GÖLGE KANI

yzrperest12 tarafından

223K 19.8K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... Daha Fazla

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

FİNAL: ZAAFLAR

4.7K 415 287
yzrperest12 tarafından

Ihım, ıhımmm!

Merhaba diyoruuuuuummm!

Ayyyy çok heyecanlıyımmmm!

Ummarım siz de heyecanlısınızdır!

Sonunda finale geldikk!

İlk kitap bitiyooooorrr!

Ne hissediyorsunuzz
Ben sizi daha fazla tutmayayımmm!

Lütfen emeğime karşılık yıldızlaaarrrrr!

İyi okumalarrr!

🌜🌚🌛

"Zaaflar bir yanılgıydı. Yanılgılar ise sizi her zaman zayıf düşürürdü."

🌜Marcus Alaric Russel🌛

Karşımda kahkaha atan kıza içimdeki tüm hırsla bakıyordum. Eleanor'a zarar vermişti. Eleanor'a...

Çenesini elimle sertçe kavradım. Yüzündeki gülümseme ile bana bakıyordu. Çenesini daha da sıkmam ile yüzündeki gülümseme kaybolup inledi. "Sence biz şaka mı yapıyoruz?" dedim birbirine geçirdiğim dişlerimin arasından. İçimdeki kurt ayağa kalktı. Ona kiminle uğraştığını göster.

Hayatına zarar verdi.

Senin sevdiğine zarar verdi.

İçimdeki öfkeyi sabit tutmak zorundaydım. Hem ondan bilgi almak zorundaydım hem de Eleanor ona ne olduğunu soracaktı. Ben ona canavarını gösteremezdim. Kıyamazdım ki.

Çenesindeki elimi çektim. Bana alayla baktı. "Şu hâline bak Marcus Alaric Russel." Çenem seğirdi. İçimdeki kurt saldırmamı emrediyordu. Saldıramam. Saldırmamalıyım. "Bir kıza belini bağlamışsın. Ona bakışlarını gördüm. Herkesin eline çok büyük bir koz veriyorsun. Kendini zayıf kılıyorsun." Öldür. Zayıf olanın kim olduğunu ona göster.

"Galiba karşındakinin kim olduğunu unuttun Casey." dedi Lauren kıza yaklaşarak. Elindeki bıçak ile etrafında turlamaya başladı. "Bizlerin kim olduğunu unuttun. Senden çok daha üstünüz."

"Her an her şey değişebilir Lauren." dedi ağzında biriken kanı yere tükürerek. Onu kendi kanında boğ. Kim olduğunu anlasın. "Kaçtığın babandan hiçbir farkın yok." Damarlarına kadar canını acıt. Acı içinde boğulsun. Kim olduğunu anlasın.

"Yüzünü Eleanor'un yüzünü çizdiği gibi çiz."

"Ama daha derin olsun." dedi Blanca soğuk bir sesle. Tam ikimizin arasına girip çenesini tuttu. "Kimlere bulaştığını tam olarak anlasın."

Kız çırpındı ama onu sandalyeye kara nesneler ile bağlamıştım. Bizzat çıkarılmadan ya da içindeki karanlığı emmediği sürece oradan çıkamazdı. İkisini de yapamazdı. O kadar güçlü değildi. "Kan emicilerden emir mi alır oldunuz?"

"Senden daha büyük kan emici mi var, tatlım?" dedi Matthew alayla. "Şu hâline bak. Bu hâlde bize ahkâm kesiyorsun."

"Yap şunu." dedim Lauren'a dişlerimin arasından. "Olabildiğince can acısın." Blanca önümü açarak görebilmemi sağladı.

"Bence daha sert bir şeyler de yapmalıyız." dedi Barton keyifli bir sesle. "Zihin konusunda çok iyiyimdir. Bol bol acı verebilirim. Bu çok hoşuma gider." Dolgun dudakları zevkle kıvrılmıştı. Lauren elindeki bıçağı Casey'nin yüzüne doğru yaklaştırdı.

"Meclis'ten bir farkı yok. Hepiniz onun emirlerine uyuyorsunuz." Barton'a başımla işaret verdim. "Biz en azından ulu..." Lauren'ın elindeki bıçak tenine derin bir şekilde saplandı. Barton beynine hücum etti. Çığlığı boş depoyu inletti. İçimdeki kurt zevkle ulurken dudağım yavaşça yukarı doğru kıvrıldı.

"Watson, iyileşme güçlerini sınırla." Çığlığı sesimi bastıramamıştı. "Acının tadına varsın."

Beni gülerek yanıtladı. "Tabii ki de. Zevkle." Lauren işini yavaş yavaş hâllediyordu. Şakağından başlayıp dudağının başlangıcında biten bir sanat eseri yapıyordu. Watson kızın diğer yanına geçip omzuna dokundu.

"Oppesindio ikpintinum." Gözleri gri ışıkla parladı. Çığlıkları daha da artarken Barton'a baktım. Zevkle işine devam ediyordu. Gözlerini kızın üstüne dikmiş acısına acı katmak istercesine bakıyordu.

"Dur." Komutunu verdim. Barton'ın gözleri bana çevrilirken kızın çığlıkları azalmıştı. Lauren'ın işini bitirmesini beklerken kendini tutarak çığlık atmamak için kendini zor tuttuğunu görebiliyodum. Lauren durduğunda sımsıkı yumduğu gözlerini aralayıp bana doğru baktı.

"O kızı alacaklar. Ve sen sadece ellerin bağlı izleyeceksin. O acı çekerken izlemekten başka hiçbir şey yapamayacaksın." Oturduğu sandalyeye tekmemi geçirdim. Sandalye arkaya doğru sürüklenirken sürtünen demirin sesi kulaklarımı rahatsız etti. Üzerine doğru yürürken Watson elini önüme doğru koydu. Alev alev yanan bakışlarım Watson'ı buldu. Bana engel mi olmaya çalışıyordu?

"Bilgi almak zorundayız." dedi temkinli bir sesle. Yerde inleyen kıza baktım. Eleanor'un canını yakmıştı. Canı acımıştı!

O hâlde benim onun canını almam gayet normaldi.

Yaşamayı hak etmiyordu.

Ama ölüm de onun için kolay bir kaçış yolu olurdu.

"Ölüm onun için kolay olur." dedi Lauren rahat bir sesle. Çok kolay olurdu.

Blanca vampir hızı ile yanına gitti. Sandalyesi ile beraber ayağa kaldırırken başını ilk önce yere geçirmeyi de ihmal etmemişti. Tekrara önümüze getirirdi. "Konuş." dedim ölüm sessizliğinin içine dolduğu sesimle.

"Asla."

Blanca'ya baktım. "Vampir zehri enjekte et."

"Ne?!" Birkaç saniye döndü kaldı. Sonra yavaş yavaş zihnine kim olduğum akın etti. "Ne saçmalıyorsun sen?!" Oturduğu yerde çırpınmaya başladı. "Ben ne olursa olsun senin türünüm! Bunu yapamazsın!"

"Neden yapamazmışım?" dedim ona doğru eğilerek. "Ya da işleri bizzat benim ele almamı mı istersin Casey?" Gözlerine korku pırıltıları yerleşti. "Unutma, ben hâlâ Marcus Alaric Russel'ım."

Sesi çıkmazken geriye doğru çekildim. İşleri elime alırsam ona ölmekten çok daha kötü şeyler yapacağımı biliyordu. İçimdeki öfkeyi dışarı salarsam bir hiçten ibaret olacağının farkındaydı. Farkında olmalıydı.

"Yap şunu." dedim Blanca'ya bakarak. "Konuşana kadar az az enjekte et. Böylelikle biz de zevkine varalım." Cebimdeki telefon çalarken Eleanor olma ihtimaline karşı telefonu cebimden çıkardım. Arayan kişiyi gördüğümde kaşlarım çatıldı. Lionel Russel.

Telefonu açıp kulağına götürdüm. "Meclis'e gel." diye emri verdi her zamanki emir verici ses tonuyla. "Önemli." Ve ben daha cevap vermeden telefonu kapadı. İçimdeki tüm alevler fokurdadı. Yumruğumu sıkarken içime derin derin nefesler çekiyordum. Sakinleşmek adına gözlerimi kapadım ve derin derin nefesler soludum. Eleanor'u düşün. Eleanor'u düşün. Eleanor. Eleanor. Eleanor. Her şey onun için.

Gözlerimin önüne onun mutlulukla parlayan gözleri geldi. Bir çift bal harelere mahkûm olmuştu benliğim. Ne kurtulmak istiyordum ne de vazgeçmek. Karşıma geçse izlerdim gözlerini dolunaya kadar. Tekrar tekrar ezberlerdim yüzünün her ayrıntısını. İki yana doğru mükemmel bir açıyla açılan dudaklarına bakardım içimdeki arzuyla. Yine ve yine hayran kalırdım her ayrıntısına. İçimdeki alevler özlemiyle harlandı.

Gözlerimi araladığımda görmek istediğim bir çift bal hare yoktu.

Olması için çabalamalıydım. "Ben gidiyorum. Dediğimi yapın." deyip çıkışa doğru yöneldim. Gerçekten, ben Eleanor olmadan önce nasıl sakinleşiyordum?

🌜🌚🌛

Siyah binaya girmeden önce önümdeki adamlar saygı ile eğildiler. Buradan tüm kalbim ve aklımla nefret ediyordum. Hızla binaya girerken içerideki herkes benim geldiğimi görünce saygılı hâllere bürünüyordu.

Beklemeden aşağı merdivenlere yöneldim. İçerisi de tıpkı binanın dışı gibi siyah ile kaplanmıştı. Siyah mermerler, siyah duvarlar, siyah eşyalar... Meclis üyelerine göre siyah bizim türlerini kapsayan en iyi renkti. Karanlık. Bizi temsil eden şey koca bir karanlıktı.

Babamın odasına doğru yönelirken bir kız sesi konuştu. "Efendim, babanız odasında değil. Beklemek..." Onu takmadan odasına girdim. Meclis'teki en geniş oda ona aitti. Siyaha boyanmıştı. Masası, koltuğu, koltukları, eşyaları her şey. Odanın ortasında geniş, siyah bir masa duruyordu. Üzerinde büyük bir bilgisayar vardı. Camlardan dışarısı gözüküyordu ama içerisi gözükmüyordu. Ben sizi görüyorum ama siz beni göremezsiniz mesajı.

Ayakta odayı turlarken hislerim sonuna kadar açıktı. Biz kurtlar istediğimiz zaman duyularımız bir insan seviyesine kadar indirebilirdik ama bu her açıdan tehlikeliydi. Biz her zaman tehlikedeydik. Her zaman düşmanlarımız vardı. Hepimizin, herkesin. Tek bir eksiksiz.

Dakikalar geçti. Dakikalar saate döküldü. Gelen yoktu. Ne babam ne de başka biri gelip beni kontrol etti. Burnuma hiç iyi kokular gelmiyordu.

Meclis asla bu kadar sessiz olmazdı.
Bir saattir burada beklediğim için tam olarak bir aptaldım. Daha fazla beklemeden kapıya yöneldim. Kapıyı açıp dışarı adımlayacaktım ki bir engel buna engel oldu. Büyü.

Engel büyüsüne dokunurken konuştum. "Acınası bir numara, babacığım." Sesim tiksindiğimi belli edercesine çıkmıştı.

"Acınası olsa da bunu yedin, oğlum." Sesi alay ve otorite doluydu. "Hislerin körelmiş. Kız seni dikkatsiz birine çevirmiş." Hızlanan kalbimi dizayna soktum. Eleanor'u öğrenmişti. Eleanor'u.

Onun için çoktan yola çıkmış olmalılardı. "Buradan kurtulurum. Buradan kurtulurum ve yarım bıraktığım işi bitiririm, babacığım." dedim dişlerimin arasından. "Tek bir damla kanı akarsa seni o kanda boğarım." Şaşkınlığım buraya kadardı. Öfkem içimde duramıyordu. Eğer ona bir şey olursa hepsini tek tek kendi ellerimle boğardım.

"Demek bu kadar önemli bu kız, senin için." Sesi kibirli geliyordu. "Zaaflarını ne zamandan beri gözümün içine sokuyorsun, oğlum." Sesi zalimceydi ama ben ondan daha zalimdim. Beni o yetiştirmişti. Neler yapabildiğimi biliyordu ama neler yapabileceğimi bilmiyordu. Tek bir damla kanı akarsa o zaman gerçek gücü onlara gösterirdim.

"Zaaflarımla ne yapacağımı görürsün." dedim sinirden titreyen sesimle. Babam tüm zaaflarımı silen kadar durmazdı. Asla durmazdı.

"Kimi tehdit ettiğine dikkat et Marcus Alaric Russel. Baban olmam bu Meclis'in başkanı olmamı ezemez." Belki onu tanımayan biri sesini sorumlu biri ile bağdaştırabilirdi ama ben o sesin içindeki kibri de zevki de seçebiliyordum. Sonunda beni daha iyi eğitebileceği bir oyuncak bulmuştu.

Zaaflarımı belli etmemeliydim. Ama Eleanor'u bulduysalar zaten bunun bir anlamı kalmış olmayacaktı. Onu bulduysa her şey değişirdi. Tam anlamıyla her şey.

Tüm enerjimi engel büyüsüne yansıttım ama hiçbir değişiklik olmadı. Bu normal bir engel büyüsü değildi. Benim Eleanor'a yaptığım engel büyülerinden değil. Bu büyünün içinde kara büyü de vardı. İçinde karanlık vardı. Büyü karanlıkla desteklenmişti. Karanlık nesneleri kullanmışlardı. Elimi engel büyüsüne koydum. "Beni bu kadarla mı durdurmayı düşünüyorsun?" diye sordum alayla. "Galiba oğlunun kim olduğunu unuttun."

"Unutur muyum hiç. Sen benim oğlumsun." Sesinden kibir akıyordu. Eleanor bu kibire şahit olsa bana çim biçme makinası demekten vazgeçerdi. Eleanor... "Neyi aşıp neyi aşamayacağını bilirim." Gözlerimi kapadım ve büyünün içindeki karanlığı hissettim. Ben karanlıkla büyümüştüm. Bu benim için bir hiçti. "Bu yüzden seni daha kötü duruma düşürecek olan kurt boğanı kullanıyorum zaten." Bir anda odada bir patlama sesi geldi. Kurt boğan bombaları.

Soluduğum hava ciğerlerini yakarken derimde de bir acı bırakıyordu. Ama ben bir kurt adamdım. Hem de yüz yıllar boyunca doğan en güçlü kurttum. Beni sadece bir kurt boğan ile durduramazlardı. Ulaşacağım kişi Eleanor ise beni hiçbir şey durduramazdı.

Nefes almayı keserken büyüyü fısıldadım. "İssipintum ikstiana okpinta..." Elimin yanması ile elimi hızla geri çektim. Bu da neydi?!

"Seni tahmin etmem sandığın kadar zor değil." Bir kurt boğan bombası daha patladı. Bu nasıl bir büyüydü böyle?! Daha önce hiç bu tür enerjide bir büyüye rastlamamıştım. "Görünüşe göre hepinizin süresi doluyor, sevgili oğlum." Bir kurt boğan bombası daha patladı lakin bu sefer diğerlerinden daha farklıydı. Etrafa yaydığı partiküller derimi yakıp geçiyordu. Bir küfür mırıldanırken yanlışlıkla içime nefes çektim. Boğazım yanarken kurt yetilerim bunu iyileştirmek için zaman istedi. Vampir zehri! "Benden, bizden bir şey saklarsanız sizden her şeyi alırım Marcus. Bunu hâlâ anlayamadın mı?" Artık etraf kurt boğan dolmuştu. Daha önce de kurt boğana çok kez maruz kalmıştım, hatta güçlenmek adına kurt boğan kokladığım dahi olmuştu ancak vücudum bir yere kadar dayanabiliyordu. İstersen dünyanın en güçlü kişisi ol herkesin zayıf yönleri oluyordu.

Bünyem artık dayanamazken tamamiyle vampir zehrinden oluşan bir bomba ile yere yığılmam bir oldu. Karanlığa doğru giderken zihnimde dönen tek bir kelime vardı: Eleanor.

🌜🌚🌛

Kaşlarım çatık bir şekilde etrafa bakıyordum. Gece yarısı bir yoldaydım. Kasabaya giden yol.

Bileğimin üstünde hafif bir sızlama vardı. Motor sesi ile sağa doğru döndüm. Gelen arabaya baktım. 2009 model gri bir BMW idi. İçindeki insanlara bakarken sarışın bir kadının ve kumral saçlı bir kızın içinde olduğunu gördüm. Eleanor.
Yine yaşıyordum. Bunda önce bir defa daha başıma böyle bir şey gelmişti. O zaman da Eleanor'un odasına gitmiştim. Endişe ile onu izlerken gözlerinden düşmekte olan damlaları gördüm. Bir anda gözleri durağanlaşırken gözyaşları da akmayı bırakmıştı. Bir saniye sonra eski hâline geri döndü. Etrafa panikle bakarken kadına döndü ama sağdan gelen büyük, kahverengi kurt ile kadın direksiyonu sola doğru kırdı ve araba büyük bir ağaca çarptı.

Endişe ile oraya doğru ilerlerken kurt insana dönüştü. Eleanor'un olduğu kapıyı sertçe açarken kolundan tutup yerde sürüklemeye başladı. Boğuk bir iniliti sesi kulaklarımı delip geçti. Ona zarar veriyorlardı!

Gülüşme sesleri kulaklarıma doldu. Gülen kişilere baktığımda Maddy, Darian ve Charlie'yi gördüm. Charlie hariç hepsi Eleanor'a bakarak gülüyorlardı. Hepsi savaşarak yendiğim insanlardı.

Eleanor'u sürükleyen kişiye baktığımda Brendon'ı gördüm. Elenaor'a baktım. Alnı kanıyordu. Canının yandığı dolu dolu olan gözlerinden belli oluyordu. Bal rengi hareleri acıyla kısılmıştı. Etrafı görmeye çalışıyordu. İçimdeki öfke kabardı da kabardı. Çenem öfkeyle kasıldı. İçimdeki kurt şaha kalktı. Sevdiğim kişiye zarar verebilmek gibi bir hataya düşüyorlardı.

Ellerim sinirden titriyordu. Elimi sıkı bir yumruk yaptım. Brendon eliyle boğazını tutup havaya kaldırdı. Sanki kalbimin içinde kocaman bir fırtına kopuyordu. Hepsini yerle bir etmek istiyordum ama hiçbir şey yapamıyordum. Her elini tek tek kırmak sonra da yerlerinden koparmak istiyordum. En fazla acıyı o çekmeliydi.

Yüzüm seğirirken onları öylece izlemek kanıma dokunuyordu. Eleanor'u kurtarmalıydım. Daha onlarla savaşacak güçte değildi. Bu Sharon veya Knox ile savaşmaya benzemezdi. Onlar özel olarak yetiştirilmiş katillerlerdi. Sadece avlarıyla oynamayı öğrenmişlerdi.
Elini zorladığını görebiliyordum. Savaşmak istiyordu. Onlara yenilmek istemiyordu. Burun delikleri genişliyordu ama boğazı ona doğru bir yanıt veremiyordu. Hepsini kendi kanlarında boğacaktım.

Kara listeme adları mutlaka girecekti.
"Gölge olamayacak kadar salak ve güçsüz." dedi aşağılayıcı bir kibirle Brendon. Darian gözündeki arsız parıltılarla Elenaor'u süzdü. Gözlerini oyacakatım.

Kollarından vazgeçip ayaklarına yöneldi. Ayağı ancak ufacık kıpırdayabiliyordu. "Yazık. Acı çekmesini istemeyeceğim kadar güzelmiş." Ama sen sonsuz bir acıya çarptırılacaktın.

Eleanor biraz daha çabaladı. Sonunda Brendon boğazını bıraktı. Yere düştüğünde yüzü acı ile kırıştı. Gözleri dolu doluydu. Gözyaşları düşmek için emrini bekliyorlardı. Onlara sıkı sıkı tutundu.

Öksürürken ağzından kan saçılıyordu. Bunlardan önce de canını yakmışlardı. Brendon denilen soytarı Eleanor'un kulağına doğru yaklaştı. "Sevgilimi de böyle nefessiz bırakmışlardı sürtük!" Sesinden nefret ve kin saçılıyordu. "Güzel miymiş?" Eleanor başını zorla dikleştirdi. Gözlerinde asi pırıltılar vardı.

"Öyleymiş." dedi pürüzlü sesiyle. İçim titredi. Canı yanıyordu. Belki de mine çiçeği içip kurt boğan soluduğumda bile daha fazla. O bu acılara alışık değildi.
Ufacık bir sıyrıkla canı çok yanıyordu. Şimdi ise... Gözlerim öfke, kin, hırs ve hüzün ile dolarken sesim çıktığı kadar bağırdım. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Acısını dindiremiyordum. Öylece izleyebiliyordum. O orada acı içinde kıvranırken elimi uzatıp acısını içime çekemiyordum. Gözyaşlarını silemiyordum. Elimi hırsla saçımdan geçirdim.

Olmuyordu. Yardım edemiyordum. Elimden hiçbir şey gelmiyordu. Canı çok yanıyordu. Canı çok yanıyordu. Ağlıyordu. Kanı damlıyordu ama ben ona şifa olamıyordum. "Lanet olsun!" diye bağırdım beni duymayacaklarını bile bile. Onu kurtarmak zorundaydım.

Maddy, Elenaor'a yaklaşıyordu. Bunu demesi ile elini saçlarına atıp kafasını asfalat geçirmek için hareketlendi. Gözlerimi bu anı görmemek için sımsıkı yumdum. Dişlerimi daha da sıktım. Kalbim yerinden oyuldu sandım.

Bu anı görmemeliydim. Bu anı göremezdim. Bu anı görürsem yaşayamazdım. Dişlerimi çenemi kırmak istercesine birbirine geçirmiştim.

İnleme sesiyle içimdeki korku eşliğinde gözlerimi araladım. Maddy bileğini tutarken nefretle Eleanor'a bakıyordu. İçim titreyerek Eleanor'a baktım. Kendini zorla biraz geriye doğru ittirdi ama Brendon Maddy'nin yerini devraldı. Eleanor'u saçlarından tutarak ayağa kaldırdı. Ayak bileğine bastırırken Eleanor'un çığlık sesi kulağımı çınlattı. İçimdeki öfke artık bedenime sığamazken onu serbest bıraktım. Gerçek hayatta çoktan etrafımdaki her şeyi yıkmış olmalıydım.

Hepsini size ödeteceğim.

Tek tek.

Ona dokunan her parmağı, ona kötü şeyler yapan her zihne kâbus olacaktım.
Hepsine yaşmak ne kadar güzelmiş öğretecektim.

Eleanor elinden kurtulmak için çırpınırken Darian gelip çenesini tuttu. İçimdeki kurt çoktan cinayetlerini kurgulamaya başlamıştı. O kurt genelde kurguları gerçekleştirmeyi severdi.
Eleanor'u Brendon'ın elinden aldı. Çenesini hala tutuyordu. "Yerinde dur, güzelim." Yüzünde geniş bir gülümseme. Eleanor ona tiksinerek baktı. "Ne kadar da güzel bir yüz." Artık kontrol bende değildi. Kurt tüm kontrolü ele almıştı. İçimdeki enerjiyi bastıramıyordum. "Bu dudaklar..." Elleri Eleanor'un dudaklarında geziniyordu. Benim öptüğüm dudaklara göz atıyordu.
Eleanor bir anda eliyle dudaklarında gezinen elini ısırdı. Gerçekten sert ısırmış olsa Darian onu ittirerek bıraktı. Yere düşünce inledi. Kalbim titredi. Onu böyle görmek istemiyordum. Olamazdı. O bu durumlara düşemezdi.

Gözlerinde beliren hırs ile ellerinden destek alarak ayağa kalkmaya çabalıyorlardı. İlk deneyişinde geri düşerken diğerlerinden gülme sesleri geldi. İkinci denemesinde ayağa kalkarken yüzlerindeki gülümsemede herhangi bir şey değişmemişti. Ama ben bu gözleri biliyordum. Kurtulabilirdi. Kendini kurtarabilirdi.

İçindeki enerjiye yeniden ulaşabilmişti. Hepsine bayıkça bakıyordu. Sol ayağını öne atarak duruşunu güçlendirdi. "Sen şuna da bak." dedi alayla Maddy. "Sen bizimle savaşabilecek misin?" Sesi aşağılayıcıydı. Kendini üstün görüyordu. Eleanor'dan hiçbir beklentileri yoktu. Ama Eleanor belirsiz bir kızdı.

"Hayır, tabii ki de." dedi alayla Darian. "Sadece son çırpınışlar..." Sesini kapı açılma sesi böldü. Sarışın kadın arabadan öksürerek çıkmıştı. Alnı kanıyordu. Eleanor'un gözlerindeki alt ton endişeydi. Lanet olsun ki kadını burada asla bırakıp gitmezdi. Ama gitmeliydi. Gitmek zorundaydı.

"Neler oluyor?" dedi kadın boğuk bir sesle. Kadına doğru topallayarak gitti. Sağ ayak bileği kötüydü.

Kadının önüne geçti. "Gidin." dedi pürüzlü bir sesle. Boğazı tahriş olmuştu.
"Gitmezsek ne olur, tatlı kız?" dedi Brendon alaylı bir sesle.

Maddy'e gözü kaydı. "Elimden geleni yaparım." dedi Brendon'ın gözlerinin içine bakarak. Maddy kıyafetini kaldırıp pantolonun kemerinde saklı olan ucu keskin bıçağı çıkardı. Kalbim sıkıştı. Bu hâldeyken o bıçakla baş edemezdi. Direkt olarak onların eline düşerdi.

"Bu kadar yeter." dedi bıkmış bir sesle. "Geç kalıyoruz." deyip elindeki bıçağı hızla Eleanor'un karnına doğru fırlattı. Bıçak Eleanor'un tenini garip geçerken gözleri ilk önce büyüdü sonra da bayık bir şekil aldı. Bıçak sanki direkt benim kalbime saplanmıştı.

🌜🌚🌛

Gözlerimi araladığımda beni karşılayan şey koca bir karanlıktı. Boğazım kuruydu ama ağrımıyordu. Etrafımdan iniltiler geliyordu. Uzuvlarımdaki hisleri geri kazanırken kollarımın yukarıdan soğuk bir metal ile bağlandığını hissettim. Her duyum yerine gelirken ayılmıştım. "Lanet olsun!" diyen sesi tanıyordum. Watson. "Neredeyim ben?!"

"Sence biz biliyor muyuz?" diye inleyen ses Blanca'ya aitti.

"Ama biz biliyoruz." dedi Sarah inleyen bir sesle. "Tabii ki de Meclis'te."

"Lanet olsun! Eleanor!" Bir sürtünme sesi geldi. Demirin yere sürtünme sesi. "Bizi çıkartın buradan!" diye gürledi Carlos. Eleanor...

Kollarımdaki kelepçelerden kurtulmak için çırpındım. Çekiştiriyordum ama bu bir kara nesneydi. İçindeki karanlığı  emmeden veya kilidini açmadan kurtulamazdım. "Hepinizi öldüreceğim! Kendi kanınızda gerçekleşecek ölümünüz!" Kükremem boş odada yankılanıp kulaklarıma geri döndü. Eleanor acı çekiyordu. Benim Eleanor'uma acı çektiriyorlardı.
Bileklerimde açılan yarayı önemsemedim, daha da çırpındım. Kendimi normale nazaran daha hâlsiz hissetmem gerekiyordu ama hissedemedim. Eleanor acı içindeydi. Ben burada böylece duramazdım. Kalbim öfke ve hırs ile sıkışıyordu. Buradan kurtulmalı ve Eleanor'u kurtarmalıydım. "Hepinizin canı cehenneme!"

Demirden kapı aralandı. Özel olarak tasarlanan mahzenin kapıları açıldı. Her yer aydınlanırken gözümü dahi kırpmadım. Canı yanıyordu.

Canı yanıyordu!

Onu kurtarmalıydım!

"Biraz sakin olun, çocuklar." diyen ses aynı kandan geldiğim adamdı.

"Lionel Russel!" diye kükredim. Kelimeler küfür gibi çıkmıştı ağzımdan. "Ona zarar verdiyseniz sizi kendi ellerimle öldürürüm. Seni benim elimden kimse alamaz."

"Sesini kes!" diye kükredi o da. "Karşında oyun arkadaşın yok Marcus Alaric Russel. Haddi..."

"Haddimi sen belirleyemezsin!" Kelepçelerimi çekiştirdim. "Eleanor nerede?!" Sesim tüm odayı deldi geçti. Bana doğru gelmeye başladı. Üzerindeki siyah gömlek de siyah pantolon da onu asil göstermiyordu. O bir canavardan başka bir şey değildi.

Ruhum alev alevdi. Canım acıyordu. Canım acıyordu çünkü canı acıyordu.

Çenimi tutup sıktı. "Kızın kimin elinde olduğunu unutma, Marcus." dedi dişlerinin arasından. "Yani evet, haddini ben belirlerim." Kibrini de alıp geldiği yere geri döndü. Gözlerim iki yana kaydı. Sol yanımda sırayla Alissa, Lauren, Watson, Caleb, Sharon ve Aiden vardı. Diğer yanımda ise Blanca, Matthew, Carlos, Sarah ve Barton vardı. Ortalarında duruyordum. Ben asılmışken onlar demir sandalyelere kelepçelenmişlerdi.

"Cidden benim sizin yaptığınız bu apatallıktan haberim olmayacağını mı sandınız?" dedi sesindeki otorite ve kibirle. "Sizleri böyle yetiştirmemiştim. Hepiniz akıllı çocuklardınız. Şimdi ise karşımda bir düzine aptal oturuyor." Hepimizi gözleriyle tek tek inceledi.

Devamının geleceğiniden emin olduğum sözlerini böldüm. "Eleanor iyi mi?!" dedim dişlerimin arasından ölüm sessizliği dolu sesimle. Başını geriye atarak bana baktı. Aşağılayıcı ve onaylamaz bir bakıştı bu. Küçüklüğümden beri aşina olduğum bir bakıştı.

"Zaaflar..." dedi aşağılarcasına. "Sana göre değil, Marcus. Bunu hâlâ öğrenemedin mi? Senin zaafların olamaz. Böyle bir lüksün yok." Biliyordum. Zaaflar bir yanılgıydı. Yanılgılar ise sizi her zaman zayıf düşürürdü.

Küçüklüğümden beri böyle yetişmiştim. Zaafım olarak gördüğü üç insan vardı hayatımda. Alissa, Lauren ve Watson ama aralarına hepsinden daha üstün bir yere sahip biri daha girmişti; Eleanor. Uğrunda sevgili babama bağırabileceğim kadar üstün bir yere sahip kız.

Ona sırf bu yüzden zarar vermişlerdi. O benim zaafımdı. Hem de en büyük zaafım. Uğruna her şeyi yapabileceğim bir zaaf ve babam daha beni görür görmez anlamıştı bunu.

Ruhum alev alevdi. Ona yardım etmeliydim. Ona yardım etmek için orada olmalıydım. Onun yanından hiç ayrılmamlıydım.

Onun yanından hiç ayrılmamlıydım.

Ona, "Düşmanların beni karşılarına alamazlar." demiştim. Ama babamı atlamıştım. Gücü yüksek olan her kişi onun düşmanıydı. Kibrine sadece beni sığdırabiliyordu. Ondan güçlü sadece oğlu olabilirdi. Acınası bir kibir.

Canı yanıyordu. Sırf ben onu sevdim diye. Ben sırf ona bir anlık de olsa güzel baktım diye. Ben sırf onun bir çift bakışında sakinleştiğim için. Sırf ruhum ruhunda dinlendiği için. Sırf her ona baktığımda bakışlarım eridi diye. Canı yanıyordu. Sırf ben ona aşık oldum diye.

Burnunun direği sızladı. Ruhumdaki alevler gözlerime taştı. "Zaaflarım hakkında en ufak bir fikre dahi sahip değilsin, Lionel Russel." Her kelimenin üzerine bastım. Soyadımı, soyadımızı ise büyük bir nefretle söyledim. Bu soyadının ağırlığını kendimi bildim bileli çekiyordum. Eleanor'un da çekmesine izin vermezdim.

Kalbim alev alevdi. Odunlar hüzün ve öfke ile harmanlanmıştı. Lanet olsun! Hâlâ canı yanıyordu!

Nasıl oluyordu bilmiyordum ama hissedebiliyordum. Ruhumu derinlerden sarsan bir acıydı bu. Belki şu an burada olmasam gözlerimi doldurabilecek bir acı. Ruhumu kalbimden başlayarak yakıyordu bu acı. Öfkemi harlıyordu. İçimdeki canavarı ve karanlığı bana doğru çekiştiriyordu.

"Kendini kandırmayı uzun zaman önce bıraktığını düşünüyordum, Marcus." Gözleri sadece bendeydi. Siyah gözlerimiz çarpışıyordu. "Sen benim oğlumsun. Sen benim kanımsın. Kimin olduğunu unutmamanı sağladığımı sanıyordum." Alayla güldü. Gözleri hepimizde gezindi. "Yoksa o kız hepinize benim, bizim kim olduğumuzu mu unutturdu? Sizin kim olduğunuzu mu? Yazık." Başını iki yana salladı. "Çok yazık." Kelepçelerimi daha sert çekiştirdim. İçimdeki karanlık orantısız olarak büyüyordu.

Kapı tekrar aralandı. İçeri giren kişi Charlie idi. Korkusuz bir şekilde girdi içeri. İzleyici olmak da suç sayılmaz mıydı? "Efendim, geldik." dedi düz, ifadesiz bir sesle. Gözüme sokacaklardı. Beni tehdit edecekti. Onun canını yakarak. Peki ben buna hazır mıydım?
Hiç sanmıyorum.

"Getirin." dedi acımasız bir sesle. Bir inleme sesi her şeyden önce doldurdu odayı. İlk önce onu iki kolundan taşıyan Brendon ve Darian'ın ayakları girdi içeri. Herkes nefesini tutmuş Eleanor'un içeriye nasıl gireceğini tahmin etmeye çalışıyordu. Ama ben biliyordum. Biliyordum, nasıl bir acıyla içeri gireceğini.

İçeri girerken gözleri etrafa bayık bakıyordu. Bilinci şaşırtıcı derecede hâlâ açıktı. Brendon sanki yanlışlıkla basmış gibi sağ ayağına bastı. Boğuk iniltisi ruhumu yedi bitirdi. Kelepçeleri daha sert çekiştirmeye başladım. Diğerleri donmuş bir şekilde Eleanor'a bakıyordu. İlk tepki veren Sarah oldu. "Lanet girsin!" dedi şok bir sesle. "Onun bir damla kanı dahi bu kadar değerliyken siz onun litrelerce kanını mı döktünüz?!" Sesi odada yankılandı. "Siz aptal..."

"Sesini kes!" diye kükredi babam. Sarah'a doğru yürüyüp çenesine asıldı. Arkaya doğru ittirirken tamamiyle duvara yasladı. "Karşında kimin olduğunu unutma! Sen benim oğlum değilsin, sefil yaratık!" Sarah inlerken hızla babamı başıyla onayladı.

Çenesini bırakmasıyla sandalyesi yere devrildi. Gözlerimi Eleanor'dan alamıyordum. Üzerindeki açık gri, baskılı tişört kan ile boyanmıştı. Her yeri yara bere içindeydi. Boynunda el izleri vardı. Kalbim bu durum karşısında titredi, ruhumdaki alev daha da harlandı. İçimdeki öfke yükseldi. Karanlık içimdeki gücü ele geçirdi. Kelepçedeki bütün karanlığı emdim. Kelepçeleri ufak bir çekişle kırarken Brendon ve Darian'ın yutkunma sesleri kulağıma çalındı. Ayaklarım sağlam bir şekilde yere basarken odak noktam babamdı. "Benim olan zarar verdin." derken artık ses tonum bana ait değildi. Gözlerindeki bakışta hiçbir değişim olmadı ama nefesindeki titreşimi hissedebildim.

"Hiç kimse senin değil Marcus." Canımı acıtmak istiyordu. "Kimse böyle bir canavara ait olmak istemez. Ona bak." Gözlerim o tarafa kaymadı. Canavarın tek istediği ölüm ve acıydı. Acıttıkları kadar yansınalar. "O sırf sen onu sevdin diye bu kadar acı çekti. Sırf sen bir zaaf daha edindin diye! Sence bundan sonra seni ister mi?!" Sözlerini umursamadım. Tek istediğim öldürmekti. Üzerine doğru yürürken Eleanor'un olduğu tarafa baktı. Başıyla işaret vermesi ile odayı kocaman bir çığlığın kaplaması bir oldu.

Gözlerimi hızla ondan alıp Eleanor'a çevirdim. Küçük bir şişede olan mine çiçeğini bıçak yarasına damlatıyorlardı. Gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Ruhum alev alevdi. İçimdeki öfke ile babama dönerken babam tekrar konuştu. "Bana karşı attığın her adımda onun canı daha fazla yanacak." Adımlarım çaresizce durdu. "Daha fazla ağlayacak. Daha fazla senden nefret edecek."

Ağzım titreyerek açıldı.

"Onu dinleme." dedi pürüzlü kuru ses. Sesi zor çıkıyordu. "Senden asla nefret etmem." Sesi kalbimdeki bıçağın aşağı doğru hareket etmesini sağladı. Artık kontrol yine bendeydi. Onun canı içimdeki karanlıktan daha üstündü.

Ona doğru döndüm. Brendon elindeki şişeyi hazır tutuyordu. Bileğine doğru bir tekme attı. Kulaklarıma çatlama sesi gelirken çığlığı ile dişlerimi birbirine geçirip gözlerimi kapattım. Ellerimi sıkı bir yumruk yaparken hıçkırığı ruhumda canlandı. "Senin her zaafını yok etmek zorundayım, oğlum. Beni anla."

"Şerefsiz." diye hıçkırdı Eleanor. Şaşırtıcı derecede hâlâ bilinci açıktı ve konuşabiliyordu. Şu an bir insandan farksızdı. Bir insan bu acılara karşın çoktan bayılmış hatta daha zayıf bir insansa ölmesi gerekirdi. Ama Eleanor bunların aksine konuşabiliyordu da. "Yemin ederim ki bana çektirdiğiniz acı kadar acı çekeceksiniz. Seni kelimelerinle boğacağım. Akan her damla kanım için bir kemiğini kıracağım." Babamın kahkaha sesi odayı aydınlattı.

"Ah, sevgili kızım. O kadar zayıf ve aptalsın ki daha kiminle konuştuğunu tam olarak kavrayamamışsın bile." Canını yakacağını bile bile kahkaha attı. Babamın kahkaha sesinden daha yüksek ve uzun süreliydi. Ona doğru bir adım attım ama Brendon elindeki şişeyi gözlerimin içine bakarak yarasına uzattı. Nefesi titriyordu. Kalbi kasılıyordu. Benden korkuyordu. Korkması gerekirdi.

Şu andan itibaren Eleanor hariç herkesin benden korkması gerekirdi.

"Beni öldürmediğin için pişman olacaksın Lionel Russel." dedi gülen bir sesle Eleanor. "Daha tanışmadık." Tam yaranın olduğu yere yediği tekme ile nefesi kesildi. Ona doğru atıldım.

"Dur durduğun yerde." Brendon bir damla daha damlattı mine çiçeğinden. Olduğum yerde durdum.

"Tamam, tamam, tamam." dedim hızla. Ellerimj titreyerek kendime çektim. Hızla saçımı çekiştirdim. Ne istiyorsun?! Ne?!" diye bağırdım ona dönerek.

"Ne isteyebilirim?" diye sordu kaşlarını kaldırarak. Tabii ya...

Gözlerimi kısarak ona baktım. "Onu bırak." dedim birbirine bastırdığım dişlerimin arasından.

"Yemin ederim hepiniz bir gün avucumun içine düşeceksiniz." diye mırıldandı acıyla Eleanor. "Acı çektirdiğiniz kadar acı çekeceksiniz. Bu kendime ve size sözüm."

"Sesini kes." dedi sert bir sesle babam.

"Öyle mi?" diye soludu Eleanor alay dolu bir sesle. "Ne yaparsın? Bir damla daha mine çiçeği mi damlatırsın yarama? Çok korktum."

"Çıkarın şunu. Fazla konuşuyor. Yeterince iyi bir iş çıkaramamışsınız." Eleanor'u tekrara kapıya doğru sürüklerken arkasından sadece bakabildim. Gözlerim yeniden babamı buldu. "Bunu kabul edersen Aiden ve Caleb hariç hiçbirine zarar vermem." Gözlerim ikisine kaydı. Caleb... Onlardan çok büyük bir gerçeği yıllarca saklamıştı. "Ama kabul etmezsen tek tek herkese acı veririm. Ona daha fazla acı aşılarım. Bunu yaparım, biliyorsun." Hiç şüphem yoktu. "Düşünmen için saniye vereyim mi yoksa direkt cevabını mı alayım?" dedi zevk dolu bir sesle. Gözlerimi kapattım. Bu sefer gözlerimin önüne dolu dolu gözleri olan Eleanor geldi. "Bu dediğimi yaparsan istediğim her şeyi eksiksiz bir şekilde yapacaksın. En başta o kızdan uzak durmak gibi." Gözlerim açılırken kaşlarım çatılmıştı. "Zaaflar sadece bir yanılgıdan ibarettir. Yanılgılar ise seni zayıf düşürmekten başka bir işe yaramaz. Ben oğlumun zayıf olmasını istemiyorum. Eminim ki sen de zayıf olmak istemiyorsundur." Gerektiği için Eleanor'dan vazgeçebilir miydim?
Ruhumu ruhundan uzak tutmayı başarabilir miydim?

Gözlerimi gözlerinden alabilir miydim?
Onun içinse, evet. Bir solukta cevapladım. "Tamam, senin yanında Meclis'te yer almayı kabul ediyorum."

DEVAM EDECEK...

🌜🌚🌛

Bir parça hüzün ve bir parça da neşe ile ilk kitabın finalini bitirdiğimizi duyuruyoruuum!

Bölüm ile ilgili tüm yorumlarınızı buraya almak isterim;

Kitap ile ilgili tüm yorumlarınızı da buraya almak isterim;

Vee, ikinci kitap ile ilgili beklentilerinizi de buraya;

Buraya da ilk kitabı bitirdiğiniz tarihi alabilir miyiiiimm??

Biliyorum, birçoğunuz için ilk kitap hayal kırıklığı oluşturdu, Eleanor'un çok güçsüz olduğunu düşünüyorsunuzdur. Yakalanmamasını da istediğini ve onları yenmesini istediğinizi biliyorum ama bu mümkün değildi.

İlk kitap genel hatlarıyla Eleanor'un tamamıyla bu dünyaya alışma kitabıydı. Neyin ne olduğunu biraz fark etme aşamasıydı. Dahası Eleanor ilk bölüme nazaran çok daha gelişen bir karakter oldu. Bunu ikinci kitapta daha fazla anlayacaksınız.

Ama sizi gerçekten temin ediyorum ki ikinci kitap en bombasıyla gelecek :)

Ne zaman gelecek diye sorularınızı da duyuyor gibiyim, şöyle ki; 2. kitap ne zaman gelir bilmiyorum. Ama en yakın tarih 1 ay. 1 aydan önce atmam mümkün değil. Çünkü diğer türlü sizler bekliyorsunuz, bir düzen olmuyor. Bu beni de sizi de yıpratıyor.

Diğer kitaplarıma bir şans vermek isterseniz sizi sayfama beklerim ama :)

Bu esnada diğer kitaplarımla ilgileneceğim. Tabii Gölge Kanı'nı da es geçmeyeceğim :)

Ve sizlere gerçekten çok teşekkür ederim, kitabımı okuyup değerllendirdiğiniz için. Eleanor'a ve bana kulak verdiğiniz için. Belki sizin için çok bir okunma sayısı değil ama ben bu bölüme kadar herkesi bulup tek tek sarılmak istiyorum, benim için değeriniz çok çok fazla. 300 okunmayken de öyleydi, şimdi de. Bir kişi, bir kişi ve ben o kişiye çok değer veriyorum <33

Belki size içten gelmeyecek ama inanın bana gerçekten okuduğunuz her kelimem için çok teşekkür ederim ❣️

İlk kitabın finalinden o hâlde...

Huzurlu, mutlu ve sağlıklı nice günler dileriiiiiimmm :))

Okumaya devam et

Bunları da Beğeneceksin

759K 37.5K 62
Torn Galaksisi tüm galaksiye karanlık çağı getiren Beşen Yeri'ni mühürle hapsettikten sonra Kahin Tivon'ın yaptığı karanlık kehanet yeni çağ gölge dü...
276K 23.2K 61
Torn Galaksisi'ne karanlık usul usul yayılmaya devam ediyorken dengeler değişmek üzereydi. ALFA'nın sonunda yeri bulunan Sultan Nersy yaşadıklarıyla...
39.7K 7.2K 14
Hayat hiç bu kadar acımasız olmamıştı. Insanların bitmek bilmeyen intikamları Dünyayı yavaşça yok ediyordu. Kıyamet yaklaşıyordu ve hepimiz o kıyamet...
223K 27.6K 50
[ TAMAMLANDI.] #Fantastik 1 #Savaş 1 Hey, ben deliyim! En az senin kadar... Jessie; çılgın, deli dolu ve köy tarafından dışlanmış üstün güçleri...