İktidar Oyunları | ognis.

By MSHanDeniz

28.1K 2.3K 956

Kanuni Sultan Süleyman'ın halasının torunu olan Mahnisa Sultan, ailesini kaybetmesinin ardından padişahının h... More

0
1
2
3
4
5
6
8
9
10
11
12
13
14
15
16
17
18
19
20
21
22
23
24
25
26
27
28
29
30
31
32
33
34
35
son

7

919 103 20
By MSHanDeniz

Sınavım bittiğine göre bundan sonra buna ve UY'a bölümler dört güne bir gelecek. Güzel haberi verip kaçıyorum, siz de oy verip bol bol yorum yapmayı unutmayın aşklarımm 💞😍

Odamda tek başıma oturmaktan sıkıldığım için Makbule ile birlikte hareme indik. Haremde koşuşturma hakimdi. Beni görenler bana aceleyle selam veriyor, sonra işlerine kaldığı yerden devam ediyorlardı. Makbule'ye kaş göz ederek önümüzden geçen bir kızı gösterdim. Onu durdurup neler olduğunu sormasını istiyordum.

"Hatun, niye koşuşturup duruyorsunuz?" diye sordu Makbule, kızın birini kolundan tutup.

Kız beni görünce selam verdi. Ardından Makbule'ye bakmadan konuştu. "Fatma Sultan gelmiş. Bir hafta sonra bekliyorduk kendisini ama şu an bahçedeler."

Kız başka bir şey söylemeden bana selam verip uzaklaştı. Şaşkınca Makbule ile birbirimize baktık. Fatma Sultan'ın geleceğini ben de duymuştum lakin hatunun da dediği gibi, en erken bir hafta sonra gelir diyordu Hürrem Sultan. Antakya'dan buraya uçarak mı gelmişti böyle çabucak?

"Keşke haber vereydiniz Sultanım, dairenizi hazırlardık." Afife Hatun'un sesini duymamla ona doğru döndüm.

Haremin giriş kapısından içeri giriyordu. Arkasından da Gülfem Hatun ve Fatma Sultan olduğunu düşündüğüm şık giyimli bir kadın geliyordu. Validem bana zamanında kuzeni Hatice Sultan'dan bahsetmişti ama onun dışında hünkarımızın diğer kardeşlerini bilmiyordum.

"Sen halledersin onu." Gülfem Hatun'a dönüp konuştu. Beni henüz görmemişti. "Hürrem nerede, neden gelmedi karşılamaya?"

"Kendileri biraz rahatsız sultanım, dinleniyorlar."

"Allah nazarlardan sakınsın. Yoksa benim geldiğimi görünce mi fenalaştı?" Gülfem Hatun'la birlikte kıkırdadıklarında gözlerimi devirdim. "Madem öyle kendisini ziyaret edelim. Beni görünce pek sevinecektir."

İçeri doğru yürüdüklerinde beni gördüler. Gülfem Hatun bana selam verirken, ben de Fatma Sultan'a selam verdim. Muhtemelen o beni tanıyamamıştı. Gülümsüyordu ama yüzünde soru soran bir ifade vardı.

"Mahnisa Sultan, rahmetli Gülbahar Sultan'ımızın torunu. Ayşe Sultan'ın kızı." Gülfem Hatun, beni ona tanıttığında başını salladı hemen.

"Sen söyleyince tanıdım. Ailenle geçirdiğiniz felaketi duydum, çok üzüldüm. Mekanları cennet olsun Mahnisacığım. Sen nasılsın, sıhhatin iyidir umarım? Maşallah ne kadar güzel bir sultan olmuşsun böyle." Söylediklerine gülümsedim.

Bana şimdilik iyi davranıyordu ama Hürrem ve Mihrimah Sultan'la yakın olduğumu görünce tavrının değişeceğini biliyordum. Mahidevran Sultan gibi bana cephe alacaktı muhtemelen. Niçin bu sarayın sultanları Hürrem Sultan'ı sevmiyorlardı ki? Aslında onu tanımaya, sevmeye çalışsalar başaracaklarını biliyordum ama buna uğraşmıyorlardı bile.

"Biz de Hürrem Sultan'ın yanına gidiyorduk sultanım, isterseniz siz de bizimle gelin. Kendileri biraz rahatsızmış, sizi gördüklerine mutlu olurlar." Afife Hatun'un sözleriyle ona dönüp gülümsedim. Onu seviyordum. Gülfem Hatun gibi değil, daha içten biriydi.

"Gelirim tabii," diye mırıldandım onları takip ederken.

"Hürrem Sultan seni pek seviyor sanırım," dedi Fatma Sultan bana bakmadan. Düşündüğüm şey şimdiden gerçekleşiyordu sanırım.

"Evet, kendileri validemin yokluğunu aratmıyorlar bana. Şehzadelerimiz ve Mihrimah Sultanımız da öyle, kardeşlerim gibiler."

"Ne güzel," diye mırıldandı ama içtenlikten çok uzak bir ses tonu vardı.

Bu sultandan pek hoşlanmamıştım. Sürekli gülüyor ve neşeli görünmeye çalışıyordu ama içinde büyük bir sinsilik yatıyormuş gibi hissediyordum. Kafasında bir sürü tilki dolanıyordu bence. Kim bilir neler planlıyordu.

Hürrem Sultan'ın dairesine geldiğimizde buyur alıp içeri girdik. Hünkarımız da buradaydı, Hürrem Sultan'ın hasta olduğunu duyunca endişelenip gelmiş olmalıydı. Onların aşkına imreniyordum gerçekten. Belki günün birinde biz de Şehzade Ogeday'la..

"Hünkarım," dedi Fatma Sultan ve gülerek ağabeyinin yanına gitti.

"Fatma'm." Hünkarımız kardeşine sarılmak için kollarını iki yana açtı.

"Siz de buradasınız, ne hoş," dedikten sonra hünkarımızın elini öptü.

"Hoş geldin benim güzel kardeşim."

"Vaktinden evvel geldiysem beni bağışlayın lakin beni biliyorsunuz, bir yere gideceksem duramam yerimde, bir an önce gitmek isterim." 

"İyi ettin."

"Sultanım, sizi tekrar bu sarayda görmek ne hoş," diyerek söze katıldı Hürrem Sultan. Lakin memnun olmadığı, zorla konuştuğu benim durduğum yerden bile gayet belli oluyordu.

"Seni de Hürrem. Az önce rahatsızlandığını söylediler, bu yüzden evvela seni görmek istedim. Geçmiş olsun, ciddi bir şey yoktur inşallah."

"Gördüğünüz gibi gayet iyiyim. Allah'a şükürler olsun, ciddiye alınacak bir şey değil," dedi Hürrem Sultan yapmacık bir şekilde gülümseyerek.

"Sen yine de ciddiye al. Malum, belli bir yaştan sonra dikkat etmek lazım."

"Hayli sıkıntı yaşadığını söylediler, afiyettesindir inşallah?" diye sorarak konuya girdi Hünkarımız. Ortamın gerilmeye başladığını o da anlamış olmalıydı.

"Dünya gözüyle sizi bir kez daha gördüm ya, bütün sıkıntılarım uçup gitti. Allah sizi başımızdan eksik etmesin," diye yanıtladı ağabeyini güler yüzüyle.

"Amin, geç otur şöyle."

Hünkarımız kardeşini akşam yemeğe odasına davet edip devlet meseleleriyle uğraşması gerektiği için bizi yalnız bıraktı. Odada Gülfem Hatun, Fatma ve Hürrem Sultan, bir de ben kalmıştık. Mihrimah Sultan olmadığı için Hürrem Sultan'ın yanına oturma hakkını kazanmıştım. Fatma Sultan ile Gülfem Hatun karşılıklı sedirlere otururken ben de Hürrem Sultan'ın yanına kuruldum.

"İyisiniz değil mi sultanım?" diye mırıldandım onlara duyurmamak için.

Bana dönüp elini bacağıma koydu ve gülümsedi. Bir şey söylememişti ama gülümsemesinden iyi olduğu belli oluyordu. Ardından Fatma Sultan'a döndü.

"Zevciniz Mustafa Paşa'yla aranızda bazı sıkıntılar olduğunu işittim. İnşallah aranız düzelmiştir."

"Düzelmesine gerek kalmadı, zira boşadım onu."

Böyle bir cevap beklemediğimden kendime engel olamayarak kıkırdadım. Hürrem Sultan da gülümsemişti. Bu kadın gerçekten bir garipti. Ne zaman, ne söyleyeceği hiç belli olmuyordu. Sanırım biraz patavatsızdı.

Kapı tıklatıldı ve içeri Afife Hatun girdi. Önce Hürrem Sultan'a selam verdi, ardından da Fatma Sultan'a döndü.

"Daireniz hazır sultanım. Arzu ederseniz evvela hamama gidelim, yorgunluğunuzu alır."

"Olur," dedi Fatma Sultan ve ayaklandı.

O hamama gitmek için kalktı, ben de Şehzade Ogeday ve Şehzade Cihangir'i bulmak için kalktım. Birlikte hareme doğru yürürken karşımızdan gülerek gelen Şehzade Ogeday ve Şehzade Cihangir'i gördüm.

"Cihangir!" diye bağırmasından anlayacağınız üzere onları yalnızca ben değil, Fatma Sultan da görmüştü.

"Sultanım, demek geldiniz," diye mırıldandı Şehzade Cihangir.

"Arslan şehzadem benim, kılıç kuşanma merasimine yetişemediğim için öyle üzüldüm ki," dedi Şehzade Cihangir'in elini tutarak.

"Üzülmeyin sultanım, doğru dürüst kuşanamadım zaten," dedi ve ağabeyine döndü. "Ogeday, Fatma Sultanımız."

"Sultanım," dedi Şehzade Ogeday ve karşısındaki halasına gülümsedi. "Hakkınızda çok şey duydum, nihayet karşılaştık."

"Sancağına döndüğünü sanıyordum. Seni gördüğüme sevindim, yiğit bir şehzade olmuşsun."

Fatma Sultan bizden ayrılıp hamama doğru yürürken ben onlarla kalmıştım. Haremin ortasında üçümüz birlikte dikiliyor, birbirimize bakıyorduk. Hatunlardan birkaçının gözünü Şehzade Ogeday'dan alamadığını fark ettiğimde gözlerimi devirdim.

"Nereye gidiyordunuz?" diye sordum merakla ikisine birden bakarak.

"Ben valideme bakmaya gidiyordum, hasta olduğunu duydum. Ogeday da hasbahçeye at binmeye gidecekti." Şehzade Cihangir'in söylediklerini dinledikten sonra hevesle Şehzade Ogeday'a döndüm.

"Ben de sizinle gelebilir miyim şehzadem? Burada bir hayli sıkıldım, Mihrimah Sultanımız da gelmedi bugün."

Haremdeki bize bakan -daha doğrusu yalnızca Şehzade Ogeday'a bakıyorlardı- kızların sayısı arttığında elimi Şehzade Ogeday'ın koluna koydum. Şehzade Cihangir bu halime yalnızca kıkırdarken ağabeyi kocaman bir kahkaha atmıştı.

"Tabii ki gelebilirsin, sorman bile hata. Ben sana ne zaman canın sıkılırsa seninle hasbahçeye inerim, dememiş miydim?" diye sorduğunda gülümseyerek önüme döndüm.

"İyi eğlenceler o zaman size. Ben de bir valideme bakayım, sonra yanınıza gelirim belki."

Şehzade Cihangir, validesinin odasına doğru yürüdüğünde biz de hasbahçeye doğru yürüdük. Atların olduğu tarafa geldiğimizde, bir sürü at gördüm. Babam sayesinde küçüklüğümden beri at binmeyi iyi biliyordum lakin üzerimdeki kaftanımın bugün binmeme izin vereceğini düşünmüyordum.

"Hangisi sizin?" diye sordum karşımızdaki atlara tek tek göz gezdirerek.

"Sen benimkini bırak da hangisinin senin olmasını isterdin, onu söyle."

Söylediğini yapıp atlara bu sefer alıcı gözüyle bakmaya başladım. Köşede samanlardan yiyen, rengi sarıya çalan ama yelesi bembeyaz olan atın yanına giderek yavaşça tüylerini okşamaya başladım. Onu incitmek istemiyordum.

"Dilber'i mi beğendin?" diye sorduğunda kıkırdadım.

"Dilber mi bu atın ismi? Kim, niye bir ata Dilber ismini koyar ki?" Omuz silkti.

"Ben koydum, beğenemedin mi? Çok zarif bir at, görsen hanedan mensubu sanırsın. Asla emir almaz. Kendisi gitmek isterse yürür, koşmak isterse koşar. Bir de güzel, alımlı. Karşıdan gelişi o kadar narin ki aynı bir kadına benziyor. Ben de böyle olunca Dilber koydum ismini."

"Sizin atınız mıydı bu yoksa?" diye sordum şaşkınca. İsmini o koyduğuna göre, onun olmalı diye düşünmüştüm. Yoksa ismini bile bilmezdi bana göre.

"Yok, benimki şu deli olan. Onun ismi de Fırtına, tam ismine denk, bir fırtına gibi koşuyor." Çaprazımızda olan kahverengi atı gösterdiğinde kaşlarımı çattım.

"Bu at kimin o zaman ve siz ismini nereden biliyorsunuz?" diye sordum bu sefer de merakla. Tekrar omuz silkti.

"Aslında onun bir sahibi yoktu ama sanırım artık senin, baksana o da seni çok sevdi. Normalde böyle kendini sevdirmez lakin sana hiç sesi çıkmadı. Biz aslında Fırtına ile çiftleştirmek için almıştık Dilber'i." Kendime engel olamadan büyük bir kahkaha attım.

"Yani bizim atlarımız karı koca mı?" diye sorduğumda ona da komik gelmiş olacak ki, o da benimle birlikte gülmeye başladı.

"Öyle de denebilir, evet," dedi kahkahalarımız dinmeye başladığında.

"Burada bir sürü at var, neden bir de Dilber'i aldınız ki?" diye sordum bu sefer de. Sorularım bitmiyordu lakin o, bu durumdan hiç şikayetçi gibi değildi. O bana böyle güzel güzel cevaplar verdikçe ben de soruyor ve soruyordum.

Kapatma düğmemi aramıyor, ne yapayım?

 "Fırtına'nın etrafı güzel at dolu lakin beyefendiye hiçbirini beğendiremedik. En sonunda Dilber çıktı karşısına, ilk görüşte aşk oldu sanırım. At çiftliğine onu da götürmüştüm yanımda, hangisiyle kaynaşacaksa onu almak için. Dilber'in yanına gidince biz de onu alıp getirdik buraya."

"Çocukları oldu mu peki?" Başını iki yana salladı.

"Henüz olmadı. Bekliyoruz, belki olur."

"Umarım çok mutlu olurlar," diye mırıldandım.

Şehzade Ogeday da gülümseyerek başıyla onayladı beni. Ardından kendi atıyla ilgilenmek için beni Dilber'le yalnız bıraktı. Çok uzağımda değildi, başımı kaldırdığımda onu görebiliyordum lakin seslenmezsem, beni duyamayacak kadar uzaktı.

Samanları yemeyi bitirmiş, bana bakan Dilber'e döndüm. Gerçekten bahsettiği gibi, asil duruşlu bir attı. İsminin hakkını veriyordu. Kulağına doğru eğildim.

"Fırtına ismi gibi etrafa fırtına estiriyormuş, aynı sahibi. Ve sen gidip o fırtınalar estiren, korkusuza aşık oldun, değil mi? Sanırım.." Derin bir nefes aldım. "Sanırım sen de sahibin gibisin. Sanırım ben de kendi fırtınama aşık oldum," diye mırıldandım ve gözünün biraz altını öptüm. Yanağı gibi düşünmüştüm, oranın gerçekten de yanağı olduğunu umuyordum.

Atları biraz daha sevdikten sonra rüzgar esmeye başladığı için Şehzade Ogeday'ın ısrarıyla saraya geri döndük. Beni yalnız bırakmamak için o da atına binmemişti. Rüzgar başlayınca da üşüdüğümü söyleyip beni zorla saraya sokmuştu. Aslında üşüdüğüm yoktu ama o gereksiz evham yapıyordu bazen.

"Cihangir yanımıza gelmedi, görüyor musun?" diye sorduğunda başımı salladım.

"Gelmeyeceğini tahmin etmek zor değil. Sizin gibi attır, oktur, böyle şeylere meraklı değil. Odasında kitap okumayı yeğlediğine bahse girerim."

"Bahse girmemize gerek yok, tamamen haklısın. Gel bir bakalım odasında mıymış?"

Birlikte, Şehzade Cihangir'in odasına gittiğimizde onu ablasıyla birlikte otururken bulduk. Mihrimah Sultan beni gördüğünde bana içten bir gülümseme yolladı. Ben de aynı şekilde ona. İyi ki gelmişti, onsuz günler sıkıcı geçiyordu.

"Ne yapıyorsunuz burada bizsiz?" diye sitem etti Şehzade Ogeday ama latife ettiği çok belliydi.

"Ablam Fatma Sultan'ın gıybetini yapıyor, ben de onu dinliyorum." Mihrimah Sultan, kardeşinin sözlerine gözlerini devirdi.

"Ben de hiç hoşlanmadım ondan. Sürekli gülümsüyor, eğlenceli biri gibi görünüyor ama bazen çok sinsi bakıyor," dedim yanlarına otururken.

"Sen onu boş ver de neden konuşmadın hala validemle?" diye sordu Şehzade Ogeday da ablasının yanına otururken. Mihrimah Sultan anlamamış bir şekilde ona baktığında tekrar konuştu. "Para meselesini."

"Validemle bu aralar görüşmek pek mümkün değil. Oldukça gergin, asabi." Şehzade Ogeday ofladı. "Ama sen merak etme, istediğin parayı ben sana veririm."

"İşte benim güzeller güzeli kardeşim!" Şehzade Ogeday gülerek konuştuktan ve hepimizi de gülümsettikten sonra arkasına yaslandı. "Validemin nesi var?"

"Bilmiyorum, bu aralar hayli solgun görünüyor. Öyle değil mi Cihangir?"

"Nicedir keyfi yok." Şehzade Cihangir muzip bir şekilde gülümsedi. "Fatma Sultan geldiği içindir belki. Malum, sultanlarla yıldızı bir türlü barışmadı."

Hepimiz güldük.

*

"Ben o meseleyi hallettim. Selim artık Manisa'da yalnız değil, yanına bir hatun yolladım," dedi Hürrem Sultan kızına.

Üçümüz birlikte, Hürrem Sultan'ın yanında oturuyorduk. Akşam yemeği yemek için bir araya gelmiş, sonra da kahveye kalmıştık.

"İstediklerinizi yapabilecek biri mi?" diye sordu Mihrimah Sultan.

"O meziyetlere sahip lakin zaman gösterecek." Geçen günlerde bir anda odaya dalıp kendisinin ayaklarına kapanan kızdan bahsediyordu bence ama bunu ona sormadım. "Fatma Sultan'la görüştün mü?"

"Evet, yanına uğradım. Biraz sohbet ettik. Eğlence tertip etmiş, benim de katılmamı istedi."

"Afife Hatun söyledi, katılmamak hoş olmaz," diye mırıldandı Hürrem Sultan. Ne eğlencesiydi bu, benim niye haberim yoktu? Nasıl onların her şeyden haberi oluyordu da benim olmuyordu?

"Validem siz bir şeyim yok diyorsunuz lakin ben sizi pek iyi görmüyorum," diye konuştu endişeyle Mihrimah Sultan.

"Bu mevzuyu daha uygun bir vakitte konuşuruz. Hadi, sultanımızı bekletmek olmaz," dedi ve ayağa kalktı.

Biz de onu takip edip ayağa kalktık ve hep birlikte hareme indik. Kızlar raksa, çalgıcı hatunlar da müzik çalmaya başlamışlardı bile.

"Destur! Haseki Hürrem Sultan, Mihrimah Sultan ve Mahnisa Sultan Hazretleri!"

Kapıdaki ağanın bağırmasıyla biraz şaşırsam da bozuntuya vermedim. İlk defa ismimi böyle bağırıyorlardı, muhtemelen Hürrem Sultan'la birlikte geldiğim içindi lakin hoşuma gitmediğini söyleyemezdim.

"Nihayet Hürrem," dedi Fatma Sultan, onun yanına ulaşabildiğimizde.

"Sultanım," diye mırıldandı Hürrem Sultan ve ona selam verdi.

"Gel şöyle yanıma." Hürrem Sultan, Fatma Sultan'ın yanına otururken biz de Mihrimah Sultan ile yan yana, onların yan taraflarındaki sedire oturduk.

"Allah keyfinizi daim etsin," dedi Hürrem Sultan keyifsiz bir şekilde.

"Amin." Fatma Sultan çalgıcılardan birine işaret etti ve müzik tekrar başladı. Kızlar da rakslarına devam ettiler.

"Rabbime dua ediyorum bir sultan olarak doğduğum için. Yoksa o meymenetsiz adama ömrüm boyunca katlanmak zorunda kalacaktım," dedi Fatma Sultan gülerek. Hepimiz gülümsemiştik.

"Bir aşk evliliği olduğunu sanıyordum," dedi Mihrimah Sultan gülerek.

"Aşk dediğin nedir ki? Bir rüzgar misali, eser geçer Mihrimah. Senin yaptığın en iyisi. Evlendiğin adama gönlünü vermeyeceksin, zira sonu hep hüsran."

"Ben halimden memnunum sultanım," diye cevap verdi Mihrimah Sultan sahte bir gülüşle.

"Ala. Senin saadetini görmek çok güzel." Bir süre Mihrimah Sultan'a baktıktan sonra göz göze geldik. "Ya sen Mahnisa? Ben senin yaşındayken her gün bir başkasına gönlümü kaptırırdım." Kıkırdadı.

Gülfem Hatun ve Mihrimah Sultan da kıkırdıyorlardı lakin ben gülemiyordum çünkü birazdan gelecek olan soruyu biliyordum. Nitekim beni yanıltmadı.

"Senin var mı kalbinde birileri?" diye sordu merakla.

"Ben.." diye mırıldanabildim ve korkuyla Hürrem Sultan'a baktım. Gergin bir şekilde önüne bakıyordu. Onun ne kadar zeki biri olduğunu biliyordum. Aynı, tahta geçmesini istediği şehzadesine aşık olduğumu anladığını da bildiğim gibi..

Continue Reading

You'll Also Like

104K 8.1K 38
sadece erkeklerin olduğu bir üniversitede gay yönelimin odağı ve tüm dikkati üzerine çeken Jungkook, bu durumdan sıkılan ve onu bu rahatsızlıktan ko...
31.4K 2.3K 100
Kocasının ellerinde ölen bir kötü kadın karakterin bedenine reenkarne olan bir kızın hikayesi. Babası ve erkek kardeşi tarafından siyasi bir amaç uğr...
11K 846 82
-MAKİNE ÇEVİRİSİDİR- Bir dünya savaşının zemininde geçen esaret-kaçırma klasik romanında yardımcı karakter oldum. Evde soğuk muamele gören ve istism...
38.5K 3.3K 12
Kim Taehyung öğrencisine fazla mı ayrıcalık tanıyordu? Daha ona sınav cevaplarını verdiği kısma gelmedik. Yaş farkı !