SEÇ VE YAŞA

By beyzazaydin

6.7K 750 340

Bir yayınevinde editör olarak çalışan Defne Saraç, bir gün kapısının önüne bırakılan, yazarının anonim olduğu... More

BÖLÜM 1
BÖLÜM 2
BÖLÜM 3
BÖLÜM 5
BÖLÜM 6
BÖLÜM 7
BÖLÜM 8

BÖLÜM 4

1.1K 140 49
By beyzazaydin




"Hanım efendi, birazdan kapatacağız. Bilginiz olsun."

İrkildikten sonra yanı başımda dikilen sesin sahibine döndüm. Gülümsediğinde dudaklarını çevreleyen çizgiler ortaya çıkmıştı. Çok gülümsüyor ya da gülüyor olmalıydı ki gülüşleri iz bırakmıştı yanaklarında. "Korkuttum galiba sizi."

"Sorun değil, dalmışım." Dedikten sonra dizlerime yaslamış olduğum kitabı kapatıp çantama koydum. Kitabın boyutu çantamdan uzun olduğu için neredeyse yarısı dışarıda kalmıştı. Bir süredir dışarıdan yağmur sesleri geldiği için en azından azalmasını beklemiştim fakat sanırım daha da artmıştı.

Koltuktan kalktıktan sonra beni uyaran adam elinde tuttuğu kitaplarla paralel bir şekilde sıralanmış kitaplıkların oluşturduğu koridorlardan birine girdiğinde "Pardon?" diyerek arkasından ilerledim. Elindeki kitaplardan birini 'bilim kurgu' tabelasının altında sıralanan raflardan üçüncü olana koydu. Bakışları bana döndüğünde "Nasıl yardımcı olabilirim?" derken sesi yorgun olsa da kibarlığını koruyordu. "Kitabımın ıslanmaması için varsa bir poşet alabilir miyim?"

Yorgun gözlerine parıltı düşmüştü sanki. Gülümsediğinde yanaklarındaki izlere bir anı daha katmıştım. Sıcak bakışları önce çantama sığmayan kitabıma sonra tekrar bana döndü. Neyden bu kadar memnun kalmıştı anlayamamıştım. "Poşet kolay iş, siz nasıl gideceksiniz?" dedikten sonra koltukların arkasında kalan büyük cam pencereden dışarıyı gösterdi. "Bu havada İstanbul'da taksi bulmak dünyanın ikinci en zor şeyi."

"Birincisi ne?" diye sorarken yorgun vücudumu solumda kalan kitaplığa yasladım. Elektrikler gittiği için kütüphaneyi kitaplıkların yanlarına monte edilen askılardan sarkan gaz lambaları loş bir şekilde aydınlatıyordu ve loş ışık daha da uykumu getiriyordu. Elinde duran kitaplardan birisinin birkaç zarar görmüş sayfasını gösterip "İnsanlara kitaplara değer vermeyi öğretmek." Diyerek cevapladı. O elinde duran diğer kitapları da bilim-kurgu köşesinde yerlerine yerleştirirken neyden memnun kaldığını anlamıştım. Kitaplara değer veriyor olmam onu mutlu etmişti. Söylediği haklı gerçeğe buruk bir şekilde gülümsedim. İnsan illa insanlar dışında bir şeylere değer verecekse o şeyler kitaplar olmalıydı, ışıltılı küpeler ve son model arabalar değil. Yağmuru kast ederek "Yürüyerek giderim, evim yakın zaten. Erimem herhalde." Dedim.

Elinde yerleştirmediği son kitabı kaldığında gözlerini bulunduğumuz koridordaki tabelalarda gezdirdi ve en sonunda kitabı bir yere koymaktan vazgeçip bana döndüğünde bakışlarım hangi kategoriye koyması gerektiğine karar verememiş olan kitaba kaydı. Loş ışıkta seçebilmek için gözlerimi kısarken "Hangi kitap o?" diye sordum. Kütüphane düzenlemeyi severdim. Lisede öğrenciyken yarı zamanlı olarak kütüphanede çalışırdım. Herkes gittiğinde ve sadece kitaplar kaldığında etrafımda belki yaşanmış, belki henüz yaşanmamış, belki de hiçbir zaman yaşanmayacak olan bir sürü hikâye olurdu. Kitap okumak sahip olduğun hayattan başka hayatlar daha yaşayabilme şansı verirdi insana. Bir insanı bir hayata sığdırmak haksızlıktı. İnsan bir hayatında deniz kenarında yaşamalı, başka hayatında şehrin gürültüsüne penceresini kapatmalıydı. İnsan bir hayatında balık olmalı, bir hayatında ise kuş olup uçmalıydı. Hayatında imkân bulamayanlar, imkânsız diye bir şeyin olmadığı hayal gücünün ürünü kitaplarda bulurdu istediklerini. Bu yüzden Kerem'in düşüncesinin aksine üç cümle dahi önemli ve anlamlıydı. Size dokunmuyorsa bile dokunduğu biri elbette ki vardı.

Ben de hayatımı bir hikâyeyle sınırlandırmak zorunda olmadığım bu kitaplar arasında hiç olmadığım kadar mutlu olduğumdan kütüphaneler her zaman en ilgimi çeken yer olmuştu şehrin sokaklarında. Bir okuyucudan daha fazlası olma hayalini kurmadığım paralel evrenlerde tam da şu an burada veya başka bir yerde bu yeni tanıştığım çocuk gibi kitapları düzenliyor olurdum.

Soruma karşılık elinde tuttuğu kitabın kapağını bana çevirdi. "Biri kütüphaneye bağışlamak istemiş sanırım. Sabah gelince kapıda buldum." Diyerek son zamanlarda en çok gördüğüm kitabı gösterdi.

Yorgunluğun yerini gerginlik alan vücudumu yaslandığım kitaplıktan doğrultup "Seç ve Yaşa." Dedim titrek sesimle. Başıyla onaylarken etrafına birkaç kez bakıp "Hangi kategoriye koymam gerektiğini seçemedim." Diye mırıldandı. Daha çok kendiyle konuşuyormuş gibiydi. Bu kitap sadece belki basarız diye yayınevi yetkililerine gönderilmemiş miydi?

Sessiz kaldığımda bakışlarım düşünürken salladığı kitapta kalmıştı. Bu kitap herhangi bir kitaptan daha önemli değildi fakat hislerim bunu kabul etmekte zorlanıyordu. Araya hafta sonu girdiği için işyeri kapalıydı ve Beyza'yı görememiştim fakat aramıştım. Telefonumu açmadığında paniklesem de Kıvanç Bey'le konuştuğumda iyi olduğunu, telefonunu çaldırdığını öğrenmiştim. Acil bir durum olursa diye Kıvanç Bey'e haber vermişti. Muhtemelen numarasını tekrar almıştı fakat iyi olduğunu öğrendiğimden bir daha arama ihtiyacı duymamıştım. Ayrıca normal zamanda çok da birbirimizden haberdar olmadığımız Beyza'nın üstüne sırf bu kitap yüzünden biraz daha düşersem bana karşı uzaklaştırma kararı çıkartmak isteyebilirdi. Bu tavırlarımı kitaptan daha ürkütücü buluyordu ve haklıydı.

Yüzümün önünde parmak şıklattığında gözlerimi kırpıştırarak kendime geldim. "Sence nereye koymalıyım, diyorum. İyi misin? Dalgın görünüyorsun."

"Kitabı okuyan oldu mu bugün?" diye sorduğumda neden sorduğumu anlayamadığı için kaşlarını kaldırsa da insanları sorgulamayı bırakmış olsa gerek boş verip cevapladı. "Hayır, raflara koymadan önce incelemek istedim. Bazen eşek şakası yapanlar da oluyor, burası kapatılsın istemem."

Bu cevaba rahatlasam da terapi almaya başlamam gerektiğini anladığım için rahatlığım uzun sürmedi. Belki de kitabı okuyup başkarakterin yaşadıklarını yaşamayarak bir sorun olmadığı kendi kendime kanıtlamalıydım ama yaşamayacak olduğuma emin olmadığım için hala cesaret edemiyordum.

"Sen okudun yani?" dediğimde başıyla onaylayıp kitabı kaldırdığı elini indirdi ve kapağının gözlerimin önünde durmaya devam etmediğine sevindim. "Ben de biraz biliyorum. Hikâyelerle ilerliyormuş sanırım. Senin hikâyen nasıl gidiyor?"

Boşta olan elini ensesine götürdükten sonra mahcup bir şekilde güldü. "Kitapla hayatım arasında tatlı bir tesadüf yaşadığım için güzel gidiyor."

Stresten dilimi çiğnemeye başlarken biraz daha açması için kaşlarımı kaldırdım ama başını onaylamaz bir şekilde sallayıp elini ensesinden çekti. "Boş ver. İlgi çekici bir kitaba benziyor yani. O yüzden raflara koyacağım ki okumak isteyen okusun."

Dilime eziyet etmeyi bırakıp "Günde buraya kaç insan kitap okumak için geliyordur sence?" diye sorduğumda gülmeye başladı. "Sen rakip kütüphaneden falan mısın? Ne bu sorgu sual?"

Ben de güldükten sonra kendi kendime başımı onaylamaz bir şekilde salladım. Bu kitabı burada da görmemin tek önemi Kıvanç Bey'e bildirmek olmalıydı. "Kusura bakma. Kitap biraz ürkütücü geldi bana, o yüzden. Neyse..."dedikten sonra elimi uzattım. "Ben Defne."

Uzattığım elimi tuttuktan sonra "Ben de Özgür." deyip elimi bırakmadan hafifçe eğildi ve sır verirmiş gibi kısık sesle eklese de gözleri alaylıydı. "Korku, yazarların okuyucuyu kitapta tutmaya devam etmek için kullandığı en önemli hislerden biridir."

Bu gerçeğin bilincindeydim ama yine de bir şeyler bana garip geliyordu. Başımla onayladığımda gülümseyerek kitabıma baktı. "Hadi sana bir poşet bulalım."

--

Apartmanın önünde Kıvanç Bey'in arabasını gördüğümde sokağa çıkan adımlarım yavaşladı ve arabaya doğru döndüm. Açmış olduğum şemsiyeyi kapattım. Kapatmamla küçülmüş olan şemsiyeyi çantama koydum. Camı indirdiğinde arabaya yaklaşıp Kıvanç Bey'in yüzünü görebilmek amacıyla eğildim. "Günaydın." Dediğimde üzgün bakışları yüzümü inceledi.

Derin bir nefes aldıktan sonra doğrulup gökyüzüne bakarak kendime duyacaklarıma hazırlanmak için birkaç saniye verdim. Yüzüme düşen yağmur taneleri vücudumu serinletmekten oldukça uzaktı. Yanıyor gibi hissediyordum. Bir şey olmuştu biliyordum. Ve o şeyin hissettiklerimle aynı çıkmasından ölecekmişim gibi korkuyordum. Birkaç saniye için tuttuğum nefesimi üfleyerek kapıyı açıp arabaya bindim. Emniyet kemerini takmadan ileriye doğru bakarak "Ne oldu?" diye sordum. Arabası şu an çalışır durumda olmadığı için silecekler de kapalıydı ve görüş alanımda yağmur tanelerinin bulanıklaştırdığı bir sokak manzarasından başka bir şey yoktu.

"Karakoldan geliyorum. İfade vermek için çağırdılar."

Bakışlarım yavaşça ona döndü. Parmaklarıyla direksiyonda ritim tutarken dudağını büzdü. "Bir yangın çıkmış."

Ellerim kucağımda birbirini bulurken avuçlarımı tırnaklamaya başladım. Yaşlı gözleri uzaklarda daldığı yerlerden tekrar bana döndü. "Beyza'dan mesaj geldiğinde..." dedikten sonra acısını silkelermiş gibi omuz silkti. "... aslında Beyza çoktan ölüymüş."

Kanım çekilirken çığlıklarımı yutmaya çalıştım. O da beni motive etmeye enerjisi kalmamış olsa gerek ki başka bir şey söylemeden arabayı çalıştırdı. Direksiyonu tutmayan elinin tersiyle gözündeki yaşı sildikten sonra tekrar yola odaklanıp "Emniyet kemerini tak." Diye uyardı. Tek derdimiz emniyet kemeriymiş gibi.

"Hayır." Dediğimde sorgular bakışları bana döndü. O gaza basmadan önce arabanın kapısını açtım ve aşağıya indim. Senelerdir yaşadığım sokağın bile nereye çıkacağını hatırlamazken hızlı adımlarla ilerlemeye başladım. Koluma düşmüş olan çantamı sinirle omzuma çıkarırken diğer elimi de yağmurun hemen ıslattığı saçlarıma geçirip sıktım. Vardı işte! Bir şeyler vardı...

"Defne!"

Seslenmesiyle adımlarım hızlansa da bana yetişip kolumu tuttu. Durdurarak kendine çevirdiğinde tutmaya çalıştığım gözyaşlarımı omzunda özgür bıraktım. Kolları bedenimi sararken sakinleştirmeye çalışan mırıltılarıyla saçımı okşuyordu.

Ne yaparsa yapsın sakinleşemeyeceğimi anladığımda kararlı bir ses tonuyla konuşmaya başladım. "İşten ayrılmak istiyorum."

"Bunu kabul etmeyeceğimi biliyorsun."

Başımı onaylamazca sallarken kollarından sıyrıldım ve bir adım gerileyip yüzüne baktım. Hızlanan yağmurun taneleri saçlarından boynuna akmaya başlamıştı. Yağmurla ıslanmaktan nefret ederdi. Yağmurdan da nefret ederdi. Mümkün olduğunda temas etmemeye çalışırdı ama şimdi baştan aşağı ıslanmıştı arabadan çıktığı birkaç dakika içerisinde. O sadece güneşli günleri severdi.

"Sen o kitabı basmak istemeye devam ettikçe o yerde bir gün bile durmayacağım."

'Yine mi kitap' dercesine baktıktan sonra oflayarak eliyle yüzünü sıvazlamaya başladı. Kararlı bakışlarımı üstünden çekmedim. Titremeye başlamıştım ama bunun soğukla mı yoksa düşüncelerimle mi alakalı olduğunu ayırt edemiyordum. Düşüncelerim de ürpertmeye oldukça yetiyordu çünkü.

Onu arayıp yaşadığım yerin kütüphanesinde dahi o kitabı görebildiğimi söylesem de Kıvanç Bey'in tek çıkardığı sonuç yazarının bizim basmamamız durumunda alternatif seçenekler yaratmaya çalışmasıydı. Başka yayınevlerinin de dikkatini çekmeye çalıştığını iddia ediyordu ama durum sadece basmak ya da basmamak değildi. O kitabın çok daha farklı amaçları vardı. Peki, yangından hemen sonra Kıvanç Bey'e hali hazırda ölü bulunan Beyza'nın telefonundan mesaj gelmesi neydi? Bu ölüm bir şanssızlık mıydı, bir cinayet miydi? Eğer ki bu kitap bir insan elinden çıktıysa dahi bu eller bir katile aitti. Bu düşüncemi destekleyecek kaç ölüm daha duyacaktık? Özellikle gün içerisinde en çok karşılaştığım ve son yıllarda en çok muhatap olduğum iyisiyle kötüsüyle sevdiğim insanların elinde bu kitap varken ve bu haberler devam edecekken nasıl orada çalışmaya devam edebileceğimi düşünürdü ki?

Ellerini yüzünden çektikten sonra omuzlarımdan tuttu. "Şiddetli yağmur yüzünden elektrik kablolarında arıza çıkmış. Her gün dünyada kaç kişinin başına geliyor bu biliyor musun? Böyle karşılaşılabilecek bir durumu nasıl bir kitaba dayatabilirsin? Yirmi altı yaşındasın Defne! Hiç mi büyümedin?"

Ellerini omuzlarımdan ittikten sonra "Büyümedim!" diye bağırdım. "Eğer bu kitapla ilişiğimizi kesmezsen o ofise bir gün dahi gelmeyeceğim."

Başını onaylamazca sallarken "Yazarından onayı aldım bile." Dedi kısık sesle. Yağmur sesleri sesini örtse de duyabilmiştim. Elinden tutup arabaya doğru çekiştirirken "Yazarının ismini polise vermeliyiz." Dediğimde beni durdurup tekrar kendine çevirdi. "Yazarı hala anonim. Sadece ofisin önüne not bırakmış. Anonim bir şekilde basılabileceğine ve hiçbir ücret talep etmediğine dair. Diğer yayınevlerinden önce davranmalıyız."

"Bu sana normal geliyor mu?" diye bağırdım. "Kim isminin duyulamayacağı bir kitap basmak ister? Hiçbir karşılık alamayacağı bir kitabı kim hayrına verir gibi yayınevine teslim eder?"

"İsminin değil kitabının duyulmasını isteyen biri?" diye sorduğunda elimi onaylamazca sallayıp tekrar ondan uzaklaşıp yoluma devam etmeye çalıştım. Onunla daha fazla muhatap olmak istemiyordum bugün içerisinde. Gidişatı, sebep ve sonuçları göremiyor gibiydi. Sadece gören ben olamazdım değil mi? Bu koca dünyada tek akıllı ben olamazdım. Hep abarttığımı düşünmüştüm ama fazla olmuyor muydu artık? Bir arkadaşımı kaybetmiştim! Hem de kitapta olduğu gibi. Kitabın da söylediği gibi ertelenmesine sebep olmuştum ama engelleyememiştim.

"Sen de bunu yapardın." Diyerek önüme geçtiğinde kaşlarımı kaldırdım. "Sen de isminin değil kitabının duyulmasını isterdin."

Doğruydu ama aynı şey değildi. Benim henüz basılmamış olan kitaplarım birilerinin ölümüne sebep olmuyordu. Onu anlamaya bir adım dahi yaklaşmadığımı gördüğünde devam etti. "Defne yayınevi kötü durumda. Canan Hanım'ın sözleşmeyi imzalamaması yapımcının kendince bize yaptırım uygulamasına sebep oldu. Diğer imzalayacağımız sözleşme tekliflerini geri çekti. İmzaladığımız sözleşmeleri de tazminat ödeyerek feshetti. Canan Hanım yayınevimizden ayrıldı. Ve tam da şu an yayınevinin toparlaması lazım. Ve kabul et oldukça ilgi çekici bir kitap. Yazarının da bizden ücret istememesine bakarsak bize şifa gibi gelecek bu basım."

"Ben yokum." Derken ellerimi kaldırıp çapraz bir şekilde indirdim. Sokaklara yöneldiğimde rahatça peşimden gelip beni durdurabildiği için apartmanıma yöneldim. Şah.

Apartmana çıkan birkaç merdivenden ilkine adım attığımda ardımdan "Baş editör olsan dahi mi?" diye sormasıyla olduğum yerde durdum.

Sırtım ona dönükken apartmanın camının yansıttığı vücuduna baktım ve yansımasında ellerini ceketinin cebine koyup rahat bir şekilde cam kapının yansımasından gözlerime bakan Kıvanç'la göz göze geldim. Mat.

Ellerimi sinirle yumruk haline getirirken gözlerimi kapatıp mantıklı düşünmeye çalıştım. Yıllardır peşinde koştuğum konumu bana bu durumdayken veriyordu. Başka türlü işe devam etmeyeceğimi bildiğinden son vuruşunu yapıyordu. İyiliğini istiyorum, demesi külliyen yalandı. Beni işte de hayatında da kaybetmek istemiyordu ve ancak bu durumda bana istediğimi veriyordu.

Gözlerimi tekrardan aralayıp yansımasına baktığımda dudakları keyifle kıvrılmıştı. Bunu reddedemeyeceğimi bildiği için bana bakmayı bırakıp arabasına yöneldi. "Bugün için sana izin veriyorum. Yarın toplantıda görüşürüz." Vücudumu ona doğru döndürdüm. "O kitabı okumam." Dediğimde arabasının kapısını açmış vücudunda gözleri bana döndü ve gülümsedi. "Nasıl istersen."

Arabasına bindiğinde gülümsemesi yüzünden silinmemişti. Nefret ediyordum! Hırsımdan da hırsımı kullanan insanlardan da nefret ediyordum! Ama en çok da temas etmeyi bırakamadığım şu kitaptan nefret ediyordum.

Continue Reading

You'll Also Like

439K 13.3K 38
Bebeğine bakamayacağını düşünen bir anne bebeği gizlice babasına bırakıp kaçarsa? Bir kapı zili ile hayatı alt üst olan bir mafya ? Sizce bu ikisini...
446K 14.9K 39
Bora'nın üzerime gelen adımlarıyla birkaç adım daha ondan uzaklaşmak istesem de yatağa çarpan bedenimle durmak zorunda kaldım. Gözlerimin derinine ba...
21K 88 2
☆ Gizem Diyarı'na ithafen.. "İşte şimdi sessiz bırakın ruhunuzu, gizeme yelken açıyoruz dosdoğru... Unutun sıkıntınızı, unutun yaşanmışlıkları; tem...
Crathall-taekook By SETH

Mystery / Thriller

23.2K 1.4K 25
Jungkook işten evine yorgun bir şekilde dönmüştü. tek bir isteği vardı o da güzel karısının kollarında uyumaktı, karısını 4 adamın üzerinde inlerken...