Silva

By kahlovesfall

2.8K 561 342

"Bir tuvalin kendisinden sakındığı ellerim, Renklendirecek ifade ararken buldu seni." 1920'lerin Marsilya'sı. More

Giriş.
Bölüm 1: Kahve Kokulu Ressam.
Bölüm 2: Beşi beş geçe.
Bölüm 3: Aforizmalar.
Bölüm 4: Balet.
Bölüm 5: Siyah Mendil.
Bölüm 6: Valera için.
Bölüm 7: Hayran mektubu.
Bölüm 8: Ay ışığının dansı.
Bölüm 9: Yıldız günü.
Bölüm 10: Eğlence düşmanı.
Bölüm 11: Kelime oyunu.
Bölüm 12: Ateş.
Bölüm 13: Gizli saklı.
Bölüm 14: Doğmayan güneş.
Bölüm 15: Yeminler ve sözler.
Bölüm 16: Her şeyin başladığı yer.
Bölüm 17: Gözlerin.
Bölüm 18: Yıldırım.
Bölüm 19: Sen, sensin işte.
Bölüm 20: İskambil falı.
Bölüm 21: Fée de la lune.
Bölüm 22: Uçurum.
Bölüm 24: Korların yaktığı parmak uçları, yağmurun suladığı krizantemler.
Bölüm 25: Ayrılık zamansız gelir.

Bölüm 23: Günahkâr.

41 7 1
By kahlovesfall

İyi okumalar.

-Her şeyim ölüp gidince mi..?

Dolabının altındaki çekmeceyi karıştırırken söylemişti bu sözleri.

Dudaklarım aralandı. "Nasıl?" diyebildim sadece.

-"Kendini belli ediyorsun. Fark etmem zaman aldı ama olsun, bir bakış atmam yetti."

Bu, benim Louis'e yaptığıma benziyordu. Tebessüm ettim o söze devam ederken.

-"Ay perisi."

-"Hm?" gülüşüm genişledi.

-"Ay perisi demekmiş. Şive yüzünden anlayamadım başta."

-"Annem bana böyle seslenirdi. Hiç yeşil bir ay gördüğümü hatırlamıyorum."

-"Ben de hiç kahverengi bir ay görmedim."

-"Bak burada ayrılıyoruz işte, ben gördüm."

Resimlerimden bahsetttiğimi anlayınca gülümsedi her zamanki gibi. Evreninin tekrar yeşerdiğini görmek umut verdi bana. Aşağı indik beraber.

İndiğimizde Francois mutfakta Damien ve Louis ile konuşuyordu. Geldiğimizi görünce yorgunca gülümsedi benimle bulaşık yıkamış ikili. Valera, Louis'le sohbet etti gülümsemesini silmeden.

Valera her zamanki zarif ve kibar havasını bozmadan çardağa gitti sonra. Benim ise aklımda bir soru vardı, onu sormak için uzaklaşmasını bekledim Valera'nın.

-"Francois." dedim ve devam ettim. "Vivian kaç ay yaşadı o hastalıkla?"

-"Takdir edersin ki biz de bilmiyoruz tam olarak ne zaman başladığını. Samuel öldükten sonra belirtileri fark ettik."

Karşımda oturan Samuel'den bahsetmediğini bilmeme rağmen içim titredi. Bakmadım fakat o tarafa, zaten bizi izliyordu Louis.

-"Samuel ile Vivian'ın ölümü arasında ne kadar var?"

-"Sekiz ay."

Kafamda bir şimşek çakmış gibi oldu.

-"Valera aylardır belirti vermiyor mu?" diye sordum alacağım cevaptan korkarak. Louis'e baktım.

Başını salladı Francois, "Kaç aydır?" dedim buna karşılık.

-"Yedi ayı dolduralı birkaç gün oldu."

Louis'e döndüm tekrar. Bana bundan bahsetmemişti. Kaşımı kaldırdım bir açıklama beklercesine.

Vivian Silvain Moro, çekip giderdi o an. Silva'nın ise çıkıp gittiğinde ve pişman olup geri döndüğünde orada bulacağına emin olduğu bir Valera yoktu artık. İçimden Louis'in sözlerini geçirdim.

Çözemeyeceğimiz bir şey değil.

***

-"Silva, hâlâ çözemeyeceğimiz bir şey değil diyorum. Neden inanmak istemiyorsun bana?"

Önümde birleştirdiğim kollarımı belimin iki yanına yerleştirdim. Merdivenlerin ucunda oturuyorduk, gidememiştim.

-"Peki sen neden söylemedin bana? Her şey... Her şey olup bitince mi öğrenecektim?"

Duraksamamın bir nedeni vardı elbette. Cümlenin aslı farklıydı fakat böyle dile getirmeyi tercih ettim.

-"Bu ay bittiğinde ve sonbaharın ortasına geldiğimizde hak vereceksin bana."

-"Bir aydan daha az... Eğer ümit yoksa şu an söyle bana."

-"Ümit her zaman var. Ah, saçmalıyormuşum gibi bakma bana, öyle durumlar gördüm ki her zaman ümidim var. Umarım bu gibi durumlar yaşamadan hallederiz de daha fazla ümide ihtiyacımız kalmaz."

-"Nasıl olabilir?" dedim uykumda sayıklıyormuşçasına, parmaklarımı saçlarımın içine geçirdim ardından. "Öyle görünmüyor ama bu ayı bitiremeyebilir."

-"Bitirecek ve birlikte güleceğiz buna ileride. Ama önce ona açıklamamız gerekiyor durumu, başka birinden öğrenirse üzülür."

-"Bu aydan oldum olası nefret etmişimdir. Bana hiç iyi gelmedi."

-"Neden?"

-"Çok anlam yükledim çünkü iyi bir şey olacağı konusunda. Hiçbir zaman da olmadı o iyi şey. Belki de haklıydım."

-"Haksız çıkacaksın o zaman bu sefer."

-"O kadar kesin konuşuyorsun ki, eğer sözlerini tutamazsan sinirimi senden çıkarırmışım gibi geliyor. Bunu istemiyorum."

-"Tutamayacağım sözler vermem."

-"Umarım."

***

Günler geçiyordu, tahmin ettiğimden daha hızlı geçiyorlardı hatta. Bir gün resimlerimi tamamlamak için eve gidiyorsam, diğer günü tamamen yurtta geçiriyordum. Louis de kayboluyordu arada benim gibi. Birbirimizi hiç göremediğimiz oluyordu iki üç gün boyunca, ben günaşırı Valera'yı görmeye gidiyordum neyse ki.

Louis'in kaybolmasının sebebi Herbert'ın sözleriydi. "Doğru ilaçla şifa bulmayacak hiçbir hastalık yoktur." diyordu Lamar. Louis buna inanmak istiyordu fakat Herbert'la aynı karakterde değillerdi. Herbert ilacı getirteceğini, gerekirse kendi gidip getireceğini söylese de Louis ilacı kendi hazırlamak istediğini belirtmişti.

Herbert otoriter kişiliğini göstermeye çalışsa da Louis ondan daha tecrübe sahibiydi bu konuda anladığım kadarıyla. Herbert, Valera'yı kontrole gelmişti bir gün ve Louis ile bu konuda tartışmışlardı. Öyle ki, hiç görmediğim bir tarafına şahit olmuştum Louis'in. Öyle kelime oyunları yaparak öne çıkmıştı ki tartışmada, bir süre sonra takip etmekte zorlanmıştım bahsettiği şeyleri. Sonuç olarak Herbert ona isyan edememiş ama kendi fikrini de uygulayacağını, Louis'in ilacı işe yaramazsa elimizde ikinci bir plan bulunması gerektiğini söylemişti.

Louis soğuk gözlerle amcasına bakmıştı fakat kestirip atmıştı bir yerden sonra. Öyle tartışmışlardı ki kimin tedavisini uygulayacakları konusunda, Louis üsteler veya alınganlık yapar sanmıştım fakat yapmadı. "Eğer başaramazsam yaparsın bunu." dedi meydan okurcasına. Asıl amacının hırslı görünmek olduğunu fakat içten içe ikinci bir tedavi yolu olduğuna sevindiğini biliyordum. Konuşmadım bunu onunla ama.

Bu gelişmeler arasında kötü olanlar da vardı elbette. Valera'nın belirtilerini artık istemesem de fark ediyordum. Değişik bir şey görür gibi olursam not alıyordum fakat çok hızlı gelişiyordu lanet hastalık. Sadece konuşma konusunda sıkıntı çekmiyordu.

Bir keresinde, az da olsa ateşi çıkmıştı ve boğazı kuruduğu için konuşamamıştı. Saniyeler sonra boğazını temizleyip konuştu fakat dilim tutulmuştu benim resmen korkudan. Hâlâ hasta olmadığına inandırmaya çalışıyordum kendimi, bu belirtiyi de verdiğini zannedince çıldırmıştım.

Hayatımın bittiğini düşünmüştüm, belki de böyle hissettiriyordu anaç bir tavırla sevmek Valera'yı.

Yine gidiyordum yurda, gitmeden önce galeriye uğrayacağım için kolumun altında beyaz kumaşa sardığım tuvalimi tutuyordum. Louis'in masasına oturup dışarıyı izlediği camına baktım galeriye girmeden. Onu en son iki gün önce görmüştüm ve garip şekilde uzun geliyordu bu süre.

Kimse yokmuş gibi geldi başta gözüme, başımı çevirip galeriye girecektim hatta. Mum ışığını fark ettim sonra birkaç kitabın üzerindeki. Bir süre izledim camını, öylece dikilip. Dakikaların ardından Louis'in silüetini gördüm. Elinde bir kavanoz ve birkaç müsvedde tutuyordu. Bir süre volta attı salonda, ardından kağıdı masaya bırakıp başka bir kavanoza uzandı. Masaya eğilmişken sanki hissetmiş gibi dışarıyı taradı gözleri saçlarının arasından, fark etti tabii beni.

Başını yana eğip gülümseyerek baktı bana sorgularcasına. "Beş dakika." diyormuş gibi oynattım dudaklarımı karşılığında, açtığım avcumu da havaya kaldırdım rahatça anlayabilsin beni diye. Dudakları tekrar kıvrıldı ve başını onaylarcasına salladı bu sefer.

Galeriye girip resmi bıraktım ve Bayan Calanthe'den bir önceki haftanın kazancını aldım. Beyaz zarfı iç cebime attım bakmadan. Bir önceki haftadan daha kalın olduğu kesindi hacmine bakılırsa, umursamadım. Parayla çözülebilecek hiçbir sorunum yoktu çünkü. İnanç ve güvenle çözülebilirdi benim sorunlarım, onlardan da bende yoktu. Öyledir sanıyordum.

Louis'in dairesinin önüne geldim düşüne düşüne. İnanç bu konuda iş görür müydü emin değildim. Kapıyı tıklattığım anda açması gülümsetti beni. Bir önceki günün tatlı yorgunluğu vardı üzerimde. Yine de iyi hissediyordum.

-"İçeri gelsene." dedi Louis.

-"Müsait değil gibi duruyordun, emin misin?"

-"Müsaitim, yani... Artık müsaitim."

Önce karar veremeyip birden emin tavrını konuşmaya katması bana bir şeyler döndüğü izlenimini verdi. Dilimi dudağımda gezdirip başımı salladım anladığımı belirtircesine.

Bir süre boş boş etrafa baktım.

-"Geleyim ama yurda gidecektim, çok kalamam."

-"Ben de gideceğim, beraber geçeriz."

Kaşlarımı kaldırdım bu sefer başımı tekrar sallarken.

-"Bugün Herbert da geliyor ama." dedim. Bunu söylemiş olmamın mantıklı bir sebebi vardı elbet.

Louis, Herbert'a ilacı hazırlamadan yurda adım atmayacağını söylemişti fakat geliyordu tabii ki. Söylediği anda pişman olmuştu zaten. Herbert yokken geliyor, onun geleceğini öğrenince bir bahane uydurup kaçıyordu. Çaktırmaması için durumu Francois'ya açıklamam gerektiğinde çok trajikomik gelmişti bu ona, tebessüm etmiştim elimde olmadan.

-"Gelsin."

-"Sen bilirsin, bitti mi hazırladığın ilaçlar?"

Çoğul ekini getirmemeliydim, diye geçirdim içimden. Kendimi ele vermiştim anında.

-"Çok oldu biteli aslında. Sadece iki seçenek kaldı ve ben seçim yapamıyorum, ikisini de hazırladım bu yüzden."

Pot kırdığımı fark ettiğinde kıvrılan dudaklarına karşılık göz devirdim.

-"İki seçenek mi kaldı?"

-"Evet, birçok farklı çözüm yolu var bu konuda. Önce etki seviyelerine göre düzene sokuyorum, sonra sıra hastanın ilaca verebileceği tepkileri öngörmeye geliyor. Mesela..." dedi kapının önünden çekilip hızla içeri giderken.

Aslında birkaç dakikadır beni içeri davet etmesine rağmen önümde bir set gibi duruyordu. Bilerek yapmadığının farkındaydım, dalgındı oldukça. Günlerdir doğru düzgün uyumamış olabilirdi. Arkasından ben de ağır bir tavırla içeri geçtim.

Camın önüne koyduğu kavanozlardan birini aldı. Sıkıca kapattığı kavanozu inceledim.

-"Bu, eğer haklıysak onu kurtarmak için yeter de artar bile. Fakat haklı olduğumuza emin olmadan kullanamam."

O durunca gözlerim yüzüne çıktı ve devam etmesini sağladı bu.

-"Sana yazdırdığım belirtileri hatırlıyorsundur. Farklı olan neydi?"

-"Konuşma bozukluğu."

-"Doğru. Vivian'ın hastalığı muhtemelen ailesinde olan bir şeydi. Bu tarz hastalıklara ailende olmamasına rağmen yakalanabilirsin fakat ailede olunca olasılıklar artıyor. Açık konuşacağım; Vivian'ın konuşmamasının sebebi karakterinden de olabilir, yas tutuyordu sonuçta."

Kaşlarım çatıldı, Bayan Monique ve Francois arkadaşlardı Vivian'la fakat bunu belirtiler arasına eklemişlerdi. Bu bir belirti olmayabilir miydi?

-"Fakat, hastalığı yüzünden de olabilir." diyerek ters köşe yaptı beni. "Belki ödem vardır boynunda, veya hastalığının üzerine boğazını üşütmüştür. Bu bile sona sebep olmuş olabilir."

-"Çok fazla ihtimal var. Olması gerekenden çok fazla."

-"İhtimaller her zaman var. Sadece rahatça eleniyorlar bazen."

-"Diğer kavanoz peki?"

-"Onu şu an bile kullanabiliriz, herhangi bir yan etkisi yok. Rastgele biri kullanırsa bile sıkıntı çıkmaz, o seviyede bir şey hazırladım."

-"Kullanamayız." dedim o bana onaylanmayı bekleyerek bakarken. "Önce yapmamız gereken bir şey var."

-"Haklısın... Ne var biliyor musun?"

-"Hm?"

-"Eğer etik anlayışımı sorgulamayacağını bilseydim, sana daha önce birçok kişiye yakın zamanda öleceğini söylediğimi ama hiçbir seferin beni bu kadar zorlamadığını söylerdim."

Acıyla tebessüm ettim, sıra bana gelmişti.

-"Söyledin zaten. Ayrıca, bu farklı."

-"Neyi söyledim?" dedi teatral tavrıyla elini göğsüne bastırırken. Onu Valera'ya benzetmekte haklı olduğumu biliyordum. İkisi de bunu kabul etmemekte ısrarcı olsa da benziyorlardı.

-"Louis?" dedim düşünceli düşünceli. "Nasıl emin olabiliriz?"

-"Eğer ilaç ona iyi gelirse zaten seçeneklerin çoğunu elemiş olacağız. Herhangi birinde etki göstermez ama eğer Herbert'ın tanısı doğruysa ilaç onda etki göstermeli."

-"Pekala, bunu yolda konuşalım. Yol boyunca bana öğretmeni istiyorum, yapabilir misin?"

-"Neyi öğrenmek istediğine göre değişir. Süre yüzünden sorguluyorum bunu, öğretmeyeceğimden değil."

-"Senin olmadığın zamanları da oluyor Valera'nın. Mesela acil bir durumda yapabileceğim şeyleri göster. Benim çözümlerimin bilimsel olmadığını biliyorsun. İşe de yaramıyorlar."

-"Ağzımı açıp tek kelime etmedim yaptığın şey hakkında, nasıl bu kadar emin olabiliyorsun?"

-"Ettin aslında-"

-"Vivian."

Kısa bir kahkaha attım. "Tamam, tamam." derken.

-"İyi işti." diye itiraf etti. "Sadece, öyle bir şey yapmanı beklemiyordum."

-"Kart mevzusu mu?"

-"Görüşümü engellemeye çalışman mevzusu."

-"İşe yaramadı ki o. İkimizi de öldürebilirdim dengede kalamayıp, ayrıca engelleyemedim bile oraya bakmanı."

-"Aslında, engelledin."

Ne?

-"Bakma bana öyle. Sadece orada boşluk olduğuna inanmam bile yeterli korkmam için. Hareketlerin de bana bunu kanıtlıyor gibiydi. Görmeme gerek yoktu nihayetinde."

-"Yani, gerçekten batırdım durumu."

-"Önüme geçmeseydin görecektim ama."

-"Ve önüne geçmiş olmam konusunda bana kızgınsın?"

Başını salladı onaylarcasına.

-"Ne yapmam gerekiyordu tam olarak?"

-"Beni yere sermen."

-"Sana bunu yapacağımı söyledim."

-"Kibar bir mizacın var. Ayrıca o durumda bunu yapacağına inancım yoktu bile."

-"Bunu denedim, sadece gücüm çekilmiş gibiydi." dedim el hareketleriyle hissettiklerimi tanımlamaya çalışırken.

-"Normal, ölüm korkusu bu da."

-"Bir önceki seferde yaşanmamıştı böyle bir şey. Ondan öncekinde yaşanmadı demeyeceğim. Ama bu kurşun yarasının vücuda etkisi sayılır. Ayrıca, şu an takıldı kafama, kibar olmamla ne ilgisi var?"

-"Beni yere sermezsin ki sen."

Kendini kapının pervazına yaslarken söyledi bunu. Louis hakkında emin olduğum şeylerden biri, beni kışkırtmaktan zevk almasıydı. Bazen, bunu art niyetle yapıyor bazen ise yardımcı olmaya çalışıyordu bana ama yapıyordu bunu kesinlikle.

Ben ise bu konu hakkında ne düşündüğümü bilmiyordum. Beni kışkırtmayı başardığında sakin kalmak için kendimi zorluyordum fakat bunu başaramadığında gerçekten eğleniyordum ona ayak uydurarak. Garip biriydim.

-"Bunu yapardım." dedim. "Bir şeylerin gidişatı değil vereceği sonuç umurumda."

-"Sen sadece içinde günahkâr bir herifle yaşıyorsun, bu yüzden davranışların bu kadar umurunda, değil mi?"

-"Aç biraz bu konuyu."

Tahminleri ilgi çekiciydi, bana bunu uzun zamandır söylemek istiyormuş da doğru kelimeleri yeni bulmuş gibiydi.

Birkaç adım attı öne doğru. Ben zaten ayaktaydım.

-"Sinirlendiğinde bunu dışa vurmamaya çalışıyorsun çünkü içindeki sinirli kısımdan nefret ediyorsun. Sakin kaldığında ise normal görünmek için çaba harcamıyorsun, daha açıksın insanlara karşı. Kibar mizaç diye adlandırdığım şey sinirlendiğinde kendini insanlara kapatışın. Haksız mıyım?"

-"Biraz evet, biraz hayır. Seni yere seremeyeceğime inanıyor musun cidden?"

-"İnanmıyorum, biliyorum."

Birkaç saniye sürdü.

O öne adımlamaya devam ederken yanından geçip gidiyormuş gibi yapıp ayağına çelme takmam, yere düşecekken ise sol kolunu sertçe omzundan kavramam ve sağ eli yere çarpmasın diye sağ elimle diğer kolunu kavramam. Gerçekten birkaç saniye sürdü tüm bunların yaşanması. Şaşkın mırıltılar çıkarması bile zaman aldı.

Yerden birkaç santim yukarıda, yere paralel şekilde havada kaldı. Bedeni yaşadığı şok yüzünden birkaç saniye dümdüz durdu. Hayatı birkaç saniyeliğine hızlı bir hal aldığı için sıkıca tutunuyordu bana.

-"Senin sorunun ne biliyor musun? Canını yakacak bir hareket yapmayacağıma inanmak yerine seni yere seremeyeceğime inanman."

Kollarını bıraktım, zaten yerden biraz yukarıda olduğu için canının yanmayacağını biliyordum. 

-"Bak, yerdesin şimdi."

-"Böyle bir hareketi nasıl öğrenip pratik yapmış olabilirsin ki?" diye sızlandı yerde uzanırken. Şikâyet etmeye devam etti.

-"Yere düşmeme izin verseydin daha az zarar görürdüm sanki. Teşekkürler, artık birkaç çıkık kemiğim var."

-"Hayır, yok."

-"Evet var. Sesi duymadın mı?"

-"Ayağa kalksan anlayacaksın."

-"Keşke sana önceden çıkık bir kemiği yerine takmayı öğretseydim. Ne yapacağım şimdi..."

Abartmasını dinleyip göz devirmekten yoruldum bir yerden sonra.

-"Normal böyle şeyler, ölüm korkusu falan." dedim. Sonra kendimi tutamadım, güldüm.

-"Gül tabi... Ciddiyim ben Silva, çıktı sanırım gerçekten bir iki kemiğim."

-"Uzanmak için mazeret uyduruyor olmayasın? Geldiğimden beri bir yere oturmamandan ve gözlerinden uykusuz olduğunu çıkardım çünkü."

-"Alakası yok."

-"Alakası yoksa kalkabilirsin diye düşünüyorum."

Çömeldim, ürküşünden gerçekten birkaç kemiğini çıkarttığımı düşündüğünü anladım.

-"Sana zarar vermek gibi bir niyetim olsaydı uğraşmazdım o kadar. Mızmızlanmayı bırakır mısın artık?"

-"Doğrulabileceğimi sanmıyorum."

-"Tamam..." teslim oldum sonunda. "Gel buraya."

Koluna girdiğimde acı inlemeler çıkarmaya çalışsa bile bir yerinin ağrımadığını biliyordum. Kendisini aşırı inandırmıştı uydurduğu hayale.

Tamamen doğrulduğunda bütün ağırlığını bana verdi başta. Yavaş yavaş onu incitmediğimi fark ettiğinde ağırlığı çekildi üzerimden.

-"Bu, ne?" diye sorguladı.

-"Sonunda." deyip havayla doldurduğum yanaklarımdaki nefesi üfledim.

Kolunu çekti sonra omzumdan, bir süre kendine şaşırdı. Kollarını iki yana açtı, etrafında döndü.

-"Ciddi soruyorum, bu ne?"

-"Günlerdir kemik ağrısı çekiyor gibi görünüyordun, bu kadar uğraşmaktan muhtemelen. İşe yaradı sanki." dedim kollarımı bağlayıp koltuğa otururken.

-"Öyleydi, yani sırtım. Sen öyle yapınca da, ses korkuttu beni."

Elini omzuna atıp sırtına uzanmaya çalıştı.

-"Nereden öğrendiğimi hatırlamadığım bir bilgi."

-"Hiç denemeden tek seferde mi başardın bunu?"

-"Hmhm. Nasıl hissediyorsun?"

-"Çok sağlıklı ve zinde, bir de uzamış hissediyorum sanırım. Bunun için fırsat mı kolluyordun?"

Güldüm.

-"Gitmemiz gereken kısa bir yol ve bu süreçte bana öğretmen gereken önemli şeyler var. Biraz enerjini topladıysan?"

-"Biraz mı? Bayağı topladım sanırım."

***

Yurda giden yol boyunca Louis'den epey şey öğrenmiştim. Önce asıl şüphemizin gerçekleştiği durumda ne yapmam gerektiğini, sonra ise çok acil durumlarda ne yapmam gerektiğini öğrendim. Hepsini akılda tutmak zor bile gelmemişti bana. Yine de not aldım. Louis iç cebimden minik bir defter çıkardığımı fark edince içinden sorguladı muhtemelen fakat bir şey söylemedi. Kalan zamanda ise herhangi bir acil durumda ne yapmam gerektiğini anlattı bana. Tabii zaman yetmedi ama az çok bir şeyler öğrenmiştim yurda vardığımızda.

Kapıyı tıkladığımda ben daha bilmem gereken ne kadar çok şey olabileceğini sorgulayıp sızlanırken, içten içe mutluydum öğrendiğim için, Louis gülümsüyordu. Sızlanmayı bıraktığımda ben de güldüm yarım ağız.

Kapıya yaklaşan hızlı adım seslerini duyduğumda kendime geldim ve dudaklarımın kenarındaki gülüşü abartıya kaçmadan samimi bir şekilde tüm yüzüme yaydım. Alışılagelmişin aksine Darcia açtı kapıyı. Bir saniyeliğine yüzünü bize gösterdi ve yere bakmaya başladı aniden. Yüzünde gördüklerim ise beni gerçek alamda korkutmuştu.

Ağlıyordu çünkü.

Konuşamadım bir anlığına, Valera'ya bir şey oldu korkusuyla öylesine delice atıyordu ki kalbim. Louis'in sesini duyana kadar donmuştu dünya sanki.

-"Ne oldu, kötü bir şey mi var?" dedi ölü gibi duran kadının koluna hafif bir dokunuş yaparak onu gerçek dünyaya döndürürken.

-"Öğrendi." dedi söylediklerine kendisi de inanamıyormuş gibi boşluğa diktiği gözlerini milim oynatmadan.

Louis dudaklarını aralama fırsatı bulamadan ben "Ne?" diyerek Darcia'nın yanındaki boşluktan içeri daldım. Ayakkabılarımı çıkarmıştım çoktan neyse ki, çıkarmamış olsaydım da umurumda olmazdı muhtemelen o an.

Bölüm sonu.

Ben Kahlúa, yazarınız.

Continue Reading

You'll Also Like

425 16 1
Milenaya mektuplar'dan beğendiğim yerleri yazacağım, öylesine.
148K 6.2K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...
PAŞAM B×B By Einsames_Rosa

Historical Fiction

46.3K 2.9K 24
1496 yıllarında Osmanlı'nın en korkulan ve saygı duyulan paşası Cemal Paşa ve onun biricik oğlan kölesi Niko'nun aşkı ( kitap tarihten bağımsızdır)
12.4K 1.1K 50
Ruhlar, Kurt adamlar, Vampirler, periler ve farklı taraflardaki büyücüler 18 yaşındaki Kavin Smith kardeşinin bir partide esrarengiz şekilde ortadan...