İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.5K 2.3K 958

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
11
12
13
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

14

938 83 24
By MSHanDeniz

-Mahnisa Sultan

Kapı çalındığında gözlerimi açtım ve Şehzade Ogeday'ın göğsünden kalktım. Yatakta uzanmış konuşurken uyuyakalmıştık. Erkenden uyanamadığımız için şimdi de basılmıştık. Umarım gelen Şehzade Cihangir değildi.

"Eyvah, görecekler bizi şimdi!" dedim telaşla.

"Mahnisa sakin ol. Burası benim sarayım kim, ne karışır?" Şehzade Ogeday bana göre oldukça sakindi lakin ben sakin olamıyordum.

"Sessiz ol," dedim ve yanından kalkıp kapıya doğru yürüdüm.

Kapıyı yavaşça araladığımda tanımadığım bir kız, elinde bir bohçayla duruyordu. Ona belli etmeden derin bir nefes aldım.

"Ne oldu, niye geldin?" diye sordum bana gülümseyen kıza.

"Kıyafetlerinizi getirdim sultanım." Ben de ona gülümsedim ve elindeki bohçayı aldım.

"Tamam, ben hallederim. Gidebilirsin."

Kapıyı kapattığım an Şehzade Ogeday'la burun buruna gelmeyi beklemediğim için bir an korksam da gülümsemem uzun sürmemişti.

"Az daha yakalanıyorduk," diye mırıldandım. Elini yanağıma koyup okşadı.

"Utanınca yanakların al al oluyor. Ne hoş, ne güzel oluyorsun." Utançla başımı eğdiğimde devam etti. "Hele şu zülüflerin gözüne gelince.." Aynı anda kıkırdadık.

"Dikkatli olmalıyız Ogeday. Burada görmesinler seni." Başını salladı.

"Yemek için odama gel, Cihangir'i de çağırırız." Gitmek için bir hamle sırada ellerimi göğsüne koyup onu durdurdum.

Kapıyı açıp birileri var mı diye baktım, yoktu. Tekrar odaya döndüm. "Kimse yok, gidebilirsin," dediğimde yüzünde o haylaz gülümsemeden vardı. Gideceği sırada dönüp dudaklarımdan bir öpücük çaldı. Beni şaşkınca olduğum yerde bırakıp gittiğindeyse sevinçten kahkahalara boğuldum.

*

Bütün günü Şehzade Ogeday'la geçirmiştik. Şehzade Cihangir bize kahvaltıda eşlik etmemişti ama akşam yemeğine gelecekti. Şimdi de Şehzade Ogeday'ın odasında, onu bekliyorduk. 

"Sümbül'e yakalanmayacağız diye çarşıda her şeyi devirdiğimiz günü hala unutamıyorum." Şehzade Ogeday'ın sözleriyle ona dönüp büyük bir kahkaha attım. O da benim gibi gülüyordu. Arkama baktığını fark ettiğinde ben de arkamı döndüm. Şehzade Cihangir gelmiş, kapıdan bizi izliyordu. "Cihangir, gelsene."

Ağabeyinin çağırmasıyla yanımıza geldi. Ben birkaç adım geri gidip onu selamlarken o iyice yanımıza yaklaşmıştı. Bu sırada Şehzade Ogeday konuştu. "Geldiğinden beri dairenden çıkmadın. Yüzünü gören cennetlik, güya hasret giderecektik."

"İstirahat ediyordum, kalkamadım." Şehzade Cihangir gülümsüyordu ama bir sıkıntısı olduğu belliydi, içten değildi. Kaşlarımı çattım.

"Neyin var Cihangir? Bitkin görünüyorsun."

"Pek iyi değilim. Kütahya'ya geldiğimden beri ağrılarım hayli arttı." Şehzade Ogeday da benimle birlikte kaşlarını çatmıştı kardeşinin söylediklerine.

"Neden söylemedin? Derhal hekim çağıralım.

"Lüzum yok. İstanbul'dan hiç ayrılmamalıymışım. Yıllardır kendi kabuğumda yaşamaya öyle alışmışım ki, buraya gelince yadırgadım." Hüzünlü bir tebessüm kondurdu yüzüne kambur şehzade.

"Hava değişikliği teshir etti belli ki, hekimler bir görsün." Şehzade Ogeday'a bakıp konuştuğumda o da başını salladı.

"Hünkarımızın hekiminden başka kimse ağrılarıma deva olmaz. Sen de anlayış göster, en kısa zamanda hazırlanıp döneyim payitahta." Ben yutkunurken Şehzade Ogeday kaşlarını çattı kardeşinin söylediklerine.

"Olur mu kardeşim, daha yeni geldin. Bir gözüm gördü öteki görmedi, hayatta bırakmam-"

"Ogeday, ne olur ısrar etme. Ben dönmek istiyorum." Şehzade Ogeday'la göz göze geldik.

Şehzade Cihangir bir süre daha bizimle oturduktan sonra bir şey yemeden kalktı. Gerçekten de kötü görünüyordu. Ona üzülmüştüm ama kendime de üzülüyordum. Daha yeni gelmişken gitmek istemiyordum.

Ertesi sabah olduğunda tek başıma kahvaltı yaptım. Ardından Şehzade Ogeday'ın dairesine gittim. Bu sabah yola revan olacaktık, Şehzade Cihangir emir vermişti bile.

"Daha geleli ne kadar oldu? Gitmek, sizden ayrılmak istemiyorum. Cihangir'le konuşsam belki kararını değiştirir," dedim bana gülümseyerek bakan şehzadeye. Niçin bu durumda bile yüzünden o haylaz gülüşünü eksik etmiyordu?

"Ben de senden ayrılmak istemiyorum lakin Cihangir acı içinde olmasa o da gitmeyi istemezdi. Şimdi konuşursan seni kırmamak için dönüşünü erteler." Üzüntüyle başımı salladım, doğru söylüyordu.

"Haklısın. Buraya gelirken çok hevesliydi, sıhhati de yerindeydi. Ne oldu birden, anlamadım."

"İlk defa saraydan ayrıldı. Belki de validemden ve babamdan ayrı kalmak iyi gelmedi ona. Kardeşlerimin arasında farklı bir yeri vardır Cihangir'in, onu ayrı bir severim. İkimiz de kader ortağı sayılırız zira." Onu gülümseyerek dinlerken son cümlesiyle kaşlarımı çattım.

"Niye böyle düşünüyorsunuz?" diye sordum merakla.

Bana arkasını dönerek birkaç adım attı. "Ben büyürken hep ağabeylerimin gölgesindeydim. Hünkarımızın beni fark etmesi için hep çaba gösterirdim, yine de muvaffak olamazdım. Cihangir ise kamburu yüzünden hep saklanmak, gizlenmek isterdi." Tekrar bana döndüğünde göz göze geldik. "Yani senin anlayacağın Mahnisa, ikimiz de hep hünkarımıza layık olmadığımızı düşünür ve ağabeylerimizin gölgelerinde yaşardık."

O kendi çocukluğunu anlatırken ben de kendi çocukluğumu hatırladım. Çocukken mutlu olduğumu düşünürdüm hep lakin doğan ve doğumundan birkaç ay sonra ölen üç tane kardeşim vardı, aklıma onlar gelmişti. Şehzade Ogeday'a doğru adım attım ve karşısına dikildim.

"Anlaşılan ikimizin çocukluğu da kalp kırıklıklarıyla geçmiş. Belki de bu yüzden birbirimize böyle bağlandık ve ayrılırken derin bir kedere boğuluyoruz." Hüzünle başımı eğdiğimde yüzümü ellerinin arasına alıp ona bakmamı sağladı.

"Seni tekrar görmenin bir yolunu bulacağım, elbet bulacağım." Bana güven vermek istercesine gülümsedi. Ben de tebessüm ettim.

Bu sırada kapı çaldı ve şehzadenin komutuyla içeri lalası Mustafa Paşa girdi. Bana bakmadan Şehzade Ogeday'a selam verdi.

"Şehzadem, arabalar hazır. İstediğiniz vakit Şehzademiz Cihangir ve Mahnisa Sultanımız yola revan olabilirler."

"Ala." Şehzade Ogeday lalasına cevap verdikten sonra bana döndü. "Mahnisa sen hazırlığını yap, ben Cihangir'e bir bakayım."

Ona başımı salladığımda odadan çıktı. Selam vermeme fırsat bile bırakmamıştı. Kendi daireme gitmek için lalanın yanından geçeceğim sırada önümü kesmesiyle şaşkınca ona baktım.

"Sultanım gül bahçesinde yürüdüğünüzü zannediyorsunuz, oysa yolunuz karanlık. Önünüzde dikenler, bataklıklar, çukurlar var." Kaşlarımı çattım.

"Ne demek istiyorsunuz siz? Benimle nasıl konuşursunuz böyle?!"

"Yol yakınken dönün diyorum sultanım. Hem sizin, hem de şehzademizin selameti için hayırlısı bu."

Söylediklerine daha fazla tahammül edemedim ve onu geçip Şehzade Ogeday'ın dairesinden çıktım. Mihrimah Sultan hariç herkes gibi, o da bize karşıydı.

-Şehzade Ogeday

Dairemde lalamla Mahnisa'yı yalnız bırakıp kardeşimin dairesine girdim. Cihangir, ağaların yardımıyla kaftanını giyiyordu.

"Cihangir, vaziyetin nasıl? Var mı bir ağrın sancın?" diye sordum merakla. İyi olmadığını gördüğümden beri onun için oldukça endişelenmiştim.

"Daha iyiyim," diye mırıldandı lakin sesi oldukça güçsüz çıkıyordu.

"Araba hazır. Ne olur ne olmaz, hekimlerden biri seninle gelecek."

"Payitahta dönüşümüzün bu kadar erken oluşu ikinizi de üzdü, farkındayım. Lakin Mahnisa istiyorsa kalabilir, birlikte dönmek zorunda değiliz." Gülümsedim.

"Keşke kalsa, münasip olur mu dersin?" Gülümseyerek bakışlarını bana çevirdiğinde toparlandım. "Yani Kütahya'yı gezmek istiyordu. Pek fırsatı olmadı, ondan diyorum."

Cihangir etrafımızdaki ağalara döndü ve "Bizi yalnız bırakın," diye emir verdi. Ağaların çıkmasını izlerken ikimiz de konuşmadık. Ardından tekrar bana döndü.

"Ben her şeyin farkındayım ağabey, Mahnisa ile olan münasebetinizi biliyorum." Gülümsedim ama gergindim. Bunu iyi mi karşılamıştı yoksa kötü müydü anlayamamıştım.

"Mahnisa mı söyledi?" diye sordum merakla.

"Hayır. Kimsenin söylemesine gerek yok, ikinizi yan yana görmek kafi." Güldüğünde ben de başımı eğip güldüm.

"Sen insanlara bakarken aslında onların derinlerine bakıyorsun, gözlerinin içindekini görebiliyorsun değil mi kardeşim?"

"Mübalağa ediyorsun." Başımı iki yana salladım. Elimi ensesini koyup ona yaklaştım.

"Bunu kimse bilmemeli Cihangir, bilhassa validem ve hünkarımız." Başını salladı.

"Biliyorum, bana itimat edebilirsin."

"Biliyorum." Gülümseyerek ona sarıldım.

Kardeşimin bu durumda bizi destekleyeceğini biliyordum. Mihrimah'ın da bize aynı şekilde destek çıkacağını biliyordum lakin onaylamayacak kişiler de olacaktı. En başta validem olmakla birlikte, hünkarımız ve ağabeylerim Selim ile Mustafa.

Cihangir'i dairesinde bırakıp bahçeye çıktım. Araba, hatunlar ve ağalar hazırdı. Tek eksik Mahnisa ile Cihangir'di. At arabasının önüne gelip onları beklemeye başladım. Bu sırada ilk başta Mahnisa geldi. Ona gülümseyerek Cihangir'in bizi bildiğini söyledim.

"Sen mi söyledin Cihangir'e?" diye sorduğunda gülümsedim.

"Hayır, çoktan öğrenmiş zaten. Korkma, kimselere sırrımızı ifşa etmez."

"Utanırım şimdi ben, nasıl bakacağım yüzüne?" Kıkırdamamak için kendimi zor tuttum. Yalnız olsaydık kesinlikle dalga geçerdim ama bahçede, herkesin arasındaydık maalesef.

"E bir sırdaşın oldu, sevinmelisin buna. Ben kiminle konuşacağım?" Gülümseyip başını eğdiğinde devam ettim. "Keşke Cihangir'in dediği gibi biraz daha kalsaydın."

"Çok isterdim lakin dikkat çekmemeliyiz, yoksa ikimiz de zarar görürüz."

"Haklısın," diye mırıldandım. Ne söyleyebilirdim ki, doğruyu söylüyordu.

"Senin düşünmeden geçen tek bir günüm dahi olmayacak." Başımı salladım söylediklerine.

"Benim de öyle." Ona doğru bir adım attım.

Sarılacağımız sırada arkamızdan gelen adım sesleriyle benden birkaç adım uzaklaştı. Arkamı döndüğümde Cihangir, lalam ve birkaç ağa daha bize doğru geliyorlardı. "Kardeşim," diyerek Cihangir'i yanımıza çağırdım. Cihangir yanımıza geldi ve Mahnisa ile selamlaştılar.

"Sağlıcakla kalın şehzadem, inşallah görüşmek nasip olur." Mahnisa'nın konuşmasıyla tekrar ona döndüm.

"Amin, uğurlar olsun." Dizlerini kırıp selam verdikten sonra arkasını döndü ve at arabasına doğru yürüdü. Arabaya binmeden önce bana bir bakış atmayı ihmal etmemişti.

"Böyle apar topar gitmek istemezdim, seni kırdıysam bağışla beni." Kardeşimin sözleriyle gözlerimi at arabasından çekip ona döndüm ve yüzünü ellerimin arasına aldım.

"Ne bağışlaması canım kardeşim? Senin canın, sağlığın her şeyden kıymetli. Valideme, Mihrimah'a ve tabii hünkarımıza hürmetlerimi ilet."

"Elbette. Selim hakkında konuştukların ne olacak peki? Eğer babam duyarsa-" Lalamla göz göze geldik. Aceleyle Cihangir'in sözünü kestim.

"Kimse bilmesin, hünkarımızın ve validemizin üzülmesini istemem."

"Doğrusu da bu zaten, senin de kabahatin var zira. Manisa'ya gizlice gittiğin için itham edilirsin."

"Cihangir," dedim ve kardeşimle sarıldık. "Arslan kardeşim benim, keşke herkes senin kadar düşünseydi beni."

"Haksızlık etme Ogeday. Validem, ablam her daim yanında oldu, ben de öyle." Başımı salladığında devam etti. "Keşke biraz sen de kendini düşünsen."

Lalamla selamlaştıktan sonra bana bir daha bakmadan Mahnisa'nın onu beklediği at arabasına doğru yürüdü. Ben arkasından çatık kaşlarla ona bakarken binmeden önce bana dönüp gülümsedi.

-Mahnisa Sultan

Şehzade Cihangir ile sessiz bir yolculuk geçirmiştik. Ağabeyiyle ilişkimiz olduğunu öğrendiğinden beri bana eskisi gibi samimi yaklaşmıyordu ki doğru olan buydu lakin yine de üzülüyordum. Cihangir'in arkadaşlığını kaybetmek istemiyordum, Topkapı'da en yakınım o sayılırdı.

Mihrimah Sultan'ın sarayının önünden geçerken ağaya arabayı durdurmasını ve burada ineceğimi söyledim. Saraydan önce Mihrimah Sultan'a uğramak, onunla gelişmeleri konuşmak istiyordum. Eşyalarım ve Şehzade Cihangir saraya giderken ben indim. Mihrimah Sultan'ın sarayına girdiğimde hatunlar beni misafir dairesine aldılar ve Mihrimah Sultanımıza haber vereceklerini söyleyip çıktılar.

"Mahnisa!" Mihrimah Sultan gülerek kapıdan girdiğinde ben de tebessüm ederek oturduğum divandan kalktım ve sarıldık.

"Sultanım.."

Ayrıldığımızda gülen yüzüyle bir süre beni inceledi lakin ben onun gibi gülümsemediğim için kaşlarını çattı. "Eyvahlar olsun, Ogeday hislerine karşılık vermedi mi yoksa?" diye sordu merakla.

"Aksine, siz haklı çıktınız sultanım. Hislerimiz karşılıklı." Kocaman gülümsedi.

"Bu suratının hali ne o vakit?" Ofladım.

"Cihangir erken dönmek istedi. Kim bilir ne vakit göreceğim bir daha? Belki aylar, yıllar geçecek," diye mırıldandım üzgünce. Yol boyu bunu düşünüp durmuştum zaten.

"Sakın üzülme, aşk havasında uçan kuşlara hiç kimse mani olamaz. Elbet bir gün buluşursunuz."

*

Biraz daha oturduktan sonra kalkmak istedim lakin Mihrimah Sultan, Fatma Sultan'ın birkaç günlüğüne geleceğini ve onlarla kalacağını, benim de kalmamı istediğini söyleyince onu kıramadım. Fatma Sultan geldiğinde Mihrimah Sultan'ın onun için hazırlattığı odaya geçtik.

"Buyurun sultanım, sizin için bu odayı hazırlattım." Mihrimah Sultan önden yürümüştü, onun arkasından Fatma Sultan, en arkadan da ben geçmiştim. Oda gerçekten çok güzeldi.

"Hayran kaldım doğrusu. Halılar, perdeler, pek zevkli."

"Halılar Acem'den geldi. Perdelerin kumaşı da ipektir, onları da Çin'den tedarik ettik. Diğer eşyalar için de epey uğraştık doğrusu."

"Ne hoş," diye mırıldandı Fatma Sultan.

"Siz biraz istirahat edin, akşam yemekte görüşürüz."

Mihrimah Sultan ile ben daireden çıktık. Ben de buraya geldiğimde kaldığım daireye geçtim ve akşam yemeğine kadar ortalıkta kimse görünmedi. Hava karardığında Rüstem Paşa saraydan geldi ve dördümüz birlikte sofraya oturduk.

"Vallahi yemekler şahane," dedi Fatma Sultan.

"Afiyet olsun sultanım."

"Burası da pek şahane, inşallah hep böyle mutlu mesut yaşarsınız."

"Amin. Sizi sarayımızda ağırlamak büyük şereftir sultanım, ne iyi ettiniz de geldiniz. Ve tabii sizi de Mahnisa Sultan." Rüstem Paşa'nın son cümlesiyle yemeğimden başımı kaldırdım ve ona dönüp sahte bir gülümseme attım.

"Sarayın tadı tuzu yok, Mihrimah ve Mahnisa'yla sohbet ediyoruz hiç değilse. Talihlisin vesselam, onun gibi bir sultan herkese nasip olmaz. Kıymetini bil Rüstem."

"Sultanımız benim en kıymetli hazinemdir. O benim gecelerime ay, gündüzümün güneşidir." Uzanıp Mihrimah Sultan'ın elini tuttu. "O benim baharımdır, baharım. Dallarımda çiçeklerim, içtiğim su, aldığım nefestir." Gözlerimi devirmemek için kendimi zor tuttum. Mihrimah Sultan da zorla gülümsüyor gibiydi.

"Ne hoş, ne hoş. Bu Hersek ayrılığı yaramış sana, bazen ayrılıklar faydalıdır zira. Hersek demişken aklıma geldi, oradayken Malkoçoğlu Bali Bey'i de görmüşsündür herhalde değil mi?"

Mihrimah Sultan elini bir anda kocasının elinden çekip tabağına eğildiğinde kaşlarımı çattım. Rüstem Paşa da yüzünde rahatsız olduğu belli olan bir ifadeyle Fatma Sultan'a dönmüştü.

"Hayır, görmedim."

"Evlenmiş diyorlar, çoluk çocuğu da olmuştur çoktan. E erkek güzeli, cengaver bir yiğit. Öylesi her hatuna nasip olmaz." 

Rüstem Paşa, karısının her hareketini izlerken Mihrimah Sultan da rahatsız olmuş gibiydi. Gözlerimi kısmış sofrada olup biteni anlamaya çalışıyordum. Kimdi bu Malkoçoğlu Bali Bey?

"Arzu ederseniz tatlılar gelsin. Ben sizin için revani yaptırmıştım," diyerek konuyu değiştirmeye çalıştı Mihrimah Sultan.

"Tatlı dokunuyor bana. Ne diyordum, heh, Bali Bey. Benden duymuş olmayın ama arkasında yaralı bir aşk hikayesi bıraktığından bahsediliyor. Payitahttan gider gitmez evlendiğine göre doğruluk payı var, çivi çiviyi söker misali. Allah bilir kimin canını yaktı." Bir süre susup herkesin tepkisini ölçtükten sonra gülümsedi Fatma Sultan. "Vazgeçtim, hadi tatlı yiyelim biz. Revaniyi de pek severim."

Tatlıları yerken kimse pek konuşmamıştı. Rüstem Paşa sinirli görünüyordu, doğru dürüst tatlı bile yememişti. Sonra Fatma Sultan tekrar konuşmaya başladı. Bu gece susmayacaktı anlaşılan.

"Hünkarımız hemen her gün ziyaret ediyor kızını, maşallah pek de güzel."

"Öyle, bir kardeşim daha oldu."

"Sen üzülme ama, hünkarımızın gözünde senin yerini hiç kimse tutamaz." Mihrimah Sultan başını iki yana salladı.

"Üzülmüyorum aksine, şehzadelerimizi doğru dürüst gördüğüm yok. En azından büyüyünce yanıma yoldaş olur. Şimdi Mahnisa var ama birkaç yıla o da evlenmek ister."

Ağzımı açıp sultanımızı yalnız bırakmayacağımla ilgili bir şey söylemek isterken Rüstem Paşa benden hızlı davrandı. Fatma Sultan'a dönüp konuştu.

"Müsaade ederseniz sultanım, tetkik etmem icap eden bazı evrak mevcut." Fatma Sultan başını salladığında ayaklanıp gitti.

"Ne oldu, birden keyfi kaçtı?" diye sordu Fatma Sultan merakla.

"Herhalde devlet işleriyle alakalıdır."

"Senden ala devlet mi var Mihrimah? Duyduğuma göre odaları da ayırmışsınız, böyle hayat mı olur Allah aşkına?" Mihrimah Sultan kaşlarını çattı.

"Bu nereden çıktı şimdi?"

"Şu haline çok üzülüyorum, taze bir gül solup gidiyor ona yanıyorum. Bir bülbül konmuş dalına, ne bülbülü karga." Kıkırdamadan edemediğimde Mihrimah Sultan da güldü.

"Sultanım, siz boş yere kendinizi üzmeyin. Ben halimden gayet memnunum."

"Niye odanı ayırdın o vakit? Gençlik bir ateştir Mihrimah. Sönüp gitmeden yanmak lazım, yakmak lazım." Ardından bana döndü. "Sen de gör de feyzal, seni yaşlı birine verecek olurlarsa zinhar kabul etme. Gençliğini çirkin, yaşlı adamlarla harcama."

Continue Reading

You'll Also Like

KANLI SALTANAT By çağatay

Historical Fiction

12.7K 368 64
iktidar ortak ve masumiyet kabul etmez... Kimi zaman düşmanım evladım oldu kimimi zaman vezirim lakin saltanat oyununda ne ona acırım nede buna...
70.4K 5.8K 23
nasıl olsa görmez diye düşünen yağmur çözer, barış alper yılmaz'ın mesaj kutusunu not defteri olarak kullanmaya başlar. - hayat beni tekrardan 13 yaş...
113K 6.2K 33
civciv: sarma mı yaptin gercekten __ #galatasaray 'da 1. 01.08.24 #barışalper 1. #yunusakgün 1. #millitakımlar 1. __ başlama tarihi 19.08.23 bitirm...
530K 47.5K 36
Kore'nin nesillerdir düşman olan iki sürüsü; Kim'ler ve Jeon'lar aynı davete katılır. Beklemedikleri şey ise attığı yumruk ile ruh eşi oldukları orta...