Silva

By kahlovesfall

2.8K 561 342

"Bir tuvalin kendisinden sakındığı ellerim, Renklendirecek ifade ararken buldu seni." 1920'lerin Marsilya'sı. More

Giriş.
Bölüm 1: Kahve Kokulu Ressam.
Bölüm 2: Beşi beş geçe.
Bölüm 3: Aforizmalar.
Bölüm 4: Balet.
Bölüm 5: Siyah Mendil.
Bölüm 6: Valera için.
Bölüm 7: Hayran mektubu.
Bölüm 8: Ay ışığının dansı.
Bölüm 9: Yıldız günü.
Bölüm 10: Eğlence düşmanı.
Bölüm 11: Kelime oyunu.
Bölüm 12: Ateş.
Bölüm 13: Gizli saklı.
Bölüm 14: Doğmayan güneş.
Bölüm 15: Yeminler ve sözler.
Bölüm 16: Her şeyin başladığı yer.
Bölüm 17: Gözlerin.
Bölüm 19: Sen, sensin işte.
Bölüm 20: İskambil falı.
Bölüm 21: Fée de la lune.
Bölüm 22: Uçurum.
Bölüm 23: Günahkâr.
Bölüm 24: Korların yaktığı parmak uçları, yağmurun suladığı krizantemler.
Bölüm 25: Ayrılık zamansız gelir.

Bölüm 18: Yıldırım.

73 7 1
By kahlovesfall

   İyi okumalar.

   -Hayatım boyunca sustuktan sonra, sessizlikten rahatsız olmaya başladım bir anda.

   Eğer sevgi kaybedilen bir oyunsa ben çoktan kaybetmiştim. Sevgi kahlúa ise dibe vurup sarhoş olmuştum. Ve eğer sevgiden nefret edenler sevemeseydi, ben sevgiye aşıktım.

   Dürüst olmak gerekirse yaşadığımız evrenin şartları ortadaydı. Ben ise ne sarhoş olabilirdim ne de sevgiye aşık. Ben sadece kaybedendim, her evrende.

   Sözlerinin ardından bir saniye bile nefes almasına izin vermeden konuştum.

-"Ne?"

-"Herbert yok ve o yokken Valera'ya bakıp kesin tanı koyabilecek kimse de yok koca kentte. Ben hariç. Hem onun öğrencisiyim, hem de o bu alanı araştırmaya gitmişken ben uzmanlığa çok yakın bir seviyedeyim. Fakat kimsenin benden haberi yok tabii. Francois ise durmamış, her kapıyı çalmış. İşin içine yüksek sosyete girince çok uzun sürmemiş araştırması doğal olarak. İsmimi veya adresimi bilmedikleri için, sadece dış görünüşüm hakkında bilgi verebilmişler ona. Beni ilk gördüğünde nasıl süzdüğü hiç dikkatini çekmedi mi?"

   Sessiz kaldım.

-"Belki inanmayacaksın sen yine kendine ama ben o gün senin için endişelenip peşinden gelmeseydim ve parkın yerini öğrenmeseydim, Valera ile buluştuğun gün seni yarı yolda kaybedebilirdim. Onu da."

-"Ama ne gibi bir önemim olabilir ki? Ben sadece oradan geçiyordum."

-"Sen sadece oradan geçiyor olamazsın. Senin bu hikayedeki rolün bununla sınırlı olamaz. Ayrıca, o gün yurda gelmemi sağlayarak da Francois'nın beni geç olmadan bulmasına yardımcı olmuştun."

-"Neden geç olmadan diyorsun, er ya da geç tanışacaktınız ve ortaya çıkacaktı bu. Zaman bu kadar mı önemli?"

-"Bazen konuyu mu değiştiriyorsun yoksa önceliğin bu mu anlamıyorum ama konu Valera, sence zaman önemli değil mi?"

-"Haklısın..." diye fısıldadım.

   "Hm?" demedi bu sefer. "Biz hep kaybediyoruz seninle." dedi.

-"Seni bilmem ama ben şimdiye kadar o kadar yenilgi aldım ki, artık daha fazla kaybedebileceğimi sanmıyorum."

-"Her zaman daha fazlası mümkün."

-"Oh, öyle mi?" deyip gülümsedim benliğimi yitirmiş gibi gevşek bir tavırla. "İçime su serptin."

   Şişeyi elinden alıp birkaç yudum aldım. Boğazımdan aşağı yuvarlanan sek içki, başımı döndürmekten başka işe yaramadı. Hala ayıktım.

-"Sevgiyi kahlúaya benzetirken haklıydın aslında biraz. Gerçi neyi kastettiğine göre değişir."

-"Her açıdan kahlúayı kastediyordum. Bu bir şey ifade eder mi?"

-"Evet, her ne kadar sevgiyi yersen de, likörü içiyorsun sonuçta."

-"Beni sarhoş edemiyor ama."

   Sükunet içinde durup düşündü. Aklından sürekli beni yerip savunmamı yıkmak için planlar kuruyordu. Hoşuma gitmiyor da değildi fikrimi değiştirmeye çalışması lakin, ben adam olmazdım.

   Önümüzdeki seçenekler ise şuydu; muhtemelen likörü içiyorsun dediğinde, bir şeyi yaparken bunun sonuçlarından keyif almak zorunda olmadığımı falan belirtmemi bekliyordu. Ben ise çok farklı bir şekilde ele almıştım. Bu söylediğime yanıt bulabilirse gerçekten zekasını kanıtlamış olacaktı bir nevi. Bakıştık bir süre bu yüzden.

-"Artık, sarhoş edemiyor. O kadar içtin ki çünkü, o kadar sevdin ki, kaldırmıyor bünyen. Alışıksın belki."

   "Yanlış." dedim bir yudum alırken. Devam ettim sonra.

-"Buna alışılmaz. Sevdiğim her şeyin parmaklarımın arasından kayması alışılabilir bir şey değil."

-"Doğru. Ama sen kaybedeceğin hissine öyle alışmışsın ki artık sevmek istemiyorsun."

-" Ne güzel okudun beni öyle."

-"Artık sarhoş olmuyorsun bu yüzden."

   Gözleri büyüdü fark ettiğini düşündüğü gerçekle. Geçiştirdim.

-"Olamıyorum."

-"Hayır. Sadece olmuyorsun, değil mi?"

   Şişeyi sallayıp ses çıkmasını sağladım. Bu şekilde içinde ne kadar olduğunu anlayabilecekti. Diktim sonra kafaya, beni sarhoş edemeyeceğini umarak. Umuyordum çünkü sarhoş olamayacağımı bilsem bile, emin olamıyordum artık.

   Bütün bu karmaşık hisler ağlayamadığıma emin olduğum son günü hatırlatıyordu bana.

    Dudaklarımın arasından şişeyi ayırdığımda gözlerimi bir süre kapalı tutup yanma hissinin geçmesini bekledim. Ardından meydan okurcasına göz süzüp yüzüne baktım.

-"Bana herhangi bir soru sor. Sadece sarhoş olursam cevaplayacağımı düşündüğün bir soru olsun."

-"Niye sana gözlerini neden saçlarınla kapattığını sorduğumda yalan söyledin?"

-"Yalan söylemedim."

-"Sarhoş olamıyormuşsun gerçekten."

   Gülmeye başladık ikimiz de. Sonra o elimden kaptı şişeyi.

-"Tamamını kafaya dikmek zorunda değildin..." dedi somurtarak.

-"Birkaç şişe daha var, Herbert şehir dışında olacağı için bırakmıştı."

-"Resimleri neyle yapacaksın onları içersek?"

-"Her hafta bir resim götürecek olursam eğer birkaç ay boyunca resim yapmama gerek yok şu an. Ayrıca Herbert o kadar uzun süre kalmaz muhtemelen."

-"Ona bir mektup yazdım bu arada sen uyurken. Dönüşünü hızlandırmasını rica ettim, yarın göndereceğim sabah vakti."

-"Sen nasıl istersen." dedim, sessizleştik.

   Sonra aklıma geldi, ayaklandım. Birkaç saniyeliğine de olsa gözlerim kararmıştı, alışkın olduğum için yoluma devam ederek resimlerin olduğu odaya girdim. Bitmiş olanların üzerinden beyaz kumaşları çektikten sonra Louis'e seslendim.

-"Gelsene."

   Ayak seslerini duydum önce, ayaklandım ben de. Kapının önüne geldiğinde ve içeriye baktığında yüz ifadesi sanki yıllardır bunu bekliyormuş gibiydi. Odanın girişinde kalakalmıştı bir nevi.

-"Nasıllar?" dedim.

-"Bana mı soruyorsun?"

   Yüzüme baktı ciddi olup olmadığımdan emin olabilmek için.  Ciddi şekilde sormuştum aslında.

-"Şu an bana daha sergiye bile çıkmamış resimlerini gösteriyorsun, bu bir şaka mı?"

-"O kadar mühim değil, sadece hayranım için küçük bir hediye gibi düşün."

   Dudakları aralanmış halde izliyordu bütün resimleri, aklına kazımak istiyordu belki biraz da. Odanın köşesindeki büyük tuvale yöneldi, yarısı kapalıydı o resmin. Duraksadı bir süre.

-"Bakabilir miyim?"

   Hiç düşünmeden "Tabii." dedim. Gülümsedim bir de, hissetmişti sanki.

   Beyaz kumaşı çekti sonra hiçbir şeye zarar vermemeye gayret göstererek. Kahve likörünün özenle tonladığım renklerini gördü fakat o resim çok yeniydi üzerindeki bir şeylerden anlam çıkartmak için .

-"Bu, özel birine mi?" diye sordu.

-"Bilmem, neden öyle düşündün?

   Diğer tuvalleri gösterdi. "Boyut olarak en büyüğü bu, ve alt kısımlarında kahlúa olmamasına rağmen önüne başka tuvallerden koymamışsın."

   Ellerimi cebime koyup omuz silkerken cevapladım onu. "Denk gelmiştir."

-"Bu cevap hiç güven vermedi." diyerek gülümsedi.

-"Neden güven vermesin, hadi içeri geçelim."

-"Yağmur dinmeyecek zaten bu gidişle, geçelim."

-"Sanki burada olmaktan memnun değilsin." dedim göz devirip bu sefer tekli koltuğa yerleşirken.

-"Memnunum tabii. İnsan her gün hayranı olduğu ressamın evine gelmiyor."

   Doğruları çekinmeden belirtebilmesi özenmeme sebep olurken aklıma gelen fikirle durdum. O her açık sözlü olduğunda ona kendim hakkında bir doğruyu söylemek gibi bir fikirdi bu.

-"Bu arada, yalan söylemiyordum." diyerek başladım fikrimi hayata geçirmeye.

   Şaşırdı.

-"Ne?"

-"Şu, gözlerimi saçlarımla kapatıyor olmam mevzusu. Alışkanlık sayılır aslında."

-"Öyle mi?"

   Sessizleşti birkaç saniyeliğine, konuşmaya devam etti sonra. "Beni hep hazırlıksız yakalıyorsun, ne diyeceğimi bilemedim bu yüzden şu an. Anlatmak ister misin?"

-"Anlatması zor."

-"Öyleyse anlatma."

   Gözlerine baktım ve içimde bir yerlere prangalanmış adamın zincirlerini eskitmeye başladığını fark ettim.

-"Gözlerimle konuşmayı öğrenmek istediğini söylemiştin. Dene bakalım."

   İçimden sadece o acı hikayeyi geçirdim. Çocukluğumu ve gözlerimi görüp korkan, beni hastalıklı olduğuma az kalsın inandıracak olan çocukları hatırladım. Evden çıkmıyordum bile bu yüzden. Ne kadar da acınası, dedim içimden. Öyle sandım.

   Ben o zamanlar sadece Valera'nın yaşlarındaydım.

   Belki çocuk aklı deyip geçmeliydim şu zamanlarda fakat yurttakiler de çocuktu; Ivan da, Juliet de, Rache de, Stephan da, Sheryl da, Abella da, Noah da...

   Valera da çocuktu, o neden böyle şeyler yapmıyor, aksine bir iyilik meleği timsali yaşıyordu hayatını?

-"Şairane." dedi Louis ben düşünürken.

-"Ne?"

   İstem dışı bir şekilde yanıtlamıştım onu.

-"Gözlerin parlıyor, bu kadar güzel bir anı mıydı?"

-"Sonlara doğru Valera'yı düşünüyordum. Boş ver."

-"Şişenin dibini ben mi buldum? Nasıl bu kadar aynısın hala?"

-"Belki sarhoş olamadığım, belki de bürünecek başka bir kişiliğe sahip olmadığım içindir. Sen ne düşünüyorsun?"

-"Belki de zaten sarhoşsundur."

-"İşte bu, güzel bir çıkarımdı." dedim işaret parmağımı üst dudağıma sürtüp geçerken.

-"Biz nasıl gece boyunca her şeyi konuşup hiçbir şeyi çözemedik aramızda?"

-"Bilmem. Sevgi hakkında konuştuk, konu değişti. Valera hakkında konuştuk, yine konu değişti. Sarhoş olamamam hakkında da konuştuk bir de. Konu değişti."

   Hiçbir şeyi çözemediğimiz gerçeği can yakmayabilirdi, eğer konu başlıklarından biri Valera olmasaydı.

   Başımı koltuğa yasladım. Solumdaki koca pencerenin ardında güzel bir gece vardı. Yağmur yağıyordu delicesine fakat bulutlar ayı kapatamıyordu mesela.

   Ayı izledim birkaç saniye. Ne yaptığımı bilmeden. Sonra, içimden sessiz bir yakarış yükseldi.

   Bir işaret bekliyordum. Kulağa saçma gelse de bir işaret bekliyordum. Herhangi bir şey olabilirdi bu, belirli bir düşüncem yoktu.

   Louis bana seslendi, dalıp gittiğim yere baktığını hissediyordum. İlgisini çekmişti.

-"Bu kadar sessizleşmen normal mi?" dedi.

-"Şu an hayatımda yapabileceğim en saçma şeyi yapıyorum. Gözlerimi ayırırsam eğer göremediğime inanıp kendimi kandıracağım." diye fısıldadım ben de.

    Bir süre düşündü. İnanamazmışçasına fısıldadı sonra bana ayak uydurarak. "İşaret mi bekliyorsun? Yapma."

   Kaşlarımı çattım. "Neden?"

-"Umutlarını oradan gelecek bir işarete bağlama."

-"Neden bağlamayayım?"

-"Seni tanıyorum ve bir işaret gelmezse sen bütün hayatını bunu düşünerek geçirecek bir insansın."

-"Belirli bir düşüncem yok."

-"Olsun ya da olmasın. Duyulmadığını bilmek kötü bir his olmayacak mı sence de?"

-"Şu an benimle mi konuşuyorsun yoksa kendinle mi?"

-"Bilmiyorum, bildiğim tek şey bunu senin de dikkate alman gerektiği."

   Ayaklanıp tam arkama geçti dışarı bakmak amacıyla. Aynı yere bakıyorduk fakat benim başımı çevirmem gerekiyordu görmek için.

-"Bunu şu an bırakamam." dedim.

   Derin bir nefes verip tekli koltuğumu pencereye çevirdi ve kollarını koltuğun sırt kısmına dayayıp eğildi. "Pekala, bırakma o zaman. Ama sonsuza dek oraya bakamazsın."

-"Sonsuza dek bakmam gerekmiyor."

   Sessizce dışarıyı izledik çok kısa bir süre. Louis kendini konuşmak zorunda hissediyordu, fark etmiştim bunu.

-"Anlat." diye fısıldadım.

   Bunu yaparken gözümü ayırmamıştım gökyüzünden fakat başımı kaldırmıştım. Arada gök gürüldüyordu fakat bir işaret olmadığı ortadaydı çıkan hafif sesten.

-"Artık gözlerime bakmadan da mı-"

-"Bazen nefes alırken bile belli ediyorsun kendini..." sessiz kaldım. "Süre tükeniyor ve hiçbir şey olmuyor-"

   Bu sefer o benim sözümü kesti.

-"Babamı tekrar görüp görmeyeceğime dair bir bahse girdim gökyüzüyle. Sonucu tahmin edebiliyorsundur. Ben de düşünüyorum senin düşündüklerini..." duraksadı. "Belki de senin kadar yenilmediğim için hayalperest geliyorum sana."

-"Bazen-" diye söze başladım tam gözlerimi gökyüzünden ayırıp ona bakacakken. Sonra bir şey oldu.

   Bütün umutlarımı birbirine tekrar bağlamamı sağladı bu şey bir saniyede olup bitmiş olsa da.

   Dünya dışı görünen bir ışık vurdu gözlerime, birden bütün gökyüzü aydınlandı. Nefesim kesilmiş gibiydi, yıldırımlar gökyüzünü bir damar yolu gibi sardı. Nitekim meydandaki yürüyüş parkının üzerine yıldırım düştü. Gözlerim ışık hüzmesini takip ettiğinde bunun oldukça ağaçlık bir nokta olduğunu görmüştüm.

   Louis adımı fısıldadı. Ben ayaklandım, ikimiz de telaş ve şaşkınlıkla parkı izledik.

   Bu her ne ise hayra alamet değildi.

   Gözlerimi kısarak baktım, aklıma ilk gelen şey yangın çıkması olasılığıydı. Lanet olası düşüncelerimde haklı çıktığımı yavaşça harlanmaya başlayan turuncu alevlerden anladım. Nasıl o kadar iyi gördüğümü çözmeye uğraşmadım bile.

   Tekli koltuk bana çıkacak yol bırakmıyordu, koltuğu ittirip Louis'i sarsmak yerine kenarından atladım ve ceketimi giydim hızlıca. Louis de girdiği hipnotize edici dalgınlıktan çıkmış beni takip etmeye çalışıyordu fakat eli ayağına dolaşmıştı.

-"Ben önden giderim." dedim. "Evin anahtarını sen al ve parkın giriş tarafında herhangi birini görürsen dışarıya yönlendir, bu havada doğru dürüst insan olduğunu sanmıyorum ama bankların altına bak."

-"Pekala." dedi titreyen sesiyle.

   Ceketimin yakalarını havaya kaldırdım, koşarak gideceğim ve dışarıdaki yağmur da fırtınaya evrildiği için şemsiye almıyordum. Bu durumda olmasaydım da zaman bulamazdım muhtemelen.

   Ayakkabılarımı geçirdim ayağıma ve merdivenleri üçer beşer inmeden evvel bağladım sıkıca. Ne yapmayı umduğumu bilmiyordum, sadece tam olarak yıldırımın düştüğü noktayı görmüştüm ve hedefim orası olacaktı. Nasıl canıma susadığımı bile düşünmeden çıktım apartmandan. Arkamdaki giderek serileşen adım seslerinden Louis'in de geldiğini anlamıştım.

   Hiçbir şeye zamanım yoktu, düşünmeye bile. Sadece koşuyordum, Louis'in evini geçtim. Geniş caddeleri geçtim. Ayaklarım zeminde ıslak sesler çıkarıyor, arada gök gürüldüyordu. Bütün zihnim boşalmış gibiydi. Birkaç insan pencereye çıkmış dışarı bakıyordu. Kimsenin yangını durdurmaya niyeti yoktu gecenin bu saatinde, ben de dahildim bu kişilere.

   Ben görmezden gelmek istemeyenlerdendim sadece. Yağmur yangını söndürebilirdi belki ancak ölüleri diriltemezdi.

   Bu düşünceyle daha da hızlandım yapabilirmişim gibi. Kulaklarım uğulduyordu birilerinin ateş hattında olduğunu düşündükçe. Sonunda süslü kapının önüne geldiğimde birkaç saniyeliğine demir kapıya tutunup gideceğim yönü belirledim. Yıldırımın düştüğü noktanın gerisinde de yol vardı, yani orada olan biri dönüş yolunda ateşle karşılaşabilirdi. Çok tanıdığım söylenemezdi benim de bu yeri fakat yolların birbirine bağlandığını biliyordum. En solda kalan patikanın yandığını dumanlardan anlayabilirdi bakan herkes zaten.

   Arkamdan gelen Louis'in sesiyle duraksadım. "Gitme." diye seslendi. "Kimse yok baksana." dedi yanıma adım adım yaklaşırken de.

   Ona döndüm.

-"Bankların altına bak, sağdaki yollarda sıkıntı yok. Sol taraftakilere girme sakın. Küçük bir yangın ama ileri gidebilir, belli olmaz."

Her kelimemde daha da geriliyordum patikalara doğru. Yapacağım şeyi fark ettiğinde ağzından kısa bir haykırış döküldü. Tekrarladı sonra.

-"Gitme."

-"Buraya kadar geldikten sonra seyirci kalamam."

-"Ya içeride kimse yoksa ve buna rağmen geri dönemezsen?"

-"Valera'ya sözümü tutamadığımı söylersin."

   Başka bir deyişle bu sözler, ne olursa olsun döneceğimi işaret ediyordu. Louis ise oyalamaya devam etti beni.

-"Ya ben?"

   Ne yapacağımı bilemedim bir süre, donakalmıştım. Karşımdayken ona "Söz veriyorum, döneceğim." diyemezdim. Dönemezsem nasıl bir ruh haline gireceğini hayal bile edemiyordum çünkü.

-"Sam." dedim adını kısaltıp sakin olmasını sağlamayı hedeflerken. Devam ettim sonra.

-"Eğer dönemeyeceğimi düşünseydim sana evimde gördüğün büyük tuvalde üçümüzün resminin olacağını söylerdim.

   Acıyla gülümsedi.

-"Söyledin zaten..."

   Gülümsemesine karşılık verdim aynı hislerle.

-"Neyi söyledim?"

   Yangının başladığı yolun yanındaki yola girdim sonra hızla. Orada kalsaydım beni ileri gitmemeye ikna edebilirdi ve ben de ikna olurdum. Hızlı bir şekilde yol kat ettikten sonra bankların altına bakmaya başladım dikkatle. Perspektifimde ateş yoktu fakat duman vardı. Evden çıkmadan kaldırdığım ve o an ıslak halde olan yakalarımla ağzımı kapattım dumandan etkilenmemek için.

   Bankların altına bakma sebebim yağmurlu havalarda sokaktaki hayvanların bazılarının bankların altında uzanıyor olabileceğindendi. İnsanların bu saatte böyle bir parkta olacağını sanmıyordum ben de.

   Girdiğim yolda yangının olduğu yola çıkan birçok patika vardı fakat ben girdiğim yolun sonuna dek gittim. Bir yerden sonra duman çok yayılmaya başlamıştı, kaynağını kestirmek giderek zorlaştığından yolun sonuna gidip oradan döndüm ben de. Bu sayede bütün bankların altına bakabilmiştim.

   Hiç hayvan yoktu, varsa da kaçmıştı fakat yine de her yeri kontrol etmek zorunda hissediyordum. Beni zorlayacağını bildiğim yola döndüğümde şimdiden duman görüş açımı kısıtlamaya başlamıştı. Başta hafif olan toz bulutu ben ilerledikçe ağırlaşmış, nefes almayı da zorlaştırmıştı fakat bende bir aptal cesareti vardı o gün. Daha da içerisine girdim dumanın, yürüdüm, yürüdüm ve yürüdüm.

   Ağaçlar karşılıklı dizildiği için şanslı, aynı zamanda çok sık bir şekilde yan yana dizildikleri için şanssız hissediyordum. İlk yanan ağacı gördüğümde içim acımıştı.

-"Benim beklediğim saçma bir işaret uğruna." dedim.

   Yağmur şiddetini düşürmeye başladı işimi zorlaştırmak istiyor gibi. Yağmurun azalması yangının yayılmasını kolaylaştırırdı, hızlı hareket etmeye çalışıyordum yapabildiğim kadar ben de.

   Parkın girişine doğru yürüyordum soldan soldan, sağ tarafımdaki ağaçlar birkaç metre sonra yanmaya başlıyordu. Koşarak veya gerideki bir patikadan dönebilirdim. Hayvan veya insan yoktu, Louis haklıydı. Yağmur da ateşi söndürebilirdi. Ya da ben öyle sanıyordum.

    İleriye baktım bir şey görebileceğimi umarak. Sonra Louis'in haklı olmadığını gördüm. Gözlerimi birkaç kez kırpıştırmam gerekti hatta gördüklerime emin olabilmek için.

   Yolun yanan birkaç ağacın sıralandığı tarafında, adeta sürünerek çıkışa gitmeye çalışan siyah bir kedi vardı.

   Başaramayacaktı. Eğer ben onu görmeseydim.

   Onu öylece gidip alamazdım oradan, hızlı düşünmem gerekiyordu. Ceketimi çıkardım, solumdaki ıslak yapraklı ağaca sürttüm ıslanması için. Yetmedi yerdeki su birikintisine bastırdım ve başımın üzerine alıp yangın yerine koştum. Kedi arkasından geldiğimi görünce kaçmaya çalıştı, ben de peşinden gittim tabii. Bir süre böyle koşuşturduk, benden kaçtığı gibi ateşten kaçsaydı çoktan çıkmıştı parktan.

   Ona ulaşmama birkaç adım kala, tam önüne yanmakta olan bir dal düştü ve iyi ki su birikintisine düştü. Kedi geri sıçradı, ben ise çoktan yerle yeksan olmuştum arkama daha büyük bir dal düştüğü için korkudan. Bir süre bakıştık; sıcaklığını koruyan dal ve benim aramda kaldı sanırım, bir o yana bir bu yana yürüdü. Kendi başına oradan çıkamayacağını, ben ayaklanmaya çalışırken anladı.

   Karanlıkta sarı gibi görünen gözlerini kıstı ve kucağıma atladı. Ben yere düştüğümde doğal olarak sırtımdan düşen ceketimi etrafımıza sardım. Onu nasıl tutmam gerektiğinden emin değildim, sonra aklıma Valera'nın annesiyle olan resminde annesinin onu nasıl tuttuğu geldi ve benzer şekilde tutmaya çalıştım kediyi. Bundan çok memnun olmadığını çıkardığı seslerle belli ederken ben de sanki anlayacakmış gibi onunla konuşmaya başladım.

-"İleride çok fazla duman var, oradan çıkabilir miyiz sence?"

   Durumundan hoşnut olmadığını belirten sesler çıkarmaya devam etti. Bu sırada ben açıkta kalan saçlarımı alevlerin sıçrayamadığı bir ağacın yapraklarına sürerek ıslatmaya çalıştım. Kediyi sol elimle sağlamca sardım, iyi anlaştığımızı düşünüyordum şimdiden. En azından tırmalamıyordu beni.

-"Buralarda patika da yok." dedim yere eğilip bir su birikintisinden aldığım suyu yüzüme ve rahatsız olmaması için hafifçe onun da başı ve burnu arasına bulaştırırken.

   Ateşle çok fazla yakınlaşmıştım. Gereğinden fazla. Islanmış sağ elimle saçlarımı geriye attım ve bir karar verdim sağ tarafı yanan, sol tarafında ise hafifçe yağmurun yağdığı yolda yürürken.

   Yağmurun azalması gerçekten işimi zorlaştırıyordu. Belki hafifleyecek olan yangın daha da hızlı yayılıyordu yağış azaldığı için.

   Bu yoldan devam edip bulabildiğim bir patikadan çıkacaktım. Patika bulamazsam da koşmaktan başka çarem yoktu. Zaten çıkışa yaklaşmıştım giderek, sadece beni ilerideki ağaçlar geriyordu. Yol daralıyordu çünkü, bir de karşı tarafa geçmeyi bu noktada başarmıştı ateş.

-"Sadece bir işaret istemiştim, ölmeyi değil."

   Yolun geniş kısmına son bir bakış attım. Kediyi yere bırakıp ceketi başıma sarabilirdim fakat her an kaçacakmış gibi geliyordu.
 
   Başımı hiçbir şekilde korumadan yanan iki ağacın altından geçeceğim, ne hoş.

-"Şimdi..." diye fısıldadım aceleyle, ateş bacayı sarmadan o iki ağacın arasından geçmeliydik sanırım, geri dönemezdim zaten. Etrafım ateşle sarılmıştı dar kısımda olduğum için. "Kaçma çünkü seni bırakamam ve muhtemelen kısa süre sonra yanan dallar üzerimize yağacak. Hayatta kalmaya çalışalım." dedim yolun ortasında kalakalmışken.

   Ne ara bu kadar büyük bir tehlikenin içine düşmüştüm ben?

   Kedi hareket etmemi söylercesine kıpırdandığında, başta yerimden kımıldayamadım bile. Sonra ise, adım atmadığın her an ölüme bir adım daha yaklaşıyorsun, dedim içimden. Ve koşmaya başladım.

   O ateş çemberinden çıktıktan sonra sevinecektim ki önümüze bir dal düştü ve ben hızımı alamayınca dala takıldım.

   Kediyi hatırlayıp düşmemeye gayret gösterirken yan basıp bileğimi berbat bir hale getirdim. Arkama baktığımda bizim çıkışımızın ardından durmadan düşüp yolu kapatan dalları izledim. Biraz önce oradaydım.

   Kediyi kollarımla sakladım nefes alabilmesine özen göstererek. Buradan sonra yolumuz kolaydı. "Alevler bize yetişemez." dedim. Dedim demesine fakat arkamdaki ateşin çıtırtısı yağmurun sesini geçtiğinden ürküp hızlı hızlı katettim dönüş yolunu.

   Bankların altını kontrol etmeyi unutmuyordum fakat sadece bu siyah kedi vardı koca parkın bu tarafında. Ağaçlık yolun sonu yavaşça görünmeye başladığında gerginlikten katılaşmış gibi hissettiren kaslarım bir nebze de olsa gevşemişti. Birkaç adım daha atıp süslü demir kapıyı gördüm.

   Louis yoktu.
 
   Beni aramak için soldaki yollardan birine girmiş olamazdı değil mi?

  Yapmaz, dedim kendi kendime.

  Neden yapmasın?

   Sol elimi tekrar sardım kediye. Sağ elimi alnıma koymuş ileriye bakıyordum bir insan silueti görmeyi umarak. Hiçbir şey göremedim.

   Ben patikaları gözlerimle deli gibi tararken, Louis'in sesi arkamdan geldi.

-"Vivian!" diyordu çıldırmış gibi.

   Sağ elimi kollarımda iyice mayışmış kedinin üzerine kapattım ben Louis'e dönerken yağmurdan ve rüzgardan etkilenmemesi için.

   Perişan halimi görüp bana doğru hızla gelirken kediyi görmesi için sağ kolumu kaldırdım biraz. Kolumdaki kedi kolumu kaldırdığım için huysuzca miyavlıyordu şimdi. Mayışmıştı iyice.

-"Tam haklı olduğunu düşündüğüm için dönecektim ki onu buldum. Bizi öldürüyordu ama olsun." dedim hafif tebessüm ederek.

   Belki de beni o gün tamamen tanıma fırsatı bulmuştu Louis, ben de anlamamıştım bir anda gerçekleşen olayları fakat gülümsedi. İstemsizce boğazımdan bir öksürük kaçırdığımı fark ettim, dumandan etkilenmiş olmam oldukça normal gibiydi bu durumda.

-"Gel." dedi. "Sen perişan haldesin benim ise korkudan yüreğim ağzıma geldi. Bu gece kal bende."

   Başımla onayladım onu. O kadar yorgun hissediyordum ki dizlerimin bağı her an çözülecek gibiydi.

   Ben kucağımdaki kediyi bir an bile bırakmazken çıktık parktan.

   Yangın büyüdüğü için söndürmeye gelen ekip, biz Louis'in evine yaklaştığımızda yeni gidiyordu olay yerine.

   Göz devirmekle yetindim.

   Bölüm sonu.

   Ben Kahlúa, yazarınız.

Continue Reading

You'll Also Like

148K 6.2K 40
Sesiz bir ağıt yaktı genç kız yaşamına ve yaşayacaklarına. Onun adı olmuştu zaten uğursuz ama kızın bir suçu yoktu ki onun kaderi böyleydi. Adam içi...
4.9K 182 14
Şiirlerin Dünyası~ Özdemir Asaf, Atilla İlhan, Cemal Süreyya ve daha bir çoğu. Sende Gelsene_?
12.4K 1.1K 50
Ruhlar, Kurt adamlar, Vampirler, periler ve farklı taraflardaki büyücüler 18 yaşındaki Kavin Smith kardeşinin bir partide esrarengiz şekilde ortadan...
8K 335 30
O soylu babasının gayri meşru kızıydı Soylu üvey annesinin istemediği Soylu üvey kız kardeşinin ablası olarak görmediği Soylu üvey abisinin kardeşi...