Sevda Karası (1 Mayıs'ta kalk...

By Deein_Deniz

1.6M 93.2K 50K

Bu bir Asker&Polis kurgusudur. Sevda Karası tamamlandı 🖤 Sevda Yangını tamamlandı 🔥 Kavuşursan aşk olur de... More

Sevda Karası 1 🖤
2🖤
3🖤
4🖤
5🖤
6🖤
7🖤
8🖤
9🖤
10🖤
11🖤
12🖤
13🖤
14🖤
15🖤
16🖤
17🖤
18🖤
19🖤
20🖤1. Kitap Finali
Özel Bölüm🖤🔥
Sevda Yangını 1🔥
2🔥
3🔥
5🔥
6🔥
7🔥
8🔥
9 🔥
10 🔥
11🔥
12🔥
13🔥
14🔥
15🔥 2. Kitap Finali
🧡
Sevda Zamanı 1⏳

4🔥

25.1K 1.7K 739
By Deein_Deniz

Bölüm Şarkısı: Kalben / Yara

🔥

Kalbimde kapanmayacak bir yara,
Oysa sen inandırmıştın beni aşka.
Ne oldu bize sen söyle;
Sevmedik mi birbirimizi delirircesine?

🔥

Yorum yapmayı ve oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Keyifli okumalar!

&

"Sevda" dediğinde salondan gelen sesiyle içeriye geçtim. Karşısında durduğumda derin bir nefes aldı. "Bize bir şans daha veremez misin?" diye sordu gözlerinde binbir çeşit parıltı ve umutla.

Şans, ikinci bir şans istiyordu biz olabilmemiz için. Öyle güzel bakıyordu ki sanki yıllardır beklediğim o bakışlar tam şu an sevdiğim adamın gözlerinin içine yerleşmişti. Aşk, sanırım bir tabiri olsa bakışlarının hiç duraksamadan aşk derdim. Peki, biz bir şansı hak ediyor muyduk?

"Hak etmiyoruz." Dudaklarımdan dökülen cümleyle sarsıldı. "Ne ben ne de sen ikinci bir şansı hak etmiyoruz. Ben seni affedemiyorum, sen beni nasıl affediyorsun?" diye sordum sonunda dayanamayarak.

"Senin suçun değildi, her şeyi ben batırdım." Bu sefer yumuşak çıkan ses tonu beni inandırmak ister gibiydi.

"Son zamanlarda düşündüğüm geri plana atmak istediğim bir düşünce var. Bir güve gibi beynime yayılıp içten içe beni kemiriyor." Günler sonra yüz yüze yaptığımız ilk konuşmaydı ve ben ona karşı dürüst oldum.

"Söyle bana" dedi neredeyse yalvaran bir ses tonuyla, sanki benim için her şeyi ortadan yok edebilecek gibiydi.

"Eğer ben gelseydim sana, ne olurdu? Onun yerine ilk beni öper miydin? Dokunduğun, sevdiğin ilk benim saçlarım mı olurdu?" Gözlerim dolduğunda göz yaşlarımı geriye ittim ama onu puslu bir günde gökyüzüne bakıyormuş gibi görmeye başlamıştım.

"Bazen sana geç kalmışım gibi hissediyorum." Cümlesi zihnimin duvarlarında çarparken bana söylediği anı hatırladım. Kolları arasındaydım ve beni sıkıca sarıyordu. "Sen değil Sevda, o mektubu aldığım ilk gün seni arayıp bulmadığım için ben suçluyum. Doğru sen bana gelmedin ama adım attın. Keşke güzel gözlü kadın, keşke cesur kadın, keşke kalbimin ait olduğu kadın... senin kadar cesur olabilseydim."

Şimdi onun gözleri de puslu bakıyordu, öyle bir sıkıntıyla doldum ki göğsümden kopan hıçkırıkla bir adım attım ve ona sarıldım. Öyle bir kırılma noktası yaşıyordum ki duygu patlaması denen şey sanırım buydu. Kollarında hıçkıra hıçkıra ağlarken aslında ağladığım bizdik. Boşa giden zamanımız, onunla uyuyamadığım her gece ve uyanamadığım her sabahtı.

Eli saçlarımın arasına girerken diğer eliyle göğsüne daha sıkı sardı beni. Öyle güzeldi ki onun kollarında olmak bedenim sızladı ona daha yakın olmak için yalvardı. Çenesini başıma dayayıp hıçkırıklarım kısa iç çekişlere dönene kadar kollarında tutmaya devam etti.

"Seni o kadar çok seviyorum ki sana öyle çok aşığım ki seni bu yüzden affedemiyorum. Benim yerime bir başka kadını öpmeni izledim ben, onun gözlerinin içine bakmana dayandım. Şimdi onun yerinde kendim olacağımı bilmek, kabullenemiyorum. Üzgünüm, çok üzgünüm" dedim kollarından çıkarak.

Odaya girdiğimde kapıyı kapatıp arkasına yaslandım. Gözyaşlarım usulca süzülmeye devam ederken aşağı doğru kayıp oturdum ve dizlerimi kendime doğru çektim. Kalbimin bir parçası her şeyi unutmak için yanıp tutuşurken diğer parçası bir daha asla ona güvenemeyeceğimi söylüyordu. Bense ortada kalmış ve ne yapacağımı bilemez haldeydim.

...

Buraya geleli bugün yedi gün olmuştu. Odadan nadir olarak çıkıyor genelde yemek saatlerinde aşağıya iniyordum. Onunla aynı evin içinde kalmak beni zorlasada o günden sonra yüz yüze bakamayacak kadar kendimi kötü hissediyordum. Nefes almaya ihtiyaç duyduğumda ikinci kattaki balkon durak noktam oluyordu. İki kez civardaki bir kitapçıya gitmiş okumak için kitap almıştım. Sabah sporumu elimden geldiğince rutin haline getirmiştim. Kitap okuyup, internetten araştırma yapıyordum.

O ise genelde kapım açık kaldığında durup öylece beni izliyordu. Sanki tek işi buymuş gibi uzun uzun bana bakarken ben gözlerimi çevirip ona bir şey diyemiyordum. Bazen akşamları balkonda kitap okurken uyuya kalıyordum ve uyandığımda üstünde pike oluyordu ya da akşamları yemek yemediğim zamanlar çayın yanına mutlaka sevdiğim tatlılardan buluyordum. Dudakları sessizdi ama hâlâ bana varlığını hissettiriyordu.

Gök yarılmıştı sanki öyle bir gürlüyordu ki hava çakan şimşeklerin arkası kesilmiyordu. Birkaç dakika sonra hızla bastıran sağanak yağmur iri damlalar şeklinde düşmeye başladı. Yaz biterken Eylül ayına girmiştik. Sonbahar havası henüz kendini belli etmese de yağmur zamanının geldiğinin habercisiydi. Pencereyi açıp yağmurla ıslanan taze toprak ve çim kokusunu içime çektim. Öyle güzel öyle ferahlatıcıydı ki gözlerimi kapatıp birkaç dakika bu anın tadını çıkarttım.

"Üşüyeceksin." Sesini duyduğumda kirpiklerim aralanırken ona doğru dönmedim. Bir şey demedim o da dememi beklemedi zaten.

Omuzlarıma konan yumuşak pikeye kollarımı sardım. Yağmurdan önce bunaltıcı bir hava olduğundan ince bir tişört vardı sadece üstümde. Başımı pencerenin pervazına dayayıp gökyüzünden süzülen yağmurun yere vuruşunu izledim. Ters yönden esen rüzgar içeriye yağmurun girmesini önlüyor, kokusunu taşıyordu.

Bir an başımı çevirdiğimde yan taraftaki koltuğa oturmuş beni izleyen gözleriyle karşılaştım. Öyle yoğun öyle büyük bir dikkatle bakıyordu ki bana sanki dünyada sadece ben vardım. Bakışları bana bu duyguyu hissettiriyordu. Her zaman kaçırdığım gözlerimi bu sefer ondan kopartamadım. Alnına dağılan saçları nemliydi, duştan çıkmış olmalıydı. Birkaç günlük olan sakalı uzun zaman sonra onu sakallı olarak görmemi sağlamıştı. En son görevden geldiğinde görmüştüm bu halini ama o zaman da işe döndüğü için kısa sürmüştü. Gözlerinin altındaki halkalar biraz olsun dağılmış, teni canlanmıştı. Geçen haftalara göre daha iyi göründüğünü inkar edemeyecektim.

"Haber var mı Ankara'dan?" En sonunda sessizliği bozmuş gözlerimi üstünden çekmiştim.

"Henüz netleşen bir şey yok ama alınan önlemlerle saldırılar durdu. Herkes elinden geleni yapıyor." İş konuşulduğu an ciddi tavrına bürünmüştü.

"Daha ne kadar kalacağız burada?" Pencereyi kapatıp karşısındaki koltuğa geçip oturdum. Ondan kaçsam bile sorularımın cevabını sadece o verebilirdi.

"Sonsuza kadar demek isterdim ama maalesef yakında dönüş emri gelir." Geriye doğru yaslanıp aklından geçenleri aktardı, burada kalmak istemesinin nedeni güvenlik değildi yanında olmamdı.

"Telefonunu verir misin?" Elimi uzattığımda avucumun içine bıraktı.

Benim telefonum izlenilebilir olduğu için hâlâ kapalıydı. Onun telefonu Askeriye üstünden izlenime kapalıydı. Annem ve ablamı birkaç kez ondan aramış iyi olduğumu haber vermiştim. Yan odaya geçerken telefon rehberine girip aradığım ismi buldum. Üçüncü çalışta açılan telefonla yatağın üstüne oturdum.

"Benim, Sevda" dedim herhangi bir yanlış anlamayı baştan önlemek amaçlı.

"Günlerdir sana ulaşmaya çalışıyorum, telefonun kapalıydı" dedi Timur. Ses tonu sitem doluydu.

"Kendi telefonumu kullanamıyorum izlendiği için, tehlikenin boyutu belli. İyi olduğumu haber vermek istedim, sen nasılsın?" Onu aramama sebeplerimden bir diğeri de en son yaptığımız konuşmanın üstüne umutlanmamasını istememdi. Zaten düzenli verilen raporlardan iyi olduğumu biliyordu.

"İyiyim sadece seni merak ediyordum. Sesini duymak güzel" dediğinde tam olarak bundan dolayı onu aramak istemiyordum işte.

"İyi olmana sevindim, şimdi kapatmam lazım. Kendine dikkat et." Konuşmanın bundan ileriye gitmesini istemiyordum. O benim her zaman dostum, arkadaşım olarak kalacaktı. Daha fazlası onu yaralar beni öldürürdü.

"Sen de kendine dikkat et."

Telefonu kapattıktan sonra bir süre avuçlarımın arasında dururken öylece kaldım. Yağmur durmuştu, karanlık gökyüzünde hâlâ şimşeklerin izleri vardı. Titreyen telefonla yanan ışığı odayı aydınlattı. Ekrana kayan gözlerim gelen mesajın kime ait olduğunu gösterdi. Şifresini bildiğim telefondan mesajı okuyup, okumamak arasında kararsız kaldım. O kadından gelmişti.

Kara (Demir)

10 gün önce

Amaçsızca sürdüğüm arabanın yolu en nihayetinde aklımdaki düşüncelerin sahibine getirdi beni. Arabayı park ettiğim sokağın başında bir süre bekledim. Eve geldiğinde arabasından inmiş sonrasında yorgun bir ifadeyle binaya doğru ilerlemişti. Her akşam olduğu gibi yine görmezden geldi beni. Yüreğim onun adını kalbime kazımıştı bir kere ve benim ondan vazgeçmeye hiç niyetim yoktu. Bu defa sadece kendim için değil ikimiz için savaşacaktım.

"Affet Sevda, ne olur bir gün affet beni. Hiç değilse bunun umuduyla tutunayım." Sessiz feryadım ona ulaştı mı bilmiyorum ama birkaç dakika sonra mutfağının ışığı yandı.

Arabamın ön kaputuna yaslanıp bir lambanın yaydığı ışığı tül perdenin arkasındaki sevdiğim kadını düşünerek izledim. Kalbimin sancısı öyle şiddetli vurdu ki şu an o merdivenleri çıkıp kapıyı açtığı an onu kollarıma almak istedim. Sadece birkaç saniye bile dursa yeterdi. Özleminden beni getirdiği son nokta butdu, kokusunu içime çekerek yetineceğim birkaç saniye sadece. Gözlerimi sıkıca kapatıp içimi çektim.

Ona bunu yapmaya hakkım yoktu.

Beni bıraktığı an delirmiştim, terk etmişti beni. Bu hayatta en çok güvendiğim kadın, kalbime ve bana hükmeden kadın kollarımın arasından çıkıp gitmişti. Haklıydı ve bu haklılık benim canımı hiçbir şeyin yakamayacağı kadar çok yakıyordu. Bu Sevda Yangını hiç bitmeyecek gibiydi.

Saatler geçerken birkaç kez sokak boyu yürüdüm, semt oldukça sakin ve güvenli görünse de onu burada tek başına bırakmak çok zordu. Güçlü bir kadındı, her şeyle baş edebileceğini de biliyordum ama şu içimdeki endişe ve korkuya bir türlü engel olamıyordum. Ona bir şey olacak diye aklım çıkıyordu.

En sonunda ışıkları tamamen kapandığında saat on bire geliyordu, sabah işe gidecekti. Biraz daha bekleyip en sonunda arabama bindim. Artık evde değil Karargahın misafirhanesinde kalıyordum. Arada annemi görmeye gidiyordum sadece. Onsuz, o eve adım atamıyordum. Gerçi taşınmak istediğini düşündükçe bir daha da o eve giremeyeceğimi biliyordum.

Karargaha geldiğimde girişteki Asker kapıyı hızla açtı. Aracı park alanına bıraktığımda nöbetçi Askerlerden birisinin hızla geldiğini görünce durdum. Karşımda durunca selam verdi.

"Söyle Asker."

"Komutanım bir hanımefendi var ziyaretçi odasında sizi bekliyor. Nişanlınız olduğunu söyledi." Askerin sözleriyle tek kaşım yukarı kalktı.

Benim tek bir nişanlım vardı o da karım olmuş ve sonrasında beni terk etmişti. Onun yanından geldiğime göre de burada olmasına imkan yoktu.

"Gidebilirsin Asker!" Hızla yanımdan uzaklaşan Askerle yatakhaneleri es geçip kapalı olan ziyaretçi odasına yöneldim.

Bu saatte ziyaret yasaktı ama kimse bir Yüzbaşının nişanlısını kapı dışarı edemezdi. Bu yüzden nişanlı olduğumuzu söylemişti ve o kişinin kim olduğunu biliyordum. Ziyaretçi odasına girdiğimde yanılmadığımı anladım.

"Senin burada ne işin var?" Öfkem ses tonumdan bile anlaşılırken bir adım geri çekildi.

"Söyleyeceklerim var" dedi Eylem hâlâ yüzsüzce onu dinleyeceğimi sanarken.

"Seni mahvederim Eylem, öyle mahvederim ki ölmek için yalvaracak duruma gelirsin. Yine de elimi sürüp öldürmem seni. Şimdi siktir git!" Hışımla ona doğru adım attığımda gözlerinde korku vardı, ben de bunu istiyordum. Korksun ve bir daha hayatımızın ucundan geçmesin.

"Ben zaten mahvoldum! Lanet olsun ki senin o çok sevdiğin Sevda denen kadın bunu başardı!" Korkusuna rağmen öfkesi daha baskın çıkarken tiz sesi yankılandı.

"Hak ettin! Bizim yıllarımızı çaldın sen! Sen nasıl bir kadınsın? Hâlâ geçmiş karşıma yüzsüzce hesap sorabiliyorsun! Ulan ben sevdiğim kadının gözünün içine bile bakamıyorum senin yüzünden. Senin oyunların, saçma sapan işlerin yüzünden bu haldeyiz!" Öyle çok bağırmıştim ki boynumdaki damarların gerilip, genişlediğini hissettim. Ona karşı nefret bile hissedemeyecek kadar boş, elimi göğüs kafesine sokup taştan kalbini paramparça edecek kadar acımasızdım.

"Eğlenceli olur dedi. Zaten o kız ona karşılık vermiyor, sen çok güzelsin dedi. Yakışıklıydın, güzel seviyordun, senin tarafından sevilmenin ne demek olduğunu merak ettim. Beni yakalasaydın bile oyun olarak görüyordum, sorun olmaz diye düşündüm. Çok yalnızdım." Gözleri dolarken anlattığı şeylerle zorlukla yutkundum.

"Kim" diye sordum bir el boğazımı sıkar gibi beni sıkıştırırken. "Kim yaptırdı bunu sana?" Hırsla sorduğumda önümde duran sandalyeyi alıp fırlattım.

"Sırma" dedi korkudan bembeyaz kesilirken. "Timur sayesinde tanıştık aslında diyebiliriz. O hastanede çalışırken vur-kaç olayında yaralanan hasta bendim Timur'la arkadaş ortamından tanışmıştık. Üçümüz hastane odasında sık sık bir araya geliyorduk. Sırma'nın ona aşık olduğunu anladım ve konuştuk itiraf etti aşık olduğunu. Timur'sa onu sadece arkadaş olarak görüyordu. Bir süre sonra biz de arkadaş olduk ve bana senden bahsetti, seni uzaktan gördüm. Birkaç hafta sonra da yolunu kestim. Bütün mektupları okumuştum, hiç kendinden bahsetmemişti mektupları yazan kadın. Sadece sana olan aşkını yazmıştı, kolay olacaktı."

Masanın kenarındaki sandalyeye çöker gibi oturdu. Bense hâlâ şoktaydım, kardeşim olan Sırma, her şeyden çok önem verdiğim kız kardeşim beni sırtımdan vurmuştu. Ne kadar ölmem dersem o kadar öldürüyorlardı beni.

"Yalan söylemediğini nereden bileceğim?" diye sordum son bir umutla. Bu kadarını da bana yapmamış olsun istedim.

"Timur'a aşıktı ve Timur senelerdir Sevda'dan başkasını görmüyordu. Sevda'nın acı çekmesini istedi, hem abisine hem de en yakın dostuna ihanet etti. Timur, Sevda'yla nereye gitse Sırma bana haber veriyordu ben de seni oraya çağırıyordum. İlk öpüşmemiz bile planlıydı, kafede seni öpmüştüm ve hemen geri çekilip bana ne kadar kızmıştın." Yüzünde acı bir tebessüm varken kız kardeşimin ihanetini anlattı bana.

"Neden yaptın?" Gözlerinin içine bakarak sorduğumda ikimizin yüzleşmesini bu kadar ani beklemiyordum.

"Başta oyundu sonra sana gerçekten aşık oldum. Ne yaparsam yapayım bana katlanıyordun ama hiçbir zaman benim olmadın hep bir boşluk vardı aramızda. Hiçbir zaman bana ona baktığın gibi bakmadın, sevmedin. Hep bir sınır çektin aramıza." Başını iki yana salladığında titreyen ellerini birbirine bastırdı.

"Beni sevdiğin için mi terk ettin? Sana inanmamı bekleme." Anlattıklarına inanamıyordum.

"Gelseydin ben kazanacaktım. Ben sana aşık oldukça Sırma benimle dalga geçti, kazdığım kuyuya düştüğümü söyledi. Haklıydı ama bu canımı çok yaktı. Eğer dönseydin ona aslında beni sevdiğini kanıtlayacaktım ama dönmedin." Başını kaldırıp gözlerime baktığında kız kardeşimle planladığı ihanetini anlattı, kanımdan olan kadını hiç tanımamışım meğer.

"Timur'a bu yüzden yaklaştın çünkü Sırma'nın canını yakmak istiyordun" diyerek tahmin yürüttüm.

"Doğru ama sadece o değildi. Timur'un aile şirketi ile ortaklık kurmamız gerekiyordu. Para ve aşk arasında kalırsam kesinlikle parayı seçerdim, seçtim. Onu Sevda'yla tehdit ettim, Timur'a her şeyi anlattım. Sevda'nın bunları öğrenince yıkılacağını biliyordu. O yüzden susmam için ne istiyorsam verdi bana. Çok aşıktı, onu görmeyen bir kadın için her şeyini vermeye hazırdı." Alayla baktığında son cümlesini canımı acıtmak için söylediğini biliyordum.

"Ne değişti de Timur seni kapının önüne koydu?" Buraya bunun için geldiğini biliyordum.

"Düğüne Sevda'yı çağırdım zafer nidamdı o davetiye benim. Siz ayrılmıştınız ve onu çok seven bir diğer erkek benimle evleniyordu. Düğüne geldi, nikahtan sadece beş dakika önce Timur'un odasına girdi. Ona ne söylediyse nikah masasında beni bırakıp gitti Timur." Eylem ayağa kalktığında karşıma geçti.

O gün geldi aklıma Timur'un üstünde damatlıkla çıkıp geldiği gün. Sevdiğim kadına, aşkını haykırmıştı. Öyle çok nefret ediyordum ki o günden 28 Ağustos benim düğünüm değil cenazem olmuştu. Sevdiğim kadın karşıma geçmiş ve ona aşık olan adamı korumuştu. Git demedi, öfkeli, kırgın gözleri o anda hissettirdiği kadar berbat hissttirdi.

"Şimdi gelelim asıl konumuza, mektuplar bende." Çantasından çıkarttığı kağıdı bana uzattığında aldım.

"Yalan söylüyorsun, Sevda-" dediğimde sözümü kesti.

"Mektupların orijinal halleri bendeydi, sen de olanlar sadece kopyasıydı. O sinirle pek dikkat etmemiş olmalısınız. Eğer bütün mektupları istiyorsan Timur'u ikna et, ortaklığa geri dönsün. Yoksa tek tek hepsini yok etmekten büyük zevk duyacağım." Yapacağını bildiğim için tehdidini boşa saymadım. Elindeki tek kozu buydu.

Eylem yanımdan geçip gittiğinde devirdiğim sandalyeyi kaldırıp oturdum. Ellerimi saçlarımın arasından geçirirken baş ağrım öyle şiddetliydi ki nefes alamadığımı hissettim. İhanetin iki yüzü de canımı yaktı. Kız kardeşim bana bunu nasıl yapmıştı?

Ayağa kalktığımda gideceğim adres belliydi. Karargahtan çıkıp arabama bindim. Geldiğim yer çocukluğumun geçtiği sokak, evim dediğim yerdi. Şimdi başkaydı, yabancıydı. Evim olan kadın yokken burası dört duvar, soğuk bir alandı sadece. Benim evim benden çok uzaktaydı.

Kapıyı çaldığımda saatin geç olmasına rağmen bekledim. Zile arka arkaya bastığımda nöbetçi olacağı da aklıma gelmişti ama biraz sonra içeriden gelen ayak sesleriyle evde olduğunu anladım. Kısa bir an sonra kapı açılmıştı, uykudan uyanmıştı.

"Abi" dedi şaşkınlıkla, en son mahkemede karşı karşıya gelmiştik.

"Geç içeri." Öne doğru adımlayıp eve girince kapıyı kapattım.

"Bir şey mi oldu?" Endişeyle baktığında bu saatte gelmem sorun olduğunu gösteriyordu.

"Ben sana ne yaptım Sırma?" Gözlerine bakarak sorduğumda afalladı.

"Abi, anlamıyorum." Gerilirken gözlerindeki korkuyu gördüm.

"Kızım ben ne yaptım sana? Babamız yoktu baba oldum sana, derdin oldu arkadaşın oldum, sana iyi bir abi olmak için çabaladım. Okumak istedin okuttum, içinde ukte kalmasın diye ne istersen yapmaya çalıştım. Karda, kışta, dağda ölümle lan ölümle karşı karşıyayken bana bir şey olursa kız kardeşim ne yapar diye ömrümü bitirdim! Söylesene Sırma, söyle hadi abi sen bana bunu yaptın de!" Sona doğru yükselen sesimle titreyen ellerimi yumruk yaptım.

Bir kardeş, abisine neden bunu yapardı? Canım demiştim, kardeşimdi o benim. İlk doğduğunda babam kucağıma vermiş büyüdün, abi oldun artık kız kardeşin senin sorumluluğunda demişti. Babamın emanetiydi o bana.

"Özür dilerim abi, çok özür dilerim." Ağlamaya başladığında öğrendiğimi anlamıştı. "Affet abi ne olur yalvarırım affet." Dizleri üstüne çöktüğünde başını kaldırıp baktı. Ben asla onun dizlerinin üstüne çökmesine izin vermemiştim hayatı boyunca.

"Artık kardeşim değilsin Sırma, ne annemizin ne de babamızın bir olması bunu değiştirmeyecek. Sildim seni, benim Sırma diye bir kardeşim yok!" Kalbim ağrırken bu sözlerin geri dönüşünün olmayacağını ikimizde biliyorduk. Bitmişti, benim onun için verdiğim imtiyazların sonuna gelmiştik.

"Abi yalvarırım abi, bırakma beni." Ağlaması şiddetlenirken hiçbir kıymeti kalmadı gözümde.

"Ölseydim Sırma, ölseydim de kardeşimin beni böyle mahvettiğini bilmeseydim. Sen tek beni değil sevdiğim kadını da incittin, kırdın, döktün. Bitti, bundan sonra gözüm görmesin seni."

Arkamı dönüp evden çıkarken bir an bile arkama bakmadım. Benim kız kardeşim bu kadar kötü olamazdı, onun için kendimi parçalarken beni böyle kolayca yaralayamazdı. Zorlukla nefes alırken gözlerimi kapattığım an bir damla firar etti gözlerimden. Bu onun için değil, babama verdiğim sözü tutamadığım içindi. Affet baba, emanetinden artık sorumlu değilim.

Sevda (Günümüz)

Ne yapacağımı bilmezken avucumun içindeki telefon bir kez daha titredi ve ekranı aydınlandı. Yapmamam gerekiyordu ama dayanamadım. Mesajı açtığımda ne görmeyi beklediğimi bilmiyordum ama bunu da tahmin etmiyordum.

Mektupları kargoya verdim. Timur ortaklığı tekrar kurdu, ona ne söyledin bilmiyorum ama işe yaramış olmalı. İstediğin gibi artık birbirimizi bir daha görmeyeceğiz.

Mesajın anlamını tam olarak anlayamasamda bahsedilen mektupların benim ve onun yazdıkları olduğunu anlamayacak kadar saf değildim. Ben o mektupları yakmıştım, hepsini yok etmiştim. Şimdi nasıl Eylem'de oluyordu anlam veremiyordum. Belki de kendisi için kopyalayalarını çıkartmıştı.

Bu mesajdan anladığım diğer şeyse bir anlaşma yapıldığıydı. Eylem ve Timur evlenemeyince aralarındaki iş ortaklığı bozulmuştu. Peki, bu durum onu neden ilgilendiriyordu? Timur'la konuşup Eylem'e yardım etmesini ki istemişti? Derin bir nefes alıp ikinci mesajı açtım.

Ortaklığın yeniden kurulmasını sağladım. Sözünü tut.

İkinci mesajın sahibi Timur'du. Herkes yine benim arkamdan bir şeyler çevirmeye başlamıştı. Her şeyin odak noktası bendim ama hiçbir şey bilmeyende bendim. İçeriye geçtiğimde salondaki koltuklardan birisine oturmuş haber kanalını izliyordu. Beni fark edince başını kaldırıp baktı. Telefonu kucağına fırlattım.

"Yine ne iş çeviriyorsun?" Sert ve soğuk çıkan ses tonumla kaşları çatılmıştı.

Telefonunu alıp ekrana baktığında biraz önce okuduğum mesajları görüp duraksadı. Bir süre öylece kaldı nasıl anlatacağını bilemez gibi. En sonunda kaçamacağını anlamış olmalı ki göz göze geldi benimle. Dudaklarını araladığında bir cevap bekliyordum.

"Bilmek istemezsin diye düşünmüştüm. Mektupların orijinalleri Eylem'deymiş senin yaktıkların kopyasıymış. Mektuplara karşılık Timur'la tekrar ortak olmasını sağlamamı istedi ben de yaptım." Eliyle ensenini sıvazlarken çenesi gerilmişti.

"Timur, Eylem'den nefret ediyor, nasıl kabul etti? Timur'a ne söz verdin?" Gittikçe sinirleniyordum, bu işin sonunda yine üzülen tarafın ben olacağıma emindim.

"Sırma hastaneden istifa edecek, Tamer kalıp çalışmaya devam edecek. Timur ortaklık karşılığında Sırma'nın gitmesini istedi. İstanbul'a teyzemlerin yanına göndereceğim orada özel bir hastanede çalışacak artık." Gözlerine baktığımda en az sözleri kadar kararlı bir ifade vardı. Gerçekten de gönderecekti.

"Annen üzülmez mi? Zaten sen de yoksun yanında." Sırf mektuplar yüzünden kız kardeşini gönderecek olması nedense mantığıma uymuyordu.

"Gitmesi herkes için daha iyi." Bunun altında bir şeyler olduğunu düşünsem de daha fazla bir şey söylemeyeceğini belli etmişti.

Sırma'nın gidecek olması beni sadece mutlu ederdi. Son olanlardan sonra onu hiçbir şekilde görmek istemiyordum. Hayatımın kazığını dost dediğim insandan yemiştim. Çıkarları uğruna beni harcamakla kalmamış kalbimi de güvenimi de paramparça etmişti. Şimdi başka bir şehirde yeni bir hayat kuracaktı kendine. Bu bana hiç de adil gelmiyordu.

Telefonu çaldığında kısa bir an gözlerime bakıp cevapladı. Konuşmasından anladığım kadarıyla arayan Binbaşıydı. Onlar konuşurken duyduklarımı sindirmek ve ona alan tanımak için balkona çıktım. Yağmur dinmiş geride bıraktığı ıslak toprak kokusuyla yenilenmiş taze bir hava bırakmıştı gerisinde. Derin bir nefes alıp gözlerimi kapattım. Hafifçe esen rüzgar tenimi okşadı.

Balkonda bir süre daha oyalandıktan sonra içeriye girdiğimde onu salonda oturmuş derin düşünceler içindeyken buldum. Elindeki telefona bakarken kapıyı kapatmamla gözleri bana döndü. Eliyle karşı koltuğu gösterdiğinde konunun beni de ilgilendirdiğini düşündüm. Oturduğumda sessizliği onun cümleleri böldü.

...

Kapının sesini duyduğumda yerimden kıpırdamadan düzenli nefeslerimi alıp vermeye devam ettim. Elim soğuk metalin üstünde her an tetikte bekliyordu. Odamın kapısı küçük bir tıkırtı eşliğinde açıldı. Sessiz adımlar yatağın başına kadar oldukça yavaş ilerledi. Yatağa doğru eğilip pikeyi açtığında beklemeden silahımı ateşledim. Susturucu taktığım için ıslık sesini andıran mermi doğrudan hedefini buldu. Yatağa doğru düşen adamı tutup sessiz bir şekilde yere bıraktım. Yataktan kalkıp kapının arkasına geçtim.

"Sevda." Kısık sesini duyduğumda kapıyı itip ona kendimi gösterdim. Pencerelerde ki perdeler açık olduğu için içeriye sızan ışığın verdiği aydınlık bizim için yeterliydi. İyi olduğumu gördüğünde başıyla koridoru işaret etti.

İçimden beşe kadar saydım ve merdivenleri çıkan ikinci bir adamla tam koridorun köşesinde denk geldim. Benden önce davranmış adamın ensesine silahının kabzasını geçirip bayılmasını sağlamıştı. Ellerini ve ağzını bağladıktan sonra boş odaya bıraktık. Konuşması için sağ kalan birisine ihtiyacımız vardı.

Merdivenleri birbirimizi koruyarak indiğimizde o benim bir adım önümde duruyordu. Aşağısı kalabalıktı adım seslerini saymaya çalıştım. Beş ya da altı kişi olabilirdi. Duvara kendimi yaslayıp silahımı hazır halde tuttum. Derin bir nefes aldığımda ona baktım. Eliyle sağ tarafı işaret ettiğinde başımı salladım. Mutfak tarafında iki kişi solunda üç kişi vardı. Bir Asker ve Polis için hazırlıklı gelmişlerdi.

Mutfağa doğru adımladığımda o salona doğru ilerledi. Yüzü bana dönük olan siyah kar maskeli adam beni fark ettiğinde bir saniye bile düşünmeden onu vurdum. O andan sonrası tam bir kaostu. Kendimi kolonun arkasına atarken bir mermi çok yakınımdan geçmişti. Onların silahlarında da susturucu vardı.

Kapı büyük bir gürültüyle açılırken içeriye yeni girenler de ateş hattına katılmıştı. Bir an yanımda hissettiğim hareketlilikle başımı çevirdiğimde Fırat'ı gördüm. Hemen arkasında Kesik ve Yıldırım vardı. Silah sesleri kesildiğinde bizden kimse yara almamıştı ama yukarıda bıraktığımız hariç diğerleri ölmüştü.

"İyi misin?" Fırat'ın sorusuna "İyiyim" diyerek cevap verdim.

Cesetlerin üstünden hiçbir şey çıkmamıştı, ne bir kimlik ne de işe yarar bilgi verecek bir şey. Telefonları bile yoktu. Baştan aşağı siyah giyinmiş, silahlı adamlardı sadece. Yukarıda ki adamı getirdiklerinde mutfak sandalyesine sıkıca bağlamışlardı. Kesik başından aşağıya bir sürahi su boşalttığında kendine geldi.

"Uyandı prenses." Yıldırım kendine sigara yakarken alayla söylenmişti.

"Keşke uyanmasaydım diyecek." Fırat yanımda dururken ben sessizce onları izliyordum.

Kesik eline aldığı bıçakla adamın siyah tişörtünü önden tamamen kesmişti. Vücudunun çoğu dövmeyle kaplıydı ve oldukça kaslı bir yapısı vardı. Diğerleri gelmese bizi biraz uğraştıracakları belliydi, eğitimli bir gruptu. Kesik elindeki bıçakla adamın göğsünün altından başlayan bir çizik çektiğinde yutkundum ama gözlerimi kaçırmadım. Yüzü boynuna doğru kıpkırmızı olmuş adam bağırmamak için kendini sıkıyordu.

"Sizi kim gönderdi?" Öyle ürkütücü bir ses tonu kullanmıştı ki adamı kesiyorken bunu yapmasa bile ürkerdim.

"Ağzı bağlı nasıl konuşsun manyak." Yıldırım başını iki yana sallarken bu duruma hepsi alışık gibiydi.

"Konuşursa hemen zevki nasıl çıkacak?" Kesik başını çevirip bunları söylemiş ve yeni bir yara açmaya başlamıştı.

"Bakma istersen." Fırat sessizce konuştuğunda gözümü kırpmadan izlediğimi fark etmiş olmalıydı.

"Bu yaptığınız yasal mı?" diye sordum kendimi tutamayarak. Tek derdim başlarının belaya girmesini istemememdi. Yoksa bu adamın ölmesi ve ya yaşaması umurumda değildi. Paralı katildi bir kere.

"Olmadığı için burada yapıyoruz." Sorumun cevabını veren Yıldırım'dı.

Üçüncü kesikten sonra adamın inlemeleri sesli uğultulara dönüşmüş ve direnci kırılmaya başlamıştı. Kesik onu sözleriyle manipüle etmeye başlamıştı bile. Yerde yatan arkadaşlarının cesetleri de pek yardımcı olmuyor gibiydi. Göğsünden ağrı kanlar aşağı doğru sızıyordu, nefesleri boğuklaşmış yüzü kırmızıdan mora dönmüştü.

"Eğer ağzını açtığımda tek bir yanlış kelime edersen seni öldürmem. Bu ince kesiklerden üç yüz yetmiş beş tane birini öldürmeden atabiliyorum. Rekor bende yani için rahat olsun." Kesik adamın ağzındaki bez parçasını çıkarttığında "şimdi dökül bakalım" dedi.

"Adamın adını bilmiyoruz, bir kez ziyaret etti. Parayı nakit elden verdi." Yüzüne terden yapışmış saçlarıyla nefes nefes kalmıştı. Uzun bir maraton koşmuş gibi bitkin duruyordu.

"Adresi nereden buldunuz? Buraya kim gönderdi sizi?" Kesik bıçağı boğazına dayadığında bunun normal bir bıçak olmadığını anlamıştım. Kabzası demirden, ucu jilet gibi parlak ve inceydi.

"Bilmiyorum sadece dün sabah konum gönderildi. Biz sorgulamayız, iş bitiririz sadece. Ekibin başında Poyraz diye bir adam var." Hırıltılı nefesleri arasında başını kaldırdığında gözleri beni buldu. Öldüreceği kadın gayet sağlıklı bir şekilde karşısında duruyordu.

Eskişehir'e yalnız gelmemiştik. Bütün yolculuğu ikimiz yapsak ve evde ikimiz kalsak bile bizi dışarıda sürekli koruyan bir ekip vardı. Binbaşı birkaç saat önce aradığında hareketlilik oluştuğunu bu gece bir baskın olabileceğini söylemişti. Kesik, Yıldırım ve Fırat bize destek için yola çıkmıştı. Yaptığımız planda içlerinden birisini bırakıp konuşturmak vardı ama sadece bir avuç paralı katildi gelenler.

Kafasına yediği mermiyle sandalyede geriye doğru düştü. Şaşkınlıkla kaldığımda silahı ateşleyenin arkamdaki adam olduğunu biliyordum. Bu hamlesiyle ona doğru döndüm. Diğerleri bunu bekliyor gibiydiler.

"Karakola girmeden öldürürlerdi zaten en azından böylelikle bize konuştuğunu bilmeyecekler." Bana bakarak yaptığı açıklamayla sessiz kaldım.

Yıldırım telefonla arayıp içeriye giriş izni verdiğinde cesetlerin alınması için başka bir ekip gelmişti. Üst kata çıkıp hazırladığım çantamı alıp aşağıya indim. Yirmi dakika sonra araçlara binmiş, Ankara'ya gitmek üzere yola çıkmıştık. Gün doğumu gökyüzünde kızıl izler bırakıyordu. Önde Fırat ve o otururken ben arka koltukta tek başımaydım. Gözlerimi kapatıp başımı geriye doğru yasladım. Yorucu, gergin ve sıkıntılı geçen saatlerden sonra biraz olsun uyumak istiyordum.

Araba hafifçe sallanırken içim geçmiş uykuyla uyanıklık arasında bir yerde kalmıştım. Ben uyumadan önce açık olan radyo kapatılmıştı. Yaslandığım yerden kalkmadan biraz daha uyumak için gözlerimi açmadım.

"Ne zaman söyleyeceksin ona?" Fırat'ın sesini duyduğumda kaşlarım çatıldı.

"Söylemeyeceğim, bir de bunu omuzlarına yük etmek istemiyorum." Ses tonu düşük olsa da duyuyordum ne dediğini ama konunun ne olduğunu anlamıyordum.

"Kız kardeşini kaybettin, sana yıllarca ihanet ettiğini öğrendin. Abi ben anlamıyorum niye bütün her şeyi sen üstleniyorsun?" Fırat'ın sitem dolu konuşması sanki kaçırdığım bir şeyler olduğunu söylüyordu. Sırma'nın gidişinden mi bahsediyorlardı?

"Anlamıyorsun, dayanamaz Fırat. Zaten yeterince darbe aldı, yoruldu. Bırakalım kendini toplasın. Yoksa her şeyden önce ben söylemek istiyorum, kendimi aklamama yetmez ama görür en azından benim de yıllarca oyuna getirildiğimi." Nefesimi birkaç saniye tutarken dikiz aynasından Fırat'la göz göze geldik.

"Sırma'nın sırf Timur'un canı yansın diye mektupları Eylem'e vermesi, bu nasıl bir şeytanlık. Kusura bakma abi kız kardeşin ama şeytan önünde eğilir." Fırat'ın sözleriyle donup kaldım.

Tahminim doğru çıkmıştı, içten içe hep biliyordum zaten bunu. Ondan başkası mektuplara ulaşamazdı ama yine de bir umut bu kadarını da yapmamış olsun diye bekliyordum. On yıllık dostluğumuza ihanet etmesin isterdim, öz abisine bunu yapmasın isterdim. Nefret hissettiklerim yanında küçük bir duygu kırıntısı olarak kaldı.

"İnsan kardeşini seçemiyor işte, benim de kanım, canım dediğimin elinden çekeceğim varmış." İçini çektiğinde öyle çaresiz bir ses tonu vardı ki içim acıdı.

Onun kız kardeşini ne kadar çok sevdiğini biliyordum. Sırma her zaman abisinden övgüyle bahsederdi. Onun gibi bir abim olmasını çok isterdim. Kız kardeşini her zaman korumuş, ihtiyaçlarını kendi ihtiyaçlarının önünde tutmuştu. Sırma ne istiyorsa elinden gelenin fazlasını yapmaya çalışmıştı. Mezunuyetine gelmek için bile görevden çıkıp hiç dinlenmeden uykusuz saatlerce yol gelmişti. Sırf kız kardeşi yalnız hissetmesin diye. Ve o kız kardeş abisinin hayatını çalmıştı.

Hangi kardeş bunu yapardı? Nasıl bu kadar vicdansız olurdu? Kendimi geçtim abisiydi ya abisi. İçtiği günü hatırladım bana gelmeden hemen önceki halini. Öyle kötü görünüyordu ki anlamıştım nedenini. Kız kardeşi, sevdiğini sanıp yıllarını verdiği kadınla birlik olup hayatını mahvetmişlerdi. Canı çok yanmış olmalıydı.

Ankara'ya geldiğimizde hepimiz Karargaha geçtik önce. Sessizce durup olan biteni izliyordum. Konuşacak, anlatacak bir şeyim yoktu içimden de gelmiyordu. Dün gece yapılan baskının detayları masaya yatırıldı. Tehlike geçmiş değildi ama adam yurt dışına kaçmıştı yasak yollarla. Ülkeden çıkışı görüldüğü için şu an durulmuştu ortalık. Kırmızı bültenle dünya çapında aranması için alarm verildi. Birçok Polise suikast düzenlendiği için farklı şehirlerde yüzlerce kişi alarma geçmişti.

"Eve mi gideceksin?" Fırat yanıma oturduğunda başımı kaldırıp ona baktım.

"Gitsem iyi olur, başım ağrıyor" dedim. Neredeyse yirmi dört saattir uyumuyordum.

"Arabam burada hadi gel seni bırakayım ben de eve geçeceğim." Ayağa kalktığında minnetle baktım, yorucu bir gündü ve bu durumda bile bana yardımcı olmaya çalışıyordu.

"Çok iyi olur."

Çantamı alıp son kez Binbaşıya görünüp çıktım. Yarın izinliydim, bir gün sonra iş başı yapacaktım. Biz Fırat'la çıkarken o bize sadece uzaktan baktı. Onun daha burada kalıp işleri halletmesi gerektiğini biliyordum. Operasyonun başında olduğu için bizden daha çok iş düşüyordu ona. Arabaya bindiğimizde emniyet kemerimi takıp geriye yaslandım. Fırat arabayı çalıştırdığında yola çıktık.

"Hiç yolu yok mu Sevda? Sizi böyle görünce hepimiz kötü hissediyoruz. Daha birkaç ay önce düğün hazırlığı yapıyordunuz. Şimdi evli olacaktınız." Fırat'ın bu konuyu açacağını tahmin ediyordum ama yine de hazırlıklı değildim.

"Onu hâlâ çok seviyorum belki eskisinden bile daha çok aşığım. Sekiz yıl bekledim ben onu Fırat, kolay mı sanıyorsunuz silip atmak? Atamıyorum, ne kadar uğraşsam da atamayacağımı biliyorum. Öyle derine işledi ki o giderse bende ben kalmaz gibi hissediyorum. Ama bütün bu olanları da aşamıyorum. Belki daha az sevsem içten içe daha az kırılsam bir yolunu bulurdum ama yapamıyorum." Bütün dürüstlüğümle cevap verdim Fırat'a çünkü durum benim için tam olarak böyleydi.

"Görev emri çıktı, iki gün sonra gidiyor. Siz Eskişehir'deyken geldi görevlendirme emri ama seni bırakıp gidemedi. Sınır ötesi sadece bunu söyleyebilirim sana ve çok tehlikeli. İyi düşün Sevda geç kalmamak için iyi düşün. Şimdi gözünün önünde görüyorsun ama gittiğinde bir daha dönmeyebilir. Gururlu kadınsın biliyorum, görüyorum ve inan dik duruşuna hayranım. Ama Sevda aşk, gururdan üstün gelmezse pişmanlık araya girmez mi? Pişman olmanı istemiyorum, ölüm denen bir şey var ve bize hiçte uzak değil." Bana doğru dönüp baktığında anlamamı istiyor gibiydi ve ben ne demek istediğini çok iyi anlıyordum.

Sessiz kaldım, söyleyecek üstüne diyecek bir şeyim yoktu. İki gün sonra gidecekti ve ne zaman döneceği belli değildi. Bu konuşmadan onun haberinin olduğunu da sanmıyordum. Bilerek söylememişti bana gideceğini. Ölüm öyle ani ve sinsice yaklaşıyordu ki ne olduğunu bile anlamadan her şey olup bitiyordu.

Son zamanlarda aklımda olan İpek'i düşündüm. Yarın mezarını ziyaret edecektim. Güzel gülüşlü arkadaşımın gitmesi beni derinden sarsmıştı. Ölüm her an peşimizdeydi biz bu mesleği yaptığımız sürece. Ne ben vazgeçerdim mesleğimden ne de o. Bir gün onun da haberini aldığımı düşündüğüm de kalbim sıkıştı, nefesim boğazıma düğümlendi ve gözlerim buğulandı. Düşüncesi bile darmadağın etmişti.

Eve geldiğimde Fırat'a görüşürüz diyerek indim. Çantamı aldığımda yorgun bir şekilde binaya girdim. Son kata asansörle çıktığımda anahtarımla kapıyı açtım. Çantaları girişe bırakıp direkt banyoya ilerledim. Üstümdeki kıyafetleri çıkartıp suyu ayarladım. Su tenimden aktı, gitti. Duştan çıktıktan sonra üstüme bol tişört, eşofman giydim. Saçlarımın nemini aldığımda yatağa girmek için hazırdım. Çalan zil sesiyle onun geldiğini düşündüm. Kapıyı açtığımda yanıldığımı anladım.

Timur karşımda duruyorken bir an tedirginlikle iç çektim. Kapıyı sıkıca tutmuş sanki bıraksam düşecekmiş gibi hissediyordum. Mavi gözleri beni incelerken uyuyamadığım için gözlerimin kızaraklığında biraz daha oyalandı.

"İçeri girebilir miyim? Söyleceklerim önemli." Kapıyı biraz daha açıp sessiz kalarak geçmesine izin verdim.

Kapıyı kapatıp arkasından ilerledim. Salona geçtiğimizde oturmak yerine ayakta durmaya devam etti. Üstünde gerginlik vardı biraz da endişe. Ne söyleyeceğini beklerken ben de salonun girişinde kalmış ona bakıyordum.

"Benim sana anlatmam gerek Sevda, söylemem gerek." Ellerini saçlarının arasından geçirdiğinde derin bir nefes verdi sertçe.

"Ne oldu?" Üstümdeki hat safhada olan gerginlik artabilirmiş gibi daha da yükselmişti.

"Bunu yumuşatacak cümlelerim yok o yüzden direkt söyleyeceğim." Bana doğru gelip elimi tuttuğunda karşısına çekti. Gözlerimin içine bakarken elimi bırakıp zorlukla yutkundu.

"Biz seninle birlikte olduk o gece. Siz evleniyordunuz Sevda ben ne yapacağımı bilemedim. İkimiz de kendimiz de değildik ben uyandığımda yatakta birlikteydik. Geceyi hatırlamaya başladım sonrasında Gözde'yi ben sabaha karşı çağırdım eve durumu toparlamak için. Sen hatırlamıyordun bir de bunu kendine yük etme diye sustum." Timur'un her bir cümlesinde dünya başıma yıkıldı.

"Timur yapmadık de kandırdım de söz veriyorum kızmayacağım." Elim ayağım tutmadı, bedenim sendelerken Timur kollarımdan sıkıca tuttu.

"Olmayan bir şeyi diyemem Sevda artık içimde tutmaya dayanamıyorum. Sana olam sevdam boyumu aşmışken de senden uzak duramıyorum." Mavileri büyük bir yenilgiyle bakarken elimi ağrıyan kalbime koydum.

Ben, bunu nasıl yapmıştım?

Bir bölümün daha sonuna geldik.

Sizce Timur doğruyu mu söylüyor?

Timur gelmeseydi, Sevda barışmayı düşünecek miydi?

Demir, Sevda ve Timur'u öğrendiğinde sizce ne olur?

Sevda, Timur'un söylediklerini kaldırabilecek mi?

Sevda haklı çıktı Sırma konusunda. Sırma gitmeden Sevda ile yüzleşirler mi?

Sırma'nın Eylem'e mektupları vermesini bekliyor muydunuz?

Mektuplar duruyor, bu sefer Demir yakar mı dersiniz?

Demir, Sırma ile yüzleşti. Kız kardeşinin ihaneti onu yıktı. Demir, Sırma'yı affeder mi?

Bir sonraki bölümde görüşmek üzere.

Oy vermeyi unutmayınız lütfen.

Continue Reading

You'll Also Like

10.2K 551 6
Şırnak,kerkük 2023... Henüz gençliğinin belki de en taze olan zamanlarında Zemheri Benan,küçük bir köyde orada ki çocuklara öğretmenlik yapmaktaydı...
1.2K 90 36
BLOG | KARALAMA | DENEME *Her bölüm kendi hikayesine ev sahipliği yapmaktadır. **Yarım kalmadı, tamamı o kadardı.
2.4M 135K 47
Yaşatmak... Bazı insanlar, bazı insanları yaşatmak için doğarlar. Kendileri için değil başkası için yaşarlar. Her gün belki de yüzlerce insanın acısı...
92K 13.7K 50
Canım Kardeşim, Bu tuhaf adamla nasıl tanıştığımın hikayesi.