GÖLGE KANI

By yzrperest12

226K 19.9K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 21: KİBİR

3.7K 411 279
By yzrperest12

Ay ay ay geldiiiiiiim!

Siz de hoşgeldinizzzzz!

Nasılsınız bakalımmmm??

Umarım iyisinizdirrrr! Ben iyiyim diyeyimm!

Bu arada kapıda bir şeyler gördüm. Yıldız falan yazıyordu. Galiba alttaki yıldıza dokunmanızı istiyorduu ;)

İyi okumalar dileriiiim!

🌜🌚🌛

"Hiç kimse tamamen kötü değildi aslında. Hayat grilerden oluşuyordu. Kimse tamamen kararmamıştı da aydınlanmamıştı da. Herkesin içindeki o çocuk izin vermiyordu tamamen kararmaya."

🌜🌚🌛

Odadaki Müdür'e gergin bir şekilde bakıyordum. Kızları okuldan uzaklaştırmışlardı. Sanki özel olarak herkesi bana düşman yapıyorlardı. Dedi kızları rezil eden kız!

Müdürün delici gözleri bendeydi. Açık kahve gözlerin delici değil de tatlı durması gerektiğini düşünüyordum. "Bu yaptığını nasıl açıklamayı planlıyorsun?"

Kaşlarım havalandı. "Tam olarak neyi açıklamalıyım?" Sesimi olabildiğince sevecen tutuyordum.

"Herkesin içinde kendi türünü aşağılamanı tabii ki de." Tam ağzımı aralayıp konuşacaktım ki elini havaya kaldırarak tüm lafları ağzıma tıktı. "Ya da siz açıklayın. Kız herkesin içinde bunu nasıl yapabiliyor? Bu nasıl bir cesaret?!" diye gürledi son cümlesinde. Gözleri hepsinin içinde Marcus'u buldu. "Sen ne işe yarıyorsun?! Sana kızı koruma görevi verdik! Yaptığın iş bu mu?!" Marcus'un yüzü tamamen ifadesizdi. Bay Malcolm'a öylece bakıyordu. "Açıkla!" Sesi tüm odayı inletti.

"O sırada daha önemli bir işim vardı." diye açıkladı hiçbir duygu barındırmayan bir sesle Marcus.

"Senin ondan daha önemli bir işin yok!" Resmen benden bir görev gibi bahsediyorlardı.

"Kızın hayatı bahis olduğu zaman her şey daha önemlidir." Bay Malcolm, Marcus'a iyice yaklaştı.

"Kızı kendi gözetiminde asla çıkarmayacaksın. Her yaptığı yanlış sana ait. Bunu sakın unutma Marcus." Marcus onu başıyla onayladı. "Onun güvenliği için gerekirse sürükleyerek bunu ona anlatacaksın. Ona ne yapacaksan yap düzene sok!" Sinir hücreleri beynime doğru yürürken dişlerimi birbirine geçirdim. Ben bir insandım, bir bireydim. Dillerini anlayabiliyordum. Geçmiş benim yanımda bir köpeğe eğitim vermesini ister gibi, sanki Marcus benim sahibimmiş gibi ona emirler veriyordu. O kimdi ki?

"Evet." dedi Marcus mekanik bir sesle. Ona kızmıyordum. Onun işi bu pisliği onaylamaktı. Bana asla böyle bir şey yapmayacağından emindim.

"Öyle olsa iyi olur." dedi Bay Malcolm ve bana bakmadan yavaş adımlarla Sharon'a yöneldi.

"Kızın üzerine adam göndermek de ne demek?" dedi kitlenmiş gibi. "Aldığın ceza seni akıllandırmadı mı yoksa?" Hemen Watson'ın yanında duran Sharon'a baktım. Hepsinin yüzü ifadesizdi. Sharon tüm ifadesizliği ile Bay Malcolm'a bakıyordu. "Öyle gözüküyor."

"Kızın kim olduğunu biliyorum." dedi Sharon'un korkusuz sesi. "Bana bir daha bir şey yapamazsınız." Daha öncesinde ne yapmışlardı?

"Kiminle konuştuğuna dikkat et. Ben senin arkadaşın değilim." Müdür'ün sesi içinde ölümcül bir soğuk taşıyordu.

"Kıza bir şey yapmazsam herkes şüphelenirdi." diye açıkladı kendini Sharon. "En hafif yolu seçtim. Karşılık veren oydu."

Bay Malcolm masasına doğru gitti. "Bu kızı doğru düzgün eğitin." Daha fazla dayanamadım. "Şuna bak daha eğitime bile başlamamışsınız!"

"Ben bir evcil hayvan değilim. Eğitilmem." dedim sakin tuttuğum sesimle. "Oyuncak da değilim. Bunu yap dediğiniz zaman kurulup onu yapmam." Bay Malcolm sandalyesine rahatça oturup bana baktı. Yüzümde gayet durgun bir ifade vardı içimdeki öfke patlamasının aksine.

"Sence benimle tartışacak konumda mısın?" Başımla onu onaylarken güldüm.

"Aynen öyleyim." dedim güleç bir tavırla. Bu söylediğim ile omuzlarını dikleştirdi. "Anladığım kadarıyla siz oturduğunuz o koltuktaki yerinize oldukça alışıksınız. Size kimse karşı gelemez falan filan. Ben kimse değilim. Bunu ilk geldiğimde size anlatabildiğimi umuyordum." dedim ilk gün onları tehdit edişime vurgu yaparak.

"Ona daha Meclis'i anlatmadınız mı?" diye sordu Bay Malcolm.

"Hayır." dedi sert bir sesle Marcus. Bu sesi artık çözebiliyordum. Bir şeyi istemediği zaman böyle konuşuyordu.

"Demek o yüzden benimle hâlâ bu biçimde konuşabiliyor." Bana sanki anlayışlıymış gibi gülümsedi. Bu içimde olan tüm sıcaklıkların buz tutmasını sağladı. "Eleanor Parker, soyadının dahi ne kadar değerli olduğunun farkında bile değilsin değil mi?" dedi usul bir sesle.

"Efendim, biz ona bunu..." Sesi Alissa'yı böldü.

"Tabii ki de siz anlatacaksınız. Ben sadece bazı şeylerin üzerinden geçeceğim, kısaca." Yüzündeki gülümseme ile kahve gözlere baktım.

"Bu beni memnun eder."

"Hiç sanmıyorum." Müdür'ün sesi şimdi katılaşmıştı. Sanki bu kız neden bu kadar mutlu diyerek kendi canını sıkıyordu. "Senin soyadın Parker, sevgili Eleanor. Parker demek gölge ile eş anlamlıdır. Sen daha çocukken kim bilir kaç büyücü, vampir ve kurt adam peşine düşmüştür. Meclis senin insan olduğunu düşünse bile, ki eminim test de etmişlerdir, yanına oldukça güçlü bir kurt adamı koymuşlar."

"Sadede ne zamana gelirsiniz?" diye sordum laubali bir tavırla.

"Değerlisin. Herkes için çok değerlisin ve sen bunu fark etmeyecek kadar aptalsın. Parker soyunun laneti de sende." Gözlerini benden ayırdı. Marcus'a baktı. "Ona lanetleri anlattınız mı?"

"Her soyun kendine özel lanetleri olduğunu biliyorum." dedim. "Yani tam olarak bilmesem de lanetlerin varlığını biliyorum. Kanımda bir lanet var. Lanetin ne olduğunu bilmiyorum."

"Bunu nereden öğrendin?" diye sordu sert bir sesle Marcus. Kaşları çatılmış, o ifadesiz yüz ifadesi gitmişti. Şimdi şüpheli ve meraklıydı bakışları.

"Biz böyle bir şey anlatmadık. Bu anlatılmaz." dedi Lauren tek kaşını kaldırarak. "Bunu nereden öğrendin?"

"Bilmem. Birinden duymuşumdur herhâlde." dedim omuz silkerek.
"Bunu kimse konuşmaz Eleanor. Meclis bunu yasakladı." Alissa şüphe ile Marcus'a baktı.

"Bu konuşma burada bitmiştir." diyen Marcus kapıya doğru yol aldı.

"Benim konuşmam daha bitmedi. Saygısızlık etme. Karşında kimin olduğunu unutma Marcus." İçimdeki şeytan diyor ki al şunu yerden yere çarp.

Marcus Bay Malcolm'a döndü. "Ben bitti dedim Bay Malcolm. Bu yeterli." Gözleri beni buldu. "Yürü."

"Burada kalıyor dedim." Marcus'a doğru yürümeye başladım.

"Ben ne istersen onu yaparım." deyip Marcus'un önünden kapıdan çıktım. Arkamdan Marcus beklemeden geldi. Marcus'u beklemeden merdivenlerden adımlamaya başladım. İnsanlar zaten beni konuşmak için yer arıyorlardı. Koca bahçeyi geçerken direkt olarak Caleb'ın arabasına yöneldim. Herkes buraya Caleb ile geldiğimi biliyordu. Bizi arkadaş olarak biliyorlardı. O beni keşfetti sanıyorlardı. Böyle milyonlarca yalan daha sıralanmıştı kapıya. Arkadan gelen ahaliye bakarken bana bakan kimseyi umursamıyordum. İyi bir gösteri yapılmıştı onlara göre. Oradan kurt yeteneklerimle de atlayabilir olarak görünüyordu lakin ben bir gölgeydim ve bundan öte insan olarak büyümüştüm. Reflekslerimi şu ana kadar bir insanın ki kadar geliştirmiştim.

Caleb uzaktan kapıyı açarken beklemeden arka koltuğa bindim. Bu arabayı alış anımızı biliyordum. Ben paramızın yettiği arabalar içinden en çok bunu çok beğenmiştim. Caleb da sırf ben beğendiğim için bu arabayı almıştı. Burnumun direği sızladı. Tüm bunlar yaşanırken dahi her şeyi benden saklıyordu.

İçime derin bir nefes çekip bu sızlamayı diğer zamanlara attım, belki de hiç gelmeyecek olan zamanlara. Ben öylece koltuğun başlığına bakarken ön kapı açıldı. Gelen kişinin kapıyı açış şeklinden kimin geldiğini anlamam uzun sürmedi. "Öne geç." dedi Marcus. Sanki arkada kalsam daha sağlıklıydı.

"Burası gayet rahat." Dikiz aynasında gözlerimiz kesişti.

"Sinirlerim zaten gergin Eleanor. Daha fazla sinirlenmek istemiyorum." Kalp atışlarım orantısız bir şekilde artıyordu. Beni paniğe sürüklüyordu. Bu içimde barınan orantısız hisleri fark edişimden sonra ilk başbaşa kalışımızdı. Bu gerilmem için yeterli bir sebepti.

"Neden herkes okuldan çıkmaya başladı?" diye sordum konuyu dağıtmak amacıyla.

"Burada bir kere savaş başlarsa önü ardı kesilmez Eleanor. Her biri birine bir şey yaptığında bu olur. En azından eskiden bir okuldaki kavga diğerini etkilemezdi. Şimdi birlik olunduğunda ve diğer türlerle savaş daha fazla risk taşıyor." Nefesini veriş sesi kulağıma doldu. "Yan koltuğa gelir misin Eleanor?"

"Birazdan Sharon geçer oraya." dedim rahatsız bir sesle.

"Sharon bizimle gelmiyor." dedi rahat bir sesle.

"Niye?" diye sordum. "Bizle yaşıyor sonuçta."

"Kimse bizle yaşadığını bilmiyor."

"Kimse seninle yaşadığımızı da bilmiyor. Ama bu arabadasın." dedim kalp atışlarımı takmamaya çalışarak.

"Bunda seni geren şey ne peki?" diye sordu gayet ciddi bir şekilde.

Yüzyılın salağı olarak, "Sensin." dedim patavatsızca. Ne dediğimi anlar anlamaz durumu toparlamaya çalıştım. "Yani az önce Bay Malcolm ile kavga ettin ve gerginsin."

Dikiz aynasında bakışlarımız yine kesişti. Gözlerinde anlam koyamadığım bir ifade vardı. "Sana zarar vermemden mi korkuyorsun?"

Saniyelik bir şaşırmam sayesinde ona öylece bakakalmış oldum. Ve o da bunu doğrulama olarak algıladı. Göz bağımızı kesti. Gözlerinin gözlerimden gitmesinden korktum. "Hayır, yani senden korkmuyorum." dedim hızlıca. Ama kalp atışlarım daha da hızlanmıştı. Sanki ona ondan korktuğum mesajını vermek istercesine.

"Bunu derken kalbinin daha fazla hızlanması daha iyi bir şey olabilir o hâlde." dedi soğuk bir sesle. Tam olarak koltukta arkasındayım ve dikiz aynası dışında beni göremezdi.

"Değil." dedim bir anda. Arabayı çalıştırdı. Kalbim sanki boğazımda atıyordu. Eleanor ve geri zekâlılıkları!
Daha fazla konuşursam daha da batacağımdan sustum. Olduğum yere iyice gömülürken arabayı hızla ev yoluna doğru sürüyordu. Marcus'un kendi arabasını göremeyince, "Onlar nereye gittiler?" diye sordum merakla yola bakarken. Gözlerimi dikiz aynasında çevirdim. En sonunda bu işin böyle olmayacağına karar vererek ortaya geçip başımı öne doğru uzattım.

Bana bir bakış dahi atmadı. "Kurt boğan büyüsü ile ilgilenmeye gittiler." Başımla onu onaylerken arkama yaslandım.

"Öyle mi?" diye sordum sıkkın bir sesle. Sessizlik beni daha fazla geriyordu. "Biz niye eve gidiyoruz o hâlde?"

"Çünkü başka gidebileceğiniz bir yer yok. Her yerde belayı başına çekiyorsun." Gözleri saliselik bir sekidle dikiz aynasında kaydı. O saliselik anda dahi kara hareleri ela harelerimi esir etti kendine. "Kokun fazla dikkat çekiyor." Kalbim bu dediği ile tekledi. Knox da bana böyle bir şey demişti ama ben böyle hissetmemiştim. Güvensizlikten Caleb'tan başka hiç kimseye yaklaşmamıştım. Tabii ki de sapık insanlar ve her an birine aşık olan kişiler dünyanın her yerindeydiler lakin ben hiçbirine prim vermemiştim. Kalbim vermemişti. Ruhum buna hep hiddetle karşı çıkmıştı. Şimdi ise Marcus'a karşı gerçekleşen bu kalp oyunlarından epey korkuyordum. Ondan değil, hissettirdiği duygulardan korkuyordum. Bu hiç iyi bir şey değildi. Benim için değildi.

"Şimdi ne demeliyim?" dedim sessiz bir biçimde. Nasıl olsa her türlü beni duyuyordu.

"Bir şey demene gerek yok, Eleanor. Sana denilen her şeye cevap vermek zorunda değilsin." Önümüzdeki aracı solladı. "Gerçi bunu yapmadan nasıl durursun bilmiyorum."

"O kadar da çok konuşmuyorum ki ben." dedim kaşlarımı çatarak. "Sadece hayat bana altta kalmamamı öğretti. Ben de öğrendiklerimi işleme koyuyorum." Kollarımı göğsümde buluşturdum. "Üstelik benim sesim çok güzel. Tamam, o kadar da güzel değil ama sonuç olarak güzel bir sesim var." Ormanlık alana doğru çevirdim başımı. Göz devirmeden edemedim. "Böyle bir sesi duyduğun için her gün Tanrı'ya şükretmelisin."

Arabanın içini melodik bir kahkaha sesi yankılandı. Alınmış bir şekilde yandan gözüken profiline baktım. "Sadece çok cevap verdiğini söylemiştim Eleanor." dedi gülerek. "Sesine dair herhangi bir kelime dahi söylemedim."

"Sana cevap verdiğime şükret diyorum ben de." dedim alınmış bir sesle.

"Tam bir kız çocuğusun." Sesi hâlâ güleçti.

"Ben kız çocuğu falan değilim." Ya da öyleyim. Sadece çocuk olmak için hiç vaktim olmamıştı.

Sesimdeki kırıklığı hissetmiş gibi dudaklarındaki açılma kapandı. Başımı pencereye çevirdim. "En azından öyle davranmak için dahi olsa zamanın var." Bu benim hiç olmadı dercesine bir ses tonuydu. Bunu biliyordum. Bu ses tonunu benimle ara sıra konuşurken ellerindeki şeylerle hava atan arkadaşlarımla konuşurken kullanırdım. Zaten onlar da bir süre sonra benimle dalga geçen kişilerin arasına çekilirlerdi.
Sustum ve bu sefer cevap vermedim. İçimdeki Meclis'e karşı olan merak duygusu arttı. Marcus nasıl bu kadar sert biri hâline gelmişti?

Sonunda araba durduğunda aşağı indim. Sessizce yürürken yüzüme çarpan serin rüzgarın tadına vardım. İçime oturan o koca taş varlığını tekrar belli etti. Yanımda yürüyen Marcus'a baktım. "Senden korkmuyorum." dedim bir anda. Gözleri beni buldu ve esir aldı.

"O zaman kalp atışlarının nedeni ne Eleanor?" diye sordu sessizce.

"Olabilecekler korkusu diyelim." deyip omuz silktim. "Sadece senden korkmuyorum. Bunu bil yeter. Sonra havalanma yani. Eleanor benden korkuyor diye." dedim alayla.

"Neyin olmasından korkuyorsun?" diye sordu bana dikkatle bakarken. "Kalbini öylece hızlandıran ne gibi bir korku olabilir ki?"

"Olanlar ve olacaklar. Mesele ne hissettirdikleri. Bilinmez hissettiriyorlar. Bilinmezlikten nefret ederim." Gözlerim onu bulmuyordu.

"Ne yani sana bilinmez mi hissettiriyorum?" diye sordu Marcus anlamamış bir sesle.

Başımla onu onayladım. "Tam olarak öyle de diyebiliriz, öyle demeyebiliriz de." Ona yandan bir bakış atarken kara hareleri tekrar yüreğimi hoplattı. "Sana güveniyorum. Ben korktuğum birine güvenmem."

"Güveninize erişmek çok hoş o hâlde Eleanor Parker."

"Hoş olsa gerek." dedim gülerek. Gözleri gözlerimden kopup dudaklarıma kaydı.

"Gülümsemek sana yakışıyor. Gerçekten gülümsemek." Gözleri gözlerime geri döndü. Bu çekime kapılmamalıydım. Bu tehlikeliydi. Bu çok tehlikeliydi. Bu olmamalıydı.

"Teşekkür ederim. Bana göre her insana gülümsemek yakışır." derken adımlarımı hızlandırmıştım. Çıkacak gibi atan kalbimi hızıma bağlamak istiyordum. "Bugün de hava çok basık. Çok uykumu getiriyor." Ev görüş alanımıza girdiğinde bunu bir aceleyle söylemiştim. Onunla biraz daha baş başa kalırsak neler olabilir bilmiyordum.

🌜🌚🌛

Taşların üzerine yuva yaptığı kirpiklerimi açılması için zorladım. Ağır ağır görüşüm yerine gelirken altımdaki sert zemini yeni yeni fark ediyordum. Boğazımda kuru bir his vardı. Sanki bir kelime edersem boğazım acıdan yırtılacakmış gibi bir his. Bu kendimi çok zorladığımda olan bir durumdu. Görüşümü kaplayan gri bulutlara bakarken ellerimden güç alarak dikeldim. Görüş açımda kuru toprak ve bir çift ağaç vardı. Gerisi ise uçurumdu. Zorla ayağa kalkarken etrafa öylece bakınıyordum. Arkamı dönmem ile yaprakları dahi siyah olan bir orman beni yaklaşık on metre ilerimde bekliyordu. Uçurum ondan daha cazip geliyordu. Göğe baktığımda gri bulutlardan başka hiçbir şey yoktu. Tek bir kuş dahi yoktu.

En son bir panikle odama çıkarak kendimi uyumaya zorlamıştım. Şimdi ise karşımda hayatımda gördüğüm en garip orman ve bir uçurum vardı. Rüyada olsaydım eminim ki daha yaratıcı şeyler üretirdi bilinçaltım. Bu bir rüya olamazdı. "Lanet olsun!" dedim bıkmış bir şekilde. "Ne istiyorsunuz?" diye bağırdım var gücümle göğe doğru. "Bende size verebileceğim bir şey yok!"

"Öyle mi diyorsun Gölge Varisi?" dedi belirsiz bir ses. Erkek mi yoksa kadın mı olduğu hakkında en ufak bir belirti dahi yoktu. Dudaklarımı birbirine bastırdım.

"Öyle diyorum." dedim bıkkınlıkla. Bağırsam da bağırmasam da bir şey değişmeyecekti sonuçta.

"Baban da zamanında bunu diyerek Meclis'e yüz çevirmişti. Ne kadar da benziyorsunuz." Alayı kulaklarımı deldi geçti. "Sonunuz aynı olmaz umarım."

"Olmaz, merak etme." dedim sert bir sesle. Babam ve annemin ölümüyle ilgili konuşmak istemiyordum. Özellikle kendi zihnimdeyken. "Ne için şimdi giriyorsun zihnime? Üzerinden oldukça zaman geçti. Bana kara büyü yaptınız, sonra da geri çektiniz. Bunun amacı neydi?"

"Biz kimsenin üzerindeki kara büyüyü çekmedik. Anlaşılan gizli bir hayranın var ve sen bunun farkında bile değilsin. Bu iş gittikçe daha eğlenceli oluyor. Ama en eğlencelisi ne biliyor musun?" diye yankılandı sesi kulaklarımda. "Marcus Alaric Russel'ın hiçbir şeyi çözemediğini gördüğüm o anlar. Bu bana öyle büyük bir zevk veriyor ki... Anlatamam."

"Ama şu an anlatıyorsun." dedim başımı iki yana sallayarak. "Enerjin..." Gözlerimi kısmış içimdeki o kıpırtının izlerini takip ediyordum. "Bacağımdaki yarayı sen yaptın, öyle değil mi? O da bir kara büyüydü." Kaşlarım çatmış olanları anlamaya çalışıyordum.

"Ve sen o kara büyüyü içine çektin Gölge Varisi. Bu tehlikeli bir iş." Nefesini verirken içimden kendime lanetler okumaya başladım.

"Bu sayede enerjimi kitleyebildiniz çünkü o enerjinin içinde sizin yaptığınız kara büyü de vardı."

"Akıllı kız!" dedi ses zevkle. Yoksa geri zekâlı olarak değiştirmeli miydik onu?

"O sırada da herkes zaten benim gibi bir baş belası ile ilgileniyorlardı. Sizi kimse araştırmadı çünkü ben zaten araştırılacak her şeyi emmiştim." Açık olan saçlarımı arkaya doğru çekiştirdim. "Kim yaptıysa da sizin bana yaptığınız kara büyüyü yok ederek size ait tüm izleri sildiler. Böylelikle bana iyilik yaparken aynı zamanda size de yapmış oldu. Lanet olsun!" Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum.

"Bizim yerimize zaten her şeyi siz yaptınız. Cidden o kadar kibirliyken bu kadar salak olmanız hepimiz için bir şok oldu." Göğe doğru yüksek bir kahakaha patlattım. Kahkahalar ile gülmeye başladım.

"Galiba arada siz de kibirlenmeyi unutmamışsınız." dedim kahkahalarımın arasından. İşte bu beni keyiflendirmişti!

"Eleanor Parker, onların yanında sen de kibir kapmışsın. Galiba kibir bulaşıcı bir hastalık. Öyle mi dersin?" dedi o da güleç bir sesle. Göğe yüzümdeki gülümseme ile bakıyordum. "Açıkçası zihnin zihnine girmek için en çok çaba sarf ettiğim zihindi. Ama sonuç olarak buradayım."

"Ama zihin hâlâ benim." Burasının bir sahil kenarı olmasını hayal ettim. Her şeyi, tek tek tüm kum tanelerine kadar hayal ettim. Görüntü istediğim, hayal ettiğim her gerçeklikle beraber değişmeye başladı. Etraf tamamen bir sahile dönüşürken artık gök yerine tam olarak karşıma bakıyordum. Yüzümdeki o zafer gülümsemesi ile tamamen siyah olan insan silüetine baktım. "Umarım görebilmişsindir. Neden bilmiyorum ama zihnim herkesin zihnine nazaran daha kontrollü. Ayrıca daha korunaklı olduğunu da söyleyebilirim." Kaşlarımı kaldırıp indirdim. "Sence yanılıyor muyum?"

"Uyandığında bunları hatırlamayacaksın tatlı kız." dedi karşımdaki silüet. Dudak büzdüm.

"Dur bakayım." Düşünür gibi gözlerimi yukarı kaydırdım. "Unutmak istiyor muyum? Ah, hayır. O yüzden unutmamayı tercih ediyorum. Bunu daha önce de tekrarlamıştım. Hem de hiçbir şey bilmiyorken. Ben unutmadım. Sen de şunu unutma; Burası benim zihnim! Burada kurallar bana ait." Silüet tam önümde belirdi. "Şimdi zihnimden defol git!" diye bağırdım tüm kuvvetimle. Beynim sanki bir parazit atıyormuş gibi hafifçe çınladı. Etkisi en fazla böyle olurdu.

🌜🌚🌛

Gayet sakin bir şekilde uyanırken zihnim zaten açık olduğundan direkt olarak dikeldim. İçimdeki coşku ile yataktan kalkarken ayağıma hızlıca ayakkabı geçirirdim. Telefonu alıp bir hızla odadan çıktım. Aşağıdan sesler geliyordu. Hızla aşağı inerken bir yandan önüme bakmadan telefondan coşkulu şarkılara bakıyordum. "Yok, hiçbir iz yok!" diyen Watson'ın sitemli sesi kulağıma geldi. Son merdiveni de indikten sonra salondakilere içimdeki coşku ile bakıyordum.

"Bir dakika." deyip çalma listemde daha aşağı indim. I Don't Fly'dan Really Don't Care açtım. Telefonu son ses açarken hepsi şokla bana bakıyordu. "Evet, sıkıntı yok arkadaşlar."

Şarkının ritmiyle başımı sallıyordum. "Cidden bu kadar iyi ne olmuş olabilir ki?" diye sordu Caleb gülümseyerek. Elimdeki telefonu hemen koltuğa koydum. Şarkının başlamasıyla şarkıyı söyleyerek bana en yakın kişi olan Alissa'nın yanına gittim.

You wanna play, you wanna stay, you wanna have it all./ Oynamak istiyorsun,kalmak istiyorsun,bunların hepsini istiyorsun.

You started messing with my head until I hit a wall./ Onu duvara çarpana kadar kafamla uğraşmaya başlamıştın.

Maybe I shoulda known, maybe I shoulda known. / Belki bilmeliydim, belki bilmeliydim.

That you would walk, you would walk out the door./ Yürüyecektir, kapının dışına doğru yürüyecektin.

Alissa'nın şok olmasına fırsat bilerek onu yanıma çekip yüzüne yüzüne şarkıyı söylemeye başladım. Bakışları bana delisin dese de gözlerindeki o parıltıyı seçebilmiştim. Onun ellerinden tutup oynatmaya çalışırken en sonunda teslim olup kendini şarkının ritmine bıraktı. Şarkının ritim kısmın geldiğimde sesimi daha arttırarak diğer yakın olan kişiye, umursamadan ilerledim. Bu kişi Sharon'du.

But even if the stars moon collide, / Ama yıldızlar ve ay çarpışsa bile,

I never want you back into my life. / Seni asla hayatımda istemiyorum.

You can take your words all your lies./ Bütün sözlerini ve yalanlarını alabilirsin.

Oh oh oh I really don't care./
Gerçekten umrumda değil.

O da tıpkı Alissa gibi şok bir şekilde bana bakıyordu. Şarkının patlama noktası ile Sharon'u da alıp Alissa'ya katılan Watson ve Caleb eşliğine girdim. Watson, Sharon, Alissa ve ben zıplamaya başladık. Nakaratın bitmesiyle koltuğun yanına, Barton'ın yanına, telefonumu almaya gittim. Telefonu alıp başka şarkı seçtim. Bu şarkı ise Zara Larsson'dan Ain't My Fault idi.

Şarkının başlaması ile Barton'a baktım. Diğerlerine bakarken hepsinin şarkıya hemen uyum sağladığını gördüm. Sharon'un bile.

O şarkıya hemen uyum sağlarken o da şarkıyı söylemeye başladı. Hiç kimse tamamen kötü değildi aslında. Hayat grilerden oluşuyordu. Kimse tamamen kararmamıştı da aydınlanmamıştı da. Herkesin içindeki o çocuk izin vermiyordu tamamen kararmaya.

Gözlerim tekrar Barton'ı buldu. Yüzündeki kocaman gülümseme ile ona bakıyordum. Eline uzandım. Elini çekmemişti ama yine de garip bakışlarında herhangi bir şey değişmemişti. Onu o merdivenin önündeki boş alana doğru çekiştirdim.

It It ain't my fault I'm not leaving alone./ Yalnız bırakmamam benim hatam değil.

It ain't my fault you keep turning me on./ Beni sürekli tahrik ediyorsan bu benim hatam değil.

Tamam, kabul ediyorum bunu Barton'ın yüzüne demem biraz garip kaçmış olabilir ama sonuç olarak bu bir şarkıydı. Şu an sadece eğlence için, bir şeyler bulmanın zevkiyle böyle eğleniyorduk. Şarkıya eşlik ederken Barton'ı da ortama bıraktığımda yavaş adımlarla Blanca'ya doğru yöneldim. Başını iki yana sallayarak beni reddetti. Başımı sallayarak onu onayladım.
Onun yanında bir de bonus olarak Carlos'un elini tuttum. "Üzgünüm ama bundan asla kaçamazsınız." diyerek ikisini sürüklemeye başladım. Carlos yüzündeki gülümseme ile bana katılırken genişçe gülümseyerek ona baktım. Matthew zaten çoktan aramıza katılmıştı. Sarah ise Barton'ın ardından aramıza teşrif etmişlerdi. Lauren'ı da Alissa zorla yanlarına almıştı. Hiçbiri ne için bu kadar sevindiğimizi bilmiyordu ama yine eğleniyorlardı. Olay buydu işte. Birbirlerine tarafsız gözlerle bakıyorlardı.

Sırada tek kişi kalmıştı. Carlos ve Blanca'ya şarkının akışına bırakırken gözlerim Marcus'a kaydı. Şarkı değişmişti. Marcus'a yönelirken arkamda Carlos'un sırtıma yapışan bakışlarını hissedebiliyordum. Marcus dudağının ucundaki hafif kıvrılma ile herkesi izliyordu. Ona yöneldiğimi görür görmez bakışlarımız birbirine tıpkı iki zıt kutup gibi birbirine kenetlendi. Sanki o benim, ben de onun radarına girince bakışlarımız birleşiyordu. Arka fona Bahjat'dan Hometown Smile girmişti.
Marcus'un karşısına geçerken yüzümdeki kocaman gülümseme ile ona bakıyordum. "Bence oraya gelip bize katılırsın." dedim umutla. "Hem o kadar da kötü değiliz bence."

"Size katılmam." derken onun yüzündeki o kıvrılma da o iki çizgi halindeki gamzeyi gösterecek kadar büyümüştü.

Elimi iki yana açıp kendimi gösterdim. "O hâlde bana katıl." Egolu bir tavırla başımı salladım. "Hem sesim de güzel. Kulaklarını tırmalamam. Bana inanabilirsin." Bakışları yumuşaktı. Sanki gözleri gözlerime akıyormuşçasına yumuşaktı. Elini tuttum. "Hadi. Bak sana güzel haberlerim de var. Gelmezsen söylemem." Onu çekiştirmeme olumlu cevap vererek yürümeye başladı. Ortaya geçmemizle hepsi Marcus'a şaşkın bir şekilde bakıyordu. Hepsi benim sayemdeydi!

Egom sağ olsun!

Şarkının nakarat kısmında zıplamaya başladım. Diğerleri de benimle beraber zıplamaya başladı. Tabii ki de asla karizmalarından ödün vermeyecek olan Marcus, Carlos, Caleb ve Lauren hariç. Ben Marcus'un karşısında delice zıplarken şarkıya eşlik ediyordum.

You got that hometown smile./ O memleket gülümsemesi var.

You got that look in your eyes./ Gözlerinde o bakış var.

Thats says oy, everything will one day be allright./ "Ah, her şey bir gün iyi olacak." diyor.

Zıplamam dindiğinde dans ederken Marcus'u da oynatmak için kolundan tutup sarstım. "Hadi!" dedim gülerek. Bir o yana bir bu yana gidiyordum.

"Berbat dans ediyorsun." dedi gülerek.

"Ama sesim güzel." dedim başımı sallayarak.

Gülerek beni onayladı. "Ama sesin güzel." Şarkı ilerlerken Marcus ve bana Watson da katıldı.

"Vay canına Marcus! Bu kadar çok eğlenmemlisin!" diyerek alay etti Watson Marcus ile. Başımla onu onaylarken gözlerim Watson'dan tekrar Marcus'a kaydı. Marcus ile gözlerimiz kesişirken saliselik bir şekilde gözleri gülüşüme kaydı.

"Ritim tuttuğum için teşekkür etmelisiniz." dedi kibirle. Şokla ona bakarken yüzümdeki gülümsemeden herhangi bir şey eksilmedi. Şarkı biterken tam koltuğa ilerleyip başlayan bir diğer durgun şarkıyı sonlandırıp başka şarkı açacakken Marcus beni kolumdan tutup durdurdu. "Bu kadar eğlence yeter. Şimdi söyleyeceklerini dinleyeceğiz." Nefesimi verirken koltuğa doğru gidip müziği kapattım. Marcus gibi diğerleri de süper hızlı bir şekilde ciddiyete teşrif etmişlerdi.

"O hâlde başarı hikayemi çok iyi dinleyin." dedim zevkli bir gülümseme ile. Her şeyi her detayına kadar anlattım. Hiçbiri herhangi bir soru sormadan, dikkatli bir şekilde beni dinlediler. Sarah ıslık çaldı.

"Bu çok iyi bir haber." dedi beni tebrik eden bakışlarla. Başımla bu tebriği kabul ettim.

"O hâlde hemen şu büyünün izini sürsek iyi olur." deyip Marcus'a baktı Alissa. Marcus ise tüm ciddiyetiyle beni süzüyordu.

"Eleanor bugün o lanetleri nasıl bildin?" dedi pür dikkat beni incelerken. Kaşlarımı çattım.

"Bilmem. Birinden..."

"Duymuş olamazsın." diye sert bir biçimde reddetti beni Marcus. "Bunu sana biri demiş olmalı. Evet, ama en azından uyanıkken dememiş olmalı."

Onu hiç ama hiç anlamıyordum. "Ne yani? Başka bir düşman daha mı var?!" diye sitem etti Watson. "Zihninden bu kadar ne istiyorlar?"

"Hatırlamıyor. Eğer ben bu büyüyü hissedemediysem sana ciddi bir şey yapmışlar demektir. " Yüzü gerginleşti. "Bu da o kişi sana büyü yaparken neden hissedemediğimi açıklar."

"Ne kadar güzel! Yeni yeni düşmanlar!"
Marcus başını iki yana sallayarak Blanca'nın bu teorisini çürüttü. "Düşman olduklarını sanmıyorum. Biri işi eline iyice kavramış."

Biri işi eline iyice kavramış da ne demekti?

🌜🌚🌛

Merhibaaaaaa diyorum yenideeeennn!

Bölümü nasıl bulduuunuuuuz?

Gelişmeler hakkında ne düşünüyorsunuzz?

En sevdiğiniz sahne?

Şimdi sizden gelecekle birkaç teori almak isteriiimmm!

Lütfen kapımı yorum ve oylarınızla tıklatınnn!

Sağlıklı, huzurlu ve mutlu günler dilerimmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

229 55 7
Bomba gibi bir hikaye okumaya hazır mısınız? O zaman sıkı tutunun bu hikaye patlıyor. "Ne dinliyorsun Muhammed" diyerek geldi Umay Daha yeni tartışma...
45.8K 22.2K 28
🏆Wattys2021 Yarı Finalisti🏆 Tüm polisiye kurgularda önemli olan olayı ya da cinayeti çözmek ve suçluyu yakalamaktır. Peki hayran kaldığımız polis...
634 67 14
Hikaye, küçük yaşta ailesini kaybeden prensesin amcası tarafından bir laboratuvara hapsedilmesiyle başlar. Bu laboratuvar, prensesin hayatını sonsuza...
226K 19.9K 58
Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve vampirler tarafında öldürüldüğünü savunan...