poor or rich ✓

By cbincypher

310K 40K 41.2K

jisung: ben dogdugum cagi sikeyim insanlar fakir zengin diye ayriliyo suna bak amk keske tas devrinde dogsayd... More

bir; yeşil makarna
iki; ilaç parası
üç; çantadaki beş lira
dört; lip balm markası
beş; hop kel ensen tekel
altı; kedi alerjisi
yedi; borç meselesi
sekiz; etkilenme sorunu
dokuz; god is a woman
on; ne diyebilirim ki
on bir; kuzey tekinoğlu
on iki; hudeybiye antlaşması
on üç; tuvalet kabini
on dört; güven problemi
on beş; durmak istemiyorum
on altı; tüm özürleri hak ediyorsun
on yedi; aşık olmuş, nefret ettiği kişiye
on sekiz; chan ve hyunjin, xoxo
on dokuz; bok yongbok
yirmi; konumunu atsana bana
yirmi bir; beni öpmeni istiyorum, saatlerce
yirmi üç; halı sahaya kaçış operasyonu
yirmi dört; birlikte yatar mıyız
yirmi beş; bazen özlüyorum eskileri
yirmi altı; yeni bir jaehyun
yirmi yedi; şizofren gibi ne yapıyoruz
yirmi sekiz; sikim helikoptere dönüştü
yirmi dokuz; marshall ve lily
otuz; nasıl sevgilime sokarım detaylı anlatım
otuz bir; gereksiz (kesinlikle gerekli) kemer
final; H

yirmi iki; en sevdiğim renk

9.1K 1.2K 799
By cbincypher

(♡)

kafayı yemek üzereydim, gerçekten. tüm gün boyunca minho'nun delici bakışlarından ve kendisinden kaçmaya çalışmıştım. beni öpmesini istiyordum, gider ayak sikmesini falan değil. dün gece attığı mesaja da hiçbir şey diyemiyorum yani, edepsiz midir nedir bu çocuk.

telefonumun kaplığıyla oynayarak bunları düşünürken bizimkilerin ani kahkahasıyla gerçekliğe döndüm, yine seungmin'in komik olmak için söylemediği ama istemsizce komik olan bir esprisine gülüyorlardı sanırım.

kantindeydik, changbin yine uyuyordu. artık uyanık olduğu zaman dilimi uyuduğu zamandan daha kısaydı. arada bir dediklerimize gülüyor, ardından tekrar kafasını masaya koyuyordu.

"sonra ben de bu karıncaya dedim ki, ulan siktir git şuradan! iyi demiş miyim beyler?"

hyunjin'in heyecanlı bir şekilde konuşarak sorduğu soruya minik bir kahkaha attım. belki de gerginliğimin göstergesiydi bu kahkaha, çünkü giriş kapısından hızlı adımlarıyla bize doğru gelen minho beni germek dışında başka bir şey yapmıyordu.

"jisung."

tepemizde dikilen ve bana seslenen minho'yu arkadaşlarımla birlikte kantindeki herkes süzerken birkaç fısıltı duymaya başlamıştım bile. hep bunu yapıyordu, insanların benim hakkımda ne düşüneceğini önemsemeden yanıma yaklaşıp duruyordu işte.

boğazımı küçük bir öksürük ile temizleyip "efendim." dedim kafamı ona doğru kaldırmadan. gözlerim, masanın üzerinde birbiriyle oynayan ellerim dışında hiçbir yere bakmıyordu.

"işim var seninle, gel."

aniden bileğimi tutmasıyla vücudum kasılırken gözlerimi büyüttüm istemsizce, changbin de uykusundan uyanıp ayaklandı ve bağırmaya başladı hemen. "bırak lan çocuğu!" geri zekalı önünü bile göremiyordu şu an, bağırdığı kişi minho değil hyunjin'di çünkü.

"lan amına koyduğumun salağı, uyumaya devam et sen."

chan'ın dediğini hemen uygulayan changbin, tekrardan yerine oturup kafasını masaya koydu ve ben de bileğimi tutan ele bakmaya devam ettim. oha diye geçirdim içimden bir an, minho'nun eli her zaman bu kadar damarlı mıydı ki?

"geleyim." diye mırıldanıp yüzüne bakmadan ayaklandığımda aynı şekilde jeongin de mırıldandı. "enayi işte..."

duymamazlıktan gelip minho'yu takip etmeye başladım ama birazcık kırılmıştım, minicik. enayi değildim şahsen.

"nereye gidiyoruz?"

soruma cevap vermeyip hâlâ beni bileğimden çekiştiren minho'ya baktım sinirle. "soru sordum lan!"

ani bağırışımla duraksadı ama bedenini bana döndürmedi ve arkası dönük bir şekilde gülmeye başladı. ay yemin ederim psikopat falandı bu, ciddi söylüyorum.

"dün söylediğim şeyde ciddiydim jisung," hızla üzerime doğru yürüyüp beni duvarla arasına aldı, vücutlarımız birbirine fazlasıyla temas ederken sırıttı ve cümlesine devam etti. "sana bakan herkesin şaşırmasını sağlayacağım."

zemin katın bir alt katında, koridordayken fısıldayarak söylemişti bana bunları. bu katın ışıklandırılması da her zaman bok gibiydi zaten, sürekli yanıp sönen beyaz ışıkların altında ve etrafta kimse yokken; ben duvara yaslanmış, o da üstüme baskısını uygulamış bir şekilde duruyorduk.

fakat bu hiçbir şey yapmadan öylece durmamız fazlasıyla kısa sürdü, minho iki eliyle belimi kavrayıp beni istediği yere yönlendirirken adımlarım bir robot gibi anlayabiliyordu nereye gitmek istediğini.

kütüphanenin deposuna girdiğimizde arkasına bile bakmadan kapıyı kilitledi ve evet, bu fazlasıyla seksi göstermişti onu. etrafta aynı kütüphane ortamını andıran, raflarda ve kolilerde duran kitaplar vardı. eğer kitap kokusundan fazlasıyla haz eden birisi iseniz bu oda tam olarak size göreydi, dolayısıyla gülümseyemeden duramadım etrafımı incelerken. minho da aynı gülümsemesi ile anlamsızca bana bakıyordu. "sever misin kitapları?"

"hm," diye mırıldandım hemen. yıllardır bu soruyu bekliyormuşum gibi anlatmaya başladım bir de. "polisiye romanlarını çok seviyorum. yanlış anlama, romantik tarzda yazılan şeyleri de seviyorum fakat dedektiflik falan bana daha çok uyuyor gibi. bir de şiir kitaplarını çok seviyorum, babam ben küçükken uyumadan önce masal yerine hep şiir okuyordu, o yüzden. "

nefes bile almadan sıraladığım cümlelerim karşısında şaşkın bakışlarıyla küçük bir kahkaha attı minho, ben de onunla birlikte gülmeye başladım. utanmıştım biraz ve, "pardon..." diye mırıldandım sessizce.

"hayır, bana sevdiğin şeylerden bahsetmen hoşuma gitti. başka neleri seviyorsun mesela?"

sorusunun altında yatan anlamı bir aptal bile anlayabilirdi, tatlı birisiydi. "seni, dememi mi bekliyorsun?"

"ben öyle bir şey demedim."

ellerimi teslim olmuş gibi kaldırıp arkamdaki minik masaya otururken gülümsedim, "tabii ya, demedin."

ben hâlâ gülmeye devam ederken minho, bir anda gülüşünü soldurup kaplumbağa kadar yavaş adımlarıyla yanıma, daha doğrusu tam önüme geldi ve yine vücut temasından kaçınmayıp üzerime doğru eğildi. açık konuşmam gerekirse eğer, hissedebiliyordum. tüm bedenini.

önce iki elini de her yerimde gezdirdi, parmak uçlarını boynuma sürtmeye başladı ve bu sonradan daha çok tırnaklarını batırmaya dönüştü. kendimi kaybetmek istemiyordum, gözlerim kapanmak için benimle mücadele ediyordu fakat ben, o bunları yaparken yüzünü incelemek istiyordum. gözlerine bakmak ve beni isteyip istemediğini anlamak istiyordum.

gerçi istediği gayet de ortadaydı. bunu, artık boynumda gezinen şeyin parmakları yerine dudağı olduğunda anlamıştım. ilk başta boynuma sakin öpücüklerini dizen minho, benim nefes seslerim hızlandığında daha da ileriye gitti ve dudakları arasındaki dokuyu ezip yalamaya başladı.

onu durdurmadım, şu an kendimi o kadar iyi hissediyordum ki ne yapmamı istese hemen onu onaylar ve yapardım.
hem heyecanlı hem de her gün bunu yapıyormuş gibi tecrübeli davranması beni daha da çıkmaza sokarken ellerimi ensesine götürüp onu kendime daha çok bastırdım.

hareketlerini hızlandırıp giderek çene hattıma doğru geldiğinde ne ara oturduğum masanın üzerinde kaydığımı anlamamıştım. belime tek kolunu dolayıp beni tekrardan eski konumuma getirince hareketlerine devam eden minho'ya da o an yükselmeden edemedim işte.

sürekli onaylayıcı mırıltılar çıkarmadan duramıyordum. giderek ortamın ısınması beni terletirken geri çekilip üzerimdeki ceketi çıkarmak istedim fakat minho bunu benim yerime yaptı ve aynı zamanda da kendi üzerindeki beyaz gömleğin ilk üç düğmesini açtı.

tekrardan elleri boynumu bulurken duraksadı biraz, yanakları kızarmıştı ve göğsü hızla inip kalkıyordu. ben de ondan farksızdım tabii, saçlarım dağılmıştı ve eminim ki boynum, ten rengim yerine mora boyanmıştı.

elleri hâlâ boynumdayken beni izledi bir süre, sonra "görmek ister misin?" dedi derin çıkan ses tonuyla. ben ona anlamsız bakışlarımla bakmaya devam ederken cebinden telefonunu çıkardı ve bana doğru tuttu. "gülümse."

ne olduğunu anlayamadan kameraya gülümsedim ve elimi de istemsizce barış işareti yapmıştım, bu sanırım günün en saçma şeyi olabilirdi.

aynı heyecan ve gülüşüyle telefonunu bana verdiğinde ekrandaki kendi fotoğrafıma baktım bir süre. boynum gerçekten de berbat haldeydi, dakikalarca orayı emmesi yüzünden bunun olacağını anlamam gerekirdi zaten.

tepki veremedim başta, o da resmen vermem için beni bekliyordu. şaşkınlığımı üzerimden atıp gözlerinin içine baktım ve utangaç çıkmaması için çaba sarf ettiğim ses tonumla konuştum. "mor gerçekten de en sevdiğim renk."

dediğim şey ile tatlı bir tebessüm sundu bana. ardından da uzun süredir yapmasını istediğim şeyi yaptı ve o dolgun dudaklarını, öpmesi için yanıp tutuşan dudaklarımla birleştirdi.

ve bu öpüşmeyi tüm bir öğle teneffüsü boyunca devam ettirdiğimizde, artık mor rengine dönüşen tek şey boynum değildi.

-

AAAAAAA

arkadaslar guncel okuyucu sayısı en fazla olan fıkım bu. BU YUZDEN COK GERILIYORUM HICBIR YAZDIGIM ICIME SINMIYOR YAHU

MESELA BU NE NE YAZDIM BE BEN OF BAYBAY.


Continue Reading

You'll Also Like

17.1K 2K 20
Kendim aşkın bir tanımını yapsaydım, dört duvarı olmayan ev derdim. Huzur dolmak derdim, bir insanın seni her halinle kabul edebileceği, ortada gerçe...
11.9M 579K 87
18 yaşında genç bir kızın yolu çıkmaz bir sokakta hiç kesişmemesi gereken bir adamla kesişti. Adam hayata ve mavi renge küskündü. Genç kızla beraber...
278K 10.9K 76
Ailesinden kalma küçük ve güzel pastanesiyle ilgilendiği sırada rastgele bir mafyadan gelen mesaj ile dalga geçip uğraşan bir kızın hikayesi
15.3K 2.2K 10
felix her gün kendine nefret notu bırakır, oda arkadaşı changbin ise onların üstüne sevgisini. -changlix.