AKREBİN KALBİ / KİTAP OLUYOR

By aycansrhmtt

190K 17K 22.2K

Genç kadın, elini duvara doğru uzattı. Kendi kanından bir adam onu durdurmaya çalıştı ama durduramayacağını o... More

GİRİŞ
1. Kızıl Duvar
2. Antares
3. İkinci Gardiyan
4. Karanlıktan Sızan
5. Başarısız Plan
6. Büyülü Silah
7. Güneş Tutulması
8. Gizlenen Güç
9. Tilki Çağlayanı
10. Kutu
11. Duvarın Fısıltısı
12. Geçmiş ve Gelecek
13. Düğüm Çözen Melodi
14. Randevu Müzesi
15. Mezarlıktaki Kız
16. Alrisha Cenneti
17. His Karmaşası
18. İz Süren
19. Yeniden Doğmak
21. Ruh Transferi
22. Şeytan Ateşi
23. Cesetten Kule
24. Tanıdık Enerji
25. Şehirdeki Şenlik
26. Cezalandıran Tanrıça
27. Bin Yıl Bir Yalan
28. Yaz Üçgeni
29. Gökkuşağı Şelalesi
30. Kraliyet Yıldızı
31. Ateş Yıldızı
32. Kambur Bırakan İz
33. Yol Ayrımı
34. Solan Anılar
35. Güç Boğumu
36. Hyades
37. Prenses ve Avcı
38. Yarım Güneş
39. Siyah Ay Taşı
40. Tavus Kuşu Tüyü
41. Kar Soğuğu
42. Geriye Dönüş
43. Siren
44. Kuşku Yağmuru
45. Yüzleşme
46. İçten Çürüyen
47. Son Radde
48. Karar
49. Yarı Veda
50. Final
Özel Bölüm 1
Özel Bölüm 2
Özel Bölüm 3
Duyuru/Kitap

20. Çöl Nebulası

3.4K 346 626
By aycansrhmtt

🎧Taylor Swift, I Did Something Bad
🎧Arai Tasuku, 0

🦂

Birinin yanında ağladığınızda o insanı tanımıyor olsanız bile o ânı hatırladığınız her an o insanı da hatırlardınız. Ama bu gülerken birinin yanınızda olmasıyla aynı değildi. Genelde güldüğünüz anlardan çok ağladığınız anların kafanızda yer edindiği düşünülürdü, bu yüzden ağlarken yanında olan insanı unutmanız daha zor oluyordu, bu düşünceye kısmen ben de katılıyordum. Sırılsıklam bir şekilde kahkaha atarak yürürken gözlerim Endymion'un yüzündeydi. Ağlarken yanımdaydı ve onu çok da tanımadığım zamanlardan birindeydik. Eğer bu olmasaydı, eğer ağlarken yanımda olmasaydı, onunla şu an gülüyor olduğum için bile onu hep hatırlardım.

O da benim gibi sırılsıklamdı. Alnına yapışan ıslak, siyah saçlarını geriye doğru iterken gülmeye devam ediyordu. Şatonun büyük kapısından içeri girdik, yağmur bitmek üzereymiş gibi tane tane yağıyordu. Kaleden koşarak uzaklaştığımız andan beri elimi tutuyordu ve az önce yaşadığı komik bir şeyden bahsederken de elimi bırakmamış, diğer elini hareket ettirerek anlatmıştı. Sesli gülüşlerimiz yerini gülümsemeye bıraktığında gözlerimi şatoya çevirdim.

Nancy, çakıl taşlarının olduğu bahçede koşuşturuyordu ve Noris de onu kovalıyordu, ikisi de bizim gibi sırılsıklamdı. Noris, Nancy'yi yakalayıp kucakladığında küçük kız çığlık atar gibi gülmeye başladı. Noris gülerek onu döndürdüğü sırada gözleri bizde takıldı. Gülüşü sekteye uğrasa da kaybolmadı ve gülümseyerek bana baktı.

"Sharon nerede? Nancy'nin bu hâlini görünce seni öldürecek," dediğimde onlara yaklaşmıştık. Nancy bize bakarak kıkırdayınca ona göz kırptım. "Hasta olacaksın."

"Olmam," deyip kollarını Noris'in boynuna sardı. Noris'i ilk gördüğünde ona attığı bakışları hatırlıyordum, sanırım ona karşı ısınmıştı.

"Sen kendine bak," dedi Noris beni süzerek, gözleri bir an ellerimize kaydı. "Hasta olursanız hiçbirinizle ilgilenmem." Gözlerini Nancy'ye çevirip elini saçlarına bastırdı. "Sen henüz küçük olduğun için seninle ilgilenirim."

"Noris benimle ilgilenir," dediğinde Nancy, sahte bir ifadeyle kaşlarımı çattım.

"Benimle de ilgilenir, küçük hanım," deyip ellerimi belime yerleştirdim. Elim Endymion'un elinden ayrılınca gözlerini yüzüme indirdiğini fark ettim.

"Sen büyüksün," dedi ince kaşlarını çatıp. Onun bu şekilde bize ısınması aslında hoşuma gidiyordu, yabancı gibi hissedip içine kapanmasını istemezdim. Parmağını uzatıp Endymion'u işaret etti. "O seninle ilgilenebilir."

"Bence de tatlım." Ursula bize doğru yaklaşırken Nancy'nin söylediği şey yüzünden kaşlarım şaşkınlıkla havalandı. "Endymion onunla ilgilenebilir." Nancy kıkırdayarak Ursula'ya baktığında Ursula onların yanında durdu, elini uzatıp küçük kızın yanağını sıktı. "Nasıl olduğunu merak edip geldim ama gördüğüm kadarıyla eskisinden daha iyisin."

Ne diyeceğimi bilemeyerek başımı yavaşça salladım. "Gayet iyiyim. Geleceğini bilseydim beklerdim."

Ursula elini sallayıp, "Sorun değil, haber vermeyen bendim," dedi, gözleri Endymion'a çevrildi. "Sen de iyi görünüyorsun."

"Evet," dedi Endymion sadece, ardından yanımdan geçerek şatoya doğru yürümeye başladı. Bazen onun Ursula'nın imalarından sıkıldığı için kaçıp durduğunu düşünüyordum...

"İçeri geçelim, kız hasta olacak," dedim Endymion'un arkasından ilerlerken. Aslında benim için sorun değildi konuşulanlar ya da imalar ama hâlâ Noris için endişe ediyordum. Bana karşı eskisi gibi davranıyordu, bu konuda rahattım ama her ne kadar bir şeyleri düzeltmeye çalışsa da küçük de olsa bakışlarında bir duygu yakaladığım oluyordu. Onun da zamanla düzeleceğinden emin olsam da endişe etmeden edemiyordum.

İçeri girdikten sonra onları ardımda bırakıp odama çıktım. Islak kıyafetlerimden kurtulmamın bana yeteceğini sanmıyordum. Her ne kadar yağmur suyuyla ıslanmış olsam da tenimde yapışkan bir his kalacağından hızlı bir duş alsam iyi olacaktı.

Odaya girdikten sonra da düşündüğüm gibi de yaptım. Üzerimdeki ıslak kıyafetlerden kurtulup hızlı bir duş alıp banyodan çıktım. Yağmurda ıslanmak her seferinde üzerimde bir ağırlık bırakıyordu. Sanki bedenimdeki bütün kötü enerji suyla birlikte akıp gidiyor, ardında hafiflemiş duygular ve ağır bir beden bırakıyordu. Bu hissi seviyordum.

Giyinme odasına geçip kendim için birkaç kıyafet ayarladım. Temiz iç çamaşırlarını kuruladığım bedenime giydikten sonra kıyafetlerimi giymeden giyinme odasından çıkıp makyaj masasına ilerledim. Çekmeceyi açtığımda kendim için uygun bir krem bakıyordum. Küçüklüğümden bu yana ne zaman yağmurun altında çok fazla kalsam sonrasında tenimde bir kuruma olurdu ve kremlemezsem derim kaşınırdı. Çoğu zaman bunu umursamasam da şu an herhangi bir deri tahrişi yaşamak istemiyordum.

"Bu olur sanırım," deyip bir nemlendiriciyi elime aldım, çekmeceyi kapattım. Giyinme odasına dönüp pufa oturarak bedenimi kremledim. Kremleme işi bitince kenara bıraktığım kısa tişört ve beli yüksek duran pantolonu giydim. Banyodan çıktıktan sonraki derimde oluşan o gerilme hissi azalmıştı.

Odadan çıkmadan önce kurutup taradığım saçlarımın arasından parmaklarımı geçirirken koridorda yürüyordum. Saçlarım buraya geldiğim günkünden daha uzundu, uzun saçları seviyordum ama biraz kısaltmam iyi olacaktı sanırım. Gevşeyen omuzlarımı yavaşça oynatırken merdivenlerden inmeye başladım. Dünden beri kendimi iyi hissediyordum. Bunda Tilki Çağlayanı'nın etkisi de oldukça büyüktü ama bazı şeyler de rayına oturuyordu. Aile konusu ilk başta hiç bitmeyeceğini düşündüğüm bir ağrıydı benim için ama onu da kendi içimde halledebilmiştim. Benim çok vaktim olmasa da abimin Douglas'la ilgilendiğini biliyordum. O da ona alışmaya başlamıştı ve bu beni mutlu ediyordu. Geçmişte olmuş bir şeyin yükünü üçümüzün ölene kadar çekmesini istemiyordum, sonuçta ortada bir hata varsa bile bunun suçlusu biz değildik.

Noris konusunda da oldukça bitkin düştüğüm günler geçirmiştim ama bu da atlatılabilecek bir durum olmuştu. Tamamen eskisi gibi olmasa da aramız düzeldi, zamanla da eskisinden iyi olacağına emindim. Bazen ona baktığımda içten içe duygularını kontrol etmeye çalıştığını, doğru adımları aradığını görebiliyordum. Bana söylediği gibi düzeltmek için elinden geleni yapıyordu.

İki kat aşağı inmiştim, merdivenlerin son basamaklarındayken Ursula ve Noris'i gördüm, koridorda durmuş konuşuyorlardı. Dudaklarımda bir gülümseme büyüdü ama bir basamak daha inemeden yüzümdeki ifade dondu. Gözlerimin önü karardığında panikleyerek elimi sağ tarafımda duran merdivenin korkuluğuna bastırdım. Ruhum bir metalmiş de mıknatısla çekiliyormuş gibi sendelediğimde bulunduğum ortam değişti.

Her şey normal ilerlerken olan bu şey korkumu arttırdığında korkuyla yumduğum gözlerimi araladım. Şimdi merdivenlerde değildim, çıplak ayaklarım kumlara saplanmıştı. Bu hissi iki kez yaşadığımdan şu an ne yaşadığımı kavrayabiliyordum ama bu korkmama engel olamıyordu. Kendi etrafımda birkaç tur döndüm, yakıcı güneş tam tepemdeydi ve çıplak ayaklarım kumların içinde kavruluyordu.

"Sheratan'da mıyım?"

Çöl bana Sheratan'ı hatırlattı. Ne yapacağımı bilemeyerek biraz yürüdüm, etrafımda hiçbir şey yoktu, sadece tam karşımda duran bir dağ vardı. Yine bir kutu ile ilgili görü görüyor olmalıydım ama bundan ne çıkaracağım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Tam yere çökeceğim sırada karşımdaki dağın eteğinde bir adam gördüm. Gözlerimi kısarak kim olduğunu anlamaya çalışsam da başaramadım. Acaba onu takip etmem mi gerekiyordu? Korkum geri çekildiğinde dağın dibinde yürüyen adama doğru ilerledim.

Adamın üzerinde bembeyaz, cüppe gibi bir kıyafet vardı. Yan profilinden kim olduğunu anlayamıyordum. Ayaklarım kumun içinde o kadar acıyordu ki birazdan zıplayarak devam edecektim. Üstelikt ayaklarım da morarmış gibi duruyordu, damarlarım patlayacak gibi belirginleşmişti. Benim adımlarım adamın attığı adımlara oranla daha hızlıydı, bu yüzden daha yakındım. Adam aniden kafasını çevirip etrafına bakınınca adımlarım kesildi. Benim olduğum yere baksa da beni göremiyormuş gibi gözleri üzerimden kayıp geçti. Ama ben onun kim olduğunu gördüm.

Bu adam oydu. Tilki Çağlayanı'nın sahibi.

Nedense onu görmek beni rahatlattı. İlk seferki gibi bana yolu o gösteriyordu ve bunu beni korkutmadan yapıyordu. Omuzlarımı dikleştirip yürümeye devam eden adamı takip ettim. Dağın arka tarafına doğru dolandığında merakım gittikçe artmaya başladı. Bir süre daha o önde ben arkada öylece yürüdük. Bundan önceki gördüğüm hiçbir görü bu kadar uzun sürmemişti, yürümeye devam ettikçe de günler geçiyormuş gibi hissediyordum.

Aniden durunca ben de durdum. Dağa doğru döndü, başımı yana eğip baktığımda kayadaki oyuğu gördüm. Etrafına kısaca baktıktan sonra o oyuktan içeri girdi. Onu kaybetmemek için adımlarımı hızlandırdım, onun arkasından oyulmuş kayanın içine girdim. İçerisi karanlıktı, adım atacağım yeri bile seçemiyordum. Ellerimi bedenime sarıp durduğumda etrafa bir ışık yayıldı ve adamla yüz yüze geldim. Çığlık atmamak için ellerimi ağzıma kapattım, çığlık içimde patlayınca göğsüme bir ağrı sağlandı. Adamla yüz yüzeydim ama sanki o bana bakmasına rağmen bana değil, arkamda kalan kapıya bakıyordu.

"Kimse gelmeden şu işi halledeyim," dedi kalın sesiyle, hâlâ bana, yani arkamdaki kapıya bakıyordu. "Gelmeleri uzun sürmez."

Son söylediği şeyle ellerimi ağzımdan çektim, o da arkasını dönüp elinde tuttuğu gaz lambasıyla yürümeye başladı. Gelmeleri uzun sürmez mi? Birileri onu mu takip ediyordu? Kaşlarım çatılırken ben de arkasından ilerledim. Dar bir geçitte yürüyor gibiydik ama çok geçmeden bu geçit daha geniş bir alana açıldı. Adam basamaktan inip bu alana girdiğinde geçitin ağzında durup içeri baktım. Beklemediğim görüntü karşısında dudaklarım aralandı.

Adam cüppesinin altından çıkardığı küçük kutuya bakarken, "Seni saklayabilmek için burayı açmam uzun zamanımı aldı," dedi, sesi neden üzgün çıkmıştı? "Seni sahibinden ayırdığım için özür dilerim ama bunu yapmalıydım."

Yuvarlak, büyük bir alanda duruyordu ve tam ortada taştan bir anıt vardı. Bu anıt bir insan boyundaydı, dikdörtgendi. Oda gibi olan bu yerin duvarlarında, taşların aralarına gömülü duran renkli, parlak taşlar vardı. Adam anıtın önündeki basamağa çıkıp dikdörtgen yapının üstündeki taş kapağı oynattı. Gözlerimi kırpıştırarak onu izliyordum. Yere bıraktığı kutuyu alıp kapağını açtığı dikdörtgen kayanın içine bıraktı. Taş kapağı geri iterken gözleri omzunun üzerinden bana kaydı, nefesimi tutarak ona baktım.

Elini anıtın yüzeyine bastırırken, "Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi," dedi, hâlâ bana bakıyordu. Anıttan anlık bir ışık yayıldığında sertçe yutkundum. Bu kapağı benim açabileceğim anlamına mı geliyordu?

Adam acelesi olduğunu hatırlamış gibi aniden geri çekilip son kez anıta baktı, ardından bana doğru gelmeye başladı. Sırtımı taş duvara yasladım, o yanımdan geçerken bana sürtünmüştü, ben hissetmiştim ama o hissetmiyor muydu? Hızla ilerlemeye başlayınca ben de vakit kaybetmeden arkasından yürüdüm. O geçitin sonundaki oyuktan çıkıp elini kaldırdığında ondan çok da uzakta değildim ama oyuğun önünde aniden bir taş kapak belirince donup kaldım.

O oyuktan geriye küçük bir boşluk kaldığında sadece gözlerini görebildim. "Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi," dedi bir sır verir gibi, daha sonra o küçük boşluk da kapandı ve zifir karanlıkta kaldım.

Korkuyla gözlerimi açtığımda artık şatodaydım. Merdiven basamağında oturuyordum, Noris ellerimi tutmuş bana bakarken oldukça endişeli görünüyordu. Arkasında duran Ursula'nın yüzünde daha büyük endişe vardı ama onun beni ilk kez böyle gördüğünü hatırlayınca ona hak veriyordum.

"Hiç dönmeyeceksin sandım," dedi Noris ellerimi sıkıp. Merdivenlerden gelen ayak seslerini duyunca başımı çevirdim, Endymion ve Briella merdivenleri hızla çıkıyordu.

"Bu sefer köprülerden geçmeme gerek kalmadı," deyip yutkunduğumda gözlerim Noris'in ellerindeki ellerime düştü.

"Geçen seferkinden daha sakin görünüyorsun," dediğinde Noris, Ursula eğilerek bana baktı.

"Her seferinde böyle donup kalıyor musun?" Sorusu bir an beni güldürdüğünde gülmem onları da gevşetti.

"Korkacağım bir şey görmedim," dedim, gözlerim yanımıza gelen Endymion'a çevrildi. Yanıma oturup elini omzuma koyduğunda ona gülümsedim ama onun kaşları çatıktı.

"Ursula'nın bağırdığını duydum," dedi, ardından dikkatli gözlerle yüzümü inceledi. Noris geri çekilip doğrulduğunda ellerim dizlerimin üzerine düştü. "İyi misin?"

"İyiyim, bu sefer alıştığımdan mı bilmiyorum ama daha sakin karşıladım," diye mırıldandım. Parmaklarımı birbirine geçirip sıktığımda gözlerim kısıldı. "İşimiz bu sefer daha zor görünüyor."

"Sonra da konuşabiliriz, biraz toparlan," deyince Noris, başımı iki yana sallayarak ona baktım.

"Artık durup bekleyemeyiz, işler karışmaya başladı ve sorumlusu biz olarak görülüyoruz," dediğimde Endymion'un eli sıktığım ellerimin üzerini kapattı, gözlerimi ona çevirdim.

"Doğru diyor," deyip beni onayladı, bakışlarını benden uzaklaştırıp ayakta dikilen, ne olduğunu anlamaya çalışan Ursula'ya döndürdü. "Gardiyanlarla toplanıp son olanlara bir çözüm bulmamızı istediler."

"Briella, Alrisha'da bir şeyler olduğunu söyledi ama konuyu siz anlatmalıymışsınız," dedi Ursula ağırlığını tek ayağına verip kollarını göğsünde toplarken. "Neyin sorumlusu biziz?"

"Geçitler yer değiştirdi," dememle Ursula'nın yüzü bir kireç gibi beyazladı. "Alrisha'dan Dünya'ya açılan köprü yer değiştirdi. Bilmediğine göre senin köpründe bir sorun yok."

"Diğerlerinde de yok, ben kontrol ettim," dedi Noris saçlarını karıştırıp. Ne zaman kontrol ettiğini sormak istedim ama aklıma birkaç gün ortalıkta olmadığı zamanlar gelince sustum.

"Geçit yer değiştiriyor ve bunun sorumlusu biz miyiz?" Ursula'nın öfkeden yükselen sesiyle ortam gerildi. Göğsünde topladığı kollarını serbest bırakıp sesli bir nefes verdi. "Biz köprüleri korumakla görevliyiz, düzeni sağlamakla değil."

"Kutuları bulmamızdan sonra olan bir şeyde tabii ki bizi sorumlu tutacaklar," dedi Endymion çatık kaşlarla ona bakıp. "Üstelik her şeyi de biliyorlar. Asıl başladığımız işi bitirmezsek ve daha büyük bir sorun çıkarsa o zaman biteriz."

Endymion'un ellerimin üzerinde duran elini sıkıp ayaklandım. "O yüzden bir an önce bir sonrakini bulmamız lazım. Şu an tek korkum, üçüncü kutu için Aidenous'dan yardım istemek zorunda kalma ihtimalimiz. Çünkü Sheratan'ı gördüm."

Şimdi gerginlik hepsinin yüzündeydi. Kutunun konulduğu yeri görmüştüm, orasının Sheratan olduğuna da emindim ama tam olarak neresi olduğunu bilmiyordum. Bunu nasıl bulabilirdik ki? Başka hiçbir ipucu hatırlamıyordum. Diğerleriyle birlikte sessizce şatonun ikinci katındaki, genellikle oturup konuştuğumuz salona indik. Kendimi koltuklardan birine attım, dirseğimi koltuğun kenarına koyup yüzümü elime yaslarken gördüğüm görüyü düşünüyordum.

"Sheratan olduğuna emin misin?" Ursula karşımda duran koltuğa oturup bakışlarını bana dikince başımı salladım. Oflayarak geriye doğru yaslandı.

Noris tek kişilik, geniş koltuğa oturup, "Onların her şeyi bildiğini söyledin," dedi Endymion'a. "Toplanmamızı istedilerse bence son kutuları tek başımıza bulamayacağımızı ima etmiş olabilirler."

Söylediği şey bana mantıklı geldiğinden başımı sallayarak onu onayladım. "Belki de öyledir," dedim ona bakarak. "Diyelim ki Aidenous'un yardımı dokunacak, bunun için ilk önce bir şeyler görmüş olmam gerekir. Ben sadece çöl ve bir dağ gördüm. Sheratan'da sayamayacağımız kadar dağ vardır."

"Sheratan olduğunu nereden biliyorsun?" diye sordu Briella. "Sheratan bir çöl evreni gibi olsa da çöl olan başka evrenler de var."

"Sen söyledin," dediğimde şaşkınca, "Ben mi söyledim?" dediğinde başımı salladım. "Çölde çıplak ayakla yürüyordum ve ayaklarım morarıp şişiyordu. Sen bana Sheratan'da kumu tehlikeli olan yerler var dedin. Belki de bu yüzdendi."

"Harika bir kadın ya," dedi Noris, gülerek ona baktım, gözlerinin parladığını görmek beni mutlu ediyordu.

Briella, Noris'e bakıp göz devirdi. "Sheratan'da o şekilde ona yakın yer var. Hepsine gitsek de hangi dağa bakacağız?"

Umutsuzlukla omuzlarımın çöktüğü sırada, "Ben yardımcı olabilir," diyen kişiyle bakışlarım dondu, başımı yavaşça salonun kapısına çevirdim. Diğerleri de benim gibi ona bakıyordu.

Hydra sakin adımlarla içeri girdi, Ursula kaşlarını çatmış ona bakıyordu, Hydra'nın da gözleri ondaydı. Ursula ile aralarında geçen bakışma ortama buz gibi bir rüzgâr estirdi ama bu bakışların altında yatan şeyi anlamadım.

"Olmaz," dedi Ursula itiraz istemeyen bir tonda. Hydra onun tam önünde duruyordu ve Ursula başını hafifçe kaldırmış, ela gözlerini onun yüzüne dikmişti. Şu an ne oluyordu bilmiyordum ama bilmediğimiz bir konu olduğuna emindim, en azından benim bilmediğim.

"İstemediğinizi görebiliyorum," derken resmi bir dil kullandı Hydra. "Ama siz de biliyorsunuz ki Sheratan'ı Aidoneus'dan daha iyi biliyorum. Üstelik-" Ursula elini kaldırdığında Hydra dudaklarını birbirine bastırıp sustu.

"Sheratan çölleri senin için tehlikeli, seni bulabilirler." Ursula'nın sesi sertti, gözlerinde büyüyen nefretin kime karşı olduğunu merak ettim.

Onlar birbirine meydan okur gibi bakarken Sharon içeri girip Noris'in yanına ilerledi, Noris'in oturduğu tekli koltuğun kol kısmına oturduğunda Noris kolunu düşmemesi için beline sardı. Normal bir zamanda bu hâlleri beni çok mutlu ederdi ama şu an ortadaki durum mutlu hissetmemi de engelliyordu.

"Sheratan'ı bilsen bile hangi dağ olduğu hakkında elimde hiçbir ipucu yok," dedim Hydra'ya bakıp. Sarıya yakın açık kahve gözlerini gardiyanından ayırıp bana çevirdi, sanki o gözlerde bir girdap büyüyordu.

"Önemli değil," deyip bedenini bana doğru döndürdü. "Gücünüzle birlikte size verilen dokuz can varmış." Bunu kimden duyduğunu bilmesem de Briella'nın söylemiş olma ihtimali yüksekti. "Birini bana ödünç verirseniz onun enerjisiyle kutuyu bulabilirim. Sonuçta onları dokunan, saklayan kişi aynıydı, iyi bir enerji iz sürücüsüyümdür."

"Senin gücün de bu muydu?" Briella kaşlarını kaldırarak ona baktıktan sonra kollarını göğsünde topladı. "Birimiz işe yarayacak desene."

Birbirlerini uzun zamandır tanımalarına rağmen güçleri hakkında bir şey bilmemeleri bana hâlâ garip geliyordu. Sanırım sadece bağlı oldukları gardiyanların bundan haberi oluyordu. Ne garip.

"Bunu nasıl yapacağımı bilmiyorum," diye mırıldandım tek tek yüzlerine bakarak, en son gözlerim yanımda oturan Endymion'da takıldı. "Sonuçta o yaşıyor, tehlikeli olmaz mı?"

Bunu ona soruyor olmam Endymion'u gülümsetti. Bazen her soruma doğru bir cevabı varmış gibi geliyordu. Galiba bu yüzden genelde soruları ona soruyordum.

"Üzerinde kullanmayacağına göre bir sorun olmaz diye düşünüyorum," dedi dikkatli gözleri yüzümdeyken. Yaslandığım koltuğun sırt kısmına uzattığı kolunu dirseğinden kırıp parmaklarını enseme sürttü. Beklemediğim hareketiyle kasıldığımda bakışlarımı yüzünden ayırdım. Diğerlerinin de bakışlarının üzerimizde olması ekstra gergin hissettiriyordu. O da bakışlarını benden ayırıp Ursula'ya çevirdi. "Hydra'yı koruruz, merak etme. Sen de bizimle gelirsin."

"Elbette geleceğim," diye homurdandı Ursula. "Bir sorun çıkarsa Hydra'yı da alıp oradan kaçarım."

"Hiç şüphem yok," diye sessizce mırıldandı Briella ama bunu herkes duydu...

"Gel buraya," dedi Ursula elini Hydra'ya uzatıp. Hydra onun elini tutup yanına oturduğunda Ursula onu kendine çekti. "Bir tehlike hissedersen ve ben o an yanında olmazsam bunları bırakıp kaç."

"Bize karşı olan sevgin beni çok duygulandırdı," dediğimde Ursula yüzünü buruşturdu, gülerek başımı salladım. Hydra'ya seni bulabilirler demişti, demek ki onların başka bir sorunu vardı. Koruyucu hayvanı için bu kadar endişelenmesine şaşırmıyordum aslında, bir bildiği olmalıydı.

Endymion'un parmakları hâlâ ensemdeydi, ona baktığımda Briella ile konuştuğunu gördüm. Konuşurken parmağını ritmik bir şekilde saç diplerime sürtüyordu ve fark etmese de bu beni rahatlatıyordu. Belki de farkındaydı ve bu yüzden yapıyordu. Sırtımı tamamen koltuğa bastırınca ensemdeki parmakları saçlarımın arasına kaydı, konuşması bu hareketimle kesildi, gri gözlerini bana çevirdi.

Briella, Endymion'un aniden susmasına aldırış etmemiş gibi diğerlerine döndü. Ben Endymion'la göz gözeyken onlar kendi aralarında konuşuyordu. İnsanların gözlerinin içine bakmayı severdim. Ashton bunun dışarıdan biraz sinir bozucu olduğunu söylerdi ama bu huyuma engel olamıyordum. Benim ona olan dikkatli bakışlarıma o da aynı şekilde karşılık veriyordu. Şu an gözlerimin içine bakarken ne düşünüyordu bilmiyordum ama ona baktığımda düşüncelerimi toplamak şu an daha kolay geliyordu.

Gözlerimdeki gözleri dudaklarıma indi, orada bir süre oyalandıktan sonra tekrar gözlerime çıktı. Yüzünde hiçbir mimik oynamıyordu. Belki bu şekilde bir başkasına bakıyor olsa bu ona korkutucu gelebilirdi. Gözlerini kırpmadan sana bakan, yüzünde hiçbir kas oynamayan, bir ruh gibi seni izleyen biri herkes gibi benim için de korkutucu olurdu. Üstelik sinirlendirirdi de. Ama ondan etkileniyor oluşum, bana dikkatli bakmasının hoşuma gitmesine neden oluyordu.

"Şşş." Gözlerimi kırpıştırarak gözlerimi sesin geldiği yöne çevirince salondakilerin bakışlarıyla karşılaştım. Briella bıyık altından gülüyor gibi görünüyordu. "Ne zaman gideriz diye sorduk."

"Yarın olur," diye karşılık verdim Ursula'ya. Bir an herkesin bize bakıyor olması üzerime yapışan rahatlamanın yok olmasına neden oldu. Gözlerim Noris'e kaydı. Gözleri yerdeyken kardeşinin saçlarını okşuyordu ve yüzünde bir gülümseme vardı. Bu gülümsemenin samimi olduğunu görmek iyi hissettirdi.

"O zaman biz de burada kalalım," dedi Hydra, Ursula'ya dönüp. Ursula yavaşça başını salladı.

"Ne kadar istesek de Sharon burada fazla kalamaz," dedi Endymion bir an. Noris'in yerdeki bakışları ona döndü. "Biliyorsun, o bir gardiyan ya da bir gardiyanın erk hayvanı değil. İstediği zaman gelip gidebilecek olsa da tamamen kalamaz."

"Biliyorum," dedi Noris başını sallarken. Parmakları hâlâ kardeşinin saçlarını okşuyordu. Sharon yutkunarak ona baktığında dudaklarımı birbirine bastırdım. Onu ilk gördüğümüzdeki o soğukluğu ve mesafesi kırılmıştı. Galiba bunun sebebi de ona saklanması gerektiğinin söylenmesiydi.

Aniden aklıma gelen şeyle, "Kalede kalabilir," dedim, Noris'in bana yönlendirdiği gözlerinde minnet vardı, onlara gülümseyerek baktım. "Orası bana ait. İstediğiniz kadar kalabilirsiniz. Hem Ashton da orada, Holly de var. Yalnız olmazsınız."

"Bilmem ki," deyip Noris'e baktı Sharon, gözlerinde tereddüt vardı.

"Aslında bu benim aklıma gelmişti ama nasıl karşılayacağını bilemediğimden soramadım," dedi Noris, kaşlarım çatıldı.

"Böyle şeyleri bana sormana gerek yok. Neye sahipsem seninmiş gibi düşün." Bu cümlemle dudaklarındaki gülümseme büyüdü. Bazen çok küçük şeylere takılıyordu. "Ashton için sorun olmaz, merak etmeyin. Nancy'yi de sevmiş gibi görünüyor."

Tabii sadece Nancy'yi gibi de değil...

Noris, Sharon'a bakıp, "Yarın gitmeden önce sizi götürürüm," dediğinde, "Ben de gelirim. Hem gitmeden bir abimi de görsem iyi olur," dedim, çok sık ortadan kaybolmaya başlamıştım ve Ashton'ı da merakta bırakmak istemiyordum.

"Ben de gideceğim."

Bir anda arkamdan gelen sesle irkildim. İrileşmiş gözlerle arkama baktığımda Douglas ile burun buruna geldim. Endymion'un saçlarımın arasındaki eline sertçe vurup gözlerini bana çevirince şaşkınlığım ikiye katlandı. Endymion da bu hareketiyle duraksadı.

"İki saattir seni izliyorum," dedi Endymion'a bakarak. Ne yapıyordu bu çocuk? "Ashton gözümün üzerinde olmasını söyledi."

"Ashton öyle bir şey söylemez," dedim aniden yükselerek. "Hem sen neden bir anda arkamdan çıkıp duruyorsun?"

"Konuyu değiştirme hızın beni çok etkiledi abla," dediğinde yüz ifadem dondu. O da yeni fark ediyormuş gibi duraksadı. Benimkilerden tamamen farklı olan koyu, çekik gözlerine donmuş bir ifadeyle bakıyordum. Yanlış bir şey yapmış gibi gerilip geri çekileceği sırada uzanıp kolunu tutarak onu kendime doğru çektim. Gözlerine aynı ifadeyle bakıyor olmam gözlerinde korkunun büyümesine neden oldu.

Kaşlarımı çatıp, "Abine gidip ablanın işlerine karışamayacağını söyle," dediğimde afalladı, gözlerindeki korku kaybolurken yüz ifadesi de gevşedi.

"Söylerim," diye mırıldanınca başımı sallayıp kolunu bıraktım. Gerçeği öğreneli belli bir zaman geçmesine rağmen ilk defa şu an bir şeyler dank etmişti sanki. Kelimeyi istemeden de olsa çok rahat bir şekilde söylemiş olması bunu içinden gelerek yaptığı anlamına geldiğini gösteriyordu. Doğru, onun ablasıydım.

"Yarın seni de kaleye götürelim, burada tek kalma," dedim mırıldanarak, gözlerimi önüme çevirdim. Herkes suspustu, bu da içime kapanmamı sağladı.

Endymion, Douglas'ı kolundan tutup yanına çektikten sonra eline vurmasının hesabını sorarken onları göz ucuyla görüyordum. O da ona bir abi gibi yaklaşıyordu, senelerdir birbirlerine alışmış olmalılardı. Ellerimi birbirine bastırdığım sırada Noris ile göz göze geldim. Bana gülümseyip başını salladı, o da kardeşini yeni bulabilmişti, bu konuda beni anlıyordu.

"Ben artık odama çekileyim," dedi Ursula ayağa kalkarken. "Bir duş alıp erken yatarım, uykusuzum."

"Ben de geleyim," dedi Hydra da doğrulup. Sanki bizimle tek kalmaktan çekiniyordu. Bir de bu sefer daha sakin görünüyordu.

"İyi geceler," dedim elimi kaldırıp. Onlar birlikte salondan çıkarken Sharon da ayağa kalktı.

"Ben de Nancy'ye bakayım. Uyandığında beni bulamazsa korkar, burayı tanımıyor," dediğinde anlayışla başımı salladım. Sonuçta benim için bile kaybolması kolay bir yerdi, Nancy kolaylıkla kaybolabilir ve bundan da korkabilirdi.

Sharon da gidince gözlerimi atlardan konuşan Endymion ve Douglas'tan ayırdım, Noris'e baktım. Parmaklarını çenesinde gezdirirken düşünceli görünüyordu. Başımı omzuma doğru eğip onu izledim. Her ne düşünüyorsa oldukça karmaşık bir konu olmalıydı ki mimikleri sık sık değişiyordu.

Noris'in Ağzından;

4 gün önce...

Doğuştan gelen bir yalnızlık hissi olsaydı, buna sahip olduğumu düşünürdüm. Yirmi üç yaşındaydım, bir ailem vardı ve yalnız kaldığım anlar azdı. Sharon'ın ve annemin gidişinden önceki dönemde yani. Ama yine de sanki içimde hep bir şeylerin eksikliği varmış gibi hissederdim.

Bir hayalet gibi geçitten geçip buzullara ayak bastım. Düşüncelerimi kovalamak için bütün evrenleri tek tek gezdim. Bir diğer amacım da değişen bir geçit olup olmadığını kontrol etmekti. Hiçbirinde sorun yoktu, demek ki tek sorun Alrisha ve Dünya arasındaki köprüde olmuştu.

Parmaklarımı şakağıma bastırırken buzları ayaklarımın altında eze eze üzerinde olduğum tepenin en ucuna yürüdüm. O an balkonda durup onların konuştukları konuyu dinlerken bütün zaman kavramım kaymıştı. Duygularıma bir isim koymamıştım o âna kadar. Endymion bunu sesli dile getirdiğinde bir şeyler dank etti. Hissettiğim şeyler bir yanılsamadan ibaret miydi? Gözlerimi şiddetli dalgalara ev sahipliği yapan koca okyanusa indirdim. Eksikliğini hissettiğim şeyin Astrid'de olduğunu düşünmüştüm, bu konuda da mı yanıldım?

Saçlarımı yavaşça çekiştirdim. Aklım gibi kalbim de bulanmış gibi hissediyordu. Kendimle ilgili emin olduğum bir şey varsa o da eğer gerçek bir duygu olsaydı tereddüte düşmeyeceğimdi. Onların birbirine karşı ilgi duyduğunu yeni fark etmiyordum, kör biri değildim, kendimi de bu konuda kandırmazdım. Astrid'in yüzündeki ifadeyi de net hatırlıyorum, bu onu oldukça şaşırtmıştı. Benden böyle bir şey beklemiyor gibiydi. Ben duygularımın oyununa kandıysam, o nasıl bundan sıyrılabilmişti?

"Bundan nefret ediyorum," dedim öfkeyle saçlarımı çekiştirirken. "Nasıl gerçeği ayırt edemem?"

Uzaklaşmam gerekiyordu. Öfkem kendimeydi ama fark etmiyordu, öfkemi kontrol edemediğim anlarda yıkıcı biri olabiliyordum. İstemeden de olsa Astrid'e karşı yanlış bir söz söylemek istemezdim. Onu hayal kırıklığına uğratmış olma düşüncesi de beni delirtiyordu. Başımı iki yana sallayıp saçlarımı serbest bıraktım. Onunla karşılaşmadan önce aklımı toplamam gerekiyordu. Bir de aklımda kalan şeyi yapmam.

"Acaba o kızdaki tuhaflığın sebebi ne?" Başımı omzuma doğru eğdim, kızıl gözlerim okyanusta yüzen buz parçasına takıldı. "O kızda bir tuhaflık vardı ve bunun ne olduğunu bulmam gerekiyor."

Kızın buz mavisi gözleri gözlerimin önüne geldiğinde kaşlarım çatıldı. O gün Astrid'in yaşadığı evdeyken içeri girmesiyle o hissi almıştım. Uzun zamandır arkadaş olduklarını söylemişti Astrid. Bana hissettirdiği tek şey şüphe olmuştu. Gözlerimi kapadım, Astrid'in Philadelphia'daki ailesiyle yaşadığı eve birkaç saniye içerisinde ışınlandım. Hava karanlıktı, evin önündeki ağacın altında dikiliyordum. O kız bu eve yakın bir yerde oturmuyorsa, o gün nasıl ışıkları fark etmişti? Astrid bunun bir tesadüf olduğunu düşünmüş olabilirdi ama ben buna inanmıyordum.

Omzumu ağaca yaslayıp etrafı kontrol ettim, sokak sessizdi, ışıkları yanan evlerden dışarı sızan bir ses de yoktu. Bahçeden çıkıp sokağın sonuna baktım, gelip geçen arabalar dışında da bir şey yoktu. Ellerimi ceplerime sokup yürümeye başladım, nereye gideceğimi bilmesem de sezgisel davranmak en iyisiydi. Bir tilkinin sezgilerinden şüphe edilmezdi.

Geç saatler olmasına rağmen girdiğim cadde gürültülüydü. Yanımdan geçen, yakınımda olan her insanın yüzüne dikkatle bakıyordum. Bir yandan da aklımı diğer konudan uzak tutup bu konuya odaklanmaya çalışıyordum. Cadde boyunca yürüdüm, gözüme çarpan hiçbir şey olmadı. O kızı nerede bulabileceğimi bir şekilde Astrid'den öğrenmeliydim. Tabii ilk önce Astrid ile yüz yüze gelebilmem gerekiyordu.

Ara sokağa doğru döneceğim sırada köşe başındaki küçük kafe dikkatimi çekti. Aslında dikkatimi çeken kafe değildi, kafenin cam kenarındaki masasında oturan kadındı. Onu bulmuş olmanın tatminliğiyle bedenimi kafeye doğru çevirdim. Önünde bir tablet vardı ve pürdikkat tablete bakıyordu. Normal, herhangi bir insan gibi görünse de ona baktığımda hissettiğim şey farklıydı.

Ne yapmalıydım? Gidip ona sende bir tuhaflık seziyorum diyemezdim, muhtemelen deli olduğumu sanırdı. Ve muhtemelen bir tuhaflık varsa fark ettiğimi anlayıp daha dikkatli davranmaya başlardı. Sırtımı önünde durduğum duvara bastırıp başımı omzuma doğru eğdim. İçimdeki bu şüpheyi nasıl gidereceğimi bilmesem de sık sık onu kontrol etmeliydim, belki zamanla bir şeyleri fark eder ya da yanıldığımı anlayıp geri çekilirdim.

Derin bir nefes alıp ara sokağa girdim. Bu konu şimdilik bekleyebilirdi. İki senedir aradığım kardeşimle olan durum daha önemliydi, tuhaf kız sonra da çözülebilecek bir konuydu. Sharon ve Astrid, yeterince kafamın içini dolduruyordu.

Astrid'in Ağzından;

"Merhaba ufaklık," dedi Ashton gülümseyerek eğilip Nancy'nin saçlarını okşarken. Hepimizi burada görmenin onu şaşırttığını yüzündeki ifadeden anlayabiliyordum. Nancy ona şirince gülümsedi, Ashton ise gözlerini bana çevirdi.

"Sharon ve Nancy kalede kalacaklar," dediğimde kaşları havalandı. Sorguyu barındıran gözlerini gözlerimden ayırmıyordu. "Gardiyan evinde uzun süre kalamazlar."

Ashton bir süre daha yüzüme baktıktan sonra yüzündeki bir gülümseme büyüdü, bu gülüş sonra sorguya çekileceğim gerçeğini gizleyemiyordu. Yüzündeki gülümsemeyle Nancy'yi kucağına alıp, "Harika bir haber. Küçük bir arkadaş edindim," deyince Nancy kıkırdayarak ona baktı, Ashton'ı sevmiş olmalıydı. Gerçi daha önce de dediğim gibi, o kendini sevdirmeyi iyi biliyordu.

Sharon rahatsız bir ifadeyle etrafa bakıyordu, Noris güven verircesine omzunu sıkınca derin bir nefes aldı. Sonuçta bizi tanımıyordu ve endişeli hissetmesini anlıyordum. Üstelik yabancılık da çekiyordu, ben de olsam ben de rahatsız hissederdim. Ama elimizde pek bir seçenek yoktu, onları ayrı bir eve sokmaktansa burası daha güvenli olurdu.

"Bir süre bana da katlanacaksın," dedi Douglas, abimin yanında dikiliyordu. Belli etmese de onun da yüzünde bir tedirginlik vardı. Bize alışmış olsa da hareketleri hep temkinliydi.

"Sen benden önce burada yaşıyordun," dedi Douglas'a ama gözleri Nancy'deydi. Doğru, burası bizim olduğu kadar onundu da.

"İşimiz ne kadar sürer bilmiyorum," dediğimde Ashton'ın kaşları çatıldı, ben ona baksam da o bana bakmıyordu. "Biz yokken Briella da sizinle kalacak."

Briella'nın onlarla kalacağını duyunca çatık kaşlarla bana baktı. "Bir sorun mu var? Normalde arkada birini bırakmazsınız," dedi, kucağındaki kızı Sharon'a uzattı. Sharon, Nancy'yi kucağına alınca Ashton bana yaklaşıp tam önümde durdu. "Onlarla mı ilgili?"

Bahsettiği kişilerin bize bakan genç kadın ve küçük kız olduğunu anlayınca başımı salladım. "Tedbirli olmak iyidir. Noris'i de bıraksam iyi olurdu ama benim ona ihtiyacım olabilir."

"Ben onları bir şey olursa korurum, hem Douglas da var. Briella senin yanında olsun," dediğinde uzanıp ellerini ellerimin arasına aldım. Gülümseyerek ona baksam da kaşları düzelmedi.

"Benim yanımda zaten birileri olacak, ki birinin olmasına da ihtiyacım yok. Noris'i istememin tek sebebi koruyucum olması, belki aramızdaki bağla ilgili bir şeyler gerekli olur diye," dedim onu ikna etmek için gözlerinin tam içine bakarken. "Beni merak etme, ben başımın çaresine bakarım."

Bir şey söyleyecek gibi olsa da bir cevap vermedi. Aslında o da biliyordu artık kendimi korumamın daha kolay olduğunu ama yine de endişe etmesini anlıyordum. Abime sarılıp vedalaştıktan sonra Douglas'a da sarıldım. Bu onu olduğu kadar beni de şaşırtan bir şeydi ama dünden sonra sadece bir şeyleri kabullenmenin yetmediğini, bir adım da atmak gerektiğini daha iyi anladım.

Kaleden çıktığımda diğerlerini dışarıda beni beklerken buldum. Briella onlardan ayrılıp bana doğru yaklaştı. "Gelmemi istemediğine emin misin?"

"Onlarla kalman daha iyi olur," dedim, gözlerimi bize yaklaşan Noris'e çevirdim. Endymion, Ursula ve Hydra daha ileride duruyordu.

Noris tam karşımda durup, "Eğer senin için sorun olmayacaksa ben de kalmak istiyorum," dediğinde duraksadım, kızıl gözleri tedirgin bakıyordu.

"Neden kalmak istiyorsun?" Bu soruyu onu bir çıkmaza sokmak için sormadım ama sanki o, o çıkmaza girmiş gibi ikilemde kalarak bana baktı. Elimi omzuna koyup sıktıktan sonra yanından geçerek yürümeye başladım. "Kardeşinle kal."

Diğerlerine doğru yürüdüğüm sırada bakışları bana döndü. Aramızdaki bağ bir yerde işimize yarayabilir düşüncesiyle onu da götürmek istemiştim ama anlaşılan o ki kardeşini yalnız bırakmak istemiyordu. Ben de onu zorlamak istemiyordum. Aksine bir yerde işime bile gelirdi, ben kendimi korurdum ama abim olası bir durumda tehlikede olurdu. Hiç değilse şimdi aklım onda kalmayacaktı.

"Gidebiliriz," dedim diğerlerinin yanına vardığımda. Omzumun üzerinden arkaya baktığımda Noris'in bana baktığını gördüm. Ona içten bir şekilde gülümsedim, bu durumun benim için sorun olacağını düşünmesini istemezdim. "Noris de kalmak istedi, kardeşiyle kalsın. Biz hallederiz."

"Tehlikede olma yüzdemiz arttı, Hydra. Tehlikeyi hissettiğin an kaç," deyip kolunu Hydra'nın omzuna attı Ursula, Hydra ondan biraz uzun olduğu için yürümeye başladıklarında arkadan komik görünmüşlerdi...

Gülerek başımı iki yana sallarken biz de onların arkasından yürüdük. Her ne kadar bu konuda şaka yapsa da Ursula'yı endişelendiren şeyin farkındaydım. İçten içe de bir şey olmaması için dua ediyordum. Bu durumda kendimi biraz suçlu hissederdim. Ama şöyle de bir şey vardı ki, kutular hepimizin sorumluluğundaydı, bu sadece Endymion ve benim altından kalkacağımız bir konu olmaktan çıkmıştı.

Beyaz, uzun gömleğimin iki ucunu da birleştirerek kollarımı bedenime sardım. Altımda gömleğimin hizasında bir şort vardı, gömleğimin altında da kumaşı ince bir büstiyer. Bir an bunları giydiğime pişman oldum çünkü çölde kızarmış bir tavuğa döneceğime emindim. En son gidişimizde orada pek durmamıştık ama şimdi o dağı ararken güneşin altında kavrulacaktık. Ursula çantasında taşıdığı güneş kreminden verse de işe yarayacağını sanmıyordum.

Castor'a geçiş yaptıktan sonra daha önce Endymion ile kullandığımız kapıdan geçip direkt Castor'daki saraya girdik. Ursula ve Hydra üzerlerini değiştirmek için bizden ayrıldılar, biz ise sarayın dışındaki büyük kapının önünde onları bekliyorduk. Serin bir rüzgâr esince rahatlayarak başımı geriye doğru attım.

Elimde hissettiğim dokunuşla irkilip başımı dikleştirerek elime baktım. Endymion bileğimdeki ince tokayı eline aldı, ne olur ne olmaz diye yanıma almıştı. Tokayla birlikte arkama geçtiğinde sessizce bekledim. Saçlarımı ellerinin arasına aldı, parmakları saçlarımın arasında gezerken gözlerim kısıldı.

"Saçların seni daha da bunaltır," derken saçlarımı bir araya topluyordu. Dudaklarımda oluşan gülümsemeyle gözlerimi ileriye diktim. Endymion saçlarımı bir araya topladıktan sonra bileğimden aldığı tokayı saçlarımın etrafına doladı. Toplama işi bitince ona doğru döndüm. Sıkı bağladığından yüzüm biraz gerilmişti ama sorun değildi.

"Teşekkür ederim," dedim gözlerine bakarken. Dudakları yukarı kıvrıldı, avucunu başımın üzerine sürttü.

"Rica ederim," dedikten sonra derin bir nefes alıp elini geri çekti. Üzerine yine gömlek yerine kesik kol bir tişört giymişti. Sanırım o da yanacağının farkındaydı. "Bu sefer içimde bir tuhaflık var. Hydra yardım edecek olsa bile kolay olacağını sanmıyorum."

"Kolay olsa şaşırırım," deyip gözlerimi devirdim, yanaklarımın içini şişirdiğimde gözlerim kısıldı.

Endymion yüz ifademe gülerek kolunu omuzlarıma sararıp beni göğsüne çekti. Yanağım göğsüne yaslandığında tuttuğum nefesi yavaşça dışarı bıraktım. Kollarımı beline sardığımda bedeni kasıldı, artık gülmüyordu. Birbirimize bu şekilde temas etmeye tam olarak alışamadığımızı görebiliyordum.

İçimde ona sarılma isteği büyüyor ama bunu nasıl yapacağımı bilmiyordum. Hep bir şeylere alıştığımdan bahsediyordum, insanların bir şeylere zamanla alıştığından söz ediyordum ama ona temas etmek, bu koca karmaşıklığa alışmaktan da zordu. Şu an ona sarılırken hissettiğim rahatlama, ortadaki tereddütlerimi de yok ediyordu.

"Ashton sana bir şey söyledi mi?" Bu soru içten içe iki gündür sormayı düşündüğüm soruydu. Ne demek istediğimi anladığına da emindim.

"Sadece seni önemsiyor ve benden emin olmak istiyor," dedi sakince, çenesini saçlarıma yasladı. "Aslında ben de daha farklı bir tepki beklemiştim ondan ama onun istediği tek şey senin iyi olman. Ters bir şey söylemedi."

"Buna sevindim. Ashton zaten öyle biri değildir," diye mırıldandım, parmaklarımı beline sürttüğüm sırada içeriden gelen seslerle Ursula ve Hydra'nın yaklaştığını anladım.

Birkaç saniye sonra Ursula, "Şirin şeyler sizi," diyerek yanımıza geldi. Yavaşça Endymion'dan ayrılıp ona baktım. Yarısı siyah yarısı kırmızı olan saçlarını sıkı bir şekilde toplamış, beyaz bir şapka takmıştı. Elindeki diğer beyaz şapkayı bana uzattı. "Tak bunu, yüzünü koru."

Şapkayı alıp minnetle ona baktım. "Teşekkür ederim, şapka iyi bir fikir." Şapkayı takıp Endymion'un topladığı saçımın ucunu şapkanın arka kısmındaki delikten çıkardım.

"Sağ ol beni de düşündüğün için," deyip gözlerini devirdi Endymion.

Ursula yüzünü buruşturarak, "Kendin akıl etseydin," dediğinde kıkırdadım. Ursula bana bakıp göz kırptı.

Hydra da yanımıza gelince gözlerim ona döndü. O ise sarı, kıvırcık saçlarını topuz yapmıştı. O kabarık saçlarla bizden daha fazla bunalacağına emindim, toplaması onun açısından en iyisiydi.

"Hazırsanız Sheratan köprüsüne götüreyim sizi," dediğimde Ursula ikilemde kalmış bir şekilde baktı.

"Senin de gücün ışınlanma falan mı?" diye sorunca gülerek başımı salladım.

"Evet, ışınlanacağız ama bu Noris'ten aldığım bir şey," dediğimde Hydra şaşkın bir ifadeyle bana baktı. Birbirlerinin güçlerini bilmedikleri buradan da belliydi. Avucum havaya bakacak şekilde elimi kaldırdım. Gözlerim avucumdayken avucumda bir ateş büyüdü, ateşin etrafını kırmızı yıldırımlar sardı. "Bu Tilki Çağlayanı. Ateşin oluşturduğu şimşekler, yıldırımlar." Ursula ve Hydra dehşetle oluşturduğum şeye bakıyorlardı. "Bu gücü alırken öldüm. Dokuz canla birlikte dirildim. Biri beni şu an hayatta tutuyor, diğer sekizini de içimde taşıyorum."

Avucumu kapattığımda ateş ve yıldırımlar kayboldu, tekrar açtığımda derimden fırlayan turuncu ip Ursula'nın bileğine dolandı. Ursula irkilerek geri çekildiğinde Hydra'nın kaşları çatıldı. Hydra'ya bakarken aynı bileğimden fırlayan bir diğer ip de onun bileğini sardı.

"Bunlar da size gücümü aktarabilmem için. Sizi de kendimle birlikte götürebilmem için gerekiyor," dediğimde Ursula ipteki şaşkın bakışlarını bana çevirdi.

"Enerjini hissedebiliyorum, çok yoğun," dedi Ursula, başımı sallayarak ona gülümsedim. "Bunlar inanılmaz. Hâlâ güç edinebilecek olmamıza şaşırıyorum."

"Sen de kendi gücünü alacaksın," dedikten sonra diğer bileğimden çıkan iple Endymion'a bağlandım. "Ben de gücümü kazandıktan sonra Endymion'un nasıl hissettiğini anladım. Sen de anlayacaksın." Ursula sessiz kaldı ama onun sessizliğinin altında yatan merakı hissediyordum. "Şimdi gidelim, bizi bekleyen kutular var."

Derin bir nefes alıp odaklanmaya çalıştım. Daha önce gittiğim o mağarayı düşündüm. Castor'un şehir gürültüsü bir anda kesildi. Kapalı gözlerimi açtığımda o tanıdık mağaradaydık. Aslında bu mağaraya gardiyan evindeki köprüye açılan kapıdan da gelebilirdik ama onlara bunu göstermek istemiştim.

Onların bileklerine sarılı olan ipler geri çekilerek bedenime geri döndü. Ursula ve Hydra'nın şaşkınlığı hâlâ sürüyordu. Acaba o ne gibi bir güce sahip olacaktı? Endymion kendi gücünü almadan önce sesindeki farklılığın bilincindeydi, Ursula'da kendinde hissettiği farklı bir şey var mıydı? Onunla ilgili pek bir şey bilmiyordum.

Birlikte sıcak nehrin içine girdik, sudan perdeden geçip Sheratan'a açılan köprüye doğru yürüdük. Islanan kıyafetlerimizle köprüde ilerliyorduk. Önümde yürüyen Ursula'nın bedenindeki gerginliğin farkındaydım. İki kutuda da gardiyan olarak Endymion ve ben vardık, şimdi o da bu işin içine giriyordu. Dışarıdan izlemek, görmek kadar kolay değildi bu işin peşinde koşmak ve Ursula da bunu biliyor olmalıydı. Onu nelerin beklediğini bilmemek de her insan gibi onu da tedirgin ediyordu.

Kızıl duvardan geçip Sheratan'a ayak basmamızla bunaltıcı hava da etrafımızı sardı. Kayanın içinden çıkıp kızgın kumların üzerinde ilerledik. İşe bir yerden başlamamız gerekiyordu ve aklımızda olan tek fikir de Hydra'nın söylediği şeydi.

"Ben bendeki canlardan birini sana verdiğimde ne olacak?" diye sorduğumda Hydra durup bana doğru döndü.

"Onun enerjisiyle benzer bir enerjinin etrafımızda olup olmadığına bakacağım," dedi ellerini beline yerleştirip. "Alanı istediğim kadar genişletebilirim. Bu enerjinin benzeri olan bu evrende tek bir enerji varsa, başka bir yere gitme gereği de kalmaz."

"Koca evreni nasıl hissedeceksin ki?" Hydra soruma karşı gülümsedi. Onun bana karşı iyi yaklaştığı nadir anlardandı. Dünden bu yana bana, hatta Ursula haricindeki diğer insanlara karşı olan davranışları çok normaldi. Böyle olunca da şaşırmadan edemiyordum.

"Beni internet olarak düşün, sana internet gibi saniyesinde sorunun cevabını veremem belki ama yine de hızlı verebilirim," dedi sakince. Ursula da dikkatli gözlerle onu izliyordu. "Onu bir madde olarak düşün, içinden çıktığını ve bir maddeye dönüştüğünü. Sanırım bu işe yarar."

"Pekâlâ, deneyelim," deyip gözlerimi yumdum. Tepemizde dikilen güneş beni fazlasıyla rahatsız ediyordu. Hydra'nın dediği gibi içimde dolanan o sekiz tane küçük, enerji topu gibi olan yaşama odaklandım. Onları hissediyordum ama nasıl çıkaracağımı bilmiyordum. Bir süre denedim, bir enerji gibi içimden çıktığını düşündüm ama düşündüğüm şeyler hiçbir şeye yaramıyordu. Sıkıntıyla bir nefes verip kapalı gözlerimi araladım. "Olmuyor böyle."

"Bence kendini fazla kasıyorsun," dedi Endymion, arkama geçip kollarını belime sardığında duraksayıp ona baktım. Bir elimi tutup öne doğru uzattı, avucum yukarı bakacak şekilde elimi açtım. Çenesini omzuma yaslayınca yavaşça yutkundum. "Sakince odaklanmaya çalış. Avucundan çıkardığın o yıldırımlar gibi düşün. Bir gün birine hayat vermek istersen nasıl yapacağını biliyor olmalısın. Kapat gözlerini."

Onu dinleyip gözlerimi kapattım, eli elimin altındaydı ve elimi havada tutuyordu. Haklıydı, olur da bir gün biri için kullanmak istersem, o zaman ne yapacaktım? Peki o adam ne yapmıştı? Benim olduğu gibi onun da birden fazla canı vardı, bunu biliyordum. O hepsini kullanmış mıydı?

Bedenimde gezinen o hayali topları düşündüm. Damarlarımda ilerleyerek avucumdan fırlayan kızıl şimşekler gibi avucuma ilerlediği ânı hayal ettim. İçimde hissettiğim o hareketlilik beni heyecanlandırırken Endymion'un arkamdaki varlığı da beni rahatlatıyordu. O enerji topu damarımın içinde sıcak kanımla birlikte ilerledi. Sanki içimdeki bir gözdüm, damarımda ilerleyişini izliyordum. Bedenimdeki artan sıcaklığın sebebi ne tepemizdeki güneşti ne de belime sarılmış olan adamdı. Sebebi bir alev topu gibi avucuma ilerleyen şeydi.

Endymion'un elimin altındaki eli geri çekildi, bedenime yaslı olan bedeni de benden ayrıldı. Gözlerimi araladığımda gözlerim, avucumda bir alev topu gibi yanan, tenime temas etmeden havada duran şeye takıldı. Yuvarlaktı, kızıl-turuncu bir rengi vardı ve ışık yayıyordu. Diğerleri gibi ben de şaşkınca ona baktım. İçimde dolandığını hissettiğim şey böyle mi görünüyordu?

"Başardın," diye mırıldandı Endymion arkamdan, şaşkınca başımı salladım. Aslında basitti, artık nasıl yapacağımı biliyordum.

Hydra elini bana doğru uzatınca gözlerimi elime çevirdim. "Eminsin değil mi?" diye sorduğumda yutkundu, başını sakince salladı. Ona yaklaşıp elimdeki ışık saçan topu onun eline doğru ittim. Ursula korkuyla Hydra'nın omzunu tuttu.

O kızıl top şimdi Hydra'nın avucunun üzerinde asılı duruyordu. Hydra'nın göz bebekleri büyüdü, dikkatle onu izledim. Gözlerini yumarak derin bir nefes aldığında avucundaki top daha güçlü bir ışıkla parladı. Hydra gözleri kapalı bir şekilde yavaşça kendi etrafında dönmeye başlayınca geri çekildim, Ursula da geri çekilmişti.

"Espada, Shelter, Kraujas," diye tuhaf kelimleri arka arkaya sıraladığında kaşlarım çatıldı.

"Buradaki diğer çöllerin adı," dedi Ursula bana açıklamak ister gibi. Omzumun üzerinden Endymion'a baktım. Tam arkamda durduğu için onu göremeyip başımı kaldırdım. Hydra mırıldanarak kendi etrafında dönmeye devam ederken onu izliyordu.

Hydra her ne yapıyorsa elindeki bana ait olan şey daha da canlandı, bir kalbin kan pompaladığı gibi genişleyip daralıyordu. Bulunduğumuz yere normal insanlar gelemiyordu ama yine de etrafımı kontrol ediyordum. Sonuçta Aidoneus ya da Sobek normal bir insan değildi. Terden ıslanmış karnıma elimi bastırıp yüzümü buruşturdum. Her geçen saniye güneşin altında biraz daha kavruluyordum.

Hydra aniden durdu, elindeki top patlamak üzere olan bir ışık topu gibi ışık yaydı, Hydra susunca onun ışığı da geri kesildi. Nefesimi tutup gözlerimi yüzüne diktim. Kapalı göz kapaklarının arkasındaki gözleri hızla hareket ediyordu, kaşları çatıktı. Gözlerini bir anda açıp elindeki topu bana doğru attığında donup kaldım. Bir alev topu gibi bana doğru geldi, göğsüme çarptı, görünmez bir cisim gibi göğsümün içine girerek olduğum yerde sarsılmama neden oldu. Az önce tuttuğum nefesi sesli bir şekilde dışarı bırakırken elimi göğsüme yasladım, şaşkın gözlerle Hydra'ya baktım.

"Onu kendimde kullanmadığım için yok olacaktı," dedi Hydra avucunu alnına yaslayıp. "Bir an beni öldüreceğini sandım."

Ursula ona yaklaşıp titreyen elini omzuna koyduğunda göğsümde duran elim kayarak karnıma indi. O topun tekrar içimde dolanmaya başladığını hissediyordum. Endymion ters ters Hydra'ya baktıktan sonra elini belime bastırarak, "İyi misin?" diye sordu.

"İyiyim," deyip Hydra'ya, "Sana bir şey olmadı değil mi?" diye sakince sordum. Demek ki kullanılmadıklarında kendinilerini yok ediyorlardı.

"Sorun yok," dediğinde dudaklarımı birbirine bastırıp başımı salladım. "Yerini buldum sanırım."

Gözlerim irileştiğinde, "Gerçekten mi?" diyerek öne atıldım. "Nerede?"

"Ingozi çölünde," dediğinde Ursula başını eğerek ona baktı. "Güneyde kalıyor. O çölde zaten tek bir dağ var. Hem sandığımız gibi de yasaklı çöllerden biri değil."

"Neden bu kadar kolay oldu?" dedim kendi kendime mırıldanarak. Nerede olduğunu bir geçitten geçmeden görmüştüm ve sadece bir dağ görmeme rağmen o dağı Hydra sayesinde kolayca bulmuştum. Bizi daha çok zorlayacağını düşünmüştüm.

"Hava kararmadan gidip bir bakalım," dedi Endymion bana dönüp. Derin bir nefes alıp bileklerimden fırlayan iplerle onların bileklerini sardım. İçimde bir huzursuzluk oldu ama şu an buna kafa yorarak enerjimi de düşürmek istemedim.

Gözlerimi kapatıp Hydra'nın bahsettiği çölü düşündüm. Ingozi çölü. Etrafımda havalanan kumları hissediyordum. Tepedeki güneşin yaydığı ısı anlık kesildi ama birkaç saniye sonra daha sıcak bir şekilde bedenimi sardı. Gözlerimi araladığımda şimdi başka bir yerdeydik. Havanın boğuculuğu yüzünden nefes almam bile zorlaştı. Ursula ellerini sallayarak yüzünü serinletmeye çalışırken etrafıma bakındım, sanki kumdan başka bir şey yoktu ama arkamı döndüğümde o koca dağı gördüm.

O adamı düşündüm. Tekrar o dağın dibinde onu yürürken gördüğüm ânı hayal ettim. Tıpkı o görüdeki gibi onu takip ettim. Ben yürümeye başladığımda diğerleri arkamdan geliyor muydu bilmiyordum. Onun hayali görüntüsü önümdeydi, bana sanki tekrar yolu gösteriyordu. Diğerlerinin de adım seslerini ayaklarının altında ezilen kumlardan dolayı duyuyordum. Ne yaptığımı bildiğimi düşündüklerinden sessizlerdi. Ne yaptığımı biliyordum.

Adamın hayali görüntüsüyle bir süre yürüdük. Tekrar o dağın kenarında durdu, yüzünü dağa çevirdi. Elini dağdaki oyuğa uzattı ama artık orada bir oyuk yoktu. Çıkarken o deliği kapattığını hatırlıyordum. Şimdi o adam yoktu, ben o adamın durduğu yerde durmuş onun baktığı yere bakıyordum. Nasıl geçiti açacaktık?

"Burada bir oyuk vardı, bir kapı," deyip elimi taş yüzeye sürttüm. "İçerideki işini halledip çıktı, kapıyı kapattı."

"Ee biz bunu nasıl açacağız?" Ursula yanıma gelip o da benim gibi elini taşa sürttü. "Keşke bir çekiç falan alsaydık..."

"Kutunun sahibinin falan mı dokunması lazım acaba," dediğinde Endymion, taşa dikili gözlerim dondu.

"Kutunun sahibi," diye mırıldandığımda Ursula'nın da bakışları bana döndü. O ânı hatırladım. Adamın kutuyu taş anıtın içine koyarken söylediklerini, geçiti kapatırken gözlerime bakarak kurduğu cümleyi. "Sen geri çekil Ursula." Ursula duraksasa da bir şey söylemeden birkaç adım geri attı.

"Bir şey yapacak gibi duruyorsun," dedi Endymion hemen yanımda durup. Ursula gibi geri çekilmemişti. "Dikkatli ol."

Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi.

Tam elimi tekrar taşa bastıracakken etrafımızda bir gürültü koptu. İrkilerek geri çekildim. Dördümüz de arkamızı döndüğümüzde bizi karşılayan görüntü, biz düzine atlı insandı. Ben şaşkınlıkla at üzerinde bize doğru gelen insanlara bakarken Ursula, Hydra'yı kolundan tutup arkasına çekti.

"Geldiğimizi anlamışlar," dedi Hydra, Ursula'ya karşı direnirken. Onun arkasında kalıp saklanmayı istemiyordu.

Endymion ile birlikte öne çıkıp onların yanında durduğumuzda, "Onlar kim?" diye sordum, bu şekilde durursak birkaç dakika içinde yanımıza gelmiş olurlardı.

"Hydra'nın kim olduğunu bilen insanlar. Hydra'yı istiyorlar çünkü söylediklerine karşı insanları inandırmak için ıspat gerekiyor," dedi Ursula öfkeyle. "Bunu sonra konuşuruz. Hydra, leopara dönüşemez. Hızlı koşarsak da istediklerini vermiş oluruz. Bir şey yapın."

"Ellerindekilere bakılırsa bizi öldürme niyetindeler," dedi Endymion başını omzuna doğru eğip. "Biz de onlardan önce davranırız."

"Hayır, o şekilde halledemeyiz. Dağa yaklaşın, arkanızı dönün," deyip öne çıktım, onlar ise sorgulamadan dediğimi yaptılar çünkü başka bir fikirleri yoktu. Elimi arkama götürüp avucum yere bakacak şekilde uzattım. Yaklaşmışlardı, bu yüzden yüzümü görmemeleri için başımı eğdim, şapkanın ön kısmı yüzümü gizlerdi.

Yere bakan avucumun içinden çıkan kızıl şimşeği göremesem de hissediyordum. Şimşek kumların altına girdi, yanımdan geçerek ilerlemeye başladı. Kum, altında bir yılan varmış gibi kabarıyordu. Adamların bunu fark ettiğini bağırışlarından anlayabiliyordum. Enerjimi yoğunlaştırdım, şimdi şapkamın altından ilerleyen şimşeği izliyordum. O şimşek onların önüne kadar gitti, aniden gürültüyle kumları havaya kaldırdığında bağıran adamların ve atların sesini duyuyordum.

Başımı yavaşça kaldırdım. Havalanan kum bir perde gibi onların önünü kesmişti. Fazla zamanımız yoktu. Hızla diğerlerinin yanına dönüp elimi duvara bastırdım. "Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi." Söylediğim bu cümle, elimin altındaki koca dağın titremesine neden oldu. Elimin olduğu yerdeki kaya, sanki yuvarlak bir kapakmış gibi ileri doğru açıldı, ardından yana doğru kaydı.

"Çabuk olun, bu onları fazla oyalamaz," dedikten sonra hızla açılan geçite girdim. Onlar da arkamdan koşar adımla içeri girince elimi yuvarlak taş şeklindeki kapağa bastırdım. "Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi."

Yuvarlak taştan kapak tekrar hareketlendi ve aynı yerine oturarak dağla bir bütün hâline gelerek geçiti gizledi. Zifir bir karanlıkta duruyorduk, duyduğumuz tek şey birbirimizin nefes sesleriydi. Elimi uzatıp avucumdan bir ateşin fırlamasına izin verdim. Ateşin içinden birbirine çarparak uzayan yıldırımlar geçit boyunca uzandı ve yolumuzu aydınlattı.

"Daha çok dikkat çektik, hem de bir düzine insana," dedi Ursula kolunu sıvazlarken.

"Koşup kaçsaydık bu onları şüphelendirirdi, burada bir şey olduğunu düşünüp beklerlerdi ve buraya girmemiz zorlaşırdı," dedikten sonra derin bir nefes aldım. "Onlarla savaşsaydık zarar gören de onlar olurdu. Kimseye şu an için bir zarar vermek istemedim. Burada işimizi halledip gidelim. Burayı benden başkası açamaz zaten, bir daha da bizi görmezler."

"Bu bile fena azar yememize yetecek," dedi Endymion yanımızdan geçip yürümeye başlamadan önce. Gözlerimi kısarak arkasından baktım. Neden azar yiyecekmişiz?

Homurdanarak arkasından yürüdüm. Etrafa yaydığım kızıl yıldırımlar dar geçiti aydınlatıyordu. Endymion başını eğerek yürüse de biz ona göre daha rahat hareket ediyorduk. Bu yolun bizi direkt sonuca götüreceğini bildiğimden herhangi bir müdahalede bulunmadım. Birkaç dakika sonra yolumuz o tanıdık yere açıldı.

Yüzyıllar geçmişti ama hâlâ aynı duruyordu. Duvarlarda parlayan o değerli taşlar bile aynı görünüyordu. Dördümüz de basamaktan inip ortada dikilen anıtın önünde durduk. Ben söylemesem bile kutunun nerede olduğunu biliyorlarmış gibi anıta bakıyorlardı. Bir iki adım atıp anıta yaklaştıktan sonra elimi taş yüzeye bastırdım.

"Burada. Sanırım geçit gibi bunu açacak olan da benim," diye mırıldandım. Elimi üst kısmına doğru sürterek kaydırdım. Bu kısım dikdörtgen anıtın kapağıydı. Aslında hâlâ burada olduğuma inanamıyordum.

"Hemen alıp gidelim, hâlâ diken üstündeyim," dedi Ursula sessizce. Hydra hiçbir şey söylemiyordu ama ona baktığımda bile bedeninin kaskatı olduğunu görebiliyordum.

Elimi taş kapağa sürtüp, "Kutuyu sahibi açar, seni de tilki sahibi," diye mırıldandığımda, kalın, dikdörtgen kapak hafifçe havalandı. İçimde oluşan heyecanla kapağın hareketlerini izliyordum. "İşte bu kadar."

Kapak daha da havalanıp kenara doğru hareket etti. Ellerimi taşa bastırıp parmak ucumda yükselerek anıtın içine doğru eğildim. "Bekle," dedi Endymion, o yanıma geldiğinde geri çekildim. Boyu uzun olduğu için daha rahat kutuyu alabilirdi. Sonuçta kutuya dokunmamızda bir sakınca yoktu, sadece açamazdık.

"Astrid," dediğinde Endymion, heyecanla ona baktım. Gözlerini anıtın içinden ayırıp yüzüme indirdi. "Burada kutu falan yok."

🦂

Selaaam, faka bastık... Genelde bütün yorumları okumaya çalışıyorum. Bir önceki bölümün yorumlarından anladığım kadarıyla da bölümü sevmişsiniz, umarım bu da sevdiğiniz bir bölüm olmuştur❤️❤️

Şimdilik bir sorun çıktı ama bu sorun halledildikten sonra farklı bir sorunla daha uğraşacağımız bölümler olacak. Gardiyanlarımızın tek problemleri kutular değil yani...

Diğer bölümde bebeklerimin arasında bir romantiklik, bir küçük yakınlaşma da olacak. Şimdiden gözlerim kalp şeklini aldı.🤺

13 Temmuz 21:00'da yeni bölümü yayımlayacağım. Kendinize iyi bakın, görüşmek üzere ❤️✨

Ig: akrebinkalbiofficial

Continue Reading

You'll Also Like

1.1M 81.2K 64
UYARI! Son 10 bölüm kitap olacağımız için kaldırılmıştır, bizi Parola yayınları hesabından takip edebilir, basıldığımızda kitapçılardan ulaşabilirsin...
11.6K 1.8K 52
ilk kelime: 11 aralık 2022 *dikkat! bu bir çocukluk aşkı hikâyesi değildir* "Yoyo: Dikkat et, sağında arı var. Kendimi tutamadan sağ tarafımı kontro...
5.1K 890 12
Gökdemir ve Ülkü, lisede birbirlerine aşık olmuş ancak henüz sevgili bile olamadan yolları kötü ayrılmış iki gençtir. Yıllar sonra üniversitede yenid...
MAHBERAN By ARTEMİSİA

General Fiction

27.2K 4.9K 11
Düşmüş Melekler Serisi Üçüncü Kitap. ⚔️ Elena Vladimirs, Paris'e gerçekleştirdiği gezi sırasında karşısına çıkan adam ile eğlenceli vakit geçirebilec...