GÖLGE KANI

By yzrperest12

223K 19.8K 11.7K

Eleanor için kurt adam, vampir ve büyücülere inanmak kolaydı. Sonuçta o, anne ve babasının kurt adamlar ve va... More

BÖLÜM 1: IŞIK
BÖLÜM 2: DELİLİK
BÖLÜM 3: MASUMLUĞUN RENGİ
BÖLÜM 4: SÖZLER
BÖLÜM 5: YARANIN YARASI
BÖLÜM 6: KIZ ÇOCUĞU
BÖLÜM 7: HIÇKIRIK
BÖLÜM 8: KATİL
BÖLÜM 9: YARATIK
BÖLÜM 10: SAF NEFRET
BÖLÜM 11: YANSIMALAR
BÖLÜM 12: ACIMASIZLIK
BÖLÜM 13: BİLİNMEZLİKLER
BÖLÜM 14: SATRANÇLAR ve OYUNLAR
BÖLÜM 15: AKIL OYUNLARI
BÖLÜM 16: MERCAN
BÖLÜM 18: KARANLIĞIN GÖLGELERİ
BÖLÜM 19: BAKMAK ve GÖRMEK
BÖLÜM 20: SİYAH ve BEYAZ
BÖLÜM 21: KİBİR
BÖLÜM 22: BELALAR
BÖLÜM 23: BİR DAMLA
BÖLÜM 24: İMKÂNSIZLAR
BÖLÜM 25: KALP KALBE
BÖLÜM 26: KARŞILIK
BÖLÜM 27: GÜLÜMSEMELER
BÖLÜM 28: YABANCILAR ve YALANCILAR
BÖLÜM 29: AV
FİNAL: ZAAFLAR
S2-BÖLÜM 1: CANAVARLAR
S2- BÖLÜM 2: BAŞLANGIÇLAR
S2- BÖLÜM 3: ZAFERLERİN KARANLIĞI
S2- BÖLÜM 4: İPLER
S2- BÖLÜM 5: DÜŞÜŞLER ve KALKIŞLAR
S2- BÖLÜM 6: DÖNGÜ
S2- BÖLÜM 7: FERYAT
S2- BÖLÜM 8: GEÇMİŞİN KÜLLERİ
S2- BÖLÜM 9: PUSU
S2- BÖLÜM 10: TUTSAK
S2- BÖLÜM 11: İÇİNLER
S2- BÖLÜM 12: OLANLAR ve OLACAKLAR
S2- BÖLÜM 13: DELİLİĞİN OYUNLARI
S2- BÖLÜM 14: HESAPLAR
S2- BÖLÜM 15: YÜKLER
S2- BÖLÜM 16: KİRLİ RUHLAR
S2- BÖLÜM 17: KARTLAR
S2- BÖLÜM 18: RİSKLER
S2- BÖLÜM 19: DELİLİĞİN SINIRLARI
S2- BÖLÜM 20: UMUTLAR
S2- BÖLÜM 21: KAN GÖLETİ
S2- BÖLÜM 22: FIRTINANIN İZLERİ
S2- BÖLÜM 23: ÇARESİZLİK
S2- BÖLÜM 24: ŞÜPHELER
S2-BÖLÜM 25: İHTİYAÇLARIN YARALARI
S2- BÖLÜM 26: PARADOKS
S2- BÖLÜM 27: AÇIK KALAN YARALAR
S2- BÖLÜM 28: ÇIĞLIKLAR

BÖLÜM 17: GÜÇ

4.6K 436 297
By yzrperest12


Yine ve yine hollaaaaaa diyorummmm!

Nasılsınızz bakalımmmm?

Umarım daha iyi olursunuzzz!

İyi değilseniz de...

Boş verin, her zaman iyi olmak zorunda değiliz. İçinizdeki duyguları yaşayın. Her duygu yaşanmak için var sonuçtaaa :))

Öyle içimden geldi...

Diyorum ki ... OY VE YORUMLARI ÇIKIŞABİLİR MİYİZZZ???

Teşekkür ederimm.

İyi okumalar dilerimmm!

🌜🌚🌛

"Ben sandığınızın aksine güçsüz değilim. Hiçbir zaman olmadım. Bu olaylar arasında da olmayacağım."

🌜🌚🌛

Salondaki gerginlik had safhadaydı. Herkes susmuş Marcus'a bakıyordu. Ben de bakıyordum dolayısıyla lakin Marcus geldiğimden beri bana gözlerini hiç değdirmemişti. Ve bu da beni daha fazla strese sokuyordu. Ne olmuştu da şimdi hiç benden yana bakmıyordu ki?

O tekli koltukta otururken tüm dikkatimi ona vermiştim. "Konuşmayı planlıyor musunuz?" diye sordum daha fazla susmayı reddederek. Marcus yine bana bakmadı.

"Watson büyünün riskleri neler?" dedi Marcus gözlerini Watson'a yönelterek.

"Eğer vücudu bu koruma büyülerini kaldıramazsa ölüm ihtimali var." Gözlerim ardına kadar açıldı. Şokla Watson'a baktım.

"Ölüm ihtimali mi?" dedim Watson'a hâlâ şokla bakmaya devam ederken. "Herhâlde bu büyüyü yapmayacağız, değil mi?" diyerek döndüm Marcus'a.

"Büyüyü sen mi başlatırsın yoksa ben mi başlatayım?" Sesi düzdü, tek bir şüphe dahi içermiyordu.

"Sen ne saçmalıyorsun?!" diye ayaklandım oturduğum yerden. Bakışları yine de bana dönmedi. "Ölüm ihtimalim olan bir şeyi üzerimde deneyemezsiniz!"

"Yoksa kendine güvenmiyor musun?" diye sordu Sarah alayla. Ama bu alayın altında yatan beni cesaretlendirme isteğini biliyordum.

"Bu benim kendime güvenip güvenmeme meselem değil! Ölüm..." Sesimi bölen ses bir baltadan daha keskindi. Ölmek istemiyordum.

Ölebilir miydim?

"Ölemezsin Eleanor." Gözlerimi tekrardan Marcus'a çevirdim. Bu dediğinin üzerine kaşlarım çatılmıştı. Kara harelerinin hedefi şimdi ela harelerimdi. "Sen bir gölgesin. Birkaç şey dışında seni hiçbir şey öldüremez."
İki kaşımın ortasındaki çukur derinleşti.

"Birkaç şey nedir?"

"Bunu benim dışımda kimsenin bilmesi gerekmiyor." Diğerlerinin sitem dolu bakışları Marcus'u buldu. "Senin bile."

Kaşlarım havalandı. "Niye öğrenince kendimi mi öldürürüm?" diye sordum alayla. Marcus bana bakmaya devam etti. Cidden düşünüyordu! "Ben asla kendime zarar vermem!"

"Bunun hakkında ciddi şüphelerim var." dedi Sarah alayla. Ona üstten bir bakış attım. Yüzü ciddileşirken gözlerine ifadesizlik yer etti. "Öyle bakma. Bu olaylara daha yeni girdin, Eleanor Parker. Daha hiçbir şeyi kavramadın. Kavramış olsan ona böyle diklenmeyi geç konuşamazdın bile." dedi Marcus'u başıyla işaret ederek

"Sen de ona diklenmiştin diye hatırlıyorum ben." Bakışları gerginleşti. "Üstelik benim dokunulmazlığım var."

"Bize göre var. Sana zarar verenlere göre yok." dedi Alissa gergin bir sesle. Gözleri Marcus'a doğru kayıyordu. Marcus'un gözleri ise bendeydi.

"Acaba ben de senin tekniğini mi uygulasam Marcus? Korkutma tekniği. Belki benden de korkarlar." Yandan bir kahkaha sesi geldi. Bu Sharon'a aitti.

"Senden mi korkacaklar?" dedi alayla. "Daha yaptığın tek bir şeyin arkasında bile duramayan, zarif, narin, patavatsız bu kızdan mı korkacaklar? Sen kendinde misin acaba?" Başını iki yana salladı. "Ben bile senden korkmuyorum. Çünkü kimseye bilerek zarar vermeyecek kadar insansın. Ve bu camiada tatlı kız, kimse insanlardan korkmaz. İnsanlar bizim yemek kaynağımız." Yutkundum. Doğruydu. Bile isteye kimseye zarar veremezdim. Ben o kadar acımasız değildim. En azından hak edenler dışında zarar veremezdim.

"Doğru." dedi Lauren sakin bir sesle. "Gölge olman herhangi bir şeyi değiştirmez. Sen hâlâ sensin Eleanor." Koltuğa, Sarah'ın yanına tekrar oturdum.

"Haklısınız." Omuz silktim. "Zaten gerek de yok. Marcus benim yerime herkesi korkutuyor." İçimdeki gülme hissini bastırmadım. Ben ne yaşıyordum? Oturmuş insanların benim ölüm ihtimallerimi konuşmasını dinliyordum. İnsanları nasıl kendimden korkutacağımı konuşuyordum. Kara büyüler, vampirler, kurt adamlar, halisünasyonlar, akıl oyunları... Bütün saçma sapan kavramlar başımın ortasında dönüyordu. En azından eskiden insan olduğumdan emindim. Şimdi dünya üzerinde yaşayan tek gölgeydim. Adımdan bile emin olmayacak raddeye gelmiştim. Beni sevmeyen insanların arasında oturup konuşuyordum. Sevilmediğim ortamlarda salise bile durmayan ben şimdi beni sevmeyenler topluluğunun ortasında durmuş ölüm ihtimallerimi tartışıyordum. Arkadaşım dediğim insandan yediğim kazıklar da vardı. Bu hayatta sahip olduğum tek kişiye de sahip olmadığımı bilirken şu an odamda hüngür hüngür uğradığım ihanet yüzünden ağlamam gerekiyordu lakin ben burada tüm bu olaylar karmaşası içerisinde kahkahalar atarak gülüyordum. Komikti. Yıllarca deli olarak anılmama sebebiyet veren bu varlıkların şu an karşımda benim ölüm ihtimallerimi tartışmaları komikti. Komikti. Beni sevmeyen insanların arasında kalabilmem komikti.

"Sonunda kafayı sıyırdı." diyen ses Lauren'a aitti. Kahkahalarımın arasında sesini zar zor duyuyordum. Kahkaham yavaş yavaş dinerken gözlerim sulanmıştı. Herkesin gözü bendeydi. Marcus hariç hepsinin dudağında hafif bir tebessüm vardı. Hatta Sharon'da bile. Ama Marcus sanki beynimden geçenleri biliyormuşçasına, kahkahamın sevinçten değil üzüntüden olduğunu biliyormuş gibi gözlerini bana dikmişti. Gözlerini benim ona bakmam ile çevirdi.

"Bu kadar zevzeklik yeter. Lauren ve Sharon siz çıkın. Kara büyüye yoğunlaşacağım." Böylelikle büyüyü onun başlatacağı mesajını herkese verdi. Dudaklarımı bastırırken içimde hafif bir ürperti vardı ama korkmuyordum. Ne de olsa üzerimde zaten bol bol kara büyü denenmişti. Üstelik düşününce Marcus ucunda ölüm ihtimalim olan bir şeyi benim üzerime denemezdi. Diğerleri evden giderken kaşlarım çatıldı.

"Evden mi çıkmaları gerekiyordu?" diye sordum şaşkınlıkla. Yani, neden evden çıkıyorlardı ki?

"Kara büyünün enerjisi dahi kötüdür. Üstelik kara büyü yaparken sana verdiklerinin karşılığında o da senden bir şey alır." Çatık olan kaşlarım havalandı. Gözlerimi büyüterek onlara baktım.

"O zaman neden bana bu büyüleri yapacaksınız ki?" diye sordum şokla. Bu tehlikeliydi. "Sizin için de tehlikeli olmalı."

"Bizim işimiz tehlike zaten Eleanor."

"Ayrıca bunu yaparak dikkatleri üzerimize çekmiş olacağız. Çoğunlukla Marcus çekecek ama olması gereken bu." Başını iki yana salladı. "Eğer Müdürler bile Meclis'in seni bulmasını istemiyorsa bunun için gerçekten sağlam sebepleri olmalı."

"Bu Meclis..." Marcus anında cümlemi ortadan ikiye kesti.

"Bu kadar oyalanma yeter." Gözlerini benden almış Watson'a çevirmişti. "Kitabı getir."

"Marcus bunun bedeli ağır olacaktır. İki taraftan da." Marcus'un buz gibi bakışları Watson'da kitlendi. "Eminiz, değil mi?" Biz.

"Sence bedellerden korkuyor muyum Watson?" Watson'ın gözleri beni buldu.

"Korkmalısın. Eğer ödeyeceğin bedeller sana zarar verirse ona da zarar verir. Onun asıl koruyucusu biz değiliz, sensin Marcus. Yapacağın şeyleri bunun gözetiminde yap." Marcus'un bir anlık gözleri bana değdi.

"Yapacağım her şeyi zaten yeterince gözlemliyorum." Arkasına yaslandı. "Git getir şu kitabı."

"Ne gibi bir bedel ödeyeceksin ki?" diye sordum merakla. Ama sesimin altında yatan endişe kendini ucundan da olsa gösteriyordu.

"Endişelenme, Eleanor. Hepimiz hayatımız boyunca buna benzer bedeller ödedik." Sesinde alay vardı ve anlamadığım bir şekilde bir şeyden keyifleniyordu.

Dışarıdan hafif bir yağmur çiseleme sesi geliyordu. Gözlerim büyük cama kaydı. Ormana bakarken gözlerimin önüne o parlak mercan gözler geliyordu. O yırtıcı gözler sanki beni her an görebilirmiş gibi ürperdim. "Eleanor tekli koltuğa geç." Watson merdivenin başında belirdi. Ayağa kalkarken Watson'a bir bakış attı. Ben de tıpkı Marcus, Sarah ve Alissa gibi ayağa kalktım. Sarah'a baktı. "Sen kara büyünün enerjisinin çok yayılmasını engelle. Nasıl bir büyü yaptığımızı bilmesinler ama kara büyü yaptığımızdan emin olsunlar. Alissa sen de karanlık objelerin içindeki kara enerjiyi Watson'a ilet. Watson da bana büyüde yardım edecek. Sen de orada öyle dikilme. Geç otur." Beklemeden diğer yanda duran tekli koltuğa oturdum.

"Enerji çok fazla geldiği ilk an bırak, Marcus. Onu korumak için başka bir yolunu buluruz." Sarah arkadan iki tane sandalye getirirken bir anda üzerinde oturduğum tekli koltuk arkaya doğru ilerledi. Koltuğun kolçağına sıkıca tutundum. Galiba bir anda böyle büyü yapmalarına alışmam zor oluyordu.

"Benim ekstradan bir şey yapmam gerekli mi?" diye sordum sessizce.

"Hayır." dedi Sarah sandalyeleri çapraz bir şekilde yanıma koyarken. "Belki zihnini boşaltıp büyüyü daha iyi kabul edebilirsin. Bundan başka bir şey yapabileceğini sanmıyorum." Başımla onu onayladım. Alissa hızla merdivenlere tırmanırken Watson ve Marcus kitaba gömülmüş tüm püf noktaların üzerineden yeniden geçiyorlardı. Sarah ise benim başımda öylece dikilmişti. "Korkuyor musun?"

"Hayır." diye yanıtladım onu.

"O zaman ilk başta niye karşı çıktın?" Ona aşağıdan ters ters baktım.

"Sen ölüm ihtimalin olan bir şeyin sana yapılacağını öğrendiğin an daha farklı bir tepki ver olur mu?" Göz devirerek önüme döndüm. Alay dolu kıkırtısı kulaklarıma doldu.

"Benim hayatta olmam zaten bir ölüm riski Eleanor." Bu cümle içimi ürpertti. Boğazım kururken dilimle dudağımı yalamak istedim. Marcus ile Watson'a yanağımın içini kemirerek baktım. Watson da tıpkı benim gibi hafif sakallar çıkmaya başlamış olan yanağının içini kemiriyordu. Çene kasları gergindi. Marcus ise önündeki eski kitabı kaşları çatık bir şekilde okuyordu. Saçları alnına dökülmüştü, uzun kirpikleri okuduğu şey ile birbirine yaklaştı. Hafif kıvrıma sahip kaşları da onunla aynı orantıda çatıldı. Dudakları iki vagonun birbirine tutunması gibi sıkı sıkıya birbirine bağlıydı.

Alissa elindeki bir ahşap ev, küçük sarı bir defter, masa lambası, bir saksı ve bir çalar saat ile geri döndü. Watson ve Marcus kısa bir bakışmanın ardından bize doğru döndüler. Alissa elindeki eşyaları beklemeden etrafımızda daire olacak şekilde sıralarken Watson ve Marcus sandalyeleri oturdular. Kitap ikisinin ortasında, benim tam önümde asılı kalırken yutkundum.

"Gözlerini kapat." dedi keskin bir sesle Marcus. "Hiçbir seste gözlerini açma, Eleanor. Hiçbir seste." Başımla onu onayladım. "Korkma, sen kötü bir şey hissetmeyeceksin." dedi gözlerine güven verici bir şekilde bakarken. Sen, demek istedim. Sen kötü şeyler hissedecek misin, diye sormak istedim. Soramadım.

Gözlerini gözlerimden ayırması ile gözlerimi kapatmam gerektiğini anladım. Gözlerimi kapatırken zihnimdeki o siyahlığa daldım. Kulaklarım sanki Marcus öyle dediği için daha iyi duymaya başlamışlardı. Tüylerim diken dikendi ve gelecek her sese, her tepkiye karşın duyarlıydım. Dudağımın içini kemirdim.

"Başlayın." Alissa'nın sesi sessizliğe bomba gibi düştü. Damlama sesi duymam ile gözlerimi açma isteğim fazlalaştı. "Açma Eleanor." Gözlerimi sımsıkı yumdum.

"İmbusia eğsim laidi oktia." Sesi fısıltı hâlindeydi. Saçım rüzgardan dolayı yüzüme çarptı. "Kiainti ispuntia embian dfindia pliyt eykinta samdist." Sesi dişlerinin arasından geliyordu. İşler yolunda gidiyor muydu bilmiyordum ama ben üzerimde herhangi bir şey hissetmiyordum. "İmpitunim sinsstia okfela pantiastu bolnisy ikifium. Essanpin eyyinta okia resti! Xhiko ınost lysra crampi zadhi fentista!" Sesi yükselirken bir ıkınma sesi geldi. Bu ses Sarah'a aitti. Nefeslerim hızlanırken kalbim korkuyla çarpıyordu.

"Lanet olsun!" Korkuyla yutkundum.

"Ektia okum! Pristinay minduan ikipintuanasty ezhita şhria!" Bu ses Watson'a aitti. Etraftaki hava akımı bir tık daha hızlandı. At kuyruğu olan saçım sallanarak yüzüme çarptı. "Mionta trisya okumpa yanistria onkundtum ksyoam eria!" Bir çığlığın duyulmasıyla yerimden sıçramamak için kendimi zor tuttum. Gözlerimi daha sıkı yumarken içimde herhangi bir his belirmemişti. Her şey yerli yerindeydi. Değişen bir şey yoktu. Kara büyü denilen şeyi hissetmem gerekiyor muydu?

"

Ektia okum!" Beraber bağırarak söylüyorlardı. "Ektia okum! Ektia okum!" Bir anda tüm hava akımı durdu. Kitap bacağıma çarparak düşerken bağırma sesleri onu takip etti. İçim titriyordu. Bunu duyabilirler miydi? Korkuyordum. Üzgünüm ama korkuyorum baba.

"Gözlerini açma Eleanor." dedi sakince Marcus. Bir çığlık sesi duymam ile gözlerimi beklemeden açtım. Kalbim korkuyla çarparken gözlerim ilk önce burnu kanayan Marcus'u ve onun yanında burnunun yanında ağzından da kan gelen Watson'ı gördüm. Gözlerimi büyüterek ikisine bakarken yutkundum. Etrafa bakarken etrafımızda dönen hava akımı diye adlandırdığım siyah bulutun dönereken yavaş yavaş kaybolmasını izledim. Benim anlamadığım nokta ise neden ondan önce hava akımı kesilmişti?

Bulut tamamen kaybolduğunda Sarah çığlık atarak yere düştü. Nefes nefeseydi. Ellerini zemine dayamıştı. Alissa'ya baktığımda onun Watson'dan bile daha kötü bir halde olduğunu gördüm. Alissa hızla mutfağa yönelirken beni görmemişti. "Ben iyiyim." diye bağırdı boğuk bir sesle. Marcus'a baktığımda delici siyah gözleri zaten bendeydi.

"Sana gözlerini açma demiştim Eleanor." dedi sert bir sesle. Elinin tersiyle burnundan akan kanı sildi. Eline baktığımda derin bir kesik olduğunu gördüm. Yere baktığımda yanında üzerine kan olan bir bıçak gördüm. Gözlerim Watson'ın eline tırmandı. Onun elinde herhangi bir yara bulunmuyordu. Sarah hiddetle elini yere geçirdi. Gözlerimi direkt ona çevirdim. Beynim neler olduğunu kavramak için var gücüyle çalışıyordu ve kesinlikle birkaç çıkarımda da bulunuyordu.

"Bu işten nefret ediyorum!" diye çığırdı Sarah. Başını yere yasladı. Sanki bir şeyler ona acı veriyordu.

"Üzerinde bir değişiklik hissediyor musun?" diye sordu bitkin bir sesle Watson. Gözlerim hızla ona çevrildi. Korkuyordum. Ne olursa olsun birilerinin başına benim aptallığım yüzünden bir şey gelmesini istemiyordum.

Başımı iki yana salladım. Kaşları çatıldı. "Bir kıpırdama falan da mı yok?" diye sordu Alissa yanıma gelerek. Yine başımı iki yana sallayarak onu reddettim.

"Ama endişeye gerek yok. Sonuç olarak diğer kara büyüyü de fark etmemiştim." Alissa gergince güldü.

"Yani her yönüyle garip."

"Galiba."


🌜🌚🌛


Telefonun şarj çizergesi yirmi olduğunu gösteren işaret ile ağzım açık kalmış hâlde bakakaldım. Oflarken telefonu kapatıp yatağa bastırdım. Ahşap tavana bakarken kaderime içimden hakaretler ediyordum. Saat dokuzdu ve ben bu saatten sonra ne yapacaktım ki? En iyisi dışarı çıkıp biraz kafa eğlendirmekti. Tek başıma da dışarı çıkamazdım. En iyisi Marcus'a başvurmaktı. Yatakta dikelip ayaklarımı yataktan sarkıtırken bir anda sol bileğimi üzerinden başlayan bir çekilme hissettim. Acı yoktu ama derin bir his vardı. Ruhumun ortasından gelen ve fiziksel bedenimi de etkileyen bir çekim hissi vardı. Bir anda her yer değişirken kendimi salonda buldum. Calebgil hâlâ ortalıkta yoktu. Sarah, Alissa, Watson, Lauren, Sharon ve Marcus toplanmışlardı.

"Başımıza gelenlere bak! Sırf onun yüzünden beraber..." Sarah'ın nefret dolu sözlerini Marcus kesti.

"Onun bir suçunun olmadığını biliyorsun, Sarah." Sesi ifadesizdi. "Sürekli olarak onu suçlayarak onu daha fazla paniğe itiyoruz." Sharon'un alay dolu sesi kulaklarıma çalındı. Gözleri sertti ama alt tonu yaralanmış ve çaresiz bir kız çocuğuna aitti. Kendimden biliyordum.

"Ne zamandan beri onun paniğini önemser hâle geldin?" Marcus sertçe Sharon'a döndü. Şimdi yüzünde ölümcül bir öfke vardı. Ölümcülden kastım kesinlikle öylesine değildi.

Sharon'a doğru yol alırken Sharon'un gözlerindeki her duygu silindi tek tek. Korkuyu seçebildim bir tek. Onda bu kadar korkacak ne vardı ki? Sharon'un üzerine yürürken Sharon bir adım geri gitti. "Sen ara sıra karşında kimin olduğunu unutuyorsun Sharon. Bir daha bana karşı kullandığın her kelimeyi özenerek kullan. Özenmediğin her kelime için..." Sharon'un korkuyla da olsa kaşları kalkabildi.

"Gerçekleri konuşalım mı biraz? Sen o kız bizim yanımızda olduğu sürece kimseye zarar vermezsin." Gözleri dolu dolu olmuştu. Dudakları acı bir tebessüme esir düşmüştü. Elinden her şeyi alınmak üzere olan bir kız çocuğuna benziyordu. Kendimden biliyordum
"Onu gerçekten düşünüyorsun." Marcus'un gözlerinden gri ışıklar geçti. Sharon sustu. Alissa ve Lauren birbirleriyle bakıştılar. Lauren hareketlenecekti ki onu Watson durdurdu. Eliyle geçmesin engel oldu. Marcus sanki tüm duyularını şu an Sharon'a vermişti.

"Sharon eğer onun başına gelenlerde senin ufacık bir parçan olsun seni ölmek için yalvartırım." Sesi düşüktü ama kuvvetini ben bile hissedebiliyordum. Sharon'un sağ gözünden bir damla yaş süzüldü. Marcus ağladığını dahi fark etmemişti. Ya da önemsememişti. Gözleri dünya yansa dahi umursamayacak gibi hatta dünyayı kendisi yangına çevirecekmiş gibi bakıyordu. Bu beni ürpertmeliydi belki ama konunun sebebi ben olunca nedense hiçbir duygu uyandırmıyordu kalbimde. Uyandırıyor muydu?

"Ölmek mi?" dedi Sharon mahvolmuş bir sesle. "Sen bana ölmekten mi bahsediyorsun?! Ben yıllarca senin beni görmen için çaba sarf ettim! Tek bir bakışın için onca uğraş içinden geçtim! Her başka bir kıza olan ufak ilgi kırıntında..."

"Yeter!" dedi dişlerinin arasından Marcus gözlerindeki gri parıltılarla. "Sharon eğer bir daha benimle bu şekilde konuşursan hiçbir şeyi umursamam, hiçbir şeyi! Ne kadın olmanı ne de başımın belaya girecek olmasını!" Burada hiçbir şey ben oluyordum.

"Sen mi?" diye sordu bitik bir sesle Sharon. "O kız sırf bir şeyleri unuttu diye geldiğin hâli gördüm Marcus. Sana emir verdi! Sana!" Elleri titreyerek havaya kalktı ve Marcus'u gösterdi. İnanamıyormuş gibi bir hâli vardı. "Koskoca Marcus Alaric Russel'a! Sense sustun! Sen..." Son kelimesi bir fısıltı hâlinde döküldü dudaklarından. Marcus Sharon'un kolunu sıkıca kavrarken ben yine o çekilme hissiyle geriye doğru savruldum. Gözlerimi kırpıştırırken derin derin solukluyordum. Lanet olsun! Ben az önce ne yaşamıştım?!

Hemen odadan çıkmak için ayakkabımı giydim. Az önce olanlar gerçek miydi? Gerçekse nasıl olmuştu? Marcus ve diğerlerine bahsetmeli miydim? Kötü bir şey miydi? Bunu ben mi yapmıştım? Bu da mı benim gücümdü? Lanet olsun ki daha gölgenin ne demek olduğunu dahi tam olarak bilmiyordum. Kalbimin atışlarını her türlü duyacakları için bunu merdivenin yaptığını düşünmelerini istiyordum. Hızla merdivenden indim.

Salona baktığımda Sharon'un borda kısa kollu t-shirtünün kolunaki kızarıklığın yavaşça silinmesini izledim. Marcus'a baktığımda masaya yaslanmış siyah bir t-shirt giyinmiş, kollarını göğsünde buluşturarak kol kaslarını daha fazla öne sermişti. Alissa, Watson ve Lauren da duvara yaslanmış gerginlikle birbirlerine bakıyorlardı. Sharon ise daha arkada uzun masanın yanında duruyordu. Uzun bacaklarını ortaya seren eteğini düzeltiyordu. Sarah koltukta sıkıntılı bir ifade ile oturuyordu. Üzerinde göğüs dekoltesi olan yeşil t-shirti sallandırıyordu. Ferahlamak ister gibi bir hali vardı. Hepsi aynen görüşümdeki gibiydiler.

Hepsinin gözü bana döndü. Zaten geldiğimi bilip bana bakmaları garipti. "Ben yanlış bir zamanda mı geldim?" Evet.

"Ne oldu?" Watson gergin olan ama tonuna normallik kattığı sesiyle sormuştu bu soruyu. Watson her zamanki gibi benimle konuşma görevini üstlenmişti. Oyuncular birbirlerine oynayabilirler mi Watson?

Kaşlarım çatıldı. "Asıl size ne oldu?"

"Sana ne?" dedi sert bir sesle Sharon. Onu baştan aşağı süzdüm. Açıkçası şu an eşofman üstü t-shirt ikilinin üzerine o benden çok daha iyi görünüyordu.

"Kötü gözüküyorsun." dedim sakince. Gözlerinden gri parıltılar geçti. Çenesi seğirirken bana karşı her an kötü bir şey yapmaya müsait gözüküyordu. "Sadece gerçeği söyledim. Bu kadar sinirlenmene gerek yoktu."

Watson boğazını temizledi. Benim gözlerim ona kaydı. "Eleanorcum bence biraz sakinleşelim." Ona anlamazca baktım.

"Ben zaten sakinim."

"Sana sus dedi. Anlamıyor musun?" Sharon ben tam ona ilk bakışı atarken yutkundu.

"Şu an senin gereksiz triplerinle ilgilenemeyeceğim." Solukları hızlıydı. Göğsü hızla inip kalkıyordu. Marcus'a doğru döndüm. Nasıl da adapte olmuştum ama az önceki şeye?!

Gerçek miydi bilmiyorum ama her şey bu kadar karmaşıkken bir de onu kafama takmayacaktım. Kötü bir şey olsaydı neden beni diğerlerinin yanına götürseydi ki? "Ne istiyorsun Eleanor?" dedi Sarah sabırsız bir sesle. Gözlerimi ona çevirdim. "Zaten kafamız yeterince dolu. Ne istiyorsan söyle ve bizi yalnız bırak." Onun bu ters tavırlarını kafama takmamaya çalıştım. Yutkunmak istedim. Ama bunu durdurdum. Keşke sevgisiz büyümüş bir kıza karşı daha az nefretlerini belli etselerdi. Zaten hayatım boyunca nefrete ve aşağılanmaya maruz kalmıştım.

"Ben evde sıkılıyorum. Dışarı çıkacağım." Gözlerimi bana bakan Marcus'a çevirdim. Eğer az önce yaşananlar gerçekse nasıl bu kadar sakin olabiliyordu? Cidden garip biriydi. Kaşları havalandı.

"Çıkacaksın. O nasıl olacakmış?" Göz devirmeden edemedim.

"İşte bu yüzden hâlâ bu gergin ortamda durmaya devam ediyorum. Çünkü tek çıkmama izin vermezsiniz. Sen de benim onlarla beraber tek gitmeme izin vermezsin. Sonuç olarak mecburi bir şekilde sana kalıyorum. Tabii yanımızda diğerleri de gelebilir. Ama bana benim gelmeme gerek yok dersen hiç alınmam. İnanabilirsin." Gözlerini gözlerimden ayırmadı.

"Dışarı falan çıkmıyorsun." Alayla güldüm. Yüzümdeki gülümsemeyle yüzüne bakmaya devam ettim.

"Yani bana gerek yok diyorsun. Bence de." deyip ona arkamı dönüp kapıya doğru ilerledim.

"Olduğun yerde kal." Yüzümde süregelen gülümseme ile ona döndüm.

"Senin emir kulun değilim. Kapıdan çıkmama izin vermezsen pencereden çıkarım oradan da olmazsa ölmeyeceğimi bilerek çatıdan atlarım. Ama her türlü çıkacağım." Katılmadan gözlerine baktım. "Anlayışın için teşekkür ederim. Eminim ki işimi kolaylaştırman daha iyi olur." Göz kırpıp tekrar kapıya yönelmiştim ki tekrar konuştu.

"Böyle mi gideceksin?" Sesinde hiçbir pürüz yoktu.

Arkam ona dönük bir şekilde onayladım. "Evet." Eşofmanım da t-shirtüm de o kadar kötü değillerdi. Bunlarla dışarı çıkabilirdim. Üstelik benim ne giydiğimden ona neydi ki?

"Git üstüne ceket al. Fazla bekletirsen gitmem." Sesi keskindi ama tonunda hiçbir duygu barındırmıyordu. "Sonra hasta olup başımıza daha fazla bela açma. Siz de gelecekseniz gelin."

"Bize ne gerek var ki?" dedi Sharon gülerek. Masaların olduğu taraftan çıkıp merdivenlere yöneldi. Yüzündeki öfke herkes tarafından okunabiliyordu.

Arkamı dönüp şaşkınlıkla Marcus'a baktım. "Ama öyle sadece sokakta gezmeyeceğiz. Gece kulübüne falan da gideceğiz." dedim teyit ettirmek isteyen bir sesle. Gözleri gözlerimi hedef alıyordu.

"Çabuk ol." Başımla onu onaylayıp hızla merdivenlere yöneldim. Odama girip dolabı açtım. Buraya kadar çıkmıştım, üzerimi değiştirebilirdim. Üzerime bir kolu olmayan beyaz bir kazak geçirdim. Altıma da siyah deri bir pantolon geçirdim. Onların üstüne deri ceketimi geçirdikten sonra saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım. Kirpiklerime rimel, dudaklarıma koyu pembe bir ruj sürüp yanaklarıma da şeftali tonlu allık sürdükten sonra aynadan kendime baktım. Deri ceket sadece boynumu gösteriyordu. Şık olacağım derken üşütmeseydim bari. Malum havalar soğuyordu. Altıma bir ceket daha mı giyseydim acaba? Ben ayna karşısında hesaplamalar yaparken zihnimde bir ses yankılandı. "Hazırsan gel."

Aynaya karşı elimi sallayıp kapıya doğru ilerledim. Kapıyı açıp hızla merdivenlere yöneldim. Salona indiğimde Alissa hariç hepsi eski pozisyonunu koruyordu. Sarah bana onaylayan bir tavırla bakıyordu. Kaşlarımı çatmam ile konuştu. "Seni ilk defa böyle gerçekten hazırlanmış görüyoruz. Şaşırtıcı. Kötü giyinmekten vazgeçmelisin." Göz devirmeden edemedim.

"Ben rahat giyiniyorum. Üstelik pantolon da giyiyorum."

"Onlar da çirkin zaten. Onu nasıl beceriyorsun bilmiyorum ama kötü pantolon bulmayı dahi başarmışsın." Marcus kapıya doğru yol aldı.

"Gelen gelsin." Sarah ayaklandı. Tıpkı yaslandıkları yerden doğrulan Watson ve Lauren gibi. Alissa'ya baktım.

"Ben gelmesen daha iyi olur." deyip bana hafifçe gülümsedi. Bana gülümsedi!

Ona şok bir şekilde bakarken aklıma Marcus'un daha fazla beklemeyeceği geldi. Hızla onun açık bıraktığı kapıya doğru yürümeye başladım. Watson ve Lauren'ın arkasında, Sarah'ın önündeydim. Ormanlık alanın biraz içine park ettiği arabasına doğru yürürken aklıma saçma bir soru geldi. Ama mantıklıydı da. Watson ve Lauren'a hitaben konuştum. "Vampirler bu kadar hızlıyken neden araba kullanıyorlar?"

Watson gülerek bana baktı. "İnsanlara kendimizi daha fazla belli edemeyiz. İnsanların olduğu alanlarda zor olmadıkça güçlerimizi belli etmemeliyiz. Bunun bir cezası vardır." Başımla anladığım işaretini verdim. Ormanın kokusunu içime çekerken rüzgar çam ağaçlarının dallarını hafif hafif sallıyordu. Sonunda Marcus'un siyah cipi görüş alanımıza girdi. Marcus sürücü koltuğunun kapısını açıp girerken ben, Sarah ve Watson arka koltuğa oturduk.
Camdan dışarıyı izlerken gözlerimin önüne Marcus ile olan mutfaktaki konuşmamız geldi. Tehlikeli sularda yüzüyordum. Üstelik ben yüzmeyi bile sevmezdim. Onunla mümkün olduğunca tek kalmamalıydım. Tehlikeli sulara daha fazla batmamlıydım. Ucunda boğulmak varken daha fazla ileri gitmemeliydim.

Oldukça lüks gözüken bir mekanın önünde durmasıyla kaşlarım çatıldı. Arabadan inerken onunla beraber Lauren da indi. Diğer taraftan Watson'ın da kapıyı açmasıyla ben de kapıyı açıp arabadan indim. Marcus arabanın anahtarını valeye verirken duraksamadan giriş kapısına doğru yürümeye başladı. Dışarıdan dahi lüks gözüken bu gece kulübünün içerisinin nasıl olduğunu merak ediyordum. Marcus korumalara dahi bakmadan içeri adımladı. Zaten korumalar da onu durdurmamıştı. Ben de beklemeden arkasından ilerledim. Diğerleri çoktan rahat bir şekilde Marcus'la beraber içeri girmişlerdi. Ben de onların hemen arkasından içeri girecekken koruma hemen önümde belirdi.

"Kimlik." Kaşlarım havalandı.

"Pardon ama onlara kimlik falan sormamıştınız!" Korumanın kahve gözleri bana boş boş bakıyordu.

"Onların burada kaydı var."

"Onlarla beraber geldim." dedim adama bakarak.

"Bunu teyit ederlerse girebilirsiniz." Sesi de gözleri gibi bomboştu.

"Herhâlde gözlerinizde genel bir sıkıntı var. Aynı arabadan indik." dedim inanamayarak adama bakarken.

"Teyit ettirin ya da kimliğinizi verin." Adamın yüzüne bakarak güldüm. Delileri de kendime çekiyordum.

Arkadan Marcus buz gibi bir suratla bana doğru geliyordu. "Neredesin sen?" diye sordu sertçe. Sonra gözleri korumayı buldu. Koruma bir anda saygı içerisine girdi. O bomboş adamın yerini efendi bir adam aldı. Ona şokla bakıyordum. "Bizimle indiğini görmedin mi? Ne diye içeri almıyorsun?"

"Çünkü manyak. En mantıklı açıklaması bu." Başımı iki yana salladım. "Şimdi teyit ettirdiğime göre içeri geçebilir miyim?" Adam hızla başını aşağı yukarı salladı. Marcus kolumu nazikçe kavrayıp beni içeri doğu çekiştirdi. Onunla beraber karanlık, mor mavi renkli ışıklarla renklendirilmiş uzun koridordan geçtik. "Burası çok lüks bir yer gibi. Buraya paramız hangi oranda yetebilecek?" diye sordum ona yandan bakarak. Kolumu bıraktı.

"Bunu dert edinmesi gereken kişi sen değilsin." Omuz silktim.

"Tamam. Bütün para masrafları senindir. Bizi buraya sen getirdin." Bu sefer bana yandan bir bakış atan o oldu.

"Senden para isteyen olmadı." Güldüm.

"Zaten istesen de veremem. Param yok." Ona baktığımda dudağının kıvrıldığını gördüm. Kalbim duyacak olmasına aldırmadan tekledi. "O hâlde en pahalı şeyleri içebilirim."

"Sarhoş olup başımıza bela açma da..." dedi rahat bir tavırla. İçeri doğru girdikçe etraf ısınmaya başlıyordu. Marcus'a bir bakış attım. T-shirtünün üstüne benim gibi deri bir ceket geçirmişti. Galiba havalı olmanın ilk yolu deri ceket giymekti.

"Tek başıma olacağım değil mi?" Bana bakmadan beni başıyla onayladı.

"Gözümün önünden çıkmamaya dikkat et yeter. Burası güvenli bir yer." dedi rahat bir tavırla.

"Lütfen benim deme." dedim gözlerimi büyüterek.

"Benim değil. Lauren'ın." Kaşlarım havalandı.

"Siz kaç yaşındasınız ki?" diye sordum şaşkınlıkla. "Hem 4 senelik okulu bitiriyorsunuz hem öğretmen oluyorsunuz hem gece kulübü sahibi oluyorsunuz. Bu nasıl iş?"

"Biz hepimiz okulu 18 yaşında bitirdik. Ondan sonra da zaten alanımızda en iyiler olduğumuz için, Meclis'in bizzat eğittiği kişiler olduğumuz için öğretmen olduk. Gece kulübü ise Lauren'a babasından kalma. Yeniden dekarasyon falan etti ama asıl hâli babasından kalma."

"Çok iyi. En zengininiz o mu şimdi?"

"Hayır." dedi net bir şekilde.

"Kim?"

"Seni ilgilendirmiyor." Sesi ilgisizdi.
"Tamam, yani sensin." Bu koridor da yürü yürü bitmiyordu.

"Ne yapacaksın Eleanor? En zenginimizi ağına mı düşüneceksin?" dedi gülerek. Ben de güldüm.

"Şimdi neden olmasın demiyor değil insan. Ama sen seni ilgilendirmiyor dediğine göre o sensin. Ben de sürekli olarak kızgın olan bir insanla olamam. Üstelik tarafım aşk evliliği. Aşkın olup olmadığı da malum zaten." dedim başına mutlu başlayıp sonunu iç geçirerek bitirdiğim cümlelerimi.

Sonunda kulübe girebildiğimizde etraf insan kaynıyordu. Mini elbiseli kadınlar, onlarla uyumlu olarak dans eden erkekler, içki içip sarhoş olanlar, öpüşenler... Ağzım hafif aralık merdivenin başından insanlara bakıyordum. Merdivenin iki yanına kişiye özel masalara doğru yollar vardı. Aşağıdaki insanların biraz yukarısında şarkı söyleyen bir grup vardı. "Eğlenmene bak. Bundan sonra bunlara pek kolay erişemezsin." Marcus'a şok dolu bir bakış attım.

"Ceketimi çıkartabilir miyim?" diye sordum ona dönüp. "Yani çıkarırsak bunu nereye koyacağım?"

"Bana ver." Hızla ceketimi çıkarıp Marcus'a verdim.

"Teşekkürler." dedim gülümseyerek. Başıyla beni onaylayıp soldaki kişiye özel masalalara doğru yürümeye başladı. Lauren'ın yanına gidiyordu. Görüntüde Sarah ve Watson yoktu. Omuz silkip merdivenlerden inmeye başladım. İnsanların arasına karışırken bar bölümünün oraya geçtim. Arkada insan seslerinden biraz daha baskın olan bir şarkı çalıyordu. Şarkıyı bilmiyordum. Ama ritmi güzeldi. Bar taburesine oturup bar bölümüyle ilgilenen genç bir çocuğu çağırdım. Çocuk bıkkın bir şekilde bana yaklaştı. Gülümseyerek, "Bana alkolsüz bir kokteyl verir misin? Limon ve portakal olursa çok sevinirim."

Çocuk ilk yaşam belirtisini gösterdi ve şaşırdı. "Alkolsüz mü?"

Gülerek, "Evet." dedim. "Bunda bu kadar şaşıracak ne var?"

"Hanımefendi buraya gelen hiç kimse alkolsüz bir şey içmez. İlk defa böyle bir sipariş alıyorum." Omuz silktim. "Hemen hazırlıyorum." Sesi hâlâ şaşkındı. Arkasına dönerken neredeyse bardağı devirecekti ki son anda bardağı yakalayabildi. "Tanrı'm, hâlâ şaşkınım." dedi gülerek. Ben de güldüm. Etrafa bakınırken bacağımı da ritme uygun bir şekilde sallıyordum.

"Buraya ilk defa geliyorum."

"O çok belli." diye mırıldandı çocuk. Benim yaşlarımda gözüküyordu.

"Güzelmiş." Ağzını yoklamak istedim. Bu kalabalıkta Marcus'un benimle ilgilenebileceğini düşünmüyordum. "Buranın sahibini tanıyor musun?"

Çocuğun koyu ela gözleri gülmesiyle kısıldı. "Elbette." Başıyla yukarıyı işaret etti. "Bak orada oturuyorlar. O ve grubu çok tehlikelidirler. Ama peşlerinde de çok fazla kız gezinir." Omzumun üzerinden bir bakış attım. Ama karanlıktan pek de ne yaptıkları gözükmüyordu. Tamam, oldukça klasik cümlelerdi. Dedikoduyu neredeyse herkes severdi.

"Hepsinin mi?" diye sordum merakla.

"Aynen." Dudaklarını yaladı. "Özellikle Marcus'un peşinde. Ne diyebilirim ki siz kadınlar daha çok gizemli erkek seviyorsunuz. Tabii onun da hakkını yememek lazım. Çok yakışıklı. Kadın olsam ben de onunla olmak isterdim." Alayla güldüm. Ama bu gülüşün altında yatanların farkındaydım.

"O kadar da yakışıklı değil. Yani tamam ortalamanın üstünde bir yakışıklılığı var ama öyle çok..."

"Adın nedir?" diye sordu resmiyeti bırakarak.

"Eleanor."

"Senin gözünde falan sorun mu var Eleanor? Tabii adama daha yakından bakamadın ama buradan bile belli oluyor yakışıklılığı. Birbirimizi kandırmayalım istersen." Çocuğun bu hâline karşın alayla güldüm.

"Pardon adın neydi?"

"Stewart."

"Stewart eğer bu kadar beğendiysen çıkma teklifi etmelisin bence." Gülerek bunu dememin üstüne çocuk da güldü.

"Ben..."

"Pardon, bu size geldi." Önüme doğru itilen büyük kokteyl bardağına baktım. Karşımdaki yirmili yaşlarının ortasındaki kız yan tarafı işaret etti. "O gönderdi." Benden altı-yedi tabure uzakta oturan adama baktım. Adam kumral saçlı, koyu kahverengi gözlü, kirli sakallı kumral bir adamdı. Bana flörtöz bakışlar atıyordu. Düz kaşlarını gözlerinin üzerine indirmiş, dolgun dudaklarının ucu kıvrılmıştı. Adama sert bir bakış atıp önüme döndüm. Önümdeki kokteyli ittim. "Bunu kendisine geri iade edin." O sırada Stewart kokteylimi hazırlamıştı. Bana verdiği kokteyli pipetle içmeye başladım. Arkadaki müzik değişmişti. Şimdi daha enerjik bir şarkı çalıyordu. Hem de tanıdık bir şarkıydı. Ardian Bujipi-Kiss Kiss.

Bir anda başımdaki tokanın çekilmesi ile dalgalı saçlarım önüme döküldü. Kaşlarımı çatarken yanımdaki bar taburesine o adam oturdu. "Böylesi size çok daha fazla yakıştı." Ağzım hafif aralık kalmış adama öyle bakıyordum. İttiğim kokteyli önüme doğru geri itti. "Bunu için eminim ki tadını çok beğeneceksinizdir."

"Ne yapıyorsunuz beyefendi?!" diye bağırdım. Bu ne hadsizlikti!

"Sert kadınları her zaman daha çok sevmişimdir zaten." diye mırıldandı. Adama doğru dönmüştüm. Bir anda bar taburesini kendine doğru çekmesiyle tezgâha tutundum. Kulağıma doğru eğildi. Nane kokan nefesine alkol karışmıştı. "Bu gecenin sonunda da böyle sert ve güzel olursun umarım." Dudakları kulaklarıma değiyordu. Kendimi geri çekip ayağa kalkmaya çalıştım. Beni bileklerimden tutup geri oturttu. Ellerimi hemen geri çektim.

"Ne yaptığını zannediyorsun sen?" diye sordum öfkeyle. Gözleri göğsüme doğru kaydı.

"Ne yapalım?" İçime dolan öfke ile yanda gönderdiği kalın kokteyl bardağını alıp kafasına sertçe geçirdim.

"Sen kime asılıyorsun şerefsiz?!" Öfkeli koyu kahve gözleri ardına kadar açıldı. Taburesinin ayağına sert bir tekme attım. Ayağa kalkarken etraftaki kadınlar çığlık atarken erkekler, "Kavga var!" diye alay ediyorlardı. Tokamı tezgâhtan alırken adam ayağa kalktı. Gözlerinden mor bir ışık geçti. Burada herkes insandan başka her şeydi galiba. Saçlarımı sıkı bir at kuyruğu yaptım.
"Sen kimin kafasında bardak kırıyorsun sürtük?" Arkasında gülen üç kişiye gözüm kaydı.

"Drew bir kızdan mı dayak yedin?" dedi ortada olan. Drew denilen soytarı omzunun üzerinden onlara baktı.
Bana döndü, önündeki tabureleri sertçe kenara itti. "Kaç Eleanor!" diye bağırdı Stewart. Ona bir bakış attım. Sapıklık yapan bir adama ortamı bırakmayacaktım.

"Onun dediğine uysan iyi olur tatlı kız!" Dudak büzdüm.

"Çok korktum!" dedim gülerek. "Bence sen geri çekil yoksa sana bir kadın dayak atacak." Çocuk alayla güldü. Yanda duran diğer kokyteyl bardağını da ona doğru fırlattım. Bardaktan yana doğru kaçarak kurtulurken arkasında ona laf eden çocuklardan birinin omzuna gelmişti. "Bak sen de bir kızdan darbe yedin." dedim alayla çocuğa bakarak. Drew denilen çocuk bana doğru yürürken arkadaki üstündeki cam parçalarını temizliyordu. Dik durdum. Sinirliydi. Ve sinir kavgada kullanılmaması gereken bir hamleydi. Ben gölgeydim. Knox'u ve Sharon'u nasıl alt ettiysem onu da alt ederdim.

O an içimde hissettiğim duyguları hatırlıyordum. Korku ve şaşkınlık. Çoğunlukla korku. Çocuk bana doğru bir yumruk sallarken geri çekilip o yumruktan kurtuldum. Bir yumruk daha atınca içimdeki o duygu yoğunluğunu yine hissediyordum. Bu duygu yoğunluğu muydu onu da tam olarak bilmiyordum ama içimde o zamanlar fark etmediğim bir kıpırdanma vardı. Yumruğunu yakalayıp ters büktüm. Karnına bir tekme atmam ile yeri boyladı. Bir anda gelen tekmeden son anda kaçtım. Etrafta ilgi çekmek için bağıran kızlar vardı. Tekmesinden kaçarken üstten gelen yumruktan da eş orantılı kaçtım. Az önce o dağ ayısını düşürebildiysem şu an avantajlı olan kişi bendim. Güçlerimi hâlen tam olarak kullanmayı bilmiyordum ama görünüşe göre gerçek bir tehlike anında içimden çıkmayı becerebiliyorlardı.

Tam gelen bir başka yumruktan kurtulduğum sıra kaslarla yapılı vücuduna benim dahi ellerimi ağrıtan bir yumruk geçirdim. İki büklüm olurken kafasını sertçe tezgâha geçirdim. Onu yere fırlatıp az önce sallanan yumrukların sahibine baktım. Beni kendince arkadaşına devretmişti. İlk hamleyi ondan beklerken yanda yerde yatan adamın eline de tüm ağırlığımı vererek basmayı unutmamıştım. "Sen şu narin kıza da bak!" dedi gülerek. Gülerek eline baktım. Başımı iki yana salladım.

"Narinlik tek bana mensup olmasa gerek." Bana doğru atıldı. Gelen yumruğunu engellerken ardından gelen tekmesini durdurup ayağını arkaya doğru attırdım. Takla atarak yerde dururken bana gülümsedi. Nasıl olsa iyileşecekti. Ellerini kırsam pek bir şey fark etmezdi.

Yine başka bir yumrukla atılırken yumruğunu tutup arkasına doğru bükerken tam kasıklarına bir tekme attım. Acıyla inleyip dizlerinin üzerine düşerken sırtına doğru büktüğüm elleri açılmıştı. "Bırak beni!" diye kükrerken arkadaşları gevşek gevşek ona bakıyorlardı. "Yardım etsenize!"

"Sen tam olarak bu ellerle benim bileğimi tutmuştun değil mi? Yazık olacak." dedim sakin bir sesle. "Ya da vazgeçtim. Yazık falan olmayacak senin gibi bir sapığa." Tek elimle işaret parmağını tutup sertçe geriye ittim. Onun bağırmasıyla mekanda tamamen müzik durdu. Herkes işlerin ciddiye bindiğini düşünüyordu. Gülerken, "Sen de fazla narinmişsin ama!" dediğimde orta parmağını da sertçe geriye ittim. Bağırması tüm alanı inletti. Ses yankılanırken yüzümde memnun bir gülümseme belirdi.

"Lanet olsun bırak beni!" diye bağırdı acı içinde. Yüzümdeki gülümseme ile başına bakıyordum.

"Özür dile." deyip yüzük parmağını tuttum.

"Senden hiçbir şey dilemeyeceğim." Fısıltıların olduğu ortamda benim kahkaha sesim yankılandı.

"Kesinlikle dileyeceksin." Yüzük parmağını tamamen elinin ters yüzüne getirdim. Kırılma sesi kulağıma geldi. Bu seferki sesi hepsinden daha yüksekti ve ortamda tek bir ses dahi bırakmadı. Hatta o kadar yüksekti ki arkadaşlarının dahi yüzündeki o pis sırıtma gitmişti. Şimdi tetikteydiler. Onlara bir bakış attım. "Hâlâ dilemeyecek misin? Yoksa benim bileklerimi tuttuğun yeri tam olarak belirleyip orayı mı kırayım? Ya da çatlatayım mı? O daha çok acıtıyor diyorlar."

"Lanet şeyler iyileşmiyor!" diye bağırdı arkadaşlarına doğru. İki elimle bileğini kavradım. Bir anda korkuyla, "Özür dilerim!" diye bağırdı.

"Tüm kadınlardan dile!" dedim zevkle.

"Tüm cinsinizden özür diliyorum!" Başımla bunu onayladım.

"İdare eder." Biraz geri çekilip sırtına sert bir tekme geçirip yere tamamen yapışmasını sağladım. Saçlarımı yeterince sert bağlamadığımdan önüme bebek saçlarım geliyordu. Onları elimle geri iterken arkadaşlarının yanına aldığı çocuğa baktım. "Bir kadından dayak yedin." Gözlerinin içine baktım. "Bunu her gece hatırla. Çünkü ben her gece bunun zevkiyle uyuyacağım." Gözlerim aldığım zafer ile parlıyordu. Bunun zevki ile yukarıya doğru baktım. Yukarıya bakmam ile Sarah, Watson, Lauren ve Marcus'u gördüm. Sarah trabzana yaslanmış gülümseyerek bana bakıyordu. Watson ise kaşları havaya kalkmış takdir eder şekilde bana bakıyordu. Lauren trabzana yaslanmış Watson'dan daha fazla takdir eder bir ifade ile bana bakıyordu. Marcus ellerini siyah kotunun cebine sokmuş gülümser bir ifade ile bana bakıyordu. Siyah gözleri siyahlık içinde beni hedef alıyordu.

"Birileri şunları atsın!" Kulaklarıma uğrayan bu sese birkaç onaylar ifade daha eklendi ama kimse hareketlenmesi.

Kalabalığa doğru adımlamaya başladım. Aralarından geçerken kadınların bazılarından oflar gibi ifadeler çıkıyordu. Bazı kadınlar ise bana gururla bakıyorlardı. Erkekler ise türlerinden birini böyle bir duruma düşürdüğüm için bana meraklı bir ifade ile bakıyorlardı. Benim yanımdan geçen korumalar herkesi açarak onlara doğru ilerliyorlardı. Merdivenlerden çıkıp sola döndüm. Onların yanına giderken Watson bir ıslık çaldı. "Senden böylesine sert hareketler beklemiyorduk şampiyon."

"Diyor ki Sharon'dan özür dileyen birinden beklemiyorduk." dedi gülerek Lauren. "Ben de beklemiyordum. Şimdi o bardak vurma hareketini tahmin edebilirdim ama parmak kırmak... Eşsizdi. "

"Değişim var sende." dedi Sarah aynı gülen ifadeyle. Başımı iki yana sallayarak onu reddettim.

"Ben sizinle tanışmadan önce de bunu yapardım. İsterseniz Caleb'a sorun." Omuz silktim. Zaten iyileşecekti. Ama o acıyı iyice kavraması iyi olmadı değil. Kurt yetileri yokken bunu anlaması çok iyi oldu. Korumalar ikisini de yaka paça dışarı attılar. "Ben sandığınızın aksine güçsüz değilim. Hiçbir zaman olmadım. Bu olaylar arasında da olmayacağım." Tüm gururumla bunu diyebilmiştim sonunda. Gözlerim Marcus'a kaydı. "Ee, Marcus senden bir yorum yok mu?"

"Daha azını beklemezdim." Omuz silktim. Gülerken Stewart'a baktım. Göz kırptım. O ise bu gruba şaşkınlıkla bakıyordu. Ağzı hafif aralanmış, gözlerindeki şaşkınlık okunabiliyordu. "Eğlenebildin mi?"

Gülümsemem suratıma yayıldı. "Çok!"

🌜🌚🌛

Ben de Marcus gibi eğlenip eğlenmediğinizi sorabilir miyimmm?

Umarım beğnemişsinizdir!

Eleanor'dan böyle bir hamle bekliyor muydunuz?

Eleanor adaleti tutar, dahası adaletsizliğe de susmaz. Eleanor Parker sonuçta!

Sizce diğer bölümde neler olacak?

Eleanor'a yapılan kara büyü hakkında ne düşünüyorsunuz?

Bu bölüm bir tık çerez bir bölümdü diyebilirimmm!

Sizleri diğer bölüme davet ederimm ;))

Davetlerine oy ve yorumla icabet etmeniz en iyisidirrr!

Huzurlu, sağlıklı ve mutlu günler dilerimmm!

Continue Reading

You'll Also Like

3.7K 463 53
~Öteki Diyar serisi 1. kitap~ 💜🌿 Lavina, annesinin anlattığı Öteki Diyar hikâyeleri ile büyümüş ancak hiçbir zaman onların gerçek olabileceğine iht...
623K 7.1K 5
İstanbul'da yetimhanede küçük bir kız çocuğudur Luna.. Kimsesiz olduğunu sanan, ama aslında Kral'ın kaderini yaşayan.. Büyülü, sihirli kocaman bir dü...
ASTRODİNA By Burcu🐞

Science Fiction

39.7K 7.2K 14
Hayat hiç bu kadar acımasız olmamıştı. Insanların bitmek bilmeyen intikamları Dünyayı yavaşça yok ediyordu. Kıyamet yaklaşıyordu ve hepimiz o kıyamet...
223K 27.6K 50
[ TAMAMLANDI.] #Fantastik 1 #Savaş 1 Hey, ben deliyim! En az senin kadar... Jessie; çılgın, deli dolu ve köy tarafından dışlanmış üstün güçleri...