İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
7
8
9
10
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

11

833 90 19
By MSHanDeniz

Çağırdığımız hekim, Mihrimah Sultan'ı muayene ettikte sonra Hürrem Sultan ile ben yatağında hala baygın yatan sultanın yanına gittik. Rüstem Paşa ise merakla hekimin yanına gitti.

"Nedir durumu hekim hatun? Zehirlenmiş mi?" diye sordu.

"Hayır paşa hazretleri, öyle bir alamet yok." Hekimin söyledikleriyle rahat bir nefes aldım.

"Neyi var peki, neden bayıldı? Ateşi de var," diye mırıldandı Hürrem Sultan endişe içerisinde.

"Muhtemelen yediği bir şey dokundu sultanım. Ateşi yüksek değil, bir-iki gün istirahat etmesi lazım. İlaç da hazırlayacağım."

"İyice muayene et hatun! Yediği bir şey dokundu dedin, ne malum zehirlenmediği?" Rüstem Paşa'nın sorduğuna gözlerimi devirdim. Zehirlenmesini mi istiyordu, niye aynı şeyi sorup duruyordu?

"Rüstem!" Hürrem Sultan onu uyardığında sinirle sultanımıza döndü.

"Sultanım sabah hiçbir şeyi yoktu. Nasıl olur da birdenbire ateşlenip yataklara düşer?"

"Fahriye, hünkarımızın hekimine haber et. Bir de o baksın, içimiz rahat etsin."

Hürrem Sultan'ın en güvendiği kalfası olan Fahriye Kalfa, başını sallayarak hünkarımızın hekimini çağırmak üzere odadan çıktı. Bu sırada Rüstem Paşa da hekimin yanından ayrılıp bizim yanımıza geldi ve yatağın başucuna oturup eşini izlemeye başladı.

Bir süre sonra hünkarımız ve Şehzade Cihangir geldiler. İkisi de oldukça telaşlı görünüyorlardı. Hünkarımız, Hürrem Sultan'ın yanına, Şehzade Cihangir ise benim yanıma gelmişti ve ablasıyla ilgili sorular soruyordu.

Hekim uyanmasının yakın olduğunu söylediğinde hünkarımız gidip sultanımızın yatağının başucuna oturdu ve saçlarını okşamaya başladı. Biz de Hürrem Sultan, Rüstem Paşa, Şehzade Cihangir ve ben olarak sıraya girdik.

"Baba?" Mihrimah Sultan'ın narin sesini duyduğumda gülümseyerek ona baktım. Kimsenin de benden farkı yoktu.

"Benim ayım, benim güzeller güzeli sultanım iyi misin?" diye sordu hünkarımız merakla.

"Beni çok korkuttun," diye mırıldandı Şehzade Cihangir.

"Bilhassa da Rüstem Paşa'yı," dedi Hürrem Sultan. Gözlerimi devirmeden edemedim. Kim bu adamın güzellemesini yapsa, sinirle gözlerimi deviriyordum. "Bir hayli endişelendi senin için."

"Üzülme ne olur, iyiyim ben," diye mırıldandı Mihrimah Sultan eşine.

"Şükürler olsun ki gözlerinizi açtınız, dünyalar benim oldu. Rabbim sizi korusun." Yalaka.

-Şehzade Ogeday

Dairemde oturmuş kitap okurken kapının çalınmasıyla gözümü kitabımdan alıp kapıya çevirdim. Lalam gelmiş, eğilmişti. Ona başımı salladığımda oturduğum masamın karşısına kadar geldi.

"Şehzadem, Manisa'daki adamlarımızdan haber geldi," dedi gülümseyerek.

"Yüzündeki ifadeye bakılırsa haberler tam istediğimiz gibi."

"Tahmininizde haklısınız şehzadem. Manisa'da işler iyice karışmış."

"Nedense hiç şaşırmadım," diye mırıldandım.

"Şehzade Selim tebdil halde çarşıda teftiş yaparken muhafızlar bir esnafın ölümüne sebep olmuş," dediğinde kaşlarımı çattım.

"Ne olmuş ki?" diye sordum merakla.

"Şehzademizin hoşuna gitmeyecek laflar edilmiş, malum ahali istemiyordu onu Manisa'da."

"Tam da Selim'e yaraşır bir hareket. Manisa'yı idare etmeyi beceremeyecek, biliyordum." Heyecanla masamdan kalktım ve odada ileri geri yürümeye başladım. "Bunca şeyi işittikten sonra ben burada böyle duramam. Eğer Selim'i tanıyorsam, hadiseyi örtbas edecektir."

"Hakkaliniz var şehzadem, zira bu hünkarımızın kulağına giderse Şehzade Selim için hiç iyi olmaz."

"O halde hazırlıklarını yap Lala Mustafa, birlikte Manisa'ya gidiyoruz." Lalam eğilip selam verdi.

"Ben icabına bakarım şehzadem, siz sancağınızdan zinhar ayrılmayın. Mazallah hünkarımız işitirse hakkınızda pek hayırlı olmaz."

"Eğer Selim Manisa'dan gidecekse bunun fitilini bizzat ben ateşlemek isterim. Hünkarımız da, validem de kimi seçtiklerini görmeliler."

-Mahnisa Sultan

Hünkarımız, Mihrimah Sultan'ın iyileşmesi şerefine odasında akşam yemeği düzenlemişti. Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan, Şehzade Cihangir ve ben oradaydık, hünkarımızın da gelmesini bekliyorduk. Hürrem Sultan, kalfası Fahriye'ye birkaç talimat verirken ben de Mihrimah Sultan ve Şehzade Cihangir ile muhabbet ediyordum.

"Hoş geldin Mahnisa, nasılsın?" diye sordu Şehzade Cihangir bana dönerek.

"Sizi gördüm daha iyi oldum şehzadem."

"İyisin değil mi, ağrın falan yok?" diye sordu Şehzade Cihangir bu sefer de ablasına.

"Gayet iyiyim Cihangir, sen de üstüme gelme. Zaten böyle bir ziyafete ne gerek var anlamadım. Duyan da ölümden döndüm sanır." Kıkırdadım.

"Rüstem Paşa'nın haline bakılırsa biraz öyle olmuş." Mihrimah Sultan sinirle kardeşine baktı. "Haklı, en yüce varlığı sensin."

Mihrimah Sultan sırıtırken kapı çaldı ve içeri Fatma Sultan ile Gülfem Hatun girdi. Fatma Sultan, Mihrimah Sultan'ı ziyarete de gelmişti ama onunla konuşmamıştım zira ondan hiç hoşlanmıyordum. Soğuk nevale kankası Gülfem Hatun'dan da aynı şekilde.

"Mihrimah, seni ayakta görmek ne hoş," dedi karşımızda dikilirken.

"Sizi de öyle."

"Hürrem, hünkarımız yoklar mı?" diye sordu bu sefer de Hürrem Sultan'a dönerek.

"Birazdan burada olurlar, siz buyurun."

Yan yana olan üç yer sofrasının ilkine Fatma Sultan ile Gülfem Hatun, diğerine Hürrem Sultan ve Mihrimah Sultan, en sonuncusuna da Şehzade Cihangir'le ben oturduk. Hünkarımız da gelip sedirine yerleşti. O orada yiyecek, bize karşıdan bakacaktı.

"Rüstem'i göremiyorum. Sıhhatine kavuştuğuna göre, Hersek'e gitmek için gün sayıyordur herhalde." Fatma Sultan, Mihrimah Sultan'a dönüp konuştu yemeğin ortasındayken.

"Bir-iki güne yola revan olur."

"Şehzadelerimiz nasıllar hünkarım, sancaklarında afiyettedirler inşallah." Fatma Sultan bu sefer de hünkarımıza bir soru yönelttiğinde gözlerimi devirdim. Bu böyle sürekli konuşacak mıydı, ağız tadıyla bir yemek yiyemiyorduk.

"Haberleri gelir elbet, aileleriyle birlikte huzur içerisinde olmaları temennim."

Yutkundum. Şehzade Ogeday'ın ailesi burada değil miydi, onun ailesi bizdik. Onun Kütahya'da kimi vardı ki?

"Siz söyleyin sultanım, Amasya'dan gelmişsiniz buraya." Hürrem Sultan'ın söyledikleriyle düşüncelerimden sıyrılıp şaşkınca ona döndüm.

"Başına gelen talihsiz hadiseden mütevellit ziyaret etmek istedim, bir gün kaldım sadece." Fatma Sultan yüzündeki gülümsemeyi hiç bozmadan cevap verdi.

"Mustafa'm nasıl?" diye sordu hünkarımız merakla.

"Hadiseye çok üzülmüşler, nihayetinde gözdesi gebeydi." Hünkarımıza cevap verip tekrar Hürrem Sultan'a döndü. "Bunu reva gören zalimlere Allah gün yüzü göstermesin inşallah."

"O zalim layığını buldu sultanım."

Hürrem Sultan lafını bitirdiği anda kapı çaldı ve içeri ağalardan biri gelip Antakya Sancakbeyi Mustafa Paşa'nın geldiğini söyledi. Bildiğim kadarıyla kendisi Fatma Sultan'ın boşamış olduğu eski kocasıydı. Fatma Sultan şaşkınca hünkarımıza baktı. Hünkarımız elini kaldırıp ağayı durdurduktan sonra kardeşine döndü. 

"Fatma'm, Hürrem bana olanları anlattı. Paşayla aranızdaki sıkıntıyı inşallah fazla uzatmadan halledersiniz, seni mutlu görmek isterim." 

Hünkarımız mutlulukla gülümserken Hürrem Sultan da sinsice gülümsüyordu. Gerçekten her durumda bir planı vardı, bir şekilde oluyordu. Bu kadar zeki olması beni korkutuyordu. 

İçeri cüceden hallice sakallı ve çirkin bir adam geldi. Rüstem Paşa mı yoksa bu adam mı daha çirkindi emin değildim. İkisi de birbirinden çirkindi sanırım, karşılaştırma yapamıyordum.

Ertesi gün, Şehzade Cihangir'in beni dairesine davet etmesiyle onun yanına gittim. Kendisinin muhabbetini seviyordum ve Şehzade Ogeday onu yalnız bırakmamamı söylediği için o davet etmese bile sürekli yanına gidiyordum.

"Ne çok kitabın var," diye mırıldandım Şehzade Cihangir'in kütüphanesinin önünde kitaplarını incelerken.

"Okumak istersen, bunu tavsiye ederim." Masasındaki bir kitabı alıp bana uzattı.

"Kimin?" diye sordum merakla.

"Fuzuli'nin, Leyla ve Mecnun mesnevileri. Lisana hakim olsan da hayli ağır fakat çok etkileyici bir aşk hikayesi, mutlaka okumalısın." Elindeki kitabı aldım.

"Aşk hikayesi demek, merak ettim doğrusu," dedim gülümseyerek.

*

Elimdeki mektubu Mihrimah Sultan'ın en güvendiği hatununa verirken "Kütahya sancağına gidecek, Şehzade Ogeday'a," dedim gülümseyerek.

"Mihrimah Sultanımızın haberi var, öyle değil mi?" diye sordu hatun kuşkuyla.

"Sultanımızın derdi başından aşkın, bir de ben meşgul etmek istemem."

"Siz nasıl arzu ederseniz," dedi gülerek.

"Dikkatli ol Melek, başka kimsenin eline geçmesin."

Mihrimah Sultan'ın en güveni hatunu Melek başını salladı ve bana selam verdikten sonra odadan çıktı. Onun çıktığı kapıdan Şehzade Cihangir girdiğinde şaşkınca masamın üzerinde Şehzade Ogeday'a yazdığım mektupların taslaklarını buruşturup günlüğümün arasına koydum.

"Şehzadem, hoş geldiniz," diye mırıldandım ona selam verirken.

"Mahnisa, verdiğim kitabı okuma fırsatı bulabildin mi?" diye sordu merakla masamdaki kitaplara göz atarken.

"Bir solukta okudum Cihangir. Alabilirsin lakin yenisini isterim." Başını salladığında devam ettim. "Bunun gibi olsun, çok güzeldi. İki aşığın birbirini böylesine sevip kavuşamaması hayli hüzünlü."

"Çok üzüldüysen eğer, sonu iyi biten kitaplar da var. Çoğu masal tabii." Hüzünlü çıkan sesine karşın gülümsedim.

"Hayat keşke masallardaki gibi olsa, öyle değil mi? Aşıklar kavuşsa, iyiler kazansa ve kötüler kaybetse cihan ne güzel olurdu."

"Bilmem. Zannediyorum hayli sıkıcı olurdu." İkimiz de kıkırdadık.

Bakışları tekrar masamdaki kitaplara döndü. Onun bana verdiği kitap haricinde bir tane daha okuma kitabı ve benim günlüğüm vardı. Günlüğümü eline alıp "Bu nedir böyle?" diye sordu. 

"Ver onu." Aceleyle günlüğümü elinden kaptım. Şaşkın bakışları yüzümü bulduğunda utançla başımı eğdim. "Bağışlayın beni. Hususi bir defter bu, kimsenin okumasını istemem."

Başını salladı ve yan taraftaki koltuklardan birine oturdu. "Benim de böyle bir defterim var. Konuşacak biri yoksa etrafında -çoğunlukla olmaz- , ben de defterime yazarım hislerimi. Öyle bir şey mi?" 

"Evet." Başımı salladım. "Hasbahçeye inelim mi Cihangir, sana ok atmadaki marifetlerimi gösteririm." Gülümsedi.

"Olur."

-Şehzade Ogeday

Lalam ile birlikte hiç vakit kaybetmeden Manisa'ya gelmiştik. Çarşıda geziniyorduk. Esnafın birinden bir şeyler aldım ve karşılığında bir kese altın verdim. Bunu lalamla konuşmuştuk, esnafın ağzından laf alabilmek için bu şekilde muhabbet başlatacaktık.

"Hayrını gör beyim lakin bu fazla." Esnaf, elindeki keseye bakarak konuştuğunda sırıttım.

"Kalsın, işini görürsün." Esnaf da bana bakıp sırıttı.

"Eyvallah beyim. Daha evvel görmedim sizleri, Manisa'dan değilsiniz belli." Başımı salladım.

"İzmir'den geliyoruz."

"Geçenlerde bir hadise olmuş burada, bir esnafı öldürmüşler diye işittim. Doğru mu?" diye sorarak konuya girdi lalam.

"Doğrudur beyim. Benim ahbabımdı, yazık oldu adamcağıza. Allah rahmet eylesin." Esnafın gülen yüzü soldu.

"Amin. Katilini yakalamışlardır inşallah."

"Mümkünatı yok beyim. Koskoca şehzadeye kim verecek cezayı?" Lalam ilk defa duyuyormuş gibi kaşlarını çattı. Ben de onları dinliyordum.

"Şehzadeyle ne alakası var?"

"Tebdil halde çarşıya inmiş. Ne bilsinler şehzade olduğunu, herkes hakkında verip veriştirmiş. Rahmetli de bir laf edince zoruna gitti diyorlar, o yüzden öldürmüş."

"Ne söylemiş ki?" diye sordum merakla aralarına girerek.

"Malumatım yok ancak kimse sevmez burada Şehzade Selim'i. Günahı boynuna, bütün gün mey içip hatunlarla eğleşirmiş."

"Para verip kendini alkışlatan şehzadeden ne hayır gelir? Sultan Süleyman gibi bir babanın evladı böyle mi olur, yazık." Başka bir esnaf lafa daldığında keyifle sırıttım.

"O Hürrem denen Rus cadısına çekmiş belli ki."

Sinirle esnafın üzerine yürüyeceğim sırada lalam bana engel oldu. "Haydi selametle ağalar, selametle," diyerek kolumdan tutup beni uzaklaştırdı.

"Gördün değil mi, neler yapmış sevgili kardeşim," diye fısıldadım yeterince uzaklaştığımızda.

"Bu kadar malumat kafi, biz gidelim artık. Herkes aynı şeyi söylüyor zaten. Bunları hünkarımız duyunca icabına bakacaktır."

"Acele etme lala, daha işimiz bitmedi." Lalamın bir an önce Kütahya'ya dönmek istediğinin farkındaydım ama benim hemen gitmeye niyetim yoktu.

*

Lalamı sürükleyerek Kadı Efendi ile görüşmeye getirdim. Halkın huzurunu burada o sağlardı, şehzadeler bile onun verdiği emir karşısında bir şey diyemezdi normalde ama Selim'in altın vererek kadıyı susturduğunu, olayı örtbas ettiğini düşünüyordum. Bunun doğruluğundan emin olmak için buraya gelmiştim.

"Hayrola efendiler, nedir bu kadar mühim olan?" Kadının huzuruna çıktığımızda ikimize de sorgulayıcı bakışlar atıyordu.

"Bir davayla alakalı kulağımıza bazı laflar çalındı da Kadı Efendi. İşin aslı nedir, onu öğrenmek istedik," diye konuştu lalam. Ben çarşıda olduğu gibi, gerekmedikçe ona müdahale etmiyordum.

"Mesele nedir?"

"Şu, çarşıda öldürülen esnaf davası. Ahalinin dediğine göre bu dava hiç görülmemiş, Şehzade Hazretleri davayı örtbas etmek istiyorlarmış."

"Kadı divanındasın efendi! Bilmez misin ki bu divanda padişah olsan kar etmez, herkes eşittir."

"Madem öyle neden görülmüyor dava?" diye sorarak araya girdim. Bu adamın boş yapmasından sıkılmıştım.

"Sen kim oluyorsun da benimle bu şekilde konuşursun?"

"Bağışlayın Kadı Efendi, bizim size ve makamınıza hürmetimiz ebedi. Biz sadece bu dedikodular nasıl çıktı, onu merak ediyoruz," diyerek gerilen ortamı yumuşatmaya çalıştı lalam.

"Doğru, hem yolumuz İstanbul. Kim bilir belki Kazasker Efendi ile de görüşürüz, eminim merak ederler bu hadiseyi," dedim gülerek.

"Meseleyle alakalı bir dava görülmeye başlandı ancak maktulün zevcesi Kevser Hatun şikayetini geri çekti, dava da neticelenemedi."

"İyi ama bunu nasıl kabul edersiniz Kadı Efendi? Göz göre göre işlenmiş bir cinayette şikayete ne lüzum var?" diye sordu lalam.

"Elbette yok ancak meseleyi bizzat tetkik ettim. Şehzademiz tebdil haldedir. Maktul esnaf hançeri çekmiş, üzerlerine yürümüş. Silahtarlar da vazifelerini yapıp şehzadeyi korumuştur."

"Siz de iyi bilirsiniz ki bir şehzade tebdil haldeyken kim olduğunu ifşa etmez, hadise çıkarmaz. Bu esnaf durduk yerde mi hançer çekmiş?" Kadı Efendi'yi iyice köşeye sıkıştırdığımızı hissediyordum.

"Kara kaplı kitap ne yazıyorsa o. Taraflar kendi aralarında anlaşmışlar, diyet ödenmiş."

"Sultan Süleyman'ın adaleti bu değil Kadı Efendi. Belli ki tehditle korkutmuşlar kadını, yoksa niye çeksin geri şikayetini?" Sinirle araya girdim.

"Kendisiyle bizzat konuştum, Devleti Aliyye'nin kanunlarının onu ve ailesini koruyacağını izah ettim lakin hatun ısrar etti. Şehzademiz de kan parası olarak yüklü bir meblağ bahşetmiş kendisine." Kadı'nın söylediklerine sinirle güldüm.

"Parayla satın aldılar, siz de buna sessiz kaldınız öyle mi?"

"Kes sesini! Tek laf daha edersen kendini zindanda bulursun."

"Kadı Efendi doğru söyler. Nihayetinde bir şehzadenin emniyeti, her şeyden mühimdir. Taraflar da anlaştıklarına göre bize laf düşmez." Lalam tekrar arayı yumuşatmaya çalıştığında gözlerimi devirdim. "Uğurlar olsun Kadı Efendi, biz sizi meşgul ettik efendim."

Kadı'nın dairesinden sinirle çıktım ve çarşıda yürümeye başladım. Lalam da arkamdan koşarak bana yetiştiğinde kolumu tutarak kendine bakmamı sağladı.

"Ne yapıyorsunuz şehzadem, sakin olun."

"Duymadın mı dediğini, Selim parayla satın almış herkesi," diyerek tısladım sinirle.

"Ama Kadı Efendi'nin bir günahı yok, onun elinden bir şey gelmez. Kanunlar böyle."

"Ne olacak peki lala, Selim'in yaptığı yanına mı kalacak?"

"Bakın, esasında hadisenin böyle vuku bulması sizin için daha hayırlı zira hünkarımızın adaletini hiç kimse gölgeleyemez." Başımı salladım.

Elini omzuma koydu ve sıvazladı. Birlikte atlarımızı koyduğumuz yere doğru yürümeye başladık. Kütahya'ya dönme vakti gelmişti.

Lalamla birlikte bizi bekleyen ağalara doğru yürüdük ve atlarımıza atlayıp Kütahya yolunda sürmeye başladık. Yolumuz çok uzun sayılmazdı, mola vermezsek birkaç saate sarayımda olurdum. Bir an evvel sarayıma gidip bu konuyu uzun uzadıya düşünmek istiyordum. Babama bu olayı mektupla mı yoksa bizzat kendim mi söylesem bilmiyordum. Saraya gitmem daha uygun olurdu belki, hem böylece Mahnisa'yı da görmüş olurdum. Onu çok özlemiştim.

Bir anda yolumuz kesildiğinde şaşkınca atımı durdurdum. Karşımda ağabeyim Selim ve muhafızları duruyordu. Benim Manisa'da olduğumu bir şekilde öğrenmiş ve Kütahya'ya dönemeden basmıştı resmen. Faka basmıştım. Arkamı dönüp lalama bakmak, ona ne yapacağımızı sormak istiyordum ama karşımda bana sırıtarak bakan ağabeyimden gözlerimi alamıyordum.

"Selim.." diye mırıldanmadan duramadım.

"Ogeday." Sırıtışından hiçbir şey kaybetmeden konuştu. "Beni ziyaret etmeden mi dönecektin kardeşim?"

Continue Reading

You'll Also Like

11K 846 82
-MAKİNE ÇEVİRİSİDİR- Bir dünya savaşının zemininde geçen esaret-kaçırma klasik romanında yardımcı karakter oldum. Evde soğuk muamele gören ve istism...
14.4K 1K 69
Aşığı olan bir adamın karısı oldum. Peki o zaman bekaretini korumam gerekiyor galiba? "O zaman yerde uyuyabilirsin." "Ne?" Gözleri istemediğini söylü...
17K 1K 52
Süvari İmparatorluğu'nun veliaht prensi Nezar'la nişan prosedürüm sırasında, on yedi yaşında bir kız olarak geçmiş hayatımı hatırladım. Benden hoşla...
147K 16.7K 144
Bir R-19 romanındaki erkek başrol oyuncularıyla uzak bir adada mahsur kaldım. Kadın başrol oyuncusuna eziyet ettikten sonra erkek liderler tarafından...