İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.5K 2.3K 958

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
14
15
16
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

17

739 53 16
By MSHanDeniz

Selamm hala toparlayamadım o yüzden dün bölümü yayınlayamadım maalesef. Ben yavaş yavaş iyileşiyorum ama bu sefer de anneme bulaştırdım hastalığı. Artık ne olacak bilmiyorum, bölümleri dört günde bir düzenli atmaya çalışacağım ama atamazsam da anlayışlı olsun plss 🤍😍

"Altı aylık sultanım, sağlıkla doğacak inşallah."

"Amin. İnşallah senin şehzaden de Ogeday'ın şehzadeleri gibi gürbüz ve yaman bir şehzade olur. Sahi, yeğenlerim nasıl?" diye sordu Mihrimah Sultan, Şehzade Ogeday'a dönerek.

Niye herkes Nurbanu şimdiden şehzade doğurmuş gibi davranıyordu? Belki de kızı olacaktı, ne malumdu? Umarım kızı olurdu.

"İyiler."

"Sen de tanıştın değil mi Mahnisa, Osman ve Orhan'la?" Mihrimah Sultan bu sefer de sorusunu bana sorduğunda başımı salladım.

"Evet, çok tatlılar ikisi de. Kütahya'ya gittiğimde tanışmıştım ve valideleriyle de tabii ki."

"Hepinizi tek tek sancağınızda ziyaret etmek isterim. Hatta evvela Amasya'ya gelmek istiyorum," diyerek ağabeyine döndü Mihrimah Sultan.

"İstediğin zaman gel Mihrimah."

"Ben de beklerim kardeşim fakat gelmeden önce muhakkak haber ver ki seni en iyi şekilde ağırlayayım. Ogeday sancağıma gizli saklı geldiği için pek hazırlık fırsatım olmamıştı zira." Yutkundum. Yine başlıyorduk.

"Selim'in hakkı var kardeşim, mutlaka haber ver. Uygunsuz bir vaziyette yakalayabilirsin zira onu."

"Ogeday, Selim! Bizi yalnız bırakın." Şehzade Mustafa arkamızdaki hatunları gönderdikten sonra devam etti. "Aranızdaki mesele her neyse burada toplanmışken konuşup halledeceksiniz, kimsenin huzurunu kaçırmaya hakkınız yok."

"Mustafa ağabeyim doğru söylüyor. Sizlerin bu hali hepimizi üzüyor."

"Gizli saklı işleri seven kendisi ağabey," diye sinirle konuştu Şehzade Selim.

"Hala bizlerin yüzüne nasıl bakabiliyorsun, hayret ediyorum doğrusu!" Şehzade Ogeday elindeki kaşığı sinirle tepsiye bıraktığında yerimde zıpladım.

"Ogeday! Kesin şunu artık!" Tekrar bağırdı Şehzade Mustafa.

Birazdan çok kötü şeyler olacaktı, hissediyordum.

"Elinize koz geçti, üzerime gelin haydi."

"Kimsenin öyle bir niyeti yok Selim. Aksine, Mihrimah buna bir son vermek için sizleri burada topladı."

"Ben kimin, ne olduğunu görüyorum ağabey. Nurbanu gidiyoruz." Şehzade Selim bir anda ayaklanıp kapıya doğru yürüdüğünde Nurbanu da aceleyle onu takip etti.

"Kaçarsın tabii." Şehzade Ogeday da ağabeyi gibi ayaklandı. "Parasını verdiğin, seni yere göğe sığdıramayan dalkavukların yok değil mi burada?!"

"Ogeday!"

"Ne demek bu?" diye sordu Şehzade Cihangir şaşkınca. Ben de onun gibi hiçbir şey anlamamıştım ama tepkileri üzerime çekmemek için susuyordum.

"Ona sor, utanması yoksa anlatır belki."

Şehzade Selim deli gibi bağırarak Şehzade Ogeday'ın üzerine atladı. Hepimiz şehzadelerin ismini bağırıyor, durmaları için yalvarıyorduk ama bizi duyduklarını bile sanmıyordum. Bu arada ayırmaya çalışırken darbe alan Şehzade Cihangir yere yuvarlandı. Mihrimah Sultan ile ben Şehzade Cihangir'in yanına koşarken, Şehzade Mustafa hala boğuşan kardeşlerini ayırmaya çalışıyordu.

Şehzade Ogeday, Şehzade Selim'in düşmesini sağlayıp üzerine çıktı ve boğazını sıkmaya başladı. Şehzade Selim kıpkırmızı kesilmişti, nefes alamadığı belliydi. Hepimiz Şehzade Ogeday'a bırakması için yalvarıyorduk lakin bir faydası yoktu. En sonunda Şehzade Mustafa onu ağabeyinin üzerinden almayı başardı. Mihrimah Sultan ile ben Şehzade Ogeday'ın yanına koşarken, Nurbanu da Şehzade Selim'in yanına koştu.

"Ne yapıyorsunuz siz?!" diye bağırdı Şehzade Mustafa ikisine de.

"Bunların hepsi babam beni Saruhan'a tayin etti diye oluyor, değil mi? Sizin kardeşliğiniz işte bu kadar! Kıskançlıktan hepinizin gözü kör olmuş."

"Selim!" Şehzade Mustafa kardeşine tekrar bağırdı ama o çoktan daireyi terk etmişti bile. Nurbanu da peşinden koşmuştu tabii ki.

Bir süre yan yana divanlara oturup tek kelime konuşmadık. Daire mahvolmuştu. Sofra, üzerindeki yemekler, şerbetler, hepsi yerlerdeydi. Herkes bir şey düşünüyor, kimse konuşmuyordu.

"Nasıl bu hale geldiniz siz, ne zaman? Hiçbir zaman geçinemediniz biliyorum lakin bu çok fazla Ogeday, çok fazla!" diye bağırarak sessizliği bozan Mihrimah Sultan oldu.

"Sizlerin yanında böyle bir şey yapmak istemezdim. Geceyi de mahvettik lakin gördünüz işte o başlattı, üzerime geldi."

"Ne olursa olsun kendine hakim olmalıydın Ogeday. Bu, hünkarımızın kulağına giderse ikiniz için de iyi olmaz," dedi Şehzade Mustafa sıkıntıyla.

"Selim bu ağabey. Çoktan çıkmıştır hünkarımızın karşısına, bire bin katarak anlatıyordur."

"Neler oldu şahidiz," dedi Şehzade Cihangir.

"Haklıymışsın ağabey, onları bir araya getirmekle hata etmişim," diye mırıldandı Mihrimah Sultan, ağabeyine bakarak.

"Neyse olan oldu bir kere, biz bundan sonrasına bakalım. İnşallah Selim kimseye bir şey anlatmaz da hadise bizlerin arasında kalır."

"İnşallah," diye mırıldandım.

*

"Vaziyetin bu kadar vahim olduğunu tahmin etmemiştim. Bıraksak, birbirlerinin canını alacaklardı," dedi Mihrimah Sultan.

Ertesi gün olduğunda Hürrem Sultan'ın yanına gelmiş, ona dün akşamı anlatmıştık. Keşke mutlu olacağı şeyler söyleyebilseydik lakin her şey ortadaydı. Şehzade Ogeday ve Şehzade Selim artık birbirine düşmandı.

"Eyvahlar olsun, korktuğum başıma geldi."

"Onları daha önce hiç böyle görmedim," diye mırıldandım.

"Bağışlayın beni fakat sizi vaktiyle ikaz etmiştim. Mustafa ağabeyimin önünü kesmek isterken hadise buralara kadar geldi işte!"

"Sakin ol, ben daha tırnaklarımı göstermedim. İkisini de muma çevirmeyi bilirim."

Bir anda kapı açıldı ve içeri koştura koştura Nurbanu girdi. Bu kız da bu daireye böyle izinsiz girmeyi adet edinmişti galiba kendine.

"Ne oluyor, Fahriye kimseyi içeri alma demedim mi ben sana?" Hürrem Sultan da sinirlenmişti.

"Ben zorla girdim sultanım," dedi Nurbanu selam verdikten sonra. Gözlerimi devirdim.

"Bir de utanmadan söylüyorsun, derhal dışarı çık."

"Sultanım söyleyeceklerime kulak verin, ne olur. Şehzademiz Selim hünkarımıza gidiyor, Manisa'dan azlini isteyeceklerini söylediler."

"Ne?" diye mırıldandı Hürrem Sultan şaşkınca.

Tamam, bu işimize gelmezdi. Çünkü Şehzade Selim azlini isterse onun yerine hünkarımız Şehzade Ogeday'ı değil, Şehzade Mustafa'yı Manisa'ya gönderirdi muhtemelen çünkü Şehzade Ogeday'a hala biraz kızgındı. O yüzden Şehzade Selim'in orada kalması gerekiyordu.

Hürrem Sultan neredeyse koşturarak şehzadesine engel olmak için dairesinden çıktı. Ben de Mihrimah Sultan ve Nurbanu'yla kalmak istemedim ve Mihrimah Sultan'dan izin isteyerek daireme geri döndüm. Dairemde biraz kitap okumak istiyordum lakin beni bir misafirim bekliyordu. Fatma Sultan gelmiş, divanlardan birine oturmuştu.

"Mahnisa, küs müyüz?" diye sordu beni gördüğünde.

Selam verdikten sonra yanına oturdum ve gülümsedim. Ona güvenmesem de Mihrimah Sultan yokken bazen havadan sudan sohbet ediyorduk.

"Olur mu öyle şey sultanım, kendi derdime düşüp sizi ihmal ettim sanırım."

"Öyle olsun."

Kapı çaldı ve içeri Fatma Sultan'ın kalfası geldi. İkimize de selam verdikten sonra Fatma Sultan'ın kulağına eğilip bir şeyler söyledi. Duymak isteyip kulak kesilsem de duyamadım maalesef lakin suratında güller açıyordu. Onların cephesinde güzel bir şey, bizimkinde tam tersi demekti. Bu yüzden kaşlarımı çattım.

"Emin misin, güvenebilir miyiz?" diye sordu Fatma Sultan, kız tekrar doğrulduğunda.

"Ateş olmayan yerden duman çıkmaz derler. Bir bakmakta fayda var sultanım, hem ne kaybederiz ki?"

"Eğer bu dediğin doğruysa Hürrem'in sonu geldi demektir."

-Şehzade Ogeday

Cihangir'le birlikte otururken babamın bizi görmek istediğini bildiren emir geldi. Onun dairesine gittiğimizde kapıda bizi ağabeyim Mustafa,onun validesi Mahidevran Sultan ve validem bekliyordu. Kaşlarımı çattım, hiçbir şey anlamamıştım. Selim her şeyi babama anlatmış olabilir miydi? İçeri girdiğimizde Selim de oradaydı. Demek ki bir şeyler söylemişti.

Üçümüz büyükten küçüğe dizildik, karşımızda da validemle Mahidevran Sultan vardı. Ortamızda babam ayakta dururken Selim dairenin öbür ucundaydı.

"Sizleri buraya çağırdım zira söylemek istediğim mühim bir husus var. Daha doğrusu hatırlatmak istedim. Şehzade Selim'i Saruhan Sancağı'na ben tayin ettim. Sebebi, bu vazifeye ziyadesiyle layık bir şehzade olmasıdır. Kendisine bu mevzuyla alakalı söylenecek herhangi bir sözü yahut yapılan bir hareketi irademe karşı yapılmış sayarım." Yutkundum. "Bu mevzuyla alakalı bir meselesi, bir itirazı olan varsa şimdi konuşsun."

Konuşmak için ölüyordum lakin susmamın daha doğru olduğunu bildiğim için elmahkum sustum. Kimseden ses gelmediğinde babam konuşmasına devam etti.

"Hiç kimsenin söyleyecek tek bir sözü dahi yok anlaşılan. Öyleyse bir kez daha işitin ve idrak edin, şehzademiz Selim Saruhan Sancakbeyi'dir ve ben nefes aldığım müddetçe vazifesine devam edecektir. Her kim ki bu mevzuyla alakalı benim huzuruma gelir, o vakit bedelini ağır öder."

*

"Başka ne olabilir ki validem? İşitmediniz mi dediklerini, Selim uğruna hepimizin gururunu ayaklar altına aldı."

Babamın bizimle konuşmasının ardından validemle birlikte onun dairesine gelmiştik. Ben ne kadar sinirliysem o da benim tam tersime, o kadar sakindi.

"Öfken gözünü karartmasın, bu senden çok Mustafa'yla alakalı." Kaşlarımı çattım.

"Ne demek bu?"

"O, sizi birbirinize düşürme niyetinde. Hünkarımız da bunu anlamış olmalı ki Mustafa'yı bu vesileyle ikaz etti." Sinirle bir süre güldüm.

"O zaman büyük bir hata yapıyorlar validem. Keşke hepimiz Mustafa ağabeyim kadar masum olsaydık."

Konuşmamızın bittiğini anladığımda dairesinden çıkıp Has Bahçe'ye doğru yürüdüm. Mahnisa ile buluşacağımız yere gelip onu beklemeye başladım. Bugün buluşacağımızı konuşmuştuk, umarım gelebilirdi. Beni çok bekletmeden geldiğinde hemen ellerimiz birleşti.

"Bizim kurduğumuz bir hayalmiş. Adı üstünde, hayal işte, buraya kadarmış. Beyhan Sultan'ın yanına gönderecekler beni, Üsküp'e."

"Gitmeye mecbur değilsin. İzin vermem, yeter ki beni istediğini söyle Mahnisa."

"İstiyorum, çok istiyorum ama olmaz Ogeday. Her şeyi kenara bıraktık, birlikte olduk diyelim, o zaman hünkarımız öğrenecek. Sevgisinden ebediyen mahkum kalırsın. Benim sevgim sana saadet değil, yalnızca keder verir."

Başka bir şey demeden, benim de bir şey dememe izin vermeden önce ellerimizi ayırdı. Ardından da arkasını dönüp yürüdü. Ne kadar inanmak istemesem de onu son kez görmüş, onunla son kez konuşmuş olabilirdim.

Orada boş boş dikilmek istemediğim için kardeşimi alıp ağabeyim Mustafa'nın yanına gittim. Bahçede bizi bekliyordu, vedalaşmak için. Amasya'ya geri dönüyordu. Ben de birkaç gün sonra Kütahya'ya dönecektim.

"Aklımdan geçeni senden saklayacak değilim Mustafa ağabey. Her şehzade gibi tahta çıkmak, bu yüce devleti idare etmek benim de hayalim. Lakin kaderimde yoksa, o ben değilsem senin olmanı, o tahta senin geçmeni arzu ettiğimi bil." Ağabeyim tebessüm etti ve gelip bana sarıldı.

"Yüce Rabbim şahidim olsun ki benim de gönlümden geçen sensin kardeşim. Dediğin gibi, eğer kaderimde yoksa ve o ben değilsem, o tahtın sana nasip olması için dualarım eksik olmayacak."

"Desteğimiz baki ama ikinizin de dikkatli olması mühim. Hünkarımızın gözü son hadiselerden sonra üzerinizde. Tek bir yanlışınız vahim neticelere yol açabilir," dedi Cihangir. Kıkırdadım.

"Yanlış üstüne o kadar yanlış yaptım ki daha fazlası mümkün değil herhalde. Ben esas Mahnisa için üzülüyorum."

"Beyhan Sultanımızın yanına, Üsküp'e gidecek yakında. Zamanla unutur, üzüntüsü de geçer."

"Ya ben, ben nasıl unutacağım kardeşim?" Ofladım ve ağabeyime baktım. "Veda vakti, hava kararmadan yola revan olman lazım."

"Yolun açık olsun Mustafa ağabey."

Ağabeyim önce kardeşime, ardından da bana sarıldı.

"Allah'a emanet olun," dedi ve atına doğru ilerledi.

Bizden iyice uzaklaştığı sırada "Mustafa ağabey!" diye bağırdım. Durup arkasına baktığında ona yetişmek için koştum. Kimsenin bizi duyamayacağı bir şekilde konuştum. "Senden bir isteğim olacak ağabey, kabul edersen beni ziyadesiyle mutlu edersin."

-Mahnisa Sultan

"Rüstem'le meselenizi hallettiniz, bir sıkıntı yok öyle değil mi?"

Şehzadeler sancaklarına dönmüşlerdi. Benim için de Hürrem Sultan arabaların hazırlanması emrini vermişti, bugün yarın Üsküp'e gidecektim. Şimdi ise son günlerimi yine onlarla geçiriyordum.

"Ciddi bir şey değildi zaten," dedi Mihrimah Sultan kısaca başını salladıktan sonra.

"Ala. Fatma Sultan'dan uzak durun, sıklıkla görüştüğünüzü işittim ikinizin de." Hürrem Sultan'ın söylediklerine kaşlarımı çattım.

"Ara sıra sohbet ediyoruz sadece," diye mırıldandım.

"Onunla ne konuşuyorsunuz çok merak ediyorum."

"Mühim bir şey değil. Ben aslında size başka bir şey söyleyecektim," dedi Mihrimah Sultan. Ardından devam etti, "Cihangir'in vaziyeti beni düşündürüyor validem. Yaşı malum, zannediyorum artık kendi haremini kurmasının vakti geldi."

"Nereden çıktı bu, kendi mi söyledi?" diye sordu Hürrem Sultan şaşkınca.

"Bir şey söylemesine ne lüzum var? Sancağa çıkmıyor, sarayın duvarları arasında kısılıp kaldı."

"Ağabeylerinin derdi bitmiyor ki sıra ona gelsin. İyi oldu söylediğin, ben bunu bir düşüneyim." Gülümseyerek başını salladı Mihrimah Sultan.

Kapı açıldı ve Sümbül Ağa içeri girdi. Bir süre konuşmadan sustu. Bunun anlamını ikimiz de biliyorduk, özel bir şey söylemek istiyordu. Bunun üzerine selam verip Hürrem Sultan'ın dairesinden çıktık.

Ertesi gün felaket denilebilecek bir şey olmuştu. Hürrem Sultan'ın, divanı gizlice dinleyebilmek için kullandığı geçit öğrenilmişti. Hünkarımız onu bizzat basmıştı. Bu geçitten Mihrimah Sultan dahil kimsenin haberi yoktu ve öğrendiğimizde şoka girmiştik. Şimdi ise Mihrimah Sultan ile birlikte Hürrem Sultan'ın dairesinde oturuyorduk lakin ikimiz de konuşmuyor, Hürrem Sultan'ın gelmesini bekliyorduk.

Kapı açıldığında içeri Hürrem Sultan'ın girmesini bekleyip heyecanla kapıya döndük lakin gelen Hürrem Sultan değil, oğlu Şehzade Cihangir'di ve oldukça sinirli görünüyordu. Demek ki her şeyi o da duymuştu.

"Validem yok mu?"

"Rüstem'le görüşüyorlar. Anlaşılan sen de havadisi işitmişsin, geç otur şöyle." Lakin Şehzade Cihangir oturmadı.

"Validemiz böyle bir şeyi nasıl yapar, aklım almıyor!"

"İkimizin de ne ismi, ne cismi ortada yokken validemiz bu sarayda kalma savaşı veriyordu. Onun ne yaşadığını, ne çektiğini tahmin etmek çok güç. O, bu saraya bir köle olarak geldi, her şeyi kendi başına kazandı. Şimdi kimseye güvenmemesi gayet tabii." Şehzade Cihangir, ablasının söylediklerine başını salladı sinirle.

"Doğru. Ancak validemiz işte bu yüzden, yani kimseye itimat etmediği için kazandığı her şeyi kaybetmeye mahkum. Arzularının, hırslarının kölesi olmuş. Bütün bunlar onun sonunu hazırlıyor ve o bunun farkında değil!"

"Kes sesini Cihangir. Bir daha sakın ailenden biri hakkında böyle konuşma, anladın mı beni?"

*

"Böylesi herkes için en hayırlısı olacak Mahnisa, bir gün sen de anlayacaksın."

Arabalara yerleştirmek için hazırlanmış bohçalarıma üzgünce bakarken Fatma Sultan'ın sesiyle ona döndüm. Şehzade Cihangir ile birlikte daireme gelmişlerdi. Birazdan gidecektim, bana veda ediyorlardı.

"Umarım gittiğin yerde mesut olursun."

"Benim için saadet uzak bir ihtimal Cihangir, hatta imkansız."

İkisi de bir cevap vermedi. Dairemdeki işimiz bittiğinde Fatma Sultan ile birlikte, Hürrem Sultan'ın dairesine gittik. Onun elini öpmeden saraya veda edemezdim.

"Sultanım," diye mırıldandım ve selam verdim.

"Mahnisa." Elini uzattığında gidip öptüm.

"Eğer bir kusurum olduysa bağışlayın." Gülümsedi.

"Gençlikte olur böyle şeyler. Mühim olan, aynı hataları tekrar etmemek." Başımı salladım üzgünce.

Ardından Gülfem Hatun'un da elini öptüm. "Beyhan Sultanımıza selamlarımı ilet. Kısmet olursa, inşallah bir gün yeniden görüşürüz."

O anda kapı çalındı ve içeri Mihrimah Sultan girdi. Onu gördüğümde gülümsedim. Hürrem Sultan'dan çok, onunla vedalaşmak istiyordum aslında. Eğilip selam verdim.

"Mahnisa, seni göremeyeceğim, sana veda edemeyeceğim diye öyle çok korktum ki."

"Hiç sizi görmeden gider miyim?"

Bana uzunca sarıldı ve kulağıma fısıldadı. "Sakın umudunu kaybetme. Mucizeler hiç beklemediğin anlarda gerçekleşir."

Söylediklerini pek anlamamıştım ama gülümsemeye çalıştım. Herhalde beni neşelendirmek için söylemişti.

"Yolcu yolunda gerek Mahnisa." Hürrem Sultan'ın sesiyle ikimiz de ona döndük.

Bitmişti işte, gidiyordum. Geldiğim gibi sessizce veda ediyordum Topkapı Sarayı'na ve içindeki sevdiklerime. En sevdiğime ise, günler öncesinden vedamı etmiştim zaten.

Continue Reading

You'll Also Like

423K 50.9K 49
bir ipe bağlanmayı öğretmek fwb texting / düzyazı slowburn⚠️
66.1K 4.9K 112
-novel çevirisidir- Savaştan dönen Kuzey'in hükümdarı Fernan Sezar. Her şeyiyle mükemmel olan adam, Julia'nın mutsuz çocukluğunun tek güzel anısıyd...
11.8K 1.1K 40
Gözlerini kapattığın her an kaçtığın korkular bir bir seni bulur; ellerinden kaçamazsın. Geçmiş bir soluk olur hemen ensende dolaşır. O, onu yok ede...
97.8K 5.1K 62
"Komşum ünlü bir futbolcu. Fazla yakışıklı ve bunun da fazlasıyla farkında. Üstelik inatçı keçinin teki, tam anlamıyla gıcık ve çekilmez biri. Başta...