GÖLGE KANI

By yzrperest12

240K 21.1K 12K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 17: GÜÇ
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR
S2- BÖLÜM 29: BAŞLANGIÇLAR
S2- FİNAL: KAN YOLDAŞLARI

BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK

4.1K 436 279
By yzrperest12

Hellüüü!

Nasılsınızzz?

Umarrım iyisinizdirr!

Ben de iyi olmayı ümit ediyorumm!

Lütfen emeğime bir saygı olarak oy vermeyi ve yorum atmayı unutmayın!!!

İyi okumalar dilerimmm!

🌜🌚🌛

"Herkes sadece bakardı. Kimse görmek için çabalamazdı."

🌜🌚🌛

      Gözlerimi açıp kaparken zihnimde bir çınlama gerçekleşti. Karşımdaki gri gözler beni çoktan esir almıştı. Başımı eğerek Mikealson'a baktım. Ben şimdi bu adama ne diyecektim? "Şimdi ben size nasıl sesleneceğim?" dedim gözlerimi kısarak.

Bu sorum göz kenarlarının kırışmasını sağladı. "Adımla seslenmen yeterli, soyum." Gülüşüne karşılık verdim.

"Sen de bana adımla seslen ödeşelim o hâlde dedeciğim?" dedim laubali bir tavırla. "Ee, ne yapacağız?" Konuyu bir anda değiştirmem bana göre gayet normaldi ama anlaşılan ona göre değildi.

"Bu kadar istekli olduğunu görmek sevindirici." Saçımı attırdım.

"Kendimi o burnu büyüklerin koruması altına daha fazla sokmak istemiyorum." dedim tüm ciddiyetimle.

"Geleceği hiçbirimiz bilemeyiz Eleanor." Bana doğru yaklaştı. Kaşlarım dediklerinin üzerine çatıldı.

"Bilmeyiz..." Bir anda önceki dedikleri aklıma geldi. "Ama bana daha önce beynime işlenen kara büyünün yaşayacaklarımın yanında bir hiç olduğunu söylemiştin. Bu durumda..." Başını iki yana salladı.

"Buradan yaşama dair her şeye bakabiliyoruz. Gelecek haricinde. Lakin gördüklerim bunları söylememe yeter. Ki soyumuz her zaman kötü şeyler tatmıştır hayata dair." Doğru.

Hayatın bana karşı şu ana kadar pek de nazik davrandığı söylenemezdi.

"Ama bana söyleyemezsin çünkü bu doğal akışı bozar." Doğru olan buydu. Bu olmak zorundaydı. Dudak büzdüm. "O hâlde o kişileri bulmakta acele etsem iyi olur."

"Acelecisin ama sabır hayattaki en önemli derslerden biridir. Bir diğer önemli ders ise yalnızlığın hiçbir savaşta iyi olmamasıdır."

"Ve hayat da en büyük savaştır." Beni başıyla onayladı. Dudaklarımı birbirine bastırdım. Garipti. Fazla garipti. Yaşamak için geldiğimiz hayatla hep bir kavga içindeydik. Halbuki hayat en büyük öğretmendi. Biz ise arkasından sürekli lakaplar takan haylaz öğrencilerdik. O öğretmenin değerini ancak her şey bittiğinde anlayacaktık.

"Sen bir kara kurt adamsın." Bir anda aldığımı bu haber ile gözlerim şok ile açıldı. "Gerçekten de anlamamışsın. Sen çok güçlüsün Eleanor." Ben bir kara urt adamdım! Çok güçlü olmalıydım!

Dudaklarım iki yana açıldı. "Marcus'tan bile güçlü müyüm?" diye sordum bir hevesle. Başını yavaşça iki yana salladı. Gülümsemem solarken yüzüm anlamadığımı ifade eden bir şekle büründü. Kaşlarımı çatarak ona baktım. "Ama ben gölgeyim. Hem de kara kurt adam olanından. Çok güçlü olmam gerekmez mi?"

"Zaten öylesin ama Marcus'un soyu da gölgelere dayanıyor. Üstelik babası da çok güçlü bir kara kurt adam. Ne o senden güçlü ne de sen ondan güçlüsün." Göz devirmeden edemedim. Birisi de onu övmese şaşardım zaten!

"Ama benim özelliklerim çok daha fazla. Öyle değil mi?" dedim kaşlarımı kaldırarak. Hevesli bir biçimde ona bakıyordum.

Bu sefer kaşları çatılan taraf o oldu. "Neden ona karşı bu kadar önyargı ile dolusun? Sürekli bir kıyaslama içerisindesin." Kollarını göğsünde kavuşturdu. Yüzünde sorgulayıcı bir ifade vardı. Tüm hevesim de keyfim de kaçmıştı. İlk önce içimdekileri ona söylememeyi düşündüm. Sonra ise buna benzer şeyleri onun da yaşamış olabileceği aklıma geldi. Nefesimi verirken tam göğsüme oturan o kocaman yumru eşliğinde konuştum.

"Herkes bana çok güçsüzmüşüm gibi ona çok güçlüymüş gibi davranıyor. Benim sahibim oymuş gibi her şeyi ona danışıyorlar." dedim durgun bir sesle. Gözlerim arkadaki duvara saplandı. İşte asıl hayatımın acı veren sebeplerinden biri. Bu ilk defa dilimden çıkacaktı. "Bana kötü davranıyorlar. Ona ise kutsal bir varlıkmış gibi." Bu dediklerim onun ince soluk dudaklarını iki yana açmasını sağladı.

"Peki Eleanor bunda onun suçu ne?" Kaşlarımı çattım. Gerçekten onun suçu var mıydı bu olanlarda? Bu kadar güçlü olmayı o mu istemişti? Herkesi kendinden korkutmayı o mu istemişti? Elbette o istemişti. Onlar güç için her şeyi yaparlardı.

Yaparlar mıydı?

"Biz bugün ne yapacağız?" diye sordum keyifsiz bir sesle. Her yerde karşıma Marcus çıkıyordu. Bu her konuda nefeslerimi boğazıma dizen bir konuydu. Tamamen kötü olduğunu söyleyemezdim. "Benim Marcus ile olan ilişkimi mi konuşacağız?"

"Sana güçleriniz denk dedim Eleanor. Yani birbirinize güç verebilirsiniz. Ben sana burada gölge yeteneklerini öğreteceğim ama daha da fazla güçlenmek tamamen senin elinde." Alayla güldüm. Onunla ben en fazla azılı düşmanlar olabilirdik. Kalbim onun yanındayken çok hızlı atıyor olabilirdi. Bunun sebebi tamamen oun yanındayken anlamsız bir panik dalgasına kapılıyor olmamdandı. Tüm nedeni buydu.

"Farkında mısın bilmiyorum ama ikimiz de birbirimizden hazzetmiyoruz." Bu sefer alayla gülen o oldu. Göz kenarları kırışırken gerçekten eğleniyora benziyordu.

"Şimdi ipleri kalbin ve ruhun ele alsın. Onlar ne diyor bu hazzetmeme işine Eleanor?" Ukala bir tavırla bana bakıyordu. Soğuk gri gözlerinde alaylı parıltılar vardı. Bir şeyler bildiğinin farkındaydım ama o şeyler nelerdi hiçbir fikrim yoktu.

"Onlar da birbirimizden hazzetmediğimizi söylüyor." dedim düşünmeden. İnsanlar böyle yalan söylüyordu işte; Düşünmeden.
İkimiz de gözlerimizin içine bakıyorduk. "Bakmak istemezsen göremezsin Eleanor. Siyahı aramazsan karanlıkta kaybolursun."

"Hep bir bilinmezlik içinde konuşuyorsun dedeciğim. Ben bilinmezlik sevmem." dedim gülerek. Başını iki yana salladı.

"Marcus'a sana davrandıkları gibi davranma." İstesem de davranabiliyorum sanki... Göğsü derin bir nefes aldığını belirtircesine inip kalktı. Diliyle dudaklarını yaladı. Ölülerin nefes almaya ihtiyacı var mıydı? Bu düşünce ile ürpermeden edemedim. "Şimdi gelelim gölge olmaya. Sen bir gölge olarak her yönünü iyi kullanmayı bilmelisin lakin annen bir kurt adamdı. O yüzden her şeyden önce en iyi tarafına ağırlık vereceğiz. Bugün sana kurt adam hâline nasıl döneceğini ve ayrıca enerji yönetimini en iyi yönleriyle göstereceğim. Zaten dövüş konusunda çok iyisin. Bizim işimiz o dövüş tekniklerini bir kavgada nasıl enerjinle uyumlu hâle getireceğin olacak." İçimde heycanlı kıpırtılar oldu. "O hâlde başlayalım. İşaretin tam ortasına geç."

Dediğini yaparak tam ortaya geçtim. "Şimdi içimdeki hayvanı dürtüleri odaklanacağım. Onu biliyorum." dedim ukala bir tavırla.

Tüm ciddiyetini geri kazanmıştı. Şimdi yine o ilk tanıştığım adam vardı karşımda. "Hayır, sen diğerleri gibi bir insanı öldürerek bu laneti almadın. Sen zaten laneti üreten soysun. O lanetin ta kendisi sensin. Birini öldürmen gerekmediği için senin içinde herhangi bir hayvani dürtü yok."

"Çünkü ben o hayvanın ta kendisiyim." Sonra dediğimin üzerine Mikealson'ın kaşları çatıldı. Ben de ne dediğimi idrak ettiğim zaman kahkaha atmaya başladım. Başımı arkaya atarak kahkaha atarken Mickelson da bana katıldı. İkimizin de kahkahası da odada yankılanırken ilk kahkahası dinen taraf o oldu. "Böyle söyleyince çok garip oldu." dedim yavaşça gülerek. Yüzündeki gülümseme ile başını salladı.

"Bu kadar boş konuşma yeter. İşimize geri dönelim." dedi boğazını temizleyerek. Benim de yüzümdeki gülümseme silindi. "Kara kurt adam olsun ya da olmasın. Her kurt adamın seviyesi vardır. Tıpkı bir sürüsü olduğu gibi. Seviyeler gri, mor, mavi ve sarı olarak büyükten küçüğe sıralanıyor. Senin seviyen gri. Ayrıca biz gölgelerin bir sürüsü yoktur. Her kurt sürüsündeki konuşmaları duyabiliriz. Duyularımız kara kurt adamlara göre daha körelmiştir çünkü bizlerde üç türün de özellikleri vardır ve her özellik birbirine oranla kurulmuştur. Vampirlerden daha hızlıyızdır ama onlar kadar güçlü değilizdir. Kurt adamlardan daha fazla acıya katlanabiliriz ama duyularımız onlar kadar güçlü değildir. Cadı ve büyücülerden daha iyi büyü yaparız ama onlar kadar uzun süreli olmaz. Her şey dengede. Ama bizi onlardan daha güçlü kılan şey bunlara özellikle olan özelliklerimizdir. Bunların hepsini ayrı ayrı öğreteceğim. Ama şimdi kurta dönüşme zamanı." Gözlerimin içine bakarak kurduğu cümlelerdeki her kelimeyi özenle seçiyordu sanki. Bana hem güçlü yanlarını hem güçsüz yanlarını söylüyordu.

"Peki bu kurta dönüşme olayını hayvani dürtüden başka nasıl yapacağım?" dedim gözlerimi kısarak.

"Sana ne demişlerdi? Gözlerindeki o parıltılar çok güçlü duygular hissettiklerinde ortaya çıkıyor. Tıpkı bizdeki gibi. Gözlerini kapat ve içinde şu an olan tüm duyguları gözden geçir." Dediğini yaparak gözlerimi kapattım. İçimde bir çok duygu vardı. Burada olup babamı göremediğim için hüzün, yapamama korkusu, panik dalgaları, heyecan, mutluluk, şok, güçlülük -gerçi bu bir duygu muydu bilmiyordum- merak vardı. "İçlerinde olan en baskınını seç. Ona odaklan. İçinden onunla geçen her düşünceye odaklan. İlk denemede zorlanabilirsin." İçlerinde en baskın olanı hangisiydi? Biraz duygularımı gözden geçirince göze en çok çarpanı hüzündü. "Buldun. Şimdi o duygunun derinlerine in."

Babamla geçirdiğim her anı sorguladım. Küçüktüm. Çok küçüktüm. Mutluydum. Ve o mutluluk elimden alınmıştı. Sert bir biçimde alınmıştı. Ve şu an buradaydım. Babamı görebileceğim bir yerdeydim ama bu hak da elimden alınıyordu. İçimde bambaşka bir duygu daha belirdi. Öfke. Bu öyle bir duyguydu ki hüznü bile geçti. Herkese karşı öfkeliydim. Her şeye karşı. Hayata karşı da öfkeliydim. Arkadaşım sandığım Caleb'a karşı da. Sürekli olarak beni küçük gören Sarah'a karşı da. Beni salak yerine koyan Watson'a karşı da. Sürekli sanki onun hayatını çalmışım gibi bakan Sharon'a karşı da. Marcus ile her normal konuşmamda fütursuzca hızlanan kalbime karşı da. Benden anne babamı alan o kişilere karşı da öfkeliydim. Ben öfkeliydim.

İçimde büyük bir patlama gerçekleşti. Her hücremde bir ısınma hissettim. Bir anda hiçbir yerimi hissedemezken sadece beynim aktifliğini koruyordu. O ısınma da hissizlik de giderken her şeyden önce ayaklarımı hissettim. Gözlerimi açtığımda Mickelson'a yukarıdan bakıyordum. Bana onaylayan ama içinde şaşkınlığın da yer ettiği bir tavırla bakıyordu. Üzerimde inanılmaz bir huzur hissettim. İçimdeki öfke yerini heyecana bıraktı. Ulusam çok tuhaf kaçar mıydı? Peki şimdi nasıl iletişim kuracaktık? Üstelik gölge dahi olsam bambaşka bir şeye dönüşmüştüm. Kemiklerimin kırılması falan gerekmiyor muydu?

"Endişelenmene gerek yok." dedi yine tüm ciddiyetle. "Hiçbir yerinin acımaması normal. Sen bir gölgesin acı çekmemen gayet normal.  Lanet sana işlemez. Ama onlara verilen lütuflara sahipsin. Şimdi sadece benimle iletişim için beyinlerimiz arasındaki o bağı bulman lazım." Beyinlerimiz arasındaki bağ da ne demekti? "Seni buraya nasıl çektiğimi sanıyorsun? Soyumuz bağlantılı. Buraya bir defa gelirsen seni çeken şey büyü olsa dahi beyinlerimiz arasında bir bağ oluşur. Hiçbir büyü bunu engelleyemez." Bu yeni bilgi karşısında aklım karıştı. Daha fazla kurcalamadan beynimde bir arayış içine çıktım. Buraya ilk geldiğim anıya ulaşırken o izi buldum. Daha yeni fark ettiğim o izi takip etmeye başladım. Sonunda aslında ip diye bahsettiği şeyin o iz olduğunu anladığımda izin üzerine bastım.

"Buradayım."

"Hep buradasın." dedi beynimde yankılanan gururlu sesi. "Bu hâlinle çok güzel görünüyorsun, soyum." Elini kaldırıp şıklatmasıyla onunla aramıza bir ayna girdi. Gözlerim gördüğüm kurt ile büyüdü. Parlak sarı gözlerimin içindeki küçük siyahlık büyüdü. Vücudum tıpkı Marcus'un kurt hâli gibi devasaydı. Kürküm beyazken gözlerim bu beyazlık ortasındaki ışık gibi parlıyordu. Lakin büyük kulaklarımın ucunda siyahlılar vardı. Bu garipti. Ama her hâliyle çok güzel görünüyordum. Kurt hâlim cidden herkesi çatlatacak derecede iyiymiş.

"Cidden çok güzel bir kurt oldum. Ben hep böyle mi kalsam ne?" dedim zihnine alayla. Bir anda ayna kayboldu.

"Artık normal bedenine dönsen iyi olur." Başımı salladım. Gözlerimi kapattım. "Sadece kendini zihnindeki o boşluğa bırak." Düşünmeden dediğini yaptım. Vücudumun her hücresi yine ısınırken yine hiçbir yerimi hissedemez oldum. Gözlerimi açtığımda karşımda Mickelson'ı gördüm.

"İyiydin. Kurt olmak zor bir iştir. Şimdi asıl meseleye geliyoruz. Daha doğrusu yarın gece geleceğiz. Burada zaman normalin aksine hızlı akıyor." Kaşlarım çatıldı.

"Nasıl yani? İlk geldiğimdeki kadar hızlı geçmemişti." dedim anlamayarak.

"Şimdi senin zihnindeyiz. O zaman sen oraya gelmiştin. Şimdi ben seni çekiyorum. Üstelik uyku hâlindeyken zaman çok hızlı geçer. O yüzden Eleanor, şimdi seni bırakıyorum. Bu sefer uyumak ya da uyanmak sana bağlı. Diğeri ilk seferindi ve zihnin ilk defa böyle bir şey ile karşılaştığı için uyumak için tedirgindi." Başımı sallayarak gözlerimi kapatacaktım ki tekrar konuştu. "Senden bir isteğim var. Uyanınca elinden geldiğince türlerle ilgili tüm kitapları oku." Aklımda sorular olsa da konuşamadan gözlerim karardı.

🌜🌚🌛

Yeni güne gözlerimi açarken vücudumdaki rahatlama fark edilebilecek kadar belirgindi. Ne bana bu kadar huzur vermişti bilmiyordum ama çalan alarmdan anladığım kadarıyla o huzura doyamadan uyanmam gerekiyordu; yine ve yeniden. Yataktan kalkıp tüm rutin işlerimi hallettim. Üzerime düz kırmızı bir sweatshirt giyerken altıma da rahat olması ve sıcak tutması için kalın siyah bir tayt giydim. Sweatshirt neredeyse dizimin bir karış üstünde bitiyordu ve gayet rahattı. Saçlarımı düne nazaran dalgalandırmıştım. İki yandan da alarak saçımı birleştirmiştim. Ayaklarımda siyah, deri bir spor ayakkabı vardı.

Daha fazla aynada kendime bakmayarak kapıya doğru adımladım. Tam çıktığım sırada karşıma Alissa çıktı. Üzerinde siyah bir ceket, ceketin altında açık mavi bir sweatshirt vardı. Altında siyah, dar bir pantolon varken ayakkabısı da sweatshirt ile uyumlu şekilde açık maviydi. Gözleriyle beni süzerken, "Rahat ve şık. Güzel." deyip merdivenlerden adımlamaya başladı. Pekala, bu garipti!

Ben de arkasından merdivenlerden indim. Salona baktığımda Watson ve Lauren'ı bir şey hakkında konuşuyorlardı. İkisi de gayet ciddiydi ve şaşırtıcı bir şekilde ben geldiğim için susmadılar.

Yönümü mutfağa çevirdim. Dün Marcus ve ben patates kızartması yemiştik. İkimiz de yerken susmuştuk ve ben geriye kalan her şeyi ona bırakarak odama geçmiştim zira kalp atışlarım hızdan beni öldürecek seviyeye gelmişlerdi. Saçımı arkaya attırıp dolaptan süt çıkardım. Dolaptan da çikolatalı mısır gevreği çıkarırken bir kase alıp içine ilk sütü sonra mısır gevreğini döktüm. Hemen bir kaşık alıp yemeğe koyulurken hızlı hızlı kaşıklıyordum. "Yavaş yesene şunu Eleanor." dedi Caleb bıkmış bir şekilde. "Bir daha aynı şeyi yaşmak istemiyorum." Merdivenlerden Marcus ve Sharon ile beraber inmişlerdi. Marcus bana bir göz atarken dudağının ucu tahminimce bilinçsiz bir şekilde kıvrıldı.

Düşünmeden cevap verdim ağzımdakileri yutarken cevap verdim. "Böyle daha iyi zevki..." derken nefes boruma kaçan süt ile cümlem yarıda kaldı. Öksürmeye başlarken elimdeki kaşığı tezgaha bırakıp çeşme suyunu umursamadan bardak alıp suyu doldurdum.

"Bırakın, kendi kendine hâlledebiliyor. İyi ki bu sefer mısır gevreği değil süt kaçtı." dedi Caleb umursamaz bir sesle.

"Bence de. İyi görünüyor." dedi Sharon aynı umursamaz sesle. Hadi Caleb beni tanıyordu da buna ne oluyordu?

Suyu kafama dikip ferahlarken suyun tadı yüzümü ekşitmeme sebebiyet verdi. Hiç sevmiyordum bu çeşme sularını!

Onlara sırtımı dönüp tekrar hızlı hızlı yemeye başladım. İşim bittiği zaman yandaki peçeteyi alıp her yerime sıçrayan sütü sildim. Mutfaktan çıkıp nefesimi verirken beni şok olmuş bir şekilde izleyen ahaliye baktım. "Bu ne hızdı?" diye sordu Watson hafiften gülerek.

"Dedim ya öyle daha zevkli oluyor. Hadi gidelim." dedim rahatça. Daha önceleri genel olarak moralim bozuk olduğundan hiçbir şey yemeyerek gidiyordum. Şimdi üzerimde çok güzel bir rahatlık vardı. Tüm vücudum ve zihnim berraktı.

"Sarah ve Barton arkadan gelecek." diye açıkladı Alissa. "Biz gidelim." Saçımı attırıp içimdeki gereksiz heyecan duygusu ile yola koyuldum. Eminim ki bu kadar huzur bana fazla gelecekti.

🌜🌚🌛

Amfiye geçerken gözüm Aiden'ı arıyordu. Ona teşekkür bile edememiştim. Arka sıralarda onu görürken arkamdan gelen Sharon sanki ben yokmuşum gibi bana omuz attı. İleri doğru sendelerken ona şokla bakıyordum. Arkadaşlarının yanına giderken bana dönüp bakmadı bile. Arkadaşları bana aşağılayıcı gözlerle bakarken onları takmayarak Aiden'ın yanına gülümseyerek gittim. O da bana gülümserken onu inceledim.
Hafiften çıkan sakalları açıkçası onu daha yakışıklı gösteriyordu. Üzerine turkuaz bir t-shirt giymişti. Hem de bu havada! Gerçi kurtların soğuma ısınma gibi dertleri var mıydı tam olarak emin değildim. Filmlerde bu konular çok karışıktı maalesef. "Hoş geldiniz kara ligin en başarılı oyuncusu."

Kaşlarım bu dediğinin üzerine çatılırken yanına oturdum. "O da ne demek?" diye sordum gülerek.

"Şu demek; Sharon'un Marcus avında harcadığı balık olup olmaman konusu bahislerde çok dönüyor ve benden sana bir sır, ben oyumu sana verdim." dedi sonuna doğru bana eğilerek, sesini kısarak söylediği şey üzerine kahkaha attım.

"Ne diyebilirim ki? Kazanmanın şerefine paranın yüzde doksanı benimdir." dedim alayla. Kaşları hayretle havalandı.

"Kaybetmek mi yoksa kaybetmek mi diyorsunuz yani Eleanor Parker Hanım?" dedi bir bağışçı edasıyla. "Ben o hâlde ikinci şıkkı seçiyorum." Yüzündeki gülümseme ile ona bakıyordum. Gözleri gülümsemme kaydı. Gözlerinden geçen o ifadeyi fark ettiysem de ne olduğunu yakalayamadım. Yüzünde buruk bir gülümseme belirdi. "Seni özlemişim Eleanor."

"Ben de beni özlerdim doğrusu." dedim egomu konuşuturarak. "Yani özlenmeyecek gibi değilim."

"Bu egonun nedeni nedir?" dedi arkasına yaslanarak. Siyah kirpiklerinin arasından bana bakıyordu.

"Ben." dedim daha da böbürlenerek. "Ben egolanmak için yeterli bir sebebim."

Islık çaldı. "Bugün uçuyoruz diyorsun."
"Hayır, bugün kimsenin keyfimin içine etmesini istemiyorum diyorum." Yani umarım.

İçeri hocanın girmesiyle daha fazla konuşamadım ikimiz de sustuk. Bu ders büyü kontrolü dersiydi. Yani içimdeki bir dürtünün dediği kadarıyla iyi dinlemem gereken bir dersti.

Ders içerisinde bana diğer dersin boş olduğunu söyleyen Aiden'a daha fazla bilgi almak için döndüm. "Burada bir kütüphane var mı?" diye sordum. "Ya da kitaplık falan da olur."

Kaşları çatıldı. "Kütüphaneyi ne yapacaksın?" diye sordu meraklı bir sesle. "Kitaplarla işin ne ki?"

"Diğer ders boşmuş madem ben de yararlanayım diyorum." Saçımı kulağımın arkasına sıkıştırırken nefesimi üfledim. Her adımımın izlenmesinden nefret ediyordum. "Nerede söyleyecek misin?" diye sordum kaşlarımı kaldırarak.

"Ben de seninle konuşuruz demiştim." dedi normal bir sesle ama gözlerine gördüğüm parıltı bundan daha fazlası olduğunu düşünüyordu. Bakmak istemezsen göremezsin.

Birden içimdeki bir dürtü tüm tüylerimi uyardı. Ben ne ara Aiden'a bu kadar güvenmiştim? Onunla hiç gerçekten dolu dolu zaman geçirmemiştik. Onu hiç gerçekten sorgulamamıştım. Onunla tanışmamız tam Caleb ile kavga zamanlarımızda denk gelmişti. Ben bir boşlukta yüzerken onunla tanışmıştım. Öğrendiğim bir şey varsa o da bu olaylar içerisinde kimseye güven olmadığı idiydi. "Ben de seninle konuşmak isterim ama maalesef ki kütüphaneye gidip kitap almak istiyorum. Evde telefonun şarjı çok çabuk bitiyor. Belki burada da normal kitaplar vardır." dedim gülerek. Bu her zamanki gülüşümdü. Gözlerinin içine bakıyordum. Genişçe gülüyordum ve gözlerine bakıyordum. Omuzlarımı biraz düşürüyordum. Hiç kimse sorgulamıyordu. Herkes her şeyi normal zannediyordu. Bu kız hep güler zaten...

"Hiçbir fikrim yok." Omuz silkti. "En alt katta son kapı. Zaten fark edersin. Oldukça büyük." Onu başımla onaylayıp ayağa kalktım. "İşin biterse seni yemekhanede bekliyor olacağım."

"Tamam. Çabuk seçmeye çalışırım." deyip hızla amfiden ayrılmak için adımlamaya başladım. Üzerimdeki bakışları umursamadan bir kat aşağı indim. Hızla son kapıya doğru giderken soluklarım hızlıydı. İçimde Aiden'a karşı bir şeyler ürperti doluydu. Belki bu onu ilk defa ciddi bir şekilde sorguladığım içindi, bilmiyorum. Ama Marcus ile Aiden kavgasını dahi bilmiyorken ona direkt olarak güvenmemliydim. Ona güvenmek tamamen yanlış bir seçimdi. Üstelik gölge olduğumu da biliyordu. Ama Marcus ve diğerleri ona hiçbir şey yapmamıştı. Demek ki bu konuda ona güveniyorlardı. Neden onlar birbirlerine düşmanken benim gölge olduğumu bilmesine izin veriyorlardı ki? Bu nasıl mümkün oluyordu? Her şey bir çıkmaza varıyordu.

Kütüphaneye acele bir şekilde girdim. Gerçekten bahsettiği kadar büyüktü. Ama bundan çok daha güzel ve temiz kütüphaneler görmüştüm elbette. Bu büyüklüğü bana burada cidden bakılması gereken, öğrenilmesi gereken bir çok bilgi olduğunu gösteriyordu. Onun dışında çoğunlukla kahverengi ve kırmızı tonlarla çevrelenmiş ortalama bir kütüphaneydi. Bir heycanla içeri girip görevlinin karşısına geçtim. "Acaba kurt adamlarla ilgili kitaplar nerede?" diye sessizce sordum. "Eğer en eski olanların yerini söylerseniz daha mutlu olurum." Kadın bana canlı gözlerle bakıyordu. Elindeki kitabı bıraktı ve oturduğu tekerlekli sandalyeden gürültülü bir şekilde kalktı.

"Sessiz konuşmana gerek yok, tatlım.  Buraya zaten kimse gelmez. Öylesine koyulmuş bir yer. Olması gerektiğini düşündükleri için." dedi yüzündeki gülümseme ile. "Ama burada benden başka kişilerin de kitaplara ilgi duyması güzel." Hâlâ istediğim bilgilere ulaşamamıştım. "Dediğin kitapları burada bulamazsın." Kaşlarım bu bilgi üzerine çatıldı. "Burada istediğin şekilde bilgi kitapları yoktur. Hatta efsane kitapları bile çok nadir. İçinde barındırdığı insanlar için tasarlanan kitaplar yok. Sadece çoğunlukla saçma sapan kitaplar ve normal ders kitapları var."

"Neden? Yani sonuç olarak burası kurt adamların eğitildiği bir yer." dedim şaşkın bir sesle.

Bilmem dercesine dudak büzdü. "Ben bilemem. Ama tahminimce Meclis soyumuzun gerçeklerini değil onların gerçeklerini öğrenmenizi istiyor. Zira okul kitaplarını da onla belirliyor." Burukça gülümsedim. Anlaşılan buradan da bize fayda yoktu.

"Teşekkürler." dedim gülümseyerek. "Peki efsanelerle ilgili kitapların yerini gösterir misiniz?" diye sordum nazikçe. "Oldukça merak uyandırıcı olabiliyorlar."

"Benimle gel." deyip ilk bulduğu iki kitaplığın arasında yürümeye başladı. Hızla onu takip ederken sonlara doğru yaklaşmıştı. Sola sapmasıyla ben de hızla onu takip ettim. Sonunda bir kitaplığın sonunda durduğunda ben de onunla durdum. Köşede duran merdiveni alıp kitaplığa yasladı. Kitabı alırken yüzündeki gülümseme hâlâ yerini koruyordu. Oldukça yıpranmış, eski bir kitabı eline aldı. Ardından biraz daha uzanıp yine eski ve yıpranmış başka bir kitabı eline aldı. Aşağı inerken elindeki kitaplara baktı. "Bunlar kurt adamlarla ilgili efsaneleri kapsasa da şu ana kadar çoğu doğru çıktı. Yani iyi okursan türünü daha iyi anlayabilirsin." Gülerek kitapları kucağıma bırakıp yerine geri dönmek için yine adımlamaya başladı. Onun hızına yetişmek için hızlanırken, "Kitapları direkt alabilirsin. Zaten senin gibiler kitapları çalmaya yeltenmez. Uzun uzun okuyabilirsin. İyi günler!" dedi yerine yaklaşırken ve beklemeden yerine geçti. Ben de daha fazla o ortamda kalmamak adına hızla kapıdan çıktım. Ne kadar da aceleciydi öyle!

Koridorda elimdeki kitaplarla ilerlerken beni gören kişiler bir bana bir de oldukça ağır olan kitaplara bakıyorlardı. Ben şimdi bunları nereye koyacaktım? Okul kitaplarını zaten amfiden alıyorduk ama bunları oraya bırakamazdım. Yanımda taşırsam da çok garip dururdu. Sonuç olarak oldukça ağırlardı ve her gittiğim yere bunlarla gidemezdim. Dudağımı dişlerlerken adımlarım durağanlaşmıştı. "Sen onlarla ne yapıyorsun?" diye soran katı sesin sahibi Marcus'tu.

Yanımda yürümeye başlayan Marcus'a baktım. Şimdi herkesin içinde bunları kucağına fırlatsam herkes bu samimiyet ne derdi. O yüzden en iyisi onu bir kenara çekip konuşmaktı. "Benimle gelir misiniz?" diye sordum resmi bir tavırla. Hiç de ağzıma uymamıştı!

"Ne oldu?" Yürürken ona yandan yandan bakmak da zor oluyordu.

"Önemli bir şey." dedim sesime çaresizlik katarak. Yüz ifadesi gerildi. Ben süzerken bir anda bir sınıfa girmesiyle bakakaldım.

"İçeri gel." dedi zihnime. Dediğini uygulayarak içeri girdim. İçeri girmem ile amfinin kapısı arkamdan kapandı. "Ne oldu?" Gözleriyle beni inceledi.

"Şunları bir yere koyar mısın?" diye sordum iki elimle taşıdığım kitapları ona uzatırken.  "Cidden çok ağırlar." Kaşları çatık hâlde kitaplara baktı.

"Sen ciddi misin?" diye sordu sesindeki o katı tınına katılan şaşkınlıkla. "Önemli dediğin şey bu muydu yani?" Başımla onu onayladım.

"Ben bunları nereye koyacağımı bilmiyorum. Lütfen, bir yere koyar mısın?" dedim gözlerinin içine bakarak. Göz devirip iki elimle taşıdığım kitapları tek eline aldı.

"Bunu bana orada da verebilirdin." dedi kaşlarını çatarak. "Gerçekten bir şey olduğunu sandım." Sesi sert ve soğuktu.

"Önemli başka bir şey daha var." dedim ciddiyetle. Direkt konuya girdim. "Sizin Aiden ile aranızda ne geçti?" Omzunu dikleştirdi. Bakışları da sesi gibi soğuklaştı. Lakin gözlerini gözlerimden ayırmadı.

"Neden bunu soruyorsun? Sana ne dedi?" Başımı iki yana salladım.

"Bana bir şey demedi ama içimden bir şey ona karşı temkinli yaklaşmam gerektiğini söylüyor. Ve bunu teyit etmek istiyorum."

"İçindeki hislere güven demiştim. Bunu yap." Bir daha konuşmama izin vermeden amfiden çıktı. Başımı elimle ovarken şüpheler etrafımı çoktan sarmıştı. Aiden Marcus'a ne yapmıştı?
Ben neden direkt Aiden'ı suçluyordum ki?

Çünkü sebepesiz yere Marcus'a karşı bir güven duygusu besliyordum ve bu güven duygusu beni çok rahatsız ediyordu.
Ya da huzur da veriyor olabilirdi.
Orası karışıktı.

Daha fazla tek başıma burada kalmak istemediğimden beklemeden amfiden çıktım. Bu sefer etraftakiler bana daha dikkatli bakıyorlardı. Onları takmadan yemekhaneye yöneldim. Kapıyı açmamla yine o keskin kan kokusu burnuma çarptı. Bütün hücrelerim bu kokunun iğrençliği ile titrerken daha fazla beklemeden gözlerimle Aiden'ı aradım. Onu iyi gözlemlemeliydim. Karşısındaki sarışın kızla gülerek konuşuyordu. Onlara doğru yöneldim. Yemek masalarının arasında sıyrılırken bir anda biri bana çarparak elindeki yemeğin tümünü kırmızı sweatshirtüme boca etmişti. "Lanet olsun!" diye inledim. Ilık olan yemekleri üzerimdeki sweatshirtü dalgalandırarak aşağı dökülmesini sağladım. Bana çarpan kişi bana yardım dahi etmedi.

Kafamı kaldırıp bunu yapan kişiye baktığımda bu kızın sabah Sharon'un yanına gittiği kıvırcık saçlı, yeşil gözlü, uzun, esmer kız olduğunu gördüm. "Önüne bakmalısın Eleanor. Kim bu kadar başını döndürdü?" dedi kız ukala bir tavırla. Etraftan gülme sesleri geldi.

"Senin suratın olabilir." dedim gülerek. Bu nasıl bir imaydı? Sharon kendisi yerine kuklalarını göndermişti anlaşılan. Anlaşılan ona yaptığımın acısını böyle çıkarmaya çalışıyordu kendince.
Kızın ukala yüz ifadesi sekteye dahi uğramadı. "Gerçekten çok safsın öyle değil mi?" diye sordu aynı ukala ses ve bakışlarla. Kaşlarım bu cümlesine karşın havalandı. "Gerçekten öylesin." dedi gülerek. "Galiba avlarını da böyle kandırıyorsun. Saf maskesi. İyi yöntem, tatlım." Kaşlar çatıldı. "Millet görünüşe göre gerçekten de anlamıyor."

"O hâldeyse anlat güzellik!" dedi arkalardan ukala bir ses.

Yüzüme pencereden esen rüzgar geliyordu. Saçlarımı yüzüme yapıştırırken kafamla saç tutamını attırdım. "Tatlım, diyorum ki Marcus Russel'ı da ayartmaya çalışırken aynen böyle saf ifadesini mi takınıyordun? Bize de nasıl yaptığını söyle de aynı taktiği başka erkekler üzerine deneyelim."

"Ne saçmalıyorsun sen?" dedim kaşlarımı çatarak.

"Benim bir şey saçmaladığım yok. Öyle değil mi arkadaşlar?" Öndeki kumral kız başını salladı.

"Bize bile geldi."

"Siz ne saçmalıyorsun?" dedim tek tek her kelimenin üzerine basarak.

"Yalnız tatlım, biz senin bu saf ayaklarını yemiyoruz." dedi kız kollarını göğsünde kavuşturarak. "Daha demin Marcus Russel'ı bir amfiye çekip ayartmaya çalışan sen değil miydin?" Kaşlarım bu dediğinin üzerine havalandı. "Üstelik bunu beceremeyince de oradan oldukça düşük bir suratla çıkmışsın. Çok üzülme. Onun burada bakacağı tek kişi var." Gözleriyle aşağılayıcı bir şekilde baştan aşağı süzdü beni. "Sen kendini ne sanıyorsun?"

"Ben kendimi sizinle uğraşamayacak kadar akıllı görüyorum, geri zekâlı." dedim gülerek. "Karşıma geçmiş saçma hareketler yapıyorsun. İplerini kesmeyi öğren bence." deyip göz kırptım. Ardından Aiden'a doğru yürümeye başladım. Katı bakışlarla olanları izliyordu. Gözlemliyordu. İçimde o his yine peyda oldu.

Gözlerim Sharon'a kaydı. Duvara yaslanmış avcı gözleriyle beni izliyordu. Bana aklınca savaşın yeni başladığının mesajını veriyordu. Daha kimle savaşa girdiğinin farkında bile değildi. Beni gereğinden fazla küçümsüyordu. Yanındaki diğer kızlar da onun yanında aynı tavırlarla bana bakıyorlardı. Onları takmadan önüme döndüm.

Birileri çoktan telefonlarını çıkarıp çekmeye başlamıştı. "Ne yapacaksın? Her gece uyumadan önce ağladığın gibi ağlayacak mısın? Marcus'u tavlayamadım diye zorlamayacaksın herhâlde değil mi? Doğru sen zaten böyle şeylere alışıksın. Nasıl olsa hep terk edilmiş bir kız çocuğu  gibisin." Güldü. Etraftan gülme sesleri geldi. Olduğum yerde durdum. Rüzgar bu sefer yüzüme daha sert esiyordu. "Ya tatlım, senle bir ara şu aile muhabbetini konuşalım mı? Senin içinde kalmış, belli. Kaybetmek sende kompleks yaratmış. Kesin şimdi geceleri de ağlıyorsundur sen. Marcus neden beni sevmedi diye. Ama bu gece çok ağlama olur mu? Bir de bunun içine Marcus'u ekleme. Çok üzülürsün. Herkes üzüldü, üzülür. Boşa dökme o gözyaşlarını."

"Bu seni daha çok deli eder!" diye bir ses geldi Sharon'dan. Sesindeki imaya kulaklarım aşinaydı. "Bazı şeylerin sadece tek sahibi vardır." Etraftan kahkaha sesleri geldi. Beni bunla vurabileceğini düşünüyordu. Zavallıca bir beklentiydi.Ben de bir anda kahkaha atmaya başladım. Kahkahalarım saniyeler içinde yemekhanede yankılanan tek ses oldu.

Herkes sadece bakardı. Kimse görmek için çabalamazdı.

"Pardon." dedim kahkhalarım yavaşça dinerken. Gülmekten yaşlanan gözlerimin kenarındaki yaşları silerken hâlâ hafifçe gülüyordum. "Çok özür dilerim. Sadece bu sefilliğiniz çok komik." dedim gülerek. Bakışlarım tek kişide kalmıyordu. "Günahlarınız, pişmanlıklarınız o kadar fazla ki kendinize bakmak dahi istemiyorsunuz. Tek derdiniz başkası ne yapmış, nasıl yapmış. Çünkü siz kendinizin dahi bakmak istemeyeceği kadar çirkinsiniz. Ruhunuz çirkin. Kendiniz bile kendinizden utanıyorsunuz." deyip başka bir kahkaha daha attım. Herkes suskunlaşırken herkesin üzerinde şaşkınlık geziniyordu. Kuklaya döndüm. "Ve sen..." Başımı iki yana sallarken yüzümde hüzünlü bir gülümseme belirmişti. "Sadece biraz daha fazla ilgi isteyen bir bebek. Sharon'un arkasına saklanmış, eğer ona bir şey olursa ilk arkasından bıçaklayacak kişisin ama aslında onsuz bir hiçsin. Unutma, tatlım. Sen sadece bir kuklasın. Eğer iplerinin tutan kişi ölürse sen bir hiçe dönüşürsün." Hüzünlü ifademi bir kenara bıraktım. Gülerek, "Gelmiş burada benimle dalga geçiyorsun o ufak aklınca. Bunu bile sen yapmıyorken."

"Sesini kes!" Devamını getirmesini beklemedim.

"Ne yaparsın?" dedim yüzüme korkmuş bir ifade eklerken. "Beni iplerini tutan kişiye mi söylersin?" dedim gözlerimi kırpıştırarak. "Dur ben söylerim." dedim yüzündeki gülümsemeyle Sharon'a döndüm. "Benim iplerim yok gibi gözüküyor galiba. Ne yani kendi üzüntünü öfkeye çevirerek bana mı sataşıyorsun?" Dudak büzdüm. "Doğru, bunu bile sen değil yolladığın bir kuklan yapıyor. Marcus'un konuştuğu her kıza böyle davranıyorsun çünkü başka birinin onu kazanma ihtimalini kaldırmazsın. Bunu da bir başkasının ona yaklaşmasını engelleyerek yapıyorsun. Ki bunu sen bile değil, kuklaların yapıyor. Çok zavallısın. Tahminimden bile. Elindeki kurt adam güçlerinle bile çok zavallısın. Babanın Meclis'teki yerine göre bile çok zavallısın." Bu yüzündeki öfkeyi dahi duraksattı. "Aslında şu an ben de senin yaralarına saldırabilirim, hatta bunu bizzat ben yaparım ama ben senin kadar adi biri değilim. Ama ne yazık ki sen daha yaralarımı bile tutturamayacak kadar acemi bir kuklasın. Boşuna okçu olma. Başaramazsın. Hamuruna uygun değil." Gülerken başımı iki yana salladım. "Neyse, ben kaosa doydum. Başka bir yemeğe ihtiyacım kalmadı. Bir de sefillikten hiç hazzetmem." Esmer kıza döndüm. "Zaten buralar çok pislik içinde." dedim gülerek.

Daha fazla burada durmadan, kimse cevap veremeden yemekhaneden çıktım. Yüzümdeki gülümseme ile adımlamaya devam ediyordum.

Eğer bir oyun oynanıyorsa ben iyi bir oyuncuydum.

🌜🌚🌛

Yeniden haloooooo!

Bölümü nasıl buldunuzz?

En sevdiğiniz sahne diye soralım?

En nefret ettiğiniz sahneee?

Peki sizce Sharon- Eleanor savaşı nasıl devam edecek?

Eleanor'un eğitimi ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Diğer bölümde ne gibi gelişmeler olacak?

Lütfen pamuk eller oy ve yorumlar için kullanılsınnn!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmmmm!

Continue Reading

You'll Also Like

4.1M 251K 75
Mühür taşı gerçek mührüne kavuştuğunda kıyamet kopmalıdır. Her kıyametin sonunda, yitirilen hayatlar olur. Bu şeref hangimize ait? •Parmağımı...
35.3K 2.2K 22
Levent ve kedi sandığı ama kedi olmayan kedisi Çakır'ın hikayesi 🌈
31.5K 2.1K 19
Ne yani ben 1986 yılında gôtünü veren bir ibnemiydim hemde ülkücü bir adama.. Eşcinsel bir kurgudur
84.1K 6.6K 64
"James lütfen öyle söyleme o bizim aşkımızın meyvesi" "NE AŞKI?" Diye bağırdı James 1. #Dracomalfoy 02/01/2024 1. #Harrypotter 31/08/2023 1. #Slyther...