Gel de Sil İzlerini

By Merfck

1.7M 74.7K 4.3K

''Bu ellerden sonra değecek başka bir elin tek amacı bana daha fazla zarar vermek olur. İşte bu yüzden senden... More

Ön Söz ☁ Gelde Sil İzlerini
1. Bölüm ☁ Kimsesiz
2. Bölüm ☁ Ukala Dümbeleği
3. Bölüm ☁ Gözlerin Haddinden Fazla Güzel
4. Bölüm ☁ Küçük
5. Bölüm ☁ Korku
6. Bölüm ☁ Takılmak
7. Bölüm ☁ Uyuşturucu
8. Bölüm ☁ Karanlık
9. Bölüm ☁ Kovalamaca
10. Bölüm ☁ Tutku ve Tehlike
11. Bölüm ☁ Klişe
12. Bölüm ☁ Hırsız
13. Bölüm ☁ Davet
14. Bölüm ☁ Soğuk Deniz Ilık Nefes
15. Bölüm ☁ Islak Bir Sıçan Gibi
16. Bölüm ☁ Yeni Biri
17. Bölüm ☁ Batıkan
18. Bölüm ☁ Karar
19. Bölüm ☁ Hayat Yok Sen Varsın
20. Bölüm ☁ Teselli Öpücüğü
21. Bölüm ☁ Hasret Türküsü
22. Bölüm ☁
23. Bölüm ☁ Sarılmak
24. Bölüm ☁ Gece
25. Bölüm ☁ İçimizde ki Sesler
26. Bölüm ☁ Kendine İyi Bak Güzelim
27. Bölüm ☁ Pişman Olmayacağım
28. Bölüm ☁ Birlikte İlk Gece
29. Bölüm ☁ Saldırı
30. Bölüm ☁ Güzelim
ÖNEMLİ GELİŞME!! (Yayın evi) .dfd.fd ♥
31. Bölüm ☁ Yaralı
32. Bölüm ☁ Ölmeden Önce Alınması Gereken Bir İntikamım Var
33. Bölüm ☁ Bana Aşık Olmana İzin Vermeyeceğim!
34. Bölüm ☁ Oyun Başlasın
35. Bölüm ☁ Tehlike Oyununa Başlangıç
36. Bölüm ☁ Kabus
ÖNEMLİ ☁
37. Bölüm ☁ Yabancı Eller
38. Bölüm ☁ İhale
39. Bölüm ☁ Pişmanlık
Lutfen 1 dakika!
41. Bölüm ☁ Oyun Bitti Ufaklık
Final Kararı Canolar
42. Bölüm ☁ Uyku Hapı
43. Bölüm ☁ Vurgun
44. Bölüm ☁ Borç
Yeni kitap: SAHRA
45. Bölüm ☁ Oyun Bitti
46. Bölüm ☁ Gitmiş
47. Bölüm ☁
48. Bölüm ☁ Kovalamaca
49. Bölüm ☁ Final
Ö Z E L

40. Bölüm ☁ Teklif

19.5K 969 104
By Merfck

Yiğit'in elini belimde hissetmemle gözlerim fal taşı gibi açılmıştı ve geriye çekilmem sadece saniyeler sürmüştü. Bu bir öpüşme bile sayılmazdı bende. Sadece dudaklarımı dudaklarına bastırmıştım o kadar. Onun öpmesine bile izin vermemiştim. Bende öpmemiş sadece SADECE dudaklarımı dudaklarının üstüne bastırmıştım.

''İşte fark bu. Hiçbir sürtük böyle öpemez,'' dediğimde tekrar yüzünde ciddi bir ifade belirmişti ama gözlerindeki pırıltılardan benimle eğlendiğini görebiliyordum.

''Ama çok güzel rol yapabilirler,'' dediğinde kaşlarımı çatarak gözlerimi gözlerine diktim. Başka bir şey demeden masanın üzerindeki mavi klasörü aldı ve kapıya yöneldi. Benim çıkmamı beklediğini bildiğimden çıktım ve yanından geçerek hiçbir şey demeden merdivenlere ilerledim.

Alt kata indiğimde elbette kendimi mutfağa atmıştım.

Sadece birkaç saniye sonra o da merdivenlerin başında görünmüştü. Kısa bir bakış atıp kapıya yöneldi ve kapının çarpış sesiyle hemen tekrar harekete geçmiştim. Levent'in odasına girerken şifreyi tekrar girmiştim.

Kuzey kalçasını Levent'in çalışma masasına yaslamış ve sağ ayağıyla yere öfkeli darbeler indirerek ritm tutuyordu. Tek eli yumruk şeklinde dizinin üstünde dururken diğer eliyle saçlarını çekiştirirken yakalamıştım onu. Kapıda dikilen beni fark etmesiyle öfkenin o koyu rengini gözlerinde görmüştüm. Ela gözlerinde öfkenin içimi ürperten o tonunu iliklerimde hissedebiliyordum.

Sanki gözlerine kilitlenen gözlerim yanıyor gibiydi. Bu bakışların altında yavaşça eziliyordum. Gözlerindeki o öfke göz bebeklerimden içeriye sızarak beynime erişiyor ve yavaşça donmasına sebep oluyordu. Sanki düşünce kabiliyetim onun bakışları altında küçük bir yaprak gibi kuruyordu.

Sinirle ellerini yüzüne bastırarak yüzünü sıvazladı ve kirli sakalının kapladığı çenesini kaşıyarak yerinden doğruldu. Odanın içine doğru birkaç adım atabilmiştim ama umurundaymış gibi görünmüyordu. Hiçbir şey demeden yanımdan geçerken omzunun üstünden bile bakmamıştı.

Koluna yapışıp onu durdurmaya çalıştığımda kolunu sert bir şekilde benden çekti ve kapıya doğru seri adımlarla ilerlemeye başladı.

''Bu ney şimdi?'' diye sert bir sesle soludum.

Tam kapının pervazına geldiğinde duraksamıştı. İçine çektiği her derin nefeste oksijenden çok öfke vardı. Kapının kenarına yavaş ama hırslı bir yumruk attığında benden tarafa dönmüştü. Gözlerinde hakimiyetini kaybetmek üzere olan bir boğanın öfkesini net bir şekilde seçebiliyordum. Çakmak çakmak parlayan gözlerinde kendimi görüyor olmam çok garip hissettiriyordu. O merceklerde bir av konumundaymışım gibi. Gözleri alev alırken gözlerindeki yansımam da sanki alev alır gibiydi.

Artık sadece gözlerinin değil adımlarının da hedefinde ben vardım. Sanki onun derin ve hızlı nefes alışverişleri bana oksijen bırakmamış gibi nefes alamıyordum.

Sert ve seri adımları dibimde biterken benim başımı kaldırıp ona bakmama fırsat vermeden aynı şekilde dudaklarını dudaklarıma bastırmıştı. Dudaklarım yavaşça hareket ederken bu az öncekinin aksine tam bir öpüşmeydi. Kendini hissettiriyordu. Sitemkardı. İstekli ve hırslıydı. Baştan çıkarmak gibi basit bir kavram için değil ele geçirmek gibi derin bir kavram için bana oynuyordu.

O büyük elini enseme bastırdığını hissetmemem mümkün müydü? Ondan çekileceğimi mi sanıyordu? Gerçekten mi? O beni böyle öperse o son vermediği sürece ben son veremezdim ki? Şimdiye kadar ne zaman onu istememiştim de şimdi beni böyle kendine hapsetmeye çalışıyordu? Bir dakika. Sorun onu istemeyecek olmam değildi. Kendi isteğimle başkasını öpmemdi. Başkasını istediğimi düşünecek kadar aptal değildi ama bu tek bir şeyin göstergesiydi. Beni kıskanmıştı. Kıskançlık kaybetme duygusunun en derin ve acı verici haliydi. İçinde durdukça bütün iç organların o düşüncelerle çürürdü.

Diğer kolu bir yılanın avının bedenine sarılması gibi yavaşça belime sarılmıştı. Kim bu kadar güzel öpebilir ki? Böyle güzel dokunabilirdi?

Bu onu istememe sebep olmuyordu. Bu hep bulunduğum anın içinde olmak istememe sebep oluyordu.

Şimdi sırada dudaklarını dudaklarımdan ayırarak beni cezalandırmak vardı. Alnını alnıma yasladı ve derin bir nefes verdi. Bu nefesle gözlerimi daha da yumdum.

''Peki o seni böyle öpebilir mi? Onu bırak seni bu dünyada böyle öpebilecek biri var mı?'' dediğinde gözlerimi kırpıştırarak açmayı başarmış ve onun gözlerinin içine dikmiştim. ''Hadi öptü diyelim. Böyle hissettirebilecek biri var mı?'' dediğinde tam ona sarılmaya yeltenmiştim ki beni durdurdu. ''Yaptığın her şeyi kendi isteğinle yaptığını unutma. Ve yaptığın hiçbir şey hiçbir şeyin bahanesi değil. Unutma,'' dediğinde çenesinin ne denli kasıldığına yakından şahit olabiliyordum.

''Senin için. Onun dikkatini dağıtmak için,'' diyebildim. Fısıltılı çıkan sesime ben bile garipseyerek bakmıştım ama onun yüzünde o tanıdık alaycı gülüş belirmişti.

''Benim için bir şey yapma. Ben zaten benim için yapmanı istediğim şeyleri söylüyorum. Senden az önceki şeyi ben istemedim. Sen kendi isteğinle yaptın,'' dediğimde gözlerimi sinirle yummuştum.

Gözlerindeki tiksinme ifadesi için çok uğraşıyor muydu? Benden iğrendiğini düşünmem için çok uğraşıyor muydu? Onun önünde kaçıncı birini öpmem bu?

Sözde hep o benim canımı acıtıyor bilmem ne. O şimdiye kadar kimseyi benim önümde öpmedi ama ben... Gerçekten kendimi çok ucuz hissediyordum. Tıslayarak gülmesi beni daha suçlu hissettiriyordu. Uzaklaşan adımlarını işitebiliyordum. Gözlerimi açmadan sordum.

''Mutlu musun bari?'' dediğimde adımlarının sesi tekrar bana yaklaşmaya başlamıştı. Tam karşımda dikildiğini hissedebiliyordum. Gözlerimi açmadan devam ettim. ''Önce beni bir şey yapmam için mecbur ettin. Sonra bir öpücükle beni yavaşça onardın. Kalbimi hızlandırdın. Zerre istemeden yaptığım bir şeyi aklımdan çok güzel bir şekilde çıkardın. Sonra yaptığım şey için dünyadaki en ucuz ve en iğrenç şey gibi hissetirdin. Gözlerindeki o ifade saniyesinde kalbimi kuruttu. Şu anda karşındayım diye canım acımıyor mu sanıyorsun. Ucu yakılmış bir mektup gibi acılı, eksik ama tutkulu... Bu sensin. Acı çekiyorsun, çektiriyorsun ama bir öpüşle tüm bunları unutturmayı başarıyorsun. Eksik olansa alaycı gülüşlerinin arkasına gizlediğin gerçek bir mutluluk. Ne zaman mutlu olduğunu hatırlıyor musun? Eğer şu anda beni böyle bir durumun içine soktuğun için mutluysan devam et. Çünkü ben senin minicik bir tebessümün için bile bu anı defalarca kez yaşamaya hazırım. Bu kadar ucuz hissetmeye razıyım. Ama sorun şu ki sen o eksik parçayı hiçbir zaman gerçekten bulamayacaksın,'' dediğimde gözlerimi açıp ona bakmadan arkamı döndüm ve gözlerimi açıp hızlı adımlarla odadan çıkıp koşarak koridorun diğer ucuna ilerlemeye başladım.

Oldukça kısa bir mesafe olmasına rağmen sırtımda taşıdığım tonlarca yük nefesimi kesip beni çoktan nefes nefese bırakmıştı bile.

İçeriye girmemle İpek şaşkınca bana yöneldi.

''İyi misin?'' sen dediğinde yanan gözlerim için hala direniyordum. Titreyen dudaklarımı birbirine bastırarak kafamı çaresizce iki yana salladım.

''Kuzey'in önünde Yiğit'i öptüm. Kuzey benden böyle bir şey beklemediği için beni affetmeyecek,'' dediğimde sesim çoktan titremeye başlamıştı bile. İpek ağlamak üzere olduğumu anlayacak olmuştu ki gözlerine bir hüzün bulutu çökmüştü.

Ben gözyaşlarımla sert bir şekilde savaşıp onları bastırırken İpek profesyonel bir şekilde dikkatimi başka bir yöne çekmeyi başarmıştı.

''O zaman Nazan'ı serbest bırakalım,'' dediğinde kaşlarımı kaldırarak ona baktım. ''Kapı çaldığında aşağıya inmek istedi ama ben onu bir takım şımarıklıklarla yollamadım ve büyük ihtimalle ısrarcı hareketlerimden şüphelendi. Koridorda Yiğit'le konuşmalarını duyabildim. Sonra banyo takımını çamaşır odasına götürme bahanesiyle odadan çıkacaktı. Bende birde onu başına sarmamak için banyoya kitledim,'' dediğinde alt dudağımı ısırarak yüzümde bir gülümsemenin oluşmasına izin vermiştim.

''İpek Hanım lütfen kapıyı açar mısınız?'' diye bağırdım düzgün çıkmasına özen gösterdiğim sesimle. Gülerek kapıya doğru ilerledi ve banyonun kapısını açtı. Nazan sinirli bir kurt gibi hırlayarak dışarıya doğru bir adım attığında İpek gülüyordu.

''Beni neden kilitlediniz İpek Hanım?'' dedi homurdanarak.

''Çünkü canım çok sıkılıyor ve eğlenmek istiyorum. Fena mı oldu işte. Siz bu kıza dua edin. Kimse fark etmese akşama kadar sizin bağırışlarınızı dinleyerek kendimi eğlendirmeyi düşünüyordum,'' dediğinde Nazan elleriyle saçlarını düzeltti. Zaten ensesinden sımsıkı bir topuz yaparak çok daha oturaklı duruyordu.

''Banyoyu temizledim başka bir isteğiniz var mı?'' dedi Nazan dişlerinin arasından. Yüzündeki sahte kibarlık çok can sıkıcıydı.

''Olursa çağırırım,'' dedi İpek ukala bir şekilde göz kırparken.

Nazan hiçbir şey demeden homurdanarak kapıya doğru yürüdü ve odadan çıktı. İpek kendini zorlukla yatağına bırakırken ağrılarının nedenini çok merak ediyordum. Gerçekten bir yerlerini incitmiş olmalıydı.

''Giyinmene yardım edeyim mi?'' dediğimde gülerek başını iki yana salladı.

''Kendim halledebilirim. Kuzey ne yaptı?''

''Levent çalışma odasında galiba ihale sahipleriyle görüşecekmiş. Görüşme hakkında bilgi edinmek için kamera yerleştirdi,'' dediğimde İpek hafifçe kıpırdandı.

''Bugün her şey fazla yorucu,'' dediğinde birden durgun bir hal alarak başımı sallamış ve odadan çıkmıştım.

Alt kata indiğimde Nazan ortalıklarda görünmüyordu. Büyük ihtimalle mutfaktaydı. Mutfağın kapısına yaslandığımda omzumu kapının pervazına dayadım ve onun homurdanmalarını dinlemeye başladım.

Çok değişik bir kadındı. Hani şu zenginin malı züğürdün çenesini yorar ya. Her an bir dedikodu peşindeydi. Bu evdeki kimseyi sevmiyordu. Kendi kazancına bakıyordu. Herkesin en ufak hareketi ona batıyordu. Geldiğimden beri saç stili hep aynıydı. Ensesinden balerin topuzuna benzeyen sıkı bir topuz yapıyordu ve tek bir tel bile çıkmıyordu. Bütün saçları sabahtan akşama kadar onun taradığı yöne doğru yatıktı. Boyu en fazla 160 santim falandı. Çok kısa sayılmazdı ama balık etli olduğu için hafif oval bir görüntüsü vardı ve dizlerinde giydiği siyah kalem etek formundaki etek onu dahada basık gösteriyordu. Üstelik oldukça geniş kalçaları vardı. Beyaz gömleğinin üstüne siyah, ince bir hırka giyiyordu.

Aslında bu tipleme evin eski çalışanı ve tonton teyzesi görüntüsünü andırıyordu. Genellikle böyle tipler dizilerde evin en kıdemli çalışanı olurdu ve evin sahibi bile ona ''teyze'' falan derdi. Ya da ismini kısaltarak söylerlerdi. Mesela ''Nazoş,'' falan. Otuz yaşlarında olduğu apaçıktı. Çünkü bu tipler hep anaç olurdu ama bu başkaydı. Sinsi ve içten pazarlıklı halleri iğrençti.

''Görüyorsun değil mi? Kendini kalıcı zannediyor galiba. Sanki ben bilmiyorum kendini merdivenlerden bilerek yuvarladığını,'' demesiyle irkilerek yaslandığım yerden doğrulmam bir olmuştu.

''Öyle mi yapmış?'' dedim kaşlarımı kaldırırken. Bir şeyler mi biliyordu? ''Neden böyle bir şey yapsın ki?'' dedim yanına yaklaşırken.

''Ben altı senedir bu evde neler gördüm,'' dedi alaycı bir şekilde gülerken. ''Ama helal olsun vallahi. En uzun soluklusu bu oldu. Ama Levent Bey'in postalaması yakındır,'' dediğinde hafifçe güldüm. ''Gülme boşuna. Gözüm seninde üzerinde. Siz genç sürtükler bütün erkekleri gençliğinize ve vücudunuza güvenerek avucunuzun içine almaya çalışıyorsun. Sende Füsun gibi kalıcı olmaya çalışırsan gitmen için elimden gelen her şeyi yaparım,'' dediğinde kaşlarım hafiften çatılmıştı.

''Füsun gibi?'' dedim hafifçe tebessüm ederken.

Birinin bilgisayar başında konuştuklarımızı dinlediğini biliyordum.

''Füsun gibi,'' diye tekrarladı ve devam etti. ''Senden önceki. O da gençliğine çok güvendi. Levent'le yatıyordu. Bana birkaç kere bunun havasını atmaya çalıştı. Ama ben onun gazını aldım. Normal şartlar altında elbette Levent'in onu tercih etmesi normal ama öyle değil işte. Birkaç kere yattılar. Levent'le geceleri uzun sürerdi. Bazı şeyler konuştukları olurdu. Bana anlattıklarının çok daha fazlasını ekleyerek Levent'e ilettim. Levent bunu yine odasına çağırdı tabi bu koşa koşa gitti. Ertesi sabah ne yazık ki üstünden kamyon geçmiş gibiydi. Dudağı, kaşı falan patlamıştı. Morluklar kızarıklıklar. Baktı Levent'ten iş yok bu sefer Yiğit'e yöneldi. Yiğit'te bunu çamaşır odasında falan halletti. Levent, Yiğit. İkisi de aynı. Normalde yüzüne bakmazlar, sen bir işaretleriyle gidersin. Ertesi sabah yine yüzüne bakmazlar,'' dediğinde kalçasını masaya yaslamıştı. ''Gözüm artık seninde üzerinde. Bakalım görünmeye çalıştığın kişi kadar masum musun?'' dedi ve omuzlarını dikleştirerek yanımdan geçip gitti.

Füsun'un ona anlattığı şeyleri o çok çok daha farklı bir şekilde anlatarak dövülmesini sağlamıştı ve bundan zerre kadar pişman değildi.

Büyük ihtimalle kadınlık gururuna yenik düşüyordu. Yaşı ilerliyordu ve evdeki erkekler ona kadın gözüyle bakmıyordu. Sadece geceleri de olsa Füsun'a ihtiyaç duyuyor olmaları onu sinirlendiriyordu. Çünkü genç ve güzeldi. Bende gençtim ve sadece bu bile beni onun düşmanı haline getiriyordu.

Bu gerçekten komikti.

Levent'in ya da Yiğit'in ona bakmaması çok normaldi çünkü onlardan yaşça çok daha büyüktü. Beni açık açık tehdit etmişti. Gerçekten yüksek bir dedikodu potansiyeli vardı.

Bu gün olanlardan yapmam gerekeni unutmuştum.

Markete gitmem gerekiyordu.

Liste falan çıkarmama gerek yoktu. Önce markete uğrayıp biraz kahvaltılık alırdım. Ardından ev yemekleri satan bir yerden yemek alırdım. İşte bu.

Boş boş oturmaktan sıkılacağımı bildiğimden alışveriş işini halletmeye karar vermiştim. Zaten büyük ihtimalle görüşme için ikindi vakti evde olacaklardı. Yemek isterlerse hazırlıksız yakalanmak istemiyordum.

Buzdolabının üstüne yapıştırılmış durak kartındaki numarayı telefonuma geçirdim ve mutfaktan çıktım. Kapının önüne geldiğimde önce Nazan'a haber vermeyi düşündüm ama buna gerek yoktu. Kalçalarımın altına gelen ince montumu giyip dışarıya çıktığımda havada kuru bir soğukluk vardı.

Yaklaşık on beş dakika sonra gelen taksiye bindiğimde en yakın markete götürmesini istemiştim. Yolu o değilde ben mi bilecektim? Kısa süre sonra bir marketin önünde durduğumda beklemesini söyleyip hemen inmiştim. Reyonların arasından geçerken birden kolumun tutulmasıyla duraksamıştım. Tam çığlık atacakken bir el ağzıma kapanarak beni çekiştirmeye başlamıştı.

Hani şu marketlerin içinde kapılar falan olurdu ya. Tuvalet için falan. Öyle bir kapıdan içeriye sokup sırtımı duvara yasladı.

Yüzünün yarısı karanlıkta kalıyordu ama bu onu tanımama engel değildi. Ağzımın üstündeki elini indirmek için elimi elinin üstüne koyduğumda elini dahada bastırdı. Kafam duvarın içine girecek gibi hissediyordum. Aynı zamanda yasladığı bedeni hareketimi de kısıtlıyordu.

''Yunan mitolojisinde mutluluğa dair bir hikayeye göre; Tanrılar, insanlar mutluluğu arasın ve böylece kıymetli olsun diye saklamaya karar verirler. Biri ''Göklerin en uzağına saklayalım,'' der. Diğeri, ''Denizin en dibine...'' Öbürü ''Ormanın en kuytusuna saklayalım,'' diye belirtir. Sonunda biri, ''İçlerine saklayalım. Oraya bakmak akıllarına gelmez.'' der.'' dedi ve derin bir nefes aldı. Elini hala ağzımdan çekmemişti. ''Ben baktım. Defalarca. Senin acı çekmenle mutlu mu oluyorum sanıyorsun? Senin gözünden akan tek bir damla yaş benim canımı acıtmıyor mu sanıyorsun. Sen üzülsen ben yanıyorum. Sen incinsen ben kırılıyorum. Sen tökezlesen ben düşüyorum. Gerçekten senin acından besleneceğimi mi düşünüyorsun? Evet içimde bu acıdan beslenen bir şey var. Kalbimde. Kabuk tutan yaralar senin acın tuz oldukça o tuzu kendilerine basıyorlar. İşte içimdeki bu yaralar senin sayende besleniyor ve benimde canım yanıyor. Ben mutluluğu içimde de aradım. Emin ol aradım. Ama yok. Benimkini başka birinin içine saklamışlar. Ama o kişi benim korkak olduğumu düşünüyor fakat kendisi bana içini açamayacak kadar korkuyor. Sen böyle yaptığın sürece ben mutlu olamam. Buna emin ol,'' dediğinde ben hala tepkisizce onu izliyordum.

Bu sefer o benim taktiğimi kullanmıştı.

Yüzüme bile bakmadan çekip giderken ben arkasından şaşkınca bakmaya devam ediyordum. En sonunda onun gittiği yerden ilerlemeye karar vermiştim ki önümde beliren görevliyle duraksadım.

''Hanımefendi buraya personel harici giriş yasaktır,'' dediğinde hiçbir şey demeden yanından geçtiğimde hala az önceki konuşmanın ağırlığını omuzlarımda hissedebiliyordum.

Ben tökezleyince o düşüyordu öyle mi?

Bu cümleler gerçekten Kuzey'in ağzından mı çıkmıştı?

Bu sıra dışıydı.

Gözlerimin tekrar yanmaya başladığını hissedebiliyordum ama gözümden düşen tuzlu göz yaşının onun yaralarını ısırmasını ve beslemesini istemiyordum. Çünkü ilk defa gözlerinde hakiki bir duyguya şahit olmuştum. Yalansızdı. Ve benim ona içimi açamadığımı öne sürüyordu.

Onunla tanıştığımdan beri kendimden sürüsüyle ödün vermiştim.

Nereye sürüklediyse peşinden gitmiştim. Şimdi ise ona içimi açmadığımı düşünüyordu. Belki de haklıydı. Onun bana ulaşmasında ki en büyük engel ben olabilirdim ama ne yapıyordum ki. O istese ben kendimi ona defalarca açardım.

O bana minik bir yıldız verse ben gökyüzümden vazgeçerdim.

Sepete yeterince -hatta daha da faslasını- kahvaltılık doldurduktan sonra kasadan geçirip parasını ödemiş ve poşetleyip dışarıya çıkmıştım. Taksiye bindiğimde bu sefer taksici isteğim doğrultusunda ev yemekleri yapan bir lokantanın önünde durmuştu.

Akşam yemeği için yeterince yemek aldığımda bu sefer eve dönüş yoluna girmiştim. Taksiciye parasını verip aşağıya indiğimde hızlı adımlarla evin arka bahçesine dolanıp mutfağın bahçeye açılan kapısından girdim. Nazana görünmeden, daha üstümü bile çıkartmadan, silikon tabaklardaki yemekleri porselen tabaklara almaya başladım.

Yemekleri yeni aldığım için oldukça sıcaklardı. Eğer soğuyacak olurlarsa ısıtmak iki dakikalık işti. Silikon tabakları ve lokanta poşetlerini iç içe koyup çöp kovasının iyice içine sakladım.

İkindiye doğru Levent, Yiğit ve yanlarında daha önce haliyle hiç görmediğim iki adam daha gelmişlerdi. Önce yemek yemek için hazırladığım masaya oturmuşlardı. Adamlardan biri yemeklerin çok lezzetli olduğuna dair bana iltifatlar ederken Nazan kenarda kollarının göğsünün üstünde bağlamış bir şekilde bizi izliyordu.

O mutfağa girerken ben ise hala adamları dinliyordum. En sonunda bende mutfağa doğru ilerlemeye başladığımda adamlarda kendi aralarında bir şeyler konuşmaya başlamışlardı.

Mutfağa girdiğimde ise hiç hoş olmayan bir görüntüyle karşılaşmıştım.

Çöpe sakladığım poşetler Nazan'ın elindeydi ve tek kaşını kaldırmış bir şekilde bana bakıyordu. Aradığı yanlışı sonunda bulabilmişti.

''İşte şimdi küçük oyunun bitti. Bunu bilmeye içerideki beylerinde hakkı var, değil mi?'' dediğinde tam yanımdan geçerken hızla koluna asıldım. ''Bırak,'' diye sert ve alçak bir sesle bağırır gibi konuşmuştu.

''Lütfen söyleme,'' dediğimde alaycı bir şekilde başını iki yana salladı.

''Üzgünüm,'' dedi söylediği kelimenin tam aksine oldukça mutlu görünüyordu. ''Sen bir yalancısın. İnsanların gözünü boyamaya çalışıyorsun. Ve bunu herkesin bilmeye hakkın var,'' dediğinde beni öyle bir itmişti ki topuklu ayakkabıların üzerindeki dengemi kaybedip buzdolabına toslayarak yere düşmüştüm.

Tam yanımdan geçerken ayak bileğini tuttum.

''Sana bir teklifim var,'' dediğimde sonunda durabilmişti.

☁ Bölüm Sonu ☁

Merhaba arkadaşlar. Bu bölümü yazarken oldukça uğraştım. Biliyorsunuz ki ben yabancı oyuncu seçmeyi hiç sevmiyorum. O yüzden hep Türk modelleri ve ya oyuncuları hikayeme konuk ediyorum ^_^ Ama siz karakterlerimi istediğiniz gibi hayal edin diye oyuncu eklemiyorum ama şöyle bir şey düşündüm. Ben hayalimdeki karakterleri paylaşayım ama yine de sizi hayal etmek konusunda özgür bırakayım, olur mu? Yani siz karakterleri benim paylaştığım doğrultuda kabul etmek zorunda değilsiniz.

Bir bölüm daha hazırlayıp bu gün paylaşacaktım ama siz hayalimdeki karakterler hakkında biraz fikir sahibi olun diye karakterleri arayacağım. Eğer bu bölüme 30 tanecik yorum gelirse hayalimdeki karakterleri sizde göreceksiniz ^_^ Hepinizi öpücüklere boğuyorum.

Yorum yorum yorummmm... ♥

Continue Reading

You'll Also Like

TAKINTI By ❦

Teen Fiction

2.4M 44.7K 44
Efsan zorla evlendirilmekten kurtulmak için Mardin'den İstanbul'a kaçar. Ama yağmurdan kaçarken doluya yakalanacağını nerden bilebilirdi. İstanbul'u...
289K 65.3K 61
❤️ Genç Kurgu #1 🔥 Adaletin Keskin Kılıcı Tanrı, geceye hayat verdi ve gökyüzüne mühürledi. Ve bir kadın o gökyüzünün altında sevilmemişliğine ağla...
2K 273 21
Aşkın labirentlerinde kaybolmaya hazır mısınız? "Av mısın Avcı mı?" romanı, okuyucularını tutkulu ve karmaşık bir aşk hikayesinin kalbine davet ediyo...
104K 10.8K 36
053*: Senin kedin mi bu? Doğuhan: Evet, rica etsem atacağım konuma getirebilir misin? Ya da sen at ben geleyim. 053*: İşte o imkansız. Doğuhan: Ne...