini incitecek davranışlardan kaçınıyorlardı. Bu da benim çok hoşuma gitmişti. Kutuyu uzattım biraz eğilerek. Çocuklar da içinden birer tane alıp teşekkür ederek tekrar Ayaz'ın yanına gidiyordu.

"Teşekkür ederim, Güvercin Hanım." dedi ilk konuştuğum çocuk. Okuma ve yazma öğrenmişti ve Ayaz'a haber vermişti.

"Seni seviyorum yakışıklı." dedim göz kırparak.

Çocuk büyük bir şaşkınlıkla Ayaz'a doğru koştu. "Güvercin'in kalbini aldım!" dedi bağırarak. "Beni de seviyormuş!" Ayaz bana bakarken çocuğun yeniden cümlesini duydum. "Çok etkileyici!" İçime hoş bir his yayılırken çocuklara çikolata verme işi bitti ve kutuyu masaya koydum.

"Ama," dedi küçük bir kız. "Bize çikolata verdin ama sen almadın." Kutuya yaklaşmaya çalıştı ve boyu masaya yetmedi, tam uzanamadı kutuya. Sandalyeyi aldı, üzerine çıktı ve kutudan bir çikolata aldı. "Bu da senin." dedi sandalyeden inerken. Gülümseyerek çikolatayı bana uzattığında kıza sıkıca sarıldım.

"Çok tatlısın." dedim sakince, çikolatayı aldım elinden. Beraber sahneden indikten sonra çocuklar yerlerine dağılmıştı ama onların yeri farklıydı. Büyük ve uzun bir masaydı sadece, hepsi bir arada kalacaktı ve kırmızı halının bir tarafı tamamen onlarındı. Diğer tarafında ise büyükler kalacaktı.

"Çikolata görevi tamam." dedim Ayaz'ın yanına geçince. "Doğum günü çocuğu nerede?"

Ayaz başını kaldırıp Can'ın olduğu tarafa baktı, ben de yaptım aynısını. Eda yoktu ama Can gülerek bize el sallıyordu. "Eda yok, çocuğu almaya gitmiş olmalı." Kafamı onaylar biçimde salladım. "Gel," dedi ve elimden tuttuğu gibi sahnenin tam önüne getirdi beni. Bir adama baktı sonra. "Pastayı getirip kapanması gereken ışıkları kapatır mısınız?" Adam onaylayarak işinin başına geçti ama benim içimde bir huzursuzluk vardı.

"Pasta çikolatalı gelirse?" dedim sadece.

Keskin bakışlarını benimkilere çevirdi. "Yiyeceğim." dedi kararlılıkla, bunu ondan beklerdim zaten. "Çocuğun kalbini kıramam, pastasından yemezsem üzülecek ve bunu istemiyorum."

"Çok düşüncelisin," dedim buna hayran kalarak. "Çocuklar seni çok seviyor." Bunun hoşuna gittiğinin farkındaydım.

"Seni de çok seviyorlar," dedi ve yüzümü izlemeye başladı.

"Senin gibi mi?"

Sorumdan sonra hafifçe öne eğildi, bana iyi gelen sözlerini arzuluyordum sadece. "Şımarmayacaksan söyleyeceğim." dediğinde birden geri çekildim. Hesap sorar gibi dediğini tekrarlamasını istedim. "Evet," dedi bu sefer. "Benim gibi ama bak, şımarma."

"Hâlâ şımarma diyor," diye çıkıştım ve bu, onu güldürdü. "Gören de beni çok şımarık bir insan sanacak." Şaka yaptığını söyledi o an, bunu bildiğimi belirttiğinde Ayaz'ın gözleri direkt girişe baktı. Ben de baktığımda müzik çalmaya başlamıştı. Bir erkek çocuğu, Eda'nın elini sıkıca tutmuştu ve bize doğru geliyordu.

"Eda'nın çocuklarla ilgilendikçe annelik duygusu gelişiyor." dedi Ayaz birden. "Onlardan çok iyi bir aile olacak."

"Bunu Can'a da söyledin mi?" diye sordum.

"Söylemedim ama amca olmak bana da yakışır, değil mi?"

Kendimi tutamayıp güldüm. "Sen zaten amcasın. Eslem Yağmur'un amcasısın, unuttun mu?"

"Ha," dedi birden aydınlanır gibi. "Doğru. O vardı, onu unutmuşum. O zaman sen teyze olacaksın çünkü Can ve Eda bizden büyük. Bir gün bebişleri olursa bu gruba onu da alırım." Son cümlesi gülerek söylediğinde çocuklara kaydı gözüm. Hepsi de birer güzel kalp taşıyorlardı, düşünceleri de kalpleri kadar tertemizdi.

"Keşke onların da bir ailesi olsaydı..."

Annem ve babam gelmişti aklımda, özellikle de annem... Kim bilir şu an nasıldı, babamın omzuna yaslanıp ağladığını tahmin edebiliyordum. Ayaz da düşünceli oluşumu fark etmişti. "Onların bir ailesi zaten var." Ayaz'a baktım yeniden. "Onların ailesi biziz. Bana baba diyenler bile var aralarında."

"Bak sen..." dediğimde Eda yanımızda oldu çocukla. Pasta da önümüze çoktan gelmişti.

Çocuk pastaya bakmadan önce Ayaz'a yaklaştı. Müziğin sesi kısılırken Ayaz ile çocuğu izlemeye başladım. "Kalbin çok güzel," dedi çocuk, gözleri çoktan dolmuştu. "Bana babalık yaptığın için teşekkür ederim, baba..." Çocuğun karşısında diz çöktü Ayaz. Elleri, çocuğun gözyaşlarını silmişti ve kollarını tutmuştu. "Benim bir evim yoktu. Benim evim olduğun için teşekkür ederim, baba." Ayaz, çocuğun gözyaşını silmiş olsa bile çocuğun yanağından birkaç damla yaş daha düştü. "Sevgiye ihtiyacım vardı. Hep yok sayıldım, başımı koyacağım bir yastığım bile yoktu. Hayallerimi gerçekleştirmem için imkan bile verilmedi bana. Bana hayallerimi yeniden verdiğin için teşekkür ederim. İyi ki varsın, hep var ol baba..."

"Hep var olacağım oğlum," dedi Ayaz. Sesinin titreyişine şahit olmuştum, çocuklar en hassas noktalarından birisiydi. Yine çocuğun gözyaşlarını sildi ve onu kolları arasına aldı. "Senin için, sizin için hep var olacağım."

Ellerimi önümde birleştirip buruk bir tebessüm takındım. Çocuklar etrafımıza çoktan toplanmıştı. Hatta o an bir kızın bana iyice yaklaştığını fark ettim. "Sen de bizim annemiz olur musun?" dedi. Duyduğum sorunun şokundan sonra bütün çocuklarda gözümü gezdirdim. Hepsinin de gözleri doluydu. Ayaz'a baktım en sonunda, ne diyeceğimi bilmiyordum. O da çok şaşkındı. Ayaz'ın yanındaki çocuğa kaydı gözüm, bana gözyaşını silerek baktı. İçim paramparça olurken ölümü istediğim geldi aklıma. Ölümü isterken onlara nasıl annelik duygusunu yaşatacaktım?

"Ayaz abinin gölgesinde büyüdük." dedi bir kız.

"O bizim babamız oldu, bize babalık yaptı." dedi bir başka çocuk. Teker teker konuşmaya devam ettiler.

"Bizim evimiz yoktu, sokaklarda uyuyup uyanırdık."

"Sokaklar çatısı olmayan evlerdi bizim için ama tehlikeliydi. Kendimizi korumak zorunda kaldık. Artık öyle değil, artık bizi babamız koruyor."

"Düşmemize izin vermez hiç."

"Bize masallar anlatır. Kabus gördüğümüz anlar da yatağımıza uzanır, bize sarılır ve bizi öyle uyutur."

"Bizimle oyunlar oynar."

"Bizi çok seviyor Ayaz abi. Biz de onu çok seviyoruz çünkü bize çocukluğumuzu geri verdi."

"O bizim koruyucu meleğimiz..."

"Sen de melek gibisin. Bizim diğer meleğimiz olur musun?"

"Senin kanatların bizi saracak kadar büyük, Sokak Güvercini. Bizi kanatların altına alır mısın? Babalık duygusunu Ayaz abide yaşadık ama bir yanımız hep eksik. Annemiz de yok bizim. Bize annelik duygusunu senin vermeni istiyoruz."

"Bizim annemiz ol."

"Benim annem öldü." Bunu söyleyen bir erkek çocuğuydu. "Ben sevmeyi annemden öğrendim. Bir başka kadına anne demek ona saygısızlık olur mu, bilmiyorum." Duruşunu dikleştirdi ve gözümün içine bakmaya devam etti. "Ama annem hayatta olsaydı seni sevdiğimi gördüğünde gülümserdi. Seni sevebilir miyim? Annemi gülümsetmek için... Ona gülümsemek çok yakışıyor." Ağlamak üzereydim neredeyse, özellikle de işte bu sözler duygulandırmıştı beni.

"Düştüğümüzde sen kaldır bizi, yaramızı sen sar. Karnımızı doyur, üzerimizi giydir, uyuyamadığımız zamanlarda bizi sen uyut."

En sonunda bir kız konuştu. Çok küçüktü, muhtemelen çocuklar arasında en küçüklerdendi. "Bunları yapmasan bile saçımızı okşa. Biz buna da razıyız, bu bize yeter."

Ellerim titrerken yanağımdan birkaç damla yaşın aktığını fark ettim. Uzun süre ağlayamasam da son günlerde ağlayabildiğimi fark ettim. Bu anlardan birisini de şu an yaşıyordum. "Minik kalpleriniz o kadar güzel ki," dedim ama sesim ilk defa bu kadar kötü titriyordu. Ayaz da destek olmak amaçlı ayağa kalkıp bir kolunu belime doladı ve beni kendisine çekti.

"Birazcık sakin ol, yoksa bayılacaksın." diye fısıldadı ama onu dinlemedim.

"Artık siz sadece Ayaz'ın minik güvercinleri değilsiniz. Siz benim de minik güvercinlerimsiniz."

"Kabul ettin mi?" dedi yanımda duran kız çocuğu.

"Reddetmem için sebep göremiyorum." dedim kararlılıkla. Ayaz'ın elini tutup kolunu çektim çünkü kıza sarılmak istiyordum. Kız da kollarını açtı bana. Ona sarıldığımda diğer çocuklar da geldi sarılmak için. Bu sefer erkekler de çekinmedi. Hepsine sıkıca sarıldığımda ağlamamın şiddetlendiğini anladım. Gözyaşımı silemedim çocuklara sarılırken ama önümde duran çocuk yanaklarımı avucu içine alıp silmişti gözyaşımı. Yanağımı öpüp sarıldı bana. Ayaz, çocuklara öyle güzel sevgi aşılamıştı ki...

"Sen de hep var ol anne," dedi bir kız.

Gülümsedim. Ayaz'ın cümlesini yeniledim. "Senin için, sizin için hep var olacağım kızım."

Çocuklarla sarılma kısmını arkamızda bıraktığımızda doğum günü çocuğu Ayaz'ın hemen yanında, pastanın ise hemen önünde kaldı. Diğer çocuklar ise yetişkinler ile etrafımıza toplantı. Ben de çocuğun sağında kalmıştım, solunda zaten Ayaz vardı ve tebessümle beni izliyordu.

"Doğum günü çocuğumuz mumları üflerken bir dilek diler mi?" dedi Eda, gülerek gelmişti ve mumları çakmakla yakmıştı hemen.

"Benim dileğim gerçek oldu zaten. Bir anne ve baba sevgisi..." Gözleri Ayaz ve bende gezdiğinde ikimizin de elini tuttu. "Pastayı beraber keselim." Öne doğru eğilip gözlerini kapatarak mumları üfledi. Herkes alkışlarken Ayaz ve ben alkışlayamadık çünkü çocuk ellerimizi bırakmadı, aksine daha sıkı tuttu. Ben de boşta kalan elimle bıçağı aldım elime.

"Hadi, beraber." dediğimde çocuk, bıçağı tutan elimden tuttu. Aynısını Ayaz da yaptığında bıçağı pastayla buluşturduk. Bir dilim kesip tabağa koyduğumuzda çocuğun gözünün içi parladı.

"Önce siz yiyin." dedi ama pasta çikolatalıydı. Korkuyla Ayaz'a baktığında bozuntuya vermediğini gördüm.

"Ama Ayaz abi çikolata sevmiyormuş ve pasta tamamen çikolatalı. Hazal abla da bayılıyor. Zıt kutuplar." Karşımızda duran çocuğun cümlelerini duyduktan sonra Eda ve Can'a baktım. Onlar da korkuyla Ayaz'a bakıyordu sadece.

"Ayaz da çok severdi, eğer yiyebilseydi..." demek istedim ama çocuklara karşı bu cümleyi kuramazdım çünkü Ayaz'ın sevmiyorum demesini haksız çıkartırdım.

"Pastamdan yemek istemiyor musun, baba?" Çocuk üzüldüğünde eline bir çatal aldı Ayaz. Çocuğa uzattı.

"Pastayı sen yedirmezsen yemek istemiyorum." Çocuğu sevindirmek için kendisini ateşe atmasını beklerdim zaten Ayaz'dan. Çocuk o an büyük bir heyecanla çatalı pastaya götürdü. Birazcık aldığında Ayaz'a uzattı ama Ayaz geri çekildi. "Ama önceliğimiz hanımlar." Ayaz göz kırptığında çatalı benim dudaklarıma uzattı çocuk. Pastayı yediğimde ise gülmeye başladı. Bu sefer aynı çatal Ayaz'ın dudaklarına uzatıldı. Ayaz da bir saniye bile düşünmeden pastayı yedi. Boynuna kaydı gözüm, yuttuğunu gördüğümde yüzümde yanma hissettim. Gözlerim çocukla buluştuğunda mutlulukla pasta dilimini yemeye devam etti. Çocuğun o anki mutluluğu Ayaz için her şeye değerdi.

"Papatya'm," diyerek Ayaz'a yaklaştım. Çocukların pastaya yönelmesini fırsat bilmiştim.

"Buradan çıkmam gerekiyor. Alerji belirtileri birazdan başlar."

"Ayaz'ım, ne yaptın?" dedi Can. Eda ile o da hemen yanımıza gelmişti.

"Çocuğu kıramazdım." Ayaz'ın söylediği tek cümle bu oldu. Sonra çocuğa yöneldi. Çocuk, arkadaşları ile gülerek pasta yerken Ayaz'ın yüzünde başardım tebessümü oluştu.

"Ambulans hazır, bunu yapacağını bildiğim için çağırmıştım." Eda'nın sözünden sonra dördümüz de salondan çıktık ama çocuklara gözükmeden. Zaten beraber vakit geçirdikleri için bizi görmediler bile. Arkamızdan bir sürü koruma geliyordu ama tek odak noktam Ayaz oldu. Koluna girmiştim ve benden destek almasını sağlıyordum.

"Ağrın var mı?" diye sordu Can ciddiyetle. O an Ayaz öksürmeye başladı. Belirtileri yavaş yavaş başlamıştı.

"Karıncalanma var ağzımda." diyebildi ve kaşlarını çattı. Yine öksürmeye devam etti. Ambulansa geldiğimizde Ayaz ile üç koruma girdi ambulansın içine. Ben de gitmek istedim ama kolumu Can tuttu.

"Burada kalacaklar, gitmeyecekler yenge."

"Ne yapacaklar? İğne falan mı? Binsem ne olacak, ölürler mi!" Son cümlemi bağırarak söylediğimde Eda yanımızdaki korumalara doğru çevirdi benim yönümü. Ambulansı arkama almıştım.

"Sadece kontrolleri olacak. Alerji başlamadan önce ilaç aldı. Bu ilaç, alerjik reaksiyonu engellemiyor ama alerjik reaksiyondan kaynaklanan belirtileri en aza indirmeye yardımcı oluyor." Kaşlarımı çattığımda saçlarımı ellerim arasına alıp geriye attım. Gökyüzüne bakıp temiz havayı içime çekmeye başladım. Eda yine konuşmaya başladı bu sefer. "Ayaz'ınki tedavisi olmayan bir alerji. Net bir tedavisi yok ama kolaylıkla atlatıyor. Merak etme, pastayı yemeden önce de almıştı ilaçtan zaten. Kontrol altına alınacak."

"Ambulansın kapısını niye kapattılar?" diye sordum.

"Oy oy oy," diyerek yanıma geldi ve bana sarıldı Can. "Sen, benim kardeşimi bu kadar çok mu sevdin?" Eda'ya baktığımda tebessümle bize baktığını gördüm.

"Umut Can, söyle onlara. Beni de alsınlar içeriye."

"Ama korumalar var yanında." dediğinde sarılmayı bırakıp ellerini omzuma koydu. "Birazdan yanında olursun."

"Çok ağrısı oluyor mu?" diye sordum çaresizlikle.

"Sen," dedi Eda. Hemen yanımızdaydı. "Ne zaman sevmeye başladın Ayaz'ı?"

"Ya Eda," dedim sesim yükselirken. "Ben ne soruyorum, sen ne diyorsun? Cevap vermekten kaçmayın bence. Çok ağrısı oluyor, değil mi? Şiddetli baş ağrısı, migren, kramplar falan demişti. Çok fazla belirtisi var."

"Ay!" Can'ın sesinden sonra dudağımı büzdüm sadece. "Yeter, bu ne ölü toprağıdır arkadaş!" Bana kızdığını düşündüğüm için başka tarafa çevirdim başımı. "Biraz canlılık lütfen." dedi ama yine bakamadım ona. "Sana kızmadım ama yenge." Kollarımı birleştirip ambulansın kapısını izlemeye başladım.

"Efendim," dedi bir koruma yanıma gelerek. "Ayaz Bey'in en yakını sizsiniz. Odasını ayarlamamızı mı istersiniz? Yoksa evinde mi kalacak? Dinlenmesi gerekiyor, biliyorsunuz."

"Benim evimde kalacak." dedim adama. Başını sallayarak onayladı.

Tekrar döndüm ambulansın olduğu tarafa. Kapısının açılmasını bekledim ama açılmadı. En sonunda daha fazla dayanamayıp yaklaştım kapıya. Kapıyı tıklattığımda Can ve Eda ne yaptığımı sorguluyordu. "Hey!" diye bağırdım. "Doktor hanımlar veya beyler, her kimseniz! Kapıyı açın, ben de geleceğim." Kapı açılmadığında sinirle tekrar vurdum. Tıklatmadım bu sefer, gerçekten vurdum. "Ya alsanıza beni! Üvey evlat gibi dışlayıp kapıda bıraktınız." Kapı o an açıldı. İçeriye baktığımda Ayaz'ın gülümsediğini gördüm. Gözlerimin ilk aradığı kişi de o olmuştu zaten. Korumalardan birisi elini uzattı bana. Elini tutup içeriye girdiğimde kapıyı açık bıraktılar. Ben de hemen Ayaz'ın yanına oturup elimi yanağına koydum.

"İyiyim," dedi sakince.

"Ağr-"

Ne diyeceğimi bildiği için sözümü kesti direkt. "Fazla yok. Atlatılır Güvercin'im, merak etme." Başını göğsüme yasladı, ben de yanağını okşadım.

"Belirtileri aldığınız ilaç en aza indirdi ama şiddetli baş ağrınız devam edebilir, Ayaz Bey. Ağrı kesici alabilirsiniz." Beyaz önlüklü adam konuştuğunda gözleri bana kaydı. "Sizi içeri almam için bu kadar çaba harcamanızı taktir ettim. Lütfen bir daha olmasın." Adamın son cümlesi beni bozarken Ayaz başını kaldırıp baktı adama.

"Onu niye dışarıda bırakıyorsunuz? Korumalarımın yanında kalabilirdi."

Bu sefer ben söze girdim. "Can tuttu kolumdan, adam bir şey yapmadı ki. Can engelledi içeri girmemi. Beyefendi ve ekibi sadece kapıyı açmadılar." Son cümlemi bastırarak söylediğimde doktor gülmeye başladı.

"Tam da kendinize layık bir kadın bulmuşsunuz, mücadeleci ve inatçı."

Ayaz'a kurduğu cümleden sonra onu tanıdığını anladım. "Darısı başına," dedi Ayaz tebessümle adama. "Allah yardımcın olsun bu sefer. Benimki inatçı olabilir ve bu hoşuma gidiyor. Senin hayatına inatçı bir kadın girerse çıldırabilirsin."

"Aman aman!" Adamın tepkisine göz devirdim. "Ben inatçı bir insanla yürütemem ilişkiyi. İnatlaşmak hiç bana göre değil. Hem Ayaz Bey, sağlıkçılar sevmesini iyi bilir çünkü ölümlere şahit oluyoruz."

Ayaz başını o an tekrar göğsüme yasladı. Ölüm konusu geçtiği içindi galiba, bu konu her geçtiğinde kendini çok kötü hissettiği belliydi. "Sana bir hayat borçluyum." dedi. "Benim hayatımı kurtardın, geçmişimde yer alan o anıda sen de varsın. O günden bu yana iletişim halindeyiz. Ama gerçekten sevebilmek için sağlıkçı olmak gerekmez, bazen yakını kaybetmek gerekir mesela. Tabi ki, haklısın ama ben sağlıkçı değilim doktor. Yine de sevmesini çok iyi biliyorum."

"Bunu fark ettim Ayaz Bey." Adam malzemelerine düzen vermeye başlayınca son bir cümle daha kurdu. "Kapı kapandığında gözünün dışarıdaki yârini aradığı zaman fark ettim."

Bir şey demeden Ayaz'ı sarmaya devam ettim. "Başının ağrısı çok mu?" diye fısıldadım.

"Öpersen geçermiş." dedi kafasını kaldırıp bana bakarak.

"Öpersem geçecek mi?" diye tekrarladım aptalca. Kafasını sallayarak onayladı ve ben de o an alnına düşen saçlarını umursamadan öptüm alnını.

"Geçti mi?" dedi doktor gülerek.

"Geçti..." Ayaz'ın tebessümle geçtiğini söylemesi beni de gülümsetti.

"Ne zaman çıkabileceğiz?" diye sordum doktora bakarak.

"Bu soruyu Ayaz Bey sormalıydı aslında." Anlamayarak kaşlarımı çattım. "Ayaz Bey askerliğini yaparken ben de yanındaydım. O her yaralandığında yarasını ben sardım. Yanındaki tek doktor bendim. Her yarasını sardığımda bana ne zaman gideceğini sorardı ve görevlere devam etmek istediğini söylerdi." Anladığımı belirttiğimde Ayaz elimi tuttu ve yerinde toparlandı.

"Çocukların yanına döner misin?"

"Seni bırakamam." dediğimde doktora baktı, doktordan bir şey söylemesini bekliyordu.

"Çıkabilirsiniz," dedi doktor. "Alerji belirtileri artma gösterirse beni aramanız yeterli. Evinizde dinlenin, bugün için kendinizi pek yormayın. Gürültülü ortamlardan da uzak durun. Baş ağrınız zaten şiddetli olacak. Geçmiş olsun, belirtiler sona erdiği zaman bana mesaj atmayı unutmayın lütfen." Ayaz ayağa kalkarken ben de ayaklandım. "Ve son olarak." İkimiz de aynı anda doktora baktık, doktor ise gülümsedi. "Bana olan borcunuzu düğün davetiyesi yollayarak ödeyebilirsiniz, Ayaz Bey."

"Aklımdasın doktor," dedi Ayaz. Tebessümünü de eksik etmemişti. Ambulanstan indiğimizde korumalar Ayaz'ı merakla karşıladı, Can ve Eda ise rahattı.

"İyi misiniz efendim?" diye sordu bir koruma.

Ayaz da tebessümle onayladı sorusunu. "Kutlama bitene kadar burada kalacağım. Sonra eve geçeriz Güvercin ile." Yine koluna girdim, bir şey demedi buna ama hoşnuttu bu durumdan. Tekrar içeriye girdik ama hâlâ belirtiler devam ediyordu. Ayaz'ı burada daha fazla tutmak istemesem bile geri döndük salona.

"Gürültülü ortamlardan uzak duracaktın." dedim Ayaz'a. Hâlâ endişe vardı üzerimde ve endişemi görüyordu Ayaz.

"Sen neden endişe ediyorsun?" diye sordu şaşkınlıkla.

"Alerjin var çikolataya, etmeyim mi?"

"Etme, sakin ol sadece." dedi rahatlıkla. "Hediyelerimizi verelim, sonra çıkarız."

"Şimdi versek," dedim ona yaklaşarak. "Dinlenmen gerekiyor. Eve geçelim, zaten babam da biraz dolaşıp eve geçmemizi söylemişti. Sen yatarsın, olmaz mı?" Kaşlarını çattığında etrafa bakındı. "Kime bakıyorsun?" diye sordum.

"Cennet'e." dediği an yine cinlerim tepeme çıktı.

"Sebep?"

"O kadına dikkat etmemiz gerekiyor. Ben buradan çıktığım an eğer hain oysa odama girmeye çalışacak. Önlem almalıyım." Şimdi girip giremeyeceğini sordum. "Şimdi giremez." dedi rahatlıkla. "Odamda güvenlik üst seviye. Pardon, odamızda." Son kelimeyi bastırarak söyleyince kaşlarım havaya kalktı. "Ben gidince deneyebilir belki. Bilmiyorum Güvercin'im. Göremiyorum o kadını burada." Ben de bakınmaya başladım. Cennet'i gördüğümde ise Ayaz'ın elini sıkıca tuttum çünkü kadın kuytu köşede bizi izliyordu.

"Papatya'm," dedim Ayaz'a doğru yaklaşarak. "Sakın dediğim yere bakma." Kafasını onaylar biçimde salladı ve konuşmaya devam etmemi bekledi. "Yetişkinlerin olduğu bölümde, en arkada. Köşede ve bizi izliyor."

"Bizi mi izliyor?" diye tekrarladı Ayaz. "Sana kafayı taktı gibi gözüküyor."

"Bence kafayı sana takmış."

Atarlı cümlem onu gülümsetti. "Ne önemi var, Güvercin?" diye sordu. "Aramıza giremeyecek sonuç olarak. Bize kafayı takmış olmasının bir önemi yok."

Yüzünü inceledim biraz. "Neden resmiyet yok aranızda?" diye sordum yüz ifadesini merak ederken. Sorum sorguya çeker cinstendi ve sorguya çekmeye devam ettim. "Herkes sana 'Ayaz Bey,' derken bu kadın neden sonuna beyi koymuyor? Sinirimi bozuyor biraz."

"Bazen resmiyet koymuyor, bilmiyorum, önceden pek rahatsız etmezdi aslında." Tek kaşım havaya kalkarken yutkunduğunu gördüm, yanlış yerde yanlış cümleyi kurmuştu. "Arkadaşça yaklaşıyordu çünkü bana." Bu sefer kaşlarımı çattım. Ayaz da sürekli afallıyordu zaten. "Bana öyle bakma ya, kötü hissediyorum."

"Aman," dedim diğer elini de tutarak. "Tamam, ileri gitmenin bir önemi yok. Önceden ne olduğu umurumda değil ama artık ben varım. Seninle konuşurken resmiyet takınmazsa o kadını parçalarım, umarım sülük gibi yapışmaz yakamıza." Ayaz tebessüm ederken gözleri doğum günü çocuğuna kaydı. "Hediyemizi verip çıkalım mı?" diye sordum bende ne düşündüğünü anlayarak.

"Olur. İkimiz için de hediye ayarlamıştım, onları verip geçeriz eve." Başımı sallayarak onayladım ve hediye paketlerinin olduğu yere doğru ilerledik beraber. Ayaz'ın bir elini bırakmıştım ama diğer eli hâlâ elimdeydi, o bırakmak istemiyordu.

"Ne aldın?" diye sordum merakla.

"Çocukken en çok ne severdin?"

Sorusu beni geçmişe götürürken kısa süreliğine düşünmeye başladım. "Elma şekerlerini," dedim ve devam ettim. "Hayvanları, en çok da güvercinleri." Son olarak Ayaz'a takılmak için bir cümle kurdum. "Bir de kahverengi gözlü bir erkeği." Hayretle ne dediğimi sorguladı. "Çimenlere oturdum diye üzülmüştü. Beyaz elbisem kırmızı olmuştu, yere oturursam yeşil de olacaktı çünkü." Üzerimdeki elbiseye baktım ve gülümsedim. "Şimdi de kahverengi. Ben neden sürekli beyaz elbiselerimi kirletiyorum?" Soruma tam anlamıyla içten bir gülüş takıldı.

"Beyaz sana çok yakışıyor ama evet, sürekli kirleniyorlar." İki tane hediye paketi seçti ve birisini bana uzattı. "Sadece bir şey değil, bir sürü şey var paketin içinde. Üzerinde isimlerimiz yazıyor, bunlar bizimkiler." Başımı sallayarak onayladım ve çocukların olduğu yere geçtik. Doğum günü çocuğu bizi görünce direkt ayağa kalktı.

"Tatlı oğluşumuz," dedim çocuğa yaklaşırken, ismini de henüz bilmiyordum. "Nasılsın?"

"İyiyim anne," dedi çocuk bana. Garip hissettirse bile bir çocuğun anne sevgisine muhtaç olmasını görmezden gelemezdim. "Siz nasılsınız?" diye sordu çocuk merakla. Düşüncemi böylece elimin tersiyle ittim ve çocuğa odaklandım.

"İyiyiz anneciğim," dedim tebessümle. Saçını okşadım ve öptüm. "Yalnız Ayaz abinin birazcık ağrısı var. Başı ağrıyor da, biraz da halsiz zaten. Hediyelerimizi getirdik sana. Birazdan o dinlenmeye gidecek."

"Hasta mı oldun baba?" Çocuk bana bir şey demeden Ayaz'a yönelmişti.

"Sadece biraz yorgunum babacığım." dedi Ayaz. Tebessümünü eksik etmemişti, bunu her zaman takınıyordu çocukların yanında çünkü o tebessüm çocuklara da bulaşıyordu hep.

"Başına masaj yapıyım mı? Sen, bizim başımız ağrıdığında dizine yatırıp masaj yapardın."

"Olabilir aslında." Ayaz'a baktım merakla. "O zaman bir anlaşma yapalım." diye devam etti konuşmaya. "Ben yarın tekrar geleceğim. Sen bana masaj yaparsın o yumuşak ellerinle. Şimdi birazcık işim var çünkü. Yoksa şimdi kalırdım."

"Tamam, anlaştık." O an çocukla göz göze geldim. "Yarın sen de gelecek misin anne?" Sesli bir şekilde onayladım. Çocuk da ikimize sarılmak için kollarını açtı, onu sardığımızda Ayaz'a baktım. Yüzünden huzuru okunuyordu. "Hediyeler için teşekkür ederim ama gerek yoktu." dedi çocuk bizden ayrılırken.

"Olur mu öyle şey? Tabi ki gerek var, bugün senin doğum günün. İyi ki doğdun, iyi ki varsın canım."

Cümlelerimden sonra Ayaz da söze girdi. "İyi ki doğmuşsun oğlum." dedi onun saçını öperken. "Siz de iyi ki doğmuşsunuz minik güvercinlerim. Hepiniz de iyi ki varsınız." Diğer çocukları unutmayışı beni sevindirmişti, onlar da karşılık verdi bize. Ayaz da ben de mutluyduk onlarla. Çocuklara teker teker veda edip salondan çıktık. Can ve iki koruma da bizimle geldi.

"Sizi eve biz bırakacağız." dedi Can. "Senin aracı ben kullanacağım. Arkadaşlar başka araçla takip edecek bizi. Arabanı evin önüne bıraktığımda arkadaşların yanına geçerim." Ayaz kafasını sallayarak kendi arabasının kapı kilidini açtı. Anahtarı da Can'a verdi. Ayaz ile ben arkaya otururken korumalar da kendi araçlarına yöneldi.

"İyi misin?" diye sordum arabaya bindikten sonra.

"Başım çok kötü ağrıyor." dedi sadece, omzuma yatırdım başını.

"Ne zaman bu kadar ileri gittiniz?" diye sordu Can gülerek. Bizi izlemişti bir anlığına.

"Bugün." Ayaz'ın tebessüm ettiğinden emindim. "Aslında adımı Ayaz attı ama ben atamadım. İçimde birikmişler vardı. Cenazeden dolayı işte ya da geçmişimle ve bazı korkularımla alakalı. Ona sarılarak attım atmam gereken adımı, ihtiyacım vardı."

"Ben uzun süre sadece arkadaş olarak devam ederiz sanmıştım." Ayaz'ın cümlesinden sonra sessizliğimi takındım ama o devam etti. "Onu gördüğümden beri ihtiyacım vardı sevgisine, bu sevgiye layık bir adam olarak kalmaya devam edeceğim." Son cümlesi dikkatimi çekerken Ayaz'ın eli yine bir elimdeydi ve parmaklarımla oynuyordu. Yolun sonrası sessizce geçerken eve kadar gelmiştik, arabayı park etti Can. Biz de hemen dışarı çıktık. "Sonunda," diye fısıldadığını duydum Ayaz'ın.

"Geçmiş olsun kardeşim." dedi Can. Tokalaştılar ve Umut Can veda ettikten sonra direkt korumaların olduğu arabaya geçti. Biz de bahçeye girdik. Evin kapısını açarak içeriye girdim, Ayaz da hemen arkamdaydı. O da içeriye girince kapıyı kapattım.

"Sessizlik iyi geldi." diye mırıldandım. Bunu onaylamıştı hemen, sadece onayladığını belirtip salona doğru yürümeye başladı. "İyi misin? Ağrı kesici getireceğim."

"Gerek yok Güvercin," dedi beni durdurarak. "Yanımdan ayrılma, sadece birazcık uyumak istiyorum." Başımı sallayarak takım elbisesinde gezdirdim gözümü. Ceketini çıkardı, gömlekle kaldı. Onu takım elbise içerisinde gördüğüm için üzerimde ufak bir heyecan vardı. Etkileyici bir insandı ama takım elbiseyle daha etkileyici oluyordu. Ben bunları düşünürken o koltuğa uzandı.

"Koltukta rahat edebilecek misin?" diye sordum merakla.

"Pek uyumayacağım zaten." Yan yatarak yüzünü bana çevirdi. "Yanımda kalır mısın Güvercin? Sadece ben uyanana kadar."

"Kalırım Papatya," dedim tebessümle. "Baş ucuna oturabilir miyim?" Kabul edip beni koltuğun en başına oturttu. Yastığı da bana yaslayıp uzandı. Alnına düşen saçlarını çektim bir kenara. Gözümün içine baktı. "Uyu sen," diyerek söze girdim. "Sadece biraz masaj yapacağım." Bir şey demeden gözlerini kapattığında başına masaj yapmaya başladım. Tebessüm takındı ama gözlerini yine açmadı. Uykuya da çok geçmeden daldı. Uyandırmamak için masaj yapmayı bıraktım ama gözlerimi ondan alamamıştım.

Aklıma çocukların kurduğu cümleler geldi. En son da aklıma gelen doğum günü olan çocuğun, "Sen, bizim başımız ağrıdığında dizine yatırıp masaj yapardın." demesi oldu.

Kalbinin kalkanı vardı Ayaz'ın. İndirmek istemediği bir kalkandı bu ama bana karşı korunaklı değildi. Kalbini benden korumadı, kalbini bana yuva yaptı. Kalkanı da beni korumak için yine kalbinin etrafında taşıdı.

Bugün olanlara gerçekten anlam veremedim. Cenazeden çıktık, Siyah Emare'nin mekanına geçtik. Cennet değişik hareketlerde bulundu. Ayaz'ın bana karşı hislerini öğrendim. Eda ve Can ile karşılaştık kurumda. Çocuklarla doğum günü partisine katıldık. Bana anne demek istediklerini söylediler. Kabul ettim. Ama bugünün en güzel yanı çocuklardı.

Ezan vakti gelince eve koşardım çocukken. Bu çocukluğu özlüyordum ama geri dönemiyordum o günlere.

Çocuklarla çocuklaşmak vardı bir de.

En güzel yanı buydu yaşadıklarımın...

Anne..."

Saatlerdir uyuyordu Ayaz. En son bu kelime çıktı dudaklarından, uyanık değildi. Hemen yerimde toparlandım hafifçe. "Anne," diye fısıldadı tekrar. Uykusunda konuşuyordu ve kaşları çatıktı. Eli başına gitti ama uzun sürmeden tekrar karnına koydu. Konuşmaya başladı. "Anne, ben yapmadım." İsmini fısıldayarak elini tuttuğumda kaşlarını serbest bıraktı. "B-ben yapmadım." Öfkeyle nefes verdi. "Onu, ben öldürmedim..." dedi bu sefer. Suçlandığı cinayetten bahsediyordu galiba.

"Ayaz," dedim tekrardan. "Uyan hadi, ben varım yanında. Aç gözünü."

"Özür dilerim." dedi acı içinde. "Ellerimdeki kandan korkuyor musun?" Sorusunu duyduğum an yutkundum. Rüyasında ne gördüğünü gerçekten merak etsem bile daha fazla acı çekmesini istemiyordum. Onu uyandırmak için daha sesli bir şekilde konuşmaya başladım. O gözünü açtığında da psikolojik olarak rahatlama geldi.

"Ayaz," dedim. Beni duyar duymaz yerinde toparlandı ve yüzünü elleriyle kapattı. Dirseklerini bacağına koymuştu ve susmak tercihi olmuştu. Hemen yerimden kalkıp yanına oturdum. Elleri titriyordu. "İyi misin?" diye sordum. "Ne gördün rüyanda?"

"Kalbim acıyor." Sesi titriyordu. Duygusal bir insan olsaydı şu an net ağlamaya başlardı.

"Neyin var Ayaz," dedim korkuyla. "Yüzüme bakar mısın?" Kafasıyla reddetti. "Neden?" diye sordum ama cevap vermedi. Ben de ona sarıldım.

"Ruhum, bedenimden çıkmaya çalışıyor sanki." Ellerini yüzünden çekti, başını bana yasladı. "Canım çok acıyor, hâlâ bu acı dinmedi." Derin bir nefes aldı. "Yaşanmışlıklar değil kalbimi acıtan, yaşanacaklar... Canavarım hiçbir zaman karanlıkta olmadı. O hep kafamın içindeydi ve orada kalmaya devam ediyor."

"Ne yaşanmış olursa olsun, bir arada kalmayacak mıyız zaten?" diye sordum. Başını biraz kaldırıp gözümün içine baktı.

"Hep yanımda mı kalacaksın?" Bundan şüphesi var gibi sormuştu soruyu. Direkt onayladım. Bir şey demedi, tebessüm bile takınmadı. Bana sarıldı, beni kaybetmek istemiyormuş gibi sarıldı. Canının acısını dindirmek ister gibi sarıldı... "Gitme," diye fısıldadı. "Gitme Güvercin'im. Sen de bir gün gidersen o zaman ömrümün sonuna gelmişim demektir."

"Öyle konuşma ama," dedim ama onun konuşmasına telefonum izin vermedi. Çalmaya başladığında ikimiz de toparlandık. Telefonuma uzanıp elime aldığımda da Ayaz'ın sinirleri bozulmaya başladı çünkü Uras arıyordu. Telefonu açtım, kulağıma götürdüm ama konuşma konusunda isteksizdim. "Efendim Uras?" dediğimde Ayaz'a kaydı gözlerim. İfadesiz bir suratla beni izliyordu sadece.

"Nasılsın Hazal?" diye sordu Uras. İyi olduğumu söyleyip onun nasıl olduğunu sormadan neden aradığını sordum. "Deden ölmüş galiba." dedi ilk önce ve devam etti. "Başınız sağ olsun. Yanına gelmek istiyorum da, nerede olduğunu soracaktım."

"Teşekkür ederim ama yanıma gelmene gerek yok." Bunun sebebini sordu. "İstemiyorum." dedim gelişigüzel bir şekilde. "Hem Ayaz ile beraberim. O yanımda zaten, senin gelmene gerek yok."

"Ayaz da yanından ayrılmıyor."

Atarlı cümlesini duyduğumda Ayaz telefonu almak için elini uzattı, söylediklerini duymuştu galiba. Uras'a bir şey demeden telefonu Ayaz'a verdim. "Merhaba Uras," dedi önce Ayaz. "Bir derdin mi vardı?"

Biraz yaklaştım telefona, kulağıma Uras'ın sesi böylelikle daha rahat gelmeye başlamıştı. "Hazal'ı görmek istiyordum, sadece söylemek istedim." Ayaz'ın kaşları çatılırken sıkıntılı bir nefes aldı. "Kaç gündür yoksunuz zaten, okulda da gelmediniz. Hazal senin arkadaşın olduğu gibi benim de arkadaşım."

"Senin psikopat olduğun kadar ben de psikopatım." Ayaz'ın cümlesi beni şaşkınlığa sürüklerken ne demek istediğini sordum. "Sadece söylemek istedim."

"Ne alakası var?"

Ayaz'a baktığımda öfkesi zirveye ulaşsa bile sakince oturan bir adam gördüm sadece. "Çok alakası var." dedi rahatlıkla. "Okul meselesini diyorum, ancak psikopatlar araştırmaya devam edebilir böyle bir olayı."

"Hazal'ı bu konudan da benim yanımdan da çektin zaten. Daha ne istiyorsun?"

Uras'ın cümleleri bıçak gibiydi ama Ayaz'ın cümleleri daha keskindi. Lafını çekmeden konuşmaya devam etti. "Hazal'ı senin yanından ben çekmedim. Biz zaten sürekli beraberdik, beraber olmaya da devam edeceğiz. Neyin peşinde olduğunu biliyorum. Barış Demir Deniz'e okulu anlatmışsın. Nerede gördün, nasıl ulaştın Hazal'ın babasına? Bilmiyorum ama attığın her adımda ben varım, Uras. Adımlarına da Hazal ile konuşmalarına da dikkat et. Hatta onunla hiç konuşma."

"Mafya falan mısın oğlum? Ne bu havalar?"

"Mafya değilim."

"Ama katilsin."

Sessizce arkama yaslanıp onları dinlemeye devam ettim. "Katil de değilim," dedi Ayaz rahatlıkla. Uras ise yaşadığı iftirayı yüzüne vurmuştu hemen. Bunu nereden bildiğinin tek bir açıklaması vardı. Oturmuştu ve işsiz gibi Ayaz'ın geçmişini araştırmıştı. Tek açıklaması buydu yani. "Ama olabilirim." Gözleri bana kaydı. "Attığım adımlarda ayak izin bile olmasın, seni hayatımızda istemiyorum."

"Hazal adına da konuşman ilginç. Neyi olarak diyorsun bunu?"

"Erkek arkadaşı olarak." Uras'ın sesi içine kaçarken Ayaz telefon konuşmasını daha fazla uzatmadan aramayı sonlandırdı.

Ben de bunu fırsat bilerek "Aklında neler dönüyor?" diye sordum merakla.

"Bu çocukta var bir şey, Tolga'nın arkadaşı çünkü." dedi telefonumu bana uzatırken. "Çok iyi oynarım, oyunuma başlıyorum Güvercin'im." Neyi kastettiğini ve bu düşünceye nasıl vardığını sordum. "Babana ulaşıp her şeyi anlatması normal değil." Dediğini garipsemedim çünkü haklıydı. "Bir amacı vardı. Beni, senden uzaklaştırmaya çalışıyor çocuk. Bunu yapmasının bir sebebi var. Sen yanımda oldukça kuduruyor, baksana. Ama ne yapmaya çalıştığını anlayacağız, amacına ulaşmasına izin vermeyeceğim."

"Bu zekayla neden çok iyi bir lider olduğun anlaşıldı," diye fısıldadım ve bu Ayaz'ı gülümsetti. "Çocuklar çok tatlı." Derin bir nefes aldım. "Gerçekten onlara baba sevgisini verebilmişsin, bu da çok güzel." Toparlanıp arkasına yaslandı.

"Keşke biyolojik babalarından alsalardı o sevgiyi."

Buruk bir tebessüm takınarak ben de arkama yaslandım. "Keşke..." Gözlerim pencereye kaydı. "Bana anne demek istemeleri çok şaşırttı." Kaşlarım çatılırken içime garip bir his yayıldı. "Çok dokunuyor. Anne, babaları tarafından sokağa bırakılmaları ve bir başka insana anne ve baba demeleri bana çok dokunuyor." Ayaz'a baktığımda perişan olduğunu ve gözümün içine perişanlıkla baktığını gördüm.

"En azından güvendeler." Üzerime kaydı gözlerim ama hâlâ aklımda mekanda yaşadıklarımız vardı. "Değişmek ister misin?" diye sordu Ayaz anlayışla. "Pek rahat değilsin galiba." Tamamen konuyu değiştirmek istemişti. Bu çok belliydi.

Başımı sallayarak onaylarken ayağa kalktım. "Ama geldiğimde çocuklarla ilgili konuşmaya devam edeceğiz."

"Söz," dedi gülümserken. Ben de ona arkamı dönüp odama doğru yürüdüm. Odama vardığımda kapıyı kapattığım gibi yatağımın üzerine oturdum. Gözlerim telefonumdaydı. Annem hâlâ aramamıştı. Daha fazla dayanamadan ben aradım annemi ama maalesef telefonu kapalıydı. Ben de babamı aramaya karar verdim. İkinci çalışında açmıştı telefonu.

"Efendim güzelim," dedi.

"Ne yapıyorsun baba?" diye sordum.

"Sigara içiyordum, siz ne yaptınız?" Kaşlarımı şaşkınlığım yüzünden çattım, babam normalde sigaradan uzak duran bir adamdı.

"Ne zaman başladın sigaraya?" diye sordum sorusuna cevap vermeden.

"Şu an ilkini içiyorum." Sessiz kaldım duyduğum cümleden sonra ama babam bundan rahatsız olmuştu. "Hazal," diye söze girdi. "Biliyorum. İçmemi garipsiyorsun ama annenin acı çekiyor olması sinirlerimi bozuyor. Düşüncelerim bulanıklaşıyor. Ben de yalnız kalıp bir dal içerek dumanında derdimi bulmak istedim." Yine bir şey demedim içiyor olmasına.

"Evdeyim ben." dedim sadece. "Annem nasıl?"

"Annen iyi olacak güzelim. Lütfen kötü hissetme, annen acılarını benimle paylaştıkça iyi olacak. Sen, biz eve gelene kadar Ayaz'a odaklan. O yanında mı?"

"Odamdayım ben. O salonda."

Derin bir nefes aldı. "Öğrendin mi?" dediğinde Siyah Emare'den bahsetmeye başlayacağını anladım. Onayladığımda yine konuşmaya devam etti. "Peki hisler ne oldu? Onlara dokundun mu?"

"Dokundum." dediğimde iyi hissetmiyordum. "Ona sarıldım çünkü ihtiyacım vardı. İhtiyacım olmasaydı o adımı atmayacaktım." Nedenini sordu ve muhtemelen nedenini bile bile sormuştu. "Gül Ayşe'yi kaybettikten sonra bir insana bağlanmam ne kadar doğru?" diye sordum.

"Ayaz ile iyileşebilirsin. O da seninle iyileşebilir, Hazal. Hayatına insan almadan ve sürekli bu kaybetme korkusuyla yaşamaya devam edip herkesten uzaklaşırsan bu hayatı yaşayamazsın."

"Sorun şu ki ben bu hayatı yaşamak istemiyorum zaten." Sesim titrerken babama karşı bu cümleyi kurduğum için birazcık tırstım. Daha derine inmemi istedi. "Yaralarım... Onlar iyileşmek istemiyor baba." Nedenini sordu. "Çünkü yaramı birisine güvenip sarmasına izin verirsem ve o kişi bir gün çekip giderse..." Cümlemden sonra yutkunma geldi. Sessizliğimi de dinledi babam ama fazla sürmeden yeniden konuşmaya başladım. "Yaralarım daha derinden tekrar açılacak ve kanaması durmayacak."

"Sen yarasını sarmayı bilen, güçlü bir kızsın. Sen, benim kızımsın Hazal. Ben sana yaranı başkasına emanet et demiyorum. Yaranı Ayaz ile iyileştir diyorum. Sen, kendi yaralarını sararken sana sargı bezini Ayaz uzatabilir." Ayaz ile beraber olmamı neden bu kadar istediğini sordum birden. "Çünkü yalnızlıktan kafayı yemek üzeresin." diye çıkıştı bana.

"Aşk olsun." dediğimde ise tebessüm takındığını düşündüm. Umarım takınmıştır.

"Ayaz'ı da delirtme ama." Bu sefer ben tebessüm takındım ama hemen soldu. Babamın sorusunu duyduğumda da tebessüm takınmama lanet okudum. "Kendini nasıl hissediyorsun?"

"Garip." Nedenini sordu. "Daha önce hiç aşık olmamıştım." dediğimde bu sefer gerçekten emindim babamın tebessüm ettiğinden. "Biz de sizin gibi olur muyuz acaba?"

Sorumu duyar duymaz kurduğu cümlesine bozuldum. "Evli ve iki çocuklu mu? Oha ama."

"Onu kastetmedim baba." dediğimde sesim yine titredi. Takıldığının farkındaydım ama. "Annemle aranızdaki sevgiden bahsediyorum. Ben sevmeyi sizden öğrendim." Son cümlemi kurduğumda aklıma mekandaki çocuk geldi. "Seni sevebilir miyim, annemi gülümsetmek için." diyen çocuk...

"Neden olmasın? Lakin bizim gibi olmanız için çok yol sarf etmeniz gerekiyor güzelim. Ayrıca unutma ki sen Ayaz'a adım atmaya korkarsan bu yolu yürüyemezsiniz."

"Korkular neden bu kadar çaresiz bırakıyor baba?" Gözlerim dolmadı. Fazla duygusuzdum ya da duygularımı fazla görmezden geldim.

"Sen eskiden her düştüğünde elini hep ben tuttum. Seni, ben kaldırdım. Yirmi üç yaşındasın şimdi. Artık ellerini tutmama izin vermiyorsun, Hazal. Düştüğünde elimi sana uzatsam bile beni geri çeviriyor ve kendinden destek alarak kalkıyorsun ayağa. Bütün yükleri omzunda taşıyamazsın. İnsan bazen ağlayabileceği bir omuz istiyor. Sen artık bunu da yapmıyorsun, ağlarken omzuma veya göğsüme yaslanmıyorsun. Sen büyümüş ve büyüdükçe güçlenmişsin."

"Ben bugün Ayaz'ın göğsüne sığındım." dedim acı içinde. "Ben, senin yerine Ayaz'a mı gittim? Ben, sana neden gelemiyorum baba?"

"Ben her zaman yanında olamadım."

"Ayaz da her zaman yanımda olamadı." dediğimde yanağımdan bir damla yaş düştü.

"Sen en son çok küçükken ağlamıştın." diye söze girdi babam. Ağladığımı anlamıştı. "Duygularını bir rafa kaldırdın ve tozlanmalarına izin verdin." Derin bir nefes aldı. "Uzun bir süre sonra ilk defa ağlamaya başladın. Bu duygularını yeniden yüklendiğin anlamına geliyor. Kalbini kullanmazsan atmış olmasının ne anlamı kalır? Sevmezsen sevilmenin ne anlamı kalır, Hazal?"

"Ben ellerimi tutan tek erkek sen olursun diye düşünmüştüm." dediğimde bunun imkansız olduğunun farkındaydım.

"Sen büyüdün Hazal." dedi babam. Cümlesi çok netti. "Belki de beş sene sonra yuvamda olmayacaksın. Kendine yeni bir yuva kurmuş olacaksın. Ayaz'ın göğsüne yaslandın diye kızmıyorum, kızmam da. Ayaz'ı ben de seviyorum. Onun gibi bir insanı hayatına aldığın için mutluyum. Eminim ki siz de annen ve benim gibi birbirinize çok bağlanacaksınız. Önemli olan güzel sevebilmek. Ayaz'ı sevmekten korkma."

"Ayaz'ı sevmeye devam edeceğim." dedim acı içinde gülümserken. "Sen de annemi sevdikçe iyileştin, değil mi?"

"Evet."

"Aşkı sizden öğrenmek de varmış."

Bu dediğime karşılık vermedi. "Şimdi Ayaz ile yollarınızı birleştirdiniz, değil mi?" diye sordu direkt bana.

"Öyle oldu. Hatta beni mekanına da götürdü. Siyah Emare lideri olduğunu da öğrendim ya. İçim rahat." Aklıma çocuklar geldiğinde yine gülümsedim. "Baba..." diye fısıldadım. Ayaz beni salonda beklese bile babamla konuşmak iyi hissettiriyordu.

"Efendim güzel kızım," dedi sakince.

"Çocukları kanadı altına almış Ayaz. Hatta bazıları ona baba diye hitap etmeye başlamış."

"Biliyorum." Nereden bildiğini sordum. "Ben de Siyah Emare'de çalışıyorum." dediğinde kaşlarım yukarıya kaydı. Tekrar etmesini söyledim şaşkınlıkla. "Siyah Emare grubunun asil üyelerini ben yönetiyorum. Ayaz'ın bir alt basamağındayım. Her şeyi biliyorum. Ayrı bir şirkette çalışmaya devam etsem bile Siyah Emare benim asıl çalışma alanım."

"Yok artık!"

"Var artık." dediğinde kısa gülüşlerinin sesini duydum. "Beni güldürdüğüne inanamıyorum."

"Ben de Siyah Emare'de çalıştığına inanamıyorum."

"Ayaz'ın ortağı oldun sen, çok iyisin ve ben de senin kadar iyiyim. Asil üyeleri yönetemeyecek kadar paslı mı sandın beni?" Bu sefer ben de güldüm.

"Ortaklığı da duydun demek."

"Annen de biliyor." dedi birden.

"Ayaz'ın Siyah Emare grubu lideri olduğunu ve benim onun ortağı olduğumu mu?"

"Sadece birbirinize aşık olduğunuzu bilmiyor." diyerek bütün bildiği konuları öğrenmeme yardımcı oldu. "Sen söylemek istersin diye düşündüm." Utangaçlıkla teşekkür ettim ve babamın başka bir konuya geçiş yapmasını dinledim. "Çocuklar sana anne demek istemiş." Bunu nereden bildiğini anlamadan sordum nasıl öğrendiğini. "Ayaz'dan öğrendim. Ben hayatım boyunca sadece Ayaz ile dertleştim, güzelim. O da bana geldi canı acıdığında. Ambulanstayken söylemişti bunu da."

"Ayaz ambulanstayken seni mi aradı?" diye sordum hayretle.

"Ben onu aradım, Umut Can haber verdi."

"Sen Umut'u da mı tanıyorsun?" diye gereksiz bir sorduğumda yüzümü buruşturdum. "Tanıyorsun çünkü o da asil üye. Bakıyorum da hepiniz benden habersiz bayağı yakınlaşmışsınız. Herkes Siyah Emare'yi tanıyormuş. Bir ben bilmiyormuşum."

"Artık öğrendin ama." Huzursuzlukla nefes alıp verdim. "Problem nedir Hazal?" dedi babam nazikçe. İçimdeki huzursuzluğu öğrenmek için çaba sarf ediyordu.

"Bir kadın vardı." diyerek beynimin içindekileri ona anlatmaya başladım. "Ayaz'ı kıskanmıyorum, sadece onu kaybetmek istemiyorum. Ama bu kadın beni huzursuz ediyor."

"Cennet mi?" diye sorduğunda kendimi sakin tutmaya çalışarak onayladım. "Kendini kötü hissetme ama o da Ayaz'ı seviyormuş, bizzat dudaklarından çıktı bu bilgi. Kime söylediğini sordum. "Bana." diyerek söze girdi direkt. "Lakin bunun bir önemi yok. Sen yoluna bak. Başka kadının hisleri ile oyalanıp güzel günlerini erteleme." Sesli bir şekilde onayladım. Babam her zaman iyi bir rehberdi, bu yüzden onu dinlerdim. "Şimdi ben gidiyorum ama kısa zamanda tekrar dönerim sana. Hatta eve de gelebilirim. Nisan da Ayaz'ın yiyeni ile beraberdi. Onu da görmek istiyorum, yanıma alırım."

"Eve gel." dedim tebessümle. "Belki bana sarılmak istersin."

"Öyle çok istiyorum ki..."

"Baba... Beni hep kanatlarının altında korusan olmaz mı? Ellerimi hiç bırakmasan..."

"Ben, senin ellerini son nefesime kadar sıkıca tutarım. Sen yeter ki iyi ol." Görüşüm bulanıklaştı o an. Yine yanağımdan birkaç damla düştü. "Seni seviyorum güzelim." Babamın son cümlesini duyduktan sonra gözyaşlarımı sildim.

"Ben de seni seviyorum baba. Okyanuslarda bir damla su bile kalmayana kadar seni seveceğim."

"Ben de seni gökyüzündeki yıldızların hepsi yeryüzüne düşene kadar seveceğim." dedi. Bu cümleler sonsuzluğun birer simgesiydi. "Öpüyorum. Şimdilik görüşmek üzere, yakında yanında olacağım."

"Ben de bekliyor olacağım, görüşürüz baba." Bana veda edip aramayı sonlandırdığında telefonu yatağın üzerinde bıraktım. Ayağa kalkıp dolaba yaklaştığımda babamın Ayaz hakkında düşündükleri geldi aklıma. "Onu da seviyorum ama senin yerin hep ayrı olacak baba," diye fısıldadım kendi kendime. Elbisemi çıkardım ve kirliye attım. Üzerime siyah, üzerinde kırmızı güller ve iskelet olan tişörtümü giydim. Siyah eşofmanı da giydiğimde telefonumu eşofmanın cebine atıp odamdan çıktım. Doğrudan salona geçtiğimde Ayaz'ı kafasını geriye yaslamış, gözlerini kapatmış ve ellerini de birleştirmiş olarak buldum. Sessizce yanına yaklaşıp yüzüne baktım. Geldiğimi anlamış olmalıydı ama gözünü açmadı. Yüzüne biraz yaklaştım. Ne gözünü kıpırdattı ne de açtı. Sadece düzenli bir şekilde nefes alıp veriyordu. "Seni uykucu," dedim dışımdan olabildiğince sessiz kalırken. Uyuduğunu düşünmüştüm. Alnına düşen saçı yoktu, saçları geriye düşmüştü. Saçını düzeltmek isteği suya düştü o an. Gözlerim çenesinden boynuna kaydı. Gülümseme takındığımı fark ettim. Yavaşça ona daha da yaklaştığımda yüzündeki dövmesine öpücük kondurmak istedim ki birden gözünü açtı. Yakalandığım için geriye çekildim ama çoktan elimi tutup geri çekilmemi engellemişti.

"Yakaladım bu sefer." dediğinde gülümsüyordu.

"Çok fenasın!" diye bağırdım. "Nasıl bu kadar iyi uyuma taklidi yapıyorsun?" Elimi ondan kurtarıp birkaç adım geri atmak istedim ama çok sıkı tutmuştu.

"Ben uyurken de aynısını yaptın."

"Onu nereden biliyorsun?" dediğimde ikinci bir patlayış yaşamıştım.

"Uyku sersemliğini sen yanıma gelince atlattım diyelim."

"Yok artık!" O gülümsüyordu ama ben şaşkınlıkla yanına oturdum, elini elimden çekmek istememişti o an. "Uyumuyor muydun?" dedim beklentiyle.

"Ben uyandığımda bile gözümü açmıyorum. Belirli bir süre gözüm kapalı duruyorum. Yine öyle yapmıştım ve sen de benim uyuduğumu sandın." Hayretle duyduğum cümlelerin şokunu atlatmak istedim ama yapamadım. "Bunu öğrendin artık. Oyunum açığa çıktı. Ben uyurken bana yaklaşmazsın, uyanıkken zaten yaklaşmıyorsun." İmalı cümlesinden sonra kafamı kaldırıp yüzüne baktım, morali düşüş yaşamıştı. "Yalan mı?" diye sordu moral bozukluğuyla. "Hemen geri çekildin."

"Sadece dövmeni öpecektim." diyerek açık sözlülüğümü takındım.

"Ben de yarandan öpebilir miyim?" diye sordu. Bir şey demedim çünkü aklıma babamla konuştuğumuz konuşmalar gelmişti. "Güvercin..." Bakışlarımı kaçırdığımı gördüğünde çenemden tutup yüzümü yüzüne çevirdi. "Belki iyileşir öpersem."

"Her yara öperek iyileşmiyor." dediğimde gözlerinin kahverengisi fazla geldi bana. Bakışlarımı yine kaçırdım.

"Sen öp, yara bahanesi olsun."

Gözlerim elimi tutan eline kaydı, oradan da Ayaz'ın yüzüne. Başımı omzuna yasladım. "Babam gelecek yanıma." dediğimde elimi tutan elini çekerek beni sarmak için arkama geçirdi kolunu. "Keşke ruha da yara bandı yapıştırabilsek..."

"Hangi bir yarana yapıştıracaksın?"

"Çok fazlalar, değil mi?" Başını sallayarak onayladığında çocuklarla ilgili konuşmaya başladım. "Çocukların yanına yarın gideceğiz, ne zaman çıkarız?" Bilmediğini söyledi. "Peki, keşke şimdi yanlarında olsaydık."

"Çocukların yanına mı gitmek istiyorsun?"

Başımı sallayarak onayladım. "Hem biz uyuturduk. Yani onlar uyuyacakken biz yanlarında olurduk. Başın ağrıyor mu? Yoksa dinlenmeye devam et, ağrı kesici de almadın."

"Ağrı kesiciye gerek yok. Pamuk ellerinle masaj yapman ağrıyı çoktan hafifletti." Tek kaşımı kaldırarak baktım. "Gerçekten." diyerek inandırmaya çalıştı beni. "Öyle iyi geliyor ki... Sanki kurumaya yüz tutmuşum da can suyum senmişsin gibi bir duygu."

"Keşke çikolataya alerjin olmasaydı." diyerek konuyu dağıttım. Ondan kaçmaya devam ediyordum çünkü biraz utanıyordum. O ise benim aksime çok rahattı.

"Pek bir önemi yok. Çikolata yeme isteği ile yanıp tutuşmuyorum." Bunu derken telefonunu çıkarıp rehbere girdi. Kimi aradığını sordum. "Babanı." dedi kısaca ve sesi dışarıya verdi. Babam da telefonu hemen açmıştı. "Merhaba Barış abi."

"Merhaba Ayaz. Bir problem mi var?"

"Gece Hazal ile mekanda kalmak istiyorum. İznin var mı?"
Babamın onayını duyduğumuzda yerimde toparlandım. "Peki, sen gelecek misin mekana? Ne zaman yanımızda olursun?"

"Ceylan'ımla konuşmadan çıkamam." Babamın cümlesini duyduğumuzda Ayaz gülümsememi yakaladı. "İsterseniz siz mekana geçin. Ben de mekana geleyim. Hazal'ı görmek istiyorum. Ceylan zaten kalbinden büyük bir yara aldı. Hazal'ın da o yaradan almasına izin vermem. Yanında olmam gerekiyor. Çocukluğu zaten baba hasreti ile geçti." Benim gözlerim dolarken yüzümü başka tarafa çevirdim, Ayaz'ın dolan gözlerimi görmesini istemiyordum. Öylece biraz bekledim.

"Nisan nerede?" Ayaz tam sormak istediğim soruyu sormuştu.

"O burada. Hep yanımızdaydı zaten. Çocuklarla beraber ve yengen ilgileniyor. Bu arada çok teşekkür ederiz Ayaz. Hem yengenden hem de senden. Sen, Hazal'a destek oluyorsun ve hep yanındasın. Yengen de Nisan ile beraber. Çok iyisiniz."

"Yapmak istediğimi yapıyorum ve bu bana mutluluk veriyor."

"Yapmak istediğin hep Hazal ile kalmak mı?"

"Son nefesime kadar." derken bana baktı Ayaz. O an yüzümü tekrar ona çevirdim, dolan gözlerim gözlerindeydi.

"Bir gün elinde çikolata ve çiçekle kapımı çal, Ayaz." Ayaz, duyduğu cümle yüzünden şaşırırken babam konuşmaya devam etti. "Ailenle gel. Hazal da bir kahve yapar, seninki tuzlu olur. Nasıl?"

"Utandım." dedi Ayaz tebessümle, babamın gülüşlerini duyduğumda ben de utandım. "Biz mekana geçiyoruz o zaman, seni de mekanda bekliyoruz abi."

"Tamam, geleceğim hemen." Babam onaylayıp veda ederken Ayaz da ona karşılık verdi ve telefonu kapattı. Babamın az önce kurduğu cümlelerden sonra Ayaz'a bakamadım. Utandığımın farkında olduğu için üzerime gelmedi. Ayağa kalktı ve benim de kalkmamı bekledi. Ben de ayaklandığımda doğrudan dışarıya çıktık ve araca geçtik. Ayaz'ın arabası ile mekana geldikten sonra yine içimde bir heyecan vardı. Buraya ikinci gelişim olmasına rağmen yuvam gibi hissetmiştim. Sanki senelerdir buradaydım...

İçeri girdik. Odaya çıkmadan çocukların kaldığı yere geldik. "Hepsinin odası ayrı mı?" diye sordum Ayaz son kapıyı açarken.

"Hepsinin kendilerine ait odaları var ama eğer olur da beraber uyumak isterlerse diye burasını da yaptırdım." Ayaz, karşımdaki yatakları gösterirken ağzım açık kaldı. Sırayla dizilmiş bir sürü güzel yatak vardı. İki yatağın arasındaki aralıkta ise bir kapı. Kapıların nereye açıldığını sordum. "Çocukların kişisel odalarına açılıyor. İçeride çalışma masası, gardırop, yatak, kitaplık, banyo, lavabo ve oyun alanı var. Oyuncaklar falan işte." Çok beğendiğimi söylediğimde çocuklara kaydı gözüm. Zaten güneş batmıştı. Çocukların bazıları ortak alandaki yataklarındaydı, bazıları ise odalarında.

Yatakların arasındaki geniş yolda yürümeye başladık. Çocuklar Ayaz'ı görünce yerinde toparlanmıştı. Bir kız da bize seslendi. "Hoş geldiniz, anne ve baba güvercinler!" Ben gülümserken Ayaz'ın bana baktığından emindim. Yine de ona kaymadı gözüm.

"Hoş bulduk tatlım."

Biz çocukların yanından geçerken ve onlarla ilgilenirken bir çocuk yatağından ayrıldı, bir odaya yöneldi. "Yusuf!" dedi kapıyı tıklatarak. "Ayaz abi geldi!" Kapı açılınca doğum günü çocuğunu gördüm.

"Sürpriz!" Ayaz kollarını açar açmaz çocuk Ayaz'a koşmuştu. Onlar sarılırken ben de yatağın içinde oturan başka bir kıza yaklaştım. Yanına oturduğumda başını bana yaklaşarak dizime koydu.

"Yerim ama seni," diye mırıldandım kendimi tutamadan. Kızın saçlarını okşarken gözüm bir çocuğa takıldı çünkü bizi izliyordu. Daha doğrusu beni izliyordu. Yatağından kalkıp bize yöneldi ve yanımıza geldi.

"Merhaba abla," dedi. Ona gülümseme takınarak karşılık verdiğimde ise gülümsememi izlediğini fark ettim. "Mutluluğunun bir formülü var mı? Çok güzel gülümsüyorsun da. Hiç acı çekmemişsin gibi."

Dizime yatan kız, ben konuşmaya başlamadan söze girdi. "Ne kadar acı çektiysen o kadar güzel gülümsersin. Babam ölmeden önce en son bu cümleyi kurmuştu."

"Bu kadar güzel gülümsemek için ne kadar acı çekiyor olmam lazım? Evsiz kalıp sokaklarda yaşayarak ve sadece sokak hayvanlarına güvenerek çok acı çektim, yaşadığım acılar yetmez mi?"

"Ayaz abinizin en büyük ve huzurlu yuvası sizsiniz." Çocuğu da yanıma oturttum ve sarıldım bir kolumla. "O sizin artık acı çekmenize izin verir mi?"

"Bana ilk el uzatan o oldu zaten." Derin bir nefes aldı. "Baba olmayı çok hak ediyor. Ondan çok iyi bir baba olacağından eminim. Biz büyümüyorduk abla. On yaşına gelince ölüyorduk. Gelecek için hayallerimiz yoktu bizim. Sadece bir sonraki sefer nerede uyuyacağımızı veya ne yiyeceğimizi düşünüyorduk. Ayaz abi hayatımızı renklendirdi. Gerçekten artık gülebilirim, değil mi? En son buraya geldiğimde gülmüştüm. Yani üç sene önce..."

"Tabi ki gülebilirsin kuşum." Çocuğun yanağını okşadığımda gözlerinin dolduğunu fark ettim. Buradaki çocukların hepsi ya terk edilmişti ya da aileleri ölmüştü. Mutluluğa bile alışkın değillerdi ve gülmek onlara zor geliyordu. Acıya alışıktı narin vücutları.

"Kuşumuz," dedi Ayaz. Yanımıza gelmişti, arkama baktığımda direkt onunla karşılaştım. "Ufacık bir düzeltme sadece, onlar bizim kuşumuz." Tebessüm ettiğimde çocuğun da tebessüm ettiğini gördüm. Dizime yatan kız da hemen toparlandı. Ayaz bu sefer ona yöneldi. "Bebeğim, yatabilirsin. Neden ben geldiğimde toparlanıyorsunuz? Yanımda yatmanızda hiçbir sakınca yok."

Bu sefer ben girdim söze. "Bebeğimiz." Ayaz gözlerini benimkilerle buluşturduğunda dudakları kıvrıldı. Tebessümü duygularını anlatıyordu galiba. "Ufacık bir düzeltme sadece. Onlar benim de bebeklerim." Kız kıkırdadığında içime hoş bir duygu yayıldı. "İsmin nedir?" diye sordum tebessümle.

"Masal..." diye fısıldadı ve arkama oturan Ayaz'a baktı. "Ayaz abi, onun en güzel masal kahramanı olduğumu söylüyor. Bu yüzden Masal ismim. Artık Masal..."

"Peki," diyerek kızı tekrar dizime yatırdım. "En büyük hayalin nedir?"

"Benim bir hayalim yok. Olduğu zamanlar hep suya düşürmek için uğraşıyorlardı. Ben de hayal kurmaktan vazgeçtim."

Kırk yerimden bıçaklanmış gibi hissetmeye başlamıştım ve Ayaz söze girdi. "Sen hayalini kur. Gerçekleştiremezsem benim ayıbım." Ayağa kalktı, önümüze geçti ve kızın saçlarını okşadı. "Kimse hayallerinizi suya düşüremez. Ben varım."

"Aslan babam!" diye bağırdı Yusuf, yani doğum günü çocuğu. "Aslan babam, bizim babamız!" Ayaz gülerken çocuk kollarını açmıştı. Ayaz'ın onu kucağına almasını beklerken Ayaz daha fazla bekletmedi. Onu kucağına aldı ve çocukta boynuna sarıldı. "Başın ağrıyor mu baba?" dedi merakla. Yusuf ve Ayaz'ın mükemmel bir baba oğul ilişkisi vardı.

"Çok az ağrısı var oğlum."

Tatlı dilli çocuğun gözleri bana değdi bu sefer. "Hazal abla mı masaj yaptı? Ben yapacaktım." Ayaz bana bakınca bir elim dizime yatan kızın saçlarındaydı. Diğer kolum ise yanımda oturan oğlan çocuğunun omzunda.

"Öptü."

Çocuk o an Ayaz'ı yanağından öptü. "Ben de öpeyim de tamamen geçsin ağrın."

Ayaz, gözlerini benden zar zor ayırırken söze girdi. "Beni bir güvercin mi öptü ya? Başımın ağrısı kesildi birden. Nasıl oldu bu?"

"Şıp sevgi iksiri." dedim gülerek. Ayaz da dahil diğer çocuklar da güldü.

"Aynen öyle." Küçük çocuğu yere koydu ve öptü. "Teşekkür ederim oğlum." Çocuk ona gülerek karşılık verince diğer çocuklarla da ilgilenmeye başladı Ayaz. Yanımdaki erkek çocuğu da bana yöneldi. Uyumak istediği söyleyip ayağa kalktı ve bana sarıldı. Ben de ona sarılıp öptüm ve çocuğu yatağına giderken izledim. Gözlerim dizimde yatan Masal'a kayınca ise içim yine sevgi doldu. Masal uyuyakalmıştı. Ayaz yanıma gelene kadar kıpırdamadan bekledim çünkü onun uyanmasını istemiyordum. Bütün çocuklarla ilgilendi Ayaz. Nihayet yanıma dönmüştü. Masal'ı dizimde uyuyakalmış bir şekilde görünce şaşkınlıkla baktı yüzüme. "Uyumuş..." diye fısıldadı.

"Yatağına yatırabilir misin?" Başını sallayarak onayladı ve nazikçe Masal'ı kucağına aldı. Ben de Masal'ın odasına girip yatağını açtım hemen. Ayaz, onu yatağına koyup üzerini örterken Masal parmağını tutmuştu. Minik elleriyle Ayaz'ı engellemiş ve hareket etmemesini sağlamıştı.

"Benim güzel kızım..." diye fısıldadı Ayaz. Yanına yaklaşıp kızın saçlarını okşayan elinin üzerine koydum elimi. Cümlesini düzeltmesini bekliyordum. "Bizim güzel kızımız." dedi en sonunda. "Onlara beraber sevgi vereceğiz." Bunu en içten halimle onayladım. Masal parmağını tutunca onu uyandırmamak için hareket etmemişti, Ayaz. Masal'ın elini bırakıp odadan çıkmayı ihtimal olarak saymadı. Bunların tersine Masal elini çekene kadar başında bekledik. Bunun için de çok nazik olduğunu söyledim fısıldayarak.

Ayaz'ın kıza öyle güzel bir bakışı vardı ki... "Masal ismini çok seviyorum." diye söze girdi. "Masalları çok seviyordum..." Son cümleyi geçmiş zaman ekiyle söylerken üzüldüğünü yüz ifadesinden anladım. Masal parmağını henüz bırakmamıştı. "Hepsi birer masal kahramanı gibi. Sanki hüzünlü bir masalın içindeki saf, temiz, güzel kalpli kahramanlar..." Onu sessizce dinlemeye devam ettim. Masal da en sonunda Ayaz'ın elini bıraktı ve yastığın altına soktu elini. Biz de gece lambasını yakıp odasından sessizce çıktık. "Bugün çok yoruldular galiba, biraz erken yattı Masal."

"Çocuk bu, yorulsa bile eğlenmek en doğal hakları." Diğer çocuklarda gezdirdim gözümü. O an yanımıza Yusuf geldi.

"Anne, baba!" Heyecanla ikimizin de elini tuttu ve gözlerini kocaman açarak bize baktı. "Hadi, beni de uyutun. Çok yoruldum, yanımda kalmanızı istiyorum ben uyuyana kadar."

"Bu yorulmuş halin mi?" diye sordum gülerek. Yorgun bir çocuğa göre fazla enerjikti ve Ayaz'a çok düşkündü.

"Yani, tamam. Enerjiğim biraz ama yorgunluğun enerjisi." Yusuf da gülmeye başlayınca odasına gelmiştik. Ben geride durmak istedim biraz. Kapıyı kapattığımda Yusuf çoktan yatağına girmişti. Ayaz ise yanında oturuyordu. Ben de çocuğun ayak ucuna oturdum. Ayaz'ın daha fazla ilgilenmesini istiyordum çünkü gerçekten ona iyi geliyordu. "Baba," dedi Yusuf, onun elini tutmuştu. "Bana masal anlatır mısın?"

"Ben ezbere masal bilmiyorum ki." Her masal dediğinde canı yanıyormuş gibi bakıyordu Ayaz. Nedenini bir an merak ettim ama Yusuf'un hevesini kırmamak için bana baktı. "Ama Hazal ablan biliyor."

"Ben Hazal ablaya anne diyorum." diyerek düzeltme yaptı Yusuf. "Sana da Ayaz abi demek yerine baba diyorum. Böyle gerçekten benim bir annem ve babam varmış gibi hissediyorum. Sadece kardeşim yok."

"Buradaki diğer çocuklar senin kardeşin değil mi, Yusuf?" Ayaz nahif bir ses tonuyla cümlesini kurduğunda ben ayağa kalkıp Ayaz'ın yanına oturdum.

"Kardeşlerim, evet." Yüz ifadesinden üzgün olduğunu gördüm Yusuf'un. Cümlesine devam ettiğinde ise anladık nedenini. "Ama gerçek kardeşlerim değiller. Sizin, benim gerçek annem ve babam olmadığınız gibi..."

"Yusuf," dedi Ayaz. Ciddiyeti üzerindeydi ama bu ciddiyet fazla sert değildi. "Canım oğlum... Gerçek anne, baban olmayabiliriz ama içimizdeki bağ bizi birbirimize bağlamıyor mu? Seni ne kadar sevdiğimi biliyorsun. Sana gerçek aileni bulamadım ama-" Yusuf, Ayaz'ın sözünü kesip konuşmaya başladı.

"Bulma. Beni terk edip sokağa bırakan bir aile istemiyorum. Ben, beni koruyan bir aile istiyorum. Bu aile de sizsiniz."

"Benim kanatlarım altında kaldığın sürece kimse sana zarar veremez."

"Bizim ya bizim," dedim araya girerek. Yusuf da hemen gülmeye başlamıştı. "Sen babaysan ben de anneyim. Artık beni de gör."

"Tamam Güvercin'im, kızma." dedi Ayaz gülerek.

O an bir sessizlik oluştu. İkimiz de Yusuf'a baktık ve onun gülümsemesi ile karşılaştık. "Çok yakışıyorsunuz," dedi birden. "Hadi bana masal okuyun!" Kabul ederek aklıma gelen rastgele bir masalı anlatmaya başladım. Nisan'ı böyle uykuya daldırdığım için alışkındım masal okumaya. Zaten kısa sürede uyuyorlardı, Yusuf gibi... O da uyuduğunda Ayaz ile aynı an da ayağa kalktık. Ayaz üzerini örterken ben de küçük lambayı yaktım ve Yusuf'u yatağında bırakarak dışarı çıktık. Kapıyı kapattığımda salonda hâlâ çocuk olduğunu ve beraber oyun oynadıklarını gördüm. Sadece birisi oynamıyordu, kuytu köşedeki yatağına oturmuş ve etrafı izliyordu.

"O neden oynamıyor?" diye sordum Ayaz'a. Baktığım yöne baktığında çocuğu gördü ve direkt morali bozuldu.

"O çocuk kanadımın altına yeni geldi." Kaşları çatıldı. "Hâlâ alışamadı. Her gün ağlıyor, zor sakinleştiriyorum."

İçim yanarken Ayaz'a doğru çevirdim bedenimi. "Onunla konuşabilir miyim?" diye sordum olabildiğince kibarlık takınarak. Kafasını sallayarak onayladı ama tam ben ilerleyecekken eli sağ kolumun bileğini tuttu.

"Anne, baba ve kardeşten bahsetme. Bir de denizden, fobisi var."

"Nasıl?" diye sordum, ilk cümlesine dememiştim bunu. İkinci cümlesi kafamı karıştırmıştı.

"Denizden, sudan, okyanuslardan ve balıklardan korkuyor. Babası boğularak ölmüş. Annesi de kardeşi ile ilgilenmiş genellikle. O yurt çocuğu, ailesi olmasına rağmen yurda bırakılmış bir çocuk. Bunlarla ilgili cümleler kurman onu yine şiddetli ağlayışlara itecek ve iyi gelmeyecek. Ona iyi gelmek istiyorsan sadece elma şekerinden, oyunlardan, kitaplardan bahset." Elma şekeri olup olmadığını sordum. "Olacaktı," diyerek bir adamı arayıp her çocuk için getirmesini istedi. İsteyen alır, istemeyen sonra yer diye düşünmüştü muhtemelen.

"O daha çok küçük, Ayaz." dedim sesim titrerken.

"Küçük veya büyük, hiçbir şey fark etmiyor güzelim. Birkaç çocuk var. Bana karşı saf almadılar hiçbir zaman. Bir yaraları olduğunda ben sardım hep ama yine de buraya alışamıyorlar."

"Bazıları yurt çocuğu, bazıları ise evsiz ve sokaklarda yaşayan çocuklar. Değil mi?" Derin bir nefes alıp onayladı. "Yurtlardan da büyük tepki alıyorsundur şimdi." dedim bu sefer.

"Başlarım yurtlara," dedi sinirlenirken. Çok çabuk sinirlenmişti. "Hiçbir yurt onlara doğru dürüst bakmıyor. Bazıları çocukları köle niyetine kullanıyor. Cinsel istismarları ve tacizleri saymıyorum bile. Bu şekilde işleyecekse hiç işlemesinler. Bazılarının kökünü kuruttum. Bu saydıklarımı gerçekleştiren yurtlar da birer birer kuruyup gidiyor. Adam gibi baksınlar, bakamıyorlarsa var olmalarına gerek yok."

"Tamam," dedim şaşkınlıkla çünkü resmen nefret kusmuştu. "Sakin ol. Haklısın."

Bir şey demedi, biraz bekledik sadece. En sonunda o karşımızdan gelen kadına baktı. Kadının elinde bir sürü elma şekeri vardı. Ayaz'ın yanına geldiğinde söze hazırlandı. "İstediğiniz şekerleri getirdim efendim. Dağıtmamı ister misiniz?"

"İki tane alıyım, sonra dağıtabilirsin. Teşekkür ederim." Kutunun içinden iki şeker alıp şekerleri bana uzattı.

"Bana da mı?"

"Sevdiğini biliyorum." dedi tebessümle. İki şekeri de aldım ve teşekkür ettim. Onun yememesine de takılmıştım. "Ben pek sevmiyorum." diye karşılık verdi. Ben de izin isteyip çocuğun yanına doğru ilerledim. Çocuk beni görür görmez yorganın altına girdi ve sadece kafasını açıkta bıraktı.

"Selam yakışıklı," diyerek bir elma şekerini çocuğa uzattım. Almadı. "Sevmiyor musun?" diye sordum. Cevap da vermedi. "Peki, o halde..." Yanına oturup şekeri yanına koydum. "Canın istediği zaman açar ve yersin." Kendi şekerimi açıp arkama yaslanarak yemeye başladım. Çocuğun buna karşı koyamayacağını biliyordum. Canı çekiyordu. Şekerlere dikti gözünü. En sonunda bulunduğu yerden alıp bana uzattı kendi şekerini.

"Açabilir misin?" Gülümseyerek şekeri aldım. Kendi şekerimi de tutması için çocuğa verdim. Onun şekerinin paketini açtığımda da şekerleri tekrar değiştik. Vücudunu açığa çıkardı, yorganın altından çıktı. "Teşekkür ederim." diye fısıldadı. Göz temasından kaçıyordu.

"Rica ederim." Dudağımı şekerlerden uzaklaştırdım yeniden. "İsmin nedir?" diye sordum. Cevap vermek istemiyordu ama konuşmadan ona iyi gelemezdim. Bu böyle olmayacaktı. En iyisi çocuğun huyundan gitmek gerekiyordu. "En sevdiğin oyun nedir?" diye sordum bu sefer.

"Saklambaç." dedi, yine göz temasından kaçmıştı. "Senin?"

"Kart kullanılarak oynanan oyunlar." dedim. "Biliyor musun? Saklambacı küçükken hiç sevmezdim." Nedenini sordu. "Çünkü ebe olunca kimseyi bulamazdım." derken tebessüm takıntım. Çocuk hâlâ fazlasıyla ifadesizdi.

"Şimdi seviyor musun?" diye sordu elma şekerini yerken.

"Evet." dedim. "İnsanlar değişir. Zevkler ve renkler de öyle, onlar da değişirler insanla beraber. Belki bir gün beraber saklambaç oynarız, ne dersin?"

Soruma cevap vermekten çekiniyordu, bunun farkındaydım. "İnsanları değiştiren zaman mıdır, yaşadıkları mıdır?" diye sordu çocuk. Sorumu havada bırakarak ortaya yeni bir soru attı.

"Kimsenin görmediği, görmek istemediği, kuytu köşede kalan ve sürekli kanayan yaralardır."

Kaşları çatıldı. "Unutmak istiyorum." dedi, gözleri dolmuştu. Keşke hiç söylememiş olsaydım. Ne diye yarasına dokundum ki çocuğun? Kollarını bana açtı çocuk. Geldim geleli bana ilk defa bu kadar hızlı yaklaşmaya çalışmıştı. Gözümün içine bile hiç bakmamıştı. Sıkıca sarıldım tir tir titreyen minik bedenine. "Bir hayalim vardı, çaldılar." dedi. "Unutmak istiyorum. Bir yabancı vardı, kirli ellerini uzattı bana. O yabancının bakışlarını, ellerini, sözlerini unutmak istiyorum. Bu dünyaya olan nefretimi unutmak istiyorum."

Sarıldığım bedenin acı içinde kıvranıyor olmasıydı kalbime saplanan bıçak. "Unutacaksın, her bir kötü şeyi unutacaksın." dedim onu öperken. "Kirli eller sana dokunamaz bebeğim. Biz varız. Ayaz ve ben, biz senin yanındayız. Hep yanında olacağız."

"Ayaz abinin kalbiydi beni kurtaran." Benden ayrıldı, yanaklarındaki yaşı sildi. Ağlamayı bırakmıştı. "O arabayı sürerken önüne atladım. Ölmek istiyordum. Bana çarpmamak için direksiyonu sağa kırdı çünkü hızlıydı. Kaza yapmasına sebep oldum ama beni buna rağmen yanına aldı."

"Bazen kötü olduğunu sandığımız durumlar, bize iyilik de getirir."

"Ona aşık mısın?" diye sordu. Birden bunu neden sorduğunu anlamadım ve bu yüzden ifadesizce yüzüne baktım. "Evet mi, hayır mı?" Baskındı sesi. Merak barındırmıyordu. Bunun sormasının sebebi kesinlikle merak değildi, başka bir şey vardı.

"Evet." dedim sakince ne diyeceğini beklerken.

"O zaman sana bir tavsiye vereceğim. Mantığınla değil, kalbinle hareket et." Ne demek istediğini sordum. Yerinde toparlandı ve yüzüme öyle baktı. "Ayaz abinin çevresi fazla geniş. Hemen hemen bütün ülkelere uzanıyor kolu. Ahtapotun kalbi diyoruz ona. Ahtapotun sekiz kolu var. Yani Ayaz abinin net bir şekilde doğrudan uzandığı sekiz ülke var. Burası sadece onun bir vantuzu. Hatta vantuzu bile değil. Daha küçük bir parçasıyız."

"Ahtapotların üç kalbi olur." dedim çocuğa.

"Birisi Ayaz abi, diğeri sensin."

"Peki, diğeri kim?" diye sordum merakla.

Yüzüme baktı. "Bilmiyorum." dedi keskin bir ses tonuyla. "O, sana aşık mı?" Bunu da onayladım. "O zaman senden kopması sen istemediğin sürece imkansız. Yine de kalbini dinle, mantığını değil. Sizi ayırmak isteyen, yerinde olmayı hayal eden bir sürü kadın var. Seninle uğraşacaklardır."

Çocuğun bunları nasıl bildiğine anlam veremiyordum. "Sen bunları nereden biliyorsun?"

"Umut Can Özcan'dan."

"Umut, sana bunları mı anlatıyor?" derken resmen Umut Can'a sinirlenmiştim.

"Hayır, anlatmadı. Sadece kulak misafiri oldum." Başımı sallayarak bu konuya daha fazla devam etmek istemedim.

Aklımda sadece bir soru vardı.

Ahtapotun üçüncü kalbi kimdi?

Continue Reading

You'll Also Like

28.1K 2.1K 6
"On iki kişinin olduğu bir masaya on üçüncü kişi oturursa aralarından biri ölür." Kana susamışlığın getirdiği savaşta insan nüfusu tehlikededir. Vamp...
6.5M 500K 62
''Şeytanın bileklerinde saklıdır belki de insanlığın rehberi zira böylesine bir insanlık yalnızca ondan öğrenilmiş kadar kötü olabilirdi.'' Her şeye...
128K 6K 19
"Ben aptal değilim Poyraz. Aramızda ki çekimin de farkındayım. Ama bir şeyler eksik anlıyor musun? Bir şeyler yanlış gidiyor. Ben seni anlayamıyorum...
ELIYS (+18) By Duru

Mystery / Thriller

169K 10.2K 55
Asırların içerisinde daha kaç kez öldürecekti kendisini? Kaç yüzyıl daha acı çekecekti? Bir yandan ölesiye nefret ettiği, öte yandan da, yüzyıllarca...